Header Ads

Header ADS

Güney Doğu Asya serisi; Myanmar'da bahsedilmeyen bir vekalet savaşı; Washington'daki “sürgün Hükümeti”ne karşı Askeri Hükümet

Erdogan A.

"Egemen sınıfın fikirleri her çağda egemen fikirlerdir: yani toplumdaki egemen maddi güç olan sınıf aynı zamanda onun egemen entelektüel gücüdür. Üretim araçlarına sahip olan sınıf aynı zamanda zihinsel üretim araçları üzerinde de kontrol sahibidir". Karl Marx

Giriş

Egemen sınıf maddi ve manevi üretim üzerinde kontrole sahip olduğundan iletişim araçlarının işlevi egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eder ve anlatıları da bu çıkarları yansıtır. Geçmişteki savaşlardan ve dünya olaylarından Ukrayna ve Gazze'deki son olaylara kadar Batı anlatılarının yalanlarına tanık olduk. TIME dergisinin kurucusu Henry Luce bir keresinde şöyle demişti; "İlk sayfadan son sayfaya kadar... ortaya çıkan her şey benim görüşümü yansıtmalı ve bu böyledir" (Halberstam D, s. 91)

Hakim sınıfların dünya çapında Kitle İletişim araçlarına sahip oldukları gerçeğinden yola çıkarsak, onların herhangi bir konudaki anlatılar üzerinde kontrole sahip olmaları kaçınılmazdır. Anlatıları sundukları içerik  çerçevesi içinde kalacak şekilde zihinleri etkiliyorlar. Bu anlatılardan etkilenenler yalnızca cahil veya ortalama insanlar değil, aynı zamanda kendilerine Marksist diyen kişiler de etkileniyor. Bunlar, hakim anlatılardan etkilenerek, özünde çok farklı olmayan, ezberlenmiş sloganlarla süslenen nüanslarda değerlendirmeler yapıyor ve bir konu hakkında duruş belirliyorlar. Bu nedenle Batı anlatısından etkilenerek bu tür yanlış önermelerden hareket etmek kaçınılmaz olarak yanlış sonuçlara ulaşacaktır. Myanmar ile ilgili olarak kamuoyunun algısını şekillendirmek diğer örneklerde olduğu gibi bir başka örnektir. Güneydoğu Asya'daki çoğu ülke gibi Myanmar'daki muhalif medya da tamamen ABD, İngiliz, Fransız ve Avustralya'nın yanı sıra, Ana akım medya ve "Özgür...", "Demokrasi.." gibi göz alıcı kelimelerle başlayan çürümüş medya tarafından finanse ediliyor. .. Özelde Myanmar ve genel olarak Güney Doğu Asya ile ilgili sundukları sansasyonel, tek taraflı “haberler” için, safsatadan başka bir delil sunmuyorlar. Haber ve yazılar komplo teorisi spekülasyonlarıyla dolu. Dünya olaylarında yerel vekil medya, ana akım medyayı sadece haberlerde değil, yorumlarda da takip ediyor. Batı Medyası anlatıları oluşturuyor, “gündem”i belirliyor, yerel medya da bunu yakalayıp tüm sosyal medyada yayıyor; Facebook ve TikTok Güneydoğu Asya’da en çok kullanılanlar gibi görünüyor.

Ortalama bir insan için Batılı anlatıyı kabullenip tekrarlamak anlaşılabilir ve beklenebilir bir durumdur. Ama (sosyalist) soldan olanlar için bu affedilecek bir şey değildir. Bu saflığın ve eski sömürgecilerin korosuna şarkıcılık yapmanın nedeni, herhangi bir konuda her türlü çalışma ve araştırmayı tembellik nedeniyle yapmamayı içinde taşıyan ve soyut bir şekilde yaftalamakla,  verili durum ve koşul hakkında hiçbir şey anlatmayan genel sloganlar atmakla sonuçlanan “ya siyah ya beyaz” yaklaşımının sonucudur.

Bir ülkenin tarihini, kültürünü, ekonomisini, siyasetini, iç ve dış güçlerini analiz etmek, değerlendirmek ve tavır belirlemek için bilmek ve anlamak gerekir. Tayland dışında Güneydoğu Asya'daki (ve Asya'daki) tüm ülkeler yüzyıllar boyunca Japonya'nın, İngiltere'nin, Fransa'nın ve ABD'nin sömürgesiydi. Yüzyıllardır süren Batı sömürgeciliği, Afrika'da olduğu gibi, feodal yapıyı koruyup güçlendirirken, bölerek, etnik, dinsel çeşitliliği kullanarak sürekli istikrarsızlık yaratarak bölgenin ekonomik kalkınmasına da engel olmuştur. Yine Afrika'da olduğu gibi sömürgeciler bu kolonilerde de altyapıyı hiçbir zaman inşa etmediler. Altyapı bir ülkenin kalkınmasının temelidir. Bu ülkelerden bazıları eşitsiz ekonomik gelişme yasası nedeniyle gelişmiş, diğerleri ise ABD-Batı'ya siyasi bağımlılıklarına rağmen komşu Çin'in ekonomik açıdan hızlı gelişimini göz ardı edemediler. Bu ülkelerde Batılı Sömürgecilerden farklı olarak altyapı inşa eden, ulaşım sağlayan ve ticareti canlandıran ,Cin bu ağır feodal eski sömürge ülkelerin kapitalist gelişiminde önemli bir rol oynuyor.

Feodal yapıdan kapitalizmin gelişimine doğru kademeli veya ani dönüşümün önemini açıklamaya gerek olduğunu düşünmüyorum. Marksizm'in diyalektiğini uygulamadan Marksizm Leninizm ruhsuz bir teori olacağından, herkes "sosyalizm" kavramından, "siyasi iktidarı elde etmekten" ve "sosyalizmi inşa etmekten" gerekli çıkarımları yapabilir ve kapitalizm ile sosyalizm arasındaki karşılıklı bağlantıyı kavrayabilir ve kavramalıdır.

Farklı yaş gruplarından ve etnik yapılardan gelen Myanmarlılarla yaptığım "sosyal etkileşimler ve sohbetlerden" çoğunun olabildiğince Amerikan yanlısı olduğunu rahatça söyleyebilirim. Bu Amerikancı oranın vekil devlet olan Filipinler'den çok daha yüksek olduğunu söyleyebilirim. “Myanmar Komünist Partisi'nin yayınladığı son yarım düzine makalenin tur rehberlerim tarafından çevrilerek okunması bana sanki burjuva liberal makaleler okuyormuşum hissini verdi. Ancak Çin Milliyetçi Partisi'nin Kuzey Myanmar'ı işgalinden başlayarak Myanmar'ın tarihi olaylarını yaşamış iki eski komünistle tanıştığımda onların anlatımlarıyla gelişmelerin arka planını kavrayabildim. Onların katkısı olmasaydı bu makale bu kadar uzun ve bilgilendirici olamazdı.

Myanmar

Golden Triangle- Myanmar, Laos, Thailand
Myanmar (Kamboçya ve daha az ölçüde Laos), ekonomik olarak SEAC'ın (Güney Doğu Asya Ülkeleri) geriden takip ediyor. Myanmarda hızlı ekonomik kalkınmayı sağlayacak önemli bir altyapı ve ulaşım ağı yoktu  (çoğunlukla da yok).

Myanmar hakkında daha iyi bir fikir edinmek için önce tarihine bakmamız gerekiyor.

Myanmar, Orta Çağ'ı andıran istilalarla dolu bir geçmişe sahip bir ülke. 19. yüzyılda Britanya İmparatorluğu tarafından birçok kez işgal edilmiş. İngiltere bölgeyi Britanya Hindistanı'nın bir eyaleti olarak yönetiyordu. Japonya, 1941'de Myanmar'ı işgal etti. 1945'te Müttefik kuvvetler tarafından işgal edildi. Myanmar, Ocak 1948'de Birleşik Krallık'tan "bağımsızlığını" kazandı. İki yıl sonra, mağlup olan ve kaçan Çin Milliyetçi Partisi'nin (Kuomintang veya KMT) askeri kalıntıları tarafından işgal edildi. ABD'nin müdahalesi de bu dönemde başladı. CIA, Tayvan'dan KMT'ye silah ve malzeme nakleden "Operasyon Belgesi" adı verilen gizli programın sorumlusuydu. CIA aynı zamanda Mayıs 1951 ve Ağustos 1952'de felaketle sonuçlanan Çin Yunnan işgalinde de KMT ordusuna eşlik etti. Bu yenilginin ardından KMT, Kachin Eyaletinin bazı bölgelerinin yanı sıra Shan eyaletlerine de yayıldı. KMT'nin Anti-Komünist Ulusal Kurtuluş Ordusu dağıldığını ilan etti, ancak birlikleri bölgede kaldı ve Myanmar ordusunun onları mağlup ettiği 1961 yılına kadar savaşmaya devam etti. Çoğu Tayvan'a gönderildi. O zamandan beri "Altın Üçgen" olarak adlandırılan bölge, günümüzde de büyük uyuşturucu kaçakçılığının, yasadışı faaliyetlerin ve büyük ülkelerin “istihbarat” ajanlarının sahnelerinden biri olmuştur.

Sekiz farklı özerk bölgeye yayılmış 70'in üzerinde etnik çeşitliliğe sahip olmak, ideolojik farklılık sorununu da beraberinde getirmesi ülkenin istikrarlı olmasına yardımcı olmuyordu. 1939'da kurulan yeraltı Komünist Partisi (CPB), başlangıçta İngiliz sömürge güçlerine karşı savaştı, Japonya'ya karşı verdiği bağımsızlık mücadelesi nedeniyle örgütsel güç ve popülerlik kazandı. Bu mücadele sırasında CPB, Anti-Faşist Halkın Özgürlük Birliği (AFPFL) adında içinde reformistleri de taşıyan solcu bir siyasi ve askeri koalisyon örgütledi. AFPFL, reformcu görüşleriyle Myanmar hükümetinin 1948'de bağımsızlığını kazanmasının ardından baskın siyasi güç haline geldi. CPB, AFPFL'den ihraç edildi ve hükümet parti üyelerine baskı yapmaya başladı. CPB1953'te yasaklandı. Daha sonra CPB kırsalda onlarca yıl süren isyan başlattı.

Anti-Faşist Halkın Özgürlük Birliği (AFPFL), 1958'deki iç anlaşmazlıkların ardından ikiye bölündü.

CIA bağlantıları hiçbir zaman reddedilmeyen Budist Milliyetçi Başbakan U Nu liderliğindeki "temiz AFPFL", daha sonra Parlamenter Demokrasi Partisi'ni (PDP) kurdu ve silahlı bir direniş grubuna liderlik etti.

"İstikrarlı AFPFL", bağımsızlık için sömürgecilik karşıtı bir devrimci olan Kyaw Nyein ve Ba Swe tarafından yönetildi. Başbakan U Nu hükümetinde çok sayıda bakan pozisyonlara sahip oldu, Anti-Faşist Halkın Özgürlük Birliği'nin (AFPFL) Genel Sekreteri olarak görev yaptı ve Burma Sosyalist Partisi'nin (BSP) ortak Genel Sekreteri olarak görev yaptı. Kyaw Nyein, Burma'nın bağlantısızlık politikasının mimarıydı. Daha sonra 1962'de beş yıl hapiste kaldı.

Birlik Partisi olarak yeniden adlandırılan AFPFL Temiz grubu, Şubat 1960'taki seçimlerde ezici bir çoğunluk kazandı. "Parlamenter demokrasi"  yalnızca iki yıl sürdü; askeri komutan ve Burma Sosyalist Program Partisi'nin (BSPP) kurucusu Ne Win, 2 Mart 1962'de bir darbe düzenledi. Ne Win, 1 Nisan 1963'te genel af ve barış ilan etti. Komünist parti liderlerinin ve büyük etnik ordu gruplarının çoğu barış görüşmesini kabul etti, ve affı memnuniyetle karşıladık. Ancak etno-milliyetçilerin ve "batılı" reformistlerin başkente barış yürüyüşü düzenlemesiyle barış görüşmeleri başarısızlıkla sonuçlandı. Etno-milliyetçi reformistlerle yürütülen tüm barış çabaları başarısızlıkla sonuçlandı. Ekonomik kriz ve iç anlaşmazlıklar nedeniyle, dış provokasyon protestoları ve hükümete karşı yürüyüşler 12 Mart 1988'de başladı ve 8 Ağustos 1988'de ülke çapında bir isyana dönüştü. Protestocular, Ne Win'e ve çoğu BSPP yetkilisine görevlerinden istifa etmeleri için baskı yapmayı başardılar, ancak Saw Maung liderliğindeki Myanmar Ordusu, 18 Eylül 1988'de 1992 yılına kadar süren bir darbeyle iktidarı ele geçirdi. Aynı yıl, Batı'nın desteklediği Liberaller tarafından Ulusal Demokrasi Birliği (NLD) partisi kuruldu. Provokasyonlar, baskılar ve ağır medya manipülasyonları hızlandı. Myanmar'ın eski Devlet Müşaviri Aung San Suu Kyi, NED (Ulusal Demokrasi Vakfı) ile iyi ilişkiler içindeydi ve Ulusal Demokrasi Birliği'nin (NLD) lideri olarak görev yaptı. Parti, 1990 Myanmar genel seçimlerinde önemli bir parlamento çoğunluğu elde etti. Ancak iktidardaki askeri cunta sonucu tanımayı reddetti. 6 Mayıs 2010'da parti yasadışı ilan edildi ve cunta tarafından dağıtılması emredildi.

16 Nisan 1989'da sol karargahlar saldırıya uğradı, komünist liderlerin portreleri ve komünist literatürler yok edildi. Bir işgal korkusu ve/veya ABD ve diğer bazı devletlerin hükümeti değiştirme niyetinde oldukları korkusu hakim duygu haline geldi. BM Güvenlik Konseyi'nin Burma'yı bölgesel güvenliğe tehdit olarak ilan etme girişimleri, muhalefet lideri Aung San Suu Kyi'ye açık destek ve muhalif gruplara yardım bu korkuyu güçlendirdi. Korku, ABD ve müttefiklerinin, doğrudan askeri işgal yoluyla olmasa bile, iç huzursuzluğu kışkırtarak rejimin çökmesine neden olacağıydı.

Tarih onların korkularında haklı olduklarını kanıtladı.

Mevcut durumu anlayabilmek için özelde Myanmar'ın, genel olarak ise Güneydoğu Asya'nın ekonomik tarihine bakmamız gerekiyor.

Myanmar'da Kapitalist Gelişme

Gelişmiş bir ülkedeki durumu feodal ya da yarı-feodal bir ülkedeki gibi değerlendiremeyiz. Aynı şekilde, komprador burjuvazinin egemen sınıfı oluşturduğu bir ülkeyi, ulusal burjuvazinin dışında hiçbir şeyin olmadığı bir ülkeyle ayni kefeye koyup değerlendiremeyiz.. Yönetici bir burjuva sınıfının dahi bulunmadığı bir ülkede durum nedir? Bu tür ülkelerde askeri, idari bürokrasi ve dini kurumlar Yönetici Elit'i oluşturur. Altyapısı olmayan ve önemli bir kapitalist gelişmeye sahip olmayan bir sömürgede zenginlik birikimi, kapitalizm gelişmeden hiçbiri egemen bir burjuva sınıfına dönüşmeyen bu elit grupların elinde yoğunlaşmıştı.

Yüzyıllar boyunca sömürge olan Myanmar'da kendiliğinden ve komşu ülkelerle etkileşimler nedeniyle olan kapitalist gelişme dışında hiçbir kapitalist gelişme yaşanmamıştır. Çin'deki hızlı aşamalı kapitalist gelişme, özellikle son 15 yılda, çoğu Güneydoğu Asya ülkesinde kapitalizmin gelişmesinin itici gücü haline geldi. Uygun fiyatlı Çin ürünleri, küçük yatırımcılara küçük işletmeler kurmanın kapısını açmakla kalmadı, aynı zamanda yoksullar için satın alma gücü de yarattı. Bu da karşılığında binlerce kilometre uzaktan alim gücü sınırlı olan ithalata karşı rekabet ortamı yarattı. Altyapının, otoyolların ve özellikle demiryollarının inşası yerel üreticilere ürünlerini taşıma ve satma şansı verdi. Şehirler ve kasabalar kırsal kesimden kentlere giden seyyar satıcılarla dolup taşıyor. Daha az gelişmişliğin bir göstergesi olarak veya kültürel olabilir; Vietnam, Kamboçya ve Laos'ta konutların giriş bölümlerinin çoğunun bir şeyler sattığı her türden "dükkana" dönüştürüldüğünü görmek yaygındır; Myanmar'da kaldırımlar ürün ve mallar için açık pazarlara dönüştü.

Son 3 yılda Myanmar'ın en büyük ticaret “ortaklıkları” ABD-İngiliz ve Almanya'dan komşu ülkelere kaydı; Çin, Tayland, Japonya ve Hindistan. (Ticari olarak) “Silahlardan” ürünlere geçiş.

Çin'den Rohingya, Bengal Körfezi'ne uzanan petrol ve gaz boru hattı projesi Çin'i uzun vadede büyük ölçüde yararlı kılarken, ayni zamanda Myanmar ekonomisini de canlandırdı. Boru hattıyla taşınan doğal gaz, Myanmar'daki elektrik santrallerine ve gelişmekte olan sanayi şirketlerine enerji sağlıyor, ülkenin ekonomik kalkınmasını artırıyor, uzun süreli çalışma fırsatları yaratıyor ve yaşam standartlarının iyileştirilmesine yardımcı oluyor. Bu projenin “sivil hükümet” tarafından defalarca sabote edilmesi tesadüf değildir ve Rohingya soykırımının ve aynı “Demokratik Hükümet” tarafından halkın zorla göç ettirilmesinin ana nedenlerinden biri de budur. Aynı şekilde sözde “demokratik güçler” hala  her fırsatta boru hattını sabote ediyorlar.

Benzer şekilde Çin'in, Myanmar'ın da dahil olduğu, Hint Denizi'ne kadar uzanan Güneydoğu Asya'daki demiryolu projeleri, “nüfuz alanı” çatışması nedeniyle Japonya ve Hindistan'ın da aralarında bulunduğu Batı Bloku tarafından defalarca engellendi. Sömürge tarihi boyunca Batılı sömürgeciler (Afrika'daki gibi) altyapı yatırımları ve kapitalist gelişmelerle ilgilenmediler. Daha çok silah satmakla, kukla bürokratları (sivil ve askeri) aracılığıyla yolsuzluk yapma ortamı ile, ülkeyi vekil olarak kendi hegemonyaları altında tutmakla ilgileniyorlardı. Bu pratik sömürgelere ve yeni-sömürgelere hiçbir yerde fayda sağlamayan, her zaman tek taraflı olan yağmalama ve engelleme pratiği olmuştur. Myanmar'da altyapı yatırımlarının Çin'e fayda sağlayacağı doğrudur. Ancak yüzbinlerce kişiye geçici ve kalıcı iş yaratarak, bölge geneli ve Myanmar özelinde de fayda sağlayacak, üreticilere iç ve komşu pazarlara erişim imkânı yaratacaktır. Bu, bölge ekonomisini iyileştirecek, güçlendirecek ve feodalizmin ağır bir şekilde dizginlendiği, sanayi ve ulaşım altyapısından söz etmeye gerek olmayan bölge ülkelerinde feodalizmden kapitalizme geçişi hızlandıracak ve kolaylaştıracaktır.

Bu altyapı ve kapitalist gelişme gerçeği ile Çin'in Hint Denizi'ne giden kestirme yolu Batı'yı (ve bir dereceye kadar Myanmar üzerinde ekonomik ve politik nüfuz alanı olarak Hindistan'ı) endişelendiriyor. Böyle bir çalışmanın tamamlanması, Rohingya'daki limanı bölgenin en işlek limanlarından biri haline getirecektir. Bu da Myanmar ekonomisi ve onun feodalizmden dönüşümü üzerinde belirleyici bir etki yaratacaktır. Bu, işçi sınıfının ortaya çıkışı ve ardından işçi sendikalarının ortaya çıkması anlamına gelir; her ikisi de batılı tekelci-kapitalistlerin ölümcül düşmanları ve kabuslarıdır.

Her ne kadar bir fantezi dünyasında yaşasalar da neo-Kon danışmanı Diplomat'ta şu belirtiliyor;

“Myanmar, ABD'ye eşsiz bir fırsat sunuyor. Cuntanın düşmesinin ardından Myanmar'ın yeni hükümeti sadece demokratik olmakla kalmayacak, aynı zamanda Çin'e en çok istediği şeyi -Malakka Boğazı'nın etrafından Hint Okyanusu'na sınırsız erişim-.vermeye de daha az istekli olacaktır: .. ABD'nin bu ülkeyi ele geçirmemesi aptallık olur . Myanmar'ın cesur devrimcilerinin yaklaşan zaferini desteklemek için hayatta bir kez karşınıza çıkacak bu fırsat…. ABD, ortaklarıyla işbirliği içinde ne kadar çok yardım ve yaptırım toplayabilirse, cunta da o kadar hızlı çöker… Ek olarak, giderek Çin'in hâkimiyetine giren bir bölgede yıllardır nüfuzu azalan ABD, nihayet Güneydoğu Asya'daki nüfuzunu yeniden tesis edecek. ABD'li politika yapıcıların görmezden gelemeyeceği, hızla büyüyen ve stratejik konuma sahip bir bölge.

Bu tür açıklamalar, askeri hükümete karşı savaşan sözde “demokratik güçlerin” arkasında kimin ve ne amaçla olduğunu açıklığa kavuşturuyor.

Tarih çok uluslu finans şirketlerinin gayri safi milli hasılasının tamamı bir günlük brüt gelirinden az olan ülkeleri bölmek, çatışma yaratmak ve küçük parçalara bölmek yeni sömürgeciliğin vazgeçilmez uygulaması olduğunu defalarca doğrulamıştır. Tek kutuplu dünya dönemde idari bürokratları çokuluslu şirketlerin üyelerine dönüştürmenin yeni-sömürgeciler için çok daha kolay, daha güvenli ve daha az maliyetli olduğu ortaya çıkmıştı. STK'lar kitleleri manipüle etmede ve kitleleri kendi çıkarlarına aykırı hareket ettirmede önemli bir rol oynadılar (ve oynamaya da devam ediyorlar).

Demokrasiyi ihraç etmenin teorik arka planı - kısaca

Soğuk Savaş'ın sonlarına doğru emperyalistlerin politikası, Ulusal Güvenlik Bakanı Paul Nitze'nin başkanlığında hazırlanan Ulusal Güvenlik Konseyi Raporu-68 doğrultusunda 1970'lerdeki Amerikan Neo-Con politikası ile militarizm politikasının bir karışımına kaydı. Konsey Raporu-68 ve Bernstein ve Troçkizm'den ilham alan küresel devrim politikası. Troçkizm, neo-Kon politikalarının ilham aldığı en önemli hareketlerden biri haline geldi. Neo-Kon kurucularının çoğu Troçkistti ; Irving Kristol, Nathan Glazer, Sidney Hook, Albert Wohlstetter, Penn Kemble, Joshua Muravchik, Carl Gershman ve eski Troçkist Max Schacmant gibi 1930'larda ve 1940'larda Troçki'ye yakın olanlardı.

Neo-Konları oluşturan Amerikalı Troçkistlerin ABD dış politikasına yaklaşımı, Bernstein'ın emperyalizmin yayılması ve kapitalizmin az gelişmiş ülkelerde gelişmesine ilişkin teorisinin bir birleşimi olan "Demokratik Kapitalizm"dir. Lenin'in Emperyalizm ve Sosyalizmde Bölünme'de belirttiği gibi; “Burjuvazinin ve oportünistlerin bir avuç çok zengin ve ayrıcalıklı ulusu, insanlığın geri kalanının vücudundaki “ebedi” asalaklara dönüştürme eğilimi var” diyordu, ve tarih, tekelci kapitalizmin eski sömürge ülkeleri geliştirmediğini  ama gelişmelerine engel olduğunu kanıtladı.

"Demokrasiyi ihraç etme" ,“renkli devrimler” politikası ve uygulaması, kabullenme manipülasyonu ve uydurması için "yerel kuklalar", "askerler" ve "yerel medya" yayınlarını gerektiriyordu. Burada STK'lar, neo-Kon'ların “demokrasi ihraç etme”, politikasını yürütmede belirleyici bir önem kazandılar.

Güneydoğu Asya ve STK'lar

STK'lar açısından Güneydoğu Asya'nın tarihi, dünya çapındaki STK'lardan çok da farklı değil. Hemen hepsi Tek Kutuplu dünyanın hegemonik ülkelerinin çıkarlarına hizmet ediyorlar. Tayland dışındaki tüm ülkelerin yüzyıllar boyunca sömürge olduğu, fiili altyapılarının ve ekonomik gelişmelerinin sömürgeciler tarafından engellendiği, gelişmekte olduğu yerlerde de STK'ları “Demokrasi”, “özgürlük”, insan hakları” gibi sloganlarla süslenen demagojiler ve ikiyüzlülüklerle her türlü kalkınma girişimini engelleme işlevi gördüler. 

ABD Dışişleri Bakanlığı web sayfasında şunu belirtmektedir;

Güneydoğu Asya'da NED, yaygın Burma (Myanmar) programını sürdürmeye devam edecek ancak aynı zamanda demokratik kurumların ciddi şekilde zayıfladığı Tayland'da demokrasiye verilen desteği de artıracak.

Sorun, dünyanın tek kutuplu dünyadan çok kutuplu dünyaya geçiş sürecinde demokratik kurumların zayıflaması değil, NED ve STK'ların doğrudan etkisinin zayıflaması ve eşitsiz ekonomik gelişme yasasından kaynaklanan ekonomik gelişmelerin, Ülke ekonomisinin daha da gelişebilmesi bu ülkeleri tarafsız olmaya zorlamasıdır.  Bu bölgenin on ülkesi (Brunei, Kamboçya, Endonezya, Laos, Malezya, Myanmar, Filipinler, Singapur, Tayland ve Vietnam), hızla genişleyen bir ticaret bloğu olan Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği'nin (ASEAN) üyesidir. . ASEAN, tek bir varlık olarak Asya'nın üçüncü, dünyanın ise ABD, Çin, Japonya ve Rusya'dan sonra beşinci büyük ekonomisidir. Bu ekonomik gerçek, ekonomik ittifak ve ciddi bir çatışma olmadan toplumsal istikrar, özellikle ABD'li neo-conları rahatsız ediyor. Tüm vekillerin finansmanının artmasıyla NED ve bağlı kuruluşlarının, STK'ların hem medya kuruluşları hem de “yerel kukla askerler” için bu bölgedeki faaliyetlerinin artmasının bir başka nedeni de budur; .

Bu STK ve/veya NED bağlantılı liderlerin, kendilerini dokunulmaz olduklarına inandıracak kadar büyük bir özgüvene sahip kibirlerini ve cehaletlerini görmek şaşırtıcı değildir. Kamboçya'nın ücra köşelerinde USAID kamyonlarını gördüm; burada "muhalefet" lideri Kem Sokha, yabancı hükümetle olan bağını gururla itiraf ettiği bir videoyu güvenle yayınladı ve seçim kampanyası ve sivil toplum çalışması aracılığıyla planlarının bir devrimi, “renk devrimi” teşvik etmek için tasarlandığını söyledi.  Ülkenin muhalefetindeki Kamboçya Ulusal Kurtarma Partisi'nin (CNRP) 69 yaşındaki kurucu ortağı Kem Sokha, yabancı kuruluşlarla gizli bir anlaşma yaparak ülkenin Başbakanını devirmeye yönelik gizli bir plan yapmaktan suçlu bulundu. Tüm Batı Medyasının, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın, NED ve STK'ların, Asya Batı vekil uzantısı medyasının onun tutuklanmasını ve Kamboçya'yı kınaması bekleniyordu ve öyle de oldu. Hala “Sürgündeki Kamboçya hükümeti” olarak kurulmaya hazır “Sürgündeki Kamboçyalı muhalefet” grupları var. “Sürgündeki” liderlerden biri, NED üyesi olarak okuyabilirsiniz, Kamboçya için demokrasiyi tartışmak üzere Washington'da yetkililerle ara sıra bir araya gelen ve bu Güneydoğu Asya'da geniş çapta yayılan bir haber haline gelen eski muhalefet lideri yardımcısı Mu Sochua'dır.

Vietnam, STK'ların faaliyetleri açısından bir istisna değildir. Vietnam'da bazılarının dini bağlantıları olan, bazılarının ise “çekici ” isimleri olan çok sayıda STK bulunmaktadır. Ancak “yabancı” Devlet Kuruluşlarından farklı olarak, yoksulluğun azaltılması, eşitsizlik, insani yardım sağlanması, savunuculuk, eğitim, sağlık hizmetleri ve toplumsal kalkınma konularının ele alınmasında çalışan ve önemli bir rol oynayan çok sayıda sivil toplum kuruluşu bulunmaktadır. Yine Washington'da Vietnam Halkın Hareket Partisi adında anti-komünist bir Vietnam “sürgün örgütünün” bulunması da şaşırtıcı değil.

STK'ların “şeffaflık yasası”nın uygulanması yoluyla finansman sağlamaları konusunda sıkı bir denetim var. Bu yasa ve uygulamanın en şiddetli muhalifinin ise “Şeffaflık Örgütü” adlı bir başka STK olduğunu belirtmek ilginçtir. Sayfalarında belirtiyorlar;

TEK VİZYONUMUZ VAR, YOLSUZLUKLARIN OLMADIĞI BİR DÜNYA

Küresel hareketimiz 100'den fazla ülkede şeffaflığı, hesap verebilirliği ve dürüstlüğü teşvik ederek yolsuzluk adaletsizliğini sona erdirmek için çalışıyor. https://www.transparency.org

Ancak hükümetler STK'ların şeffaflığını, hesap verebilirliğini ve dürüstlüğünü istediğinde ve harekete geçtiğinde, buna ilk karşı çıkan Şeffaflık Örgütü oluyor; çünkü bu bir sivil toplum kuruluşu değil, kendisi Yabancı devletlerden fon alan bir Yabancı Hükümet Kuruluşu.

Laos, STK'lardan muaf değildir, ancak çoğu STK, finanse edildikleri ülke veya ülkelerin adını belirtiyor ve bunlar ağırlıklı olarak “vakıfların” uzantılarıdır.

Tayland, beklendiği gibi en fazla sayıda STK'ya sahip, bazıları siyasette çok aktif. Bunlar Çin yapımı hızlı tren projesi ve gecikmelere karşı önemli rol oynadılar. Muhalefetin ABD ve Batı'nın her konuda aynı anlatılarını tekrarlamasında önemli bir rol oynuyorlar.

STK nedir?

Çoğu “solcu”nun sahip olduğu yanılgıların aksine, STK'nın Gramsci'nin “Sivil Toplum” teorisiyle hiçbir ilgisi yoktur.

Bunlar "Hükûmet Dışı Kuruluş" olarak tanımlanmaktadır, ancak gerçekte (yerel-iç) bir Devlet Kuruluşu değil, harici (Yabancı) bir Devlet Kuruluşudur. Her yerde demokrasi ve insan hakları için mücadele etmek, ABD-Batı siyasi-ekonomik-Stratejik çizgilerini takip etmeyen hükümetlere karşı muhalefet yaratmak ve bunları finanse etmek için kullanılan akılda kalıcı- çekici sözcüklerden başka bir şey değildir. Meslek kuruluşlarının dışında, hepsi olmasa bile çoğu STK, ABD-Batı hükümetleri tarafından doğrudan ya da dolaylı olarak finanse edilen kuruluşlardır. STK'lar USAID ve NED (ulusal Demokrasi Vakfı) ve çok sayıda vakıf aracılığıyla ABD-Batı hükümetleri tarafından organize edilmekte, finanse edilmekte ve desteklenmektedir. Yabancı bir hükümetten fon alan bir “STK”, bir STK olamaz, yalnızca bir Yabancı-Hükümet-Kuruluşu olabilir.

NEDin, diğer ülkelerin iç işlerine karışmak için yerel siyasi gruplarla gizli anlaşmalar yaptığı kanıtlarla bilinmektedir. Çabaları arasında hedef ülkelere sızmak, yerel hükümet karşıtı güçleri geliştirmek, sosyal gerilimleri körüklemek ve ülke içinde istikrarsızlık yaratmak, çoğu durumda bir iç savaş yaratmak yer alıyor.

Peki NDE Nedir?

1983 yılında kurulan NED'in, sözde yurt dışında “demokrasiye” destek sağlayan bir STK olduğu iddia ediliyor. Ancak ABD Hükümeti ve kurumlarından sürekli mali destek aldığı, dolayısıyla ABD hükümeti için çalıştığı belgelenmiş ve kanıtlanmış bir gerçektir. NED çekirdek grupları ve finansörleri, hedeflenen ülkelerin siyasi, sosyal ve ekonomik kaderlerinin şekillendirilmesinde yoğun bir şekilde yer alıyor. Demokrasi sloganı, demokrasi adına demokrasiyi baltalamak, muhalefeti finanse ederek dost olmayan hükümetleri istikrarsızlaştırmak için bir araç ve silah olarak kullanıldı.

National Endowment for Democracy, ABD'nin stratejik çıkarlarına hizmet etmek amacıyla yıkım, sızma ve sabotaj gerçekleştirmek üzere finansman sağlamak yoluyla STK'ları manipüle etmektedir. Dolayısıyla aslında Amerika Birleşik Devletleri'nin "ikinci CIA'sidir". 1991'de NED'in kurucusu Alan Weinstein, Washington Post'a verdiği bir röportajda açıkça şunu ifade etti: "Yaptıklarının çoğu, CIA'nın 25 yıl önce yaptığı şeylerdi. Bu nedenle NED, dünya çapında "ikinci CIA" olarak biliniyor.

NED, ABD hükümetinin başlıca "yerel piyade askerlerinden" ve "demokrasi haçlılarından" biri olarak, demokrasiyi teşvik etme bahanesiyle yasal hükümetleri devirdi ve dünya çapında ABD yanlısı kukla güçler yetiştirdi.

NED'in "düşman" ülkelere karşı renkli devrimleri kışkırtma konusunda uzun bir geçmişi var. İlk NED belgeleri, NED'in 1980'lerin sonlarından itibaren esas olarak Doğu Avrupa'da devlet iktidarını yıkmaya yönelik faaliyetlerini ortaya çıkardı. NED'in Polonya Dayanışması'na o zamanki Polonya hükümetini devirmelerine yardımcı olmak için mali destek sağladığı belgelendi ve doğrulandı. Arap Baharı'nın arkasında da bu vardı. Mısır'da, Yemen'de, Ürdün'de, Cezayir'de, Suriye'de, Libya'da ve diğer ülkelerde. NED, iddia edilen feminizmi, basın özgürlüğünü ve insan hakları faaliyetlerini destekleyerek Amerika yanlısı bireylere ve gruplara mali destek sağladı.

NED fonlarının çoğu, 1977'de AFL-CIO'nun Uluslararası İlişkiler Departmanı tarafından Avrupa'daki sol sendikacılığa karşı 1944'te kurulan CIA bağlantılı Serbest Sendikalar Komitesi'nin devamı olarak kurulan Serbest Sendika Enstitüsü (FTUI) aracılığıyla dağıtılıyor. Yönetim kurulu yöneticilerinin ve üyelerinin çoğunun eski CIA görevlileri olduğu kaydedildi.

Emperyalizmin en etkili aracı olan Ulusal Demokrasi Vakfı'nın (NED) Avrupa'da pek çok şubesi olduğu ve hemen hemen tüm kıtalarda zihinleri şekillendirmek, gündemi belirlemek ve gündemi kendi anlatılarıyla beslemek muhalefeti örgütlemek için milyonlarca dolar harcadığı kendi sayfalarından kanıtlı olarak biliniyor. Bu nedenle aynı Batılı anlatıların sözde “sol” medyada da yankılandığını görmemiz tesadüf değil.

Bağışlar ve sözde "bağımsız medyayı" destekleyen diğer araçlar aracılığıyla, yalnızca ABD anlatısının yansımasını ve hakimiyetini yönetmekle kalmadılar, aynı zamanda ABD'nin tüm savaşlarını ve suçlarını okuyucuların ve izleyicilerin gözünden uzak tutmayı başardılar.

2014 darbesi ve yıllar sonra 2022'de Ukrayna'da yaşanan savaş, objektif düşünceye sahip, araştırma yeteneği olan hiç kimsenin inkar edemeyeceği bir NED ürünüdür. NED'den Victoria Nuland'ı bunun mimarı ve yapıcısı olarak tanımlıyorlar.

Myanmar'da da durum budur.

Myanmar -Gerçekte neler oluyor

70'in üzerinde farklı etnik grup ve etnik idari yapısıyla Myanmar, ABD'de yerleştirilmeye hazır bir başka "sürgün hükümeti" örneğidir. NED'in Myanmar STK'larına ve piyonlarına sağladığı mali destek çok büyük. Bazıları kaldırıldı ancak desteğin boyutunu görmek için bu bağlantı hala çevrimiçi (liderlere masanın altında 10 kat o). https://www.ned.org/region/asia/burma-2021/

Washington DC'deki "sürgün hükümetinin" NED'den veya onun bağlı kuruluşlarından birinin önceki "sivil" hükümet üyelerinden oluşması tesadüf değildir.

Soykırımı savunma
Aung San Suu Kyi'nin (Un Sun Suchi) sözde "sivil seçilmiş hükümeti" ve onun destek tabanı, yalnızca Myanmar'da değil tüm bölgede sürekli bir istikrarsızlık yaratmak için her zaman ırkçı, bağnaz ve şiddet içeren bir hareket oldu. Rohingya krizini alevlendirmek için dini kurumları ve fanatikleri kullanıyorlar ve orada yüzyıllardır yaşayan Müslüman halkın haklarını inkar ediyorlar. Un Sun Suchi ve grubu, NED'in desteğiyle Myanmar'daki altyapı gelişmelerinin engellenmesi için çalıştı.

Bu “Demokratik Mücadelenin liderinin” kim olduğuna dair bir fikir edinmenin faydalı olacağını düşünüyorum;

Un Sun Suchi, Aung San'ın kızıdır. Myanmar tarihinin yeniden yazılması ve manipülasyonlarla Aung San, günümüz Myanmar'ın ve ülkenin silahlı kuvvetlerinin kurucusu olarak kabul ediliyor ve genellikle "Ulusun Babası", "Bağımsızlığın Babası" ve "Ordunun Babası" unvanlarıyla anılıyor. 

Mayıs 1940'ta, bilgi toplamak ve Japonya'nın Burma'yı işgali için yerel halkın işbirliğini aramak amacıyla gazeteci kılığına giren Japon istihbarat görevlileri, Aung San'ın önde gelen üyelerinden biri olduğu Thakins'le yakın bağlantılar kurdular. Aung San Tokyo'ya gitti. Japonya'dayken Japonca bir isim olan "Omoda Monji" olarak değiştirdi. Bu süre zarfında “Özgür Burma”nın Taslağı hazırlandı. Bu “Japon kökenli taslak” belge Aung San'a atfedildi.

Şubat 1941'de Japon istihbaratıyla birlikte çalışan Aung San, gizlice Burma'ya yeniden girdi ve Japonlarla çalışmak üzere yerel Burma ajanları oluşturdu aldı. Otuz eski devrimci meslektaşını goreve almış ve Japon istihbarat ağları aracılığıyla onları ülke dışına kaçırmıştı. Tarihsel olarak "Otuz Yoldaş" olarak bilinen bu kişiler, ileri eğitim için Japon işgali altındaki Hainan adasına götürüldü. "Otuz Yoldaş" diğer Japon subaylarla birlikte altı ay boyunca Hainan'da eğitim gördü. 1941'in sonuna gelindiğinde Aung San, Siam-Burma sınırından yaklaşık 3.500 Japon yanlısı Burmalı gönüllüyü kendi vekil ordusunda hizmet etmek üzere göreve almayı başardı. 28 Aralık 1941'de Aung San ve Otuz Yoldaş'ın geri kalanı Bangkok'ta Japon yanlısı Burma Bağımsızlık Ordusu'nun resmen açılışını yaptı. Burma'nın başkenti Rangoon, Mart 1942'deki Burma Harekatı kapsamında Japonların eline geçti. Ancak Japonlar, Aung San yerine Dr. Ba Maw'ı ülkenin lideri yaptılar ve ona kendi yönetimleri altında neredeyse diktatörce bir kontrol sağladılar. Aung San hükümetteki ikinci kişi oldu. Hayal kırıklığına uğramış bir oportünist olarak, savaşın gidişatı Japonya'nın aleyhine döndüğünde Aung San, Burma'da bir Japon karşıtı ayaklanma örgütleme planları yaptı ve Ağustos 1944'te Burma Ulusal Ordusu, Burma Komünist Partisi ve Halkın Devrimci Partisi (daha sonra Burma Sosyalist Partisine dönüştü) arasındaki toplantısına, "Anti-Faşist Halkın Özgürlük Birliği"nin kurulmasına gizlice katıldı.  Burma ordusunun Japonlara saldırmaya başlamasının ardından adı "Yurtsever Birmanya Kuvvetleri" olarak değiştirildi.

Yurtsever Burma Kuvvetlerinin liderlerine, ordu dağılmışken, Burma Ordusunda İngiliz komutası altında görevler teklif edildi. Eylül 1946'da Aung San, daha da yüksek bir başkan yardımcısı pozisyonuna atandı ve bu onu fiilen Britanya-Burma Kraliyet Kolonisinin 5. Başbakanı yaptı. Aung San, Kasım 1946'da tüm komünistlerin Anti-Faşist Halkın Özgürlük Birliği'ne üye olmasını yasakladı.

1947 seçimlerinin ardından Aung San kendi kabinesini kurmaya başladı. Kendisi gibi etnik Burmalı devlet adamlarının yanı sıra, Karen, Shan şefi ve Bamar lideri gibi diğer etnik liderleri de kabinesine katılmaya ikna etti. Toplantıya hiçbir komünist davet edilmedi.

19 Temmuz 1947'de Aung San yeni kabinesi ile toplantı yaparken, suikastçılar konsey odasına girdi. Aung San'ın yanı sıra ağabeyi ve yedisi siyasetçi olan yedi kişi daha öldürüldü. Şu ana kadar saldırganların kim olduğunu kimse bilmiyor. Spekülasyonlar farklılık gösteriyor; 1) Onu önce Japon, sonra İngiliz ajanı olduğu için cezalandıran komünistler, 2) Lideri onun emriyle alenen idam edilen Müslüman etnik grup, 3) İhaneti nedeniyle Japonlar.

Sun Suchi pek çok açıdan babasından pek de farklı değil.
1945 yılında Britanya Burma'sının Rangoon şehrinde doğdu. Annesi 1960 yılında Burma'nın Hindistan ve Nepal büyükelçisi olarak atandı ve Aung San Suu Kyi, küçük yaşta Burma'dan ayrılarak buralara gitti. Hindistan'ın Yeni Delhi kentinde okudu. 1964'te Delhi Üniversitesi'nden ve 1968'de İngiltere'nin Oxford kentindeki St Hugh's College'dan mezun olduktan sonra New York'a taşındı ve üç yıl boyunca Birleşmiş Milletler'de çalıştı. 1972 yılında British Council'ın oğlu Michael Aris ile evlendi. Yani Britanya Hindistanı, İngiltere ve ABD'de büyüdü ve eğitim gördü. NED ile olan yakın ilişkilerine bakıldığında, 1991 yılında Nobel Ödülü'nü kazanmasının ardındaki güç olan NED tarafından işe alındığı kolaylıkla anlaşılmaktadır.

Tipik bir gelişmeyle, Aung San Suu Kyi, 8 Ağustos 1988'deki “ayaklanma” ile aynı yıl yeni kurulan NLD'nin lideri olarak atandı.

1990 seçimlerinde NLD, Parlamentodaki sandalyelerin %81'ini kazandı, ancak askeri hükümet SPDC'nin (Devlet Barış ve Kalkınma Konseyi) iktidarı devretmeyi reddetmesi nedeniyle sonuçlar geçersiz sayıldı. Seçimlerden önce gözaltına alınmıştı ve 1989'dan 2010'a kadar ev hapsinde kalmıştı.

Partisinin 2010 seçimlerini boykot etmesi, ordunun desteklediği Birlik Dayanışma ve Kalkınma Partisi'nin (USDP) kesin bir zaferiyle sonuçlandı.

Aylık ortalama maaşın 60 dolar olan ülkeye 2015 seçimlerinde milyonlarca dolar akıtılan partisi, Birlik Meclisi'ndeki sandalyelerin yüzde 86'sını alarak ezici bir zafer kazandı. Her ne kadar anayasadaki bir madde nedeniyle (kocası ve çocukları yabancı uyruklu) cumhurbaşkanı olması yasaklanmış olsa da, yeni oluşturulan Myanmar Devlet Müşavirliği görevini üstlendi; bu, başbakan veya hükümet başkanına benzer bir görevdi. Ayrıca 2016-2021 yılları arasında Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı. Onun ve partisinin liderliği sırasında sadece gazetecilere yönelik davalar hızla artmadı, aynı zamanda Rakhine Eyaletindeki Rohingya halkına yönelik soykırım da gerçekleştirildi.

Batı Medyasının, onun önderliğinde yürütülen Rohingya halkının soykırımları ve zorunlu göçünden askeri hükümeti sorumlu tutması ironik ve sinsidir. Aslında Rohingya'daki soykırım Un Sun Suchi'nin “sivil hükümet” döneminde gerçekleştirildi ve tüm ağ NED tarafından mali olarak desteklendi. Un Sun Suchi soykırımı savundu, o zamanlar aynı medya bunu böylesine haber yapıyordu;

"Bayan Suu Kyi, o yılın Ekim ayında BBC'den Mishal Husain'e krizle ilgili konuştu. Devam eden şiddeti "korku iklimine" bağladı ve Müslümanların etnik temizliğe maruz kaldığını yalanladı.

"Müslümanlar hedef alındı ancak Budistler de şiddete maruz kaldı" dedi. "Bütün bu belaya yol açan şey bu korkudur". https://www.bbc.com/news/world-asia-42824778

Aung San Suu Kyi Rohingya soykırımı suçlamalarıyla karşı karşıya kalabilir mi?

Konu en üst noktaya kadar gidebilir; sivil lider Aung San Suu Kyi ve silahlı kuvvetler komutanı General Aung Min Hlaing'in gelecekte kendilerini soykırım suçlamalarından dolayı sanık sandalyesinde bulma ihtimalini göz ardı etmiyorlar. https://www.bbc.com/news/world-asia-42335018

Aung San Suu Kyi, Myanmar'ın Rohingya Müslüman azınlığa karşı soykırım yapmakla suçlandığı Uluslararası Adalet Divanı'nda savunmasını başlattı. Bayan Suu Kyi mahkemeye, ordunun 2017 yılında Rohingya militanlarının saldırısına karşılık verirken "orantısız güç" kullanmış olabileceğini söyledi. Ancak ordunun toplumu yok etmeye çalıştığına dair hiçbir kanıt olmadığını savundu. BM araştırmacıları daha önce Myanmar'ın Rohingyalara yönelik muamelesinin soykırım anlamına geldiği sonucuna varmıştı.

  https://www.youtube.com/watch?v=aqC1OxN6kM0

Myanmar'ın fiili lideri Aung San Suu Kyi, Rakhine eyaletindeki krizin "devasa bir yanlış bilgi buzdağı" tarafından çarpıtıldığını iddia etti.

Rohingya krizi: Suu Kyi 'yalan haberlerin teröristlere yardım ettiğini' söyledi

Son Rohingya kriziyle ilgili ilk yorumunda, teröristlerin çıkarlarını destekleyen sahte haberlerin gerilimleri körüklediğini söyledi."

Un Sun Suchi'nin NED'in en sevdiği kızı olmasına rağmen bu haberler o dönemde yayınlandı. İlginç bir şekilde, azınlıkları “terörist” olarak nitelendirirken şimdi NED tarafından finanse edilen azınlık milislerini Cunta'ya karşı “demokrasi savaşçıları” olarak adlandırıyor.

Aung San Suu Kyi, vekalet politikasına ve baskı ve soykırım uygulamasına rağmen Kasım 2020 Myanmar genel seçimlerini kazandı. Myanmar Silahlı Kuvvetlerini yeniden iktidara getiren askeri darbenin ardından Şubat 2021'de tutuklandı.

O günden bu yana ABD-Batı'dan Myanmar STK'larına milyonlarca dolar akıyor ve sözde "demokratik güçler" Hindistan'da ve bazı komşu ülkelerin sınır bölgelerinde silahlandırılıyor ve eğitiliyor. Neo-Konların Çin fobisi grubunu takip eden Hindistan'ın Myanmar'la 1.600 km'den fazla sınırı var, Çin'in 2.000 km'den fazla sınırı var, STK'larla ve NED bağlantılı muhalefetle ciddi sorunları olan Tayland ise 2.400 km'yi aşan sınırıyla en uzun sınıra sahip. .

Myanmar sorunu, ABD-Batı ve Çin-Rusya arasında devam eden stratejik, ekonomik ve askeri çatışmadan izole edilmiş bir sorun mu? Hayır. Bu, endüstrisi çoğunlukla askeri endüstrilere dayanan, askeri açıdan saldırgan, gerileyen emperyalist bloğun yürüttüğü vekalet savaşının bir parçasıdır. Çıkarları, çatışmaların ve savaşların hakim olduğu istikrarsız bir dünya ile uyumlu olanlar ile (en azından şu anda) çıkarları, ağırlıklı olarak mal üretimi olan ekonomileri için mal ticaretinin gerçekleştirilebileceği istikrarlı bir dünya ile uyumlu olanlar arasındaki bir çatışma. 

“Demokrasi” adına “iç savaş” olarak adlandırılan bu savaş, Batı ve onun vekillerinin, Çin'i kuşatarak Myanmar'daki her türlü altyapı ve ekonomik kalkınma yatırımlarını engelleyerek oraya Batılı bir vekil hükümet kurmayı amaçlayan bir vekalet savaşından başka bir şey değildir.

Sonuç 

Marksist analiz, özelde somut ekonomik ve politik durumun, dünya genelindeki durumla doğrudan bağlantılı analizinden yola çıkar. Marksist Değerlendirmenin hiçbir şeye tabi olmayan tek bir temel ilkesi vardır. Bütün değerlendirmelerimiz ve kararlarımız işçi sınıfının çıkarlarından ve mücadelesinden kaynaklanmaktadır. Bu, (belirli bir ülkedeki) özel çıkarların (dünyadaki) genel çıkarlara tabi olduğu ilkesine bağlıdır. Ezberlenmiş, sloganlaştırılmış teorilere dayalı öznel bakış açılarıyla bir yere ilerleyemeyiz. Her duruma uyan tek bir reçetemiz yoktur. Temel teorilerin pratikte uygulanabilirliği ve uygulanma şekli belirli somut koşullara ve durumlara bağlıdır. (Lenin Gerilla Savaşı'nda) bir Marksist  açısından diyor , "sorunun tam anlamıyla tarihsel bir incelemesini gerektiriyor... sorunu somut tarihsel durumdan ayrı ele almak, diyalektik materyalizmin temel ilkelerine ihanet etme hatasıdır."

Bu nedenle sömürgeci ya da yeni-sömürgeci bir ülkenin koşullarına ve durumuna, kapitalist, yeni-sömürgeci bir ülkeyle aynı şekilde yaklaşıp onu ele alamayız. Anti-emperyalist savaş yürüten bir ülkeyi, emperyalist olan ve halen de emperyalist olan bir ülkeyle ayni şekilde analiz edemeyiz. Aynı şekilde her askeri darbeye uyan öznel bir etiket de kullanamayız. Hiçbir Marksist, 1952'de Mısır'da ya da 1968'de Libya'da yapılan askeri darbelere karşı çıkamaz, Nijer, Burkina Faso, Gambiya, Sierra Lion'daki son askeri darbelere karşı tavır alamaz. Myanmar'daki askeri darbe de bunlardan farklı değil. Ordunun bir bölümü, NED'in piyon kesimine ve destekledikleri sivil NED hükümetine karşı darbe yapmaya zorlandı. NED destekli hükümet ve askeri kesim, yalnızca ülkenin ekonomik kalkınmasını engellemekle kalmıyor, aynı zamanda Washington'daki “sürgün hükümeti”nin önderlik ettiği silahlı muhalefet olarak halen devam eden soykırımları, zorunlu göçleri de gerçekleştiriyordu. Myanmar Askeri Hükümeti sadece bu anlamda anti-emperyalist bir karaktere sahiptir.

Özellikle az gelişmiş, gelişmekte olan ülkelerde her hükümet, devletin öncü kurumu olarak “askeri kurum” tarafından desteklenmektedir. Bazı ülkelerde yönetime-hükümete “sivil” (en son Moldova'da olduğu gibi) ya da üst düzey askeri yetkililere getiriyorlar. Belirleyici olan askeri ya da sivil giydikleri “kıyafet” değil, özellikle iç politikayla birlikte izledikleri dış politikadır.

Myanmar'daki askeri hükümet, dış müdahalelere ve yabancı ajanlara karşı -ister sivil kıyafetli NED üyeleri olsun, ister dış finansmanlı, silahlı ve yönlendirilmiş askeri kıyafetli olsun- mücadele ettiği sürece desteklenmelidir. Koşullar ve durumlar değiştikçe duruş, emekçi kitlelerin çıkarları ve mücadeleleri dikkate alınarak öznel olarak değil nesnel olarak değişecektir. Özelde ve genel olarak mevcut koşulları ve durumları göz ardı ederek ezbere öğrenilen ve genelleştirilmiş sloganların aksine Stalin, MK Temsilcileri ile yaptığı tartışmada. Hindistan Komünist Partisi'nden Yoldaşlar yanıt veriyor; "Çok basit; birleşik ulusal cephe İngiltere'ye karşıdır. Amerika'dan değil, İngiltere'den ulusal bağımsızlık içindir. Bu sizin ulusal özgüllüğünüzdür... Parti kendisine tüm görevleri, partinin dünya çapında emperyalizmle mücadele görevlerini yüklememelidir. Tek bir görevi üstlenmek gerekiyor: kendisini İngiliz emperyalizminden kurtarmak. Bu Hindistan'ın ulusal görevidir... İngiliz emperyalizmini izole etmek .. ve yıkmak için. Siz böyle devam ederseniz işler kolaylaşır. Şimdi Amerikalılar burnunu sokarsa onlara karşı mücadele etmek gerekecek ama halk bilecek. sen değil onlar saldırdı."

Herkes için geçerli reçete niteliğindeki sloganlarla, her durumda ve her koşulda, tüm emperyalistleri aynı sepete koymak diyalektik değil mekaniktir. Her bir olay objektif olarak incelenmeli ve söz konusu durumda baş düşman belirlenmelidir. Herhangi bir ülkedeki herhangi bir durumda, savaş çığırtkanı saldırganı, baş emperyalist düşmanı belirlemek ML'lerin sorumluluğundadır. “Saldırganlık” gerçeğini dile getirmek, diğerini emperyalist olmaktan kurtarmaz, diğerinin “emperyalizminden” yana olmak anlamına gelmez. Sloganlaştırılmış genel teorileri her özel durum için tekrarlamak, Marksizm'in diyalektiğine ihanettir.

Stalin, Roy Howard'la Röportajında (1936) şunları söylüyordu;

"Tarih gösteriyor ki, herhangi bir devlet, komşusu olmasa bile başka bir devlete karşı savaş açma niyetinde olduğunda, saldırmak istediği devletin sınırlarına ulaşabileceği sınırlar aramaya başlar. Genellikle saldırgan devlet bu tür sınırları bulur."

Myanmar sorunu izole bir sorun değil, ABD-Batı'nın saldırgan, savaş çığırtkanı emperyalist politikasının ve Çin ile Rusya'yı kuşatma, sınırları boyunca vekalet savaşları başlatma planının bir parçasıdır. Bu nedenle, kolaylıkla dünya savaşına yol açabilecek vekalet savaşlarını önlemeye yönelik her türlü girişim, şekli ve sınıfsal içeriği ne olursa olsun ilerici bir karaktere sahiptir. Saldırganlara karşı her türlü ulusal savaş haklıdır; Çünkü toplumun ilerici gelişimini teşvik ederler.

Erdoğan A

2023-Mart 2024

Myanmar, Tayland, Laos



Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.