Header Ads

Header ADS

AMERİKAN EMPERYALİZMİNİN YENİ JEOPOLİTİK DOKTRİNİ

YERİNDEN OYNAYAN TAŞLAR, YENİ YÖNELİMLER

 İbrahim Okcuoglu

15 Ekim 2021 Cuma 

Jeopolitikaya Göre Sürüklenen Ortadoğu

Ortadoğu’nun önemi petrolün bulunması ve motorize dünya için yakıt olarak kullanılmaya başlamasıyla artmıştı. Bu özelliğinden dolayı da I. Dünya Savaşı döneminde Fransa ve İngiltere arasında Sykes–Picot anlaşmasıyla paylaşılmış, savaşta yenilen Osmanlı devleti bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Ortadoğu bugün de hala o anlaşma sonucunda belirlenen sınırlara göre bölünmüş durumdadır.

II. Dünya Savaşı sonrasında başlayan “Soğuk Savaş” döneminde Ortadoğu giderek, İngiliz emperyalizminin dünya hakimiyeti yerini alan Amerikan emperyalizminin hakimiyet alanına dönüşmüştü. Tabii bu dönüşüm bugünden yarına olmamıştır. “Soğuk Savaş”ın başlangıcında yeni kurulan (14 Mayıs 1948) İsrail, Batı dünyasının; bu bağlamda kapitalist dünyanın jandarmalığını üstlenen Amerikan emperyalizminin sosyalist Sovyetler Birliği’ne karşı esas dayandığı ülke olmuştur. Bu özelliğinden de bugüne kadar bir şey kaybetmemiştir.

Sosyalist Sovyetler Birliği, Ekim Devrimi’nden itibaren bölgedeki emperyalist faaliyetleri güney sınırları boyunca çembere alınma çabası olarak değerlendirmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında, “Soğuk Savaş” döneminde Sovyetler Birliği’ni çembere alma politikası, Amerikan emperyalizminin dünya jeopolitik doktrininin Ortadoğu ayağı olarak geliştirilmiştir. ABD’nin bu jeopolitik anlayışı revizyonist Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasından sonra, bu sefer Rusya’yı çembere alma politikası olarak devam ettirilmiştir.

Ancak, Ortadoğu, “Soğuk Savaş”ın ilerleyen dönemlerinde; Sovyetler Birliği’nde Kruşçev modern revizyonistlerinin SBKP(B)’nin 20. kongresinde (1956) siyasi iktidarı gasp etmelerinden ve kapitalizmi yeniden inşa etmeye başlamalarından sonra ikiye bölünmüşlük özelliği taşıyordu. Ülkelerin çoğu ABD yanında yer almışlardı ve hala da aynı konumdalar. Mısır, Suriye, Irak gibi bir kısım ülke de revizyonist Sovyetler Birliği ile sıkı ilişkiler geliştirmişti. Sovyet revizyonizmi bu ülkelerin sosyalizme geçiş teorisini bile üretmişti; “Kapitalist olmayan gelişme yolu”.

Sosyal emperyalist Sovyetler Birliği ve revizyonist blokun dağılması, sermaye ve üretimin uluslararasılaşması, nam-ı diğer emperyalist küreselleşme sonuçta iki kutuplu, iki süper devletli dünyanın yerini çok rekabet merkezli dünyanın almasına yol açmıştır. Bu değişimin etkisi kendini Ortadoğu’da da kaçınılmaz olarak hissettirmiştir. Bölgedeki ülkelerin çoğunluğu hala ABD yanlısı. Ancak, bu ülkeler Rusya ve Çin’e de bakmaktan, ilişki kurmaktan, görüşmekten geri kalmıyorlar. Suriye, Rusya’ya teslim olmuş durumda. Keza Mısır, Rusya ile ticari ilişkilerini yoğunlaştırıyor; uzun zaman sonra Rusya’dan yeniden silah alıyor, nükleer reaktör anlaşması yapıyor. İsrail’in Rusya ile arası iyi. Putin, İsrail ile yakın ilişki geliştirmek için elimden geleni yapıyorum diyebiliyor. İsrail, Rusya ile iyi ilişkilerle de yetinmiyor, Çin ile de ilişki kuruyor. Netanyahu, Çin ile dış politik ve ekonomik ilişkileri geliştirmeyi İsrail’in öncelikli politikası olarak değerlendirmişti. Ancak ABD tarafından da uyarılmıştı.

Amerikan emperyalizminin “Avrasya” jeopolitikası yenildi; Rusya birkaç parçaya bölünmedi, Amerikan emperyalizmi “dünya kalpgahı”na (merkezi Rusya) yerleşemedi. Bu arada başka bir güç; Çin, Amerikan emperyalizmine meydan okumaya başladı. Amerikan emperyalizminin Çin’i durdurmak, kendi dünya hakimiyetini sürdürmek için geliştirdiği yeni jeopolitik doktrin, Çin’i denizden kuşatmaktır. AUKUS anlaşması bu nedenle yapılmıştır. Ancak sorun sadece bu anlaşmayla sınırlı kalmamış, kalamazdı da. Amerikan emperyalizminin “Avrasya jeopolitikası” için yerleştiği stratejik alanlarda taşlar yerinden oynamaya; etkisi altındaki ülkeler başlarının çaresine bakmak için hareketlenmeye başladılar. Suriye, NATO üyesi Türkiye, Mısır, İran, ABD’nin “kadim” dostu, Amerika ile dostluğunu “kılıç dansı” ile sergileyen, 160 milyar dolara varan silah siparişi veren, ama Trump tarafından hakarete maruz kalan S. Arabistan bile Rusya ile ilişkileri geliştirmenin ötesinde İran ile arasını düzeltmek için karşılıklı adımlar atmaya başladı.

ABD ile Körfez ülkeleri arasında güvensizliği oluşmasında bu ülkeler üzerinde Rusya’nın artan nüfuzu göz ardı edilemez.

Sözün kısası, Sovyetler Birliği’nin ve revizyonist blokun dağılmasından sonra Ortadoğu’da müttefiklik ilişkilerinde akışkanlık genel geçerlilik kazandı. Bir taraftan İran, Rusya ve Çin’e yakınlaşırken, diğer taraftan S. Arabistan İsrail’e yakınlaştı ve böylece ABD kampında yer alarak İran’a karşı durdu. 2020’de İran-S. Arabistan görüşmeleri gizlilik içinde yürütüldü; her iki taraf da aralarındaki gerilimi azaltmak için görüşüyorlardı. S. Arabistan, her ne kadar ABD ile bir dizi silah alma anlaşmaları imzalasa da Rusya ile de benzer anlaşmalar imzaladı, hatta S-400 alımı bile söz konusu oldu. “Kılıç dansı”nın yerini yavaş yavaş ABD’den uzaklaşma “dansı” aldı. Bu arada İran-S. Arabistan görüşmeleri devam etti ve İran ilk kez, S. Arabistan ile aralarındaki çelişkileri gidermek için görüştüklerini açıkladı.

İran, Rusya ile ilişkilerinin geliştirmenin yanı sıra Çin ile de ilişkilerini geliştirdi. 27 Mart 2021’de Çin ve İran 400 milyar dolar değerinde 25 yıl geçerli olan bir stratejik ve ekonomik ortaklık anlaşması imzaladılar. İran bu yılın Eylül ayında SCO’nun daimi üyesi oldu. SCO (Şanghay İşbirliği Örgütü) Çin, Rusya, Hindistan, Pakistan, Tacikistan, Özbekistan ve Kırgızistan’dan oluşmaktadır. Nükleer güce sahip dört ülke bu örgütte yer almaktadır. Muhtemelen İran ile bu sayı beşe çıkacaktır. SCO üyeliği İran'ı Çin ve Rusya’ya daha sıkı bağlayacaktır.

İran’ın SCO’ya katıldığı gün S. Arabistan da “diyalog ortağı” olarak SCO’ya kabul edildi. Yanı sıra Mısır da “diyalog ortağı” olarak SCO’ya kabul edildi.

“Soğuk Savaş” döneminde Ortadoğu’da çoğu ülke Amerikan emperyalizminin kontrolündeydi. ABD’nin “İslam Nato”su tutmadı, Abraham Anlaşmalarından da sonuç alınamayacak. Şimdi durum değişmeye başladı; giden ABD’nin arkasından en fazla İsrail ağlayabilir. Diğerleri artık doğuya Çin ve Rusya’ya bakmaya başladılar.

“Tarihin sonu”nu “getiren” zafer naraları eşliğinde Zbigniew Kazimierz Brzezinski tarafından geliştirilen Avrasya jeopolitik doktrini bütün cephelerde iflas etti, yenildi. Rusya birkaç ülkeye bölünmedi. AB, ABD için “köprübaşı” olamadı. Türkiye güney cephesinde uysallığını devam ettirmedi. Çin meydan okumaya başladı ve Amerikan emperyalizmi şimdi Çin’i çevrelemek, gelişmesini, meydan okumasını, jeopolitik etkisini göstermesini engellemek için yeni bir jeopolitika geliştirmekle karşı karşıya kaldı. Bunun sonucudur ki, Avrasya jeopolitik doktrinin güney cephesinde yer alan Ortadoğu’da taşlar yerinden oynadı.

Amerikan Emperyalizminin Yeni Jeopolitik Doktrini ve AB’nin Çaresizliği

Amerikan emperyalizmi AB’yi sadece terk etmiyor, aynı zamanda aşağılıyor.

ABD ile çelişkili bir AB’nin ne yapacağı bellidir. Hiçbir zaman kendine özgü bir jeopolitika geliştiremeyecektir. Bunun için AB ülkeleri arasında çıkar ortaklığı değil, çıkar birliği olması gerekir; siyasi uzlaşma değil, siyasi irade birliği olması gerekir. Bir ekonomik entegrasyondan öte bir şey olmayan AB’de çıkar birliği ve siyasi irade yoktur, olamaz da. AB içinde her bir ülke kendi “ulusal” çıkarı için rekabet etmektedir. Sonunda birliğin en güçlü olan ülkesi Almanya ne derse o olmaktadır.

Amerikan emperyalizmi AB’yi yüz üstü bıraktı. Ne halin varsa gör demek istedi. ABD bunu yeni yapmıyor. Irak’a saldırmak için koalisyon gücü toplarken Avrupa’nın bir kısmı bu savaşa karşı gelirken bir kısmı savaş yanlısı oldu. O zaman ABD, “eski” Avrupa’dan, “yeni” Avrupa’dan bahsetmeye başladı. Olmadığı söyledi. Şimdi de benzer bir durumla karşı karşıya AB.

Amerikan emperyalizminin Rusya’ya karşı geliştirdiği Avrasya jeopolitiği gibi şimdi Çin’e karşı geliştirdiği, diyelim ki “Pasifik jeopolitiği de AB’nin çıkarlarına ters düşmektedir. ABD, AB’nin Rusya ile geliştirdiği ticari ilişkilerden rahatsız olduğu gibi, şimdi de Çin ile geliştirdiği ilişkilerden de rahatsız.

AB’yi Ezip Geçen Gelişmeler: Her şey “Önce Amerika” İçin!

ABD, Rusya ve Çin’in arasını açmak ve karşı karşıya getirmek için uğraşırken AB’ye alık alık bakmak düştü, en fazlasıyla homurdandı.

ABD, Afganistan’da kaçarak çıkarken AB ve NATO’ya alık alık bakmak düştü, en fazlasıyla homurdandı. Hele hiç “affedilemez” olan, Alman emperyalizminin Almanya’nın çıkarlarını Hindikuş’ta savunmak için gittiği Afganistan’dan ABD’nin Almanlara sormadan apar topar kaçmasıydı.

ABD, Avrasya jeopolitikasından vazgeçerken, bir Asya kara ülkesi olan Çin’i denizden kuşatma jeopolitikasını oluştururken, 19. yüzyıldan kalma su yollarını kontrol etme taktiğine dönerken AB’ye alık alık bakmak düştü, en fazlasıyla homurdandı.

ABD, Çin’i “baş” düşman ilan ederken NATO’nun, bu Kuzey Atlantik Paktı’nın Amerika’nın güvenlik politikası bakımından ikincil konuma düşerken AB’ye alık alık bakmak düştü, en fazlasıyla homurdandı.

Amerikan müesses nizamına yakın duran jeopolitikacı George Friedman Polonya televizyonunda diğer şeylerin yanı sıra AB’yi aşağılayıcı, işe yaramaz türünden sözlerle bombardımana tabi tutarken AB’ye kulaklarını tıkamak düştü veya homurdandı. Friedman şunları söylüyordu:

Pasifik’te donanma gücü olan güveneceğimiz müttefikler ararken Fransa yanımızda değildi, İngiltere ve Avustralya yanımızdaydı.

Çin’e karşı mücadelede NATO ve Avrupa ABD’nin yeni güvenlik politikasında, yani jeopolitikasında artık pek de önemli değildir.

ABD’nin güncel sorunlarına karşı NATO ne yapmaktadır?

AUKUS, II. Dünya Savaşından bu yana var olan bir ittifaktır (Avustralya ile devam eden yakın ilişki anlamında). Tabii ki, Avustralya, Fransız denizaltıları yerine Amerikan denizaltılarını satın alacaktı. Ama bu sefer alık alık bakan olmadı; Fransa saman alevi gibi parladı, AB Fransa’nın yanında yer aldı. Sonrası malum; “normal” yaşama dönüldü.

NATO, bize yardım edecek kadar güçlü değildir. NATO, Avrupalılar tarafından zayıflatıldı, güçten düşürüldü. Bu yenilir içilir türden olmayan açıklamalar karşısında AB’ye susmak düştü, homurdanamadı bile.

Avrupalılar NATO için harcama yapmak istemiyorlar. (Sanki Trump konuşuyor.) Avrupa bize başka bir seçim bırakmadı. ABD, AUKUS stratejisini devralmadı. Bu doğru değil. Bu strateji Avrupa'nın stratejisidir. Şundan dolayı: Birincisi, Avrupa denen bir şey yok. İkincisi, Avrupa’da kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden bir dizi ülke var. İş birliği yapılacak bir Avrupa yok.

AB bu salvolar karşısında sustu veya konuştu da duyan olmadı.

Ancak, “şövalye” ruhlu Emmanuel Macron, Fransa Cumhurbaşkanı olarak “Grande Nation”un itibarını kurtarmak için kılıcı çekmek zorunda kaldı! “İhanet”, “sırtından hançerlenme...”

Macron coşmuştu. Tutabilirsen tut... Ancak, Amerika da Amerika’ydı. Avrupa ile alay etti, Macron saldırdı, büyük elçisini geri çekti. İlişkileri yumuşatmak için Biden, acı ve kızgınlık içinde kıvranan Macron’dan özür diledi. Blinken ortamı yumuşatmak için Paris'e gitti. Ama Fransa denizaltı anlaşmasından çıkarıldı, Avustralya Amerikan denizaltılarını satın aldı.

Yeni jeopolitik doktrinin George Friedman tarafınan bu anlatımı; sorunu diplomasi diline bağlı kalmayarak açık açık anlatımı tam bir Trump işi. Biden diline uygun değil. Ama Biden’ı kim takıyor ki? Bu, Amerikan askeri-sanayi kompleksinin ürünüdür. Her yeni başkan, Amerikan müesses nizamının belirlemelerine uyar.

ABD NATO’yu dağıtmaz, sadece önemsizleştirir. Önemsizleşmiş NATO içinde, jeopolitik ağırlığı Pasifik’e kaydırmış ABD nezdinde AB, Amerikan silahları satın almaktan başka bir işi olmayan bir “güç”tür.

Macron, “Grande Nation”un bu “şövalyesi”, Avustralya’ya denizaltı satımıyla bir güç olacağının, AB’yi de sürükleyeceğinin; Hind-Pasifik’te, yani AUKUS’ta kurucu konumlanacağının, kendisiyle birlikte AB’nin de konumlanacağının, İngiltere'nin dışlanacağının hesabını yapıyordu. Olmadı. Biden, Fransa’yı dışladı, Fransa dışlanınca AB de dışlanmış oldu. Ancak, bu sefer bir ses yükseldi: AB Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen, CNN'e yaptığı açıklamada “AUKUS, AB'yi gafil avladı. Bundan sonra işler şimdiye kadar olduğu gibi olmayacaktır” dedi. Göreceğiz.

Bu durumda ne olacak?

Ortadoğu’da ülkeler teker teker yüzünü Rusya ve Çin’e çeviriyorlar; İran SCO’nun tam üyesi oldu, S. Arabistan, Katar, Mısır aynı yolda. Suriye zaten Rusya’ya bağlı. Geriye Ürdün, İsrail, BAE, Irak, Kuveyt ve Türkiye kalıyor.

Bu gelişmeler AB'yi bir ikilemle karşı karşıya bırakıyor: Bu yılın Ocak ayında Biden'ın "Amerika geri döndü" sözünü anlamayan müttefikleri onu nasıl da alkışlamışlardı. Sandılar ki, nobran Trump gitti, bizi anlayan bir başkan geldi. Ancak, yeni başkan, yani Biden aslında Trump’ın dediğini diyordu: Trump’ın “önce Amerika”sı, Biden’ın dilinde “Amerika geri döndü” olmuştu. AB’nin bunu anlaması için birkaç ay geçmesi gerekiyordu. Şimdi anladılar, iyi biliyorlar: ABD’nin dünya sahnesine çıktığından bu yana bütün varlığı “önce Amerika” sloganına göre devam şekillenmiştir. 19. Yüzyılda “Amerika Amerikalılarındır” derken de Avrupa ülkelerine Güney Amerika’ya, Orta Amerika’ya göz dikmeyin orası bizim arka bahçemizdir, diyordu. I. Dünya Savaşında da “önce Amerika” vardı. Ancak II. Dünya Savaşı sonucunda “önce Amerika” kapitalist dünya ile sınırlandırıldı sosyalist Sovyetler Birliği tarafından.

Sonuç itibarıyla:

 ABD, Avrupa-AB olmaksızın Çin’in meydan okumasına karşı yeni jeopolitikasını geliştiriyor.

Orta Asya’da Çin-Rusya ekseninde yeni müttefikleşme adımları atılıyor. Çin’in etkisi daha şimdiden “bir yol bir kuşak” projesi üzerinden Türkiye’ye kadar geldi.

Bu durumda AB ne olur, bilinmez. Ancak, ABD, AB’yi kuruluş dönemindeki kadar kendine bağlayabilirse ilişkilerinde belli bir düzelme olabilir.

https://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2021/10/amerikan-emperyalizminin-yeni.html 

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.