Header Ads

Header ADS

Emperyalizmin Bilimsel Tanımlanması

PDF Yandex  PDF Academia

Bu yazılar, yaşlanmanın getirdiği zorluklar nedeniyle vazgeçmeye karar verdiğim için 3 yıldır üzerinde çalıştığım emperyalizm kitabının özetidir. Taslak kitapta Lenin ve Stalin'den daha fazla ve uzun alıntılar vardı.
İnsanların kitap ve uzun makale okuma konusundaki tembelliğini kabul ederek, okuyucular tarafından anlaşılır hale getirmek için her bölümü elimden geldiğince özetlemeye karar verdim 

Son derece önemli olduğunu düşündüğüm iki makale ekleyeceğim (zamanım yeterse tabi ki); 1) Önceki savaşlardan farklı olarak teknoloji çağında savaşların karakteri 2) En çok konuşulan ve yazılan konuya,  emperyalizmin bilimsel tanımına dayanarak "Çin Emperyalizmi" sorununa, yaygın olarak var olan ezberci teorilere, bilim dışı teorilere dayandırılmasına değineceğim. 

önsöz

Eminim ki bir sürü insan "emperyalizmin" ne demek olduğunu "zaten bildikleri" varsayımından yola çıkarak  bu yazıya burun kıvıracaktır. Zaten bu üç senelik  araştırma , anlama ve öğrenme çabasıyla hazırlanan yazı "her şeyi zaten bildiklerine inananlar" için değil, kendisini benim gibi Marksist Leninist öğrenci olarak gören ve konuları derinlemesine öğrenmeye caba gösterenler için.   

Günümüzde emperyalizm konusu Marksizm'in diyalektiğinden tamamen kopuk, ezbere dayanan teoriler temelinde, sadece onun "ekonomik" özü temelinde algılanan ve uygulanan bir terim haline geldi.  Bu nedenle de, öznellik temelinde hemen her ülkeye "emperyalist" damgası vurulmakta. Bu yeni bir yaklaşım değil. Lenin kendi zamanında işin daha kötüsü diyordu,  "emperyalizmin bilimsel kavramı,  emperyalistlerin doğrudan yarış içinde olduklarına, rakiplerine ve muhaliflerine uygulanan bir tür istismar terimine indirgenmiştir." Bu günde genel olarak yapılan bu. 

Ayni Kautsky'nin yaptığı emperyalizmin diyalektik bütünlüğü parçalanıp sadece ekonomik ya da siyasi özüne bağlama pratiği günümüzün hakim olan pratiği.  Rusya, özellikle Cin Emperyalizmi üzerine okuduğum yüzlerce farklı dillerde yazıların içinde bir tane bile konuyu diyalektik bütünlük içinde alan, nesnel ve somut verilere dayanan bir tane bile Marksist-Leninist içerikte ikna edici yazı göremedim.  Yazılar ya ezberlenmiş ekonomik özüne dayanan, siyasi yönünü ıskalayan, ve daha da kötüsü  (özellikle Türkiye'den okuduğum bir kaç yazı dahil) sahte , kanıtı olmayan, hatta kanıtlanması imkânsız olan burjuva verilerle iddialarını destekleme burjuva pratiğine sapma yolunu seçmiş olduklarını gördüm. Bir Marksist Leninist'in bir şeyi kanıtlamak için sahte verilere dayanması zaten onun inanılır olma niteliğini ortadan kaldırır. Marksizm Leninizm gerçektir, somut gerçeklere dayanır. Ama araştırma tembelliği ve emperyalizmin bilimsel tanımını bilmemek, doğru olan bir savı bile inandırıcı bir şekilde ortaya koymayı engeller. 

400 sayfadan 40 sayfaya indirdiğim bu uzun yazımda Lenin'in deyimiyle "emperyalizmin bilimsel kavramını" Lenin ve Stalin'den alıntılarla, özetlemeye çalıştım. Yani sadece "emperyalizmin ekonomik özü" değil , onun "siyasi özünü " de ele alarak "Savaş'ın emperyalizmin "olmazsa olmaz" gerçeğini de hesaba katarak, Marks, Lenin ve Stalin donemi savaşları ve onların görüşlerine yer verdim. Emperyalizm ve savaş birbirinden ayrılamaz ikizler olduğu için, buna bağımlı olarak ülkelerdeki "savaş sanayisinin" gelişmesi ve "ekonominin "savaş temelinde" yönlendirilmesi zorunluluğu ve buna bağımlı olarak bir ülkenin askeri sanayisinin "saldırgan" ya da "savunma" karakterinde olup olmadığı konularına değindim. 

Umarım okuyanlardan bir bölümü için faydası olur. 

"Eğer bir Komünist, bir sürü ciddi ve sıkı öğrenim-çalışma yapmadan, eleştirel bir şekilde incelemesi gereken gerçekleri anlamadan, edindiği hazır sonuçlar nedeniyle komünizmiyle övünmeyi kafasına koyarsa, o,  çok içler acısı bir Komünist olur." (27)

********

Lenin ve Stalin Emperyalizm ve Emperyalist Savaş Üzerine

"Dahası (daha da kötüsü), emperyalizmin bilimsel kavramı,  emperyalistlerin doğrudan yarış içinde olduklarına, rakiplerine ve muhaliflerine uygulanan bir tür istismar terimine indirgenmiştir." Lenin*

Giriş

Lenin "emperyalizmin bilimsel kavramı" ile gerçekte ne demek istiyordu?

Emperyalizmin sadece bir yönüne dayanarak tanımlanan kavramı, soyut bir kavram olarak kalır, çünkü bu tanımlama emperyalizmin bilimsel kavramının-bilimsel tanımının bütünlüklü içeriğini kapsamaz. Emperyalizmin bilimsel tanımı ancak Marksizm'in diyalektiğinin bu kavrama uygulanmasıyla doğru olarak kavrana bilinir .

Günümüzde bir ülkenin emperyalist olup olmadığını belirlemek için kullanılan “emperyalizm” tanımı, büyük ölçüde ekonomik boyutla sınırlı olup, “siyasi-askeri” boyutu tamamen göz ardı edilmektedir. Lenin, Emperyalizme önsözünde, "broşür çarlık sansürünü göz önünde bulundurarak yazılmıştır. Bu nedenle, kendimi yalnızca teorik, özellikle ekonomik analiziyle sınırlamak zorunda kalmadım, aynı zamanda siyaset üzerine gerekli birkaç gözlemi son derece dikkatli bir şekilde formüle etmek zorunda kaldım... Bu broşürün okuyucunun temel ekonomik sorunu, emperyalizmin ekonomik özünü anlamasına yardımcı olacağına inanıyorum” diyordu. (1)

Çoğu kişi Leninizm’i, emperyalizm tanımının varyasyonlarının, koşullarının, durumlarının ve arka plan bağlamının kavranması gereken bütünlüklü içeriğinden kopuk bir şekilde teorileri ezberleyerek öğreniyor. (Bilimsel anlamda) Emperyalizmi yalnızca ekonomik bağlamına göre tanımlamak, Marksizm’e, Leninizm’e ve onun diyalektiğine ihanettir. Bu yaklaşım, emperyalizmin bilimsel içeriğine ilişkin Leninist teorinin kavramadığının açık bir göstergesidir.

Lenin; "Emperyalizm, yalnızca yukarıdaki tanımın sınırlı olduğu temel, tamamen ekonomik kavramı aklımızda tutmakla kalmazsak, (emperyalizm)  farklı şekilde tanımlanabilir ve tanımlanmalıdır ..." derken buna işaret ediyordu (1)

Lenin'in emperyalizm tanımına ezberci yaklaşım, öğrenilen 5’inci koşulunun sürekli olarak tekrarlanmasında kendini gösterir; "Tüm dünyanın en büyük kapitalist güçler arasındaki toprak paylaşımı tamamlandı."  Bu aslında bir dönemin sonunu ve emperyalistlerin (bilimsel tanımıyla) yeni ortaya çıkan dönemin başlangıç evresini ifade eder. Eşitsiz ekonomik gelişme yasası nedeniyle, önce kendi ekonomik tanımlarına, daha sonra da birleşik bilimsel tanımına uyan yeni emperyalist ülkeler kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır. Başka bir deyişle, 5. koşul,  "yeni dönemin", yeni ortaya çıkan emperyalistleri hakkında "önceden var olan" emperyalistler dışında hiçbir şey söylemez. Benzer şekilde, dördüncü koşul olan "dünyayı kendi aralarında paylaşan uluslararası tekelci kapitalist birliklerin kurulması", mevcut emperyalist(ler)e ilişkin gelişmeyi ifade eder. (Bu nedenle) Yeni emperyalist ülkeleri ekonomik yönleriyle tanımlamak için yalnızca ilk üçü geçerlidir.

Stalin, "Emperyalizm dönemindeki eşitsiz gelişme yasası" diyordu, "bazı ülkelerin diğerlerine göre dengesiz sıçramalarla gelişimi, bazı ülkelerin diğerleri tarafından dünya pazarından hızla çıkarılması, zaten bölünmüş olan dünyanın askeri çatışmalar ve askeri felaketler düzeninde periyodik olarak yeniden dağıtılması anlamına gelir ... dünyanın zaten emperyalist gruplar arasında bölünmüş olması, dünyada artık "özgür", işgal edilmemiş toprakların kalmaması, yeni pazarlar ve hammadde kaynakları işgal etmek, genişlemek için  bu toprakların başkalarından zorla alınmasını gerektirir... teknolojinin eşi benzeri görülmemiş gelişimi.. bazı ülkelerin diğerlerinin önüne geçmesini, daha güçlü ülkelerin daha az güçlü ama hızla gelişen ülkeler tarafından devrilmesini kolaylaştırdı. Bireysel emperyalist gruplar arasındaki eski etki alanlarının dağılımı, her seferinde dünya pazarındaki güçlerin yeniden hizalanmasıyla pazardaki güçlerin Dünya emperyalist savaşı, zaten bölünmüş olan dünyayı yeniden dağıtmaya yönelik ilk girişimdi. Söylemeye gerek yok ki, ilk yeniden paylaşım girişimini, emperyalist kampta hazırlık çalışmaları halihazırda devam eden ikinci bir girişim izleyecektir." (2)

Emperyalizmi "özgül bir tarihsel kategori” olarak tanımlayan Lenin, tesadüf bu ya,  günümüzdeki yaklaşım hatalarına dikkat çeker. Emperyalizm; "Finans kapitalin yapısını destekler; dünyayı mali sermayenin egemenliğine boyun eğdirir; Eski kapitalist üretim ilişkilerinin yerine, finans kapitalin üretim ilişkilerini koyar. Tıpkı finans kapitalizminin (para sermayesi ile karıştırılmaması gerekir, çünkü finans kapitalin aynı anda hem bankacılık hem de sanayi sermayesi olmasıyla karakterize edilir) tarihsel olarak sınırlı bir çağ olması ve yalnızca son birkaç on yılla sınırlı olması gibi, emperyalizm de finans kapitalin politikası olarak belirli bir tarihsel kategoridir.”... savaş, siyasetin başka araçlarla devamıdır... Ancak siyasetin kendisi aktif bir "devamdır".(3)

Emperyalizmin bilimsel tanımı ve bir ülkeye uygulanmasında, onun ekonomik ve politik yönleri dikkate alınmalı, objektif analiz yapılmalı ve bütünlüğü içermelidir. Savaş, siyasetin farklı biçimlerde bir devamı olduğundan, verili ülkenin savaş tarihi ve savaş hazırlığı, herhangi verili bir ülkenin sanayisinin askerileştirilmesi analiz için dikkate alınmalıdır. Ve savaş yürütmenin tamamen sanayinin ve askeri-leşmiş olmanın genel gücüne bağlı olduğundan,  söz konusu ülkenin askeri sanayisi, özellikle de esas olarak savunma odaklı mı yoksa saldırı odaklı mı olduğunu belirlemek amacıyla, incelenmelidir. Çünkü savunma odaklı askeri sanayi kendi topraklarını koruma ve caydırıcılığa odaklanırken, saldırı odaklı askeri sanayi güç gösterisine-güç uygulamasına odaklanır. Yeni sanayileşmiş ülkeler, kapsamlı ulusal güvenliği sağlamak için hem savunma hem de saldırı teknolojileri geliştirerek yavaş yavaş dengeli bir strateji benimserken, ana askeri endüstrisi, yakın çevredeki topraklarla sınırlı, yalnızca kısa mesafelerde saldırı olmaya devam eder.

Buna karşılık, saldırı odaklı emperyalist ülkeler, saldırılarını hızlı bir şekilde ve uzun mesafelerden başlatma yeteneğine odaklanır. Saldırı ve savunmadaki "dengenin oranı, bunun kendi topraklarını korumak ve düşmanı caydırmak için mi yoksa gücünü diğer uluslara yansıtmak için mi olduğunun açık bir göstergesi olabilir . Çünkü savunma odaklı ülkeler için savunma genellikle korumacı ihtiyaçlardan kaynaklanırken, sınırlı saldırı yetenekleri potansiyel saldırganlığa karşı caydırıcı niteliktedir. Saldırı odaklı ülkeler için, bölgesel savunma kabiliyeti çoğu durumda en aza indirilirken, saldırı kabiliyeti güç yansıtmak için en üst düzeye çıkarılır. Bu analiz, belirli bir ülkenin herhangi bir zamanda bilimsel tanımında emperyalist olup olmadığını belirlemek için daha nesnel bir anlayış ve sonuç sağlayabilir. Ancak bu, eşitsiz ekonomik gelişme nedeniyle söz konusu ülkenin süresiz olarak bu şekilde kalacağı anlamına gelmez. Marksist Leninistler ne olacağına dair tahminlere göre değil, herhangi bir konuda herhangi bir zamanda somut verilere dayanarak değerlendirme yaparlar. "Marksist mümkün olandan değil, gerçek olandan hareket etmelidir". (33)

Özetleyecek olursak;

Emperyalist dış ekonomi politikası, her şeyden önce, emperyalist bir ekonomi politikasının özü olan tüm tarife politikası sistemi, tek taraflı ticaret anlaşmaları, yurtdışında kendi "ulusal sanayilerine" destek, her türlü prim, taviz ve kârlı borç verme fırsatları vb., dahil olmak üzere ithalat ve ihracata yönelik olası her türlü yasak ve sınırlamanın uygulanmasıyla kendini gösterir.

Emperyalist dış siyasi politika, emperyalist bir siyasi politikanın özü olan finans kapitalin tekelci sömürüsü için doğrudan yağma ya da bir başkasının "anavatanının" topraklarını farklı şekil ve biçimlerde güç kullanarak doğrudan veya dolaylı olarak ele geçirme yolunda faaliyetlerinde kendini gösterir.

Dolayısıyla "emperyalist" tanımı ve uygulaması, bir ülkenin dış ekonomik ve siyasi politikasının birlikte değerlendirilmesiyle belirlenmelidir. Emperyalist bir ülkenin siyasi politikası, ister vekalet ister doğrudan savaş olsun, çeşitli biçimlerde, daha sık olarak savaşlar biçiminde güç kullanımını ima eder.

Lenin'in kendisi, "emperyalizminin" ve tanımının ekonomik yönüyle sınırlı olduğunu söylüyordu. Emperyalizme ve bu sorunun önemine atıfta bulunan Lenin şuna dikkat çekmişti;

"Emperyalizm sorunu sadece en temel sorun değil, aynı zamanda kapitalizmin son zamanlarda değişen biçimlerini inceleyen ekonomi bilimi alanındaki en temel sorundur diyebiliriz. Sadece ekonomiyle değil, günümüz sosyal yaşamının herhangi bir alanıyla ilgilenen herkes,  yazarın  mevcut en son verilere dayanarak bu kadar ayrıntılı olarak sunduğu gibi, bu sorunla ilgili gerçekler hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Söylemeye gerek yok ki, eğer bu analizin temeli emperyalizmin doğasına ilişkin hem ekonomik hem de siyasi yönlerden tam bir anlayışa sahip değilse,  savaşın somut bir tarihsel analizi olamaz. Bu olmadan,  son on yılların ekonomik ve diplomatik durumuna ilişkin bir anlayışa yaklaşmak imkansızdır ve böyle bir anlayış olmadan savaşa doğru bir bakış açısı oluşturmaktan bahsetmek bile gülünçtür. (2)

Her savaş emperyalist değildir ve her güç kullanımı savaş biçiminde değildir. Lenin, Kautsky'yi eleştirirken politikayı tek kelimeyle özetlemişti: güç kullanımı.

"Emperyalizm ilhak çabasıdır... Doğrudur, ancak çok eksiktir, çünkü emperyalizm siyasi olarak genel olarak şiddete ve gericiliğe yönelik bir çabadır... Meselenin özü, Kautsky'nin emperyalizmin politikasını onun ekonomisinden ayırmasıdır... Mali sermaye ve tröstler, dünya ekonomisinin çeşitli bölümlerinin büyüme oranlarındaki farklılıkları azaltmaz, aksine artırır. Güçler ilişkisi bir kez değiştiğinde, kapitalizmde çelişkilerin güçten başka bir çözümü bulunabilir mi?"(1)

Burada da Lenin,  emperyalizmin tanımı için dış politikasında ekonomi ile siyaset, sömürü ile şiddet ve gericilik arasındaki doğrudan bağlantıyı vurgular. Buharin, önsözü Lenin tarafından yazılan kitabında emperyalizmin tanımlarını ele alır. Şöyle diyordu;

"Emperyalizmin çok yaygın ikinci "teorisi" onu genel olarak fetih politikası olarak tanımlıyor... Bu teori ne kadar basit olursa olsun, kesinlikle doğru değildir. Bu doğru değildir çünkü her şeyi "açıklar", yani kesinlikle hiçbir şeyi açıklamaz. "

"Egemen sınıfların her politikasının ("saf" politika, askeri politika, ekonomi politikası) tamamen kesin bir işlevsel önemi vardır... Savaş, belirli üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesine hizmet eder. Fetih savaşı, bu ilişkileri daha geniş bir ölçekte yeniden üretmeye hizmet eder. Bununla birlikte, savaşı basitçe fetih olarak tanımlamak tamamen yetersizdir, çünkü bunu yaparken asıl şeyi, yani savaşla hangi üretim ilişkilerinin güçlendirildiğini veya genişletildiğini, belirli bir "fetih politikasının" hangi temeli genişlettiğini belirtmekte başarısız oluyoruz. Burjuva bilimi bunu görmüyor ve görmek istemiyor. Çeşitli "politikaların" sınıflandırılması için bir temelin, "politikaların" ortaya çıktığı sosyal ekonomide var olması gerektiğini anlamıyor . " (3)

"Savaş, siyasetin başka araçlarla devamıdır" sözünün soyut bir tekrarı, sanki her şeyi açıklıyormuş gibi, savaşların tüm sorunlarına kullanılan ortak bir hazır çözümdür, ancak verili "siyasetin" kendisini bu somut koşullar altında fiilen incelemeden sunulan ezberci bir “çözümdür”. Belirli bir zaman diliminde belirli bir ülkenin dış ekonomik ve siyasi politikasını incelemeden ve bir ülkeyi "emperyalist" olarak sınıflandırmak, Marksizm'in Leninizm ruhuna aykırıdır ve çoğu durumda yanlış etiketleme ile sonuçlanır, çünkü emperyalizmin yalnızca ekonomik tanımını dikkate alır. Tanımın politik yönleri hakkında kesinlikle hiçbir şeyi dikkate almaz ve açıklamaz, bu olmadan emperyalizm tanımı ve uygulaması - etiketleme doğru olamaz.

Emperyalizmin ekonomik tanımı

Emperyalizmin ekonomik özü, serbest rekabetin yerini tekellerin egemenliğinin almasında yatmaktadır. Tekelci kapitalizmin temel ekonomik yasasının temel özellikleri ve gereklilikleri şunlardır:

"Belirli bir ülkenin nüfusunun çoğunluğunun sömürülmesi, mahvedilmesi ve yoksullaştırılması, diğer ülkelerin, özellikle de geri kalmış ülkelerin halklarının köleleştirilmesi ve sistematik olarak soyulması yoluyla ve son olarak savaşlar ve en yüksek kârı sağlamak için kullanılan ulusal ekonominin askerileşme yoluyla maksimum kapitalist kârın sağlanması."(19)

Emperyalizm ya da tekelci kapitalizm, kapitalist üretim tarzının gelişmesindeki en yüksek ve son aşamadır. 19. yüzyılın son üçte birinde gerçekleşen tekel öncesi kapitalizmden tekelci kapitalizme geçiş, sonuçta 20. yüzyılın başlarında şekillendi.

"Böylece emperyalizm döneminde kapitalizmin temel ekonomik yasası   -artı değer yasası - daha da gelişti ve somutlaştı." Tekel öncesi kapitalizmde serbest rekabetin egemenliği, bireysel kapitalistlerin kâr oranlarının eşitlenmesine yol açarken, emperyalizm altında tekeller kendilerine tekelci olarak yüksek, maksimum kâr sağlarlar. Tekelci kapitalizmin motoru maksimum kârdır."(31)  

Burada "Tekellerin" genellikle belirli bir mal veya hizmet için tüm pazarı kontrol eden tek varlık oldukları ifade ettiğini belirtmek önemlidir. "Tröstler", "karteller" vb., mal ve hizmet pazarının önemli bir bölümünü kontrol eden şirketlerin birleşimini ifade eder. Mali oligarşi tröstleri yönetir; mali oligarşi ülkeyi yönetir.   

"Azami kâr elde etmenin nesnel koşulları, belirli üretim dallarında tekellerin hakimiyetinin kurulmasıyla yaratılır. Emperyalizm aşamasında sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi en yüksek derecesine ulaştı. Bu nedenle, üretimin genişlemesi büyük sermaye yatırımları gerektirdi. Devasa işletmeler arasındaki şiddetli rekabet mücadeleleri, sanayilerin tekelleşmesinde finans kapitalin hakimiyetini beraberinde getirdi.  Tekellerin azami kâr peşinde koşması, kapitalizmin tüm çelişkilerinin aşırı derecede şiddetlenmesine yol açmaktadır. " (31)

Lenin, "Sosyalizme İlerlemekten Korkarsak İleriye Gidebilir miyiz?" başlıklı makalesinde; "Herkes emperyalizmden bahsediyor. Ama emperyalizm sadece tekelci kapitalizmdir" diyordu. (4) Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması adlı kitabında, emperyalizmin temel ekonomik özelliklerini içeren tanımını detaylandırır:

(1) üretim ve sermaye yoğunlaşması, ekonomik yaşamda belirleyici bir rol oynayan tekeller yaratacak kadar yüksek bir aşamaya ulaşması;

(2) banka sermayesinin sanayi sermayesi ile birleştirilmesi ve bu "mali sermaye" temelinde bir mali oligarşinin yaratılması;

(3) meta ihracatından farklı olarak sermaye ihracatının istisnai bir önem kazanması." (3)

Bu bölümdeki 4. ve 5. tanımı, yeni "emperyalistleri" tanımlamak amacıyla yeni döneme uygulanamayacak olan o dönemin "emperyalistleri" ile ilgili olduğu için kaldırdım. Eşitsiz ekonomik gelişme yasası nedeniyle, eski muzaffer ülkelere karşı  (ekonomik tanımıyla) yeni "emperyalist" ülkeler ortaya çıkacaktır. Stalin'in belirttiği gibi;

"Son emperyalist savaşın bir sonucu olarak gerçekleştirilen dünyanın ve nüfuz alanlarının yeniden dağıtımı şimdiden “modası geçmiş" olmayı başardı. Bazı yeni ülkeler öne çıktı... Satış pazarları için, sermaye ihracatı pazarları için, bu pazarlara giden deniz ve kara yolları için, dünyanın yeniden paylaşımı için kıyasıya bir mücadele sürüyor... Tüm bu çelişkilerin büyümesi, istikrar gerçeğine rağmen, dünya kapitalizminin krizinin, son emperyalist savaş öncesindeki krizle kıyaslanamayacak kadar derin bir krizin büyümesi anlamına gelir ... Emperyalizmin bu krizi çözmenin tek yolunu görerek yeni bir savaşa hazırlanması şaşırtıcı değildir." (16)

Koşul 3 söz konusu olduğunda, mal, hizmet ihracatı ile yatırımlar, krediler veya diğer sermaye akışları için ülke dışına akan sermaye-para ihracatı arasındaki farka dikkat etmek ve ayrım yapmak gerekir. Bu koşula dayanarak, Japonya'yı, Norveç'i ve tekelci kapitalist sanayileriyle pek çok yeni gelişmiş ülkeyi kolayca "emperyalist" olarak etiketlemek mümkündür. Bilimsel tabirle bunlar  “Emperyalistlerin” askeri ve siyasi gölgesi altında yağmalayabilen "ekonomik" emperyalistlerdir. Dolayısıyla, birleşik tanımlarında gerçekten emperyalist değildirler. Benzer şekilde, tarihsel olarak ABD bir zamanlar baskın bir sermaye ihracatçısıyken, şimdi önemli bir sermaye ithalatçısıdır, bu anlamda (mekaniksel bakış açısıyla) ABD’nin emperyalist bir ülke olmadığı sonucuna varılması gerekir. Bu anlamda 3. koşul bile bir ülkenin emperyalist olup olmadığını belirlemek için yeterli değildir.

Lenin'le çelişmese de,  "Lenin'in döneminden farklı olan, bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişiminin,  doğrudan yabancı yatırımların ve uluslararası ticaret ve sanayi transferlerinin, üretim ve dolaşımın uluslararasılaşması ve geçmişi gölgede bırakacak derecede yeni zirvelere ulaşmış olmasıdır. Sermaye, üretimden dolaşıma kadar küresel olarak yeniden dağıtılıyor. Bu, sermayenin yoğunlaşmasına neden olur ve çok uluslu finans sermaye şirketlerine yol açar. Bu şirketler, finans kapitalin geri kalanlarıyla bağlantılar geliştirir ve finansal tekel örgütleri oluşturur. Uluslararası üretimi, ticareti, bankacılığı, finansal işlemleri ve döviz değerlerini kontrol eder ve işletirler. Finans Kapital İster ülke ister kurum-kuruluş olsun, her türlü engeli ortadan kaldırmak için dünya ekonomik ve siyasi sistemini kendi ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirdiler” açıklaması doğrudur. Çünkü, Lenin bu gelişmeyi zaten öngörmüş ve şunu belirtmişti; 

"Tüm ülkeyi kapsayan, tüm sermayeyi ve tüm gelirleri merkezileştiren, binlerce ve on binlerce dağınık ekonomik işletmeyi tek bir ulusal, kapitalist ve ardından bir dünya kapitalist ekonomisine dönüştüren yakın bir kanal ağının hızla genişlediğini görüyoruz." (1)

Burjuva liberal ve neo-komünist argümanların aksine, emperyalizmin özü değişmez. Esas hâlâ tekelci sermayenin egemenliği olmaya devam eder. Değişim yalnızca gelişen biçimlerinde ve yöntemlerindedir. Özünde emperyalizmin "yeni bir aşaması" değil, aynı öze sahip daha yüksek bir aşamadır. Lenin'in bakış çerçevesini kırmaz, aksine derinleştirir. Bu daha yüksek aşamada, Üretimin Uluslararasılaşması, finans kapitalin (Özellik 2) ulusal sınırlardan kurtulması yoluyla sermaye ihracatını hızlandırır (Lenin'in Özellik 3'ü). "Uluslararası tekeli birleştirir" dijital kartellerinin modern yinelemeleri (Özellik 4) ilk olarak mevcut (önceki) emperyalistler arasında ve eşitsiz ekonomik kalkınma yasası nedeniyle yeni ortaya çıkanlar yavaş yavaş kendi kartellerini oluştururlar. Bu yüksek aşamada, siyasi üstünlük, SWIFT gibi uluslararası finans kurumların kontrolü yoluyla Dijital ve Finansal Araçlar aracılığıyla gerçekleştirilir.

Bu daha yüksek aşamaya ulaşma süreci, Devlet kapitalizminin oluşumunu ve sanayinin askerileşmesini gerektiren, sanayi ile finans kapitalin birleştirilmesi ve ekonomisinin savaş temelinde geliştirilmesi yoluyla gerçekleştirilir. Bu gelişme, Finans ve Finansal Kurumların Uluslararasılaşmasının yaratılmasına yardımcı oldu ve bunu takip etti (ve edecek).

Devlet Kapitalizmi

Marksist bakış açısına göre devlet, egemen sınıfların en genel örgütlenmesinden başka bir şey değildir. Finans kapitalizmi çağı, hem devletler içinde hem de devletler arasında belirli ilişkiler yaratır.

"Başlangıçta devlet, egemen sınıfın tek örgütüdür. Sonra başka örgütler ortaya çıkmaya başlar, özellikle finans kapitalizmi çağında sayıları çoğalır. Devlet, egemen sınıfın tek örgütünden, onun örgütlerinden birine dönüşmüştür, farkı, tüm bu örgütlerin en genel karakterine sahip olmasıdır. Son olarak,  devletin bu örgütleri yuttuğu ve bir kez daha içsel, teknik bir iş bölümüyle egemen sınıfın tek evrensel örgütü haline geldiği üçüncü aşama gelir. Bir zamanlar bağımsız olan örgütsel gruplaşmalar, devasa bir devlet mekanizmasının bölümleri haline gelir." (28)

"Bireysel kapitalist örgütlerin gücü arttıkça, etkileri genişledikçe, dünya pazarındaki rekabet giderek daha şiddetli ve yıkıcı hale gelir. Rakip grupların her biri, tüm ülkelerin kaynaklarına dayanmaya başlar ve dahası, güçlü devlet örgütleriyle el ele hareket eder. Ulusal pazarlarda olduğu gibi dünya pazarında da güçlü kapitalist tröstler arasındaki mücadele üç ana çizgide yürütülür:
1) pazarlar için mücadele,
2) hammadde piyasaları için mücadele,
3) sermaye yatırım piyasaları için mücadele.

Bu yarışmalar birbirleriyle yakından bağlantılıdır ve tekelci kapitalist rekabetin üç tarafını temsil eder. Rekabetin dünya pazarına kayması, "barışçıl" rekabetin güç kullanılan bir rekabete dönüşmesine, modern devletlerin kaçınılmaz bir politikası olarak emperyalizmin doğmasına yol açmaktadır."(32)

Birleşik işletmelerin yaratılması ve bankaların örgütsel rolü aracılığıyla "ulusal ekonominin daha fazla ve salt dallarını kucaklayan örgütsel süreç,  kapitalizmin gelişmiş her "ulusal sisteminin bir "devlet kapitalist tröstü “ne dönüşmesine yol açmıştır.[30]

"Öte yandan, dünya ekonomisinin üretici güçlerinin gelişme süreci, bu "ulusal" sistemleri, dünya pazarı için rekabet mücadelelerinde en şiddetli çatışmalara sürüklemektedir. Çağdaş kapitalist gerçekliğin bu iki temel gerçeği, bize çağdaş finans kapitalizminin "devlet" eğilimlerini anlamanın anahtarını sağlar. Burjuvazi geçmişte neden gerçekten bu kadar bireyciydi? Esas olarak, ekonomik yaşamın temel kategorisi, diğerlerini bir rakip olarak karşısına çıkaran özel-ekonomik birim olduğu için. İnsanların karşılıklı ilişkisi ya da bir sınıf olarak burjuvazinin iç yapısı,  işletmeler arasındaki bu karşılıklı ilişkiye benziyordu. Burjuvazi bir sınıf olarak proletaryaya karşı çıktı. Ancak kendi içinde, sınıfın kendi sınırları içinde, her üye bir rakip olarak diğerine karşı duruyordu. Her biri kendi güçlerine güvenerek rakibini yerinden etmeyi umuyordu, aralarındaki etkileşim "bütün" için olumluydu. Ancak bireyciliğin taşıyıcıları olarak ortaya çıkanlar yalnızca ayrı işletmeler ve bireysel insanlar değildi. Egemen sınıfların farklı gruplara bölünmesi de benzer bir rol oynadı: her şeyden önce toprak ve sanayi burjuvazisi olarak bölünme, ardından hammadde üretimi ve imalatçıları, ticari ve tefeci sermayesi vb. temsilcileri arasında bölünme. Mali sermaye çağı bu duruma son verir, egemen sınıfların farklı alt grupları arasındaki çelişki de büyük ölçüde ortadan kalkar. Burjuvazinin hemen her kategorisi birbirleriyle iş birliği yaparak temettü (kar payı)  alıcısına dönüşür, faiz kategorisi sözde "emek dışı gelirler” in genel ifade biçimi haline gelir. Her burjuva (ve toprak sahibi) için kutsalların kutsalı kendisinin ve türünün binlerce iple bağlı olduğu banka haline gelir.

Böylece, kapitalizmin tüm yapısına daha önceki biçimleriyle bir dereceye kadar karşı olan bir kolektif kapitalizm sistemi yaratılır. Mali oligarşi tröstleri yönetir; mali oligarşi ülkeyi yönetir. Çok sayıda farklı türde burjuva örgütü ortaya çıkar ve bunlar çok çeşitli alanlarda birbirleriyle örtüşürler. Egemen sınıfların ayrı temsilcileri, belirli sınırlar içinde büyüyen, kolektif iradeyi geliştiren ve ortak görevler ortaya koyan ve çözen farklı hücrelerde yerlerini alırlar. Son olarak, emperyalist gelişmenin gerekleri burjuva toplumunu tüm güçlerini seferber etmeye,  örgütlenmesini mümkün olan en geniş bağlama yaymaya zorlar:  devlet tüm burjuva örgütleri çokluğunu kendi içine çeker. '(28)

Emperyalist devlet, endüstriyel kapitalizm çağındaki devletin tam tersine,  işlevlerinin karmaşıklığında olağanüstü bir artış ve toplumun ekonomik yaşamına aceleci bir saldırı ile karakterize edilir. Tüm üretken alanı ve tüm meta dolaşımı alanını ele geçirme eğilimini ortaya koymaktadır. Ara türdeki karma işletmelerin yerini saf devlet düzenlemeleri alacaktır, çünkü bu şekilde merkezileşme süreci daha da ilerleyebilir. Egemen sınıflar (ya da daha doğrusu egemen sınıfın, çünkü finans kapitalizmi, egemen sınıfların farklı alt gruplarını yavaş yavaş ortadan kaldırır ve onları tek bir finans-kapitalist klik içinde birleştirir) devasa bir devlet işletmesinin -Emperyalist Devletin- hissedarları ya da ortakları haline getirilir. Devlet, sömürünün koruyucusu ve savunucusu olmaktan, sömürünün nesnesi olan proletaryanın doğrudan karşı karşıya olduğu tek, merkezi, sömürücü bir örgüte dönüşür. Hiyerarşik olarak inşa edilmiş bir bürokrasi, örgütlenme işlevlerini, önemi ve gücü giderek artan askeri yetkililerle tam bir uyum içinde yerine getirir. Ulusal ekonomi, askeri bir tarzda inşa edilen ve emrinde muazzam, disiplinli bir ordu ve donanmaya sahip olan devletin içine çekilir. (28)

Dolayısıyla devlet kapitalizmi, devlet kapitalist güveninin tamamlanmış biçimidir. Örgütlenme süreci, "ulusal-ekonomik" mekanizmanın ayrı bileşenlerinin anarşisini kademeli olarak ortadan kaldırır ve tüm ekonomik yaşamı militarist devletin demir topuğu altına yerleştirir.

Lenin'in Emperyalizmin Asalak Evrim’ine ilişkin tanımını en yüksek aşamasına kadar özetlersek;  

1) endüstriyel tekellerin ortaya çıkışı, tekelleşme aşaması,

2) Bankaların sanayi ile birleşmesi, Finans Kapital Füzyonu,

3) fabrikaların yurtdışına taşınması, iç ekonomilerinin sanayisizleşmesi, Sermaye İhracatı,

4) artığı emmek ve gücü yansıtmak için silah üretimini finanse etmek, Militarize Yeniden Üretim,

5) sermayenin üretimden ayrılması, spekülasyon, borç ve kira ile geçinmeleri, Finansal Asalaklık. Mevcut ABD ve İngiltere'de gözle görülür şekilde görüldüğü gibi bir "rantiye devletinin" oluşumu.

Özetleyelim;

Sanayisizleşme ve Askeri-Teknoloji-Hizmet endüstrisinin birincil endüstriler olarak ortaya çıkışı

Sanayisizleşme,  sanayinin askerileşmesi ve mali sermayenin uluslararasılaşması üçlüsü,  Lenin ve daha sonraki Marksistler tarafından analiz edildiği şekliyle, tekelci kapitalizmin emperyalist aşamasındaki mantıksal evrimini temsil eder.

Sanayisizleşme tesadüfi bir gelişme değil, finans kapitalin yurtdışında daha yüksek getiri arayışından kaynaklanır. Tekeller, daha ucuz işgücü, daha zayıf düzenlemeler ve daha yüksek getiriler için sanayi sermayesini Küresel Güney'e kaydırır; ABD imalatında görüldüğü gibi, daha yüksek karlar için sermaye ihracatı süreci, aynı zamanda cazip tavizler sunan diğer düşük işgücü maliyetli ülkelere taşınır.

Ekonominin finansallaşması,  Finans kapitalin uzun vadeli düşük getirili üretken yatırımlar yerine hızlı ve yüksek getirili spekülatif faaliyetlere (hisse senetleri, türevler, gayrimenkul) öncelik vermesinde kendini gösterir. Genel olarak imalattan elde edilen kâr %3-5, finanstan elde edilen kâr ise %15-20'dir

Ekonominin askerileşmesi, tekeller için garantili pazarlar yaratarak endüstriyel gerilemeyi telafi eder. Uluslararasılaşmış finans kapital, sermayeyi ulusal üretim temellerinden ayırarak bu üçlüyü tamamlar. Lenin bu gidişatı öngörmüş; "Emperyalizm asalaktır, çürüyen kapitalizm evrensel krize doğru ilerlemektedir" demişti. Sanayisizleşme-askerileşme-finansallaşma üçlüsü, kapitalizmin üretken ilerlemeden geri çekilmesini temsil eder,  Kârı sürdürmek için daha çok güce ve sahtekarlığa dayanır.

Bölüm için sonuç

ABD'yi ekonomik tanımında emperyalist bir ülke yapan, ABD merkezli finans kapitalin bu merkezi uluslararası finans sermaye, finansal tekelci örgütler ve para birimi üzerindeki hegemonyasıdır; sadece sermaye ihraç ettiği için değil. Uluslararası finans kapital tekelinin, hegemonyasının ve denetiminin bu koşulları altında,  miktarı ne olursa olsun, başka herhangi bir ülkenin "sermaye ihracı",  ABD merkezli mali sermayenin hegemonyası ve kontrolü tüm ticaret ve bankacılık işlemleri üzerinde hüküm sürdüğü sürece, hiçbir ülkeyi (bilimsel anlamıyla)  "emperyalist" yapamaz. En iyi ihtimalle onlara, terimin yalnızca ekonomik tanımına uyan alt-emperyalist ülkeler denilebilir.

Emperyalizmin "siyasi tanımını" oluşturan,  ABD'nin sanayisizleşmesi ve askeri sanayisi ile diğer ülkelerin doğal kaynaklarının yağmalanması ve kendini beslemek için çatışmalar ve savaşlar nedeniyle sürekli istikrarsız bir dünyaya duyulan ihtiyaçla doğrudan ilişkili dış politikasıdır.

"Kapitalist toplum" diyordu Buharin, "savaşlar olmadan düşünülemeyeceği gibi, silahsız da düşünülemez. Tıpkı düşük fiyatların rekabete yol açmadığı, tam tersine rekabetin düşük fiyatlara yol açtığı gibi, savaşların temel nedeni ve itici gücü silahların varlığı değil (silahlar olmadan savaşların imkânsız olduğu aşikâr olsa da), tam tersine ekonomik çatışmaların kaçınılmazlığı silahların varlığını şart koşar. İşte bu nedenle, ekonomik çatışmaların alışılmadık bir yoğunluğa ulaştığı günümüzde, çılgın bir silahlanma çılgınlığına tanık oluyoruz. Dolayısıyla finans kapitalin egemenliği her ikisini de içerir; emperyalizm (ekonomik anlamıyla E.A.) ve militarizm (siyasi anlamıyla E.A.). Bu anlamda militarizm (askerileşme) , finans kapitalin kendisi kadar tipik bir tarihsel olgudur... nispeten eşit ekonomik yapıların olduğu yerlerde bile... (3)

Sonuç olarak, bir ülkeyi yalnızca emperyalizmin ekonomik tanımına dayanarak, emperyalizmin siyasi tanımından bağımsız bir şekilde emperyalist olarak nitelendirmek ve etiketlemek, Marksist-Leninist bir yaklaşım değil, çocuksu bir yaklaşımdır veya en iyi ihtimalle Marksizm ve Marksist-Leninist teorilerin diyalektiğinden bihaber olanların yaklaşımıdır.

Emperyalizmin "siyasi" tanımını "militarizasyonu-askerileşme ve savaş" ile başlayarak inceleyelim.

Emperyalizmin “siyasi” tanımlaması

Çoğu analizcinin ülkeleri değerlendirirken ve/veya karşılaştırmalı olarak incelerken gözden kaçırdığı nokta, militarizasyonun sanayi ve ekonomisini beslemek için sürekli düşmanlara (örneğin, "terörizm", "otoriter devletler") ihtiyaç duymasıdır. Bitmeyen çatışmalara ve savaşlara duyulan ihtiyaç, dış politikasını şekillendirir. Bu, emperyalizmin "politik tanımının" ve "ekonomik tanıma" uyan "emperyalist" ülkelerin karşılaştırmalı incelenmesinin özünü oluşturur.

Dolayısıyla, emperyalist devletin siyasi tanımı, "üretim kapasitesinin boyunduruk araçlarına dönüştürülmesiyle ekonominin sistematik olarak militarizasyonu ve küresel egemenliği sürdürmek için finans/teknoloji/ticaret sistemlerinin silahlandırılması" olarak özetlenebilir.

Unutmamamız gereken şey, ne Lenin'in ne de Buharin'in, emperyalizmin "sürekli bir durum" olarak, tekelci kapitalizmin savaşlar olmadan düşünülemez olduğu temel varsayımını ortaya koymamış olmalarıdır. Ancak, ekonomik gelişimine ve askeri sanayisindeki ilerleme düzeyine dayanan veya daha çok bunlara bağlı olan bir "eğilim" söz konusudur ve bu eğilim, Stalin tarafından II. Dünya Savaşı sırasında teori ve pratikte netleştirilmiştir. Stalin'in 1935'teki somut analizi, emperyalist ülkelerdeki bu somut Eşitsiz Militarizasyon durumuna dayanıyordu.

Stalin'in gözlemi, emperyalist devletler arasındaki temel farklılıkları ortaya koymuş ve değerlendirmesinde bu temelleri dikkate almıştır. (Savaşlar - 2. Dünya Savaşı bölümündeki değerlendirmesinde göreceğimiz gibi)

Faşist devletlerin (Almanya/İtalya) ekonomilerinin tamamen askeri ihtiyaçlara tabi olduğu sonucuna varmıştı. Bunlar ekonomilerini tam bir savaş ortamında inşa etmeyi başardılar. Ancak, kaçınılmaz bir sonuç olarak, askeri sanayinin gelişimi ve yeniden silahlanma için yabancı rezervleri/hammaddeleri harcıyorlardı. Tüm önemli kaynaklarını israf ediyorlardı. Bu da toprak rövanşizmi için ani bir saldırganlığa yol açtı. Saldırgan bir duruş.

Diğer emperyalist güçler (İngiltere, ABD, Fransa) ise sanayilerini bu yönde yeniden düzenliyor, ancak sivil sektörleri koruyorlardı. Savaşa hazırlanıyor, ancak tam bir ekonomik dönüşümden kaçınıyorlardı. Önemli kaynak rezervlerini koruyorlardı. Sömürgelerini, hammadde kaynaklarını ve pazarlarını korumak için yeniden silahlanıyorlardı. Savunmacı bir duruş.

Mevcut durumu incelemek ve somut duruma dayanarak somut bir değerlendirme yapmak için Stalin'in yaklaşımını ve sınıflandırmasını anlamak çok önemlidir. Stalin şu somut gerçeklere işaret ediyordu:

1) Emperyalist devletler, içinde bulundukları krizin şiddetine bağlı olarak savaş ekonomisi yelpazesinin farklı aşamalarında yer alırlar ve bu durum onları çaresiz-azgın kılarken, bazıları nispeten istikrarlıdır.

2) Askeri sanayilerine güvenen ülkelerdeki şiddetli krizler çatışmaları ve savaşları zorunlu kılarken, diğerleri hâlâ sivil pazarlardan kâr elde ettikleri için istikrar ve barış gerekir.

3) Sömürgeleri, hammadde kaynakları ve pazarları "olanlar statükoyu savunurken, "olmayanlar" güç kullanarak yeniden dağıtım arayışındadırlar.

"Kaçınılmaz bir politika olarak boyun eğdirme ve yağma için güç kullanmak; politikanın farklı bir biçimde sürdürülmesi - aslında politika nedir? "Savaş, politikanın başka "araçlar" yoluyla sürdürülmesidir" (yani şiddet yoluyla) (7)

Stalin, "Emperyalizm döneminde eşitsiz gelişme yasası," diyordu, "bazı ülkelerin diğerlerine göre düzensiz gelişmesi, bazı ülkelerin dünya pazarından hızla devrilmesi, zaten bölünmüş olan dünyanın askeri çatışmalar ve askeri felaketler düzeninde periyodik olarak yeniden dağıtılması anlamına gelir... dünyanın emperyalist gruplar arasında çoktan paylaşılmış olması gerçeği, dünyada artık "özgür", işgal edilmemiş toprakların kalmaması ve yeni pazarlar ve hammadde kaynakları ele geçirmek, genişlemek için bu toprakları zorla başkalarından almak zorunda olunması... Teknolojinin eşi benzeri görülmemiş gelişimi... bazı ülkelerin diğerlerinin önüne geçmesini, daha güçlü ülkelerin daha az güçlü ama hızla gelişen ülkeler tarafından devrilmesini kolaylaştırdı. Eski nüfuz alanlarının tek tek emperyalist gruplar arasında dağılımı, her seferinde dünya pazarındaki yeni güç dengeleriyle çatışır... Dünya emperyalist savaşı, zaten bölünmüş bir dünyayı yeniden dağıtmaya yönelik ilk girişimdi. Söylemeye gerek yok, ilk yeniden dağıtım girişimini, emperyalist kampta hazırlık çalışmaları halihazırda devam eden ikinci bir girişim takip edecektir. (26)

Eski emperyalist ülkelerin zaten "askeri sanayileri" var ve askeri olarak yeni bir savaşa hazırlar. Yeni emperyalist ülkeler ise askeri sanayilerini inşa etme ve yeni bir savaşa hazırlanma sürecinde. Bu yüzden mümkün olduğunca "eski “ye karşı "yatıştırma politikasını” tercih ediyorlar. İşte bu noktada, savaştan önce her bir savaşan ülkenin izlediği fiili (iç ve dış) politikanın ne olduğu sorusuna cevap vermeden soyut bir şekilde tekrarlanan "politika" sorusu ortaya çıkıyor. İşte bu noktada askeri sanayileşme sorusu ortaya çıkıyor: Bölgesel savunma odaklı (ekonomik olarak) emperyalist mi, yoksa güç gösterisi için saldırı odaklı (emperyalist) mi?

Emperyalizm ve savaş birbirinden ayrılamaz ikizlerdir.

İşte bu nedenle "emperyalizm" meselesi ve ona karşı tutum, her somut koşul ve durumda, siyasi yönünden -yani (sanayinin militarizasyonu ve) savaştan- bağımsız olarak incelenemez. Lenin, "Soyut teorik akıl yürütme, Kautsky'nin... Marksizm’i terk ederek vardığı sonuca yol açabilir. Savaşın, hem ekonomik hem de siyasi yönleriyle emperyalizmin doğasının kapsamlı bir analizine dayanmadıkça, somut bir tarihsel değerlendirmesinin olamayacağı açıktır." diyordu. (1) Lenin, ikisini birbirine bağlayarak, "Bir savaşın karakteri ve başarısı, esas olarak savaşa giren ülkenin iç rejimine bağlıdır; savaş, söz konusu ülkenin savaştan önce yürüttüğü iç politikanın bir yansımasıdır." (29)

Lenin burada, herhangi bir "güç kullanımı" veya savaşlar için, belirli bir ülkenin "iç rejimini ve politikasını" doğrudan birbirine bağlıyor. "İkisi de aynı madalyonun iki yüzüyse", diyecektir bazıları, "o zaman bir "savaşa" karşı tutumumuz, "emperyalizme" karşı tutumumuzdan farklı olmayacaktır. Oysa Lenin, "tarihsel koşullara, sınıflar arasındaki ilişkiye ve benzeri verilere bağlı olarak, savaşa karşı tutumun farklı zamanlarda farklı olması gerektiğini" açıkça belirtir. " (30)

Bu, diyalektik olarak, "emperyalizme" karşı tutumun farklı zamanlarda farklı olacağı anlamına gelir. "Genel olarak proletaryanın çıkarlarının değil, yalnızca özel olarak "proletaryanın çıkarlarının olduğu zamanlar, koşullar ve durumlar olacaktır. "Proletaryanın genel çıkarlarının varlığı nedeniyle, özel çıkarların genel çıkarlara tabi olacağı zamanlar, koşullar ve durumlar olacaktır. Sürekli değişen bir dünyada koşullar ve durumlar değişeceğinden, her savaşa karşı tutumun da değişmesi gerekecektir.

"Onlarca yıl, neredeyse yarım yüzyıl boyunca, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya ve Rusya'nın hükümetleri ve egemen sınıfları, sömürgeleri yağmalama, diğer ulusları ezme ve işçi sınıfı hareketini bastırma politikası izlediler. Mevcut savaşta da sürdürülen politika yalnızca budur.

"Modern militarizm, kapitalizmin bir sonucudur. Her iki biçimiyle de kapitalizmin "hayati ifadesidir”: kapitalist devletlerin dış çatışmalarında kullandıkları askeri bir güç ve egemen sınıfların elinde proletaryanın her türlü ekonomik ve politik hareketini bastırmak için bir silah olarak. (6)

Emperyalizmin Savaş Eğilimi Üzerine

Militarizmin/savaşın kapitalizmin bir sonucu olduğu kabul edilse de, Stalin'in de gösterdiği gibi, emperyalizmin evrensel eğilimidir. "Yasa’nın mevcut koşullarla ve söz konusu evrensel yasanın somut ifadesiyle diyalektik bağlantısını ve ayrımını kurmak gerekir.

Stalin'in somut analizini incelediğimizde, "tüm emperyalist devletler militarize olacaktır" evrensel yasasını yineler. Ancak Stalin, bu militarizasyonun hızının ve yoğunluğunun yalnızca belirli bir ülke içindeki değil, uluslararası ölçekte de maddi koşullara bağlı olarak değiştiğine dikkat çeker.

Stalin, savaşın tekelci kapitalizmin doğasında olduğunu yineler. Ancak zamanlamasının her emperyalist ülkenin iç krizlerine ve belirli bir andaki rekabet aşamasının yoğunluğuna bağlı olduğunu da belirtir.

Stalin, Finans Sermayesinin savaş makinesini beslediğini yineler. Ancak, güç kullanma ve boyun eğdirme yönteminin, her "emperyalist" ülkenin ekonomisine, militarizasyonuna , rezerv ve kaynaklarına bağlı olarak farklılık gösterdiğine dikkat çeker. "Sahip olanlar" ve "sahip olmayanlar", krizde olanlar ve istikrarlı olanlar, acil bir savaş olmadan ucuz kaynak sağlayabilenler ve sağlayamayanlar için durum farklı olacaktır. Biri savaşı, diğeri ekonomik ve politik yolları seçecektir.

Konuşmalarını ve yazılarını doğrudan bağlantılı olarak okuduğumuzda, Stalin'in "emperyalist" ülkelerde savaş ekonomilerinin kaçınılmazlığı gerçeğini ortaya koyduğunu görebiliriz. Militarizasyon, devlet tekelci kapitalizmiyle birlikte başlasa da, emperyalist rekabet yoğunlaştığında tüm kapitalist devletler şu gerçekle yüzleşir: ya militarize olacaklar ya da boyunduruk altına alınacaklar. Stalin'in tarih aşamalandırması basit bir farklılaştırma değil, bilimsel bir dönemlendirme idi: 1. Aşama (1920'ler): "Barışçıl" emperyalistler (İngiltere/ABD) finans kapital aracılığıyla egemenlik kurar, 2. Aşama (1930'lar): Kriz, faşist devletleri topyekûn savaş ekonomilerine zorlar. 3. Aşama (1940'lar): Tüm emperyalistler tamamen askerileşir. (II. Dünya Savaşı)

Bu bölümün bir sonucu olarak, Lenin, Buharin ve Stalin, emperyalizmin askerileşmeyi gerektirdiği konusunda haklıydılar. Ancak Stalin'in açıkça gözlemlediği ve açıkladığı gibi, emperyalizmin ifadesi (yaşama uygulanması) eşitsiz, dengesizdir ve farklı biçimlerde olabilir. Özellikle teknoloji çağımızda, ticaretin, teknolojinin ve finansın silahlandırılması, modern imparatorlukların diğerlerini boyunduruk altına alma biçimidir. Bu, emperyalist rekabet yoğunlaştığında nispeten sona erer, ticaretin ve diğer araçların silahlandırılması yoluyla boyunduruk altına alma etkisiz hale gelir. Askeri güç dengesine, teknolojik çağımızda savaşa, vekalet savaşlarına bağlı olarak, boyunduruk altına alma pratiği karakter değiştirir  (bu konuyu daha sonra ek olarak ele alacağız).

Dolayısıyla, emperyalizmin siyasi tanımı, kendisini savaş ekonomisine yapısal dönüşüm olarak yansıtan siyasi emperyalizmdir.

Emperyalizmin bilimsel kavramı, ekonomik ve politik tanımların birliğini, herhangi bir ülkeye herhangi bir anda doğru bir şekilde uygulanabilmesi için bütünleştirir; bir öngörü olarak beklenen gelecekte değil, bir olgu olarak değerlendirmenin yapıldığı andaki durum.

"Belirli bir zamanda emperyalistler arasında ayrım yapmak yanlış değildir, ancak bunun geçici olduğunu unutmamalıyız. Geçici bir ayrım, yalnızca belirli bir koşulun değerlendirilmesini yansıtır." Bu, Leninizm için bir "istisna" değil, Leninizm'in ta kendisidir. Bilimsel sosyalizmin düşmanı nüans değil, Marksizm diyalektiğinin belirli bir zamandaki somut koşullara ve duruma uygulanamamasından kaynaklanan katılıktır.

("Dijital üretim zinciri" - dijital karteller, parçalanmış sömürü ve silahlandırma, "hammadde olarak veri" ve silahlandırma gibi yeni olgulardan bazılarını ele alacağım.)

Lenin şöyle demişti:

"Toplum sınıflara bölündüğü sürece, sömürü var olduğu sürece savaş kaçınılmazdır."

Şimdi savaş sorununa ve tarihteki savaşlara ilişkin farklılıklara, farklı duruşlara dalıyoruz.

Modern Zamanlarda Emperyalist Savaşların Tarihsel Türleri

Stalin'in "emperyalist" ülkelerde savaş ekonomilerinin kaçınılmazlığına ilişkin maddi gerçeği teşhir ettiğini gördüğümüz gibi, ekonominin askerileşme devlet tekelci kapitalizmi ile birlikte başlar (yoğunlaşır) ve emperyalist rekabet yoğunlaştığında, tüm kapitalist devletler ya askerileşme ya da boyun eğdirilme seçeneğiyle karşı karşıya kalırlar. Stalin, savaşların tarihini yalnızca biçimlerdeki farklılaştırmayla değil, genel olarak savaşların ve özel olarak dünya savaşlarının bilimsel bir dönemselleştirilmesiyle aşamalandırdı.

Dünya savaşlarını değerlendirirken, söz konusu savaşı münferit, tesadüfi bir fenomen olarak düşünmek yaygın bir hatadır. Verili bir dönemde sınıflar arasındaki ve kapitalist ülkeler arasındaki güçler dengesinin dikkate alınmaması, analizcileri,  daha makul bir politika izlenseydi savaşın önlenebileceği iddiasını savunacak kadar ileri götürür. Leninistlerin kanıtlanmış teorisi, kapitalizm altında savaşların kaçınılmaz olduğudur. Siyasi ve ekonomik olarak her savaş biraz farklı olabilir. Ekonomik açıdan dünya savaşları önceki savaşlardan esasen farklıydı; otokrasilere, monarşilere, feodalizme, sömürgecilik karşıtlığına, sömürgeciliğe karşı savaşlar ... Tekelci kapitalizm altındaki dünya savaşı artık yeni bölgelerin emperyalizm rejimine tabi kılınması değil, emperyalizmin temsilcilerinin sömürülen sömürge ve yarı-sömürge bölgelerin güç kullanımı yoluyla yeniden paylaşılması için kendi aralarında mücadeleleri meselesiydi – yani iç çatışmalar ve savaşlar.

Genel olarak solun tutumu, her çağdaki savaşlara karşı çoğunlukla ideolojik farklılıklardan kaynaklanan çeşitlilik gösterdi. Bu ideolojik farklılık, Bolşevikler ile (her türden) Menşevikler arasındaki çizgiyi çiziyor ve bu da kitlelerin tutumuna yansıyor. Lenin'in değerlendirmesini burada belirtmek önemlidir, çünkü mevcut değerlendirmeler için hala geçerliliğini göstermektedir.

"Kapitalizmin yükseliş eğrisinin büyümesi ve yarı-sömürgelerin ve sömürgelerin sömürülmesi, emperyalist güçlerin burjuvazisinin, ülkelerinin sanayi proletaryasına yavaş ama istikrarlı bir şekilde yükselen yaşam standardını sağlamasını mümkün kıldı.

Bu gerçek, emperyalist ülkelerdeki işçi sınıfının önemli bir bölümünün neden proletaryanın genel kitlesinden ayrıldığını ve bir işçi aristokrasisi haline geldiğini açıklamaktadır. Ve bu işçi aristokrasisi, revizyonizmin ve sömürge politikasının sosyal demokrasi tarafından onaylanmasının temelini oluşturdu. Aynı zamanda sosyal yurtseverliğin ve sanayi proletaryasının savaş sırasında burjuvazisiyle ortak eyleminin ekonomik temeliydi." (34)

"Savaşa karşı tutumumuz" diyordu Lenin, "burjuva pasifistlerinkinden (barışın destekçileri ve savunucuları) ve Anarşistlerinkinden temelden farklıdır. Birincilerden, savaşlar ile ülke içindeki sınıf mücadelesi arasındaki kaçınılmaz bağlantıyı anlamamız bakımından ayrılıyoruz; sınıflar ortadan kaldırılıp sosyalizm kurulmadıkça savaşın ortadan kaldırılamayacağını anlıyoruz; ayrıca, ezilen sınıfın ezen sınıfa, kölelerin köle sahiplerine, serflerin toprak sahiplerine ve ücretli işçilerin burjuvaziye karşı yürüttüğü savaşlar olan iç savaşları meşru, ilerici ve gerekli görmemiz bakımından da ayrılıyoruz. Biz Marksistler, tarihsel olarak (Marks'ın diyalektik materyalizmi açısından) her savaşı ayrı ayrı incelemeyi gerekli gördüğümüz için hem pasifistlerden hem de Anarşistlerden ayrılırız. Tarihte, tüm savaşlara kaçınılmaz olarak eşlik eden tüm dehşet,  vahşet, sıkıntı ve acılara rağmen ilerici olan, yani son derece zararlı ve gerici kurumların  (örneğin otokrasi veya serflik), Avrupa'nın en barbar despotizmlerinin (Türk ve Rus) yok edilmesine yardımcı olarak insanlığın gelişimine fayda sağlayan çok sayıda savaş olmuştur. Bu nedenle,  tamda bu mevcut savaşın tarihsel olarak kendine özgü özelliklerini incelemek gerekiyor."(45)

Lenin'in bu açıklaması,  "kapitalistler arasındaki hiçbir savaşın ilerici bir sonuç getiremeyeceği" şeklindeki, somut bir değerlendirme yapmaktan kaçınmak için ezbere bürünmüş sloganları, hazır reçeteleri çürütmektedir.

Lenin'in "tarihsel koşullara, sınıfların ilişkisine ve benzeri verilere bağlı olarak, savaşa karşı tutumun farklı zamanlarda farklı olması gerekir” sözünü akılda tutarak, önceki savaşları inceleyelim.

Savaşa karşı tutumlar

Marksist diyalektik, her bir özgül tarihsel durumun somut bir analizini gerektirir.

Lenin'in önceki açıklaması, savaş da dahil olmak üzere herhangi bir olguya ilişkin değerlendirmemizin ve aldığımız tavrın "işçi sınıfının çıkarlarından" kaynaklanması gerektiği ve her zaman "mücadelelerinin çıkarlarını" göz önünde bulundurması gerekliliği temel ilkesiyle diyalektik olarak bağlantılı ve ilişkiliydi.

"Genel olarak proletaryanın çıkarlarının” değil, özelde yalnızca "proletaryanın çıkarlarının” olacağı zamanlar, koşullar ve durumlar olacaktır ve "proletaryanın genel çıkarlarının” varlığı nedeniyle özelin çıkarlarının genelin çıkarlarına tabi olacağı zamanlar, koşullar ve durumlar olacaktır.  Sürekli değişen bir dünyada koşullar ve durumlar değişecek, bu nedenle her birine karşı tutumun farklı olması gerekecektir.  

Marks ve Engels dönemindeki savaşlar ve tutumları

Marks ve Engels dönemindeki savaşlar, sonraki savaşlara kıyasla farklı bir karaktere sahipti. Ne var ki, kendisini “dünya" olarak gören ve yansıtan Batı bu öncülden yola çıkıp, burjuva demokratik devrimleri ve anti-emperyalist savaşları reddederler. Aslında dünyada hâlâ burjuva demokratik devrimlerin, sömürgecilik karşıtı, anti-emperyalist savaşların gündemde olduğu bir sürü feodal sömürge, yarı-sömürge ülke, var.  Kapitalist bir devleti diğerine karşı seçmek, ya da birinin yanında yer almak söz konusu olduğunda, bu "geçmiş" bir dönemin tarihidir. Alınacak tavır, somut analiz ve duruşun "işçi sınıfının çıkarları" temelinde analiz edilmesiyle belirlenir.  Anti-emperyalist savaşlar, anti-emperyalist savaşı yürüten güçler- onların sınıfsal niteliğinden bağımsız olarak - işçi sınıfının çıkarlarına hizmet eder.

Marks ve Engels döneminde, 19. yüzyılın ortalarında, savaşlar öncelikle feodalizme ve hanedan imparatorluklarına karşı burjuva demokratikti. Marks'ın zamanında burjuvazi, sömürgecilik karşıtı savaşları nesnel olarak ilerici hale getiren sömürgeci ülkeler tarafından yürütülen gerici sömürge savaşları dışında, feodalizmi parçalamada tarihsel olarak ilericiydi.

Lenin, Potresoy eleştirisinde,  Marks'ın savaşlara karşı tutumu ve "hangi burjuvazinin başarısının daha arzu edilir olduğu" sorunu açısından eski çağı ve onun sınıfsal bağlamını açıklığa kavuşturmuştu;

"Potresov, 1859'da Marks'a göre (ve daha sonraki bazı durumlarda), “ hangi tarafın başarısı daha arzu edilir” sorusunun, "hangi burjuvazinin başarısının daha arzu edilir olduğu" sorusu anlamına geldiğini fark edemedi. Potresov, Marks'ın,  Avrupa'nın  önde gelen devletlerinde yalnızca var olmakla kalmayıp aynı zamanda tarihsel sürecin ön saflarında yer alan,  kuşkusuz ilerici burjuva hareketlerin var olduğu bir dönemde sorun üzerinde çalıştığını fark edemedi." (35)

Lenin farkı açıklığa kavuşturuyor;" Her şeyden önce, bunlar (Almanya ve İtalya'daki) ulusal hareket üzerine düşüncelerdi - ikincisinin "orta çağ temsilcileri" üzerindeki gelişimi üzerine; ikincisi, bunlar Avrupa Uyum’undaki gerici monarşilerin (Avusturya, Napolyon vb.) "ana kötülüğü" üzerine düşüncelerdi. (35)

Bu düşünceler son derece açık ve tartışılmaz niteliktedir. Marksistler, feodal ve mutlakiyetçi güçlere karşı burjuva ulusal kurtuluş hareketlerinin ilericiliğini hiçbir zaman inkar etmediler...Marks ve Engels, hangi burjuvazinin başarısının arzu edilebilirliği sorunu üzerinde çalışıyorlardı; mütevazı liberal bir hareketin fırtınalı bir şekilde demokratik bir harekete dönüşmesiyle ilgileniyorlardı. Potresov, günümüzün (burjuva olmayan)  demokrasisi döneminde,  Britanya'da, Almanya'da ya da Fransa'da ister mütevazı liberal ister fırtınalı bir şekilde demokratik olsun, burjuva ilerici hareketlerin hayal bile edilemeyeceği bir zamanda burjuva ulusal-liberalizmini vaaz ediyor. Marx ve Engels kendi çağlarının, burjuva-ulusal ilerici hareketlerin çağının ilerisindeydiler; Orta çağ temsilcilerinin "başlarının üzerinde" gelişebilmeleri için bu tür hareketlere ivme kazandırmak istediler. (35)

"Marx'ın yöntemi, her şeyden önce, belirli ve somut koşullarda, belirli bir andaki tarihsel bir sürecin nesnel içeriğini gerektiği gibi hesaba katmaktan ibarettir; bu, her şeyden önce, bu somut koşullarda mümkün olan ilerlemenin zembereğinin hangi sınıfın hareketi olduğunu gerçekleştirmek içindir. 1859'da Avrupa Kıtası’ndaki tarihsel sürecin nesnel içeriğini oluşturan emperyalizm değil, ulusal-burjuva kurtuluş hareketleriydi."  ...  Burjuva, ulusal kurtuluş hareketleri çağında iki ülkenin savaş halinde olduğunu varsayalım. Günümüz demokrasisi açısından hangi ülkeye başarılar dilemeliyiz? Açıkçası, başarısı burjuvazinin kurtuluş hareketine daha büyük bir ivme kazandıracak, gelişimini hızlandıracak ve feodalizmi daha kararlı bir şekilde baltalayacak olan ülkeye."(35)

Marks'ın dünyadaki gericiliğin ve karşı-devrimin ana odağı olan ve diğerlerinden daha fazla mücadele edilmesi gereken Çarlık rejimine bakışı ve yaklaşımı,  onun savaş ve barış konusundaki genel siyasi çizgisi değil, verili somut durum ve koşullarla ilgiliydi.

"Birinci çağda" diyordu, "nesnel ve tarihsel görev,  ilerici burjuvazinin,  ölmekte olan bir feodalizmin başlıca temsilcilerine karşı mücadelesinde, dünyanın tüm demokratik burjuvazisine mümkün olan en büyük avantajı sağlamak için uluslararası çatışmaları nasıl "kullanması" gerektiğini tespit etmekti . İlk çağda, yarım yüzyıldan fazla bir süre önce, feodalizmin kölesi olan burjuvazinin “kendi" feodal zaliminin yenilgisini istemesi doğal ve kaçınılmazdı, özellikle de tüm Avrupa'yı ilgilendiren başlıca ve merkezi feodal kaleler o zamanlar bu kadar çok değildi. Marks çatışmaları böyle "değerlendirdi": verili ve somut bir durumda, burjuva kurtuluş hareketinin başarısının tüm Avrupa'nın feodal kalesinin altını oymada hangi ülkede daha önemli olduğunu tespit etti."(35)

Nesnel olarak, feodal ve hanedan savaşlarına devrimci demokratik savaşlar, ulusal kurtuluş savaşlarıyla karşı çıkıldı. Marks ve Engels'in o döneminin tarihsel görevlerinin içeriği buydu.

Birinci Dünya Savaşı – Lenin'in zamanı ve savaşa karşı tutumu

1. Dünya Savaşı sırasında, Avrupa'nın en büyük gelişmiş devletlerindeki nesnel durum farklıydı. Kapitalizm, ilerici kapitalizmden tekelci kapitalizmin gerici aşamasına geçiş yapmıştı. Önceki çağ ile yeni çağ arasındaki farkı tanımlayan Lenin, "Kapitalizm o kadar yoğunlaştı ki,  tüm sanayi dalları kapitalist milyarderlerin kartelleri, tröstleri ve birlikleri tarafından ele geçirildi ve neredeyse tüm dünya "sermayenin efendileri" arasında ya koloniler biçiminde bölündü,  ya da diğer ülkeleri binlerce finansal sömürü ipliğine hapsetme yoluyla. Serbest ticaret ve rekabetin yerini, tekel, sermaye yatırımı için topraklara el koyma, onlardan hammadde ihracatı vb. çabaları almıştır. Emperyalist-kapitalizm, kapitalizmin feodalizme karşı mücadelede olduğu ulusların kurtarıcısından, ulusların en büyük baskıcısı haline geldi. Eskiden ilerici olan kapitalizm gerici hale geldi" (7)

Bu geçiş, sömürgeleri yeniden bölmek için emperyalistler arası gerici savaşlar çağını başlattı. Lenin, bir öncekiyle karşılaştırarak şunları söylüyordu; "Bugün, ilerici bir burjuvaziyi, ilerici bir burjuva hareketini, örneğin Avrupa’nın Konserti’nin (tekelci yapının) " kilit üyelerini teşkil eden İngiltere ve Almanya’da ilerici bir burjuvaziyi, ilerici bir burjuva hareketini hayal etmek bile gülünç olur. Bu iki kilit devletin eski burjuva "demokrasisi" gericileşti. Potresov bunu "unutmuş" ve eski (burjuva) sözde demokrasinin bakış açısının yerine günümüz (burjuva olmayan) demokrasisinin bakış açısını koymuştur. Başka bir sınıfın, dahası eski ve modası geçmiş bir sınıfın bakış açısına geçiş, tam bir oportünizmdir. Böyle bir değişimin, eski ve yeni çağlardaki tarihsel sürecin nesnel içeriğinin çözümlenmesiyle gerekçelendirilemeyeceğine dair en ufak bir kuşku olamaz . " (35)

Lenin'in Birinci Dünya Savaşı'na yönelik tutumunu belirleyen eleştiri ve çözümlemesi şu sonuca varıyordu: "Günümüz demokrasisi ancak emperyalist burjuvazilerden ne birine ne de diğerine katılmazsa, ancak iki tarafın eşit derecede kötü olduğunu söylerse ve emperyalist burjuvazinin her ülkede yenilgisini isterse kendine sadık kalacaktır. Başka herhangi bir karar gerçekte ulusal-liberal olacaktır ve gerçek enternasyonalizmle hiçbir ortak yanı olmayacaktır." (35) Lenin'in 1. Dünya Savaşı'ndaki tutumu,  sosyalistlerin  savaşta herhangi bir emperyalist kampı desteklemeyi reddetmeleri, işçi sınıfı mücadelesini teşvik etmeleri, barışı kazanmanın yolu olarak her birinin kendi savaşan ülkesinde sosyalist devrimi savunması gerektiği şeklindeki "devrimci yenilgicilik" (kendi hükûmetinin yenilmesi) idi . Lenin'in " yenilgiciliği”  pasif bir duruş değil, devrimci eylem çağrısı yapan aktif bir duruştu.

 Marks ve Engels'in zamanındaki “hangi burjuvazinin başarısı daha arzu edilir” iken, "hiçbir (emperyalist) burjuvazi arzu edilmez” çağına dönüşmesi, emperyalistler arası savaş durumlarında yeni "devrimci yenilgicilik " politikasını ortaya çıkardı.

Verili zaman ve koşullardaki somut durum analizine dayanarak, Lenin'in "Devrimci yenilgicilik " duruşu işe yaradı. İç savaş bir gerçek haline geldi" diyen Lenin, "Emperyalist savaşın, devrimin başlangıcında, hatta savaşın başında öngördüğümüz iç savaşa dönüşmesi... Ekim ayında kendimizi içinde bulduğumuz koşullar..."(9)

Marksist Diyalektiğin önemli bir doğrulaması olarak, " yenilgici" duruş, "savunmacı” duruşa dönüştü. "Evet, artık savunmacıyız" diyordu Lenin. “ 25 Ekim 1917'den beri savunmacıyız; Vatanımızı savunma hakkını kazandık... ülkemizin savunmasına hazırlık politikasıdır, kararlı bir politikadır,  emperyalist güçlerin Doğu ve Batı'daki aşırılık yanlısı olanlarına yardım edecek tek bir adım atılmasına izin vermemektir." (10) Ardından Lenin, " yenilgici " duruşa karşı "savunma" "hakkının" "bildiriler yayınlayarak değil, yalnızca kendi ülkesindeki burjuvaziyi devirerek elde edildiğini" belirtiyordu. Bu konuda şunları söylemişti; " Her durumda işe yarayacak bir tarif veya genel kural uydurmak saçma olur. Her ayrı olayda durumu analiz edecek beyne sahip olmak gerekir."(11)

Marksist Leninistlerin yenilgici, savunmacı ya da (aktif) tarafsız duruşları olsun, bunların hepsi, politika ve duruş için bir değerlendirme yaparken proletaryanın ve mücadelesinin çıkarlarını göz önünde bulundurma temel ilkesinden kaynaklanmaktadır. Hangi tarafın ya da daha çok hangi burjuvanın bize faydalı olacağı sorusu asla dar görüşlü, mekanik bir sorun değildir, proletaryanın çıkarlarının nerede yattığı sorusudur soyut genel teorilere değil, somut durum ve koşullara dayanır. Bir ülkenin çıkarlarına göre değil, genel olarak insanların çıkarlarını hesaplar.

"İkinci çağ... modern demokrasideki derin çelişkiler... şehirler giderek daha fazla nüfus çekiyor ve tüm dünyanın büyük şehirlerindeki yaşam koşulları eşitleniyordu; Sermaye uluslararasılaşıyordu ve büyük fabrikalarda hem yerli hem de yabancı kasabalılar ve taşra halkı birbirine karışıyordu. Sınıf çelişkileri giderek daha da keskinleşiyordu..." "Şu anda" diyordu Lenin; "üçüncü çağda,  tüm Avrupa çapında öneme sahip hiçbir feodal kale kalmadı. Kuşkusuz, çatışmaları "yarara yönlendirmek" günümüz demokrasisinin görevidir, ama -Potresov'a ve Kautsky'ye rağmen- bu uluslararası kullanım, tek tek ulusal mali sermayeye değil, uluslararası mali sermayeye karşı yöneltilmelidir. Kullanım, elli ya da yüz yıl önce yükselişte olan bir sınıftan etkilenmemelidir. O zamanlar mesele, en ileri burjuva demokrasisinin "uluslararası eylemi" meselesiydi; Bugün, tarihin yarattığı ve nesnel durumun ilerlettiği benzer bir görevle karşı karşıya olan başka bir sınıftır." (24)

Teorilerin tüm savaşlara kuralcı bir şekilde uygulanmasıyla kendini gösteren zamanımızın ezbere öğrenilmiş teorik hatalara büyük bir örnek olarak Lenin, Rosa'yı eleştirisinde; "Tek hata... Sözde... somutluk gereğinden ayrılmak, bu savaşın değerlendirmesini emperyalizm altında mümkün olan tüm savaşlara uygulamak, emperyalizme karşı ulusal hareketleri görmezden gelmek.”... Ulusal bir savaş emperyalist bir savaşa dönüşebilir ve bunun tersi de geçerlidir.”... " Yalnızca bir lafazan, emperyalist ve ulusal savaş arasındaki farkı, birinin diğerine dönüşebileceği gerekçesiyle göz ardı edebilir. Diyalektiğin safsataya bir köprü görevi görmesi nadir değildir. Ama biz diyalektikçi olarak kalıyoruz ve safsatalarla genel olarak tüm dönüşümlerin olasılığını yadsıyarak değil, verili olguyu somut ortamı ve gelişimi içinde analiz ederek mücadele ediyoruz..."(8)

Bu bölümü, Lenin'in benzer bir konuda Plehanov'a yönelttiği, bu anlamda çarpıcı ve değerli, güncel için de geçerli olan eleştirisiyle bitirelim.

Lenin, "Plehanov", "Fransız ve Rus oportünizmini korumak için Alman oportünizmini lafazan bir şekilde kınıyor. Sonuç, uluslararası oportünizme karşı bir mücadele değil, ona destektir. Galiçya hakkında hiçbir şey söylemezken Belçika'nın kaderinden sofistik bir şekilde yakınıyor. Lafazanlık bir şekilde emperyalizm dönemini (yani, tüm Marksistlerin savunduğu gibi, kapitalizmin çöküşü için nesnel koşulların olgunlaştığı ve sosyalist proleter kitlelerin bulunduğu bir dönem) ile burjuva-demokratik ulusal hareketler dönemini birbirine karıştırır; Başka bir deyişle, burjuva anavatanlarının proletaryanın uluslararası devrimiyle yıkılmasının an meselesi olduğu bir dönemle, bunların başlangıç ​​ve sağlamlaşma dönemini birbirine karıştırmaktadır. O, lafazan bir şekilde, Alman burjuvazisini barışı bozmakla suçlarken, "Üçlü İtilaf" burjuvazisinin Almanya'ya karşı uzun ve ayrıntılı bir savaş hazırlığı konusunda sessiz kalır. ... Plehanov'un tüm safsatalarını analiz etmek için bir dizi makale gerekir ve onun gülünç saçmalıklarının çoğuna girmeye değmez. İddia edilen argümanlarından sadece birine değineceğiz. 1870'te Engels, Marx'a, Wilhelm Liebknecht'in anti-Bismarckizm'i tek yol gösterici ilkesi haline getirmekle yanıldığını yazmıştı. Plehanov bu alıntıyı keşfettiği için mutluydu: Aynı şeyin çarlık karşıtlığı için de geçerli olduğunu savunuyor! Bununla birlikte, safsatayı (yani, olaylar arasındaki bağı dikkate almadan, örneklerin dışsal benzerliğine tutunma yöntemini) diyalektikle (yani, bir olayın ve gelişiminin tüm somut koşullarını inceleme yöntemini) değiştirmeye çalışalım.

Peki ya Rusya? Cesur Plehanov'umuz daha önce Rusya'nın gelişiminin Galiçya'nın, Konstantinopolis'in, Ermenistan'ın, İran'ın vb. fethini gerektirdiğini ilan etme cesaretine sahip miydi? Şimdi bunu söyleyecek cesareti var mı? Almanya'nın ( on dokuzuncu yüzyılın ilk üçte ikisinde hem Fransa hem de Rusya tarafından ezilmiş) Almanların ulusal bölünmüşlüğünden birleşik bir ulusa doğru ilerlemesi gerektiğini, oysa Rusya'da Büyük Rusların bir dizi başka ulusu birleştirmek yerine ezdiğini düşündü mü? Plehanov, bu tür şeyler üzerinde düşünmeden,  Engels’ in 1870 tarihli alıntısının anlamını, Südekum'un Engels'in 1891 tarihli bir alıntısını,  Almanların Fransa ve Rusya'nın müttefik ordularına karşı bir ölüm kalım mücadelesi vermesi gerektiği şeklinde çarpıtarak şovenizmini maskelemiştir.(23)

Birinci Dünya Savaşı dönemi, Batı Avrupa ülkelerindeki burjuva demokratik devrimler döneminden sonra, kapitalizmin ilerici bir aşamadan gerici tekelci kapitalizm (emperyalizm) aşamasına geçtiği bir dönemde gerçekleştirildiği için kendine özgüdür. Savaş tekelci-kapitalist (emperyalist) ülkeler arasındaydı.

2. Dünya Savaşı'nı analiz ederken karşılaştırmayı yapan Stalin'e atıfta bulunalım.

İkinci Dünya Savaşı – Stalin'in dönemi ve savaşa karşı tutumu

"Bununla birlikte, safsataların (yani,  olaylar arasındaki bağı dikkate almadan , örneklerin dışsal benzerliğine tutunma yönteminin) yerine diyalektiği (yani,  bir olayın ve gelişiminin tüm somut koşullarını inceleme yöntemini) koymaya çalışalım." (23)

Bu ilke ve öğreti, Stalin'in ikinci dünya savaşı sırasında izlediği ve uyguladığı şeydi. Birinci Dünya Savaşı'na çok benzer bir şekilde, saldırgan (Lenin'in aşırılık yanlısı olarak adlandırdığı) Emperyalist Almanya ile 2. emperyalist Dünya Savaşı'na hazırlanmak için anlaşma yaptı. Barış için bir ittifak için saldırgan olmayan diğer emperyalistlere ulaştı. İkinci Dünya Savaşı emperyalistler arası bir savaştı, ancak mevcut koşulların farklı olması nedeniyle Stalin'in tutumu farklıydı. Stalin bunu şöyle açıklamıştı; 

"Yeni krizin ayırt edici özelliği, birçok açıdan öncekinden farklı olması ve dahası, daha iyiye değil, daha kötüye doğru farklılık göstermesidir. … Mevcut kriz barış zamanında değil, ikinci bir emperyalist savaşın çoktan başladığı bir zamanda, diğer tüm büyük kapitalist güçlerin kendilerini savaş temelinde yeniden örgütlemeye başladıkları bir zamanda patlak verdi." (36)

Stalin, burada "ekonominin savaş temelinde yeniden düzenlenmesine" işaret ediyordu. Aradaki farkı,  ve bu farkın ne olduğunu şöyle açıklamıştı ;

"... Önceki krizden farklı olarak, mevcut kriz genel bir kriz değil, henüz kendilerini savaş ekonomisi temeline oturtmamış ekonomik açıdan güçlü ülkeleri kapsamaktadır. Ekonomilerini savaş temelinde yeniden örgütlemiş olan Japonya, Almanya ve İtalya gibi saldırgan ülkelere gelince, savaş sanayilerinin yoğun gelişimi nedeniyle, buna yaklaşıyor olmalarına rağmen henüz bir aşırı üretim krizi yaşamıyorlar. Bu, ekonomik olarak güçlü, saldırgan olmayan ülkeler kriz aşamasından çıkmaya başladığında, savaş ateşi sırasında altın ve hammadde rezervlerini tüketen saldırgan ülkelerin çok şiddetli bir kriz aşamasına girmeye mahkum oldukları anlamına gelir."  (36)

Stalin'in değerlendirmesi, mevcut dünya durumunu, ekonomik krize doğru giden saldırgan-faşist emperyalist ABD-Batı'nın gerilemesi ve ekonomik olarak güçlenen ancak ekonomileri savaş zemininde olmayan, saldırgan olmayan emperyalist (ekonomik anlamda) ekonomisi savaş zemininde olan emperyalist (bütünlüklü anlamda)  gerilemesi olarak çarpıcı bir şekilde tanımlar. Bu, emperyalizmin bilimsel kavramının belirlenmesinde -hem ekonomik hem de askeri anlamda- somut koşullara ve Marksizm'in diyalektiğinin uygulanmasına dayanan somut değerlendirmedir.

 Stalin şöyle devam ediyordu;" … Artık mesele piyasalardaki rekabet, ticari savaş, damping meselesi değil. Bu mücadele yöntemlerinin uzun süredir yetersiz olduğu kabul ediliyor. Artık mesele dünyanın, nüfuz alanlarının ve sömürgelerin askeri harekât yoluyla yeniden paylaşılmasıdır...  Üç saldırgan devletten oluşan blok oluşturuldu. Dünyanın savaş yoluyla yeniden paylaşılması yakın hale geldi.

Birinci emperyalist savaştan sonra galip devletler, özellikle İngiltere, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri, ülkeler arasındaki ilişkilerde yeni bir rejim, savaş sonrası barış rejimi kurdular.  Ancak üç saldırgan devlet, Japonya'nın Dokuz Güç Paktı'nı, Almanya ve İtalya'nın Versay Antlaşması'nı yırtıp atması ve onların başlattığı yeni emperyalist savaş, bu savaş sonrası barış rejiminin tüm sistemini altüst etti... Yeni emperyalist savaş bir gerçek haline geldi."  (36)

Savaşın türünün belirlenmesi de farklı değildi – bu bir "emperyalist savaştı” ama önceki emperyalist savaştan farkları vardı. Stalin bu ayrımın karakterini şu sorularla değerlendirdi; 

"Yeni emperyalist savaşın bu tek yanlı ve tuhaf karakterini neye bağlıyoruz?

Bu kadar geniş fırsatlara sahip olan saldırgan olmayan ülkeler, nasıl oluyor da bu kadar kolay ve hiçbir direniş göstermeden konumlarını ve saldırganları memnun etme yükümlülüklerini terk ettiler?

(Bu) Saldırgan olmayan devletlerin zayıflığına mı atfedilmeli? Tabii ki değil! Saldırgan olmayan, demokratik devletler bir araya geldiklerinde, hem ekonomik hem de askeri olarak faşist devletlerden tartışmasız daha güçlüdürler.

O halde bu devletlerin saldırganlara verdiği sistematik tavizleri neye bağlayacağız?" (36)

Stalin açıkça (aşırılıkçı-savaşçı) saldırgan emperyalistler ile saldırgan olmayan emperyalistler arasında bir ayrım yapıyordu. Nedenini şöyle açıklıyordu; 

"Bunun başlıca nedeni, saldırgan olmayan ülkelerin çoğunluğunun, özellikle de İngiltere ve Fransa'nın, kolektif güvenlik politikasını, saldırganlara karşı kolektif direniş politikasını reddetmesi ve müdahale etmeme, "tarafsızlık" pozisyonu almasıdır. (36)

Savaştan önce Stalin verdiği röportajda şöyle söylüyordu;

 "Bana göre savaş tehlikesinin iki koltuğu var. Birincisi Uzak Doğu'da, Japonya bölgesinde. Japon askerlerinin diğer güçlere yönelik tehditler içeren sayısız açıklamasını hesaba katıyorum. İkinci koltuk Almanya bölgesindedir. Hangisinin en tehditkar olduğunu söylemek zor ama ikisi de tehditkar ve aktif. Savaş tehlikesinin bu iki ana koltuğuyla karşılaştırıldığında, İtalyan-Habeş savaşı bir bölümdür. Şu anda, Uzak Doğu'daki tehlike merkezi en büyük faaliyeti ortaya koyuyor. Ancak bu tehlikenin merkezi Avrupa'ya kayabilir." (12)

Üç yıl sonra SBKP(B)'nin On Sekizinci Kongresine Merkez Komitesinin Çalışmaları Hakkında Raporunda Stalin şunları söylemişti;

"Bu dönemde uluslararası durumda tam olarak ne gibi değişiklikler oldu? Ülkemizin dış ve iç işleri tam olarak ne şekilde değişti?

Kapitalist ülkeler için bu dönem, hem ekonomik hem de siyasi alanlarda çok derin çalkantıların yaşandığı bir dönemdi. Ekonomik alanda bunlar bunalım yıllarıydı ve bunu 1937'nin ikinci yarısının başından itibaren yeni bir ekonomik kriz dönemi, Amerika Birleşik Devletleri, Büyük Britanya ve Fransa'da sanayide yeni bir gerileme dönemi izledi; sonuç olarak, bunlar yeni ekonomik komplikasyon yıllarıydı. Siyasi alanda ciddi siyasi çatışmaların ve tedirginliklerin yaşandığı yıllardı... Sözde barış rejimi olan savaş sonrası sistemin tamamı temellerinden sarsıldı. 

Şimdi uluslararası durumdaki değişiklikleri gösteren somut verileri inceleyelim.

1. Kapitalist ülkelerde yeni ekonomik kriz, pazarlar ve hammadde kaynakları için ve dünyanın yeni bir yeniden paylaşımı için mücadelenin yoğunlaşması.

1929'un ikinci yarısında kapitalist ülkelerde patlak veren ekonomik kriz 1933'ün sonuna kadar sürdü. Bundan sonra kriz bir bunalıma dönüştü ve bunu sanayide belirli bir canlanma, belirli bir yükseliş eğilimi izledi. Ancak sanayinin bu yükseliş eğilimi, genellikle bir canlanma döneminde olduğu gibi bir patlamaya dönüşmedi. Aksine, 1937'nin ikinci yarısında, önce Amerika Birleşik Devletleri'ni, ardından İngiltere, Fransa ve diğer bazı ülkeleri kapsayan yeni bir ekonomik kriz başladı.

Böylece kapitalist ülkeler, daha yakın dönemdeki tahribattan kurtulamadan kendilerini yeni bir ekonomik krizle karşı karşıya buldular.

Bu durum doğal olarak işsizliğin artmasına neden oldu. Kapitalist ülkelerde 1933'te otuz milyondan 1937'de on dört milyona düşen işsiz sayısı, yeni ekonomik krizin sonucu olarak şimdi yeniden on sekiz milyona yükseldi. “

Hazır formüller olarak çok yaygın olarak kullanılan "tarafsızlık", "müdahale etmeme" ile ilgili olarak Stalin'in açıklaması aydınlatıcıydı.

"Resmi olarak konuşursak, müdahale etmeme (bizi ilgilendirmez) politikası şu şekilde tanımlanabilir:

"Her ülke saldırganlara karşı istediği gibi ve elinden geldiğince kendini savunsun. Bu bizim meselemiz değil. Hem saldırganlarla hem de onların kurbanlarıyla ticaret yapacağız."

Ama aslında müdahale etmeme politikası, saldırganlığa göz yummak, savaşın dizginlerini serbest bırakmak ve sonuç olarak savaşı bir dünya savaşına dönüştürmek anlamına gelir. Müdahale etmeme politikası, saldırganların hain işlerine engel olmama hevesini, arzusunu ortaya koyuyor. (36)

1942'de saldırgan emperyalistlere karşı saldırgan olmayanlarla ittifak yapıldıktan sonra Stalin, "Müttefiklerin Afrika'daki kampanyasına Sovyet bakışı nedir?" sorusunu soruyor ve şöyle cevap veriyordu;

“ Sovyetlerin bu harekâtla ilgili görüşü, Müttefiklerin silahlı kuvvetlerinin artan gücünü gösteren ve yakın gelecekte İtalya-Almanya koalisyonunun dağılması ihtimalini ortaya koyan, büyük önem taşıyan olağanüstü bir gerçeği temsil ettiği yönündedir." (37)

Stalin'in farklı liderlere gönderdiği telgraflarda ittifakların zaferlerini tebrik etmekten çekinmediğine işaret ediyordu;

 “Bizerta ve Tunus'un Hitler'in zulmünden kurtarılmasıyla sonuçlanan parlak zafer için sizi ve yiğit Amerikan ve İngiliz birliklerini kutluyorum. Başarılarınızın devamını diliyorum.” (38)

1944 yılında Stalin, Moskova Emekçi Halk Temsilcileri Sovyet’i ile Moskova Parti ve Kamu Örgütleri Kutlama Toplantısında yaptığı konuşmada şöyle diyordu;

“Geçtiğimiz yıl, Sovyetler Birliği, Büyük Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri halklarının uğruna ittifak içinde birleştiği Alman karşıtı koalisyonun ortak davasının zafer yılı oldu.

Tahran Konferansı'nın Almanya'ya karşı ortak eylemlere ilişkin kararı ve bu kararın parlak bir şekilde hayata geçirilmesi, Hitler karşıtı Koalisyon cephesinin sağlamlaşmasının çarpıcı göstergelerinden biridir. Tarihte, ortak bir düşmana karşı ortak eylemlerde üstlenilen büyük ölçekli askeri operasyon planlarının,  Tahran Konferansı'nda Almanya'ya karşı ortak bir darbe planı kadar eksiksiz ve bu kadar kesin bir şekilde yürütüldüğü çok az örnek vardır.

...  Üç Güç arasında bazı güvenlik sorunları konusunda farklılıklardan bahsediliyor. Elbette farklılıklar var ve bunlar bir dizi başka konuda da ortaya çıkacak... Önemli olan farklılıkların olması değil, bu farklılıkların üç Büyük Gücün birliğinin çıkarlarının izin verdiği sınırları aşmaması ve uzun vadede bu birliğin çıkarlarına uygun olarak çözülmesidir.

Almanya'ya karşı savaşı kazanmak, büyük bir tarihi görevi başarmaktır. Ancak savaşı kazanmak, kendi başına halklara gelecekte kalıcı bir barış ve garantili güvenlik sağlamak anlamına gelmez. Görev sadece savaşı kazanmak değil, aynı zamanda yeni bir saldırganlığı ve yeni bir savaşı imkansız kılmaktır - sonsuza kadar olmasa da en azından uzun bir süre için." (41)

Stalin, saldırgan olmayan emperyalistlerin karakterini değiştireceği yanılsamasına kapılmadı. Onun politikası, emperyalist güçler arasındaki çelişkileri özelde ve genel olarak proletaryanın çıkarları için "kullanma" politikasıydı. Mevcut koşullar ve durumlar, görevin tüm uluslararası mali sermayeye karşı değil, tek tek ulusal mali sermayelere karşı çatışmayı "kullanmayı" gerektiriyordu, oysa Ekim Devrimi'nden önce, Birinci Dünya Savaşı sırasında durum tam tersiydi.

1946'daki röportajında Stalin şöyle diyordu;

Churchill şimdi savaş çığırtkanlarının yerini alıyor ve bu konuda Bay Churchill yalnız değil. Sadece İngiltere'de değil, Amerika Birleşik Devletleri'nde de arkadaşları var.

Dikkat edilmesi gereken bir nokta, bu bakımdan Bay Churchill ve arkadaşlarının Hitler ve arkadaşlarına çarpıcı bir benzerlik göstermesidir. Hitler, savaşı başlatma çalışmasına, yalnızca Almanca konuşan insanların üstün bir ulus oluşturduğunu ilan eden bir ırk teorisi ilan ederek başladı. Bay Churchill, yalnızca İngilizce konuşan ulusların üstün uluslar olduğunu ve tüm dünyanın kaderini belirlemeleri gerektiğini ileri sürerek bir ırk teorisiyle savaş başlatmaya koyulur. Bay Churchill ve İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki arkadaşları,  İngilizce konuşmayan uluslara ültimatom niteliğinde bir şey sunar: "Yönetimimizi gönüllü olarak kabul edin, o zaman her şey yoluna girecek; aksi takdirde savaş kaçınılmazdır." ... Bay Churchill'in pozisyonunun bir savaş pozisyonu olduğuna şüphe yok."(17)

1951’deki röportajında Stalin, "Yeni bir dünya savaşının kaçınılmaz olduğunu düşünüyor musunuz?" sorusuna şöyle yanıt verir:

"En azından şu anda kaçınılmaz olarak kabul edilemez... Bu saldırgan güçler, gerici hükümetleri kontrol ediyor ve yönlendiriyor. Ama aynı zamanda yeni bir savaş istemeyen ve barışın korunmasından yana olan kendi halklarından da korkuyorlar. Bu nedenle halklarını yalanlara boğmak, aldatmak, yeni savaşı savunma, barışsever ülkelerin barışçıl politikalarını saldırgan göstermek için gerici iktidarları kullanmaya çalışıyorlar. Saldırgan planlarını onlara dayatmak ve onları bir savaşın içine çekmek için halklarını kandırmaya çalışıyorlar.

Tam da bu nedenle, gerici hükümetlerin saldırgan niyetlerini açığa çıkarabileceğinden korkarak, barışı savunma kampanyasından korkuyorlar.

Halk,  barışı koruma davasını kendi ellerine alır ve sonuna kadar savunursa, barış korunacak ve pekiştirilecektir. Savaş çığırtkanları halk kitlelerini yalanlara bulaştırmayı, onları kandırmayı ve yeni bir dünya savaşına çekmeyi başarırsa savaş kaçınılmaz hale gelebilir." (18)

Birinci Dünya Savaşı emperyalist bir savaş olarak başlarken, İkinci Dünya Savaşı da her birinin kendine özgü karakteri olan emperyalist bir savaş olarak başladı. İkinci dünya savaşının emperyalist bir savaş olmadığını iddia edenlerin aksine Stalin açıkça şunu ifade ediyor;

 "İkinci Dünya Savaşı, SSCB ile bir savaş olarak değil, kapitalist ülkeler arasında bir savaş olarak başladı. Neden? Birincisi, sosyalist bir ülke olarak SSCB ile savaş, kapitalizm için kapitalist ülkeler arasındaki savaştan daha tehlikeli olduğu için; çünkü kapitalist ülkeler arasındaki savaş yalnızca bazı kapitalist ülkelerin diğerleri üzerindeki üstünlüğünü sorgularken, SSCB ile savaş kesinlikle kapitalizmin varlığını sorgulamalıdır. İkincisi, kapitalistler, Sovyetler Birliği'nin saldırganlığı hakkında "propaganda" amacıyla yaygara koparsalar da, bunun saldırgan olduğuna inanmıyorlar, çünkü Sovyetler Birliği'nin barışçıl politikasının farkındalar ve kendisinin kapitalist ülkelere saldırmayacağını biliyorlar.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra da benzer şekilde Almanya'nın kesinlikle devre dışı bırakıldığına inanılıyordu... Almanya'nın bir daha asla ayağa kalkmayacağı ve kapitalist ülkeler arasında artık savaş olmayacağı. Buna rağmen Almanya, yenilgisinden yaklaşık on beş ya da yirmi yıl sonra büyük bir güç olarak yeniden ayağa kalktı... İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri, Almanya'nın ekonomik olarak toparlanmasına ve ekonomik savaş potansiyelini artırmasına yardımcı oldu. Elbette, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere, Almanya'nın ekonomik toparlanmasına yardım ettiklerinde, bunu, toparlanmış bir Almanya'yı Sovyetler Birliği'ne karşı kışkırtmak, onu sosyalizm ülkesine karşı kullanmak amacıyla yaptılar. Ancak Almanya, güçlerini ilk etapta İngiliz-Fransız-Amerikan bloğuna yöneltti.

Sonuç olarak, kapitalist ülkelerin pazarlar için mücadelesi ve rakiplerini ezme arzuları, pratikte kapitalist kamp ile sosyalist kamp arasındaki çelişkilerden daha güçlü olduğunu kanıtladı.

O halde Almanya ve Japonya'nın bir daha ayağa kalkmayacaklarının, Amerikan esaretinden kurtulmaya ve kendi bağımsız hayatlarını yaşamaya çalışmayacaklarının garantisi nedir? Bence böyle bir garanti yok. Ancak bundan, kapitalist ülkeler arasındaki savaşların kaçınılmazlığının yürürlükte olduğu sonucu çıkıyor... Savaşın kaçınılmazlığını ortadan kaldırmak için emperyalizmi ortadan kaldırmak gerekir.  (19)

Bu bölümün sonucu

Gördüğümüz gibi, her savaş, genel sınıfsal bağlamına rağmen, mevcut şartlar ve duruma ve savaşan ülkelerin izlediği ekonomik ve askeri politikaya bağlı olarak farklı karakterlere sahiptir. Lenin'in uyardığı gibi, "çok ciddi ve sıkı bir çalışma yapmadan, eleştirel bir şekilde incelemesi gereken gerçekleri anlamadan elde edilen hazır sonuçlara güvenmek,   çok içler acısı bir Komünist olur."  (20)

Hazır sonuçlar ve formüller kullanmak kişiyi safsataya zorlayacaktır. "Bariz safsata yoluyla Marksizm, devrimci canlı ruhundan sıyrılır; Marksizm’de devrimci mücadele yöntemleri dışında her şey kabul edilir" (7)  

Tarih, şüphesiz, Marks & Engels'ten Lenin'e ve Stalin'e kadar Marksist Leninistlerin savaşlara karşı tutumunun temelinde akılda tek bir şey olduğunu gösteriyor; proletaryanın çıkarları ve mücadelesi ve bu çatışmaları onlara en büyük olası avantajı getirecek şekilde nasıl "kullanılacağı" konusundaki kararlılık. Ezberlenmiş ve sloganlaştırılmış genel teoriler ve hazır sonuçlar değil,  akılda tutulan temel çıkarlar için somut durumun somut değerlendirmesi.

Lenin'in yıllar önce belirttiği gibi, bu, günümüzün emperyalizme bakış açısıyla tam ve kesin bir şekilde örtüşmektedir: "Meselenin özü, Kautsky'nin emperyalizmin politikasını ekonomisinden ayırmasıdır." Teorileri ezberleyerek öğrenen "teorisyenler" tarafından emperyalizm kavramını herhangi bir ülkeye uygulamasında yaptıkları tam olarak işte budur. Emperyalizmin siyasetinden tamamen kopmuş "ekonomisi” ne saplanıp kalmışlar.

Meselenin özü, Leninist-Bolşevik eşitsiz ekonomik gelişme yasası nedeniyle çok kutupluluğun kaçınılmazlığına ilişkin teori ile dünyanın büyük güçleri ve imparatorlukları arasındaki çatışmaların IMF, Dünya Bankası ve DTÖ gibi küresel örgütler aracılığıyla tek kutuplu bir dünya düzeni için uzlaştırılabileceğini ve dolayısıyla Lenin'in emperyalizm teorisinin günceliğini yitirdiğini ileri suren Kautskyci teori arasındaki çatışmadır.

Kautskyci argüman kaçınılmaz olarak kapitalist dünya düzeninde “barışın ulaşılabilir olduğu" ütopyasıyla örtüşürken, Lenin'in argümanı kapitalizm hüküm sürdüğü sürece savaşın kaçınılmaz olduğudur.

Savaşlar karakter ve biçim bakımından farklılık gösterir, bu nedenle savaşlara karşı duruş da değişir. Tüm savaşlar ve savaşlara karşı alınacak tavırlar için geçerli olan hazır bir şema yoktur. Marx ve Engels'in zamanındaki savaşların karakteri farklıydı ve sonraki zamanlardaki savaşların biçimi farklıydı, onlara karşı duruşlar da farklıydı.   Birinci Dünya Savaşı, tüm emperyalist ülkelerin hem ekonomik hem de siyasi-askeri olarak savaşa hazır olmaları bakımından farklıydı. Bu savaş için devrimcilerin görevi, emperyalistler arası çatışmayı tüm uluslararası mali sermayeye karşı kullanmaktı. İkinci Dünya Savaşı için Stalin'in politikası, emperyalist güçler arasındaki çelişkileri özelde ve genel olarak proletaryanın çıkarları için "kullanma" politikasıydı. Mevcut koşullar ve durumlar, görevin tüm uluslararası mali sermayeye karşı değil, tek tek ulusal mali sermayeye karşı çatışmayı "kullanmayı" gerektiriyordu.

Lenin, Rosa’yı eleştirirken şöyle diyordu;

"Diyalektikçi olarak kalıyoruz ve safsatalarla genel olarak tüm dönüşümlerin olasılığını inkar ederek değil, verili olguyu somut ortamı ve gelişimi içinde analiz ederek mücadele ediyoruz... Bu "çağ", mevcut büyük güçlerin politikalarını tamamen emperyalist hale getirdi... Nesnel olarak, feodal ve hanedan savaşlarına devrimci demokratik savaşlar, ulusal kurtuluş savaşlarıyla karşı çıkıldı... Bu, o çağın tarihsel görevlerinin içeriğiydi. Şu anda Avrupa'nın en büyük gelişmiş devletlerinde nesnel durum farklı... İlerleme açısından, ilerici sınıf açısından, emperyalist burjuva savaşına, çok gelişmiş kapitalizmin savaşına, nesnel olarak, ancak burjuvaziye karşı bir savaşla, yani öncelikle proletarya ile burjuvazi arasındaki iktidar için iç savaşla karşı çıkılabilir. Marksist diyalektik, her bir özgül tarihsel durumun somut bir analizini gerektirir..."  (8)

Emperyalizm, finans kapitalin sadece içeride değil, uluslararası alanda da tekelleşmesi ve egemenliği anlamına gelir. Emperyalizm, ekonominin sanayisizleşmesi,  askeri sanayileşmenin devreye girmesi ve ekonominin savaş zemininde şekillenmesi anlamına gelir. Emperyalizm, çıkarlarının dünya çapında istikrarsızlık, çatışmalar ve savaşlarla uyumlu olduğu anlamına gelir, çünkü emperyalizm savaş demektir, saldırgan emperyalistler kavramın tam anlamıyla savaş ararlar.

"Bu nedenle, ekonomik çatışmaların alışılmadık bir yoğunluğa ulaştığı zamanımızda, yoğun bir silahlanma çılgınlığına tanık oluyoruz. Böylece mali sermayenin egemenliği her ikisini de ima eder; emperyalizm (ekonomik anlamında E.A) ve militarizm (siyasal anlamında E.A).  Bu anlamda militarizm,  mali sermayenin kendisinden daha az tipik bir tarihsel olgu değildir... nispeten eşit ekonomik yapıların olduğu yerlerde bile..." (40)

Dolayısıyla Emperyalizm ve savaş ayrılmaz ikizlerdir. Bu nedenle "emperyalizm" sorunu ve ona karşı tutum, her somut koşul ve durumda onun siyasi yönünden, yani (sanayinin askerileşmesi ve) savaştan bağımsız olarak incelenemez . Lenin şöyle diyordu:

 "Soyut teorik akıl yürütme,(bizi)  Kautsky'nin ulaştığı sonuca götürebilir... Marksizm’i terk ederek. Emperyalizmin doğasının hem ekonomik hem de siyasi yönleriyle kapsamlı bir analizine dayanmadıkça, savaşın somut bir tarihsel değerlendirmesinin olamayacağını söylemeye gerek yok." (1)

 İkisini birbirine bağlayan Lenin,

 "Bir savaşın karakteri ve başarısı, esas olarak savaşa giren ülkenin iç rejimine bağlıdır, bu savaş, söz konusu ülkenin savaştan önce yürüttüğü iç politikanın bir yansımasıdır. " (5)

Emperyalizm kavramı öznel ve keyfi olarak incelenip uygulandığında, kavramın bu keyfi uygulamasıyla doğrudan bağlantılı olarak, savaşların değerlendirilmesi ve belirli bir savaşa karşı tavır alma kararlarının öznel ve keyfi olduğu ortaya çıkıyor.

Bu, şovenistlerin ve ultra-emperyalistlerin yaygın olan uygulaması samimi solcular tarafından bilinçsizce takip edilmektedir.  Emperyalistler ve onların sözcüleri, bir zamanlar Troçki tarafından önerilen "entrizm- sızma" taktiklerini uygulayarak, çoğunlukla Marksist Leninist sola nüfuz ederek, burjuvazinin çıkarlarına uyan teorileri icat eder, başlatır ve yayar.  

Emperyalizm teorisini, dikkatleri savundukları saldırgan, faşist emperyalist güçten uzaklaştırmak için bilinen emperyalist güçlerin yarışına, rekabetine indirgerler. Çoğu durumda, tarihsel olarak bu, tüm tekelci-kapitalist (ekonomik anlamda emperyalist) ülkeleri, emperyalizmin bilimsel tanımına uyan militarize, saldırgan ve savaş çığırtkanı tekelci ülkelerle aynı sepete koyan ezberci teoriler ve hazır planlar yoluyla öğrenilmiş olarak kendini gösterir. Bu, Kautsky'nin ultra-emperyalizm teorisinin, her tekelci kapitalist grubun dünyayı "merkez", "yarı-çevre" ve "çevre" olarak bölme sürecinde kullanabileceği ekonomik, politik ve nihai olarak askeri güçten kaçınan modern bir versiyonunun, dünya sistemi teorisinin Leninist analitik çerçevesine en uygun alternatiftir. Tek kutuplu dünya düzenini savunurlar ve her birinin çıkarlarının nerede olduğuna dair somut değerlendirmeyi göz ardı ederler; "tüketici veya üretici" ve dolayısıyla belirli bir zamanda "savaş yanlısı veya barış yanlısı". 

Genel Sonuç

"Emperyalizm" teriminin ortak tanımının ve uygulamasının, çoğu durumda dikkatleri saldırgan, savaşçı ve savaş çığırtkanı emperyalist güç(ler)den uzaklaştırmak için bilinçli olarak kötüye kullanıldığı tartışılmaz bir gerçektir. Lenin'den yapılan tüm "alıntılara" rağmen, terimin kullanılma şeklinin Leninizm ile hiçbir ilgisi yoktur. Kautskycilerin ve Marksizm’i Leninizm’i şu ya da bu emperyalist güçlerin yararına revize etmeye çalışan herkesin konuyu bilinçli olarak karıştırması bir yana, somut gerçekliklerden kopuk terimin samimi ama cahilce, değerlendirme-tembel kullanımı, anti-Marksist Leninist değilse bile, Marksizm Leninizm'in gerisinde kalmaktadır. 

Lenin'in yanlış anlaşılmaya yer bırakmayan tanımına dikkat edersek;

"Ekonomik olarak, emperyalizm (ya da finans kapital "çağı" - bu bir kelime meselesi değildir), kapitalizmin gelişiminin en yüksek aşamasıdır, üretimin serbest rekabetin yerini tekele bırakacak kadar büyük, muazzam boyutlara ulaştığı bir aşamadır. Emperyalizmin ekonomik özü budur." (44)

Lenin'in kendisi, emperyalizm tanımının konunun ekonomik yönüyle sınırlı olduğu gerçeğini vurguluyordu. Lenin, Emperyalizme önsözünde, "broşür çarlık sansürünü göz önünde bulundurarak yazılmıştır. Bu nedenle, kendimi yalnızca gerçeklerin yalnızca teorik, özellikle ekonomik analiziyle sınırlamak zorunda kalmadım, aynı zamanda siyaset üzerine gerekli birkaç gözlemi son derece dikkatli bir şekilde formüle etmek zorunda kaldım... Bu broşürün okuyucunun temel ekonomik sorunu, emperyalizmin ekonomik özünü anlamasına yardımcı olacağına inanıyorum... Emperyalizm, yalnızca yukarıdaki tanımın sınırlı olduğu temel, tamamen ekonomik kavramı aklımızda tutmakla kalmazsak, (emperyalizm) farklı şekilde tanımlanabilir ve tanımlanmalıdır ..." (1)

Herhangi bir değerlendirme için bir ülkenin önce iç politikasının incelenmesini her zaman hatırlatan Lenin, "bu yeni ekonominin, tekelci kapitalizmin (emperyalizm tekelci kapitalizmdir) siyasi üstyapısı , demokrasiden siyasi gericiliğe geçiştir. Demokrasi serbest rekabete karşılık gelir. Siyasi gericilik tekele tekabül eder. "Finans kapital özgürlük için değil, tahakküm için çabalıyor...,  Dış politikayı iç politikaya karşı koymak şöyle dursun, "dış politikayı" genel olarak politikadan ayırmak temelde yanlıştır, Marksist değildir ve bilim dışıdır.  Emperyalizm hem dış hem de iç politikada demokrasi ihlallerine, gericiliğe doğru çabalar. Bu anlamda emperyalizm, tartışmasız bir şekilde genel olarak demokrasinin "yadsınmasıdır" diyordu. (44)

Bu açıklama, emperyalizmin en az bir başka özünün daha olduğu gerçeğini kavramaya yer bırakıyor mu? Marksizm Leninizm konusunda samimi ve ciddi olunmadığı sürece, bu sözlerin yanlış anlaşılmaya yer bırakmadığı çok açıktır. Lenin de aynı açıklıkla şöyle demişti:

"Söylemeye gerek yok ki, eğer bu analizin temelinde emperyalizmin doğası hem ekonomik hem de siyasi yönlerden tam bir anlayış yoksa, savaşın somut bir tarihsel analizi olamaz. Bu olmadan,  son on yılların ekonomik ve diplomatik durumuna ilişkin bir anlayışa yaklaşmak imkansızdır ve böyle bir anlayış olmadan savaşa doğru bir bakış açısı oluşturmaktan bahsetmek bile gülünçtür. (2)

"Emperyalizmi" bilimsel anlamıyla tanımlamak için,  emperyalizmin ekonomik ve politik yönleri arasındaki diyalektik bağlantıları analiz etmek, gözlemlemek ve kurmak gerektiği açıktır. Bu diyalektik bağlantı,  aşağıdaki gibi varsayımlara veya olasılıklara dayanmayan, mevcut somut koşullara ve durumlara dayalı olarak yapılmalıdır;

 "Tekelci kapitalist bir ülke, dolayısıyla askeri sanayisi olsun ya da olmasın emperyalisttir".  Bu argüman, çoğunlukla ezbere öğrenen ve Marksist diyalektiğin genel teorilere uygulanmasının gerekliliği konusunda hiçbir fikri olmayanlar tarafından ortaya atılan çocukça bir argümandır. Bir ülke tekelci kapitalizme sahip olabilir ama (henüz) gerçek bir emperyalist olmayabilir. Bununla birlikte, bir istisna olarak, tekelci kapitalizme sahip olmayan veya yüksek düzeyde sanayileşmiş bir ekonomiye sahip olmayan, ancak güçlü bir orduya sahip ve aktif olarak yayılmacı olan başka bir ülke, gerçek bir emperyalist olabilir. Çoğu Avrupa ülkesi, bazı Latin Amerika, Asya ülkeleri tekellere ve ihracat sermayesine sahiptir; Hepsine bilimsel anlamıyla emperyalist mi demeliyiz? Hayır, bunu söyleyemeyiz. Türkiye, birçok ülkede askeri varlığı ve Suriye'nin fiili işgali ile oldukça gelişmiş askeri sanayiye sahip, ama neredeyse sanayisizleşmiş bir ülkedir. Türkiye'yi emperyalist bir ülke yapan bu durumudur, tekelci kapitalist bir ülke olduğu için değildir.

Lenin, ""Emperyalizm sorunu sadece en temel sorun değil, aynı zamanda iktisat biliminin bu alanındaki en temel sorun olduğunu söyleyebiliriz “ diyordu. (2) Bu nedenle, terimin bir ülkeye keyfi olarak uygulanması konusunda bir sonuca ulaşmadan önce objektif olmak ve gerekli somut analizi yapmak önemlidir. Çünkü " verilen olguyu somut ortamı ve gelişimi içinde analiz ederek... diyalektikçi olarak kalıyoruz ve safsatalarla mücadele ediyoruz......"(8)

Leninist teoriler, keyfi olarak uygulanacak reçeteler ya da hazır planlar değildir, çünkü "Marksist diyalektik yöntem, "hazır şemaların" ve soyut formüllerin kullanılmasını yasaklar , ancak bir sürecin tüm somutluğuyla kapsamlı,  ayrıntılı bir analizini talep eder ve sonuçlarını yalnızca böyle bir analize dayandırır. " (42) Marksistler, genelleştirilmiş teorilerden,  öznellik ve keyfilik yaratan belirli bir durumun değerlendirilmesine doğru ilerlemezler, somut durumun değerlendirilmesinden teorilerin uygulanmasına doğru ilerlerler. Bolşevikleri diğerlerinden ayıran "Marx", diyor Lenin, "... sadece somut durumdan bahseder; Plehanov, sorunu somutluğu içinde hiç düşünmeden genel bir sonuca ulaşır." (43)

Ezbere dayalı ve ezberlenmiş teorilere dayanan şemaları herhangi bir analiz yapmadan uygulamak yerine bu somutluk, Bolşevikleri diğerlerinden ayırır. Lenin şöyle diyordu:

"Bir komünist, çok ciddi ve sıkı bir çalışma yapmadan, edindiği hazır sonuçlar nedeniyle komünizmiyle övünmeyi kafasına koyarsa,  eleştirel bir şekilde incelemesi gereken gerçekleri anlamasaydı, çok içler acısı bir Komünist olurdu." (27)

Her sorunda olduğu gibi, "emperyalizm" sorununda da Emperyalizm kavramını tanımlamak ve herhangi bir ülkeye uygulamak için tüm yönleri ve diyalektik bağlantıları dikkate almak Leninistlerin sorumluluğu ve görevidir.   Hem emperyalist bir ekonomi politikasının özünü oluşturan uygulamalar hem de emperyalist bir siyasi politikanın özünü oluşturan uygulamalar, o ülkeyi bilimsel anlamıyla "emperyalist" olarak etiketlemeden önce düşünülmeli ve o ülke için uygulanabilir olmalıdır.

Ayrıca Stalin'in de açıkladığı gibi, bir ülkenin duruşunun saldırgan mı yoksa savunmacı mı olduğunun analizini yapmak son derece önemlidir. Stalin'in yaklaşımını okuduğumuz gibi, bu analiz her şeyden önce "çıkarlarının nerede olduğu" sorusuna ilişkin nihai kararlılığımıza bağlıdır; bu somut durumda savaşta ya da barışta.

Yukarıdakilerin hepsinden, emperyalizmin bilimsel tanımının özeti şu şekilde çıkarılabilir;

1) Finans kapitalin egemenliği altında tüm büyük endüstrilerin tekelleştirilmesi

2) Diğer tüm büyük devlet kurumlarını sağlamlaştırmak için devlet kapitalizminin oluşumu

3) Sermaye ihracatı ve büyük uluslararası finans kuruluşlarının ve uluslararası işlemlerin her turlu şekil ve biçimde tekelleşmesi ve kontrolü

4) Üretimi ucuz işgücü için başka ülkelere kaydırarak iç ekonominin sanayisizleşmesi.

5) Uluslararası finans kuruluşlarının tekelini ve ihraç ettikleri sermayeyi, yatırımları korumak için sanayiyi militarize edip, ekonomisini savaş düzeninde -savunmacı değil, saldırgan- saldırgan karakterde- geliştirmesi.

6) Sanayileşmiş, üretici bir ülkeyi, genel olarak kendi ihtiyaçları, özel olarak da askeri sanayi ve teknoloji sanayisi için "üretici" ve yeryüzündeki maden zengini ülkelere büyük ölçüde bağımlı bir tüketici ülke haline getirilmesi, bunun karşılığında ülkeyi uluslararası alanda savunmacı bir duruş sergilemek yerine, kaçınılmaz olarak saldırgan bir duruş sergilemeye mecbur bırakması.

7) Bu,  çıkarlarına aykırı faaliyette bulunabilecek  herhangi bir ülkeye boyun eğdirmek için diğer ülkelere kalıcı olarak askeri araç ve insan  ihraç etmek anlamına gelir.

Basit bir ifadeyle "Marksist mümkün olandan değil, gerçek olandan hareket etmelidir" (33) ilkesinden hareketle,  bir ülkenin bilimsel anlamında "emperyalist" olarak damgalanması, o dönemin somut gerçeklerine dayandırılmalı ve şu soruların yanıtları verilmelidir;

1) ülkenin üretici mi yoksa tüketici mi olduğu,

2) söz konusu ülkenin verili bir dönemde çıkarlarının savaşla’ mı yoksa barışla mı uyumlu olduğu.

3) ülkenin askeri bir sanayiye sahip olup olmadığı ve ekonomisinin diğer ülkelere boyun eğdirmek için savaş temeli üzerine inşa edilip edilmediği.

4) Askeri saldırgan bir duruşa mı yoksa savunma duruşuna mı sahip olduğu.

Herhangi verili bir dönemde bu karakterlerin birinden yoksun olan bir ülke,  ayrım yapılmadan bilimsel anlamda “emperyalist" olarak damgalanamaz. Ezbere dayalı teorilerden ve hazır planlardan yola çıkmak, özellikle emperyalizm kavramı keyfi olarak uygulandığında, herhangi bir konuda anti-Leninist sonuçlara ulaşacaktır.  

Emperyalistler arası savaşlar sorunu başka bir konudur, ancak Lenin ve Stalin'in yukarıdaki değerlendirmelerinden yeterli derecede bir sonuç çıkarılabilir.  Şimdilik Lenin'in " eğer samimi müzakerelere fırsat verilmiyorsa ve savaş bize dayatılıyorsa, o savaş haklı bir savaştır" değerlendirmesini aklımızda tutalım. Açıkçası Lenin bunu söylerken Sovyetlerden bahsetmiyordu çünkü Sovyetlere karşı herhangi bir savaşı zaten Sovyetler açısından haklı bir savaş olurdu, bu nedenle Lenin, genel olarak konuşuyordu.

Erdoğan A.

2022- Ağustos 2025

 

Ekler

Teknolojik çağımızda emperyalist savaşlar biçim bakımından nasıl farklılık gösteriyor?

Bilimsel emperyalizm kavramına dayanarak, Çin emperyalist bir ülke midir?

Notlar

* Lenin, N. Buharin'in Broşürüne Önsöz, Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi

(1) Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması

(2) Stalin, ICCI'nin 7. Genişletilmiş Genel Kurulu

(3) Buharin, Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi

(4) Lenin, "Yaklaşan Felaket ve Bununla Nasıl Mücadele Edilir"

(5) Lenin, Doğu Halkları Komünist Örgütlerinin İkinci Tüm Rusya Kongresi'ne Hitap Ediyor

(6) Lenin, Savaşçı Militarizm ve Sosyal Demokrasinin Anti-Militarist Taktikleri

(7) Lenin, Sosyalizm ve Savaş

(8) Lenin, Junius Broşürü

(9) Lenin, R.K.P.(B)'nin Olağanüstü Yedinci Kongresi.

(10) Lenin, Dış Politika Raporu

(11) Lenin, Sol Komünizm, Bir Çocuk Hastalığı. Taviz Yok mu?

(12) Stalin, Roy Howard ile röportaj, 1 Mart 1936

(13) Stalin, SBKP(B)'nin On Sekizinci Kongresine Merkez Komitesinin Çalışmaları Hakkında Rapor.

(14) Stalin, Afrika'daki Müttefik Harekatı, Associated Press Moskova Muhabirine Yanıtlıyor

(15) Stalin, Başkan Roosevelt'e

(16) Stalin, Moskova Emekçi Halk Temsilcileri Sovyet’i ile Moskova Partisi ve Kamu Örgütlerinin Kutlama Toplantısında Yaptığı Konuşma

(17) Stalin, Bay Winston Churchill'in Fulton’daki konuşmasına ilişkin "Pravda" muhabiriyle röportaj, Mart 1946

(18) Stalin, Pravda muhabiriyle röportaj, 16 Şubat 1951

(19) Stalin, SSCB'nin Ekonomik Sorunları, 1951

(20) Lenin, Gençlik Birliklerinin Görevleri

(21) Lenin, Proleter Devrim ve Dönek Kautsky

(22) Lenin, Hegel'in Felsefe Tarihi Üzerine Dersler Kitabının Gözlemi, 1915

(23) Lenin, Südekum'un Rus Markası, 1 Şubat 1915

(24) Lenin, Butyrsky Bölgesindeki Bir Toplantıda Konuşma

(25) Stalin, Bolşeviklerin Tüm Birlik Komünist Partisi Merkez Komitesinin Temmuz Plenumu’nun Sonuçları Üzerine

(26) Stalin, 7" ICCI'nin Genişletilmiş Genel Kurulu

(27) Lenin, Gençlik Birliklerinin Görevleri

(28) Buharin, Emperyalist Devlet Teorisine Doğru

(29) Lenin, Doğu Halkları Komünist Örgütlerinin İkinci Tüm Rusya Kongresi'ne Hitap

(30) Lenin, Proletarya ve Savaş Üzerine Ders

(31) Tekelci Kapitalizmin Temel Ekonomik Yasası, 1954

(32) A. Koh, Finans kapital, Emperyalizm ve Savaş 1927

(33) Lenin, Taktikler Üzerine Mektuplar

(34) E. Varga, Dünya Savaşı'nın ekonomik nedenleri ve sonuçları

(35) Lenin, Sahte bayrak altında

(36) Stalin, SBKP(B)'nin On Sekizinci Kongresine Merkez Komitesinin Çalışmaları Hakkında Rapor.

(37) Stalin, Afrika'daki Müttefik Harekatı, Associated Press Moskova Muhabirine Yanıtlar

(38) Stalin, Başkan Roosevelt'e

(39) Stalin, Moskova Emekçi Halk Temsilcileri Sovyet’i ve Moskova Partisi ve Kamu Örgütlerinin Kutlama Toplantısında Yaptığı Konuşma

(40) Buharin, Rekabetçi Mücadele Araçları ve Devlet İktidarı

(41) Stalin, Barış ve Güvenlik Sorunu

(42) Lenin, Gerilla Savaşı

(43) Lenin, Plehanov'un Tarihe Referansı

(44) Lenin, Marksizm'in ve Emperyalist Ekonomizmin Bir Karikatürü - Ekonomik Analiz Nedir?

(45) Lenin, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin Savaşa Karşı Tutumu

 

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.