Emperyalizmin Bilimsel Tanımlanması
Bu yazılar, yaşlanmanın getirdiği zorluklar nedeniyle vazgeçmeye karar verdiğim için 3 yıldır üzerinde çalıştığım emperyalizm kitabının özetidir. Taslak kitapta Lenin ve Stalin'den daha fazla ve uzun alıntılar vardı. İnsanların kitap ve uzun makale okuma konusundaki tembelliğini kabul ederek, okuyucular tarafından anlaşılır hale getirmek için her bölümü elimden geldiğince özetlemeye karar verdim
Son derece önemli
olduğunu düşündüğüm iki makale ekleyeceğim (zamanım yeterse tabi ki); 1)
Önceki savaşlardan farklı olarak teknoloji çağında savaşların karakteri
2) En çok konuşulan ve yazılan konuya,
emperyalizmin bilimsel tanımına dayanarak "Çin
Emperyalizmi" sorununa, yaygın olarak var olan ezberci teorilere,
bilim dışı teorilere dayandırılmasına değineceğim.
önsöz
Eminim ki bir sürü insan "emperyalizmin" ne demek olduğunu "zaten bildikleri" varsayımından yola çıkarak bu yazıya burun kıvıracaktır. Zaten bu üç senelik araştırma , anlama ve öğrenme çabasıyla hazırlanan yazı "her şeyi zaten bildiklerine inananlar" için değil, kendisini benim gibi Marksist Leninist öğrenci olarak gören ve konuları derinlemesine öğrenmeye caba gösterenler için.
Günümüzde emperyalizm konusu Marksizm'in diyalektiğinden tamamen kopuk, ezbere dayanan teoriler temelinde, sadece onun "ekonomik" özü temelinde algılanan ve uygulanan bir terim haline geldi. Bu nedenle de, öznellik temelinde hemen her ülkeye "emperyalist" damgası vurulmakta. Bu yeni bir yaklaşım değil. Lenin kendi zamanında işin daha kötüsü diyordu, "emperyalizmin bilimsel kavramı, emperyalistlerin doğrudan yarış içinde olduklarına, rakiplerine ve muhaliflerine uygulanan bir tür istismar terimine indirgenmiştir." Bu günde genel olarak yapılan bu.
Ayni Kautsky'nin yaptığı emperyalizmin diyalektik bütünlüğü parçalanıp sadece ekonomik ya da siyasi özüne bağlama pratiği günümüzün hakim olan pratiği. Rusya, özellikle Cin Emperyalizmi üzerine okuduğum yüzlerce farklı dillerde yazıların içinde bir tane bile konuyu diyalektik bütünlük içinde alan, nesnel ve somut verilere dayanan bir tane bile Marksist-Leninist içerikte ikna edici yazı göremedim. Yazılar ya ezberlenmiş ekonomik özüne dayanan, siyasi yönünü ıskalayan, ve daha da kötüsü (özellikle Türkiye'den okuduğum bir kaç yazı dahil) sahte , kanıtı olmayan, hatta kanıtlanması imkânsız olan burjuva verilerle iddialarını destekleme burjuva pratiğine sapma yolunu seçmiş olduklarını gördüm. Bir Marksist Leninist'in bir şeyi kanıtlamak için sahte verilere dayanması zaten onun inanılır olma niteliğini ortadan kaldırır. Marksizm Leninizm gerçektir, somut gerçeklere dayanır. Ama araştırma tembelliği ve emperyalizmin bilimsel tanımını bilmemek, doğru olan bir savı bile inandırıcı bir şekilde ortaya koymayı engeller.
400 sayfadan 40 sayfaya indirdiğim bu uzun yazımda Lenin'in deyimiyle "emperyalizmin bilimsel kavramını" Lenin ve Stalin'den alıntılarla, özetlemeye çalıştım. Yani sadece "emperyalizmin ekonomik özü" değil , onun "siyasi özünü " de ele alarak "Savaş'ın emperyalizmin "olmazsa olmaz" gerçeğini de hesaba katarak, Marks, Lenin ve Stalin donemi savaşları ve onların görüşlerine yer verdim. Emperyalizm ve savaş birbirinden ayrılamaz ikizler olduğu için, buna bağımlı olarak ülkelerdeki "savaş sanayisinin" gelişmesi ve "ekonominin "savaş temelinde" yönlendirilmesi zorunluluğu ve buna bağımlı olarak bir ülkenin askeri sanayisinin "saldırgan" ya da "savunma" karakterinde olup olmadığı konularına değindim.
Umarım okuyanlardan bir bölümü için faydası olur.
"Eğer bir Komünist, bir sürü ciddi ve sıkı öğrenim-çalışma yapmadan, eleştirel bir şekilde incelemesi gereken gerçekleri anlamadan, edindiği hazır sonuçlar nedeniyle komünizmiyle övünmeyi kafasına koyarsa, o, çok içler acısı bir Komünist olur." (27)
********
Lenin ve Stalin Emperyalizm ve
Emperyalist Savaş Üzerine
"Dahası (daha da kötüsü), emperyalizmin bilimsel kavramı, emperyalistlerin doğrudan yarış içinde olduklarına, rakiplerine ve muhaliflerine uygulanan bir tür istismar terimine indirgenmiştir." Lenin*
Giriş
Lenin "emperyalizmin bilimsel kavramı" ile gerçekte ne demek istiyordu?
Emperyalizmin sadece bir yönüne dayanarak tanımlanan kavramı, soyut bir kavram olarak kalır, çünkü bu tanımlama emperyalizmin bilimsel kavramının-bilimsel tanımının bütünlüklü içeriğini kapsamaz. Emperyalizmin bilimsel tanımı ancak Marksizm'in diyalektiğinin bu kavrama uygulanmasıyla doğru olarak kavrana bilinir .
Günümüzde bir
ülkenin emperyalist olup olmadığını belirlemek için kullanılan “emperyalizm”
tanımı, büyük ölçüde ekonomik boyutla sınırlı olup, “siyasi-askeri” boyutu
tamamen göz ardı edilmektedir. Lenin, Emperyalizme önsözünde, "broşür
çarlık sansürünü göz önünde bulundurarak yazılmıştır. Bu nedenle, kendimi yalnızca
teorik, özellikle ekonomik analiziyle sınırlamak zorunda kalmadım, aynı
zamanda siyaset üzerine gerekli birkaç gözlemi son derece
dikkatli bir şekilde formüle etmek zorunda kaldım... Bu broşürün
okuyucunun temel ekonomik sorunu, emperyalizmin ekonomik özünü
anlamasına yardımcı olacağına inanıyorum” diyordu. (1)
Çoğu kişi Leninizm’i,
emperyalizm tanımının varyasyonlarının, koşullarının, durumlarının ve arka plan
bağlamının kavranması gereken bütünlüklü içeriğinden kopuk bir şekilde teorileri
ezberleyerek öğreniyor. (Bilimsel anlamda) Emperyalizmi yalnızca ekonomik
bağlamına göre tanımlamak, Marksizm’e, Leninizm’e ve onun diyalektiğine
ihanettir. Bu yaklaşım, emperyalizmin bilimsel içeriğine ilişkin Leninist teorinin
kavramadığının açık bir göstergesidir.
Lenin; "Emperyalizm, yalnızca yukarıdaki tanımın sınırlı olduğu temel, tamamen ekonomik kavramı aklımızda tutmakla kalmazsak, (emperyalizm) farklı şekilde tanımlanabilir ve tanımlanmalıdır ..." derken buna işaret ediyordu (1)
Lenin'in
emperyalizm tanımına ezberci yaklaşım, öğrenilen 5’inci koşulunun sürekli
olarak tekrarlanmasında kendini gösterir; "Tüm dünyanın en büyük
kapitalist güçler arasındaki toprak paylaşımı tamamlandı." Bu
aslında bir dönemin sonunu ve emperyalistlerin (bilimsel tanımıyla)
yeni ortaya çıkan dönemin başlangıç evresini ifade eder. Eşitsiz
ekonomik gelişme yasası nedeniyle, önce kendi ekonomik tanımlarına, daha sonra
da birleşik bilimsel tanımına uyan yeni emperyalist ülkeler kaçınılmaz olarak
ortaya çıkacaktır. Başka bir deyişle, 5. koşul, "yeni dönemin", yeni ortaya çıkan
emperyalistleri hakkında "önceden var olan" emperyalistler
dışında hiçbir şey söylemez. Benzer şekilde, dördüncü koşul olan
"dünyayı kendi aralarında paylaşan uluslararası tekelci kapitalist
birliklerin kurulması", mevcut emperyalist(ler)e ilişkin gelişmeyi
ifade eder. (Bu nedenle) Yeni emperyalist ülkeleri ekonomik
yönleriyle tanımlamak için yalnızca ilk üçü geçerlidir.
Stalin,
"Emperyalizm dönemindeki eşitsiz gelişme yasası" diyordu, "bazı
ülkelerin diğerlerine göre dengesiz sıçramalarla gelişimi, bazı ülkelerin
diğerleri tarafından dünya pazarından hızla çıkarılması, zaten bölünmüş olan
dünyanın askeri çatışmalar ve askeri
felaketler düzeninde periyodik olarak yeniden dağıtılması anlamına gelir ... dünyanın zaten emperyalist gruplar arasında bölünmüş olması,
dünyada artık "özgür", işgal edilmemiş toprakların kalmaması, yeni
pazarlar ve hammadde kaynakları işgal etmek, genişlemek için bu toprakların başkalarından zorla alınmasını
gerektirir... teknolojinin eşi benzeri görülmemiş gelişimi.. bazı
ülkelerin diğerlerinin önüne geçmesini, daha güçlü ülkelerin daha az güçlü ama
hızla gelişen ülkeler tarafından devrilmesini kolaylaştırdı. Bireysel
emperyalist gruplar arasındaki eski etki alanlarının dağılımı, her seferinde
dünya pazarındaki güçlerin yeniden hizalanmasıyla pazardaki güçlerin Dünya
emperyalist savaşı, zaten bölünmüş olan dünyayı yeniden dağıtmaya yönelik
ilk girişimdi. Söylemeye gerek yok ki, ilk yeniden paylaşım
girişimini, emperyalist kampta hazırlık çalışmaları halihazırda devam eden
ikinci bir girişim izleyecektir." (2)
Emperyalizmi "özgül
bir tarihsel kategori” olarak tanımlayan Lenin, tesadüf bu ya, günümüzdeki yaklaşım hatalarına dikkat
çeker. Emperyalizm; "Finans kapitalin yapısını destekler;
dünyayı mali sermayenin egemenliğine boyun eğdirir; Eski kapitalist
üretim ilişkilerinin yerine, finans kapitalin üretim ilişkilerini koyar.
Tıpkı finans kapitalizminin (para sermayesi ile karıştırılmaması gerekir,
çünkü finans kapitalin aynı anda hem bankacılık hem de sanayi sermayesi
olmasıyla karakterize edilir) tarihsel olarak sınırlı bir çağ olması ve yalnızca
son birkaç on yılla sınırlı olması gibi, emperyalizm de finans kapitalin
politikası olarak belirli bir tarihsel kategoridir.”... savaş,
siyasetin başka araçlarla devamıdır... Ancak siyasetin kendisi aktif bir
"devamdır".(3)
Emperyalizmin
bilimsel tanımı ve bir ülkeye uygulanmasında, onun ekonomik ve politik yönleri
dikkate alınmalı, objektif analiz yapılmalı ve bütünlüğü içermelidir.
Savaş, siyasetin farklı biçimlerde bir devamı olduğundan, verili ülkenin savaş
tarihi ve savaş hazırlığı, herhangi verili bir ülkenin sanayisinin askerileştirilmesi
analiz için dikkate alınmalıdır. Ve savaş yürütmenin tamamen
sanayinin ve askeri-leşmiş olmanın genel gücüne bağlı olduğundan, söz konusu ülkenin askeri sanayisi, özellikle
de esas olarak savunma odaklı mı yoksa saldırı odaklı mı olduğunu belirlemek
amacıyla, incelenmelidir. Çünkü savunma odaklı askeri sanayi kendi topraklarını
koruma ve caydırıcılığa odaklanırken, saldırı odaklı askeri sanayi
güç gösterisine-güç uygulamasına odaklanır. Yeni sanayileşmiş ülkeler,
kapsamlı ulusal güvenliği sağlamak için hem savunma hem de saldırı
teknolojileri geliştirerek yavaş yavaş dengeli bir strateji benimserken, ana
askeri endüstrisi, yakın çevredeki topraklarla sınırlı, yalnızca
kısa mesafelerde saldırı olmaya devam eder.
Buna karşılık, saldırı odaklı emperyalist ülkeler, saldırılarını hızlı bir şekilde ve
uzun mesafelerden başlatma yeteneğine odaklanır. Saldırı ve savunmadaki
"dengenin oranı, bunun kendi
topraklarını korumak ve düşmanı caydırmak için mi yoksa gücünü diğer uluslara
yansıtmak için mi olduğunun açık bir göstergesi olabilir . Çünkü savunma
odaklı ülkeler için savunma genellikle korumacı ihtiyaçlardan
kaynaklanırken, sınırlı saldırı yetenekleri potansiyel saldırganlığa karşı
caydırıcı niteliktedir. Saldırı odaklı ülkeler için, bölgesel savunma
kabiliyeti çoğu durumda en aza indirilirken, saldırı kabiliyeti güç
yansıtmak için en üst düzeye çıkarılır. Bu analiz, belirli bir ülkenin
herhangi bir zamanda bilimsel tanımında emperyalist olup olmadığını belirlemek
için daha nesnel bir anlayış ve sonuç sağlayabilir. Ancak bu, eşitsiz
ekonomik gelişme nedeniyle söz konusu ülkenin süresiz olarak bu şekilde
kalacağı anlamına gelmez. Marksist Leninistler ne olacağına dair tahminlere
göre değil, herhangi bir konuda herhangi bir zamanda somut verilere dayanarak
değerlendirme yaparlar. "Marksist mümkün olandan değil, gerçek
olandan hareket etmelidir". (33)
Özetleyecek
olursak;
Emperyalist dış
ekonomi politikası, her şeyden önce, emperyalist bir
ekonomi politikasının özü olan tüm tarife politikası sistemi, tek taraflı
ticaret anlaşmaları, yurtdışında kendi "ulusal sanayilerine" destek, her
türlü prim, taviz ve kârlı borç verme fırsatları vb., dahil olmak üzere ithalat
ve ihracata yönelik olası her türlü yasak ve sınırlamanın uygulanmasıyla
kendini gösterir.
Dolayısıyla "emperyalist"
tanımı ve uygulaması, bir ülkenin dış ekonomik ve siyasi
politikasının birlikte değerlendirilmesiyle belirlenmelidir. Emperyalist
bir ülkenin siyasi politikası, ister vekalet ister doğrudan savaş olsun,
çeşitli biçimlerde, daha sık olarak savaşlar biçiminde güç kullanımını ima
eder.
Lenin'in kendisi,
"emperyalizminin" ve tanımının ekonomik yönüyle sınırlı
olduğunu söylüyordu. Emperyalizme ve bu sorunun önemine atıfta bulunan Lenin
şuna dikkat çekmişti;
"Emperyalizm
sorunu sadece en temel sorun değil, aynı zamanda kapitalizmin son
zamanlarda değişen biçimlerini inceleyen ekonomi bilimi alanındaki en temel
sorundur diyebiliriz. Sadece ekonomiyle değil, günümüz sosyal yaşamının
herhangi bir alanıyla ilgilenen herkes,
yazarın mevcut en son verilere
dayanarak bu kadar ayrıntılı olarak sunduğu gibi, bu sorunla ilgili
gerçekler hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Söylemeye gerek yok ki, eğer
bu analizin temeli emperyalizmin doğasına ilişkin hem ekonomik
hem de siyasi yönlerden tam bir anlayışa sahip değilse, savaşın somut bir tarihsel analizi olamaz.
Bu olmadan, son on yılların ekonomik ve
diplomatik durumuna ilişkin bir anlayışa yaklaşmak imkansızdır ve böyle bir
anlayış olmadan savaşa doğru bir bakış açısı oluşturmaktan bahsetmek bile
gülünçtür. (2)
Her savaş
emperyalist değildir ve her güç kullanımı savaş biçiminde değildir. Lenin,
Kautsky'yi eleştirirken politikayı tek kelimeyle özetlemişti: güç kullanımı.
"Emperyalizm
ilhak çabasıdır... Doğrudur, ancak çok eksiktir, çünkü emperyalizm
siyasi olarak genel olarak şiddete ve gericiliğe yönelik bir çabadır... Meselenin
özü, Kautsky'nin emperyalizmin politikasını onun ekonomisinden
ayırmasıdır... Mali sermaye ve tröstler, dünya ekonomisinin çeşitli
bölümlerinin büyüme oranlarındaki farklılıkları azaltmaz, aksine artırır. Güçler
ilişkisi bir kez değiştiğinde, kapitalizmde çelişkilerin güçten başka bir
çözümü bulunabilir mi?"(1)
Burada da Lenin, emperyalizmin tanımı için dış
politikasında ekonomi ile siyaset, sömürü ile şiddet ve gericilik
arasındaki doğrudan bağlantıyı vurgular. Buharin, önsözü Lenin tarafından
yazılan kitabında emperyalizmin tanımlarını ele alır. Şöyle diyordu;
"Emperyalizmin
çok yaygın ikinci "teorisi" onu genel olarak fetih politikası
olarak tanımlıyor... Bu teori ne kadar basit olursa olsun, kesinlikle
doğru değildir. Bu doğru değildir çünkü her şeyi "açıklar",
yani kesinlikle hiçbir şeyi açıklamaz. "
"Egemen
sınıfların her politikasının ("saf" politika, askeri politika,
ekonomi politikası) tamamen kesin bir işlevsel önemi vardır... Savaş,
belirli üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesine hizmet eder. Fetih savaşı,
bu ilişkileri daha geniş bir ölçekte yeniden üretmeye hizmet eder. Bununla
birlikte, savaşı basitçe fetih olarak tanımlamak tamamen yetersizdir,
çünkü bunu yaparken asıl şeyi, yani savaşla hangi üretim ilişkilerinin
güçlendirildiğini veya genişletildiğini, belirli bir "fetih
politikasının" hangi temeli genişlettiğini belirtmekte başarısız
oluyoruz. Burjuva bilimi bunu görmüyor ve görmek istemiyor. Çeşitli "politikaların"
sınıflandırılması için bir temelin, "politikaların" ortaya çıktığı
sosyal ekonomide var olması gerektiğini anlamıyor . " (3)
"Savaş,
siyasetin başka araçlarla devamıdır" sözünün soyut bir tekrarı, sanki her
şeyi açıklıyormuş gibi, savaşların tüm sorunlarına kullanılan ortak bir
hazır çözümdür, ancak verili "siyasetin" kendisini bu somut
koşullar altında fiilen incelemeden sunulan ezberci bir “çözümdür”.
Belirli bir zaman diliminde belirli bir ülkenin dış ekonomik ve siyasi politikasını
incelemeden ve bir ülkeyi "emperyalist" olarak sınıflandırmak,
Marksizm'in Leninizm ruhuna aykırıdır ve çoğu durumda yanlış etiketleme ile
sonuçlanır, çünkü emperyalizmin yalnızca ekonomik tanımını dikkate alır.
Tanımın politik yönleri hakkında kesinlikle hiçbir şeyi dikkate almaz ve açıklamaz,
bu olmadan emperyalizm tanımı ve uygulaması - etiketleme doğru olamaz.
Emperyalizmin ekonomik tanımı
"Belirli bir ülkenin nüfusunun çoğunluğunun sömürülmesi, mahvedilmesi ve yoksullaştırılması, diğer ülkelerin, özellikle de geri kalmış ülkelerin halklarının köleleştirilmesi ve sistematik olarak soyulması yoluyla ve son olarak savaşlar ve en yüksek kârı sağlamak için kullanılan ulusal ekonominin askerileşme yoluyla maksimum kapitalist kârın sağlanması."(19)
Emperyalizm ya da
tekelci kapitalizm, kapitalist üretim tarzının gelişmesindeki en yüksek ve son
aşamadır. 19. yüzyılın son üçte birinde gerçekleşen tekel öncesi kapitalizmden
tekelci kapitalizme geçiş, sonuçta 20. yüzyılın başlarında şekillendi.
"Böylece
emperyalizm döneminde kapitalizmin temel ekonomik yasası -artı değer yasası - daha da gelişti ve somutlaştı." Tekel öncesi kapitalizmde serbest rekabetin egemenliği, bireysel kapitalistlerin kâr oranlarının
eşitlenmesine yol açarken, emperyalizm altında tekeller kendilerine tekelci
olarak yüksek, maksimum kâr sağlarlar. Tekelci kapitalizmin motoru maksimum
kârdır."(31)
Burada
"Tekellerin" genellikle belirli bir mal veya hizmet için tüm
pazarı kontrol eden tek varlık oldukları ifade ettiğini belirtmek
önemlidir. "Tröstler", "karteller" vb., mal ve hizmet
pazarının önemli bir bölümünü kontrol eden şirketlerin birleşimini ifade
eder. Mali oligarşi tröstleri yönetir; mali oligarşi ülkeyi
yönetir.
"Azami kâr
elde etmenin nesnel koşulları, belirli üretim dallarında tekellerin
hakimiyetinin kurulmasıyla yaratılır. Emperyalizm aşamasında
sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi en yüksek derecesine ulaştı. Bu
nedenle, üretimin genişlemesi büyük sermaye yatırımları gerektirdi.
Devasa işletmeler arasındaki şiddetli rekabet mücadeleleri, sanayilerin
tekelleşmesinde finans kapitalin hakimiyetini beraberinde
getirdi. Tekellerin azami kâr peşinde koşması, kapitalizmin tüm
çelişkilerinin aşırı derecede şiddetlenmesine yol açmaktadır. " (31)
Lenin, "Sosyalizme İlerlemekten Korkarsak İleriye Gidebilir
miyiz?" başlıklı makalesinde; "Herkes emperyalizmden bahsediyor. Ama
emperyalizm sadece tekelci kapitalizmdir" diyordu. (4) Lenin,
Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması adlı kitabında, emperyalizmin temel
ekonomik özelliklerini içeren tanımını detaylandırır:
(1) üretim ve
sermaye yoğunlaşması, ekonomik yaşamda belirleyici bir rol oynayan
tekeller yaratacak kadar yüksek bir aşamaya ulaşması;
(2) banka
sermayesinin sanayi sermayesi ile birleştirilmesi ve bu "mali
sermaye" temelinde bir mali oligarşinin yaratılması;
(3) meta
ihracatından farklı olarak sermaye ihracatının istisnai bir önem kazanması."
(3)
Bu bölümdeki 4. ve
5. tanımı, yeni "emperyalistleri" tanımlamak amacıyla yeni döneme
uygulanamayacak olan o dönemin "emperyalistleri" ile ilgili olduğu
için kaldırdım. Eşitsiz ekonomik gelişme yasası nedeniyle, eski muzaffer
ülkelere karşı (ekonomik
tanımıyla) yeni "emperyalist" ülkeler ortaya çıkacaktır.
Stalin'in belirttiği gibi;
"Son
emperyalist savaşın bir sonucu olarak gerçekleştirilen dünyanın ve nüfuz
alanlarının yeniden dağıtımı şimdiden “modası geçmiş" olmayı
başardı. Bazı yeni ülkeler öne çıktı... Satış pazarları için, sermaye
ihracatı pazarları için, bu pazarlara giden deniz ve kara yolları için,
dünyanın yeniden paylaşımı için kıyasıya bir mücadele sürüyor... Tüm bu
çelişkilerin büyümesi, istikrar gerçeğine rağmen, dünya kapitalizminin
krizinin, son emperyalist savaş öncesindeki krizle kıyaslanamayacak kadar
derin bir krizin büyümesi anlamına gelir ... Emperyalizmin bu krizi
çözmenin tek yolunu görerek yeni bir savaşa hazırlanması şaşırtıcı değildir."
(16)
Koşul 3 söz konusu
olduğunda, mal, hizmet ihracatı ile yatırımlar, krediler veya diğer
sermaye akışları için ülke dışına akan sermaye-para ihracatı arasındaki farka
dikkat etmek ve ayrım yapmak gerekir. Bu koşula dayanarak,
Japonya'yı, Norveç'i ve tekelci kapitalist sanayileriyle pek çok yeni gelişmiş
ülkeyi kolayca "emperyalist" olarak etiketlemek mümkündür. Bilimsel tabirle
bunlar “Emperyalistlerin” askeri ve
siyasi gölgesi altında yağmalayabilen "ekonomik" emperyalistlerdir.
Dolayısıyla, birleşik tanımlarında gerçekten emperyalist değildirler.
Benzer şekilde, tarihsel olarak ABD bir zamanlar baskın bir sermaye
ihracatçısıyken, şimdi önemli bir sermaye ithalatçısıdır, bu anlamda
(mekaniksel bakış açısıyla) ABD’nin emperyalist bir ülke
olmadığı sonucuna varılması gerekir. Bu anlamda 3. koşul bile bir
ülkenin emperyalist olup olmadığını belirlemek için yeterli değildir.
Lenin'le çelişmese de, "Lenin'in döneminden farklı olan, bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişiminin, doğrudan yabancı yatırımların ve uluslararası ticaret ve sanayi transferlerinin, üretim ve dolaşımın uluslararasılaşması ve geçmişi gölgede bırakacak derecede yeni zirvelere ulaşmış olmasıdır. Sermaye, üretimden dolaşıma kadar küresel olarak yeniden dağıtılıyor. Bu, sermayenin yoğunlaşmasına neden olur ve çok uluslu finans sermaye şirketlerine yol açar. Bu şirketler, finans kapitalin geri kalanlarıyla bağlantılar geliştirir ve finansal tekel örgütleri oluşturur. Uluslararası üretimi, ticareti, bankacılığı, finansal işlemleri ve döviz değerlerini kontrol eder ve işletirler. Finans Kapital İster ülke ister kurum-kuruluş olsun, her türlü engeli ortadan kaldırmak için dünya ekonomik ve siyasi sistemini kendi ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirdiler” açıklaması doğrudur. Çünkü, Lenin bu gelişmeyi zaten öngörmüş ve şunu belirtmişti;
"Tüm ülkeyi kapsayan, tüm sermayeyi ve tüm gelirleri merkezileştiren, binlerce ve on binlerce dağınık ekonomik işletmeyi tek bir ulusal, kapitalist ve ardından bir dünya kapitalist ekonomisine dönüştüren yakın bir kanal ağının hızla genişlediğini görüyoruz." (1)
Burjuva liberal ve
neo-komünist argümanların aksine, emperyalizmin özü değişmez. Esas hâlâ tekelci
sermayenin egemenliği olmaya devam eder. Değişim yalnızca gelişen biçimlerinde
ve yöntemlerindedir. Özünde emperyalizmin "yeni bir aşaması" değil,
aynı öze sahip daha yüksek bir aşamadır. Lenin'in bakış çerçevesini kırmaz,
aksine derinleştirir. Bu daha yüksek aşamada, Üretimin Uluslararasılaşması,
finans kapitalin (Özellik 2) ulusal sınırlardan kurtulması yoluyla sermaye
ihracatını hızlandırır (Lenin'in Özellik 3'ü). "Uluslararası tekeli
birleştirir" dijital kartellerinin modern yinelemeleri (Özellik 4) ilk
olarak mevcut (önceki) emperyalistler arasında ve eşitsiz
ekonomik kalkınma yasası nedeniyle yeni ortaya çıkanlar yavaş yavaş kendi
kartellerini oluştururlar. Bu yüksek aşamada, siyasi üstünlük, SWIFT gibi
uluslararası finans kurumların kontrolü yoluyla Dijital ve Finansal Araçlar
aracılığıyla gerçekleştirilir.
Bu daha yüksek
aşamaya ulaşma süreci, Devlet kapitalizminin oluşumunu ve sanayinin askerileşmesini
gerektiren, sanayi ile finans kapitalin birleştirilmesi ve ekonomisinin savaş
temelinde geliştirilmesi yoluyla gerçekleştirilir. Bu gelişme, Finans ve
Finansal Kurumların Uluslararasılaşmasının yaratılmasına yardımcı oldu ve
bunu takip etti (ve edecek).
Devlet Kapitalizmi
"Başlangıçta devlet, egemen sınıfın tek
örgütüdür. Sonra başka örgütler ortaya çıkmaya başlar, özellikle finans
kapitalizmi çağında sayıları çoğalır. Devlet, egemen sınıfın tek
örgütünden, onun örgütlerinden birine dönüşmüştür, farkı, tüm bu
örgütlerin en genel karakterine sahip olmasıdır. Son olarak, devletin bu örgütleri yuttuğu ve bir kez
daha içsel, teknik bir iş bölümüyle egemen sınıfın tek evrensel örgütü
haline geldiği üçüncü aşama gelir. Bir zamanlar bağımsız olan
örgütsel gruplaşmalar, devasa bir devlet mekanizmasının bölümleri haline
gelir." (28)
"Bireysel
kapitalist örgütlerin gücü arttıkça, etkileri genişledikçe, dünya
pazarındaki rekabet giderek daha şiddetli ve yıkıcı hale gelir. Rakip grupların
her biri, tüm ülkelerin kaynaklarına dayanmaya başlar ve dahası, güçlü
devlet örgütleriyle el ele hareket eder. Ulusal pazarlarda olduğu gibi
dünya pazarında da güçlü kapitalist tröstler arasındaki mücadele üç ana çizgide
yürütülür:
1) pazarlar için mücadele,
2) hammadde piyasaları için mücadele,
3) sermaye yatırım piyasaları için mücadele.
Bu yarışmalar
birbirleriyle yakından bağlantılıdır ve tekelci kapitalist rekabetin üç
tarafını temsil eder. Rekabetin dünya pazarına kayması,
"barışçıl" rekabetin güç kullanılan bir rekabete dönüşmesine,
modern devletlerin kaçınılmaz bir politikası olarak emperyalizmin
doğmasına yol açmaktadır."(32)
Birleşik
işletmelerin yaratılması ve bankaların örgütsel rolü aracılığıyla
"ulusal ekonominin daha fazla ve salt dallarını kucaklayan örgütsel süreç, kapitalizmin gelişmiş her "ulusal sisteminin
bir "devlet kapitalist tröstü “ne dönüşmesine yol açmıştır.[30]
"Öte yandan,
dünya ekonomisinin üretici güçlerinin gelişme süreci, bu "ulusal"
sistemleri, dünya pazarı için rekabet mücadelelerinde en şiddetli çatışmalara
sürüklemektedir. Çağdaş kapitalist gerçekliğin bu iki temel gerçeği, bize çağdaş
finans kapitalizminin "devlet" eğilimlerini anlamanın anahtarını
sağlar. Burjuvazi geçmişte neden gerçekten bu kadar bireyciydi? Esas olarak,
ekonomik yaşamın temel kategorisi, diğerlerini bir rakip olarak karşısına
çıkaran özel-ekonomik birim olduğu için. İnsanların karşılıklı ilişkisi ya da
bir sınıf olarak burjuvazinin iç yapısı, işletmeler arasındaki bu karşılıklı ilişkiye
benziyordu. Burjuvazi bir sınıf olarak proletaryaya karşı çıktı. Ancak kendi
içinde, sınıfın kendi sınırları içinde, her üye bir rakip olarak diğerine karşı
duruyordu. Her biri kendi güçlerine güvenerek rakibini yerinden etmeyi
umuyordu, aralarındaki etkileşim "bütün" için olumluydu. Ancak
bireyciliğin taşıyıcıları olarak ortaya çıkanlar yalnızca ayrı işletmeler ve
bireysel insanlar değildi. Egemen sınıfların farklı gruplara bölünmesi
de benzer bir rol oynadı: her şeyden önce toprak ve sanayi burjuvazisi
olarak bölünme, ardından hammadde üretimi ve imalatçıları, ticari ve tefeci
sermayesi vb. temsilcileri arasında bölünme. Mali sermaye çağı bu
duruma son verir, egemen sınıfların farklı alt grupları arasındaki çelişki
de büyük ölçüde ortadan kalkar. Burjuvazinin hemen her kategorisi
birbirleriyle iş birliği yaparak temettü (kar payı) alıcısına dönüşür, faiz kategorisi sözde
"emek dışı gelirler” in genel ifade biçimi haline gelir. Her burjuva (ve
toprak sahibi) için kutsalların kutsalı kendisinin ve türünün binlerce iple
bağlı olduğu banka haline gelir.
Böylece, kapitalizmin
tüm yapısına daha önceki biçimleriyle bir dereceye kadar karşı olan bir kolektif
kapitalizm sistemi yaratılır. Mali oligarşi tröstleri yönetir; mali
oligarşi ülkeyi yönetir. Çok sayıda farklı türde burjuva örgütü ortaya
çıkar ve bunlar çok çeşitli alanlarda birbirleriyle örtüşürler. Egemen sınıfların
ayrı temsilcileri, belirli sınırlar içinde büyüyen, kolektif iradeyi
geliştiren ve ortak görevler ortaya koyan ve çözen farklı hücrelerde yerlerini
alırlar. Son olarak, emperyalist gelişmenin gerekleri burjuva toplumunu tüm
güçlerini seferber etmeye, örgütlenmesini mümkün olan en geniş bağlama
yaymaya zorlar: devlet tüm burjuva
örgütleri çokluğunu kendi içine çeker. '(28)
Emperyalist devlet,
endüstriyel kapitalizm çağındaki devletin tam tersine, işlevlerinin karmaşıklığında olağanüstü bir
artış ve toplumun ekonomik yaşamına aceleci bir saldırı ile karakterize
edilir. Tüm üretken alanı ve tüm meta dolaşımı alanını ele geçirme eğilimini
ortaya koymaktadır. Ara türdeki karma işletmelerin yerini saf devlet
düzenlemeleri alacaktır, çünkü bu şekilde merkezileşme süreci daha da
ilerleyebilir. Egemen sınıflar (ya da daha doğrusu egemen sınıfın,
çünkü finans kapitalizmi, egemen sınıfların farklı alt gruplarını yavaş yavaş
ortadan kaldırır ve onları tek bir finans-kapitalist klik içinde
birleştirir) devasa bir devlet işletmesinin -Emperyalist Devletin-
hissedarları ya da ortakları haline getirilir. Devlet, sömürünün
koruyucusu ve savunucusu olmaktan, sömürünün nesnesi olan
proletaryanın doğrudan karşı karşıya olduğu tek, merkezi, sömürücü bir örgüte
dönüşür. Hiyerarşik olarak inşa edilmiş bir bürokrasi, örgütlenme
işlevlerini, önemi ve gücü giderek artan askeri yetkililerle tam bir uyum
içinde yerine getirir. Ulusal ekonomi, askeri bir tarzda inşa edilen ve
emrinde muazzam, disiplinli bir ordu ve donanmaya sahip olan devletin içine
çekilir. (28)
Lenin'in
Emperyalizmin Asalak Evrim’ine ilişkin tanımını en yüksek aşamasına kadar
özetlersek;
1) endüstriyel
tekellerin ortaya çıkışı, tekelleşme aşaması,
2) Bankaların
sanayi ile birleşmesi, Finans Kapital Füzyonu,
3) fabrikaların
yurtdışına taşınması, iç ekonomilerinin sanayisizleşmesi, Sermaye
İhracatı,
4) artığı emmek ve
gücü yansıtmak için silah üretimini finanse etmek, Militarize Yeniden
Üretim,
5) sermayenin
üretimden ayrılması, spekülasyon, borç ve kira ile geçinmeleri, Finansal
Asalaklık. Mevcut ABD ve İngiltere'de gözle görülür şekilde görüldüğü gibi bir
"rantiye devletinin" oluşumu.
Özetleyelim;
Sanayisizleşme ve
Askeri-Teknoloji-Hizmet endüstrisinin birincil endüstriler olarak ortaya çıkışı
Sanayisizleşme, sanayinin askerileşmesi ve mali
sermayenin uluslararasılaşması üçlüsü, Lenin ve daha sonraki Marksistler tarafından
analiz edildiği şekliyle, tekelci kapitalizmin emperyalist aşamasındaki
mantıksal evrimini temsil eder.
Sanayisizleşme tesadüfi bir gelişme değil, finans kapitalin yurtdışında
daha yüksek getiri arayışından kaynaklanır. Tekeller, daha ucuz işgücü, daha
zayıf düzenlemeler ve daha yüksek getiriler için sanayi sermayesini Küresel
Güney'e kaydırır; ABD imalatında görüldüğü gibi, daha yüksek karlar için
sermaye ihracatı süreci, aynı zamanda cazip tavizler sunan diğer düşük işgücü
maliyetli ülkelere taşınır.
Ekonominin
finansallaşması, Finans kapitalin uzun vadeli düşük getirili
üretken yatırımlar yerine hızlı ve yüksek getirili spekülatif faaliyetlere
(hisse senetleri, türevler, gayrimenkul) öncelik vermesinde kendini gösterir.
Genel olarak imalattan elde edilen kâr %3-5, finanstan elde edilen kâr ise
%15-20'dir
Ekonominin askerileşmesi, tekeller için garantili pazarlar yaratarak endüstriyel gerilemeyi
telafi eder. Uluslararasılaşmış finans kapital, sermayeyi ulusal üretim
temellerinden ayırarak bu üçlüyü tamamlar. Lenin bu gidişatı öngörmüş;
"Emperyalizm asalaktır, çürüyen kapitalizm evrensel krize doğru
ilerlemektedir" demişti. Sanayisizleşme-askerileşme-finansallaşma üçlüsü,
kapitalizmin üretken ilerlemeden geri çekilmesini temsil eder, Kârı sürdürmek için daha çok güce ve
sahtekarlığa dayanır.
Bölüm için sonuç
ABD'yi ekonomik
tanımında emperyalist bir ülke yapan, ABD merkezli finans kapitalin bu merkezi
uluslararası finans sermaye, finansal tekelci örgütler ve para birimi
üzerindeki hegemonyasıdır; sadece sermaye ihraç ettiği için değil. Uluslararası
finans kapital tekelinin, hegemonyasının ve denetiminin bu koşulları altında, miktarı ne olursa olsun, başka herhangi bir
ülkenin "sermaye ihracı", ABD merkezli mali sermayenin hegemonyası
ve kontrolü tüm ticaret ve bankacılık işlemleri üzerinde hüküm sürdüğü
sürece, hiçbir ülkeyi (bilimsel anlamıyla) "emperyalist" yapamaz. En iyi
ihtimalle onlara, terimin yalnızca ekonomik tanımına uyan
alt-emperyalist ülkeler denilebilir.
Emperyalizmin
"siyasi tanımını" oluşturan, ABD'nin sanayisizleşmesi ve askeri
sanayisi ile diğer ülkelerin doğal kaynaklarının yağmalanması ve kendini
beslemek için çatışmalar ve savaşlar nedeniyle sürekli istikrarsız bir
dünyaya duyulan ihtiyaçla doğrudan ilişkili dış politikasıdır.
"Kapitalist
toplum" diyordu Buharin, "savaşlar olmadan düşünülemeyeceği
gibi, silahsız da düşünülemez. Tıpkı düşük fiyatların rekabete yol
açmadığı, tam tersine rekabetin düşük fiyatlara yol açtığı gibi, savaşların
temel nedeni ve itici gücü silahların varlığı değil (silahlar olmadan
savaşların imkânsız olduğu aşikâr olsa da), tam tersine ekonomik
çatışmaların kaçınılmazlığı silahların varlığını şart koşar. İşte bu
nedenle, ekonomik çatışmaların alışılmadık bir yoğunluğa ulaştığı günümüzde,
çılgın bir silahlanma çılgınlığına tanık oluyoruz. Dolayısıyla finans kapitalin
egemenliği her ikisini de içerir; emperyalizm (ekonomik anlamıyla E.A.)
ve militarizm (siyasi anlamıyla E.A.). Bu anlamda militarizm (askerileşme)
, finans kapitalin kendisi kadar tipik bir tarihsel olgudur... nispeten
eşit ekonomik yapıların olduğu yerlerde bile... (3)
Sonuç olarak, bir
ülkeyi yalnızca emperyalizmin ekonomik tanımına dayanarak, emperyalizmin
siyasi tanımından bağımsız bir şekilde emperyalist olarak nitelendirmek ve
etiketlemek, Marksist-Leninist bir yaklaşım değil, çocuksu bir yaklaşımdır veya
en iyi ihtimalle Marksizm ve Marksist-Leninist teorilerin diyalektiğinden
bihaber olanların yaklaşımıdır.
Emperyalizmin
"siyasi" tanımını "militarizasyonu-askerileşme ve savaş"
ile başlayarak inceleyelim.
Emperyalizmin “siyasi” tanımlaması
Çoğu analizcinin
ülkeleri değerlendirirken ve/veya karşılaştırmalı olarak incelerken gözden
kaçırdığı nokta, militarizasyonun sanayi ve ekonomisini beslemek için sürekli
düşmanlara (örneğin, "terörizm", "otoriter devletler")
ihtiyaç duymasıdır. Bitmeyen çatışmalara ve savaşlara duyulan ihtiyaç,
dış politikasını şekillendirir. Bu, emperyalizmin "politik tanımının"
ve "ekonomik tanıma" uyan "emperyalist" ülkelerin
karşılaştırmalı incelenmesinin özünü oluşturur.
Dolayısıyla,
emperyalist devletin siyasi tanımı, "üretim kapasitesinin
boyunduruk araçlarına dönüştürülmesiyle ekonominin sistematik olarak
militarizasyonu ve küresel egemenliği sürdürmek için finans/teknoloji/ticaret
sistemlerinin silahlandırılması" olarak özetlenebilir.
Unutmamamız gereken
şey, ne Lenin'in ne de Buharin'in, emperyalizmin "sürekli bir durum"
olarak, tekelci kapitalizmin savaşlar olmadan düşünülemez olduğu temel
varsayımını ortaya koymamış olmalarıdır. Ancak, ekonomik gelişimine ve askeri
sanayisindeki ilerleme düzeyine dayanan veya daha çok bunlara bağlı olan
bir "eğilim" söz konusudur ve bu eğilim, Stalin tarafından II.
Dünya Savaşı sırasında teori ve pratikte netleştirilmiştir. Stalin'in 1935'teki
somut analizi, emperyalist ülkelerdeki bu somut Eşitsiz Militarizasyon durumuna
dayanıyordu.
Stalin'in
gözlemi, emperyalist devletler arasındaki temel
farklılıkları ortaya koymuş ve değerlendirmesinde bu temelleri dikkate
almıştır. (Savaşlar - 2. Dünya Savaşı bölümündeki değerlendirmesinde
göreceğimiz gibi)
Faşist devletlerin
(Almanya/İtalya) ekonomilerinin tamamen askeri ihtiyaçlara tabi olduğu
sonucuna varmıştı. Bunlar ekonomilerini tam bir savaş ortamında inşa etmeyi
başardılar. Ancak, kaçınılmaz bir sonuç olarak, askeri sanayinin gelişimi ve
yeniden silahlanma için yabancı rezervleri/hammaddeleri harcıyorlardı.
Tüm önemli kaynaklarını israf ediyorlardı. Bu da toprak rövanşizmi için ani bir
saldırganlığa yol açtı. Saldırgan bir duruş.
Diğer
emperyalist güçler (İngiltere, ABD, Fransa) ise
sanayilerini bu yönde yeniden düzenliyor, ancak sivil sektörleri koruyorlardı. Savaşa
hazırlanıyor, ancak tam bir ekonomik dönüşümden kaçınıyorlardı. Önemli
kaynak rezervlerini koruyorlardı. Sömürgelerini, hammadde kaynaklarını ve
pazarlarını korumak için yeniden silahlanıyorlardı. Savunmacı bir duruş.
Mevcut durumu
incelemek ve somut duruma dayanarak somut bir değerlendirme yapmak için
Stalin'in yaklaşımını ve sınıflandırmasını anlamak çok önemlidir. Stalin
şu somut gerçeklere işaret ediyordu:
1)
Emperyalist devletler, içinde bulundukları krizin şiddetine bağlı olarak
savaş ekonomisi yelpazesinin farklı aşamalarında yer alırlar ve bu durum
onları çaresiz-azgın kılarken, bazıları nispeten istikrarlıdır.
2)
Askeri sanayilerine güvenen ülkelerdeki şiddetli krizler çatışmaları ve
savaşları zorunlu kılarken, diğerleri hâlâ sivil pazarlardan kâr elde ettikleri
için istikrar ve barış gerekir.
3)
Sömürgeleri, hammadde kaynakları ve pazarları "olanlar statükoyu
savunurken, "olmayanlar" güç kullanarak yeniden dağıtım
arayışındadırlar.
"Kaçınılmaz
bir politika olarak boyun eğdirme ve yağma için güç kullanmak; politikanın
farklı bir biçimde sürdürülmesi - aslında politika nedir? "Savaş,
politikanın başka "araçlar" yoluyla sürdürülmesidir" (yani
şiddet yoluyla) (7)
Stalin,
"Emperyalizm döneminde eşitsiz gelişme yasası," diyordu, "bazı
ülkelerin diğerlerine göre düzensiz gelişmesi, bazı ülkelerin dünya
pazarından hızla devrilmesi, zaten bölünmüş olan dünyanın askeri çatışmalar ve
askeri felaketler düzeninde periyodik olarak yeniden dağıtılması
anlamına gelir... dünyanın emperyalist gruplar arasında çoktan paylaşılmış
olması gerçeği, dünyada artık "özgür", işgal edilmemiş toprakların
kalmaması ve yeni pazarlar ve hammadde kaynakları ele geçirmek, genişlemek için
bu toprakları zorla başkalarından almak zorunda olunması... Teknolojinin eşi
benzeri görülmemiş gelişimi... bazı ülkelerin diğerlerinin önüne geçmesini,
daha güçlü ülkelerin daha az güçlü ama hızla gelişen ülkeler tarafından
devrilmesini kolaylaştırdı. Eski nüfuz alanlarının tek tek emperyalist gruplar
arasında dağılımı, her seferinde dünya pazarındaki yeni güç dengeleriyle
çatışır... Dünya emperyalist savaşı, zaten bölünmüş bir dünyayı yeniden
dağıtmaya yönelik ilk girişimdi. Söylemeye gerek yok, ilk yeniden dağıtım
girişimini, emperyalist kampta hazırlık çalışmaları halihazırda devam eden
ikinci bir girişim takip edecektir. (26)
Eski emperyalist
ülkelerin zaten "askeri sanayileri" var ve askeri olarak yeni bir
savaşa hazırlar. Yeni emperyalist ülkeler ise askeri sanayilerini inşa etme
ve yeni bir savaşa hazırlanma sürecinde. Bu yüzden mümkün olduğunca "eski
“ye karşı "yatıştırma politikasını” tercih ediyorlar. İşte bu
noktada, savaştan önce her bir savaşan ülkenin izlediği fiili (iç ve dış)
politikanın ne olduğu sorusuna cevap vermeden soyut bir şekilde tekrarlanan
"politika" sorusu ortaya çıkıyor. İşte bu noktada askeri
sanayileşme sorusu ortaya çıkıyor: Bölgesel savunma odaklı (ekonomik
olarak) emperyalist mi, yoksa güç gösterisi için saldırı odaklı (emperyalist)
mi?
Emperyalizm ve
savaş birbirinden ayrılamaz ikizlerdir.
İşte bu nedenle
"emperyalizm" meselesi ve ona karşı tutum, her somut koşul ve
durumda, siyasi yönünden -yani (sanayinin militarizasyonu ve) savaştan-
bağımsız olarak incelenemez. Lenin, "Soyut teorik akıl yürütme,
Kautsky'nin... Marksizm’i terk ederek vardığı sonuca yol açabilir. Savaşın, hem
ekonomik hem de siyasi yönleriyle emperyalizmin doğasının kapsamlı bir
analizine dayanmadıkça, somut bir tarihsel değerlendirmesinin olamayacağı
açıktır." diyordu. (1) Lenin, ikisini birbirine bağlayarak, "Bir
savaşın karakteri ve başarısı, esas olarak savaşa giren ülkenin iç rejimine
bağlıdır; savaş, söz konusu ülkenin savaştan önce yürüttüğü iç
politikanın bir yansımasıdır." (29)
Lenin burada,
herhangi bir "güç kullanımı" veya savaşlar için, belirli bir ülkenin
"iç rejimini ve politikasını" doğrudan birbirine bağlıyor.
"İkisi de aynı madalyonun iki yüzüyse", diyecektir bazıları, "o
zaman bir "savaşa" karşı tutumumuz, "emperyalizme" karşı
tutumumuzdan farklı olmayacaktır. Oysa Lenin, "tarihsel koşullara,
sınıflar arasındaki ilişkiye ve benzeri verilere bağlı olarak, savaşa karşı
tutumun farklı zamanlarda farklı olması gerektiğini" açıkça
belirtir. " (30)
Bu, diyalektik
olarak, "emperyalizme" karşı tutumun farklı zamanlarda farklı
olacağı anlamına gelir. "Genel olarak proletaryanın çıkarlarının değil,
yalnızca özel olarak "proletaryanın çıkarlarının olduğu zamanlar, koşullar
ve durumlar olacaktır. "Proletaryanın genel çıkarlarının varlığı
nedeniyle, özel çıkarların genel çıkarlara tabi olacağı zamanlar,
koşullar ve durumlar olacaktır. Sürekli değişen bir dünyada koşullar ve
durumlar değişeceğinden, her savaşa karşı tutumun da değişmesi gerekecektir.
"Onlarca yıl,
neredeyse yarım yüzyıl boyunca, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya
ve Rusya'nın hükümetleri ve egemen sınıfları, sömürgeleri yağmalama, diğer
ulusları ezme ve işçi sınıfı hareketini bastırma politikası izlediler. Mevcut
savaşta da sürdürülen politika yalnızca budur.
"Modern
militarizm, kapitalizmin bir sonucudur. Her iki biçimiyle de kapitalizmin
"hayati ifadesidir”: kapitalist devletlerin dış çatışmalarında
kullandıkları askeri bir güç ve egemen sınıfların elinde proletaryanın her
türlü ekonomik ve politik hareketini bastırmak için bir silah olarak. (6)
Emperyalizmin Savaş Eğilimi Üzerine
Militarizmin/savaşın
kapitalizmin bir sonucu olduğu kabul edilse de, Stalin'in de gösterdiği gibi,
emperyalizmin evrensel eğilimidir. "Yasa’nın mevcut koşullarla ve söz
konusu evrensel yasanın somut ifadesiyle diyalektik bağlantısını ve ayrımını
kurmak gerekir.
Stalin'in somut
analizini incelediğimizde, "tüm emperyalist devletler militarize
olacaktır" evrensel yasasını yineler. Ancak Stalin, bu
militarizasyonun hızının ve yoğunluğunun yalnızca belirli bir ülke
içindeki değil, uluslararası ölçekte de maddi koşullara bağlı olarak
değiştiğine dikkat çeker.
Stalin, savaşın tekelci kapitalizmin doğasında olduğunu yineler. Ancak
zamanlamasının her emperyalist ülkenin iç krizlerine ve belirli bir andaki
rekabet aşamasının yoğunluğuna bağlı olduğunu da belirtir.
Stalin, Finans Sermayesinin savaş makinesini beslediğini yineler. Ancak, güç
kullanma ve boyun eğdirme yönteminin, her "emperyalist" ülkenin
ekonomisine, militarizasyonuna , rezerv ve kaynaklarına bağlı olarak
farklılık gösterdiğine dikkat çeker. "Sahip olanlar" ve
"sahip olmayanlar", krizde olanlar ve istikrarlı olanlar, acil bir
savaş olmadan ucuz kaynak sağlayabilenler ve sağlayamayanlar için durum
farklı olacaktır. Biri savaşı, diğeri ekonomik ve politik yolları
seçecektir.
Konuşmalarını ve
yazılarını doğrudan bağlantılı olarak okuduğumuzda, Stalin'in
"emperyalist" ülkelerde savaş ekonomilerinin kaçınılmazlığı gerçeğini
ortaya koyduğunu görebiliriz. Militarizasyon, devlet tekelci kapitalizmiyle
birlikte başlasa da, emperyalist rekabet yoğunlaştığında tüm kapitalist
devletler şu gerçekle yüzleşir: ya militarize olacaklar ya da
boyunduruk altına alınacaklar. Stalin'in tarih aşamalandırması basit bir
farklılaştırma değil, bilimsel bir dönemlendirme idi: 1. Aşama
(1920'ler): "Barışçıl" emperyalistler (İngiltere/ABD) finans
kapital aracılığıyla egemenlik kurar, 2. Aşama (1930'lar): Kriz, faşist
devletleri topyekûn savaş ekonomilerine zorlar. 3. Aşama (1940'lar): Tüm emperyalistler
tamamen askerileşir. (II. Dünya Savaşı)
Bu bölümün bir
sonucu olarak, Lenin, Buharin ve Stalin, emperyalizmin askerileşmeyi
gerektirdiği konusunda haklıydılar. Ancak Stalin'in açıkça gözlemlediği
ve açıkladığı gibi, emperyalizmin ifadesi (yaşama uygulanması)
eşitsiz, dengesizdir ve farklı biçimlerde olabilir. Özellikle teknoloji
çağımızda, ticaretin, teknolojinin ve finansın silahlandırılması, modern
imparatorlukların diğerlerini boyunduruk altına alma biçimidir. Bu, emperyalist
rekabet yoğunlaştığında nispeten sona erer, ticaretin ve diğer araçların
silahlandırılması yoluyla boyunduruk altına alma etkisiz hale gelir.
Askeri güç dengesine, teknolojik çağımızda savaşa, vekalet savaşlarına bağlı
olarak, boyunduruk altına alma pratiği karakter değiştirir (bu konuyu daha sonra ek olarak ele alacağız).
Dolayısıyla, emperyalizmin
siyasi tanımı, kendisini savaş ekonomisine yapısal dönüşüm olarak
yansıtan siyasi emperyalizmdir.
Emperyalizmin
bilimsel kavramı, ekonomik ve politik tanımların birliğini, herhangi bir ülkeye
herhangi bir anda doğru bir şekilde uygulanabilmesi için bütünleştirir; bir
öngörü olarak beklenen gelecekte değil, bir olgu olarak değerlendirmenin
yapıldığı andaki durum.
"Belirli bir
zamanda emperyalistler arasında ayrım yapmak yanlış değildir, ancak
bunun geçici olduğunu unutmamalıyız. Geçici bir ayrım, yalnızca belirli
bir koşulun değerlendirilmesini yansıtır." Bu, Leninizm için bir
"istisna" değil, Leninizm'in ta kendisidir. Bilimsel
sosyalizmin düşmanı nüans değil, Marksizm diyalektiğinin belirli bir zamandaki
somut koşullara ve duruma uygulanamamasından kaynaklanan katılıktır.
("Dijital
üretim zinciri" - dijital karteller, parçalanmış sömürü ve silahlandırma,
"hammadde olarak veri" ve silahlandırma gibi yeni olgulardan
bazılarını ele alacağım.)
Lenin şöyle
demişti:
"Toplum
sınıflara bölündüğü sürece, sömürü var olduğu sürece savaş
kaçınılmazdır."
Şimdi savaş
sorununa ve tarihteki savaşlara ilişkin farklılıklara, farklı duruşlara
dalıyoruz.
Modern Zamanlarda Emperyalist
Savaşların Tarihsel Türleri
Stalin'in
"emperyalist" ülkelerde savaş ekonomilerinin kaçınılmazlığına ilişkin
maddi gerçeği teşhir ettiğini gördüğümüz gibi, ekonominin askerileşme devlet
tekelci kapitalizmi ile birlikte başlar (yoğunlaşır) ve emperyalist
rekabet yoğunlaştığında, tüm kapitalist devletler ya askerileşme ya da boyun
eğdirilme seçeneğiyle karşı karşıya kalırlar. Stalin, savaşların tarihini
yalnızca biçimlerdeki farklılaştırmayla değil, genel olarak savaşların ve
özel olarak dünya savaşlarının bilimsel bir dönemselleştirilmesiyle
aşamalandırdı.
Genel olarak solun
tutumu, her çağdaki savaşlara karşı çoğunlukla ideolojik farklılıklardan
kaynaklanan çeşitlilik gösterdi. Bu ideolojik farklılık, Bolşevikler ile (her
türden) Menşevikler arasındaki çizgiyi çiziyor ve bu da kitlelerin tutumuna
yansıyor. Lenin'in değerlendirmesini burada belirtmek önemlidir, çünkü mevcut
değerlendirmeler için hala geçerliliğini göstermektedir.
"Kapitalizmin yükseliş
eğrisinin büyümesi ve yarı-sömürgelerin ve sömürgelerin sömürülmesi,
emperyalist güçlerin burjuvazisinin, ülkelerinin sanayi proletaryasına
yavaş ama istikrarlı bir şekilde yükselen yaşam standardını sağlamasını mümkün
kıldı.
Bu gerçek,
emperyalist ülkelerdeki işçi sınıfının önemli bir bölümünün neden proletaryanın
genel kitlesinden ayrıldığını ve bir işçi aristokrasisi haline geldiğini açıklamaktadır.
Ve bu işçi aristokrasisi, revizyonizmin ve sömürge politikasının sosyal
demokrasi tarafından onaylanmasının temelini oluşturdu. Aynı zamanda sosyal
yurtseverliğin ve sanayi proletaryasının savaş sırasında burjuvazisiyle ortak
eyleminin ekonomik temeliydi." (34)
"Savaşa karşı
tutumumuz" diyordu Lenin, "burjuva pasifistlerinkinden (barışın
destekçileri ve savunucuları) ve Anarşistlerinkinden temelden farklıdır. Birincilerden,
savaşlar ile ülke içindeki sınıf mücadelesi arasındaki kaçınılmaz bağlantıyı
anlamamız bakımından ayrılıyoruz; sınıflar ortadan kaldırılıp sosyalizm
kurulmadıkça savaşın ortadan kaldırılamayacağını anlıyoruz; ayrıca,
ezilen sınıfın ezen sınıfa, kölelerin köle sahiplerine, serflerin toprak
sahiplerine ve ücretli işçilerin burjuvaziye karşı yürüttüğü savaşlar olan iç
savaşları meşru, ilerici ve gerekli görmemiz bakımından da ayrılıyoruz. Biz
Marksistler, tarihsel olarak (Marks'ın diyalektik materyalizmi açısından) her
savaşı ayrı ayrı incelemeyi gerekli gördüğümüz için hem pasifistlerden
hem de Anarşistlerden ayrılırız. Tarihte, tüm savaşlara kaçınılmaz
olarak eşlik eden tüm dehşet, vahşet,
sıkıntı ve acılara rağmen ilerici olan, yani son derece zararlı ve
gerici kurumların (örneğin otokrasi
veya serflik), Avrupa'nın en barbar despotizmlerinin (Türk ve Rus) yok
edilmesine yardımcı olarak insanlığın gelişimine fayda sağlayan çok sayıda savaş
olmuştur. Bu nedenle, tamda bu mevcut
savaşın tarihsel olarak kendine özgü özelliklerini incelemek
gerekiyor."(45)
Lenin'in bu
açıklaması, "kapitalistler
arasındaki hiçbir savaşın ilerici bir sonuç getiremeyeceği" şeklindeki,
somut bir değerlendirme yapmaktan kaçınmak için ezbere bürünmüş sloganları,
hazır reçeteleri çürütmektedir.
Lenin'in "tarihsel
koşullara, sınıfların ilişkisine ve benzeri verilere bağlı olarak, savaşa
karşı tutumun farklı zamanlarda farklı olması gerekir” sözünü akılda tutarak, önceki
savaşları inceleyelim.
Savaşa karşı tutumlar
Marksist
diyalektik, her bir özgül tarihsel durumun somut bir analizini
gerektirir.
Lenin'in önceki açıklaması,
savaş da dahil olmak üzere herhangi bir olguya ilişkin değerlendirmemizin ve
aldığımız tavrın "işçi sınıfının çıkarlarından" kaynaklanması gerektiği
ve her zaman "mücadelelerinin çıkarlarını" göz önünde bulundurması
gerekliliği temel ilkesiyle diyalektik olarak bağlantılı ve ilişkiliydi.
"Genel olarak
proletaryanın çıkarlarının” değil, özelde yalnızca "proletaryanın çıkarlarının”
olacağı zamanlar, koşullar ve durumlar olacaktır ve "proletaryanın
genel çıkarlarının” varlığı nedeniyle özelin çıkarlarının genelin çıkarlarına
tabi olacağı zamanlar, koşullar ve durumlar olacaktır. Sürekli değişen
bir dünyada koşullar ve durumlar değişecek, bu nedenle her birine karşı
tutumun farklı olması gerekecektir.
Marks ve Engels dönemindeki savaşlar
ve tutumları
Marks ve Engels
dönemindeki savaşlar, sonraki savaşlara kıyasla farklı bir karaktere sahipti.
Ne var ki, kendisini “dünya" olarak gören ve yansıtan Batı bu öncülden
yola çıkıp, burjuva demokratik devrimleri ve anti-emperyalist savaşları reddederler. Aslında dünyada hâlâ burjuva demokratik
devrimlerin, sömürgecilik karşıtı, anti-emperyalist savaşların gündemde
olduğu bir sürü feodal sömürge, yarı-sömürge ülke, var. Kapitalist
bir devleti diğerine karşı seçmek, ya da birinin yanında yer almak söz konusu
olduğunda, bu "geçmiş" bir dönemin tarihidir. Alınacak tavır,
somut analiz ve duruşun "işçi sınıfının çıkarları" temelinde analiz
edilmesiyle belirlenir. Anti-emperyalist savaşlar, anti-emperyalist
savaşı yürüten güçler- onların sınıfsal niteliğinden bağımsız olarak - işçi
sınıfının çıkarlarına hizmet eder.
Marks ve Engels
döneminde, 19. yüzyılın ortalarında, savaşlar öncelikle feodalizme ve hanedan
imparatorluklarına karşı burjuva demokratikti. Marks'ın zamanında
burjuvazi, sömürgecilik karşıtı savaşları nesnel olarak ilerici hale
getiren sömürgeci ülkeler tarafından yürütülen gerici sömürge savaşları
dışında, feodalizmi parçalamada tarihsel olarak ilericiydi.
Lenin, Potresoy
eleştirisinde, Marks'ın savaşlara
karşı tutumu ve "hangi burjuvazinin başarısının daha arzu edilir
olduğu" sorunu açısından eski çağı ve onun sınıfsal bağlamını açıklığa kavuşturmuştu;
"Potresov,
1859'da Marks'a göre (ve daha sonraki bazı durumlarda), “ hangi tarafın
başarısı daha arzu edilir” sorusunun, "hangi burjuvazinin
başarısının daha arzu edilir olduğu" sorusu anlamına geldiğini fark
edemedi. Potresov, Marks'ın,
Avrupa'nın önde gelen
devletlerinde yalnızca var olmakla kalmayıp aynı zamanda tarihsel
sürecin ön saflarında yer alan,
kuşkusuz ilerici burjuva hareketlerin var olduğu bir dönemde sorun
üzerinde çalıştığını fark edemedi." (35)
Lenin farkı
açıklığa kavuşturuyor;" Her şeyden
önce, bunlar (Almanya ve İtalya'daki) ulusal hareket üzerine düşüncelerdi -
ikincisinin "orta çağ temsilcileri" üzerindeki gelişimi üzerine; ikincisi,
bunlar Avrupa Uyum’undaki gerici monarşilerin (Avusturya, Napolyon
vb.) "ana kötülüğü" üzerine düşüncelerdi. (35)
Bu düşünceler son derece açık ve tartışılmaz niteliktedir. Marksistler, feodal ve mutlakiyetçi güçlere karşı burjuva ulusal kurtuluş hareketlerinin ilericiliğini hiçbir zaman inkar etmediler...Marks ve Engels, hangi burjuvazinin başarısının arzu edilebilirliği sorunu üzerinde çalışıyorlardı; mütevazı liberal bir hareketin fırtınalı bir şekilde demokratik bir harekete dönüşmesiyle ilgileniyorlardı. Potresov, günümüzün (burjuva olmayan) demokrasisi döneminde, Britanya'da, Almanya'da ya da Fransa'da ister mütevazı liberal ister fırtınalı bir şekilde demokratik olsun, burjuva ilerici hareketlerin hayal bile edilemeyeceği bir zamanda burjuva ulusal-liberalizmini vaaz ediyor. Marx ve Engels kendi çağlarının, burjuva-ulusal ilerici hareketlerin çağının ilerisindeydiler; Orta çağ temsilcilerinin "başlarının üzerinde" gelişebilmeleri için bu tür hareketlere ivme kazandırmak istediler. (35)
"Marx'ın
yöntemi, her şeyden önce, belirli ve somut koşullarda, belirli bir andaki
tarihsel bir sürecin nesnel içeriğini gerektiği gibi hesaba katmaktan ibarettir; bu, her şeyden önce, bu somut koşullarda mümkün olan ilerlemenin
zembereğinin hangi sınıfın hareketi olduğunu gerçekleştirmek içindir.
1859'da Avrupa Kıtası’ndaki tarihsel sürecin nesnel içeriğini oluşturan
emperyalizm değil, ulusal-burjuva kurtuluş hareketleriydi." ... Burjuva, ulusal kurtuluş
hareketleri çağında iki ülkenin savaş halinde olduğunu varsayalım.
Günümüz demokrasisi açısından hangi ülkeye başarılar dilemeliyiz? Açıkçası, başarısı burjuvazinin kurtuluş
hareketine daha büyük bir ivme kazandıracak, gelişimini hızlandıracak ve
feodalizmi daha kararlı bir şekilde baltalayacak olan ülkeye."(35)
Marks'ın dünyadaki
gericiliğin ve karşı-devrimin ana odağı olan ve diğerlerinden daha
fazla mücadele edilmesi gereken Çarlık rejimine bakışı ve yaklaşımı, onun savaş ve barış konusundaki genel
siyasi çizgisi değil, verili somut durum ve koşullarla ilgiliydi.
"Birinci
çağda" diyordu, "nesnel ve tarihsel
görev, ilerici burjuvazinin, ölmekte olan bir feodalizmin başlıca temsilcilerine
karşı mücadelesinde, dünyanın tüm demokratik burjuvazisine mümkün olan en
büyük avantajı sağlamak için uluslararası çatışmaları nasıl
"kullanması" gerektiğini tespit etmekti . İlk çağda, yarım
yüzyıldan fazla bir süre önce, feodalizmin kölesi olan burjuvazinin “kendi"
feodal zaliminin yenilgisini istemesi doğal ve kaçınılmazdı, özellikle
de tüm Avrupa'yı ilgilendiren başlıca ve merkezi feodal kaleler o zamanlar bu
kadar çok değildi. Marks çatışmaları böyle "değerlendirdi": verili
ve somut bir durumda, burjuva kurtuluş hareketinin başarısının tüm
Avrupa'nın feodal kalesinin altını oymada hangi ülkede daha önemli
olduğunu tespit etti."(35)
Nesnel olarak,
feodal ve hanedan savaşlarına devrimci demokratik savaşlar, ulusal kurtuluş savaşlarıyla
karşı çıkıldı. Marks ve Engels'in o döneminin tarihsel görevlerinin içeriği
buydu.
Birinci Dünya Savaşı – Lenin'in
zamanı ve savaşa karşı tutumu
1. Dünya
Savaşı sırasında, Avrupa'nın en büyük gelişmiş devletlerindeki nesnel
durum farklıydı. Kapitalizm, ilerici kapitalizmden tekelci kapitalizmin gerici
aşamasına geçiş yapmıştı. Önceki çağ ile yeni çağ arasındaki farkı
tanımlayan Lenin, "Kapitalizm o kadar yoğunlaştı ki, tüm sanayi dalları kapitalist milyarderlerin kartelleri,
tröstleri ve birlikleri tarafından ele geçirildi ve neredeyse tüm dünya "sermayenin
efendileri" arasında ya koloniler biçiminde bölündü, ya da
diğer ülkeleri binlerce finansal sömürü ipliğine hapsetme yoluyla. Serbest
ticaret ve rekabetin yerini, tekel, sermaye yatırımı için topraklara el koyma,
onlardan hammadde ihracatı vb. çabaları almıştır. Emperyalist-kapitalizm,
kapitalizmin feodalizme karşı mücadelede olduğu ulusların kurtarıcısından,
ulusların en büyük baskıcısı haline geldi. Eskiden ilerici olan kapitalizm
gerici hale geldi" (7)
Bu geçiş,
sömürgeleri yeniden bölmek için emperyalistler arası gerici savaşlar çağını
başlattı. Lenin, bir öncekiyle karşılaştırarak şunları söylüyordu;
"Bugün, ilerici bir burjuvaziyi, ilerici bir burjuva hareketini,
örneğin Avrupa’nın Konserti’nin (tekelci yapının) " kilit üyelerini
teşkil eden İngiltere ve Almanya’da ilerici bir burjuvaziyi, ilerici bir
burjuva hareketini hayal etmek bile gülünç olur. Bu iki kilit devletin eski
burjuva "demokrasisi" gericileşti. Potresov bunu
"unutmuş" ve eski (burjuva) sözde demokrasinin bakış açısının
yerine günümüz (burjuva olmayan) demokrasisinin bakış açısını
koymuştur. Başka bir sınıfın, dahası eski ve modası geçmiş bir
sınıfın bakış açısına geçiş, tam bir oportünizmdir. Böyle bir
değişimin, eski ve yeni çağlardaki tarihsel sürecin nesnel içeriğinin çözümlenmesiyle
gerekçelendirilemeyeceğine dair en ufak bir kuşku olamaz . "
(35)
Lenin'in Birinci
Dünya Savaşı'na yönelik tutumunu belirleyen eleştiri ve çözümlemesi şu sonuca
varıyordu: "Günümüz demokrasisi ancak emperyalist burjuvazilerden ne
birine ne de diğerine katılmazsa, ancak iki tarafın eşit derecede kötü
olduğunu söylerse ve emperyalist burjuvazinin her ülkede yenilgisini isterse
kendine sadık kalacaktır. Başka herhangi bir karar gerçekte ulusal-liberal
olacaktır ve gerçek enternasyonalizmle hiçbir ortak yanı olmayacaktır." (35)
Lenin'in 1. Dünya Savaşı'ndaki tutumu, sosyalistlerin
savaşta herhangi bir emperyalist kampı desteklemeyi reddetmeleri,
işçi sınıfı mücadelesini teşvik etmeleri, barışı kazanmanın yolu olarak her
birinin kendi savaşan ülkesinde sosyalist devrimi savunması gerektiği
şeklindeki "devrimci yenilgicilik" (kendi
hükûmetinin yenilmesi) idi . Lenin'in " yenilgiciliği” pasif bir
duruş değil, devrimci eylem çağrısı yapan aktif bir duruştu.
Marks ve Engels'in zamanındaki “hangi
burjuvazinin başarısı daha arzu edilir” iken, "hiçbir (emperyalist)
burjuvazi arzu edilmez” çağına dönüşmesi, emperyalistler arası savaş
durumlarında yeni "devrimci yenilgicilik " politikasını ortaya
çıkardı.
Verili zaman ve
koşullardaki somut durum analizine dayanarak, Lenin'in "Devrimci yenilgicilik
" duruşu işe yaradı. İç savaş bir gerçek haline geldi"
diyen Lenin, "Emperyalist savaşın, devrimin başlangıcında, hatta savaşın
başında öngördüğümüz iç savaşa dönüşmesi... Ekim ayında kendimizi içinde bulduğumuz
koşullar..."(9)
Marksist
Diyalektiğin önemli bir doğrulaması olarak, "
yenilgici" duruş, "savunmacı” duruşa dönüştü.
"Evet, artık savunmacıyız" diyordu Lenin. “ 25 Ekim 1917'den beri
savunmacıyız; Vatanımızı savunma hakkını kazandık... ülkemizin
savunmasına hazırlık politikasıdır, kararlı bir politikadır, emperyalist güçlerin Doğu ve
Batı'daki aşırılık yanlısı olanlarına yardım edecek tek bir
adım atılmasına izin vermemektir." (10) Ardından Lenin,
" yenilgici " duruşa karşı "savunma" "hakkının"
"bildiriler yayınlayarak değil, yalnızca kendi ülkesindeki burjuvaziyi
devirerek elde edildiğini" belirtiyordu. Bu konuda şunları söylemişti;
" Her durumda işe yarayacak bir tarif veya genel kural
uydurmak saçma olur. Her ayrı olayda durumu analiz edecek beyne
sahip olmak gerekir."(11)
Marksist
Leninistlerin yenilgici, savunmacı ya da (aktif) tarafsız duruşları olsun,
bunların hepsi, politika ve duruş için bir değerlendirme yaparken proletaryanın
ve mücadelesinin çıkarlarını göz önünde bulundurma temel ilkesinden
kaynaklanmaktadır. Hangi tarafın ya da daha çok hangi burjuvanın bize faydalı
olacağı sorusu asla dar görüşlü, mekanik bir sorun değildir, proletaryanın
çıkarlarının nerede yattığı sorusudur – soyut genel teorilere değil,
somut durum ve koşullara dayanır. Bir ülkenin çıkarlarına göre değil,
genel olarak insanların çıkarlarını hesaplar.
"İkinci çağ... modern demokrasideki derin çelişkiler... şehirler giderek daha
fazla nüfus çekiyor ve tüm dünyanın büyük şehirlerindeki yaşam koşulları
eşitleniyordu; Sermaye uluslararasılaşıyordu ve büyük fabrikalarda hem
yerli hem de yabancı kasabalılar ve taşra halkı birbirine karışıyordu. Sınıf
çelişkileri giderek daha da keskinleşiyordu..." "Şu anda" diyordu
Lenin; "üçüncü çağda, tüm Avrupa çapında öneme sahip hiçbir
feodal kale kalmadı. Kuşkusuz, çatışmaları "yarara yönlendirmek"
günümüz demokrasisinin görevidir, ama -Potresov'a ve Kautsky'ye rağmen- bu
uluslararası kullanım, tek tek ulusal mali sermayeye değil,
uluslararası mali sermayeye karşı yöneltilmelidir. Kullanım, elli ya da
yüz yıl önce yükselişte olan bir sınıftan etkilenmemelidir. O zamanlar mesele,
en ileri burjuva demokrasisinin "uluslararası eylemi" meselesiydi;
Bugün, tarihin yarattığı ve nesnel durumun ilerlettiği benzer bir görevle karşı
karşıya olan başka bir sınıftır." (24)
Teorilerin tüm
savaşlara kuralcı bir şekilde uygulanmasıyla kendini gösteren zamanımızın ezbere
öğrenilmiş teorik hatalara büyük bir örnek olarak Lenin, Rosa'yı eleştirisinde;
"Tek hata... Sözde... somutluk gereğinden ayrılmak, bu savaşın
değerlendirmesini emperyalizm altında mümkün olan tüm
savaşlara uygulamak, emperyalizme karşı ulusal hareketleri görmezden
gelmek.”... Ulusal bir savaş emperyalist bir savaşa dönüşebilir ve
bunun tersi de geçerlidir.”... " Yalnızca bir lafazan, emperyalist ve
ulusal savaş arasındaki farkı, birinin diğerine dönüşebileceği gerekçesiyle göz
ardı edebilir. Diyalektiğin safsataya bir köprü görevi görmesi nadir değildir.
Ama biz diyalektikçi olarak kalıyoruz ve safsatalarla genel olarak tüm
dönüşümlerin olasılığını yadsıyarak değil, verili olguyu somut ortamı ve
gelişimi içinde analiz ederek mücadele ediyoruz..."(8)
Bu bölümü, Lenin'in
benzer bir konuda Plehanov'a yönelttiği, bu anlamda çarpıcı ve değerli, güncel
için de geçerli olan eleştirisiyle bitirelim.
Lenin, "Plehanov", "Fransız ve Rus oportünizmini korumak için Alman oportünizmini lafazan bir şekilde kınıyor. Sonuç, uluslararası oportünizme karşı bir mücadele değil, ona destektir. Galiçya hakkında hiçbir şey söylemezken Belçika'nın kaderinden sofistik bir şekilde yakınıyor. Lafazanlık bir şekilde emperyalizm dönemini (yani, tüm Marksistlerin savunduğu gibi, kapitalizmin çöküşü için nesnel koşulların olgunlaştığı ve sosyalist proleter kitlelerin bulunduğu bir dönem) ile burjuva-demokratik ulusal hareketler dönemini birbirine karıştırır; Başka bir deyişle, burjuva anavatanlarının proletaryanın uluslararası devrimiyle yıkılmasının an meselesi olduğu bir dönemle, bunların başlangıç ve sağlamlaşma dönemini birbirine karıştırmaktadır. O, lafazan bir şekilde, Alman burjuvazisini barışı bozmakla suçlarken, "Üçlü İtilaf" burjuvazisinin Almanya'ya karşı uzun ve ayrıntılı bir savaş hazırlığı konusunda sessiz kalır. ... Plehanov'un tüm safsatalarını analiz etmek için bir dizi makale gerekir ve onun gülünç saçmalıklarının çoğuna girmeye değmez. İddia edilen argümanlarından sadece birine değineceğiz. 1870'te Engels, Marx'a, Wilhelm Liebknecht'in anti-Bismarckizm'i tek yol gösterici ilkesi haline getirmekle yanıldığını yazmıştı. Plehanov bu alıntıyı keşfettiği için mutluydu: Aynı şeyin çarlık karşıtlığı için de geçerli olduğunu savunuyor! Bununla birlikte, safsatayı (yani, olaylar arasındaki bağı dikkate almadan, örneklerin dışsal benzerliğine tutunma yöntemini) diyalektikle (yani, bir olayın ve gelişiminin tüm somut koşullarını inceleme yöntemini) değiştirmeye çalışalım.
Peki ya Rusya?
Cesur Plehanov'umuz daha önce Rusya'nın gelişiminin Galiçya'nın,
Konstantinopolis'in, Ermenistan'ın, İran'ın vb. fethini gerektirdiğini ilan
etme cesaretine sahip miydi? Şimdi bunu söyleyecek cesareti var mı?
Almanya'nın ( on dokuzuncu yüzyılın ilk üçte ikisinde hem Fransa hem de
Rusya tarafından ezilmiş) Almanların ulusal bölünmüşlüğünden birleşik bir
ulusa doğru ilerlemesi gerektiğini, oysa Rusya'da Büyük Rusların bir dizi başka
ulusu birleştirmek yerine ezdiğini düşündü mü? Plehanov, bu tür şeyler üzerinde
düşünmeden, Engels’ in 1870
tarihli alıntısının anlamını, Südekum'un Engels'in 1891 tarihli bir
alıntısını, Almanların Fransa ve
Rusya'nın müttefik ordularına karşı bir ölüm kalım mücadelesi vermesi gerektiği
şeklinde çarpıtarak şovenizmini maskelemiştir.(23)
Birinci Dünya
Savaşı dönemi, Batı Avrupa ülkelerindeki burjuva demokratik devrimler
döneminden sonra, kapitalizmin ilerici bir aşamadan gerici tekelci
kapitalizm (emperyalizm) aşamasına geçtiği bir dönemde gerçekleştirildiği için
kendine özgüdür. Savaş tekelci-kapitalist (emperyalist) ülkeler
arasındaydı.
2. Dünya Savaşı'nı
analiz ederken karşılaştırmayı yapan Stalin'e atıfta bulunalım.
İkinci Dünya Savaşı – Stalin'in
dönemi ve savaşa karşı tutumu
"Bununla
birlikte, safsataların (yani, olaylar arasındaki bağı dikkate almadan , örneklerin
dışsal benzerliğine tutunma yönteminin) yerine diyalektiği
(yani, bir olayın ve gelişiminin tüm
somut koşullarını inceleme yöntemini) koymaya çalışalım." (23)
"Yeni
krizin ayırt edici özelliği, birçok açıdan öncekinden farklı olması
ve dahası, daha iyiye değil, daha kötüye doğru farklılık göstermesidir. …
Mevcut kriz barış zamanında değil, ikinci bir emperyalist savaşın çoktan
başladığı bir zamanda, diğer tüm büyük kapitalist güçlerin kendilerini savaş
temelinde yeniden örgütlemeye başladıkları bir zamanda patlak verdi."
(36)
Stalin, burada "ekonominin
savaş temelinde yeniden düzenlenmesine" işaret ediyordu. Aradaki farkı, ve bu farkın ne olduğunu şöyle açıklamıştı ;
"...
Önceki krizden farklı olarak, mevcut kriz genel bir kriz değil, henüz
kendilerini savaş ekonomisi temeline oturtmamış ekonomik açıdan güçlü ülkeleri
kapsamaktadır. Ekonomilerini savaş temelinde yeniden örgütlemiş olan
Japonya, Almanya ve İtalya gibi saldırgan ülkelere gelince, savaş
sanayilerinin yoğun gelişimi nedeniyle, buna yaklaşıyor olmalarına rağmen henüz
bir aşırı üretim krizi yaşamıyorlar. Bu, ekonomik olarak güçlü, saldırgan
olmayan ülkeler kriz aşamasından çıkmaya başladığında, savaş ateşi sırasında
altın ve hammadde rezervlerini tüketen saldırgan ülkelerin çok şiddetli bir
kriz aşamasına girmeye mahkum oldukları anlamına
gelir." (36)
Stalin'in
değerlendirmesi, mevcut dünya durumunu, ekonomik krize doğru giden
saldırgan-faşist emperyalist ABD-Batı'nın gerilemesi ve ekonomik olarak
güçlenen ancak ekonomileri savaş zemininde olmayan, saldırgan olmayan
emperyalist (ekonomik anlamda) ekonomisi savaş zemininde olan emperyalist
(bütünlüklü anlamda) gerilemesi olarak çarpıcı bir şekilde tanımlar.
Bu, emperyalizmin bilimsel kavramının belirlenmesinde -hem ekonomik hem de
askeri anlamda- somut koşullara ve Marksizm'in diyalektiğinin uygulanmasına
dayanan somut değerlendirmedir.
Stalin şöyle devam ediyordu;" … Artık mesele
piyasalardaki rekabet, ticari savaş, damping meselesi değil. Bu mücadele
yöntemlerinin uzun süredir yetersiz olduğu kabul ediliyor. Artık mesele
dünyanın, nüfuz alanlarının ve sömürgelerin askeri harekât yoluyla yeniden
paylaşılmasıdır... Üç saldırgan
devletten oluşan blok oluşturuldu. Dünyanın savaş yoluyla yeniden
paylaşılması yakın hale geldi.
Birinci
emperyalist savaştan sonra galip devletler, özellikle
İngiltere, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri, ülkeler arasındaki
ilişkilerde yeni bir rejim, savaş sonrası barış rejimi kurdular.
Ancak üç saldırgan devlet, Japonya'nın Dokuz Güç Paktı'nı, Almanya ve
İtalya'nın Versay Antlaşması'nı yırtıp atması ve onların başlattığı yeni
emperyalist savaş, bu savaş sonrası barış rejiminin tüm sistemini altüst
etti... Yeni emperyalist savaş bir gerçek haline geldi." (36)
"Yeni
emperyalist savaşın bu tek yanlı ve tuhaf karakterini neye bağlıyoruz?
Bu
kadar geniş fırsatlara sahip olan saldırgan olmayan ülkeler, nasıl
oluyor da bu kadar kolay ve hiçbir direniş göstermeden konumlarını ve saldırganları
memnun etme yükümlülüklerini terk ettiler?
(Bu) Saldırgan olmayan devletlerin zayıflığına
mı atfedilmeli? Tabii ki değil! Saldırgan olmayan, demokratik devletler
bir araya geldiklerinde, hem ekonomik hem de askeri olarak faşist devletlerden
tartışmasız daha güçlüdürler.
O
halde bu devletlerin saldırganlara verdiği sistematik tavizleri neye
bağlayacağız?" (36)
Stalin açıkça (aşırılıkçı-savaşçı)
saldırgan emperyalistler ile saldırgan olmayan emperyalistler
arasında bir ayrım yapıyordu. Nedenini şöyle açıklıyordu;
"Bunun
başlıca nedeni, saldırgan olmayan ülkelerin çoğunluğunun, özellikle de
İngiltere ve Fransa'nın, kolektif güvenlik politikasını, saldırganlara karşı
kolektif direniş politikasını reddetmesi ve müdahale etmeme,
"tarafsızlık" pozisyonu almasıdır. (36)
Savaştan önce
Stalin verdiği röportajda şöyle söylüyordu;
"Bana göre savaş
tehlikesinin iki koltuğu var. Birincisi Uzak Doğu'da,
Japonya bölgesinde. Japon askerlerinin diğer güçlere yönelik tehditler
içeren sayısız açıklamasını hesaba katıyorum. İkinci koltuk Almanya
bölgesindedir. Hangisinin en tehditkar olduğunu söylemek zor ama ikisi de tehditkar
ve aktif. Savaş tehlikesinin bu iki ana koltuğuyla karşılaştırıldığında,
İtalyan-Habeş savaşı bir bölümdür. Şu anda, Uzak Doğu'daki tehlike
merkezi en büyük faaliyeti ortaya koyuyor. Ancak bu tehlikenin
merkezi Avrupa'ya kayabilir." (12)
Üç yıl sonra
SBKP(B)'nin On Sekizinci Kongresine Merkez Komitesinin Çalışmaları Hakkında
Raporunda Stalin şunları söylemişti;
"Bu dönemde
uluslararası durumda tam olarak ne gibi değişiklikler oldu?
Ülkemizin dış ve iç işleri tam olarak ne şekilde değişti?
Kapitalist
ülkeler için bu dönem, hem ekonomik hem de siyasi
alanlarda çok derin çalkantıların yaşandığı bir dönemdi. Ekonomik alanda bunlar
bunalım yıllarıydı ve bunu 1937'nin ikinci yarısının başından itibaren
yeni bir ekonomik kriz dönemi, Amerika Birleşik Devletleri, Büyük Britanya
ve Fransa'da sanayide yeni bir gerileme dönemi izledi; sonuç olarak, bunlar
yeni ekonomik komplikasyon yıllarıydı. Siyasi alanda ciddi siyasi çatışmaların
ve tedirginliklerin yaşandığı yıllardı... Sözde barış rejimi olan savaş
sonrası sistemin tamamı temellerinden sarsıldı.
Şimdi uluslararası
durumdaki değişiklikleri gösteren somut verileri inceleyelim.
1. Kapitalist
ülkelerde yeni ekonomik kriz, pazarlar ve hammadde kaynakları için ve dünyanın
yeni bir yeniden paylaşımı için mücadelenin yoğunlaşması.
1929'un ikinci
yarısında kapitalist ülkelerde patlak veren ekonomik kriz 1933'ün sonuna
kadar sürdü. Bundan sonra kriz bir bunalıma dönüştü ve bunu sanayide
belirli bir canlanma, belirli bir yükseliş eğilimi izledi. Ancak sanayinin bu
yükseliş eğilimi, genellikle bir canlanma döneminde olduğu gibi bir patlamaya
dönüşmedi. Aksine, 1937'nin ikinci yarısında, önce Amerika Birleşik
Devletleri'ni, ardından İngiltere, Fransa ve diğer bazı ülkeleri kapsayan
yeni bir ekonomik kriz başladı.
Böylece kapitalist
ülkeler, daha yakın dönemdeki tahribattan kurtulamadan kendilerini yeni bir
ekonomik krizle karşı karşıya buldular.
Bu durum doğal olarak işsizliğin artmasına neden oldu. Kapitalist ülkelerde 1933'te otuz milyondan 1937'de on dört milyona düşen işsiz sayısı, yeni ekonomik krizin sonucu olarak şimdi yeniden on sekiz milyona yükseldi. “
Hazır formüller
olarak çok yaygın olarak kullanılan "tarafsızlık", "müdahale
etmeme" ile ilgili olarak Stalin'in açıklaması aydınlatıcıydı.
"Resmi
olarak konuşursak, müdahale etmeme (bizi ilgilendirmez) politikası
şu şekilde tanımlanabilir:
"Her
ülke saldırganlara karşı istediği gibi ve elinden geldiğince kendini savunsun.
Bu bizim meselemiz değil. Hem saldırganlarla hem de onların kurbanlarıyla
ticaret yapacağız."
Ama aslında müdahale etmeme politikası, saldırganlığa
göz yummak, savaşın dizginlerini serbest bırakmak ve sonuç olarak savaşı
bir dünya savaşına dönüştürmek anlamına gelir. Müdahale etmeme politikası,
saldırganların hain işlerine engel olmama hevesini, arzusunu ortaya
koyuyor. (36)
1942'de saldırgan
emperyalistlere karşı saldırgan olmayanlarla ittifak yapıldıktan sonra Stalin,
"Müttefiklerin Afrika'daki kampanyasına Sovyet bakışı nedir?"
sorusunu soruyor ve şöyle cevap veriyordu;
“
Sovyetlerin bu harekâtla ilgili görüşü, Müttefiklerin silahlı kuvvetlerinin
artan gücünü gösteren ve yakın gelecekte İtalya-Almanya koalisyonunun
dağılması ihtimalini ortaya koyan, büyük önem taşıyan olağanüstü bir gerçeği
temsil ettiği yönündedir." (37)
Stalin'in farklı
liderlere gönderdiği telgraflarda ittifakların zaferlerini tebrik etmekten çekinmediğine
işaret ediyordu;
“Bizerta ve Tunus'un Hitler'in
zulmünden kurtarılmasıyla sonuçlanan parlak zafer için
sizi ve yiğit Amerikan ve İngiliz birliklerini kutluyorum. Başarılarınızın
devamını diliyorum.” (38)
1944 yılında
Stalin, Moskova Emekçi Halk Temsilcileri Sovyet’i ile Moskova Parti ve Kamu
Örgütleri Kutlama Toplantısında yaptığı konuşmada şöyle diyordu;
“Geçtiğimiz yıl, Sovyetler
Birliği, Büyük Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri halklarının uğruna
ittifak içinde birleştiği Alman karşıtı koalisyonun ortak davasının zafer
yılı oldu.
Tahran
Konferansı'nın Almanya'ya karşı ortak eylemlere ilişkin kararı ve bu
kararın parlak bir şekilde hayata geçirilmesi, Hitler karşıtı Koalisyon
cephesinin sağlamlaşmasının çarpıcı göstergelerinden biridir. Tarihte, ortak
bir düşmana karşı ortak eylemlerde üstlenilen büyük ölçekli askeri operasyon
planlarının, Tahran
Konferansı'nda Almanya'ya karşı ortak bir darbe planı kadar eksiksiz ve bu
kadar kesin bir şekilde yürütüldüğü çok az örnek vardır.
... Üç Güç
arasında bazı güvenlik sorunları konusunda farklılıklardan bahsediliyor.
Elbette farklılıklar var ve bunlar bir dizi başka konuda da ortaya
çıkacak... Önemli olan farklılıkların olması değil, bu
farklılıkların üç Büyük Gücün birliğinin çıkarlarının izin verdiği
sınırları aşmaması ve uzun vadede bu birliğin çıkarlarına uygun olarak
çözülmesidir.
Almanya'ya karşı
savaşı kazanmak, büyük bir tarihi görevi başarmaktır.
Ancak savaşı kazanmak, kendi başına halklara gelecekte kalıcı bir barış ve
garantili güvenlik sağlamak anlamına gelmez. Görev sadece savaşı kazanmak
değil, aynı zamanda yeni bir saldırganlığı ve yeni bir savaşı imkansız
kılmaktır - sonsuza kadar olmasa da en azından uzun bir süre için." (41)
Stalin, saldırgan
olmayan emperyalistlerin karakterini değiştireceği yanılsamasına kapılmadı.
Onun politikası, emperyalist güçler arasındaki çelişkileri özelde ve genel
olarak proletaryanın çıkarları için "kullanma" politikasıydı. Mevcut
koşullar ve durumlar, görevin tüm uluslararası mali sermayeye karşı değil,
tek tek ulusal mali sermayelere karşı çatışmayı "kullanmayı"
gerektiriyordu, oysa Ekim Devrimi'nden önce, Birinci Dünya Savaşı
sırasında durum tam tersiydi.
1946'daki
röportajında Stalin şöyle diyordu;
Churchill şimdi savaş çığırtkanlarının yerini alıyor ve bu konuda Bay Churchill yalnız değil. Sadece İngiltere'de
değil, Amerika Birleşik Devletleri'nde de arkadaşları var.
Dikkat
edilmesi gereken bir nokta, bu bakımdan Bay Churchill ve arkadaşlarının
Hitler ve arkadaşlarına çarpıcı bir benzerlik göstermesidir. Hitler, savaşı
başlatma çalışmasına, yalnızca Almanca konuşan insanların üstün bir ulus
oluşturduğunu ilan eden bir ırk teorisi ilan ederek başladı. Bay Churchill,
yalnızca İngilizce konuşan ulusların üstün uluslar olduğunu ve tüm dünyanın
kaderini belirlemeleri gerektiğini ileri sürerek bir ırk teorisiyle savaş
başlatmaya koyulur. Bay Churchill ve İngiltere ve Amerika Birleşik
Devletleri'ndeki arkadaşları, İngilizce
konuşmayan uluslara ültimatom niteliğinde bir şey sunar: "Yönetimimizi
gönüllü olarak kabul edin, o zaman her şey yoluna girecek; aksi takdirde savaş
kaçınılmazdır." ... Bay Churchill'in pozisyonunun bir savaş pozisyonu
olduğuna şüphe yok."(17)
1951’deki
röportajında Stalin, "Yeni bir dünya savaşının kaçınılmaz olduğunu
düşünüyor musunuz?" sorusuna şöyle yanıt verir:
"En
azından şu anda kaçınılmaz olarak kabul edilemez... Bu saldırgan güçler, gerici
hükümetleri kontrol ediyor ve yönlendiriyor. Ama aynı zamanda yeni bir savaş
istemeyen ve barışın korunmasından yana olan kendi halklarından da korkuyorlar.
Bu nedenle halklarını yalanlara boğmak, aldatmak, yeni savaşı savunma,
barışsever ülkelerin barışçıl politikalarını saldırgan göstermek için gerici
iktidarları kullanmaya çalışıyorlar. Saldırgan planlarını onlara dayatmak ve
onları bir savaşın içine çekmek için halklarını kandırmaya çalışıyorlar.
Tam
da bu nedenle, gerici hükümetlerin saldırgan niyetlerini açığa
çıkarabileceğinden korkarak, barışı savunma kampanyasından korkuyorlar.
Halk, barışı koruma davasını
kendi ellerine alır ve sonuna kadar savunursa, barış
korunacak ve pekiştirilecektir. Savaş çığırtkanları halk kitlelerini
yalanlara bulaştırmayı, onları kandırmayı ve yeni bir dünya savaşına çekmeyi
başarırsa savaş kaçınılmaz hale gelebilir." (18)
Birinci Dünya
Savaşı emperyalist bir savaş olarak başlarken, İkinci Dünya Savaşı da her
birinin kendine özgü karakteri olan emperyalist bir savaş olarak başladı.
İkinci dünya savaşının emperyalist bir savaş olmadığını iddia edenlerin aksine
Stalin açıkça şunu ifade ediyor;
"İkinci Dünya Savaşı, SSCB ile bir
savaş olarak değil, kapitalist ülkeler arasında bir savaş olarak başladı.
Neden? Birincisi, sosyalist bir ülke olarak SSCB ile savaş, kapitalizm için
kapitalist ülkeler arasındaki savaştan daha tehlikeli olduğu için; çünkü
kapitalist ülkeler arasındaki savaş yalnızca bazı kapitalist ülkelerin
diğerleri üzerindeki üstünlüğünü sorgularken, SSCB ile savaş kesinlikle
kapitalizmin varlığını sorgulamalıdır. İkincisi, kapitalistler, Sovyetler
Birliği'nin saldırganlığı hakkında "propaganda" amacıyla yaygara
koparsalar da, bunun saldırgan olduğuna inanmıyorlar, çünkü Sovyetler
Birliği'nin barışçıl politikasının farkındalar ve kendisinin kapitalist
ülkelere saldırmayacağını biliyorlar.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra da benzer şekilde Almanya'nın kesinlikle devre dışı bırakıldığına inanılıyordu... Almanya'nın bir daha asla ayağa kalkmayacağı ve kapitalist ülkeler arasında artık savaş olmayacağı. Buna rağmen Almanya, yenilgisinden yaklaşık on beş ya da yirmi yıl sonra büyük bir güç olarak yeniden ayağa kalktı... İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri, Almanya'nın ekonomik olarak toparlanmasına ve ekonomik savaş potansiyelini artırmasına yardımcı oldu. Elbette, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere, Almanya'nın ekonomik toparlanmasına yardım ettiklerinde, bunu, toparlanmış bir Almanya'yı Sovyetler Birliği'ne karşı kışkırtmak, onu sosyalizm ülkesine karşı kullanmak amacıyla yaptılar. Ancak Almanya, güçlerini ilk etapta İngiliz-Fransız-Amerikan bloğuna yöneltti.
Sonuç
olarak, kapitalist ülkelerin pazarlar için mücadelesi ve rakiplerini ezme
arzuları, pratikte kapitalist kamp ile sosyalist kamp arasındaki
çelişkilerden daha güçlü olduğunu kanıtladı.
O
halde Almanya ve Japonya'nın bir daha ayağa kalkmayacaklarının, Amerikan
esaretinden kurtulmaya ve kendi bağımsız hayatlarını yaşamaya
çalışmayacaklarının garantisi nedir? Bence böyle bir garanti yok. Ancak bundan,
kapitalist ülkeler arasındaki savaşların kaçınılmazlığının yürürlükte olduğu
sonucu çıkıyor... Savaşın kaçınılmazlığını ortadan kaldırmak için emperyalizmi
ortadan kaldırmak gerekir. (19)
Bu bölümün sonucu
Gördüğümüz gibi,
her savaş, genel sınıfsal bağlamına rağmen, mevcut şartlar ve duruma ve
savaşan ülkelerin izlediği ekonomik ve askeri politikaya bağlı olarak farklı
karakterlere sahiptir. Lenin'in uyardığı gibi, "çok ciddi ve sıkı
bir çalışma yapmadan, eleştirel bir şekilde incelemesi gereken gerçekleri
anlamadan elde edilen hazır sonuçlara güvenmek, çok içler acısı bir Komünist
olur." (20)
Hazır sonuçlar ve
formüller kullanmak kişiyi safsataya zorlayacaktır. "Bariz safsata yoluyla
Marksizm, devrimci canlı ruhundan sıyrılır; Marksizm’de devrimci mücadele
yöntemleri dışında her şey kabul edilir" (7)
Tarih, şüphesiz, Marks & Engels'ten Lenin'e ve Stalin'e kadar Marksist Leninistlerin savaşlara
karşı tutumunun temelinde akılda tek bir şey olduğunu gösteriyor; proletaryanın
çıkarları ve mücadelesi ve bu çatışmaları onlara en büyük olası avantajı getirecek
şekilde nasıl "kullanılacağı" konusundaki kararlılık.
Ezberlenmiş ve sloganlaştırılmış genel teoriler ve hazır sonuçlar değil, akılda tutulan temel çıkarlar için somut
durumun somut değerlendirmesi.
Lenin'in yıllar
önce belirttiği gibi, bu, günümüzün emperyalizme bakış açısıyla tam ve
kesin bir şekilde örtüşmektedir: "Meselenin özü, Kautsky'nin emperyalizmin
politikasını ekonomisinden ayırmasıdır." Teorileri ezberleyerek
öğrenen "teorisyenler" tarafından emperyalizm kavramını herhangi bir
ülkeye uygulamasında yaptıkları tam olarak işte budur. Emperyalizmin siyasetinden
tamamen kopmuş "ekonomisi” ne saplanıp kalmışlar.
Meselenin özü, Leninist-Bolşevik
eşitsiz ekonomik gelişme yasası nedeniyle çok kutupluluğun kaçınılmazlığına
ilişkin teori ile dünyanın büyük güçleri ve imparatorlukları arasındaki
çatışmaların IMF, Dünya Bankası ve DTÖ gibi küresel örgütler aracılığıyla
tek kutuplu bir dünya düzeni için uzlaştırılabileceğini ve dolayısıyla Lenin'in
emperyalizm teorisinin günceliğini yitirdiğini ileri suren Kautskyci teori arasındaki
çatışmadır.
Kautskyci argüman
kaçınılmaz olarak kapitalist dünya düzeninde “barışın ulaşılabilir
olduğu" ütopyasıyla örtüşürken, Lenin'in argümanı kapitalizm hüküm
sürdüğü sürece savaşın kaçınılmaz olduğudur.
Savaşlar karakter
ve biçim bakımından farklılık gösterir, bu nedenle savaşlara karşı duruş da
değişir. Tüm savaşlar ve savaşlara karşı alınacak tavırlar için geçerli
olan hazır bir şema yoktur. Marx ve Engels'in zamanındaki savaşların
karakteri farklıydı ve sonraki zamanlardaki savaşların biçimi farklıydı, onlara
karşı duruşlar da farklıydı. Birinci Dünya Savaşı, tüm
emperyalist ülkelerin hem ekonomik hem de siyasi-askeri olarak savaşa
hazır olmaları bakımından farklıydı. Bu savaş için devrimcilerin görevi,
emperyalistler arası çatışmayı tüm uluslararası mali sermayeye karşı kullanmaktı.
İkinci Dünya Savaşı için Stalin'in politikası, emperyalist güçler arasındaki
çelişkileri özelde ve genel olarak proletaryanın çıkarları için
"kullanma" politikasıydı. Mevcut koşullar ve durumlar, görevin tüm uluslararası
mali sermayeye karşı değil, tek tek ulusal mali sermayeye
karşı çatışmayı "kullanmayı" gerektiriyordu.
"Diyalektikçi
olarak kalıyoruz ve safsatalarla genel olarak tüm dönüşümlerin
olasılığını inkar ederek değil, verili olguyu somut ortamı ve gelişimi
içinde analiz ederek mücadele ediyoruz... Bu "çağ", mevcut büyük
güçlerin politikalarını tamamen emperyalist hale getirdi... Nesnel
olarak, feodal ve hanedan savaşlarına devrimci demokratik savaşlar, ulusal
kurtuluş savaşlarıyla karşı çıkıldı... Bu, o çağın tarihsel görevlerinin
içeriğiydi. Şu anda Avrupa'nın en büyük gelişmiş devletlerinde nesnel
durum farklı... İlerleme açısından, ilerici sınıf açısından, emperyalist
burjuva savaşına, çok gelişmiş kapitalizmin savaşına, nesnel olarak, ancak
burjuvaziye karşı bir savaşla, yani öncelikle proletarya ile
burjuvazi arasındaki iktidar için iç savaşla karşı çıkılabilir. Marksist
diyalektik, her bir özgül tarihsel durumun somut bir analizini
gerektirir..." (8)
Emperyalizm, finans
kapitalin sadece içeride değil, uluslararası alanda da tekelleşmesi ve
egemenliği anlamına gelir. Emperyalizm, ekonominin sanayisizleşmesi,
askeri sanayileşmenin devreye
girmesi ve ekonominin savaş zemininde şekillenmesi anlamına gelir.
Emperyalizm, çıkarlarının dünya çapında istikrarsızlık, çatışmalar ve savaşlarla
uyumlu olduğu anlamına gelir, çünkü emperyalizm savaş demektir, saldırgan
emperyalistler kavramın tam anlamıyla savaş ararlar.
"Bu nedenle,
ekonomik çatışmaların alışılmadık bir yoğunluğa ulaştığı zamanımızda, yoğun bir
silahlanma çılgınlığına tanık oluyoruz. Böylece mali sermayenin
egemenliği her ikisini de ima eder; emperyalizm (ekonomik anlamında E.A)
ve militarizm (siyasal anlamında E.A). Bu anlamda militarizm, mali sermayenin kendisinden daha az tipik
bir tarihsel olgu değildir... nispeten eşit ekonomik yapıların
olduğu yerlerde bile..." (40)
Dolayısıyla
Emperyalizm ve savaş ayrılmaz ikizlerdir. Bu nedenle
"emperyalizm" sorunu ve ona karşı tutum, her somut koşul ve durumda onun
siyasi yönünden, yani (sanayinin askerileşmesi ve) savaştan bağımsız
olarak incelenemez . Lenin şöyle diyordu:
"Soyut teorik akıl yürütme,(bizi)
Kautsky'nin ulaştığı sonuca
götürebilir... Marksizm’i terk ederek. Emperyalizmin doğasının hem
ekonomik hem de siyasi yönleriyle kapsamlı bir analizine dayanmadıkça,
savaşın somut bir tarihsel değerlendirmesinin olamayacağını söylemeye gerek
yok." (1)
İkisini birbirine bağlayan Lenin,
"Bir savaşın karakteri ve başarısı,
esas olarak savaşa giren ülkenin iç rejimine bağlıdır, bu savaş, söz
konusu ülkenin savaştan önce yürüttüğü iç politikanın bir yansımasıdır.
" (5)
Bu, şovenistlerin
ve ultra-emperyalistlerin yaygın olan uygulaması samimi solcular tarafından
bilinçsizce takip edilmektedir. Emperyalistler ve onların sözcüleri,
bir zamanlar Troçki tarafından önerilen "entrizm- sızma"
taktiklerini uygulayarak, çoğunlukla Marksist Leninist sola nüfuz ederek,
burjuvazinin çıkarlarına uyan teorileri icat eder, başlatır ve yayar.
Emperyalizm teorisini, dikkatleri savundukları saldırgan, faşist emperyalist
güçten uzaklaştırmak için bilinen emperyalist güçlerin yarışına, rekabetine
indirgerler. Çoğu durumda, tarihsel olarak bu, tüm
tekelci-kapitalist (ekonomik anlamda emperyalist) ülkeleri,
emperyalizmin bilimsel tanımına uyan militarize, saldırgan ve savaş çığırtkanı
tekelci ülkelerle aynı sepete koyan ezberci teoriler ve hazır planlar
yoluyla öğrenilmiş olarak kendini gösterir. Bu, Kautsky'nin ultra-emperyalizm
teorisinin, her tekelci kapitalist grubun dünyayı "merkez",
"yarı-çevre" ve "çevre" olarak bölme sürecinde
kullanabileceği ekonomik, politik ve nihai olarak askeri güçten kaçınan
modern bir versiyonunun, dünya sistemi teorisinin Leninist analitik çerçevesine
en uygun alternatiftir. Tek kutuplu dünya düzenini savunurlar ve her
birinin çıkarlarının nerede olduğuna dair somut değerlendirmeyi göz ardı ederler;
"tüketici veya üretici" ve dolayısıyla belirli bir zamanda
"savaş yanlısı veya barış yanlısı".
Genel Sonuç
"Emperyalizm"
teriminin ortak tanımının ve uygulamasının, çoğu durumda dikkatleri saldırgan,
savaşçı ve savaş çığırtkanı emperyalist güç(ler)den uzaklaştırmak için bilinçli
olarak kötüye kullanıldığı tartışılmaz bir gerçektir. Lenin'den yapılan tüm
"alıntılara" rağmen, terimin kullanılma şeklinin Leninizm ile
hiçbir ilgisi yoktur. Kautskycilerin ve Marksizm’i Leninizm’i şu ya da bu
emperyalist güçlerin yararına revize etmeye çalışan herkesin konuyu bilinçli
olarak karıştırması bir yana, somut gerçekliklerden kopuk terimin samimi ama
cahilce, değerlendirme-tembel kullanımı, anti-Marksist Leninist değilse bile,
Marksizm Leninizm'in gerisinde kalmaktadır.
Lenin'in yanlış
anlaşılmaya yer bırakmayan tanımına dikkat edersek;
"Ekonomik
olarak, emperyalizm (ya da finans kapital "çağı" - bu bir
kelime meselesi değildir), kapitalizmin gelişiminin en yüksek aşamasıdır,
üretimin serbest rekabetin yerini tekele bırakacak kadar büyük, muazzam
boyutlara ulaştığı bir aşamadır. Emperyalizmin ekonomik özü budur."
(44)
Lenin'in kendisi,
emperyalizm tanımının konunun ekonomik yönüyle sınırlı olduğu gerçeğini
vurguluyordu. Lenin, Emperyalizme önsözünde, "broşür çarlık sansürünü göz
önünde bulundurarak yazılmıştır. Bu nedenle, kendimi yalnızca gerçeklerin
yalnızca teorik, özellikle ekonomik analiziyle sınırlamak zorunda kalmadım,
aynı zamanda siyaset üzerine gerekli birkaç gözlemi son derece
dikkatli bir şekilde formüle etmek zorunda kaldım... Bu broşürün
okuyucunun temel ekonomik sorunu, emperyalizmin ekonomik özünü anlamasına
yardımcı olacağına inanıyorum... Emperyalizm, yalnızca yukarıdaki tanımın
sınırlı olduğu temel, tamamen ekonomik kavramı aklımızda tutmakla kalmazsak, (emperyalizm) farklı şekilde
tanımlanabilir ve tanımlanmalıdır ..." (1)
Herhangi bir
değerlendirme için bir ülkenin önce iç politikasının incelenmesini her zaman
hatırlatan Lenin, "bu yeni ekonominin, tekelci kapitalizmin
(emperyalizm tekelci kapitalizmdir) siyasi üstyapısı , demokrasiden siyasi
gericiliğe geçiştir. Demokrasi serbest rekabete karşılık gelir. Siyasi
gericilik tekele tekabül eder. "Finans kapital özgürlük için değil,
tahakküm için çabalıyor..., Dış
politikayı iç politikaya karşı koymak şöyle dursun, "dış
politikayı" genel olarak politikadan ayırmak temelde yanlıştır,
Marksist değildir ve bilim dışıdır. Emperyalizm hem dış hem de iç politikada
demokrasi ihlallerine, gericiliğe doğru çabalar. Bu anlamda emperyalizm,
tartışmasız bir şekilde genel olarak demokrasinin "yadsınmasıdır"
diyordu. (44)
Bu açıklama, emperyalizmin
en az bir başka özünün daha olduğu gerçeğini kavramaya yer bırakıyor mu?
Marksizm Leninizm konusunda samimi ve ciddi olunmadığı sürece, bu sözlerin
yanlış anlaşılmaya yer bırakmadığı çok açıktır. Lenin de aynı açıklıkla şöyle
demişti:
"Söylemeye
gerek yok ki, eğer bu analizin temelinde emperyalizmin doğası hem
ekonomik hem de siyasi yönlerden tam bir anlayış yoksa, savaşın somut
bir tarihsel analizi olamaz. Bu olmadan, son on yılların ekonomik ve diplomatik
durumuna ilişkin bir anlayışa yaklaşmak imkansızdır ve böyle bir anlayış
olmadan savaşa doğru bir bakış açısı oluşturmaktan bahsetmek bile gülünçtür.
(2)
"Tekelci kapitalist bir ülke, dolayısıyla
askeri sanayisi olsun ya da olmasın emperyalisttir". Bu
argüman, çoğunlukla ezbere öğrenen ve Marksist diyalektiğin genel teorilere
uygulanmasının gerekliliği konusunda hiçbir fikri olmayanlar tarafından ortaya
atılan çocukça bir argümandır. Bir ülke tekelci kapitalizme sahip
olabilir ama (henüz) gerçek bir emperyalist olmayabilir. Bununla
birlikte, bir istisna olarak, tekelci kapitalizme sahip olmayan veya yüksek
düzeyde sanayileşmiş bir ekonomiye sahip olmayan, ancak güçlü bir orduya
sahip ve aktif olarak yayılmacı olan başka bir ülke, gerçek bir emperyalist
olabilir. Çoğu Avrupa ülkesi, bazı Latin Amerika, Asya ülkeleri tekellere
ve ihracat sermayesine sahiptir; Hepsine bilimsel anlamıyla emperyalist mi
demeliyiz? Hayır, bunu söyleyemeyiz. Türkiye, birçok ülkede askeri varlığı
ve Suriye'nin fiili işgali ile oldukça gelişmiş askeri sanayiye sahip, ama neredeyse
sanayisizleşmiş bir ülkedir. Türkiye'yi emperyalist bir ülke yapan bu durumudur,
tekelci kapitalist bir ülke olduğu için değildir.
Lenin, ""Emperyalizm sorunu sadece en temel sorun
değil, aynı zamanda iktisat biliminin bu alanındaki en temel sorun
olduğunu söyleyebiliriz “ diyordu. (2) Bu nedenle, terimin bir ülkeye keyfi
olarak uygulanması konusunda bir sonuca ulaşmadan önce objektif olmak ve
gerekli somut analizi yapmak önemlidir. Çünkü " verilen olguyu somut
ortamı ve gelişimi içinde analiz ederek... diyalektikçi olarak kalıyoruz ve
safsatalarla mücadele ediyoruz......"(8)
Leninist teoriler,
keyfi olarak uygulanacak reçeteler ya da hazır planlar değildir, çünkü "Marksist
diyalektik yöntem, "hazır şemaların" ve soyut formüllerin
kullanılmasını yasaklar , ancak bir sürecin tüm somutluğuyla kapsamlı, ayrıntılı bir analizini talep eder ve sonuçlarını
yalnızca böyle bir analize dayandırır. " (42) Marksistler,
genelleştirilmiş teorilerden, öznellik ve keyfilik yaratan belirli bir
durumun değerlendirilmesine doğru ilerlemezler, somut durumun
değerlendirilmesinden teorilerin uygulanmasına doğru ilerlerler. Bolşevikleri
diğerlerinden ayıran "Marx", diyor Lenin, "... sadece
somut durumdan bahseder; Plehanov, sorunu somutluğu içinde hiç
düşünmeden genel bir sonuca ulaşır." (43)
Ezbere dayalı ve
ezberlenmiş teorilere dayanan şemaları herhangi bir analiz yapmadan uygulamak
yerine bu somutluk, Bolşevikleri diğerlerinden ayırır. Lenin şöyle diyordu:
"Bir komünist, çok ciddi ve sıkı bir
çalışma yapmadan, edindiği hazır sonuçlar nedeniyle komünizmiyle övünmeyi
kafasına koyarsa, eleştirel bir
şekilde incelemesi gereken gerçekleri anlamasaydı, çok içler acısı bir
Komünist olurdu." (27)
Her sorunda olduğu
gibi, "emperyalizm" sorununda da Emperyalizm kavramını tanımlamak ve
herhangi bir ülkeye uygulamak için tüm yönleri ve diyalektik bağlantıları
dikkate almak Leninistlerin sorumluluğu ve görevidir. Hem emperyalist
bir ekonomi politikasının özünü oluşturan uygulamalar hem de emperyalist
bir siyasi politikanın özünü oluşturan uygulamalar, o ülkeyi bilimsel
anlamıyla "emperyalist" olarak etiketlemeden önce düşünülmeli
ve o ülke için uygulanabilir olmalıdır.
Ayrıca Stalin'in de
açıkladığı gibi, bir ülkenin duruşunun saldırgan mı yoksa savunmacı mı olduğunun
analizini yapmak son derece önemlidir. Stalin'in yaklaşımını okuduğumuz gibi,
bu analiz her şeyden önce "çıkarlarının nerede olduğu"
sorusuna ilişkin nihai kararlılığımıza bağlıdır; bu somut durumda savaşta
ya da barışta.
Yukarıdakilerin
hepsinden, emperyalizmin bilimsel tanımının özeti şu şekilde çıkarılabilir;
1) Finans kapitalin egemenliği altında tüm büyük endüstrilerin
tekelleştirilmesi
2) Diğer tüm
büyük devlet kurumlarını sağlamlaştırmak için devlet kapitalizminin oluşumu
3) Sermaye
ihracatı ve büyük uluslararası finans kuruluşlarının ve uluslararası
işlemlerin her turlu şekil ve biçimde tekelleşmesi ve kontrolü
4) Üretimi ucuz
işgücü için başka ülkelere kaydırarak iç ekonominin sanayisizleşmesi.
5) Uluslararası
finans kuruluşlarının tekelini ve ihraç ettikleri sermayeyi, yatırımları
korumak için sanayiyi militarize edip, ekonomisini savaş düzeninde
-savunmacı değil, saldırgan- saldırgan karakterde- geliştirmesi.
6) Sanayileşmiş,
üretici bir ülkeyi, genel olarak kendi ihtiyaçları, özel olarak da askeri
sanayi ve teknoloji sanayisi için "üretici" ve yeryüzündeki maden
zengini ülkelere büyük ölçüde bağımlı bir tüketici ülke haline getirilmesi,
bunun karşılığında ülkeyi uluslararası alanda savunmacı bir duruş
sergilemek yerine, kaçınılmaz olarak saldırgan bir duruş sergilemeye
mecbur bırakması.
7) Bu, çıkarlarına aykırı faaliyette bulunabilecek
herhangi bir ülkeye boyun eğdirmek için
diğer ülkelere kalıcı olarak askeri araç ve insan ihraç etmek anlamına gelir.
Basit bir ifadeyle
"Marksist mümkün olandan değil, gerçek olandan hareket etmelidir"
(33) ilkesinden hareketle, bir
ülkenin bilimsel anlamında "emperyalist" olarak damgalanması,
o dönemin somut gerçeklerine dayandırılmalı ve şu soruların yanıtları
verilmelidir;
1) ülkenin üretici
mi yoksa tüketici mi olduğu,
2) söz konusu
ülkenin verili bir dönemde çıkarlarının savaşla’ mı yoksa barışla mı uyumlu olduğu.
3) ülkenin askeri bir sanayiye sahip olup olmadığı ve ekonomisinin
diğer ülkelere boyun eğdirmek için savaş temeli üzerine inşa edilip
edilmediği.
4) Askeri saldırgan
bir duruşa mı yoksa savunma duruşuna mı sahip olduğu.
Herhangi verili bir
dönemde bu karakterlerin birinden yoksun olan bir ülke, ayrım yapılmadan bilimsel anlamda “emperyalist"
olarak damgalanamaz. Ezbere dayalı teorilerden ve hazır planlardan yola çıkmak,
özellikle emperyalizm kavramı keyfi olarak uygulandığında, herhangi bir konuda
anti-Leninist sonuçlara ulaşacaktır.
Emperyalistler
arası savaşlar sorunu başka bir konudur, ancak Lenin ve Stalin'in yukarıdaki
değerlendirmelerinden yeterli derecede bir sonuç
çıkarılabilir. Şimdilik Lenin'in " eğer samimi müzakerelere fırsat
verilmiyorsa ve savaş bize dayatılıyorsa, o savaş haklı bir savaştır"
değerlendirmesini aklımızda tutalım. Açıkçası Lenin bunu söylerken
Sovyetlerden bahsetmiyordu çünkü Sovyetlere karşı herhangi bir savaşı zaten
Sovyetler açısından haklı bir savaş olurdu, bu nedenle Lenin, genel olarak
konuşuyordu.
Erdoğan A.
2022- Ağustos 2025
Ekler
Teknolojik
çağımızda emperyalist savaşlar biçim bakımından nasıl farklılık gösteriyor?
Bilimsel
emperyalizm kavramına dayanarak, Çin emperyalist bir ülke midir?
Notlar
* Lenin, N.
Buharin'in Broşürüne Önsöz, Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi
(1) Lenin,
Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması
(2) Stalin,
ICCI'nin 7. Genişletilmiş Genel Kurulu
(3) Buharin,
Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi
(4) Lenin,
"Yaklaşan Felaket ve Bununla Nasıl Mücadele Edilir"
(5) Lenin, Doğu
Halkları Komünist Örgütlerinin İkinci Tüm Rusya Kongresi'ne Hitap Ediyor
(6) Lenin, Savaşçı
Militarizm ve Sosyal Demokrasinin Anti-Militarist Taktikleri
(7) Lenin,
Sosyalizm ve Savaş
(8) Lenin, Junius
Broşürü
(9) Lenin,
R.K.P.(B)'nin Olağanüstü Yedinci Kongresi.
(10) Lenin, Dış
Politika Raporu
(11) Lenin, Sol
Komünizm, Bir Çocuk Hastalığı. Taviz Yok mu?
(12) Stalin, Roy
Howard ile röportaj, 1 Mart 1936
(13) Stalin,
SBKP(B)'nin On Sekizinci Kongresine Merkez Komitesinin Çalışmaları Hakkında
Rapor.
(14) Stalin,
Afrika'daki Müttefik Harekatı, Associated Press Moskova Muhabirine Yanıtlıyor
(15) Stalin, Başkan
Roosevelt'e
(16) Stalin,
Moskova Emekçi Halk Temsilcileri Sovyet’i ile Moskova Partisi ve Kamu
Örgütlerinin Kutlama Toplantısında Yaptığı Konuşma
(17) Stalin, Bay
Winston Churchill'in Fulton’daki konuşmasına ilişkin "Pravda"
muhabiriyle röportaj, Mart 1946
(18) Stalin, Pravda
muhabiriyle röportaj, 16 Şubat 1951
(19) Stalin,
SSCB'nin Ekonomik Sorunları, 1951
(20) Lenin, Gençlik
Birliklerinin Görevleri
(21) Lenin,
Proleter Devrim ve Dönek Kautsky
(22) Lenin,
Hegel'in Felsefe Tarihi Üzerine Dersler Kitabının Gözlemi, 1915
(23) Lenin,
Südekum'un Rus Markası, 1 Şubat 1915
(24) Lenin,
Butyrsky Bölgesindeki Bir Toplantıda Konuşma
(25) Stalin,
Bolşeviklerin Tüm Birlik Komünist Partisi Merkez Komitesinin Temmuz Plenumu’nun
Sonuçları Üzerine
(26) Stalin,
7" ICCI'nin Genişletilmiş Genel Kurulu
(27) Lenin, Gençlik
Birliklerinin Görevleri
(28) Buharin,
Emperyalist Devlet Teorisine Doğru
(29) Lenin, Doğu
Halkları Komünist Örgütlerinin İkinci Tüm Rusya Kongresi'ne Hitap
(30) Lenin,
Proletarya ve Savaş Üzerine Ders
(31) Tekelci
Kapitalizmin Temel Ekonomik Yasası, 1954
(32) A. Koh, Finans
kapital, Emperyalizm ve Savaş 1927
(33) Lenin,
Taktikler Üzerine Mektuplar
(34) E. Varga,
Dünya Savaşı'nın ekonomik nedenleri ve sonuçları
(35) Lenin, Sahte
bayrak altında
(36) Stalin,
SBKP(B)'nin On Sekizinci Kongresine Merkez Komitesinin Çalışmaları Hakkında
Rapor.
(37) Stalin,
Afrika'daki Müttefik Harekatı, Associated Press Moskova Muhabirine Yanıtlar
(38) Stalin, Başkan
Roosevelt'e
(39) Stalin,
Moskova Emekçi Halk Temsilcileri Sovyet’i ve Moskova Partisi ve Kamu
Örgütlerinin Kutlama Toplantısında Yaptığı Konuşma
(40) Buharin,
Rekabetçi Mücadele Araçları ve Devlet İktidarı
(41) Stalin, Barış
ve Güvenlik Sorunu
(42) Lenin, Gerilla
Savaşı
(43) Lenin,
Plehanov'un Tarihe Referansı
(44) Lenin,
Marksizm'in ve Emperyalist Ekonomizmin Bir Karikatürü - Ekonomik Analiz Nedir?
(45) Lenin, Rusya
Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin Savaşa Karşı Tutumu
















Hiç yorum yok