Edip Akbayram ve "Kemalist Faşist" yakıştırmaları iğrençliği üzerine
Devrimci mücadele, onun
gelişmesi ve başarısı için sanatçısından, doktoruna, hemşiresine, mühendisine,
mimarına, çeşitli dallarda uzmanlara kadar herkesi kucaklayan ve bunların illa
da Marksist Leninist olması ve teorileri "ezberlemesi” şartını koymayan
bir mücadeledir. Devrim sadece profesyonel ML devrimcilerle gerçekleşmez,
onların oluşturduğu Parti'nin önderliğinde en geniş kitlelerin katılımı ile
gerçekleştirilir ve ancak o şekilde ayakta kalabilir.
Şarkılarında kullandığı şiirlerin hapishanedeki yazarlarına ödeme yapmayan küçük burjuva oportünist bir şarkıcıyı "solcu-devrimci" ilan edip Denizlerle resmini yan yana koymaktan çekinmeyen cahiller, daha 70lerin başında devrimci konserlerden para teklifini reddeden, otel konusunu sorun haline getirmeyen Edip Akbayram'ı "faşist" ilan ediyorlar. Bu zayıflayan hafızamla hatırladığım kadarıyla Ankara’daki ilk büyük devrimci konserde, kimi sanatçılar -sanatçı olarak hepsine saygı duyarım- uçak parası, iyi hotel ve konser parası pazarlığı yaparken, hapishaneden yeni çıkan bir sanatçı ve Edip Akbayram "para" konusunda konuşmak bile istemeyen, bu katılımı mücadeleye katkı olarak değerlendiren sanatçıların başında geldiler. Ne "faşistlikmiş " onun bu tavrı anlamak çok zor.
Kemalist'lik
yakıştırması da yine bu milliyetçilik hastalığının bir sonucu olan körlüğün ve
cahilliğin bir belirtisidir.
Her olay ve
bireyler onların değerlendirilmesinin içinde bulundukları dönem ve ortam
hesaba katılarak ve o dönem açısından yapılır. Yeni doğan ya da gelişme döneminde olan bir
çocuğu onun olgunlaşma dönemi ve hatta olgunlaşmış dönemi bakış açısıyla
değerlendirmek tam anlamıyla “dangalaklık” tanımı içine girer. Her ülkede bireylerin ve örgütlerin teorik
olgunlaşması bir sürü tecrübe ve süreçler boyunca gerçekleşir- yani kimse
anasının karnından olgun bir devrimci, Marksist Leninist teorilerle donanmış bir
"sosyalist" olarak doğmaz. Hepsinin bir başlangıcı, gelişmesi,
olgunlaşması süreci ve dönemi vardır.
Kemalist’lik de Türkiye'deki devrimci hareketin erken dönemleri ile,
anti-emperyalist olma karakteri ile ilgili bir döneme aittir. O dönemle
ilgili olarak, hiçbir ayırım yapmadan,
Kemalistlere ya da Kemalist’liğe” saldıran ve onları
"faşist" olarak tanımlayanlar aslında bir demokrat bile
olamayacak kadar onların gerisinde olan, ABD, Israil emperyalizmine övgüler
yağan , bu anlamda teorik içeriğiyle "faşist" olanlardır.
1970 döneminde
temel hareketlerle olan yakın bağlarım nedeniyle, kurşunlanan, bıçaklanan,
yaralanan, devrimci ve demokratların hastanede gizliden muayenesi ve
bakımında "bağlantı” sorumluğunu üstlenmiştim. Bu yıllar içinde hemen her
örgütten ve örgütten olmayan bir sürü devrimcinin yaralarını tedavi eden
doktorların hiç birisi Marksist Leninist değildi, hepsi
"Kemalist" idi. Ve bu
profesyoneller, (kimisi YDGD üyesi) hemşireler dahil, bu girişimleriyle hem
mesleklerini hem de hayatlarını tehlikeye atıyorlardı.
Şimdi sen gel,
sokakta bir simitçiye, yaşlı bir anaya , savunmasız bir insana yapılan
saldırılara karşı "videoya çekmekten " başka hiçbir şey
yapmayan, hiçbir risk almayan (hatta videoyu bile yüklemekten korkan),
gevezelikten başka hiçbir şey yapmayan, önüne geleni "faşistlik"
ve "Kemalist’lik" ile suçlayan yeni nesil ile, o zamanın
tüm yaşamını risk altında ortaya koyan "Kemalistlerini" karşılaştır. Kim
daha "ilerici" ve cesur, ve kim daha korkak ve pratikleriyle,
söylemleriyle gerici? Buna cevaba da bir kılıf bulup demagojiye girerler
muhakkak, çünkü bunların ne teorik ne de pratik olarak tutunabilecekleri bir
dal yok.
İşin ilginç ve üzücü
yanı bunlar “yakıştırmalarını” kırpmalarla ve bütünlüğünden kopuklukla İbrahim
Kaypakkaya’nın değerlendirmelerine dayandırma sahtekârlığı ve ukalalığında gösteriyorlar.
Bir iki devrimci hareket hariç, hiç birisi bu sahtekarlığı deşifre etmek için
kalemini bile oynatmıyor. Bu oportünistlik ve Bundistlik- sol maskesi arkasında
milliyetçilik- milliyetçiliğin desteklenmesinin zeminini hazırlıyor ve güçlenmesine
destek oluyor. Sonuçta bir tarafta Kaypakkaya
’ya “Kürt Milliyetçisi ” yakıştırması, diğer
tarafta Kaypakkaya’nın Marksist Leninist görüşlerinin çarpıtılarak milliyetçiliğe
güç kazandırılması. Konu üzerine “Kaypakkaya ve özenle gözden kaçırılan değerlendirmeleri” başlıklı makalede genişçe değinmiştim.
Burada o yazıdan birkaç alıntı vermekle yetineceğim.
Burjuva
Milliyetçi bayrağı altında mı, işçi sınıfının bayrağı altında mı? Kaypakkaya
şöyle yanıtlıyor;
Stalin yoldaş şöyle demektedir:
Her yandan sıkıştırılan ezilen ulusun burjuvazisi tabii
harekete geçer. Kendi halkına hitap eder ve kendi özel davasını bütün halkın
davasıymış gibi göstererek bütün avazıyla ‘vatan’ diye bağırmaya başlar...‘halk
bu çağrılara her zaman kayıtsız kalmaz. Burjuvazinin bayrağı çevresinde
toplanır. "
Stalin yoldaş, ulusal harekete, işçilerin ve köylülerin hangi
şartlar altında katıltıldıklarını tahlil ettikten ve "bilinçli
proletaryanın denenmiş olan kendi bayrağı vardır ve
onun, burjuvazinin bayrağı altında safa girmesinin gereği olmaz" dedikten
sonra şöyle devam ediyor:
Yukardaki söylediklerimizden çıkan açık sonuç şudur ki,
yükselen kapitalizm şartlarında ulusal savaş, burjuva sınıflar
arasındaki bir savaştır. Bazen burjuvazi ulusal harekete proletaryayı
da sürükleyebilmekte ve o zaman ulusal hareket görünüşte, ama yalnız
görünüşte, bir ‘genel halk hareketi’ karakteri kazanmaktadır.
Genel olarak her milli harekette ve özel olarak Kürt milli
hareketinde, burjuvazinin asıl amacı kendi üstünlüklerini sağlamaktır....
Burjuvazi ve milli harekete katıldığı ölçüde toprak ağaları, kendi lehine
eşitsizlik, kendi lehine imtiyaz isterler.
Kaypakkaya'nın şu sözleri günümüzü ve günümüzdeki Bundist pratiğini net
açıklamaktadır;
revizyonistler, Kürt burjuvazisinin ve küçük toprak ağalarının
milliyetçi ve anti-proleter emellerine ve çabalarına destek
olmakta, Kürt proletaryasını ve emekçilerini, Kürt
burjuvazisinin ve küçük toprak ağalarının peşine takarak, iki
halkın birliğini baltalamaktadır.
milliyeti ne olursa olsun, bilinçli
Türkiye proletaryası, işçi ve köylü yığınlarını kendi bayrağı etrafında toplamaya
çalışacak, bütün emekçi sınıfların sınıf mücadelesine önderlik
edecektir. Türkiye devletini kendine temel alarak, Türkiye içindeki bütün
uluslardan işçileri ve emekçileri ortak sınıf örgütleri içinde
birleştirecektir.
Alınacak tavır konusunda Kaypakkaya'nın şu değerlendirmesi ve
önerisi ML görüş ve yaklaşımla Bundist görüş ve
yaklaşım arasındaki farkı noktalar;
milliyeti ne olursa olsun, bilinçli Türkiye
proletaryası, çeşitli milliyetlere mensup burjuvazi ve toprak
ağalarının kendi üstünlükleri ve imtiyazları için yürüttükleri
mücadelede tamamen tarafsız kalacaktır.
Bilinçli Türkiye proletaryası, Kürt milli hareketi içindeki Kürt
milliyetçiliğini güçlendirmeye yönelen eğilime asla destek olmayacaktır;
burjuva milliyetçiliğine asla yardım etmeyecektir;
Kürt burjuvalarının ve toprak ağalarının kendi üstünlükleri ve
imtiyazları için giriştikleri mücadeleyi kesinlikle desteklemeyecektir;
yani, Kürt milli hareketi içindeki genel demokratik muhtevayı
desteklemekle yetinecek, onun ötesine geçmeyecektir.
Sonuç olarak, milliyetçiliğin bu aşağılık olma derecesine kadar gelişmesinde en büyük etken milliyetçiliğin güçlenmesinden çıkar gözeten Bundistlik ve bu çarpıtmalara sessiz kalan oportünistliktir, ya da kimisi açısından doğruları düze çıkarmayan, yanlışları deşifre etmeyen korkaklıktır.
Erdogan Ahmet
4 Mart 2025
Hiç yorum yok