Header Ads

Header ADS

BERLİN DUVARININ İDEOLOJİSİNİ UNUTMAYALIM

Okcuoglu

13 Ağustos 1961’de “antifaşist koruma duvarı”nın yapımına başlandı. Bu duvar “Berlin Duvarı” veya “utanç duvarı” olarak da bilinir. Ama bu duvarın siyasal karakterini en iyi açıklayan kelime ihanettir ve bu nedenden dolayı da bu duvar bir “ihanet duvarı”dır. Nedeni çok açıktır.

Revizyonist SB ile ABD arasındaki veya Revizyonist Blok (Varşova Paktı) ile NATO arasındaki çelişkilerin keskinleşmesinin nedeni, revizyonist SB ve Amerikan emperyalizmi arasındaki dünya hegemonyası için rekabetti. O dönemde Alman Demokratik Cumhuriyeti medyası sık sık “üçüncü dünya savaşı”ndan, “intikamcı Alman militarizmi”nden, “Berlin’e saldırı”dan bahseden haberlerle, yorumlarla ve provokasyonlarla doluydu. Berlin’in duvar örülerek çembere alınacağı Almanya Sosyalist Birlik Partisi 1. sekreteri W. Ulbricht tarafından sürekli yalanlanıyordu. Ama duvarın inşası için de bütün hazırlıklar sürdürülüyordu. Nihayetinde 3-5 Ağustos 1961’de Moskova’da bir araya gelen Varşova Paktı ülkeleri komünist partileri 1. sekreterleri “Batı Alman emperyalizminin ve NATO’daki yandaşlarının tehdidi altındaki barışı güvenlik altına almak için SB ve Demokratik Alman Cumhuriyeti tarafından öngörülen tedbirleri onadılar”. Böylece Berlin duvarının inşası için karar alınmış oldu. Gerisi biliniyor. Alman Demokratik Cumhuriyetinin başkenti olan Doğu Berlin örülen duvarla çember içine alındı. Bu duvar 1989’da yıkılana kadar sosyalizm adına bir utanç ve ihanet abidesi olarak kaldı ve emperyalist burjuvazi tarafından antikomünist propagandanın önemli bir aracı olarak kullanıldı. Peki, sorun neydi?

II. Dünya Savaşı sonrasında oluşan “Halk Demokrasisi” ülkelerinde Stalin önderliğinde sosyalist SB’nin her alandaki unutulamaz fedakar katkısıyla başlayan ekonominin yeniden inşası ve toplumun demokratik ve sosyalist yeniden yapılanma süreci 1956’da, SBKP’nin XX. Kongresinde iktidarı ele geçiren Kruşçev monden revizyonistleri tarafından kesintiye uğratıldı veya ekonomide ve toplumsal yapıda yeniden inşa, proleter enternasyonalizmini rafa kaldıran, revizyonist SB çıkarlarını ön plana çıkartan Sovyet modern revizyonizmi tarafından yeni dünya koşullarına göre yönlendirilmeye başlandı. Artık revizyonist SB’nin çıkarları Varşova Paktı ülkelerinin de çıkarları olmuştu. Bu durum hemen bütün Varşova Paktı ülkelerinde iktisadi ve toplumsal yaşamı olumsuz etkilemiş ve toplumsal huzursuzluklara neden olmuştu. Bu nedenden dolayı on binlerce Alman “açık kapı” durumunda olan Berlin üzerinden Batıya kaçıyordu. Doğu Almanya’nın ikna gücü kalmamıştı. Kaçışı durdurmak için duvar örüldü. Böylece “duvarlı sosyalizm” dönemi başladı.

Berlin duvarıyla korunmak istenen sosyalizm değildi. Çünkü daha önceleri Doğu Almanya’dan Batı Almanya’ya kitlesel göç yoktu. Ne zaman ki Sovyet revizyonizmi doğrultusunda Doğu Almanya’da da baskıcı revizyonist diktatörlük kuruldu, işte o zaman kitlesel göç hareketi de başladı. Duvar bu göçü engellemek için inşa edildi ve yıkılana kadar da bir utanç ve ihanet abidesi olarak kaldı.

28 sene sonra 1989’da yıkıldığında çok enteresan gelişmeler oldu. Ağlayanlardan sevinç çığlığı atanlara kadar geniş bir yelpazede bu duvarın ideolojik yönü sınıf mücadelesinin seyrine damgasını vurmaya devam etti. Duvar, gerçek anlamda ideolojik bir duvardı.

Neden ideolojik bir duvardı?

Troçkistleri anlarım. Onlara göre nihayetinde “yozlaşmış işçi devleti”, Stalinizm, stalinist rejim yıkılmıştı. Bir taraftan “yozlaşmış işçi devleti” yıkıldı diye üzülürlerken, Stalin ve sosyalist Sovyetler Birliği nezdinde Marksizm-Leninizm’e, SSCB’ye, SSCBD’de sosyalizmin inşasına saldırmak için ellerine bir vesile geçmiş oldu*.

Emperyalist burjuvazi, “tarihin sonu”nu getirmekte gecikmedi; kapitalizmin, burjuva düzenin sonsuzluğunu ilan etti. Emperyalist burjuvazinin yoğun anti-komünizminin hedefi de Stalin nezdinde sosyalizm, SSCB, Marksizm-Leninizm’di.

Sovyet revizyonizminin varlığını sürdürebilen kalıntılarının önemli bir kısmı, adeta saf değiştirir gibi Çin’in “sosyalist” olduğunu keşfettiler ve yabancı sermaye ile sosyalizm nasıl kurulur ve geliştirilir teorisini oluşturdular. Bunlar, en “zararsızları” oluşturur.

Başka bir çevre, daha doğrusu çevrelerin çevresi, kapağı Post-marksizm’e attı. Bütün özelliği bir biçimde Post-marksizm’i savunmak olduğu için çevrelerin çevresi diye tanımlıyorum.

-Bunların içinde Marksizm-Leninizm’i “savunarak” Marksizm-Leninizm’e karşı mücadele edenler var.

-Bunların içinde suyun başına, yani Marks’a dönelim, diyenler var.

-Bunların içinde Marks’a dönelim ama Lenin’i atlayarak bugüne gelelim, diyenler var.

-Bunların içinde Marksizm diyelim ama asla Marksizm-Leninizm demeyelim, diyenler var.

-Bunların içinde komünist parti diyelim ama Marksist-Leninist parti demeyelim, diyenler var.

-Buınların içinde sınıftan bahsedelim ama sınıf mücadelesi yerine kimliklerin, “çokluk”un mücadelesini verelim, diyenler var.

-Bunların içinde sosyalizm diyelim ama SSCB’de inşa edilen sosyalizmin inkarı temelinde yükselen 21. yüzyıl sosyalizmi diyelim, diyenler var.

-Bunların içinde ideolojiden bahsedelim ama ideolojisizliği, çok ideolojililiği yayalım, diyenler var.

-Bunların içinde devrim diyelim ama reformlar için mücadele edelim, diyenler var.

-Bunların içinde Marksizm-Leninizm’i mezheplerine ayrılmış “din” olarak görenler var.

Bunların içinde SSCB tarihini sınıfsal, iktidarsal bütünlüğü olan bir tarih olarak görenler var. Diyarlar ki, Kruşçev revizyonizminin 1956’da, SBKP(B)’nin 20. Kongresinde iktidarı gasp etmesi bu ülkede sosyalizmin yıkılması anlamına gelmez; sosyalizm 1991’ de SSCB’nin dağılmasıyla yıkılmıştır. Bunlar kendi geçmişini onursuz bir biçimde reddedenlerdir.

Bunların meziyetleri saymakla bitmez. Her koşul altında, imkanını buldukları her yerde mutlaka ve mutlaka “yeni”yi ararlar ve bulurlar da. Bunlar için “yeni” sadece ve sadece Marksizm-Leninizm’i tasfiye etmenin bir aracıdır.

Ne midir “yeni”? “Yeni”, hafızasız kalmak, yeni doğmuş gibi olmak için geçmişi silip atmaktır. Bunun yol ve yöntemi ideolojide, teoride, örgütsel alanda tasfiyeciliktir.

Bunlar, ellerine geçecek ilk fırsatta ideolojiyi tartışmaya açacaklardır; işçi sınıfının ideolojisi de neymiş, ideoloji bağlamında irade birliği de neymiş, bunlar artık geride kaldı, diyecekler...

Bunlar ellerine geçecek ilk fırsatta işçi sınıfı da neymiş, toplumda muhalefet edecek dinamik güçler var, kimlikler var, onlar da en azından işçi sınıf kadar önemlidir, diyeceklerdir.

Bunlar ellerine geçecek ilk fırsatta işçi sınıfının partisi de neymiş, herkesin partisi olunmalıdır, diyeceklerdir.

Bütün bu ve benzeri düşünce artıklarını bir araya getirdiğinizde bunların aslında “yeni” adına hiçbir şey söylemediklerini görürsünüz. E. Bernstein’dan, Kautsky’den; genel anlamda II. Enternasyonal oportünizminden, Batı-Marksizm’inden bu yana savunulan, kısmen de L. Althusser, E. Laclau, Ch. Mouffe vb. tarafından geliştirilen genel anlamda Post-marksizm’i oluşturan düşünceleri savunduklarını; karşıdevrimciliği ve burjuva düzene hizmetleri sabit olan bu unsurların “rahle-i tedrisat”ında geçtiklerini görmüş olursunuz.

Her bakımdan sosyalizmin inşasında çıkartılması gereken dersler, o dönemi analiz etmek sosyalizmin kendisini tartışmak anlamına gelmez. Aynı zamanda her “sosyalizm” de sosyalizm değildir. Bu bağlamda Berlin Duvarı başlı başına bir ideoloji sorunudur. Bu duvar, sosyalizmden kaçmak isteyenleri değil, kurulmakta olan revizyonist sistemi korumak için inşa edildi. Bu nedenle bu duvar, revizyonist ihanetin nişanesidir.

O duvarın altında Marksizm-Leninizm’e ihanet kalmıştır.

Bu ihanetin ne anlama geldiğini anlamayanların da geleceği yoktur.

*

*)SSCB’de sosyalizmin zaferi ve kapitalizmin yeniden inşası için bkz. 

İbrahim Okçuoğlu; SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları, Akademi Yayın, Temmuz 2011.

**

Berlin Duvarı bağlamında ek yazı:

BERLİN DUVARI VE SOSYALİZM, 15 KASIM 2009

http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/search?q=berlin+duvar%C4%B1

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.