Header Ads

Header ADS

Korkut Boratav hocanın “Trump Batı İttifakı’nı dağıtırken” makalesi üzerine

Makale kaynak Sol.org https://haber.sol.org.tr/yazarlar/korkut-boratav/trump-bati-ittifakini-dagitirken-396592


Özellikle ekonomik konularda analizlerine değer verip okuduğum Boratav hocanın makalesinde değindiği konuları ele alıp Leninist bakış açısıyla görüşlerimi bildirmenin yararlı olacağını düşünüyorum. Bu bir eleştiri değil düşünmeye ve irdelemeye yönelten bir katkı olarak ele alınmalı.

Boratav Hoca makalesine şu değerlendirmeyle başlıyor;

Donald Trump, ikinci defa Başkan seçildikten sonra ABD’yi faşizme dönüştürme doğrultusunda adımlar atıyor. Milyarder bir faşist (Elon Musk) de bu süreçte özel bir rol üstleniyor. Bu gelişmeleri bu köşede aktardım; değerlendirdim (“ABD’de Trump-Musk Faşizmi”, 21 Şubat 2025). 

Her ne kadarda faşizme dönüşüm hükûmette bir değişim değil, sermaye içi çelişkilerin ve/ya da var olan devlet biçimiyle istenilen yönetimin imkânsızlaştığı bir durumun sonucu olarak devlet sisteminde yapılan köklü değişiklerin gerektirdiği bir “değişim” olduğu gerçeğinin bilincinde olsak da; sermaye-hakim sınıflar içinde çelişkiler konusunda henüz elimizde somut herhangi bir veri olmadığından bu konuda tek dayanağımız yapılan değişiklikler olabilir. Bu anlamda Trump’ın seçilmeyen-sürekli-bürokratlar yapısında yaptığı değişiklikler, USAID ve NED gibi kuruluşların “ortadan kaldırılması”, ırkçı siyasetleri başlatması, yani askeri, istihbarat dahil tüm kurumları ve örgütlenmeleri merkezi bir “hükûmet” le kendi yönetimi altında toparlama, odaklama faaliyetleri “faşist” dönüşüm olarak değerlendirilebilir. Gerçi dış politika iç politikanın/iç politika dış politikanın bir aynasıdır Leninist tespitten yola çıkarsak, Biden ’dan ta Obama’ya kadar hepsinin uyguladığı politika “faşist”, saldırgan ve yayılmacı emperyalist politikaydı. Trump’ın “barışçı”, Biden ve öncekilerin “savaşçı” olduğu ciddi yanılsamayı da bir yana bırakırsak, Boratav hocanın bu tespiti üzerine tartışmanın bir önemi kalmaz, doğru bir tespit diyebiliriz.

Sorun, Boratav hocanın şu aşağıda yaptığı ikinci doğru tespitten sonra, bu tespitle ilgili değerlendirmelerde.

“Trump’ın şaşırtıcı marifetleri faşist dönüşüm ile sınırlı değil.”

Ve devam ediyor Boratav Hoca;

“Emperyalist sistemi uzunca bir süre biçimlendirmiş olan Batı İttifakı’nı dağıttı.”

Bu tespitin ne kadar doğru olduğu henüz kanıtlanmış değil. Siyasette söylemlere dayanmaktan çok, onu takip eden pratiğe bakmamız gerekir.

Birinci soru;  “Batı ittifakı” denilen şey ABD’nin güdümünde, ona gerek ekonomik-politik gerekse askeri olarak bağımlı olan ülkelerin, yani bu “ittifak”, ABD ve onun uzantılarının bir ittifakı mıydı yoksa bunlar kendi başlarına siyasi ve askeri  “bağımsız” ülkeler ’miydi?

İkinci soru; Trump’ın bu yaklaşımı arkasında aslında o ittifakı dağıtmak değil, onların askeri olarak güçlenmesini – (ve bu arada ABD askeri sanayisinin daha da zenginleşmesini), Ukrayna ve benzer sorunlarla onların ilgilenmesini ve böylece kendisinin Avrupa’dan çekilip diğer bölgelere, özellikle Cin’e odaklanma rahatlığını sağlayacak olan ABD’nin stratejik bir taktiği gizlenmiş olabilir mi?

Bu sorulara cevapları çok fazla beklemeden, kısa süre içinde alacağımız sanıyorum.

Bu “dağıtılma” öngörüsü temelinde Boratav Hoca; “Bu ani şok sonunda emperyalizm, 1’inci Cihan Savaşı arifesindeki parçalanmış, tehlikeli niteliğine mi dönüşecektir?”  diye soruyor.

ABD, İngiltere, Fransa ve diğer ülkelerden dinlediğim ve okuduğum istisnasız bütün askeri uzmanlar başta vurguladığım ülkeler dahil, Avrupa’da hiçbir ülkenin, hatta hepsinin toplam askeri gücünün Rusya’ya karşı gelecek bir nitelikte ve nicelikte olmadığı konusunda hem fikirler. Yani Avrupa ülkelerinin (kanımca ayni ABD gibi) geri çekilip savaş sanayisini oluşturması ve geliştirmesi sürecinden geçmesi gerekir.  Stalin’in özetlediği gibi, ekonomisini savaş temelinde geliştiren ülkeler, konumuzla ilgili olarak ABD, savaş (ve tabi ki çok kutuplu dünya düzenine geçiş) nedeniyle çok şiddetli bir kriz evresine girmek zorunda kalacak. ABD bu krizin yükünü Avrupa ülkelerinin sırtına yüklemeye çalışıyor.  Ekonomik kriz içindeki Avrupa’da savaş sanayisine odaklanmanın Avrupa ülkeleri halklarının yaşam sorununu ne kadar etkileyeceği ve onların alacakları tavırları da hesaba katarsak bu “krizi Avrupa’ya ve Avrupa halklarının sırtına yükleme stratejisinin ne kadar başarılı olabileceği konusunda sorular ortaya çıkacak. Bu soruların en önemlisi, kendi halklarının çıkarlarının tersine, ABD’nin çıkarları doğrultusunda atılacak en önemli ve tek çözüm olabilecek adım “faşist” sistemlerin yerleştirilmesi mi olacak.

Rusya ekonomisini savaş durumuna getirmişken ABD silah teknolojisi çok geride kalmış ve cephaneliğini tüketmiş ve belirtilen nedenlerle ekonomik kriz geçiriyor. Aynı şey Çin için de kaçınılmaz görünüyor. Stalin'in belirttiği gibi; "önceki krizden farklı olarak, mevcut kriz genel bir kriz değil, ancak henüz kendilerini bir savaş ekonomisi temeline oturtmamış olan ekonomik olarak güçlü ülkeleri ilgilendiriyor." Çin, özellikle ABD'nin açık düşmanlığı nedeniyle, diğerlerinin ayak izlerini takip edecek ve savunma endüstrisini saldırgan bir savaş durumuna getirecek çünkü, yine Stalin’in sözleriyle; "diğer tüm büyük kapitalist güçler kendilerini bir savaş durumuna göre yeniden örgütlemeye başlıyor."

Kısacası, bu gerçekleri hesaba katarsak, bana göre, özellikle Avrupa’nın katıldığı bir “dünya savaşı” -yani büyük güçler ABD-Rusya-Cin arasında direk savaş- olasılığı oldukça uzak. Gelinen yerde “dünya savaşları” vekil savaşlar olarak kendisini gösterecek ve devam edecek.      

Savaşın başladığında, 2022 de ki değerlendirmemizle içerik olarak ayni olan Boratav hocanın şu tespitine katılıyorum;

“Ukrayna Savaşı, Batı İttifakı’nın 2014’te Kiev’de düzenlediği “meydan darbesi” ile tetiklendi. Giderek Rusya’yı hedefleyen bir vekâlet savaşına dönüştü. Batı’nın vekâletini Ukrayna üstlendi. Savaşın, “son Ukraynalı ’ya kadar” Rusya’ya karşı sürdürülmesi kararlaştırıldı.

Bu değerlendirmesini yaptığı başlık “Ayrışmayı tetikleyen sorun: Ukrayna savaşı”, ayrışma konusu ne kadar gerçekçi henüz belli olmadığı için tartışılabilir. En önemlisi bu sorun ABD’nin gerek ekonomik ve gerekse askeri olarak eski gücünü yitirmiş olması, Rusya ve Çin’in güçlenmesi somut dünya gerçekleriyle bağlantılı ele alınması gerekir.

Devamında Boratav Hoca Rusya ve ABD “barış görüşmelerine” değiniyor. Bu konuda sadece gelişmeleri anlattığı ve değerlendirme yapmadığı için kendi görüşümü özetle tekrarlamakla yetineceğim.  Şimdilik bu toplantılar “barış için”  konuşmaları değil, konuşmaların kendisinin devamının sağlanması için toplantılar. Bu "müzakerelerin" öncelikli hedefi, "Rusya'nın Çin'den nasıl koparılacağı" ve böyle bir sonucu doğurabilecek hangi "tavizlerin" Rusya'ya verilmesi gerektiği konularına odaklanacak. İkinci temel konu İran meselesidir. İsrail saldırısı durumunda Rusya'nın İran'a yardım etmeyeceğinden ve Rusya'nın İran'ın nükleer silah edinmesini engelleyeceğinden ve bunun için taviz vermeye hazır olduklarından, emin olmak istiyorlar. Gündemlerinin sadece son maddesi Ukrayna ile ilgili. "Tavizlere" karşılık "yüz kurtarıcı bir çıkış" arıyorlar. Yani, Rusya'dan "taviz" almak için orada değiller, Çin-fobisi politika hedeflerine ulaşmak için "taviz" teklif etmek için oradalar.

Devamındaki alıntı değerlendirmeler den sonra, İşçi Partisi eğilimli dediği burjuva liberal Observer gazetesinde ABD’nin son dış siyaset yönelişini eleştiren başyazıdaki ‘“Dünya bir dönüm noktasına geliyor: Birleşmiş Milletler’ in yönettiği, kurallara dayalı, çok-taraflı sistem çöküyor; onun yerine otoriterliğin ve aşırı-milliyetçiliğin beslediği büyük güçler emperyalizmi doğuyor” tespitini “anlamlı bir tarihsel tespit” olarak vurguluyor.

Okuyucuyu, ne zamandan beri “BM kurallara dayalı” “çok taraflı” bir sistem idi diye sormak zorunda bırakan bir değerlendirme. Tarihi boyu ne ABD ne Israil BM’nin hiçbir kuralına uymadı. “Kurallar” ABD’nin kendi çıkarları doğrultusunda her zaman yenilediği ve bu yönde uygulamaya koyduğu değişkenliğini hiçbir zaman kaybetmedi. Stalin’in 1951 yılında Pravda Muhabiri ile söyleşisinde Birleşmiş Milletler üzerine değerlendirmesi burada tam yerini bulur.

Barışı korumak için bir siper olarak kurulan Birleşmiş Milletler Teşkilatı, bir savaş aracına, yeni bir dünya savaşını başlatmanın bir aracına dönüştürülmüştür. Birleşmiş Milletler Örgütü'nün saldırgan çekirdeği, on üye devletten saldırgan (NATO) Kuzey Atlantik Paktı'nı oluşturdu. Ve bu ülkelerin temsilcileri artık Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nda savaş ve barışla ilgili kararları alıyor. Birleşmiş Milletler Örgütlerinde Çin Halk Cumhuriyeti'nin saldırganlığına ilişkin skandal kararı uygulayanlar bunlardı.

Gerçekte, Birleşmiş Milletler Örgütü artık bir dünya örgütü değil ve Amerikan saldırganlığını kabul edilebilir olarak gören Amerikalılar için bir örgüttür.

Observer de “büyük güçler emperyalizmi”, “Kolektif emperyalizm”  derken ne demek istediğini tam anlamak güç. Ancak “Observer Trump’ın, önceki kolektif emperyalizmden 20’nci yüzyılda iki dünya savaşını tetiklemiş olan büyük güçler emperyalizmine geçiş başlattığını gözlüyor. Bu ayrım geçerlidir” sözlerinden, birçok emperyalist-tekelci kapitalist- ülkelerin olduğu  “çok kutuplu dünyadan” bahsettiğini varsayabiliriz. Tekelci kapitalizmin yeni gelişmekte olduğu o dönem ile şimdiki dönem arasındaki nitelik ve nicelik farklarını bir yana bırakalım, “kollektif emperyalizm” derken sanırım ABD ve Avrupa “kolektif” emperyalizminden bahsediyor. Anladığım kadarıyla Observer ABD’nin istediği gibi at oynattığı tek-kutuplu dünyayı kollektif emperyalizm olarak tanımlıyor. Bu aşağıdaki söylemde hangi paragrafın Boratav Hoca’ya ait olduğunu çıkaramadım ama son paragraf doğru.  

“Neoliberal karşı-devrim ve reel sosyalizmin çöküşü bu döneme son verdi; 1990 sonrasında farklı bir kolektif emperyalizm yaşanmaktadır. Bu dönemin ortak özelikleri Observer’in tespitinin karşıtıdır: Batı İttifakı “çok taraflı” değildir; ABD hegemonyasına dayanmaktadır. “

Önceden belirttiğim gibi, özellikle Trump söz konusu olduğunda söylemlerle pratikler arasında bir ayırım yapmak, söylemlerin ne kadar gerçeğe uygun olduğunu düşünmek ve irdelemek, devamında bekleyip görmek gerekir.

“ Yeni iktidar döneminin ilk haftalarında Trump, Grönland’ı, Panama’yı ve Filistinlilerin topluca tehciri sonrasında Gazze’yi ilhak talepleri ile bu öngörüyü destekliyor.”

Önceki bir makalede belirttiğim gibi, “bir nefes alma”, “yeniden toparlanma” için ABD’nin çoğunlukla kendi arka bahçesine, zaten etki alanı içindeki yerlere odaklanması büyük olasılıktır. Gazze’yi ilhak talebinin Netanyahu’nun elini kolunu bağlama ve Trump’ın kendi politikasını uygulamasına zemin hazırlama taktiği olasılığı olması bir yana, şimdiki şartlarda gerçekleştirilmesi nerdeyse imkânsız olan, ABD’nin çıkarlarına ters düşecek bir sürü gelişmelere neden olacak askeri müdahaleler gerektirecek bir macera olacaktır. Ukrayna’yı bile bırakıp, geri çekilip yeniden yapılanmayı hesaplayan, Israil’in ısrarlı ve provokatör söylem ve pratiklerine rağmen Iran konusunu Rusya aracılığıyla çözmeyi planlayan, hatta Orta Doğudan bile askerlerini çekmeyi düşünen, kendisini Çin üzerine odaklanmayı hedef alan, ABD’nin Gazze’de bir maceraya girmesi, sadece bir şeyi kanıtlar; Trump ve yönetici kadrosu gerekli olan değişimleri, idari merkezîleştirmeyi gerçekleştiremedi, Neo-Kon’ların Rusofobi fraksiyonuna yenik düştü.

“Trump, bugünkü tahripkâr kolektif emperyalizme Ukrayna’dan başlayarak son mu verecek? Yoksa tam aksine NATO üyesi Kanada’ya kadar uzanan çılgın yayılma talepleri, girişimleri ile yeni tehlikeleri mi tetikleyecek? “

Yukarda vurguladığım gibi dış politika açısından Trump’ın Biden’dan ya da öncekilerden bir farkı yok. Ukrayna’dan çekilme planları Trump’ın barış sever olduğundan değil, verilen vekil savaşında yenildiğinden ve kazanma şansı olmadığını kavradığından almak zorunda kaldığı bir karardır.  Bu “çekilme “ daha Trump seçilmeden önce kararlanmış “yüz kurtarıcı çıkış” planlarının hayata geçirilmesidir. Trump’ın bir “günah keçisi” olarak seçilmesi onun “yüz kurtarıcı çıkış” gerçekleştirilmesi göreviyle her ne kadarda çelişkili görünse de ABD tipik “dengeleme” siyasetinin bir gerçeğidir. 

“Önümüzdeki günlerde Trump-Putin görüşmeleri, Avrupa’nın, Çin’in tutumları bu bakımdan da hayatî önem taşıyor...”

Bu doğru, ancak Trump-Putin görüşmesinin olabilmesi için daha birçok “toplantı” ve “konuşmaların” olması, Rusya’nın temel şartlarının yerine getirilmesi gerekiyor. Yani bu toplantının olup olmayacağı, en azından yakın zamanda olacağı henüz belli değil. Maymun gözünü açtı derler, Rusya, Minsk’ler, Paris, İstanbul anlaşmaları ve verilen sözlerin yerine getirilmemesi, tam tersine “tuzak olduğunun itiraf edilmesinden sonra ne ABD ye ne Avrupa’ya güveni kalmadı ve bunu açıkça vurguluyor, somut adımlar görmek istiyor.  Zaten Rusya’nın Ukrayna’da barış için acelesi yok, savaş ne kadar uzun sürerse, o kadar daha fazla Rus nüfusun yaşadığı toprakları ele geçirir.

Avrupa’nın tutumu ABD’nin tutumu ile direk bağlantılı. Avrupa’nın kendi başına hareket edebilmesi için ne askeri, ne ekonomik ne de siyasi gücü ve de fikir “birliği” var. Ukrayna konusunda, hala eski sömürgeci güç hayal dünyasında yaşayan, bu nedenle de büyük laflar eden EU etki-dışıdır- önemsizdir  (irrelevant) .

En son yayınlanan resmi söyleme bakarsak, Çin de en sonunda Rusya gibi saf ve uyumlu, yatıştırıcı tavrını terk etmiş gibi görünüyor. Diplomaside her zaman yumuşak olan ve sert söylemlerden kaçınan Cin, tarihinde ilk defa karşı koyan nitelikte resmi sert açıklama yaptı.

 "ABD'nin istediği savaş ise, ister gümrük savaşı, ister ticaret savaşı, isterse başka bir savaş olsun, sonuna kadar savaşmaya hazırız."

Bu söylem bir tarafını Çin’in oluşturduğu yeni çok kutuplu dünya düzeninin oluştuğunu noktalayan nitelikte.

Erdogan A

7 Mart 2025

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.