1917 Ekimi'nden önce iki mektup
DEVRİMDE DEMOKRASİ
13 Eylül 1917'de Lenin, gizli olarak yaşadığı Finlandiya'dan, Bolşevik Partisi Merkez Komitesi'ne ve Petersburg ve Moskova komitelerine ayrı ayrı birer mektup yazarak, içinde bulundukları anda, işçi kitlelerinin Bolşevizm’e olan eğiliminin güçlendiğini saptıyor ve ayaklanma çağrısı yapıyordu.
Bu mektuplar, "Bolşevikler İktidarı Almalıdır" ve "Marksizm ve Ayaklanma" başlıklarını taşıyordu.
Devrimin büyük bir hızla gelişmeye başladığı o koşullarda, bu iki mektubun, belki de siyaset bilimi ile tarih açısından ne kadar büyük önem taşıdıkları gerektiği kadar görülemezdi. Acil sorunlara dair, şiddetli birer uyarı ve Lenin'in önerileri olarak değerlendirildiler ve parti içinde tartışmalara yol açtılar.
Partinin taktikleri ve güncel perspektifleri hakkında kısa, özlü ve yer yer sert ifadeler taşıyan bu mektuplar, daha sonra, bütün ülkelerin ihtilalcilerinin elinde birer temel kaynak halini alacaktı. Aynı zamanda,Leninist literatürün bütün dünyanın devrimcilerini olduğu kadar oportünistlerini ve revizyonistlerini de aynı derecede meşgul eden içerikleriyle, her zaman gündemde kaldılar ve tartışıldılar.
SSCB'nin dağılmasından sonra, "nerede hata yapıldı" sorusuyla başlayan birçok tartışmada, "hata"nın kaynağında Ekim Devrimi'nin oluş ve gelişme koşullarının bulunduğu, Lenin'in bir darbeci, devrimin de herkesten daha hızlı hareket eden bir azınlığın darbesi olduğunu ileri sürenler çıktı. Hatta kimileri, Lenin'i Kerenski'nin "demokratik" hükümetinin yol açtığı yönetim zaaflarından yararlanan bir siyasi fırsatçı olarak değerlendirdi. Aslında, bu suçlamaların ve sözde eleştirilerin hiçbiri yeni değildi. Henüz devrim ufukta görünmezken, hatta devrimin öncü gücü olan Bolşevik Partisi tam olarak biçimlenmemişken, Lenin, Menşevikler ve Troçki tarafından yer yer darbecilikle, parti diktatörlüğü kurmaya yönelmekle eleştirilmişti. Devrim sürecinde ve sonrasında da, II. Enternasyonal'in şefleri, başta Kautsky olmak üzere, Lenin'i antidemokratik olmakla, diktatörlük peşinde koşmakla suçlamışlardı. Bütün bu tartışmalarda ve eleştirilerde, Lenin'in devrimi haber veren ve açıkça artık devrim zamanı geldiği uyarısını yapan bu mektupları, ağırlıklı bir yer tuttu.
"Bolşevikler İktidarı Almalıdır" başlığını taşıyan ilk mektup, 12–14 Eylül 1917 tarihini taşıyordu. RSDİP(B) (Rusya Sosyal Demokrat Partisi-Bolşevik) Merkez Komitesine ve Petrograd ye Moskova Komiteleri’ne hitaben yazılmıştı. "İki başkentin işçi ve asker vekilleri Sovyetlerinde çoğunluğu sağlayan Bolşevikler iktidarı ele alabilirler ve almalıdırlar" sözleriyle başlayan bu mektup, Lenin tarafından daha önce yazılmış başka mektuplarda ve "Nisan Tezleri"nde dile getirilen teorik çözümlemeleri temel alıyor, devrimin nasıl bir devlet ve iktidar biçimini önerdiği hakkındaki açılımları tamamlıyordu. Fakat burada asıl önemli ve yeni olan, Lenin'in "demokrasi", "çoğunluk", "önderlik" gibi kavramlara, sıcak devrimci durum koşullarında getirdiği yorumdu.
Lenin, "çoğunluk" ve "azınlık" kavramlarının biçimsel ve öze ilişkin içerikleri üzerinde durarak, o günlerde yapılmış olan seçim sonuçlarını bu kavramları değerlendirmek üzere geçerli gören Bolşevikleri uyarıyordu. Lenin'e göre, çoğunluk kavramını, o koşullarda belirleyen iki temel olgu vardı. Birincisi, onun tarafından "iki başkent halkının devrimci öğelerinin etkin çoğunluğu" terimiyle dile getiriliyordu. Burada, herhangi bir seçimde oy kullananların çoğunluğu yerine, "devrimci öğelerin etkin çoğunluğu" önemseniyordu. Bu, halk kitlelerinin toplumsal ve siyasal hareket içinde yer almalarını sağlayan, bir bakıma halk çoğunluğunun reflekslerini ve eğilimlerini kendi tepki ve eğilimleriyle belirleyen unsurların çoğunluğu anlamına geliyordu. Biçimsel olarak, bu unsurlar, genel oy kitlesi içinde alınlığı temsil etmelerine karşın, devrimci bir kalkışma söz konusu olduğunda, izlenecek ve karar süreçlerinde hareketlerine bakılacak olan etkili bir konum ifade ediyorlardı. Bir başka deyişle, halkın genel kitlesinin temel taleplerini ve bunları elde etmek için başvuracakları hareket biçimlerini tayin edecek olan, bu "etkili çoğunluk" olacaktı. Modern toplumun kitle hareketleri, XIX. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren, kapitalist toplumun iki ana sınıfı ekseninde tanımlanabilen bir içerik kazanmıştı ve artık, herhangi bir halk hareketini, belirli kitlesel örgütler ve siyasal partiler olmaksızın tanımlayabilmek olanağı yoktu. Nitekim Lenin de, bu toplumsal gerçekten yola çıkarak, "İşçi ve Asker Vekilleri Sovyetleri”nin ve "demokratik örgütler”in eğilimlerini, "yığınlarla ilişki içinde bulunan devrimci unsurların" eğilimleri olarak görüyor, dolayısıyla onların tutumlarını, yığınların tutumu olarak değerlendiriyordu.
Bu ne kadar doğruydu? Demokratik örgütler, her zaman yığınların gerçek eğilimlerini temsil edebilirler mi? Soyut olarak bakıldığında, böyle bir ilişkiyi her zaman ve her ülke için geçerli olarak kabul edebilmemiz için yeterli veri yoktur. Hatta burjuva etkinin güçlü olduğu, örgütlerin satın alındığı ya da yozlaştırıldığı koşullarda, tam tersi de doğru olabilir. Kitle örgütleri, sendikalar, dernekler, kitlelerin taleplerinin ve bunları elde etmenin gerçek yollarının önünde birer barikat halini de alabilirler. Onların ifade ettiği eğilimlere, öne sürdükleri taktiklere ve programlara bakarak, kitlelerin gerçek eğilimleri hakkında karar vermeye çalışmak, tamamen yanıltıcı sonuçlar da doğurabilir. Hatta onların ölçü olarak değerlendirilmesi, çoğu kez, oportünizme ve reformizme, uzlaşmacı siyasetlere de yol açabilir. Fakat Şubat devriminden itibaren gelişen koşullar, kitlelerin örgütlenme düzeylerinde görülen gelişmeler egemen sınıfların ve devletin etkisini olabildiğince kırmış, her türden kitle örgütünde, yığınların doğrudan eğilimlerini yansıtacak bir yapı oluşmuştu. Bir başka deyişle, açıkça karşı-devrimci nitelikte olanlar ve birkaç önemsiz istisna dışında, herhangi bir örgüt, halkın büyük çoğunluğunun "ekmek, barış, özgürlük" sloganlarında dile gelen gerçek taleplerini görmezden gelebilme olanağına sahip değildi. Lenin, mektubunda, bu genel durumu çözümlerken, söze, Bolşeviklerin programının öncelikli üç maddesini hatırlatarak giriyor. Hemen demokratik bir barış, toprağın köylülere verilmesi, yok edilmiş demokratik kurum ve özgürlüklerin yeniden kurulması. Bu talepleri gerçekleştirebilecek bir iktidarı kuracak tek güç Bolşeviklerdir ve böyle bir hükümeti hiç kimse deviremeyecektir.
Bunları ileri sürerken Lenin'in iki temel dayanağı vardır. Birincisi, bu taleplerin gerçekleştiğini görmek, bütün halk yığınlarının gücünü devrim hükümeti yanında toplayacaktır. İkincisi, diğer hiçbir örgüt veya parti, bu maddeleri açıkça kendi program temelleri olarak ileri sürememektedir. Dolayısıyla, o anda Menşeviklerin ya da Sosyalist Devrimcilerin çevresinde hareket eden unsurlar da, ya doğrudan Bolşeviklere katılacaklar ya da en azından desteklemek zorunda kalacaklardır.
Lenin, ortada sayıları bildiren seçim sonuçları bulunmasına karşın büyük bir iddia ileri sürüyor. "Halkın çoğunluğu bizden yanadır." Bu iddia, kimileri tarafından, "maddi veriler"e dayanmamakla eleştirilmesine karşın, soyut ve teorik bir değerlendirme, temelsiz bir ajitasyon sloganı değildir. Lenin, herkesten daha gerçekçidir. Seçim sonuçlarına değil, toplumsal hareketi simgeleyen başlıca ölçütlere bakmaktadır.
"8 Mayıs’tan, 31 Ağustos’a ve 12 Eylül’e giden uzun ve çetin yol, bize bunun kanıtını verdi. İki başkentin Sovyetlerinde çoğunluğun elde edilmesinin nedeni, halkın bizim partimize doğru evrim göstermesi sonucudur. Sosyalist-devrimcilerin ve Menşeviklerin kararsızlıkları, bu iki grup içinde enternasyonalcilerin güçlenmesi de bunu kanıtlamaktadır." ,
6 Mayıs’ta, birinci geçici koalisyon hükümeti kurulmuştu, 31 Ağustos’ta, Petrograd İşçi ve Asker Vekilleri Sovyet’i, bir Sovyetler hükümeti kurulması için karar almıştı ve Sovyetlerin sosyalist-devrimciler ve Menşeviklerden oluşan yürütme komiteleri, 12 Eylül’de "Demokratik Konferansın toplanmasını kararlaştırmıştı. Lenin, art arda ye birbirine bağlı olarak gelişen bu olayları, içten içe kaynayan kitlelerin devrimci bir iktidar kurmaya yönelen güçlü eğilimleri ile reformcu çözümleri hâlâ dayatmaya çalışan uzlaşmacılar arasındaki kopuşmayı açığa vuran çelişkinin bir ifadesi olarak görüyordu.
"Demokratik Konferans", sosyalist-devrimciler ve Menşevikler tarafından, sözde "iktidar sorununu tartışmak ve karar vermek" gerekçesiyle düzenleniyordu. Önce 12 Eylülde yapılacağı kararlaştırılmışken sonradan 14–22 Eylül tarihler arasında yapıldı. Konferansı düzenleyenlerin gerçek amacı, iktidar sorununu çoktan tartışmış ve karar vermiş olan halkın büyük çoğunluğunun devrimci atılımını ertelemek ve saptırmaktı. Buna rağmen, Bolşevikler, mümkün olan en güçlü biçimde konferansa katılma kararı aldılar. Lenin, her iki mektubunda da, konferans sürecinde Bolşeviklerin hangi ilkeleri ne biçimde savunacaklarını belirledi.
"Demokratik Konferans"ı, Bolşeviklerin konferansı haline getirmeyi öneren Lenin, burada devrimin kaderine karar vermek zorunda olduklarını belirtti. Ama buna herkesten önce, partinin kendisinin inanması gerekiyordu. Lenin, bu mektubunda, ısrarla bunu vurguluyordu. "Partiyi kendi görevini, Petrograd'da ve Moskova'da (ve bölgede) silahlı bir ayaklanmayı, iktidarın ele geçirilmesini, hükümetin devrilmesini gündeme almak görevini açıkça göstermek söz konusudur... Marx'ın ayaklanma üzerine sözlerini anımsayınız ve onlar üzerine düşününüz..."
Mektubun sonunda Lenin, yeniden çoğunluk kavramını açıklama ihtiyacı duyarak şunları söylüyordu. "Bolşeviklerin 'yapmacık' bir çoğunluğa sahip olmayı beklemeleri saflık olurdu, hiçbir devrim bunu beklemez... Kesin olarak 'Demokratik Konferans'ın acınacak bocalamalarıdır ki, Petrograd ve Moskova işçilerinin sabırlarını tüketmelidir ve tüketecektir. Eğer şu andan başlayarak iktidarı ele almazsak, tarih bizi bağışlamayacaktır."
Bu sözlerde yalnızca büyük bir sezgi gücü değil, aynı zamanda bilimsel çözümleme ve öngörü yeteneği de kendisini duyurmaktadır. Bolşevik Partisinin önemli bir bölümü de dâhil olmak üzere, hemen hemen herkes "halkın çoğunluğunun" eğilimlerini, seçim sonuçlarına bakarak değerlendirir ve bir devrimi olanaklı görmezken, Lenin, bütün koşulların silahlı bir ayaklanma ile iktidarı ele geçirmeye uygun hale geldiğini ileri sürüyor ve yine herkesin aksine, bunu "halkın çoğunluğu" kavramına dayandırıyordu.
Aynı kavrama yüklenen bu farklı anlamlardan hangisinin gerçeği yansıttığı, bizzat devrim tarafından sınandı ve karara bağlandı. Lenin haklıydı.
Bununla birlikte, tartışmanın karşı tarafındakiler, özellikle de siyasi varlıklarını "sosyal demokrasi" biçiminde sürdüren Menşevikler ve bazı Troçkistler, Ekim Devrimi'nin "azınlığın darbesi" olduğu yolundaki iddialarını günümüzde de sürdürüyorlar
BİR SANAT OLARAK AYAKLANMA
Lenin'in ikinci mektubu, "Marksizm ve Ayaklanma", RSDİP(B) Merkez Komitesi'ne hitaben kaleme alınmıştı. 13–14 Eylül 1917 tarihini taşıyordu. Bu mektupta da, Lenin'in başlıca kaygısı, devrimci ayaklanma fikrine karşı "demokrasi" kavramını çıkaran Menşeviklerin etkisinde kalan Bolşevikleri ikna etmekti. Özellikle II. Enternasyonal'in başında bulunan Alman revizyonizminin yaydığı teorik karmaşa içinde Marksizm’in devrimci özüne karşı yürütülen kampanya, devrimci proletarya hareketini, düzen içinde muhalefetle sınırlamaya yönelikti. Başta Kautsky olmak üzere, başlıca revizyonist teorisyenler, "proletarya partisinin görevinin devrim yapmak olmadığı, partinin görevinin patlayacak olan bir devrimi 'hazır vaziyette beklemekle' sınırlı olduğu" yolundaki görüşlerini, Marx'a dayandırmaya çalışıyorlar, Lenin'in çok önceleri eleştirdiği ekonomist-kendiliğindenci görüşleri sistemleştiriyorlardı. Onlara göre, bir devrimi hazırlamak üzere çalışmak, ayaklanma planları yapmak ve bunları proletaryanın eylemi haline getirmeye çalışmak, "Blankizm"di. Onlara göre, Lenin de, tıpkı Blanki gibi, proletaryanın bir azınlığın devrimci darbesi ile kurtulacağına inanıyor, sınıf savaşının uzun yolu yerine kolay komploculuğu seçiyordu. Blankizm, gerçekten Marx'ın, sonra da Lenin'in çok önceleri eleştirdikleri gibi, "ayaklanma için nesnel koşulların bulunup bulunmadığına bakmaksızın" ve "yığınlarla devrimci bağlar kurmaksızın", "yığınlar adına" ayaklanmayı savunuyordu.
Bu eleştirilerin Bolşevikler üzerindeki etkisi, "Demokratik Konferans" sırasında kendisini gösterdi. Konferansa, bir ayaklanma fikrini savunmak üzere katılma kararı alan Bolşevikler, bu görevlerini yeterince yerine getiremediler. Lenin, sorunun yeterince anlaşamamasından dolayı konferans sırasında yapılan yanlışları, "Sahtekârlığın Şampiyonları ve Bolşeviklerin Yanılgıları", "Bir Yazarın Notları", "Partimizin Yanılgıları" ve "Bunalım Olgunlaşmıştır" başlıklı yazılarında şiddetle eleştirdi. Konferans kararlarına uyarak, "ön-parlamento"ya katılmayı benimseyen Bolşevik temsilcilerin derhal parlamentodan çekilmelerini ve bütün güçleriyle ayaklanmayı örgütlemeye girişmelerini önerdi. Parlamentonun açılış gününde, Bolşevikler bir bildiri okuyarak parlamentoyu terk ettiler.
Bu tutum, hem o günlerde, hem de sonraları, Lenin'in "demokratik kurumlara güvensizliğinin ve darbeciliğinin" kanıtı sayıldı.
Gerçekte ise Lenin, ayaklanmanın ilk koşulu olarak, ayaklanmanın "bir komploya, bir partiye değil", "öncü sınıfa, halkın devrimci atılımına" dayanması gerektiğini söylüyordu. "Halk adına" birilerinin değil, bizzat halkın kendisinin ayaklanmasından söz ediyordu. Ön-parlamentodan çekilmelerini istediği Bolşeviklere de ayaklanma çağrısı yapmıyor, ayaklanmaya yönelmiş olan askerlerin, işçi sınıfının ve yoksul köylülüğün hareketinin bir ayaklanma biçiminde örgütlenmesi görevini veriyordu.
Mektubun sonraki bölümleri, "bir sanat olarak ayaklanma" kavramının başlıca niteliklerini özetlerken, yine Blankist ya da anarşist tarzda anlaşılan ayaklanma ile Marksist ayaklanma anlayışı arasındaki derin ve niteliksel farkı açıklamaktadır. Bu açıklama, aynı zamanda, birinci mektupta olduğu gibi, "halkın çoğunluğu" gibi gerçekte içi boşaltılmış kavramlara da doğru siyasal içerikler yüklemeye devam etmektedir.
"Ayaklanma, yükselen devrim tarihinin, halk öncüsünün etkinliğinin en güçlü olduğu, düşman saflarında ve devrimin güçsüz, kararsız, çelişki dolu dostlarının saflarında duraksamaların en güçlü oldukları bir dönüm noktasında patlak vermelidir."
Bu paragrafta da, "halkın öncüsünün etkinliği" kavramı dikkat çekmektedir. Tıpkı ilk mektuptaki "halkın devrimci öğelerinin etkin çoğunluğu" tanımlamasında olduğu gibi, burada da, hareket halindeki halk yığınlarıyla dolaysız bağlar içindeki güçler önemsenmektedir.
Yine bu paragrafta, bir diğer çok önemli unsur öne çıkarılmaktadır. "Yükselen devrim tarihi" kavramı, tarihsel materyalist bakış açısıyla, siyasal ve toplumsal hareketlerin nesnel-maddi koşullarla olan İlişkisine vurgu yapmakta ve ayaklanmanın “iradi" bir tercih olamayacağını hatırlatmaktadır. Lenin, ayaklanmanın yalnızca güncel çelişmelerle değil, tarihsel süreklilik içinde toplumsal gelişmenin özellikleriyle de bağlı olduğunu belirtmekte, böylece Marksist ayaklanma anlayışının Blankizmle yalnızca siyasi bakımdan değil, felsefi bakımdan da köklü farklılıklar taşıdığını göstermektedir.
Bu çözümleme, ayaklanmanın aynı zamanda bilimsel bir etkinlik olarak da tanımlanabileceğini göstermektedir. Özellikle, mektubun şu bölümleri, bu bilimselliğin unsurlarını özetlemektedir: "Ayaklanmanın, olayların nesnel akışı tarafından gündeme konulmuş bulunduğu, partinin tam da şu anda zorunlulukla kabul etmesi gerektiğini, ayaklanmayı bir sanat olarak ele alması gerektiğini tanıtlamak için, belki en iyisi, karşılaştırma yöntemini kullanmak, 3 ve 4 Temmuz günleri ile eylül günlerini karşılaştırmak olacaktır."
Bu satırlarda, tarihin akış yönünü ve toplumsal dinamiklerin yol açtığı hareketin alabileceği biçimleri, tam bir nesnellikle görmenin rahatlığı ve kendine güven duygusu vardır. Lenin, bir siyasi partinin önderinden çok, kendi tezlerini kanıtlamak için çaba gösteren bir bilim adamı gibi konuşmaktadır, kullandığı araçlar, siyasi otoritesi ve kariyeri değil, bilimsel yöntemler ve diyalektik mantıktır.
"3 ve 4 Temmuz günleri ayaklanmanın zaferi için nesnel koşullar gerçekleşmemişti.
1) Devrimin öncüsü olan sınıf, henüz arkamızda değildi...
2) Devrimci coşku, henüz büyük halk yığınını kazanmamıştı...
3) Düşmanlarımız arasında ve kararsız küçük burjuvazi arasında, o zaman ciddi bir siyasal genişlikteki duraksamalar yoktu...
4) Bu nedenle, 3 ve 4 Temmuz günleri ayaklanma bir yanlışlık olurdu...
Bugün durum bambaşkadır..."
Lenin, daha sonra, yeniden ve ısrarla "halkın çoğunluğu" kavramına dönüyor. Konferans'ın yol açtığı kafa karışıklığının düğüm noktasını, bu kavramda görüyor. Menşeviklerin ve sosyalist-devrimcilerin oluşturduğu çoğunluğu, "halkın çoğunluğu" gibi değerlendirme yanlışına işaret ediyor.
"Demokratik konferans, yalnızca bir konferanstır başka hiçbir şey değil. Unutulmaması, gereken şey, onun devrimci halk çoğunluğunu, yoksullaşmış ve kızdırılmış köylülüğü temsil etmediğidir. Bu bir halk azınlığı konferansıdır... Demokratik konferansa bir parlamento gibi davranmak, bizim bakımımızdan en büyük yanlışlık, en kötü parlamenter alıklık olurdu, çünkü o, ... her şeye karşın, hiçbir şeyi kararlaştıramayacaktır. Karar ona değil, Petrograd ve Moskova işçi mahallelerine bağlıdır."
Lenin, daha sonra, sürmekte olan emperyalist savaşın başlıca çelişkilerini, savaş içinde Bolşeviklerin tutumunu ve hedeflerini özetler. Bu bölümlerde de, derin bir bilimsel kavrayış ve tanıtlama tarzı sergilenir. Bolşevik Partisi Merkez Komitesi'nin ayaklanmada tereddüt eden üyelerini ikna etmek ve yaptıkları işe inandırmak için kullandığı bilimsel yaklaşım tarzını ve yöntemi derinleştirerek uygular. Böylece, ayaklanmanın uluslararası koşullarının çözümlenmesini de tamamlar. Görülür ki, ayaklanma fikrini ileri sürerken, Lenin, yalnızca ülke içi koşulları değil, dünya çapındaki uluslararası koşulları da göz önünde tutuyor ve kararını çok yönlü bir araştırmaya ve incelemeye dayandırıyordur.
Ayaklanmanın aynı zamanda, bir "teknik hazırlık" yönünün de bulunduğu, mektubun son bölümünde gösterilir. Lenin, her iki kentin de başlıca kritik noktalarını belirlemiş ve nerede hangi türden güçlerin bulunması gerektiğini de düşünmüştür.
Mektubun bu son bölümü, ilk mektupta işaret edilen temel özelliklerin son bir unsurla tamamlanması anlamına gelmektedir.
Lenin, hiç kuşkusuz, bir devrim için, "öncü sınıfın ve halkın çoğunluğunun devrimci hamlesini" zorunlu ilk koşul olarak görmektedir. Bu olmaksızın, ayaklanmanın anarşistçe bir komplo girişimi olacağından hiç kuşkusu yoktur. Fakat bütün bu süreçleri inceden inceye çözümleyip gerekli siyasal ve teknik hazırlıkları planlayan bir "kurmay" olmaksızın, ayaklanmanın başarısız bir başkaldırıya dönüşeceğini de bilmektedir. Özetle, ayaklanma, halksız olamayacağı gibi, partisiz de olamaz.
Yalnızca siyaset bilimi açısından değil, diyalektik ve tarihsel materyalizmin temel ilkelerinin ve inceliklerinin uygulanması bakımından da büyük önem taşıyan bu iki mektup, Büyük Ekim Devrimi'nin bu iki boyutunu bütün açıklığıyla sergilemektedir.
Üzerinden 81 yıl geçtikten sonra da, onları önemli ve güncel kılan yalnızca bu nitelikleri değildir.
Ekim Devrimi, bütün insanlığın her türden esaretten kurtuluşu umudunun büyük bir fırtınaya dönüşmesini temsil ediyordu. Bu umut, günümüz insanlığının da en derin ve güçlü özelliği olarak yaşamaya devam ediyor. Umudun gerçeğe dönüşmesi için atılacak her adımda Ekim Devrimi'nin büyük öğretmeninin sözlerinin ve deneyiminin değeri, hiç eksilmeden sürüyor.
Aralık 1998
Hiç yorum yok