Header Ads

Header ADS

KİTAP VE OKUMA - 1991

Özgürlük Dünyası

Genç yazar heveslisi, yazdığı ilk "romanı" usla bir yazara göndermiş ve romanı hakkındaki eleştirilerini sormuş. Aradan epeyce bir zaman geçtikten sonra, üstattan yanıt gelmiş. Yanıt çok kısaymış. "Oku" diyormuş. Genç "yazar", ünlü yazara tekrar bir mektup yazmış: "Ne okuyayım?" . Biraz gecikmeli olarak da olsa yanıt gelmiş. Bu sefer bir cümleymiş yanıt: "Oku da ne okursan oku!"

Bir yanıyla, egemen sınıf çevrelerinin kitap düşmanlığı, yasaklar, kitaplar ve yazarlar hakkında on yıllara varan cezalar, TV'de kitabın da suç aleti olarak teşhir edilmesi, daha da kötüsü ne kadar az kitap okuyan bir toplum olduğumuz açısından bakılırsa, ünlü yazarın "Oku da ne okursan oku" öğüdü bizim toplumumuz için de geçeri! gibi görünürse de bu bir yanılsamadır. Çünkü: bugün, daha doğrusu çoktan beridir, gericiler de "kitapsız cehalet"in kendi işlerine yaradığı zamanların geçtiğini fark etmişlerdir. Diyanet işlerinden milli eğitime sayısız kurum ve kuruluş, bankalar, dinci-gerici mihraklar tarafından çıkarılan dini-şoven İçerikli sayısız kitaplar, hatta onlarca kitaplık kitap setleriyle, "kitapsız cehaleti", "kitaplı cehalet"e dönüştürme çabasındadırlar. Neredeyse, var güçleriyle, "bu kadar cehalet ancak eğitimle olanaklıdır" deyimini haklı çıkaracak bir politika izlemektedirler. Milli Eğitim Bakanlığı'nın en tepesi, bugüne kadar yetişmiş en gerici dinci grupların eline geçmiş olup, bırakalım gerçekçiliği, materyalizmi, din karşısında ilgisizlik bile o kitabın, o kitabın yazarının bütün kitaplarının kütüphanelerden, M. Eğitim ve Kültür Bakanlığı'na bağlı (tabii diğer devlet kuruluşları da dâhil) kurumların listelerinden çıkarılmasına yol açmaktadır. Resmi ve yarı-resmi kurumların kütüphaneleri ağzına kadar doludur, ama bu kitapların hemen tümü Türk-İslam ahlak ve törelerine uygun, İslamiyet’i, Türkçülüğü övücü içeriktedir.

Resmi kurum ve kuruluşlar, Özal kişi ve çeşitli dinci-gerici çevrelerle işbirliği içinde "Türk-İslam Eserleri Külliyatı", "Bin bir Temel Eser" gibi sayıları yüzlere varan setler üretirken, gerici çevrelerin yayın evleri de banka ve devlet kuruluşları tarafından beslenmektedir.

Şöyle ki; yayın evlerinin kitap kataloglarına bakıldığında şu açıkça görülür. Örneğin ilerici içerikli bir klasik yapıt bir yıl içinde bir ya da iki baskı yaparken, dinci-gerici içerikli, adı-sanı duyulmamış yazarların kitapları bir yılda 40-50 bin basmış gözükmektedir, ilk bakışta insanın aklına, kitap okuma ve aydınlık düşmanı çevrelerin birden bire kitap okumaya başladığı gelirse de, gerçek pek öyle değildir. Elbette bu çevreler ülke çapında örgütlü olup tarikat ağı içinde kitaplarını da yayınlamaktadırlar. Ama asıl sürüm, çeşitli devlet kuruluşlarına, bankalara, hatta kendi denetimlerindeki sendikalara 3-5 binerlik partiler olarak yapılmaktadır. Böylece bir yandan gerici yayınevleri beslenirken öte yandan bu kitaplar her elini uzatana; (paralı-parasız) sunulacak biçimde hazır bekletilmektedir. Örneğin bugün, "İlerici çevrelerin" bile beğenisini kazanan eski MHP milletvekilinin başında bulunduğu Kültür Bakanlığı bir kampanya yürütüyor. Bir kitap okuyup özetini (kendi el yazısıyla) Bakanlığa gönderen herkese Bakanlık bedava bir kitap hediye ediyor. Ama bu "alış-veriş"in gerçekleşmesi için "küçük bir koşul" var. Okunan kitap, Kültür Bakanlığı'nın, Türk-İslam sentezi doğrultusunda tavsiye ettiği kitaplardan olacak. Tabii "bedava" verilen kitap da öyle.

Demek ki; çoğu aydınımızın sandığı gibi "oku da ne okursan oku" ya da "biz okumayan toplumuz" vb. yakınmalarının bir anlamı yoktur. Her şey gibi okumanın da bir amacı vardır ve okumanın kendisinden çok ne okunduğu, niçin okunduğu, nasıl okunduğu önemlidir.

Bu konuda dergimize de sık sık mektuplar gelmekte "ne okumalıyız, hangi kitaptan başlamalıyız" gibi sorular yöneltilmektedir. Hiç kuşkusuz t herkes için geçerli bir okuma kılavuzu, ya da programı olamayacağı için, bu mektuplara birer birer ya da hepsine birden somut ve uygulanabilir "programlar" önermek olanaksızdır. Hele geçmişte, dernek vb. kitle örgütlerinde "İlkel Komünal Toplum"dan başlayıp "Sosyalizmin ekonomi politiğine" kadar kronolojik bir sıra izleyen skolastik (okul tarzında) eğitim ya da "okuma programı" önerilerini, ya da günümüzde sendikalarda uygulanan, "artı-değer, sendikal haklar ve sendika örgütlenmesinin faziletleri çerçevesinde dönen "eğitim" programlarını düşününce, herkes için genel geçer bir "program" sunmak bizim için daha da istenmez, daha doğrusu olanaksız bir şey oluyor.

Çünkü okumak için okumak, bilmek için bilmek diye bir şey yoktur. Ancak bir amaç için okunuyorsa okumak anlamlıdır. Bizim amacımız ise; en genel anlamıyla, düşünce tarihinin o, en eski sorusuna bir kez de kendimizin bilgi birikimi açısından yanıt aramaktır. "Bu dünya nereden geldi, nereye gidiyor, bir tek şeyden bunca çok şey nasıl meydana geldi?" sorularının daha somutu olan "insanlık nereden geldi, nereye gidiyor ve bu gidişat içinde insanın rolü nedir?" Hatta bir adım daha atarak, "insan olarak bana düşen nedir ve ben bu rolü daha iyi nasıl yerine getiririm?" sorusuna yanıt aramaktır.
Sorun böyle ortaya konunca, insanın sınıflar mücadelesini ve bu mücadele içindeki kendi yerini ve görevini kavraması için genellikle tıpkı okulda olduğu gibi, "baştan" başlamak; yani yukarıdaki sorunun, ilk ortaya atıldığı Antikçağ'dan bu yana, "bu dünya nereden gelip nereye gidiyor" sorusu etrafındaki tartışmaları (yani felsefe tarihini) ya da Pythagoras'dan bu yana bilimler tarihini vb.ni ayrıntılı olarak öğrenmek, ilkel materyalizmden idealizme, idealizmden diyalektik materyalizme gelen insan düşüncesini kendi seyri içinde iyice izlemek gerektiği; ancak ondan sonra, günümüz sınıf mücadelesine ilişkin bilgileri edinebileceği gibi bir düşünce akla gelirse de, gerçek hiç de böyle değildir. Bu okulcu yöntemin tam tersine bir yol izlemek çok daha gerçekçidir. Çünkü insan bilgisinin kaynaklarından birisi de, kendinden önceki kuşakların pratik bilgisini (o artık bugünkü insan için teorik bir bilgidir) edinmek ise de, bilginin kaynaklarından birisi de bizzat yaşanan toplumsal pratiktir. Bu canlı mücadeledir ki; önceki kuşakların bize aktardığı bilgiyi de pratikte deneyerek onu yeniden üretir zenginleştirir, anlamlandırır. Ve insan, gündelik sinsi mücadelesi içinde; o mücadelenin ihtiyaçları, sorunları doğrultusunda dünyayı, toplumu ve toplum içindeki kendi yeri ve rolünü anlamak ister. Dolayısıyla da onu ilgilendiren, bu konularda eskide ne denildiğinden çok, hâlihazırdaki sorunları çözmek, mücadele içinde yolunu aydınlatmak için bilgi edinmektir.

Demek ki; sınıf mücadelesi içinde şöyle ya da böyle yer alan birisi için okumaktan amaç önünü aydınlatmaktır, mücadelenin sorunlarının ne olduğu ve nasıl aşılması gerektiği konusunda kafa yormaktır.

İnsanlar kendi başlarına, yalnızca kendi deneylerine dayanarak ilerlemek isterlerse çok da ileri gidemezler. İşte burada bizden önce benzer yollardan geçmiş, bu konuda deneyim birikimi ve ustalığını kanıtlamış kişilerin bilgilerine başvururuz ki: bu günümüzde çoğu zaman kitap olur: Ancak okuma, böyle bir ihtiyacın dürtüsüyle yönlenirse anlamlı olabilir. Örneğin, grev ve direnişlerin yaygınlaştığı, ama öte yandan da bütün bu direnişlerin bir elde toplanıp tek bir amaca yöneltilme sorunlarının en yakıcı biçimde kendini dayattığı koşullarda "ne okuyayım" diyen işçiye 15. Yüzyıl'da "çifte doğru öğretisinin yol açtığı devrimci sonuçlar üstüne çeşitlemelere ilişkin kitaplar önerilirse, belki işçinin entelektüel birikimine bir katkıda bulunulur, ama onun bilinçlenmesine katkıda bulunmak bir yana bilinci çarpıtılmış olur. Dahası onun okuma isteği de köreltilir. Ya da bugünkü gibi Marksist teoriye karşı burjuvazi tarafından haçlı seferi açıldığı koşullarda, "ne okuyalım, ne yapalım" diyen Marksizm yandaşlarına "Marksizm’i her cephede savun, bunun için de Marksizm’in temel klasiklerini oku" demek yerine "liberalizme karşı Keynes'i okuyarak silahlanmalıyız, kapitalizme göre İsveç sosyalizmi, sosyalizmin üstünlüğünü kanıtlamıştır, o zaman İsveç sosyalizmini incelemem gerekir" vb. önerilerin ne gerçekçiliği vardır ne de insanları ikna edip, kafalarındaki sorunları çözerek onları okumaya teşvik eder.

Bu açıdan bakıldığında Marksizm’i öğrenmek, sınıf mücadelesini kavramak için "İlkel komünal toplumdan kapitalizme, sosyalizme" kadar toplumlar tarihinden başlamak da yetersizdir. Aksine, sınıflar mücadelesinin getirip dayattığı sorunlardan başlayarak öğrenmek gerekir. Örneğin günümüzde savaş kapıya dayanmış bir sorunken, Lenin'in "Sosyalizm ve Savaş" adlı yapıtını okumak için "baştan" başlamak, toplumların, gelişmesini diyalektik ve tarihsel materyalizmi vb. okuduktan sonra "Sosyalizm ve Savaş"ı okumaya hiç gerek yoktur. Savaşa karşı tutum ve çeşitli burjuva partilerinin savaş kışkırtıcılığının nedenlerini, reformcuların vb.nin pasifist "anti-savaşçılığını anlamak için doğrudan "Sosyalizm ve Savaş", ek olarak "Doğuda Ulusal Kurtuluş Savaşları", Stalin ve Komintern'in "2. Emperyalist Paylaşım Savaşı" üstüne yazdıkları makaleleri ilk önce ve doğrudan okumak en doğrusu olsa gerekir. Elbette bu durumda, Marksizm konusunda yeterli bilgi birikimi olmayan, daha çok bilgi birikimi olana göre okuduklarından daha az şey anlayacaktır, ama yine de az-çok bilgi birikimi sağlayacağı için en azından bazı sorunlar sorun olmaktan çıkacaktır karasında. Dahası kitap okuma, kitapta yazılanlarla yaşananlar arasındaki bağı kavradığı için, onun için giderek bir zevk haline de geleceğinden okumaya karşı olan geleneksel olumsuz direncini de kırma yoluna girecektir.

Kısaca söylenecek olursa kitap okumada "önce şu kitaptan başlanır ve şöyle sıra izlenir" diye genel geçer bir reçete sunulamaz. Ama şu söylenebilir ki; sınıf mücadelesinin dayattığı sorunları konu alan kitaplardan başlayarak okumak, daha doğrusu çatışma programını mücadelenin sorunlarına göre düzenlemek en doğrusu olacaktır.

Elbette ki, bu söylediklerimizden;-daha özel durumlarda bu genel yöneliş içinde, daha özel programlar uygulanamaz anlamı çıkarılamaz. Örneğin bir işletmede oluşturulan kütüphaneden yararlanan 5-10 işçi kendi aralarında, ya da bir tek kişi tek başına Komünist Manifesto, Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm, Ne yapmalı vb. gibi bir sıra yaparak kendi aralarında okuyup tartışarak bilgilerini artıracak bir yol seçerlerse, buna da diyecek bir şey yoktur. Hele bu okuma tartışmalı ve güncel sorunları da içeren bir kapsamda yürüyorsa, görünüşteki "okulcu" biçime karşın, son derece verimli de olabilir. Zaten kitap okuma dendiğinde, bir kitabın alınıp baştan sona okunup kapatıldıktan sonra da ilginin kesilmesi olarak anlarsak zaten pek okumuş sayılmayız, ister siyasi, ister felsefi, ister edebi vb. hangi türden olursa olsun bireysel okuma toplumsal okumayla birleşip ona katılamazsa pek yararlı da olamaz. Yani okuma bir yanıyla bireysel, bir kitabı alıp okuma eylemidir, ama bir yanıyla da, kitap üstüne yazılmış başka yazıları (eleştiriyorum vb. gibi) da kapsayan bir incelemeye dönüşüp en azından etrafındaki insanlarla bir tartışma, okumaya onların da bir yanıyla katılmasıyla yararlı ve gerçek anlamda okuma olabilir.

Özgürlük Dünyası bir dergi olarak, birincisi kendisine doğrudan sınıf mücadelesinin en yakıcı sorunlarını konu alıp bu konularda çeşitli inceleme yazıları, yorumlar yayınlayarak ayrıca, Marksizm’i her türden sapmaya karşı felsefi alanda savunurken, aynı zamanda Marksizm’in temel klasiklerini de okuyucunun ilgi alanına sürerek, zaman zaman da değişik kitaplar üzerine "değerlendirme" yazıları yayınlayarak kendiliğinden, okuyuculara bir kitap okuma yönü gösteriyordu. Ama bundan böyle bir adım daha atarak, bazen yayımlanan çeşitli yazılarla bağlantılı olarak temel Marksist klasikleri ve yazıyla ilgili bir kitabı tanıtma, bazen de yazılarla doğrudan bağlantılı olmasa da dönem içinde okunmasında yarar gördüğü kitapları tanıtarak okuyucularının kitap okuma faaliyetine de bir yanıyla katılmaya çalışacaktır. Bu tanıtmalara okuyucularımızın katkısı (okudukları ve herkesin okumasında yarar gördükleri kitapları tanıtan yazılarıyla) kitap tanıtım faaliyetimizi hem destekleyecek hem de zenginleştirecektir.

Birlikte okuyup, okuduklarımızı paylaşabilmek dileği ile...

Ocak 1991

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.