Header Ads

Header ADS

Nükleer savaş olasılığı Üzerine

Erdoğan A

Nisan 2024

Merhum Profesör Edward Said şöyle demişti: "... Sömürgeciler,  Koloniler olacak "diğerlerini" yaratarak, Koloni olacakların tam tersini, kendilerini yarattılar." Aynı şekilde kolonilerin doğal kaynaklarını ve insan gücünü sömüren sömürgeciler kendileri zenginleşirken, kolonilerin halkı fakirleşti ve sömürgecilere bağımlı kaldı. Bilinçli olarak alınan önlemler ve kullanılan yöntemlerle sömürgecilerin "üstün insanlar" olduğu yönündeki ırkçı görüş pekişti, zenginliklerinin sebebinin bu insanlara ait kaynakların sömürülmesi olduğu gerçeği böylece ırkçı "üstünlük" görüşünün arkasına gizlendi. Yani Batı, yarattığı eşitsizliği kendi ırkçı "üstünlüğünü" güçlendiren bir "insan gerçeği" olarak gördü ve sundu. AB temsilcilerinin Ukrayna savaşıyla ilgili son yorumları ve “Bahçe -orman karşılaştırması” bu üstünlük kompleksinin ne kadar derin olduğunu gösteriyor.

Onlara göre Batı “bahçedir” (medeni) ve dünyanın geri kalanı “ormandır” (vahşi ve medeniyetsiz) . Batı'nın bu pekiştirilmiş, kendinin öne sürdüğü “üstünlüğü” egemen görüş hale gelmiş ve pek çok sözde “solcu” akademisyen ve teorisyenin kitap, makale ve yorumlarına da yansımıştır. Bu onların dünyayı Negri ve Hardt'ın yazılarından ve dünyanın geri kalanına uygulanması imkansız olan, Batı'nın yalnızca en gelişmiş azınlığına uygulanabilecek "çokluk" teorisinde keskin bir şekilde yansıyan "Batı dünyadır" bakış açısıyla görmelerini ve analiz etmelerini sağladı.

Nükleer savaş durumunda “dünyanın tamamen yok olacağı” çığlıkları sadece Batı'yı dünya olarak görmenin bir başka örneğidir.

İşte 2024 yılı itibarıyla Nükleer Enerjiye Sahip Ülkelerin listesi

Ülke

Toplam Silah

Rusya

6.257

Amerika Birleşik Devletleri

5.550

Çin

410

Fransa

290

Birleşik Krallık

225

Pakistan

170

Hindistan

164

İsrail

90

Kuzey Kore

50


Nükleer silahlara ev sahipliği yapan ülkeler

İtalya 35, Türkiye 20, Belçika15, Almanya 15, Hollanda 15 ve Belarus bilinmiyor.

Büyütmek için Tıklayın 

Uzman olmayan ama akıllı bir varsayım, nükleer enerjiye sahip ülkelerin hiçbirinin nükleer enerjiye sahip ülkeler dışındaki ülkeler için nükleer silah başlıklarını boşa harcamayacağı yönünde olacaktır. Haritaya bakıldığında öncelikli hedefler Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya, Belçika ve Hollanda olacak, stratejik ittifakın nesnel koşullarına bağlı olarak Avrupa'daki Türkiye de olabilir.


“Hasar Bölgesine” bakıldığında yıkım esas olarak bombanın patladığı yerde olacaktır. İkincil, üçüncül ve dördüncül etkileri bombanın miktarına ve boyutuna bağlı olarak yaygınlaşacaktır. Yani “Güney”in tamamı “topyekûn yıkım” bölgesi içinde değil . Bu, “Dünya”nın tamamen yok edilmesi değil , “Batı'nın tamamen yok edilmesi ” olacaktır . Batı dünya değildir.

Konumuz, hakkında neredeyse hiçbir bilgim ve uzmanlığımın olmadığı bir nükleer savaşın sonuçlarının teknik analizi değil . Temel soru, bir nükleer savaşın olasılığının ne olduğu, belirleyici konular, özellikle de dünyanın varlığını ve dünya düzenini tehdit eden konularda kararları gerçekten kimin verdiği, kimlerin, hangi sınıfların diğerlerinden daha fazla kaybedeceğidir.        

Nükleer savaş ihtimali tamamen verili zamandaki “güçler dengesine” bağlıdır ve bundan Finans Sermayenin çıkarlarına en az zararla veya hiç zarar vermeden çıkılabilip çıkamayacağına bağlıdır. Tarihe ve tarihsel gelişmelere dayanarak “dünya evrelerini”ni üç kategoriye ayırabiliriz;

1- Tek bir süper gücün hakim olduğu ve nükleer güce kimsenin eşit olmadığı tek kutuplu dünya . Bu durumda nükleer silah, caydırıcılık ve başkalarının süper gücün çıkarlarına boyun eğmesi için kullanılır. Bu durumda, gerektiğinde nükleer silahların kullanılması mali sermayenin çıkarlarını olumsuz etkilemeyecektir .

2- Eşit nükleer silah gücüne sahip iki süper gücün olduğu iki kutuplu dünya . Bu durumda, her iki taraf da yıkıcı kapasiteye sahip olduğu ve mali sermayenin kaybını en aza indirebilmesine yer bırakmadığı sürece nükleer savaş pek olası değildir .

3- Birden fazla süper gücün ve nükleer güce sahip ülkelerin bulunduğu çok kutuplu dünya. Bu durumda nükleer bir savaş ihtimali ortaya çıkıyor ancak yeni stratejik ve ekonomik ittifaklar kurmanın kaçınılmazlığı nedeniyle bu tür dünya düzeni fiilen iki kutuplu bir dünya düzenine dönüşür.

Mevcut hizalamaya göre; Rusya, Çin, Kuzey Kore ittifakının 7 bine yakın nükleer başlığı var.

Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, İngiltere ve İsrail'in 6200 civarında nükleer başlığı var.

Pakistan ve/veya Hindistan'ın iki karşıt ittifakı tercih etmesi, belirleyici bir etki yaramayacaktır. Muhtemelen ya birbirleriyle savaşacaklar ya da tarafsız kalacaklar.

Anladığım kadarıyla -yanılıyor olabilirim- her birinin sahip olduğu nükleer başlıkların sayısı belirleyici bir faktör değil ancak mesafe-yakınlık önemli bir rol oynuyor. Avrupa'da nükleer güce sahip ve nükleere ev sahipliği yapan ülkelerin Rusya'nın neredeyse komşusu olduğu dikkate alındığında, Avrupa’nın, bırakın Rusya’nın nükleer gücüne karşı bir şansı olmasını, Rus askeri gücüne karşı bile hiçbir şansları yok. Askeri uzmanlara göre ve Ukrayna'da da kanıtlandığı gibi, Rusya'nın Batı'daki hiçbir ülkenin durduramayacağı nükleer başlık takılabilen hipersonik füzeleri var .

ABD Atlantik'in diğer tarafında Rusya'ya,  Pasifik’in diğer tarafında ise Çin'e karşı.

ABD için, ciddi nükleer bir savaş durumunda, Avrupalı vekillerini terk etmesi ihtimaller içindedir. Onların (binlerce kilometre uzakta, okyanusların diğer tarafında) Rusya ve Çin'e karşı nükleer bir savaş başlatması pek olası değildir, çünkü Kuzey Kore kendi ürettiği hipersonik füzeleriyle tek başına, ABD müttefikleri Güney Kore ve Japonya’yı, her ikisini de yok etme kapasitesine sahiptir.

Pratikte, bu nedenle ABD-Batı ve Rusya-Doğu arasında bir nükleer savaş pek olası değildir.

Şimdi sorunun teorik yönünü inceleyelim.

Mali sermayenin hayati çıkarlarıyla ilgili sorunlara ilişkin kararları kim veriyor?

Hakim olan bakış açısı, her türlü iç ve dış politikaya ilişkin kararların “hükümetler” tarafından verildiği yönündedir. Bir Marksist Leninist için, ister biraz diktatörce, ister burjuva demokratik olsun, herhangi bir hükümet, yalnızca elit-yönetici sınıfların belirlediği sınırlar dahilinde kararlar alabilir. Onların kararları, herhangi bir durumda egemen sınıfın çıkarlarının üstüne ve ötesine geçemez. Hükümet ve tüm kurumlar egemen sınıflara hizmet etmek için bürokratlardan oluşur ve bürokrasi onların çıkarlarına hizmet etmeye devam ettiği sürece bürokratlar ayakta kalabilirler.

Marksist Leninist bakış açısına göre Bürokrasi, tek başına "değer" yaratmaz, ancak yaratılan "değer"in "üretim" sürecinde ve devamında koordinasyonunu, dağıtımını ve tüketimini kontrol eder. Başka bir deyişle, ister iç ister dış ilişkiler olsun, üretim ilişkilerinde "kanunların" hazırlanmasından ve uygulanmasından sorumludurlar. Bazı ülkelerde hükümetler, yönetici elitlerin çıkarlarıyla çelişmediği sürece iç işlerde daha fazla esnekliğe sahiptir.

Hegel'in Hukuk Felsefesini eleştiren Marx, "Bürokrasi devletin özüne sahiptir" diyordu. Bahsedilen "Öz", devletin bir aygıt olarak mülkiyeti değil, onun idari işlevidir. Devlet, bürokrasinin yönetimini gerçekleştirdiği hakim sınıfın ya da sınıfların aygıtıdır . Egemen sınıfın çıkarlarına aykırı ve onların herhangi bir ciddi soruna belirleyici katkıları olmadan hiçbir kesin karar alınamaz. Basitçe, egemen sınıfın hayati çıkarlarıyla ilgili kararlar yalnızca onlar tarafından veya onların onayıyla alınır.

Bu anlamda, Fransalı Macron'un "otoritesinin" ötesine geçtiği son olay bir örnektir. Odessa ve Harkov'u “AB'nin kırmızı çizgileri” olarak ilan etmesi ve Ukrayna'ya Fransız birlikleri gönderme niyeti, Rusya'nın kırmızı çizgisini çekmesi ve bu tür girişimleri her ne şekilde olursa olsun yok etme garantisini açıkça ilan etmesiyle geri tepti. Macron'un Ukrayna'ya asker gönderme konusundaki ani geri adım atması ve bunun diğer ülkelere sıçrayan domino etkisi, bürokratların “objektif düşünmesinin” bir sonucu değil , yerli daha çok dünya finans sermayesi egemen elitlerin uyarısının bir sonucudur.

İronik bir şekilde, ABD'li neo-Kon'ların bir kısmı Rusya'yı bir kenara bırakıp "gerçek düşman" olarak Çin'e odaklanmak isterken, Blackrock da dahil olmak üzere ABD'li şirket yöneticileri Çin'i ziyaret etti ve Xi Ping ile görüşüyor. Çarpıcı kişilerden biri Blackstone'dan Stephen Schwarzman'dır. Blackstone, Vanguard ile birlikte dünyanın en büyük finans sermayesi gruplarının öndeki (onları gizleyen) finans şirketidir. Bunlar, eğer geri kalanların tüm birleşiminden daha büyük değillerse, rakipsiz ailelerdir. Kendi çıkarlarını, özellikle de varoluşsal çıkarlarını ilgilendiren her türlü kararın arkasındaki gerçek karar vericiler onlardır .

Her kararda, özellikle de Nükleer Savaş kararlarında temel soru kimin yararlanacağı ve kimin kaybedeceğidir . Konu Nükleer savaş ve Dünyanın yok edilmesi olduğunda bu soruya verilecek yanıt temeldir.

Halkların genel olarak hayatlarından başka kaybedecek hiçbir şeyi yoktur, ancak bankaların, çoğu büyük endüstrinin, bilgi, ticaret, tarım, ticari işlem teknolojilerinin sahibi olan veya en azından büyük bir hisseye sahip olan ve hayatın her sektöründe hissesi olan Finans Sermayesi kaçınılmaz olarak en büyük kaybeden olacaktır.

Paranın anlam ve işlevinin ortadan kalkacağı yıkıcı bir nükleer savaş , paranın ve kullanımının, mübadelesinin, yani güçlerinin” sonu anlamına gelecektir. Basitçe söylemek gerekirse, Finans Sermayesinin ve gücünün sonu. Onlar bireysel olarak hayatta kalabilseler bile, paranın hiçbir şey ifade etmediği, yiyecek ve hayatta kalmanın ise her şey anlamına geldiği bir dünyada vasıfsız işçilere dönüşecekler.

Mali sermayenin üyeleri, kontrol ettikleri, hükmettikleri dünya adına bir avuç bürokratın karar almasına izin verecek kadar aptal mı? Bu karar, sadece Finans Sermaye üyeleri için değil, rahat bir yaşam süren diğer sanayiciler için de varoluşsal bir karardır.

Geriye dönersek, egemen elitin, yani finans kapitalin çıkarlarına karşı hareket edecek kadar aptal bir bürokrasi gerçekten olabilir mi sorusuna tarih, çizilmiş sınırların dışına çıkan bürokratların eğer dünyadan değilse, siyasi arenadan hızla kaybolduğunu göstererek cevap verdi.

Bu gerçek göz önüne alındığında, iki kutuplu, çok kutuplu bir dünyada nükleer bir savaş ihtimali oldukça düşüktür. İstisnalar, sınırlardan uzak, nükleer etki bölgesinin dışında kalan ve nükleer silahların minimum düzeyde kullanıldığı stratejik, ekonomik ittifakların dışında kalan bölgeler olabilir. Ancak çok kutuplu dünya evresindeki savaşlar, en kötü ihtimalle bölgesel daha küçük ölçekte vekalet savaşları, en iyi ihtimalle ekonomik rekabet gibi görünüyor.

Şu bir gerçek ki, kendi başına nükleer bombaların varlığı bile bir nükleer savaşı olası kılar. Ancak nükleer bomba kullanımının küresel ya da yerel egemen elitlerin çıkarlarıyla örtüşmemesinin yanı sıra, askeri savaştaki teknolojik gelişmeler de nükleer bomba kullanımını giderek demode hale getiriyor.

Öyle görünüyor ki, özellikle çok kutuplu bir dünyada Nükleer Bomba, savaşı kazanmanın silahı olarak önemini yitirdi. Tek kutuplu dünyada her zaman “caydırıcılık” ve “boyun eğdirme” silahı olmuş ve ironik bir şekilde hegemonik güç tarafından “insanlığa fayda” olarak sunulmuştur. Bu dönemde, daha küçük veya daha zayıf ülkeler için savunma amaçlı “caydırıcılık” gibi stratejik bir rol oynadı . Güçlü stratejik-ekonomik ittifaklarla bu durum giderek azalabilir veya (eşitsiz ekonomik gelişme yasası nedeniyle) kendileri başka bir süper güç haline gelebilir.

Teknolojik uydular, Yapay zeka, hassas güdümlü, ses altı, süpersonik (sesten hızlı), hipersonik (sesten beş kat hızlı)  füzeler, İHA'lar (İnsansız Hava Araçları), USV'ler (İnsansız  Kara  Araçları), son zamanlarda tanıtılan Robot Tanklar, lazerler, sinyal bozucular ve sayılacak daha pek çok şeyle – savaş silahlarındaki gelişme, nükleer silah kullanımına olan ihtiyacın azalmasına neden oluyor. Bu yeni teknolojik savaş makineleri de son derece yıkıcı, ancak yerelleştirilebilir ve boyutları kontrol edilebilir karaktere sahip.

Bu nedenlerden dolayı nükleer bir dünya savaşı olasılığını görmüyorum.

Nükleer savaş başlıkları muhtemelen uzun süre caydırıcılık silahı olarak kalacak, bunların olası kullanımına yönelik yeni füzeler üretilecektir. Bu tıpkı kapitalizm var olduğu sürece savaşların kaçınılmaz olacağı gerçeğine benziyor . Yeni teknolojik silahlar, Askeri Sanayi kompleksinin ve Mali Sermayenin hizmetinde ve yararında yıkıcı olmaya devam edecektir. Ancak savaşlar büyük olasılıkla, yeni silahların halkların yıkımı pahasına ve vekil ülkelerin yok edilmesi pahasına kullanılmasıyla, yeni “teknolojik silahların” sahada test edileceği ve buna göre geliştirileceği vekalet savaşları olacaktır.

Erdoğan A

Nisan 2024

Laos

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.