Bangladeş protestoları ve “her sakallıyı dede sanma hastalığı.”
Bazı
"teorisyenler" le sertleşen tartışmalardan görüleceği gibi, 2011 de
Libya'daki protestolara yaklaşım ve alınan tutum, Libya'nın tarihini, ekonomik
durumunu ve Kaddafi'nin almak istediği önlemler ve içeriğini, ve devamındaki
gelişmeleri göz önünde bulundurmayan bu "hastalıklı" yaklaşım içinde
olmuştu.
Başlangıcından
itibaren Libya'daki protestoların gerici nitelikte olduğunu söylediğim
değerlendirmelerde, "Libya'daki
gelişmeler Mısır, Tunus ve diğer Arap ülkelerinkinden gerek kendiliğinden olma
anlamında gerek ekonomik ve gerekse siyasi sonuçları olarak farklı karaktere
sahip. Libya’daki gelişmelerin sonucu, sadece Libya'yı ve Libya halkını değil,
dünya çapında, enerji kaynaklarına sahip olma çatışmasında güçler dengesini
etkileyecek, uluslararası bir öneme sahip" olduğunu öne sürmüştüm.
Bangladeş solu tarihi olarak - her nedense- Troçkistlerin Asya’da kalesi olan bir ülke olmuştur. Kitlelerle hiçbir bağı olmayan ama entelektüel cevrede var olan Bangladeş KP Troçkist bir partidir. Bunun yanında, Bangladeş’teki STK’lar ve entelektüeller çoğunlukla NED destekli liberallerin ve Troçkistlerin kontrolünde. Yani kitlelerle bağ kurma çabasında olan Marksist Leninist Sosyalist parti ve hareketler hali hazırda oldukça güçsüz. Bu şartlar altında gelişecek olan ya da gelişen öğrenci, halk hareketlerinin amacından ve yönünden saptırılması ve ABD-Bati, Rusya-Cin çatışma dengelemesi yönünde sonuçlandırılması büyük olasılıklar içinde.
Devamındaki gelişmeler
göz önünde bulundurularak, “Her sakallıyı dede sanma” hastalığından kurtulmak için,
önce o ülkenin ekonomik ve siyasi geçmiş ve yakın tarihinin incelenmesi
gerekir. Bu anlamda sorulması sorulan
ilk soru “Bangladeş deki protestoların önderliğinin kimi bilinen güçler tarafından
ABD’nin hizmetinde mi ele geçirildiği, yoksa daha başlangıçtan itibaren süreç içinde
ele geçirilmek üzere mi kurgulandığı ve kışkırtıldığı” sorusu olması gerekir.
Çünkü içinde bulunduğumuz
dönemde, bu tür kitlesel olaylar, sırf kendi içinde ve kendisi olarak ele alınamaz,
ancak genel olarak dünyadaki olaylarla doğrudan diyalektik bir bağlantı içinde
ele alınması gerekir. Gelinen yerde görülüyor ki, her iki durumda da görülmesi
gereken gerçek, Bangladeş'in ABD'ye Vekalet eden bir hükümet yerleştirme süreci
içinde olduğudur. Bu gerçeği kanıtlayan veriler yüz üstüne çıkmakta ve çıkmaya
devam edecektir.
Ortaya çıkan bir
röportaja göre, Başbakan Hasina'ya Mayıs ayında, yabancı bir ülkenin Bangladeş’te
bir hava üssü inşa etmesine izin vermesi durumunda 7 Ocak seçimlerinde sorunsuz
bir şekilde yeniden seçilme teklif edilmiş. Röportajda Hasina şunları diyor;
"Belirli
bir ülkenin Bangladeş'te bir hava üssü inşa etmesine izin verseydim, o zaman
hiçbir sorun yaşamazdım."
Bu, konunun Bangladeş
özeliyle ilgili. Hasina devam ediyor;
""Sadece
bir ülkeyi hedef alıyormuş gibi görünebilir, ancak öyle değil. Başka nereye
gitmeyi planladıklarını biliyorum. Daha fazla sorun olacak."
Bu ise konunun bölge
(Hindistan-Bangladeş ilişkileri) ve genel olarak dünya (ABD-Çin çatışması) geneli
açısından geçerlidir.
ABD'nin uzun
yıllardır Hindistan'ı Çin'e karşı kışkırtmaya çalıştığı ve bir dereceye kadar
başarılı olduğu iyi bilinen bir gerçektir. Çünkü Bangladeş, özellikle stratejik
alanda giderek zayıflayan ABD'nin çaresizlik uygulamasında Hindistan'a şantaj
yapmak için çok iyi bir vekil adaydır. Bu anlamda, yine ayni nedenlerle sahneye
konulan Pakistan’daki darbe ile genel bir benzerlik karşılaştırılması yapılabilir.
Bangladeş
Milliyetçi Partisi'nin, Hasina son seçimi kazandığında seçimi boykot etmesi ve
seçimi bir aldatmaca olarak adlandırması ve ABD dışişleri bakanlığının
seçimlerin özgür ve adil olmadığı konusunda hemfikir olması bir tesadüf
değildir. ABD’nin seçimlerin özgür olup olmadığı konusundaki iki yüzlü yaklaşımı
beyni olan ve onu kullanmayı bilen her birey açısından bilinen bir gerçektir.
Ülke kapılarını ve
hatta senatosunu soykırım suçlularına açan, yağmacı, yolsuzluk yapan ülke
temsilcilerine vizesiz giriş sağlayan ABD’nin, Hasina ülkeyi terk ettiğinde onun
vizesini iptal etmesi, ABD'nin Hasina’ya karşı olan duygularının harika bir
"anlatımıdır".
Ayni şekilde, Askeri
eğitimini İngiltere'de almış olan, siyasi görüsü bir sır olmayan Askeri Şef
Waker-uz-Zaman'ın ABD tarafından takdir edilmesi ve geçici bir hükümet
kurulması gerektiğini söylemesi, AB’nin, Zaman’a hitaben demokratik olarak
seçilmiş bir hükümete doğru "düzenli ve barışçıl bir geçiş"
çağrısında bulunması bir tesadüf değildir.
İlave olarak, Cumhurbaşkanı
Muhammed Şahabuddin'in yolsuzluktan ve uygunsuzluktan hapis cezasına çarptırılan
eski başbakanı Halide Ziya'nın serbest bırakılmasını emretmesi de bir tesadüf
değildir. Zamanında ABD, "mahkumiyeti destekleyecek kanıt eksikliği"
nedeniyle Halide Ziya'nın hapsedilmesine karşı çıkmış ve davanın onu seçim
sürecinden çıkarmak için "siyasi bir oyu"n olduğunu öne sürmüştü. Basın özgürlüğünün
sözde şampiyonluğunu yapan ama gazeteci Assange’yi idama kadar götürme peşinde
kosan ABD’nin kimlerin hâksiz yere hapis atıldığı kimlerin haklı yere atılması gerektiği
konusundaki iki yüzlülüğü ve taraflılığı da bilinen bir gerçektir.
Bunlar nesnel bir değerlendirme
yapmak için hesaba katılması zorunlu olan protestolar önceli ve sonrası gelişmelerden.
Nitelik olarak,
hareket şiddet içermeyen, haklı ama kısıtlı talepleri olan protestolar olarak
başladı, ancak kısa bir süre sonra, milliyetçi BNP ve köktendinci Cemaat gibi partiler
ve örgütlenmeler “kota protestolarıyla” görünüşte "uyumlu" olan gösteriler
başlattı ve bu “barışçıl” protestoları
Bangladeş tarihinin en şiddetli ve kanlı hareketlerinden birine dönüştürdü. Hefazat-e-Islam,
Bangladeş’in en güçlü hükümet karşıtı İslamcı grubunun bu protestoların “niteliksel dönüşümünde”
önemli, hatta lider rol oynadığı konusunda fazla şüphe yok. Batı Medyasının ve onların Güney Doğu Asya medyasının
“ Öğrenciler ve Müslüman gruplar diğer dini yerleri (Budist, Hristiyan) koruyor”
propagandaları aslında onların arkasında kimlerin olduğunun bir başka göstergesi
olarak algılanabilir. Bu arada devrilen parti Awami Liginin 20 lideri değişik yerlerde
ölü olarak bulunanlardan sadece bir kısmı. Hasina’nin sahibi olduğu otelin ateşe verilmesinde
otelde kalan 24 kişi canlı canlı yanarak öldü. Azınlıklara karşı uygulanan katliamları
ve saldırıları saymakla bitiremeyiz. Bunlar
öğrencilerin pratikleri değil, İslami fanatiklerin ve kati milliyetçilerin
tarihi olarak tecrübe edilmiş ve bilinen pratikleridir.
Protestolar zaten kısa
zamanda orijinal amacına ulaşılmıştı ve kotanın çoğu (%93) hükümet kararıyla
azaltılmıştı. Bunun üzerine protestolar etkisini ve gücünü kaybetmeden önce “fırsatçılar”
ya da “sessizce bekleyenler” tarafından
ele geçirildi ve daha geniş bir hükümet karşıtı harekete dönüştürüldü.
Bu, kitlesel bir
protestoyu ele geçirme, onu tırmandırma ve onu bir güce dönüştürme, hükümeti boyunduruk altına alma veya yerine
vekil bir hükümet koyarak onu bir "renkli devrim" gibi gösterme tipik
bir taktiksel süreç örneğidir. Ele geçirenlerin beklediği gibi,
Milliyetçilerin ve köktendincilerin katılımı ve huzursuzluğun tırmanması,
hükümeti silahlı kuvvetleri konuşlandırmaya ve ülke çapında sokağa çıkma yasağı
uygulamaya yöneltti.
Bu somutta yaşama uygulanan tipik bir ders kitabı taktiği ve sürecidir. Uygulayıcılar, Milliyetçilerin ve dini fanatiklerin, evleri, polis ve idare ofisleri ve ülke çapındaki bazı hastaneler dahil olmak üzere, yakarak, tahrip ederek ve yağmalayarak hükümet karşıtı bir protestoya dönüştüreceklerini biliyorlardı.
Çeşitli azınlık
mülklerine saldırıp yağmalayarak, önde gelen bir Hindu lideri ve yerel meclis
üyesini öldürerek, yerel bir gazeteciyi öldürerek, polis karakoluna saldırarak
ve çok sayıda polisi öldürerek gerçek renklerini ve niyetlerini gösterdiler.
Çünkü, Bangladeş'teki
gelişmeler yalnızca Bangladeş'in kendi meselesi değil. Gelişme, Çin ve
komşularıyla olduğu gibi Hindistan ile de olumlu bir ilişki içinde olan Bangladeş’in,
bunlarla ve komşularıyla olan gelecek ilişkilerinde önemli etkilere ve tepkilere
sahip olacaktır. Bangladeş'te beklenen dini aşırılıkçıliğın ve milliyetçiliğin
yükselişi, Hindistan için özelde ve genel olarak bölgede kaçınılmaz
olarak geniş kapsamlı sonuçlar doğuracaktır.
Batı Ana Akım Medyasının
ve onun Güney Doğu Asya'daki vekil medyasının 'Bangladeş'in Z Kuşağı devrimi
Başbakan Hasina'yı devirdi', 'Halk karar versin' vb. başlıklarla yaptığı
haberlere baktığımızda, tereddüt etmeden, haklı talepleri olan öğrencilerin
protestolarının önderliğinin ele geçirildiğini ve Dinci ve Milliyetçi
kuklalar vasıtasıyla ABD'nin ona karşı olan hükümeti devirme planına
dönüştürüldüğünü söyleyebiliriz. Bu öngörü, Batı ve sermaye tarafından meşhur edilen, kendisine Nobel ödülü
verilen Muhammed Yunus’un geçiş hükümetinin oluşturulmasının
lideri olarak seçilmesi ve Fransa’dan ülkeye getirilmesiyle doğrulanmış oluyor.
Bunun, ABD'nin
Bangladeş'i Hindistan'ı ve onun (bir dereceye kadar) "tarafsız (Ukrayna, Çin, Rusya konularında)"
duruşunu değiştirmeye zorlama ve Hindistan'ı Çin'e karşı kışkırtma
çabasında bir piyon olarak kullanma planının bir parçası olma ihtimali oldukça
yüksek.
Myanmar'daki
vekalet iç-savaşına ilave olarak, ABD, kendi başına
yürütebileceği bir askeri güce sahip olmadığı için, Asya'da vekalet yoluyla
başka bir savaş cephesi planlıyor olabilir.
Bangladeş somut gerçeklerinden haberdar olmayan kimi "solcular" nostaljik bir yaklaşımla, hâkli ve demokratik öğrenci protestolarının, çoğunlukla dini gericilerin önderliğinde nitelik değiştirdiğini bile göremeden bu hareketi, hükûmetin düşürülmesini "devrim", "halk hareketi" olarak nitelemesi, "kimlik siyasetini" sınıf siyasetine tercih edecek kadar oportünistliğin batağına düşen Sol'un ne kadar içler acısı durumda olduğunun başka bir kanıtıdır. Direk söylenmemede yorumlarıyla, kimisine göre ABD Bangladeş'te faşist iktidarın yıkılmasına yardımcı oldu. Nasıl bir faşist iktidar ise (sistem olarak- ama pratiklerinin faşist nitelikte olduğu inkar edilemez ki bir sürü burjuva demokrasisi de faşist pratikler uygulamaktan çekinmez), devletin en önemli kurumu olan ordu bile elinde değil. Ordu, faşist iktidarı "halk hareketinin" talepleri doğrultusunda indiriyor!!! Nostalji ve hayaller, "halk hareketinin" devam etmesini ve tüm iktidarı ele geçirmesini talep ediyor!! Hiç birisi biraz zaman harcayıp bu "halk hareketinin kimlerden oluştuğu, önderliğin kimler olduğu, arka planda kimlerin olduğu, bu gelişmenin gerek özelde ve gerekse genelde kimlerin çıkarına olacağı konusunda düşünmeye ve bağlantı kurmaya ihtiyaç bile duymuyor. Bu sözde Marksistler özelin genele bağlı olduğu ve özelin çıkarlarının her zaman genelin çıkarlarına bağlı olarak ele alınması gerektiği Leninist ilkeden haberi yok. İnanılmaz "sol" değerlendirmeler.!! Bu halk hareketi o zaman devrimci.!! Sakalı var o zaman dede.!! Vay halimize.
Erdogan Ahmet
Ağustos 2024
Hiç yorum yok