Sandık demokrasisinde seçim
Mayıs 03, 2023
Kapitalist sınıf diktatörlüğünün “sandık demokrasisinde seçim: 14 Mayıs'ta ne olacak?
Güncel Özet: 3 Mayıs 2023
Kapitalist sınıf diktatörlüğünün “sandık demokrasisi” oyununda Türkiye’de iki güç yarışta: (1) Belli bir örgütlü teolojiyi egemen yapmak için en son aşamayı tamamlayıp Yeni Türkiye’yi kurmak isteyenler ve (2) laik burjuva rejimini sürdürerek Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girmek isteyenler. Şu günlerde artırılan söylemlere bakıldığında aşağıda açıkladığım olasılıklardan biri ön plana çıkmaktadır: Eğer orduyu da arkalarına aldılarsa (bilmiyoruz, ama dünya tarihinden örnekler bu olasılığın olduğunu göstermektedir) veya ordu hiç karışmazsa (bu olasılık da mümkün, ama tam tersi de olup ordu ikiye bölünebilir), her olası durumda, Cumhur ittifakı diğer örgütlü silahlı güçleri kullanarak “vatanı felaketten korumak için” “işbirlikçilerini gece yarısı tutuklayarak” çıktıkları yoldaki amaçlarını gerçekleştirme işinde son hamleyi yapacaklardır. (CHP’li yöneticiler yukarıdaki olasılığı konuşanları, korku iklimini yayan kötü niyetli kişiler olarak niteleyerek, “geleni görmezden gelme” yolunu seçmektedir, aynı yüz yıl öncesinden beri Avrupa ve diğer ülkelerde yaptıkları gibi. Ben korku iklimi yaratma veya birilerini kötüleme işinde değilim: Ben son yüzyıldan beri dünyada olanlara ve Türkiye’de son zamanlarda olanlara bakarak, öne çıkan olasılıkları sunuyorum (ki bunu biraz tarih okuyan ve ortamı gözlemleyen herkes düşünebilir). Bu olasılıklardan en olası olan da silahlı güce hükmettiklerini düşünenler (veya hükmedenler) sandık demokrasisini çöpe atacak, kendi sandıklarıyla gelen bir düzeni kurmanın son aşamasını tamamlayacaklar: Kapitalist sınıf diktatörlüğünün devletinin asıl sahipleri bundan hiç de rahatsız olmayacaktır, çünkü onlar krizlerde ve kulluk ortamlarında çok daha fırsatlar elde ederek pazarlanırlar.
Seçime kadar akla gelmeyecek kurnazlıklar, tehditler, yalanlar “dünyanın en eski ikinci mesleği olan” ve 21. Yüzyılda ilk mesleği çoook geride bırakan siyaset mesleğinden beklemek normaldir, özellikle gücün onlara sağladıklarını kullanarak egemenliklerini ne pahasına olursa olsun sürdürmek isteyenler için normaldir. Böyle bir durumda artık, Tele1’de yasalar, demokrasi, özgürlük, vicdan, ahlak, doğruluk, adalet, yasalar, hak, hukuk, yasalar, “bu savaş değil, seçim” gibi sözlerle feryat edenlerin kullandıkları ve dayandıkları her şey geçerliliğini yitirir. Onların yerini, silahlı kaba gücün egemenliği alır. Bu egemenliğe karşı kitleler halinde yapılacak barışçıl gösteriler, sadece kitleler halinde katliamları getirir. Yani, o silahlı kaba gücü ancak ordu gibi bir örgütlü güç kısa zamanda yenebilir. Türkiye’nin Ortadoğulaşmasından, yüz yıl önce Anadolu’dan atılan Batılı güçler 100 yılın intikamını alırlar ve mutlu bir şekilde “böl, birbirine düşür ve yönet” politikalarına ve sömürülerine devam ederler.
Türkiye’nin kurtuluşu Reisin terk etmesine bağlı diye düşünüyordum. Şimdi, canilik ve hunharlıktan hiç kaçınmayacak ve Anadolu’yu kana bulayacak birkaç kudurmuşun (bazı ülkelerde bir ordu komutanı, bazı ülkelerde diğer güvenlik güçlerini yönetenlerin) kudurmuşluğu ile karşı karşıya olan bir toplum var.
2023 Seçimleri: Sandık demokrasisinde olabilecekler
10 Şubat 2023
Temel Sorun: Kapitalist sınıf diktatörlüğünün dünyada soyduğu ve yoksullaştırdığı ülkelerdeki geçmiş yüzyılın ikinci yarısından sonraki olanların bize öğrettiklerine göre, teolojiyi araç olarak kullanarak muhteşem devran sürenler seçimleri kazanırsa veya kaybederse neler olabilir?
Aşağıda örgütlü siyasal ilişkiler tarihinin bize öğrettiklerinden hareket ederek, “en geliştirilmiş bilgiçlik taslayan cehaletin yaygınlaştırıldığı 21 yüzyılda” Türkiye’de 2023 seçimiyle ilgili bazı olasılıklar sunuldu. Bu sunulan olasılıkların hangisinin “geçerli” olacağını yaşayıp göreceğiz. Geçerli olması demek “doğru, meşru, haklı” olması demek değildir. Geçerli olması demek kapitalist sınıf diktatörlüğünün çıkarlarını gerçekleştiren siyasal yönetimde, (1) ümmetçi teolojiyi (aslında hurafeleri) kullanan ve ırkçı tabanlı milliyetçiliği de zorunlu (ve geçici) olarak yanına alan “küresel kapitalist soygunun uç uzantıları olan yerel güçler” ile (2) kapitalist soygunun günümüzdeki uç uzantıları dışında kalan “koalisyon güçleri” arasından birisinin egemen olması demektir. Yani, küresel kapitalist egemenliğin yerel ortaklarının siyasal yönetimi işini yapan uzantılarından birinin ya sandıktan çıkarak ya da teoloji-ırkçı iş birliğindeki güçlerin siyasal yönetimi fiilen ele geçirip “(emperyalistlerin düşmanı öldürürken bombalar üzerinde yazdıklarının Türkiye kopyası olan “by by –Mustafa—Kemal” diye 100 yılın intikamını alarak belli bir görüşteki teoloji temeline dayanan sistemi gerçekleştirmesi demektir.
Önce son yüzyılın bize gösterdiği siyasal gerçeklerden hareket ederek, Türkiye’nin 2023 seçimleriyle ilgili “olabilecek olasılıkları” üzerinde duracağım. Ardından da bazı açıklayıcı notlar sunacağım.
Ama önce, ilk sorulması gerekeni soralım:
SEÇİM OLACAK MI?
OLASILIK 1, OLASILIK 2 ve Olasılık 3: Olasılık 1: Seçim olmayacak. Olasılık 2: Seçim sürecinde seçimler iptal edilecek, 3. Seçim sonuçlarına rağmen, iktidar fiili siyasal darbe ile iktidarda kalacak. Bu üç olasılık da çeşitli yoğunluktaki durumlar ortaya çıkaracaktır: Eğer Cumhur ittifakı, ne tür planlar ve sayısız uygulamalar yaparlarsa yapsınlar, seçime başlamadan önce veya seçim sırasında veya seçim sonrasında, kaybettiklerini kesin olarak görürlerse, “gitmemek için düşündükleri ve yaptıkları hazırlıklara uygun bir şekilde” fiili durum yaratarak ve bunu meşrulaştırmaya çalışarak, iktidarda kalacaklardır. Bunun için de gereken akla gelen veya gelmeyen her tür yola başvurulacaktır. Cumhur ittifakı bu güce sahip mi? Buna karşı duracak güç tüm ülkelerde hemen her zaman ordunun davranışı olmuştur. Ordunun iktidar tarafında olduğu durumlarda, sokağa dökülen silahsız kitlelere “hak ettikleri dersi vermek için”, hem ordu, hem iktidarın meşru iç güvenlik güçleri, hem de Suriye’de, Irak’da, Afganistan’da ve Afrika’nın çeşitli yerlerinde ve ülke içinde örgütlenmiş ve tutulan gayri meşru silahlı ve eğitimli terörist güçler, hatta Ukraynalıların ödü koptuğu Çeçenler ve elbette kendileri bireysel olarak silahlanmış ve “bizim aile hazır, en az elli kişiyi öldürürüz” diyen veya “vur de vuralım ölelim” diyen gönüllü militanlar kullanılır. Bu durumda, var olan iktidar fiili durumu “baskılarla dolu karmaşanın ve ardından da susturulmuşluğun düzen olduğu yapıyı” sürdürmede başarılı olacaktır. Türkiye’de ordunun nasıl davranacağı belli değil; ama deprem sırasında yaşananlar, emir komuta zincirinin nasıl çalıştığı ve getireceği olası sonuçların neler olabileceğine işaret etti. Peki, ordu karışmazsa, kitlelerin sokağa dökülmesi fiili durumu değiştirir mi? Hayır değiştiremez, çünkü karşılarında “sadece öldürmek duygusuyla dolu” yüzbinlerce silahlı güçleri bulacakları için, ancak kitleler halinde ölerek, ordunun müdahale etmesi ile sonuçlanabilir. Bu sonuçlanmanın da karakteri ordunun “nasıl bir düzeni sağlamak için hareket ettiğine bağlıdır. Seçim öncesinde ve seçimler sırasında bu olasılık az da olsa daima vardır. OLASILIK 4: Seçim olacak. Sonuçta Cumhur ittifakı kazanırsa, aşağıdaki sayfalarda sunduğum çeşitli diğer olasılıklarla yüz yüze kalırız. Millet ittifakı kazanırsa ve cumhur ittifakının (Devlet Bahçeli hariç) lider kadrosu Türkiye’yi acele edip yakalanmadan kaçarlarsa, Millet İttifakı iktidar olacak, eğer hemen çok katı ekonomik uygulamalar ile aç gözlü büyük kapitalistlerin ve onların kudurmuş üst yöneticilerinin insafsız soygunlarını hem yasalarla hem de gönüllü olarak (gönüllü olma olasılığı sıfıra yakındır) sınırlamazlarsa, Türkiye halkı çok daha zor duruma düşecektir. Zaten millet ittifakı dağılacaktır ve Kılıçtaroğlu 5 yılda çözemeyecekleri ekonomik sorunlar arasında siyasete veda edecektir (Not: Kılıçdaroğlu söyledikleriyle, sadece beşli çete denen vurguncu sermayeyi değil, aynı zamanda Türkiye ekonomisinde egemen güce sahip olan büyük aile sermayelerini de kendine düşman etmiş durumda. Bu durum, 418 milyar ve benzeri çıkışlarıyla doymak bilmeyen kudurmuş vurguncuların timsah gözyaşları arasında “bir vatansever” veya “yerli veya Orta doğulu bir gerçek inançlı” tarafından öldürtülme olasılığını artırmış durumda. Hatta, “sen dış güçlerle iş birliğindeki bir solcuyu, hem de elinden çorba içilmeyecek bir Aleviyi nasıl desteklersin? Sen milliyetçi olamazsın, sen münafıksın” diyen biri Akşener’in de canını alabilir. Kılıçtaroğlu’nun öldürtülme olasılığı çok daha fazladır.
|
A. SEÇİMLERİ AKP GÜÇLERİ KAZANIRLARSA, OLASI OLACAKLAR:
Bu tür olasılıkların planlanıp uygulanması, “en eski birinci mesleği çok geride ve yaya bırakan günümüzdeki siyaset mesleğindeki çıkar gerçekleştirme pratiklerinin ve ortaklık kurma ilişkilerinin egemen karakteri nedeniyle,” daima mümkündür. Var olan “bu türlerde çıkar gerçekleştirme ilişkileri” koşulunun egemen olduğu ortamlarda olduğu gibi, Cumhurbaşkanlığı seçimini Cumhur ittifakının kazanması olasılığı vardır; fakat milletvekili seçiminde Cumhur ittifakının Millet ittifakı ve Emek ve Özgürlük İttifakı karşısında mecliste çoğunluğu alma olasılığı (eğer yukarıda belirttiğim ve diğer “ali cengiz oyunları ile sonucu değiştiremezlerse) sıfıra yakındır (eğer, seçim öncesinde, örneğin “Yunan tacizine karşı Yunanistan’a savaş ilan etmeksizin, Yunan uçaklarını düşürerek ve adalardan birkaçını işgal ederek, savaş açılırsa veya benzeri çok güçlü “bando vagonu etkisi” yaratılmazsa) veya “terörist bombalamalar ve öldürmeler” tezgahlanmazsa ve bu sırada “dış güçlerle işbirliğinde olan suçu CHP’ye ve HDP’ye –önceden kapatmazlarsa--atmakla kalmayıp ciddi tutuklamalar yapılarak, bando vagonu etkisi güçlendirilmezse veya örneğin “Güle güle Kemal” diyerek, “Bay by By Kemal” ve zillet ittifakındakiler hapse gönderilmezse veya bir “vatandaş” tarafından öldürülmezse, veya benim şu an aklıma gelmeyen “güçlü yönetim, milli yönetim, vatansever yönetim, kahraman liderlik gibi duygular kaşınıp kitleler harekete geçirilmezse, Millet ittifakı çok büyük olasılıkla meclis seçimini büyük çoğunlukla kazanır). Diyelim ki, normal süreçler içinde, HDP seçmenleri ve Millet ittifakındaki partilerin seçmenlerinden bazıları Millet İttifakını desteklemedi ve Cumhur ittifakı Millet ittifakını birkaç puanla hezimete uğrattı. Bu durumda, ne tür olasılıklar ortaya çıkar: OLASILIK 1: Hiçbir şey olmaz. Şu son yıllarda yaygın olarak sürdürülen “fiili yapışlara ve dönüştürmelere” devam edilir. Özellikle eğer büyük reis süregetirdiği durumdan memnunsa ve davadan vazgeçmediyse, kervana karşı itler ürür ve kervanın kiralanmış baş-itleri de bu ürüyenlere karşı ürür ve kervan bu şekilde (ürümeler artarak) yürür. “Davadan sapma” ile gelen çok güçlü bir olasılık daha var: Eskiden “dava” birinci itici ve çıkar gerçekleştirmede kullanılan belirleyici güçtü. Özellikle son 10 yıldan fazladan beri, bu birinci itici belirleyici güç dönüştürüldü ve dava “amaç” olmaktan çıktı ve “bireysel çıkarları gerçekleştirmek için gizlenemeyen araç” yapıldı. Yani, dava “avsunlanmış kitleleri çekmek ve tutmak için lafla sürdürülürken”, davanın yerini üst kesimde “bireysel güç ve pervasızca ve doymak bilmeyen maddi çıkar sağlama” aldı; altta kitleler arasında bariz haksızlıklar, kötülükler ve yalanlar dahil her yolu mubah (doğru, kabul edilir) sayma aldı. Belki de davanın “araç” yapıldığı bu süreçte, demokrasi trenine binip onu sürenler, aynı zamanda, bu trene “davalarıyla ilgili vagonlar” ekleyerek, demokrasi trenini kendilerine işlevsel bir durumda sürmeye devam edeceklerdir. Böylece çok daha riskli olan davalarını terk ederek veya erteleyerek, son yıllarda yaygın olarak yaptıklarına, giderek artan karşıtlıklara ve zorluklara rağmen, istekle devam etmeyi seçme olasılıkları öne çıkmaktadır. Yine de ülkenin ciddi ekonomik sorunları ve kitleler arasında artan psikolojik bunalımlar ve de artan muhalefet ve de tarikatlardan gelen baskılar nedeniyle, yeni bir sistemle örgütlü siyasal yapıyı tümüyle kontrol etme yolunu (örneğin aşağıdaki olasılık 2’yi) seçecekleri olasılığı da oldukça fazladır. OLASILIK 2: Dar’ül harp koşulundan dar’ül İslam koşuluna ve politikasına geçmek için zaten yarattıkları ve sürdürdükleri fiili koşullarla devlet kurumlarının hemen hepsini kontrol altına aldıkları için, geriye sadece “egemenliklerini resmileştirme” kaldı var olan fiil durumda. Dolayısıyla, Batı tipi demokrasi trenine binenler “artık demokrasi treninden inme zamanı geldi” diye düşünerek, şunlardan birini yapabilirler:
OLASILIK 3: Süregetirilen fiili politika uygulamalarına devam edilir, çünkü çıkarlarını bu şekilde sürdürme oldukça iştah vericidir. Örneğin, AKP’yi yöneten güçler “YYY” politikasını, aşağıdaki ekşi sözlükte alaya alınanların geçersizliğini kanıtlamak için hem “güncellerler” hem de daha da yoğunlaştırırlar: “Yolsuzluk= çok şükür yollar 5 şerit Yoksulluk= onların doları varsa bizim Allahımız var Yasaklar= yasakları konuşmak yasak” “Y=Yasama, Y= (olası her anlamda) Yürütme ve Y=Yargıyı fiilen hizaya getirme; hizaya gelmeyenleri de diğer şeylere “katık yapma” ve ek olarak “Yalama, Yeme, Yutturma.” Kısaca, bu olasılığa göre, kurdukları ve sürdürdükleri düzeni böyle devam ettirirler. Bu olasılık, özellikle son 8-10 yıldan beri adım adım gerçekleştirilenlere bakıldığında, güç yapısındaki güçlülerin bireysel çıkarlarına ve davalarındaki siyasal amaçlarına uygun fiili durumu gerçekleştirdiklerini göstermektedir. Yol döşenmiş ve yola devam etmeleri gerektiği için, aslıda yukarıdaki ikinci olasılık çok daha güçlü olarak ortaya çıkmaktadır. |
B. SADECE CUMHURBAŞKANLIĞINI CUMHUR İTTİFAKI KAZANIRSA OLASI OLACAKLAR:
Cumhur ittifakının milletvekili seçiminde mecliste çoğunluğu alamama olasılığı: Bu olasılık, Millet İttifakındaki partilerin seçmenlerinin ve Kürt seçmenlerin çok büyük çoğunluğunun bu yönde oy vermesine bağlıdır. Ya da Millet ittifakında İYİ Partinin, herhangi bir şekilde, suikast ve “reddedilemeyecek bir teklif” dahil çeşitli yollarla, parçalanmasına veya dağılmasına bağlıdır. Kılıçtaroğlu’na veya Akşener’e düzenlenecek bir komplo veya suikastın Cumhur ittifakının çıkarına bir sonuç getireceği olasılığı, tam tersi bir etki olasılığı yanında hiçe yakındır, eğer normal seçim süreçleri takip edilirse. Ama sadece muhalifleri öldürerek amaçlarına ulaşmak için “alan temizliği yapma” olasılığı da özellikle çıkmaza girildiğinde veya güçlü iktidarını örgütlü muhalefeti dağıtmak ve sindirmek için önde gelenlerini hapsetme ve fiziksel olarak yok etme olasılığı, daima vardır (Hitler, Mussolini ve Franco gibi). Cumhurbaşkanı Cumhur İttifakından ve Meclis çoğunluğu da Millet ittifakından olursa, önde gelen olasılıklar şunlardır: OLASILIK 1: “Meclisteki çoğunluk yaptıklarıyla cumhurbaşkanının hayatını zehreder” gibi sözler söyleyenlerin düşündüklerinin olma olasılığı ancak meclisteki çoğunluk 400 gibi bir sayıda olursa ortaya çıkar. Meclisteki muhaliflerin sayısı etkili olma olasılığı vermeyen sayının altında olursa, aynı fiili düzenin devam etme olasılığı çok daha fazladır. Ayrıca, sorun ve çözüm “cumhurbaşkanının hayatını veya gününü zehretme” gibi mankafaca bir şey değildir. Sorun (ve çözüm) küresel kapitalist çıkarları gerçekleştirme işlevini farklı biçimlerde gerçekleştirme yarışındaki laik güçlerle teolojik sistem kurma isteyen güçler arasındaki çatışma ve bu çatışmanın nasıl çözüme ulaşacağıdır. Mecliste muhalefet güçlerinin örneği %66 ve onun çok üstünde bir olması, iki ciddi olasılığı ortaya çıkarır: (1) Cumhurbaşkanının hayatını zehretme gibi mankafaca baskıların ısrarla izlenmesi veya yasal yollarla Cumhurbaşkanından kurtulma yollarını uygulamaya koyma ve (2) Yasal yollarla Cumhurbaşkanıyla ilişkileri sürdürerek bir sonraki seçimi bekleme. Birinci seçeneğin uygulanması, Türkiye için kurtuluş veya facia olasılıklarından birini getirir. (a) Kurtuluş olasılığı: Eğer Cumhurbaşkanı kendini ciddi çıkmaza sokulmuş hissedip, Türkiye’yi terk etmeye karar verirse, bu kararla gelen sonuç Türkiye’nin kanlı bir iç savaşa kadar gidebilecek olası durumdan kurtuluşunu beraberinde getirir. Elbette, bunun iç karışıklıklar olmayacağı demek değildir: İçte kontrol edilebilir karışıklıklar olasılığı çok fazladır. (b) Eğer cumhurbaşkanı kendini ciddi çıkmaza sokulduğunu hissedip, ülkeyi terk etme yerine, meclisi feshetmeyle başlayan kararla fiili olarak sistemi dönüştürme işine girerse, işte o zaman, ordunun alacağı pozisyona göre, az faciadan çok ve sürekli faciaya kadar değişen durumlarla karşılaşma olasılığıyla yüz yüze kalınılır. Bundan sonra neler olabileceği için yukarıdaki (aşağıdaki değil) “olasılık 2” açıklamasına bakınız. OLASILIK 2: Mecliste büyük çoğunluğu kaybetmenin getireceği ciddi olumsuz sonuçları düşünerek, Davalarını gerçekleştirmenin tam zamanı olduğunu düşünenler (100 yılın intikamı gibi bir söylemin büyüleyici etkisiyle) Cumhur İttifakı güçleri ve onları destekleyen diğer güçler daha önce belirttiğim olasılıklardan birini kullanarak, “demokrasi treninden inip, temel amaçlar doğrultusunda” fiilen karşı-devrim olarak nitelenecek olan (yukarıda iki olasılık içinde açıkladığım olası) girişimi başlatabilirler. Bu girişimle ilgili olasılıklar için yukarıda belirttiğim “olasılık 2” açıklamasına bakınız. |
C: CUMHUR İTTİFAKI SEÇİMLERİ KAYBEDERSE, OLASI OLASILIKLAR
OLASILIK 1: Türkiye yeni “demokratik” yönetimin, özellikle Kılıçtaroğlu’nun ve ortaklarının “yapacağız” dediği şeyleri yaparak huzura ve refaha doğru hızla yol alır: Mutlu Türkiye kurulur. Yol alamaz, çünkü “yapacağız” denilen şeylerin büyük çoğunu yapma olasılığı, kapitalist sınıf diktatörlüğünün yirmi birinci yüzyılda sürdürdüğü uluslararası ve ulusal ekonomik, siyasal ve kültürel politikalar koşullarında sıfırdır. OLASILIK 2: Cumhur ittifakı (a) cumhurbaşkanlığı ve (b) milletvekili seçimini kaybeder ve millet ittifakına iktidarı normal kurallara göre devreder. Böyle bir olasılığın olmayacağını, özellikle AKP mensuplarından bazıları geçmişte açıkça belirttiler. Fakat yine de bu olasılık, efendilerinin çıkarları için birbirini tarih boyu yiyen kitlelerin “birbirine vereceği az hasarla” vardır: Bu “az hasarlı olasılık” AKP üst kademesinin ciddi yasal uygulamalar karşısında başlarına gelebilecekleri bildikleri için, “vazgeçip, bir şekilde hemen Türkiye’yi terk ederek, lafta düşman olarak niteledikleri ABD’ye veya geri gönderilme riskini de alarak, Batıdaki bir ülkeye kaçmasına bağlıdır. “Az hasarla” dedim, çünkü dünyada benzeri liderler grubunun yaptığı gibi, kaçarlar, ama içte karışıklık yaratma planını “geride kalan birileri” uygulamaya koyarlar: Ama, dönme umudu ile yapılan bu plan, ender olarak gerçekleşir. Kılıçtaroğlu’nun veya ortakları politikacıların “çaldıkları milyarları alacağız” gibi vaatleri büyük çoğunlukla gerçekleşebilme olasılıklarından yoksundur. Atı alıp Üsküdar'ı geçenler, bu kez de atı alıp New York’ta veya Florida’da zengin bir yere yerleşirler. Onlar ermiş muradına. Geride kalan, yani kaçamayan AKP sorumluları da, büyük olasılıkla hapsedilerek cezalandırılır. Ayrıca, Kılıçtaroğlu ve partisi de “verdiği sözler egemen ekonomik güçlerin ve onların destekleyicilerinin çıkarlarına aykırı düştüğü için, kısa zamanda tekrar “tarihsel kaderi/işlevi” olan muhalefet işine geri döndürülür. Kısaca, Cumhur İttifakının iktidarı hem sorunsuz bir şekilde devretme olasılığı sıfıra yakındır hem de millet ittifakının huzurlu, yoksulluktan uzak, haksızlıkların, rüşvet ve kayırmacılığın olmadığı bir Türkiye söylemlerini gerçekleştirebilme olasılığı sıfır civarındadır, çünkü teolojik sistem kurma dahil sorunlar AKP ile başlamadı ve AKP’nin gidişiyle de son bulmayacaktır. Hele on binlerce yıldır mükemmelleştirilerek sürdürülen teoloji ve hurafeye dayanan toplum yönetiminin laiklik gibi geçersiz şeylerle ortadan kaldıracağını ummak saçmalıktır, çünkü özellikle ABD’deki ikinci petrol krizinden beri (1976) küresel kapitalizmin Amerikan içindeki ve diğer ülkelerdeki uyguladığı yoğun politikalardan biri de, örneğin Amerikan yönetici sınıfının kent ve kasabalarındaki yoksul semtlerini mescitlerle ve camilerle doldurmakla başlayan ve teolojiye dayanan küresel/yerel teröristler yetiştirme işini yaygınlaştırması olmuştur. Buna medeniyetler çatışması, BOP projeleri, Arap baharı gibi birçok politika ve uygulamalar eklenmiştir. Yani, küresel kapitalistler kendilerinin çıkarına en uygun teolojik biçimi, Protestan etiği gibi kurnaz bilinç ve davranış yönetimini yanına eklemişlerdir ve yenilerini de eklemeye devam etmektedir. Bakın, bunlar egemenliklerin sürdürülebilmesinin kaçınılmazıdır. OLASILIK 3: Eğer Cumhur ittifakının AKP kanadının üst kademesi düşman dedikleri ABD’ye ve düşman Batıya kaçma yerine direnmeye karar verirse, işte aktif olarak örgütlenmiş ve örgütlenmemiş ama hazır bekleyen sefilleştirilmiş-kitleler için, kendi gibi yoksullaştırılmış koşullarda olan kitleleri ezme, dövme ve öldürme koşulları, dolayısıyla kitlelerini birbirini yemesiyle gelen ciddi facia olasılıkları ortaya çıkar. Seçimler sırasında (veya öncesinde) kaybettiklerini kesin görünmeye başladığında, birkaç yoldan birini veya birden fazlasını kullanma yolu seçebilirler: (1) Herhangi bir bahane ile OHAL ilan edilir ve seçim iptal edilir; (2) Seçimi iptal edip, seçim süreçlerine nifak soktular gibi gerekçelerle, Millet ittifakının önde gelenleri tutuklanıp hapse atılır; partileri kapatılır; (3) “Anlaşmaları ihlal ettiler” gibi gerekçelerle hemen Egedeki bazı adalar askeri işgal ile geçici olarak ele geçirilir; “reis mertebesinden” halkın gözünde “kahraman yüce hakan” gibi bir mertebeye ulaşılır. Hemen arkasından da, daha önce belirttiğim gibi, 100 yılın intikamını alma işi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş gününde veya benzeri bir günde, MHP’yi de omuzlarından atarak, “Yeni 100 yıl sistemini kurma” tamamlanır. (MHP’yi atmalarına gerek yok, zaten Türk-İslam senteziyle getirilen koşulda, MHP’lilerin ve benzerlerinin ümmetçiliği benimsemede bir zorluk yaşayacaklarını sanmıyorum). Bu olasılık, eğer ordu tarafından aktif olarak desteklenip çabukça gerçekleştirilmezse, işte o zaman, silahsız gösteriler yapanları da öldürmeye kadar giden yoğun iç karışıklıkların çıkması olasılığı kaçınılmaz olur: Türkiye Ortadoğulaştırılır (veya eski, siyasal deyimle, “Balkanlaştırılır”). OLASILIK 4: Seçimi kaybettiklerini anlayınca, Meclisteki Cumhur ittifakı, “Meclis bizim, vermeyiz” diyerek direnişe geçerler (Aslında, tam aksine, medya dünyasındakilerin hemen her zaman yaptıklarını yaparlar). Meclisteki bu kahramanca direniş sırasında, Saraydakiler de dış güçlerle işbirliğindeki münafıklara, kafirlere ve İzmir’den gelen “Yunan tohumlarına”, Gezi Parkının “sürtüklerine”, “Kılıçtaroğlu’nun “laik dinsiz imansızlarına” ve Akşener’in “önce millet” diyen milliyetçi Amazon savaşçılarına karşı, Sarayda kadın, erkek ve damat kanlarının son damlasına kadar karamanca kendilerini ve sarayı savunarak şehitlik mertebesine ulaşıp cennete giderler (cennet giderler, çünkü onlar Allah’ın zenginlik, şan ve şöhret ile ödüllendirdiği en sevgili kullarıdır); Cennette de dünyada yarım bıraktıklarını tamamlama işine devam edebilirler. Bu dördüncü olasılık, olasılığı olmayan basit ve saçma bir şakadan başka bir şey olamaz. Yakın tarihteki örneklerde olduğu gibi kaçabilecekler kaçarlar. |
İLGİLİ DİĞER OLASILIKLAR
OLASILIK 1: Şimdiki Cumhurbaşkanı seçime giremez, çünkü Anayasaya göre üçüncü bir hakka sahip değildir. Süregetirilen egemen ilişkiler ve amaç gerçekleştirme koşullarında, böyle bir olasılık sıfır olmasa bile sıfıra yakındır. Millet İttifakındakiler, ilgili medya ve aydınlar ne kadar yırtınırlarsa yırtınsınlar, (hatta seçim Haziran'da yapılsa bile), fark etmez, çünkü “kazı yolmanın bin bir yolunu bilenler” sahip oldukları güç ve ilişkiler nedeniyle, bu olasılığı sıfırlayacaklardır: Yani fiili olarak süregetirilen siyasal süreçler, Şimdiki Cumhurbaşkanının seçime girmesiyle sürdürülecektir. OLASILIK 2: “Devlete bir tehdit gelmez” diyerek, Anayasa değişikliği yaparak, Siyasal yasağı kaldırarak ve “iki ay dayanamaz” diyerek, bir milletvekilinin mazbatasını iptal ederek Siirt’deki seçim tekrarlanıp, siyasal hayatı bitmiş olan ve meclise girme umudu olmayan birini meclise sokarak ve başbakan olmasının yolunu açarak Türkiye’nin tarihinin 2000’in başından beri yeniden yazılmasını ve günümüzdeki feci duruma gelinmesini sağlayanlar; şimdi de “madur edebiyatı yaparak, seçimi kazanmasına fırsat vermeyelim, seçime girsin, nasıl olsa kazanamayacak” diye düşünenler ve bu düşünceyle hareket ederek, çok güçlü ve sürekli karşıtlık gösterme yerine “yenilgiyi kabullenici” politika ile sessiz kalarak, mankafaca yapılmış bir hatayı, yeniden yapma yolundalar: Eğer yukarıda belirttiğim bazı olasılıklar kullanılırsa, Millet İttifakı kesinlikle kaybedecektir. Özellikle, nüfusunun üçte birinden azının “Batı tipi demokrasiyi savunan CHP’ye oy verdiği bir ülkede, “sağ ile CHP ittifakının, özellikle Cumhurbaşkanlığı seçiminde başarılı olması olasılığı oldukça azdır. “Dış güçlerle işbirliğindekilere oy verilmez” diyen seçmenlerin “neden böyle düşündüklerini ve davrandıklarını” öğrenip, ona göre aktif politikalarını belirlemeyenler, en iyi, en dürüst, en anlamlı ve halka en faydalı binlerce sayfalık İttifak Politikaları ile gelseler tek bir oy bile alamazlar. Ben bunu seneler önce Mansur Yavaşın verdiği hizmetler nedeniyle Beypazarı’nda %70-%80 oy alacağı umudunun ne kadar geçersiz olduğunu tek basit bir ön araştırmada dehşete düşerek görmüştüm: O muhafazakâr denen seçmenlerin ölçütü verilen hizmetin o yerel yaşama faydası değil. Yani, CHP, sağ ile ittifak yapsa, yine de Cumhur başkanlığını kazanması olasılığı, seçimde normal süreçlerin işlemesi durumunda, ancak Kürt seçmenlerin çok büyük çoğunluğunun ve İttifaktaki sağ partilerin seçmenlerini ne kadar ikna ettiklerine bağlıdır (sağ partilerin Kılıçtaroğlu’na oy vermeleri için seçmenlerini yeterince ikna edebilecekleri olasılığı azdır. Depremin durumu tersine çevirmiş olması olasılığı çok yüksektir). Daha kötüsü seçimin sonucunu belirleyecek Kürt seçmenlerin partisiyle daha önceleri iş birliği yapan ve şimdi yeniden iş birliği çabası gösteren çok pragmatik ve kurnaz AKP yöneticileri, CHP’yi ve millet ittifakını “vatan haini teröristler ile kol kolalar” gibi çok etkili bir propaganda ile susturdular ve Kürt seçmenlerin oylarını “çantada keklik sayan” CHP’yi HDP’den titizlikle uzak kalmasını sağladılar. Unutmayalım, yirmi birinci yüzyılın en yüksek sahtekarlık, yalan ve dolan seviyesine ulaşmış olan siyaset yapma ortamında, ansızın çok sürpriz anlaşmalar olabilir: Bir de bakarsınız ki, seçim oyununu kaybetmişsiniz. Özlüce, sadece 1950'den beri Anadolu’da insanların bilgiçlik taslayan cahiller kitlesi olarak biçimlendirilmesine karşı, rahat koltuklarında hiçbir şey yapmayan CHP ve benzerlerinin şunu anlaması gerekir: Sorun ve sorumlu AKP değil, tarihsel olarak öncelikle sizlersiniz, çünkü AKP kendi “haklı” davası için gerekeni yapıyor ve AKP gitse bile, onun yerini alanlar bu davaya devam edeceklerdir. CHP ve Benzerleri de, kapitalist sınıfın diktatörlüğünü demokrasi ve özgürlük diye pazarlama işine, yani kitleleri “din tüccarlarından farklı bir şekilde bilgiçlik taslayan biçimde şekillendirme işine” her zamanki gibi devam edecektir. AKP’nin yaptığı, yapılan bu örgütlü soygun, sömürü ve yoksullaştırma tarihinin kaçınılmazlarından sadece bir türüdür. Kısaca, CHP’nin AKP’den farkı “küresel kapitalist sınıf diktatörlüğünün ülkeleri yönetiminde kullandığı iki biçimden başka bir şey değildir. Bu nedenle, sadece CHP değil, seçimle gelen sosyalistler/komünistler bile maddi yoksullaştırmayı, düşünsel yoksunlaştırmayı, kapitalizm için zorunlu olan işsizliği, dönemlik enflasyonu ve dönemlik süper soygunu, pahalılık dedikleri fiyat artırmalarını, işten atmaları ve vadettikleri şeylerin çoğunu yapamazlar, çünkü onlar kapitalist sınıfın diktatörlüğün sömürü işlerini düzenleme, bunun için kamu zenginliklerini dağıtırken şirketlere çeşitli seviyelerde peşkeş çekme ötesinde yapabilecekleri bir şey yoktur: isteseler bile yapamazlar, çünkü tarihsel olarak devletler, o devletin gerçek sahiplerinin çıkarlarını gerçekleştirme zorunda olan siyasal yöneticiler tarafından yönetilir. Özel teşebbüs denilen ve küçük bir azınlığın dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu maddi, düşünsel ve davranışsal olarak sefilleştirdiği sistem tarihin en gelişmiş sahtekâr, dolandırıcı, soyguncu, insafsız, gözü dönmüş ve kudurmuş insanımsılarının sahip olduğu ve yönettiği sistemdir. (İnsanımsı = dünyanın kendisi ve tüm yaratıklar için ciddi tehlike olan iki ayaklı olan virüsler –kapitalistler ve onlardan çok daha kudurmuş olan üst yöneticiler ve de kiralanmış köle başlarının büyük olasılıklar büyük çoğunluğu). Bu tarihin en geliştirilmiş insanlık dışı sistemin virüsleri dünyada döndürmedikleri en küçük bir taş bırakmadıktan ve dünyayı yaşanamaz bir hale getirdikten sonra, uzayda bir yere gidecekler ve orada yaptıkları pisliklere devam edeceklerdir. Eğer daha önce, dünyayı balon gibi patlatıp yok etmezlerse. (Düşünün, dil bile soyguncuların dili olarak biçimlendirilmiş: “sefil, fiyatlar artıyor, yoksul, yoksulluk, enflasyon artıyor gibi ve sayısız “asıl özneyi gizleyen” kavramlar yaygın dolaşımda tutuluyor; ama “sefilleştirme, yoksullaştırma, enflasyon tırmandırılıyor, fiyatlar artırılıyor, işsiz bırakılıyor, hayat pahalılaştırılıyor” gibi belli özneleri işaret eden kavramlar kullanılmıyor).
Başka olasılıklar ortaya çıktığında ekleyeceğim. |
Açıklayıcı notlar
NOT 1:
İnsanlığın örgütlü soyguna, meşrulaştırılmış iç ve dış katliamlara dayanan egemenliği koruma ve geliştirme ve egemenliğe karşı mücadele tarihinde, egemenler kurdukları sistemi birçok mekanizmalardan geçerek meşrulaştırırlar, normalleştirirler ve hatta evrenselleştirirler. Bunu yaparken, egemen güçlere karşı olanları gayri-meşru ilan ederler. Eğer sandık demokrasisinde “karşıt olan güçlerden biri” kazara seçim kazanırsa veya küresel güçlerin desteğiyle seçimi kazanırsa, küresel pazarın çıkarına aykırı bir sistem kurma (örneğin sosyalizmi getirme) gibi bir şansa sahip olmaları olasılığı sıfır olmasa bile sıfıra yakındır. Ama küresel pazarın soygununa ve “böl, birbirine düşür ve yönet politikalarına” çok işlevsel olan bir siyasal yönetim yapısı kurma olasılıkları çok fazladır (ta ki boş laflar ötesine geçip efendilerinin poposunu öpme yerine ısırmaya başlayarak, bindikleri dalı kesmeye başlayıncaya kadar, ki örneğin terörist örgütleri oluşturan ve kullanan Batılı güçler ve onların yeni çömezleri, özellikle 1980’lerden beri bu yarattıkları, besledikleri ve kullandıklarının onları nasıl ısırdığını görmüşlerdir).
Burada demek istediklerinden biri de şudur: Egemenlik ve baskı tarihi bize şunları açıkça göstermektedir: Devleti oluşturan egemen güç yapısının kendini koruma ve sürdürmesi ne kadar olağan (onlar için normal ve meşru) ise, bu egemen yapıyı değiştirerek, dönüştürerek veya yapıyı uluslararası egemen güç yapısına işlevsel olan bir şekilde değiştirerek –örneğin laiklik yerine bir mezhebin veya bir tarikatın egemenliğini getirerek-- değiştirmesi, yerine geçtikleri güçlerin meşru, doğru, haklı yaptıkları yapıları ve ilişkileri gayri meşru, yanlış ilan etmesi, o kadar olağan, meşru ve normaldir. Tarihte egemen güçler ve bu egemen güçlerin yerini alan yeni egemenlerin yaptıklarına bakarsak, bunu açıkça görürüz. Bu tarihsel gerçeği normalleştirmiyorum, haklı bulmuyorum, evrenselleştirmiyorum: Sadece insanlık tarihinin nasıl oluşturulduğuna ve yeniden oluşturulduğuna, örneğin “kapitalizmin insanlık tarihinin en gelişmiş biçimi olduğunu söyleyenlerin, aslında en geliştirilmiş kölelik sistemini (köle sahiplerinin kendilerini mutlak kölelikten serbest köleliğe zorla geçirilerek veya geçerek köleye bakma sorumluluğu gibi sorumluluklardan kurtardığı gibi çıkara dayalı örgütlü gerçekleri) görmemeye, görmezden gelmeye işaret ediyorum.
Bir şeye daha işaret ediyorum: Uluslararası kapitalist diktatörlüğün veya diğer türlerin sandık demokrasisinin meşruluğu, o sandığa oy atanların “sandık demokrasisinin kendilerine maddi yaşam koşulları gibi bağlamlarda neler getirdiği ve neler götürdüğünü” doğru/geçerli olarak bilmesine bağlıdır. Aksi taktirde “sandıktan çıkan oylarla tecelli eden gerçek ve desteklenen güç” gerçek anlamıyla meşru olamaz; meşrulaştırılmış egemenliğin sahtekarlığı olur. Daha kötüsü, sandıktan çıkan iradenin –partinin-- halkın iradesini temsil ettiğini iddia etmek, en katıksız yalanlardan biridir; çünkü sandıktan çıkanlar kapitalist sınıf diktatörlüğünün çıkarlarını temsil ederler ve kamu zenginliklerinin tahsisler yoluyla bölüşümünü temsil ettikleri bu çıkarların amaçlarını gerçekleştirme işini yaparlar. Günümüzdeki devlet kurumlarının bazılarının isimleri, örneğin özelleştirme dairesi, bile bunun açık kanıtıdır. Halk denen geniş kitleleri temsil eden bir yönetimin olabilmesi, devletin yapısal biçiminin “hangi güçlerin çıkarlarını gerçekleştirmek için biçimlendirildiğine” bağlıdır.
Halkın iradesi, halkın isteği, halkın oyu, kamu oyu gibi kurnaz ve elbette birileri için işlevsel olan saçmalıkları söyleyenler (ve alttan gelen talepler yerine üstten dayatmalar ile kurulmuş rejim gibi “boş hoş laflar” ile gelen acayip solcular veya acayip devrimciler) şu yazdığımı anlamaya çalışsın: Türkiye’de ve benzeri ülkelerde “halkın istediği ekonomik ve siyasal düzeni kurmak isteyen” birileri “tabandan gelen isteklere göre bir sistem kurmak istesinler ve halkın neler istediğini bilmek için halkın hepsine bir araştırma uygulasınlar. “Padişah mı istersin? Halife mi istersin? Senin dinindekilerin yönettiği bir devlet mi istersin? Din ve devlet işlerini ayıran laik bir ülke mi istersin? Sosyalizm mi istersin? Kapitalizm mi istersin? Şeriat yasalarına göre yönetim mi istersin? Yeni dünya düzeniyle gelen ekonomik düzeni mi istersin? Solculuk mu yoksa sağcılık mı senin gibilerin yaşam kalitesini iyileştirebilir: Hangisini tercih edersin? Türkiye’nin ekonomi politikalarının nasıl olmasını istersin? Kültürel politikalarını nasıl olmasını istersin? Tarım politikalarının, endüstri politikalarının, dış ticaret politikalarının, çevre politikalarının nasıl olmasını istersin? Kanunlar nasıl yapılsın? Asgari ücret size mi uygulansın yoksa sizi yöneten ekonomik ve siyasal güçlere mi? Neden? Kadınların seçimlerde oy kullanması vacip midir? Devletimiz önce Müslüman sonra Türk mü, yoksa önce Türk sonra Müslüman mı olsun? gibi birçok sorular sorsunlar. Sonuç ne olur sanıyorsunuz? Günümüzde bile, bu olası sonucun göstereceği bir siyasal bilgi ve bilinç gerçeği de şudur: CHP yanlıları her eve girip toplumun ve o evde yaşayanların acı gerçeklerini bir bir defalarca anlatsa, CHP’nin alacağı oylar %30 üzerine geçme olasılığına sahip olabilir mi? Hiç sanmıyorum, çünkü sorun “gerçekleri bilme veya bilmeme” sorunu değildir. Neyin ne ve nasıl olarak “gerçek olarak bilindiği” sorunudur. Bunun anlamlarından biri de şudur: CHP ancak sağa kaymak ve sağdaki çıkar gruplarının oluşturduğu partilerle “ortaklıklar” kurmak yoluyla iktidar olabilme olasılıklarına sahip olabilir. Anadolu halkının, özellikle 1950’lerden beri günümüzdeki bu hale düşürülmesinin en büyük sorumlusu CHP ve CHPnin temsil ettiği sözde modern burjuvazi ve sözde modern medya güçleridir. Orta çağ zihniyetiyle maddi çıkar peşinde örgütlenenlerin Anadolu’da belli düşünce, duygu, inanç, duyarlılık, ilgi, tercih ve davranış kalıplarını sürdürmek ve yaygınlaştırmak için gösterdikleri çabanın yarısını CHP’nin temsil ettiği siyasal ve ekonomik güçler gösterselerdi, toplum şimdi şikayet ettikleri duruma gelmezdi. Bir diğer gerçek: Bu şikayet edilen durumla gelen ekonomik vurgundan laik ekonomik güçler de çok büyük kazançlar sağlamadı mı? Bu laik güçler, özellikle uluslararası güçtekiki aile şirketleri ve benzerleri ürünlerinin fiyatlarını “pandemide acı çeken milletimiz aman sefil duruma düşmesin” diye düşünerek, dindarlık kılığında soygun yapanların aksini yaparak, milyarlarca çıkarlarından biraz feragat ederek –ki bu kapitalizmin doğasına aykırıdır—ürünlerinin fiyatlarını pandemi öncesi fiyatlarda tuttular mı? Tutmazlar, çünkü (yaratılmış veya doğal) krizleri fırsata çevirmeleri gerekir; işleri para kazanmaktır ve bu işte insanlık, insan hakları, insaf gibi şeyler konu dışıdır. İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD’nin büyük kapitalistleri tarihlerinde yapmadıkları ölçüde vurgun yaptılar. Türkiye’dekiler (özellikle bankaları kontrol eden kapitalistler) de 2022 yılında ABD kapitalistlerini kıskançlıktan çatlatacak ölçüde kar yaptılar.
NOT 2:
Kılıçtaroğlu gibi klasik siyasetçiler hızla yok edilen “profesyonel siyasetçiler arasında kendisi hırsız ve vurguncu olmayan grubu temsil ederler; ama yine de kapitalist sınıfın 1980lerde başlayarak yok ettikleri “sosyal devlet” denen devlet politikaları söylemiyle gelen sadık hizmetkarı olmak zorundadırlar. Bu tür siyasetçiler elbette kısa zamanda tümüyle ortadan kalkmayacaktır, ama çok kısa bir zamanda “çok ender olan” duruma düşürülecek ve sonra “bu tür profesyonellik son bulacaktır. Onların yerini, Türkiye gibi ülkelerde, özellikle 1980lerden beri, siyasal alanda yaptıkları hırsızlık ve vurgunla “kendisi ve çevresi kapitalist olan profesyonel siyasetçi olanlar” almaktadır. Elbette kapitalistler de, özellikle hukuk alanında palazlanmış olan kapitalist sermayedarlar, siyasal alanda eski profesyonel siyasetçi hırsızları da kullanarak, kendilerinin ve kendi sınıf çıkarlarını doğrudan gerçekleştiren bir dönüşümü yaratmaktadır. Elbette, özel şirketlere sahip birilerinin bakan ve milletvekili olması demek, kamu zenginliklerinin uluslararası sermayeyle işbirliğindeki özel çıkarlara peşkeş çekilmesi ve bu peşkeş çekmede “eski profesyonel rüşvetçi ve hırsız politikacıların soygunda devre dışı bırakılması” demektir. Kısaca, kapitalistlerin, eski tip hırsız ve hırsız olmayan profesyonel siyasetçilerden (kapitalist sınıfın çıkarlarını gerçekleştiren aracılardan) kurtulup, kendi öznel çıkarlarını ve kendi sınıf çıkarlarını kendileri doğrudan temsil etme işine girmesi demektir. Aracılar ortadan kaldırılırsa, hem kapitalistlerin meşrulaştırılmış gasp işinde elde ettiği paylar artar hem de aracı hırsızların ve hırsız olmayanların yarattıkları birçok sıkıntılardan kurtulunur.
NOT 3:
CHP, çağdaş popüler siyaset yoluyla yapılan “oy avlama” işine tüm hızıyla girmiş durumda. Bunun en önemli anlamlarından biri de şudur: 1950lerden beri CHP “yapması gerekenleri yapmayan politikacılar” nedeniyle, Anadolu halkının, en azından siyasal süreçleri, ilişkileri ve politikaları doğru anlamasını sağlama bağlamında, cahil bırakılması ve bu düşünsel yoksulluğu, 1980lerden sonra “bilgiçlik taslayan bir cahilliğe” dönüştüren küresel beyin yönetimi işine, rahat koltuklarında oturup rahat muhalefet ile kendilerini tatmin etmeye devam ederek, yaygınlaşmasına büyük katkıda bulunmuştur. Bunun en önemli göstergesi de, günümüzde CHP’nin, her gün medyada ve alanlarda gerçekleri apaçık biçimde söylemesine rağmen hala Türkiye’de verilen oyların dörtte birini geçip üçte birini bile alamadığıdır: Bilgiçlik taslayan işlenmiş cehaleti ve bu cehaleti besleyen “güce tapınarak vekaleten yaşamayla kendini güçlü hisseden kitlelerin, gerçekleri/doğruları söyleyerek, gerçekleri göstererek, hırsızları ve vurguncuları kanıtlarla bile göz önüne sererek dönüştürme olasılığı çok azdır. Güce tapınanlar için demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi şeyler, güçlü lider saplantısı yanında anlamını yitirir.
Daha kötüsü, CHP gibi partiler 21. Yüzyılda en yaygın duruma getirilmiş sahtekar popüler siyasete ve küresel ve yerel kapitalist sınıfın diktatörlüğünün çoğulculuk taslayan “sandık demokrasisinde” oy devşirmek için kitlelerin bilişsel yoksullaştırılmasına ve kandırılmasına katılırlar: Kılıçtaroğlu seçildiklerinde “yapacağım” dediği şeylerden, “devletin zenginliklerinin dağıtımı/bölüşümü ile ilgili olanların çoğu dahil, sadece çok azını yapabilir, çünkü işsizliği, yoksulluğu, enflasyonu, pahalılığı ve benzerlerini yaratan güçler, öncelikle şirketlerdir. Bu örgütlü ilişkiler gerçeğinin önüne taş koyacak bir siyasal partinin seçilme şansı çok azdır.
NOT 4:
CHP, “altılı masanın” ve “Kürt seçmenlerin oyunu” alarak iktidara gelse bile, asla küresel kapitalistlerin yerellerde kurduğu kapitalist sınıf diktatörlüğünün çıkarlarını gerçekleştirme işinde tercih ettikleri “böl, birbirine düşür ve yönet” işini yapan teolojiye ve hurafeye dayanarak siyasal güç elde edenleri defedemez. Bunun nedeni sadece yerel değil, aynı zamanda uluslararası kapitalist sınıfın ve onların biliş ve davranış yönetimi işini yapan örgütlü güçlerin, laiklik ile devlet işinden atıldığı iddia edilen örgütlü dinin ve ondan beslenen hurafe yapıp hurafe satanlara ihtiyacı tarihin hiç bir döneminde bu kadar fazla olmamıştır.
NOT 5:
“Susma sustukça sıra sana gelecek” sözlerini, sandık demokrasisinde kitlelerin yarısından çoğu benimsemedikçe ve alkış veya tencere tava sesleri çıkarma ötesinde aktif olarak katılmadıkça, uluslararası sermaye ve ortakları için en işlevsel olan kitle bilinci, duygusu, inancı, ilgisi, duyarlılığı ve davranış biçimleri yaratan ve kullanan saldırgan güçlere karşı mücadele kaybetmeye mahkumdur.
NOT 6:
Parkın girişinde “Gezi Komünü” diye yazan, ama tek bir amaç ötesinde en küçük bir “komün karakteri” taşımayan pankart ve Gezi direnişinde kocaman bir bez üzerinde Tayip Erdoğan’ı Hitlere benzeten bir poster vardı. 1950 sonrası Latin Amerika ve diğer ülkelerdeki diktatörleri ve neo-liberal politikalarla ve saldırılarla getirilen küresel egemenlikte ortaya çıkarılan (ve orduların üst yönetimini de ele geçiren) sivil diktatörleri Hitlere benzetmek ciddi şekilde yanlıştır. Sadece bazı ciddi ortak noktaları vardır: Örneğin hepsinin de küresel kapitalist sınıf diktatörlüğünün işlevsel uzantıları olması gibi. Kendinden olmayanlara söz söyleme ve hatta “dağıtın, vurun, indirin” gibi emirlerle yaşama hakkı tanımamaya kadar giden çözümler uygulama gibi. (a) 1950 öncesi Hitler gibi diktatörler, 1950 ile neo-liberal politikaların egemenliği öncesindeki diktatörler ve günümüzdeki yeni diktatörler, aynı amaçlara hizmet etse bile, birbirinden ciddi farklılıklara sahiptir. Hitler gibiler, örneğin kamunun zenginliklerini çalarak, rüşvetler alarak ve vurgunlar yaparak kendini, ailesini ve siyasal ortaklarını zengin eden bir yol seçmemişler, ardından da ABD’ye kaçıp rahat bir hayat sürmemişlerdir. (b) Soğuk savaş ile birlikte yoğun olarak kullanılan diktatörler orduların siyasal gücü ele geçirerek ve özellikle gençleri öldürerek kapitalist ve kapitalistimsi güçlere hizmet eden hunhar, katil ve hırsız güçlerdi. (c) Dünyadaki şimdiki diktatörler ise demokrasi, özgürlük, seçim ve halka hizmet gibi sloganlarla gelen (orduların darbesiyle gelmeyen, ama orduların üst yönetimini kontrol eden veya onları bol maddi ödüllerle ve güç duygusuyla satın almış olan) seçimle gelen, hırsızlık, rüşvet, sahtekarlık, vurgun, kamu kaynaklarını soygun işinde kullanma işinde soğuk savaş sonraki katil ve vurguncu diktatörleri çok geride bırakan sivil diktatörlerdir (ama bu sivil diktatörlerin kesinlikle ordunun üst yönetim kadrosunu satın alması gerekir). Elbette, hepsinin en ortak karakterlerinden biri de, haksızlığa karşı söz söyleyenlere ve gösteri yapanlara karşı “faşist yöntemi” uygulamalarıdır. Faşist yöntem, hem bireysel hem de örgütlü kurum olarak, karşılaşılan sorunları tehdit, şiddet, baskı ve hatta katliam yoluyla çözme biçimidir; ve ahlaksızlar, namussuzlar, vicdansızlar, alçaklar, şerefsizler, lejyonerler, dış güçlerle işbirlikçiler, foseptik fareleri ve benzeri saldırgan, kin ve nefret kusan sözler kullanarak, aslında kendi özelliklerini (yani kendilerinin ne ve nasıl olduğunu) anlatan söylemlerle, düşmanlık yayma yöntemidir. Diktatör konusunu bitirmeden önce, şunu, sadece diktatör kavramı için değil, demokrasi, özgürlük, insan hakları dahil akla gelen her tür kavram için belirtmem gerek: herhangibir kavramın kendisi, örneğin “diktatör” sözünün kendisi, kendiliğinden kötü (veya iyi) değildir. Bir kavrama asıl anlamını veren, o kavramı somut koşul içinde ele alıp, kavramın o koşulda ne anlama geldiğidir. Diktatör kavramında sorulması gereken önde gelen en temel soru şudur: Diktatörlük yoluyla geniş kitlelerin sömürülmesi ve yoksullaştırılması mı engellenmekte yoksa küçük bir azınlığın kitleleri soyması, yoksullaştırması ve sefilleştirilmesi mi sağlanmaktadır? Küçük bir azınlığın geniş kitleleri maddi, düşünsel ve davranışsal yoksulluğa mahkum etmesine izin vermeyen bir diktatörlük ile, kapitalist sınıf denilen küçük bir azınlığın dünyayı tüm yaşayan canlılarıyla yaşanmaz hale getirmesini sağlayan diktatörlük arasında çok ciddi fark ve zıtlık vardır. 1990’da Brezilyalı gazeteci Maria Gabriela Fidel Castro’ya bir diktatör olup olmadığını soruyor. Castro “ben devletim, sen ne cüretle bana böyle bir soru sorarsın; senin boynun devlet karşısında kıldan incedir” gibi sözler söylemiyor; şöyle yanıt veriyor: Ben halkın kölesi ve hizmetçisiyim. Bu, benim ne olduğumdur. Nasıl hissettiğim ve kendimi nasıl gördüğümdür. Ben, adalet ve hakkaniyetin ne olması gerektiği hakkında çok kesin nosyona (düşünceye, bilgiye) sahip olan halk adına ve halk için gece gündüz çalışan bir insanım. “Gücü kötüye kullandı” diye asla suçlanmayacak bir insan. Din hakkındaki soruya da “dine saygı duyulmalıdır. İnsanın duygularına saygı duyulmalıdır” diye yanıt vermiştir. Bu tür diktatör ile özellikle İkinci Dünya savaşından sonra ülkelerde darbelerle ve şimdi de seçimle yönetime getirilen ve “halkın iradesi, demokrasi, adalet” gibi kavramları popülist söylemlerle sahtekarca kullanan diktatörler arasından dağlar kadar fark vardır.
Kaynak
https://erdoganirfan.blogspot.com/2023/05/sandk-demokrasisinde-secim.html
Hiç yorum yok