Faşizme Geçiş Örnekleri ve farklar - Bunalımlar
Geçiş Örnekleri ve farklar
“İtalyan örneği, Faşizme geçişin klasikgösterimini sağlıyor. Gelişim çizgileri, farklı unsurların rolleri, işçi sınıfının bu trajedisinin birbirini izleyen aşamaları, herkesin öğrenmesi için net ve keskin bir şekilde göze çarpıyor. Öne çıkan temel sonuçlar nelerdir?
Birincisi, İtalya'daki devrimci dalga burjuvazi tarafından değil, Faşizm tarafından değil, kendi iç zayıflığı ve devrimci önderlikten yoksunluğu nedeniyle Reformizm tarafından kırıldı.
İkincisi, faşizm ancak proleter ilerlemenin içeriden çoktan kırılmasından ve hayal kırıklığının yayılmasından sonra öne çıktı.
Faşizm Savaştan sonra, (polis ve askeri koruma altında) “kahramanı” oynamak için, zaten geri çekilmekte olan bir orduyu taciz etmek ve katletmek için ortaya çıktı.
Üçüncüsü, açık faşist diktatörlüğe geçiş, burjuva politikasının birden aniden kırılması ve tersine çevrilmesi değil, burjuva politikasının yeni biçimlerle devam etmesiydi. Faşizm, koşullar olgunlaştığında iktidara gelmek üzere, (burjuva güçler hazırlıksız olduğu sürece, bir "liberalizm" gösterisinin ve tavizlerin yanı sıra) burjuva demokrasisi koşulları içinde hazırlanmış ve desteklenmiştir. Tüm bu dersler klasik İtalyan Faşizmi örneğinde gösterildi. Buna rağmen, uluslararası işçi sınıfı tarafından henüz öğrenilmemişlerdi. Devamındaki on yıl içinde Almanya'da daha geniş bir ölçekte yeniden gösterileceklerdi.
O zamana kadar, liberal demokrat ve sosyal demokrat çevrelerde, genel olarak Faşizm ve "diktatörlüğün" geri kalmış ülkelerin, güçlü bir sanayi proletaryasına sahip olmayan, Güney ve Doğu Avrupa gibi endüstriyel olarak daha az gelişmiş ülkelerinin bir olgusu olduğu görüşü hâlâ ifade edilmeye devam etmişti. Ama Almanya,Avrupa'da en ileri ve yoğun endüstriyel gelişmeye ve tüm kapitalist dünyadaki en yüksek düzeyde örgütlü ve politik olarak bilinçli sanayi proletaryasına sahip bir ülkeydi. Buna rağmen İtalyanları gölgede bırakan, bilinen en acımasız ve barbar Faşist diktatörlük, 1933'te Almanya'da zafer kazandı.
Faşist diktatörlüğün kurulması, 1918'de Ebert ve Hindenburg’ un proleter devrimine karşı ittifak antlaşmalarının şartlarını belirledikleri zaman başlayan uzun bir sürecin yalnızca doruk noktasıydı. Yüzeysel eleştirmenler, gözlerini yalnızca 1933 olaylarına dikerek, güçlü ve yüksek örgütlü Alman işçi sınıfının yüz kızartıcı "savaşsız yenilgisinin" "ani çöküşünden", sık sık söz ederler. Faşizmin "kolaylıkla" zafer kazanmasından ve Alman işçi sınıfının savaşma "yetersizliğinden" bahsederler.
Alman Devrimi'nin tüm geçmiş tarihinin zaten kanıtladığı ve geleceği daha da bolca kanıtlanacağı gibi, çizilen bu resim doğru değildir.
Faşist diktatörlüğün kurulmasından önce, Alman işçi sınıfının ilerleyen karşı-devrime karşı savaşı, on beş yıl sürdü; bu savaşta on binlerce Alman işçisi, düşmanın kurşunları altında hayatını verdi; ve eğer sonunda işçi sınıfı güçleri geri çekilmek zorunda kaldıysa ve Faşist diktatörlüğün kurulmasını engelleyemediyse, bunun nedeni Faşizmin herhangi bir üstün savaş gücünden kaynaklanmıyordu, bunun tek nedeni, işçilerin eylemlerinin - kendi çoğunluk liderlikleri ve bu liderlik altındaki kendi yanlış disiplin ve sadakatleri tarafından- felç edilmesi ve engellenmesiydi. Ancak işçi sınıfının öncüsünün kendisini yeni koşullara adapte etme ve tüm terörizm ve baskılar karşısında Komünist Parti önderliğinde yenilenen bir güçle mücadeleye girişme hızı, Alman işçi sınıfının uzun süredir devam eden savaşında ve proleter devriminin nihai zaferine doğru ilerleyişinde yalnızca bir bölüm olacak Hitler diktatörlüğüne karşı en kesin garantiydi.”
Hitler'in zaferinin tohumları 1918'de ekildi.Alman işçileri ve askerleri eski Devleti devirip tam iktidarı ele geçirdiler. İşçi ve Asker Konseyleri ülke çapında yükselmişti. Burjuvazi ve eski militarist sınıf herhangi bir direniş sunamadı. Zapt edilemez bir Sovyet Cumhuriyeti inşa etmek için tüm koşullar mevcuttu ………. Sosyal Demokrat Hükümet tam tersini yaptı. Her noktada eski rejimi doğruladı ve korudu; bürokrasiyi ve tüm gerici kurumları devam ettirdi; burjuva Savaş, Donanma, Dışişleri, Maliye ve İçişleri Bakanları atadı; işçilerin silahsızlandırılmasını emretti; ve en gerici monarşist subayların emrinde silahlı ve teçhiz edilmiş özel karşı-devrimci birlikler oluşturdu.” (2)
Ekonomik Bunalım
Teorilerin genel ilkelerinden yola çıkarak “kapitalizm sürekli bunalım” içindedir anlayışıyla Faşizmin değerlendirilmesi olanaksızdır. Evet, ekonomik bunalım kapitalizmin kaçınılmaz bir sonucudur, brikimin temel özelliği ve bu birikimle yatırımların yönünü belirler. Bu temelde konumuzla ilgili olarak ekonomik bunalım herhangi bir özgülde, sermayeyi var olan sistem biçimiyle içine girdiği bunalımdan çıkmasına olanak tanımayan, yeni sistem biçimine zorlayan dönemsel özgül bunalımlardır.
Bu dönemsel bunalımdan hâkim sınıfların hepsi- özellikle ekonominin dengesiz gelişim yasası yoluyla yeni palazlanan sermayenin oluştuğu ülkelerde - her durumda ve her şartta, aynı derecede etkilenmez. İtalya ve Almanya’da (ve Türkiye de) olduğu gibi var olup ya da yeni gelişen “ulusal sermayenin – bunu genelde ülke içine kapanmış ve ülke dışına çıkmaya, uluslararası olmaya uğraşan sermaye anlamında anlıyor ve kullanıyorum)” sermaye ihracı zorunluluğu aslında bunalımın onları daha ciddi etkilediğini gösterir. Bu nedenledir ki kendi liderliğinidiğerlerine empoze etmesi, aralarında uyum sağlamak ve amaçlarını gerçekleştirmenin şartlarını hazırlayacak yeni bir sistem biçimi ve yeni bir iktidar oluşturması zorunluluğuyla karşı karşıya kalırlar.
İtalya da, Almanya'da kapitalizm, kriz karşısındayeni sistem biçimine geçmek ve yeni yöntemler uygulamak, yeni egemen ideoloji oluşturmak zorunda kalmıştı. Bu süreç içinde, Sosyal Demokrasinin işçi sınıfı üzerindeki temel etkisini oluşturan ve politikasının meyveleri olan sosyal haklar, çalışma saatleri ve ücretler açısından devrimin toplumsal kazanımlarından geri kalanını ortadan kaldırmak zorunda kaldı. Devrimin ilk yıllarının tavizleri yerine, kapitalizm işçilere karşı acımasız ekonomik önlemlere ilerlemek zorunda kaldı.
Bu amaçla, yeni yoğunlaştırılmış diktatörlük biçimleri gerekliydi. Çünkü zayıflamış ve itibarını yitirmiş Sosyal Demokrasi,artan Komünist ilerlemeyi artık engelleyemezdi. Weimar Koalisyonu temeli iflas etmişti. Alman kapitalistleri, yeni bir siyasi sisteme geçmenin, ve sosyal demokrasinin artık yeterli olmadığı Komünist ilerlemeyi bozguna uğratmak ve işçi sınıfını bozup parçalamak için Sosyal Demokrasinin yanında paralel yeni bir kitle örgütlenme sistemi oluşturmanın gerekli olduğunu açıkça kabul ettiler.
Sonuç olarak, Bruning diktatörlüğünün zamanından itibaren, Alman kapitalizminin ve toprak ağacılığının ana yapısının ezici desteği, şimdiye kadar yalnızca kısmen desteklenen Ulusal Sosyalizm'in emrine verilmeye başlandı, araç ellerine hazır hale getirildi. Sadece Alman burjuvazisinden değil, yabancı burjuva kaynaklardan da sınırsız fonlar, Nasyonal Sosyalistlerin kasasına döküldü.” (2)
Yani faşizmin gelişmesi gerek özgülde ve gerekse geneldeki ekonomik krizlerin kendini daha net bir şekilde somut bir dönemde özgülde göstermesine bağımlıdır.
Egemenlik bunalımı - Sınıfsal Yapısı
“Birçok sosyal sınıftan oluşan bir toplumsal oluşumda ve özellikle burjuva sınıfın temel olarak farklı sınıf fraksiyonlarına bölündüğü kapitalist bir sosyal yapılanmada, tek bir sınıf veya sınıf fraksiyonu siyasi egemenlik alanını işgal etmez. “Güç bloğu” olarak tanımlanan birkaç sınıf ve fraksiyondan oluşan özel bir ittifak vardır. Bu nedenle, egemen sınıflar ve sınıf fraksiyonları arasındaki çelişkiler, genellikle Devlet ve rejim biçimlerini belirlemek için yeterli önem kazanır. Faşizmin büyümesinde, iktidar bloğunun “iç” çelişkilerinin yoğunlaşması,karakteristik olarak onların siyasi ve ideolojik planlara yayılmasıyla ortaya çıkar. O halde faşizmin büyümesi, iktidar bloğunun kitlelere karşı siyasi mücadelesinin ekonomik mücadeleye egemen olmasıyla karakterize edilir.
Faşizmin gelişmesi durumunda, hiçbir egemen sınıf veya sınıf fraksiyonu, ister kendi siyasi örgütlenme yöntemleriyle ister " parlamenter demokratik ”devlet yoluyla olsun kendi önderliğini diğer egemen sınıflara ve iktidar bloğu fraksiyonlarına zorlayamaz gibi görünür.
Temel olarak, güç bloğu, diğer tüm ittifaklarda olduğu gibi, genellikle kendi aralarında iktidar kırıntılarını paylaşan “eşit önemdeki” sınıflardan ve fraksiyonlardan oluşmaz. Egemen bir sınıf veya bir sınıfın fraksiyonu, iktidardaki ittifakın diğer üyelerine kendi özel egemenliğini dayatabildiği sürece, yani, egemenliğini dayatmayı ve onları bir araya getirip sağlamlaştırmayı başardığı sürece, ancak bu şekilde düzenli bir temelde işleyebilir.
Herhangi bir sınıf veya sınıf fraksiyonunun diğerleri üzerine egemenliğini empoze edememesi, faşizmin konjonktürünü karakterize eden şeydir; bu, nihayetinde, iktidardaki ittifakın kendi isteğiyle yoğunlaşan çelişkilerinin üstesinden gelememesidir. Bununla birlikte, iktidar bloğu içinde hegemonya dayatma konusundaki bu yetersizlik, aynı zamanda, sosyal yapılanma topluluğu üzerindeki siyasi egemenliğinde kendisi ve üyeleri tarafından deneyimlenen egemenlik kriziyle de ilgilidir.
Faşizm aynı zamanda iktidar bloğunun tam ve özgül bir yeniden örgütlenmesine karşılık gelir.
Bu yeniden örgütlenme şu temel noktaları içerir:
(a) bu ittifak içindeki güçlerin ilişkisinde bir değişiklik – ittifak içindeki kuvvetlerin ilgili ağırlığının yeniden dağıtımı; ve
(b) iktidar bloğu içinde yeni bir sınıf fraksiyonunun - finans kapital veya büyük tekelci sermaye - egemenliğinin faşizm tarafından kurulması.
Faşizmin büyümesinin başlangıcında, egemenlik açıkça istikrarsızdır; bu adım sırasında, çeşitli sınıflar ve sınıfların fraksiyonları egemenlik konumu işgal eder. Sonra egemenliği üstlenmede gerçek bir yetersizlik adımı gelir; ve nihayet iktidardaki faşizm, daha önce bu konumu doldurmamış bir fraksiyonun egemenliğini kurar.
Faşizmin konjonktürü ve faşizmin büyümesinin başlangıcı,iktidar bloğu söz konusu olduğunda bir “taraf” temsili krizine karşılık gelir: bu, söz konusu siyasi krizin çok dikkat çekici bir özelliğidir. Başka bir deyişle, egemen sınıflar ve sınıf fraksiyonları ile bunların siyasi partileri arasında bir bölünme vardır, yani hem temsil (Devlet sisteminde) hem de örgütlenme ilişkilerinde bir bölünme vardır. “ (2)
Bu unsurun önemi, hem Louis Bonapart'ın katılımından önce Fransa'daki duruma ilişkin analizinde Marks, hem de Gramsci tarafından vurgulanmıştır:
"Temsil edilenler ve temsilciler" arasındaki bu çatışma durumları, tarafların konumlarında yankılanır ...devlet organizması boyunca, (sivil ve askeri) bürokrasinin, yüksek finansmanın, Kilisenin ve genel olarak kamuoyundaki dalgalanmalardan görece bağımsız olarak tüm organların göreceli gücünü güçlendirir.
İlk etapta bunlar nasıl yaratılırlar? "
Burada siyasi partiler, temsil etmeleri gereken sınıflar ve fraksiyonlar tarafından takip edilmedi. Bu, sık sık tartışıldığı gibi, hiçbir şekilde, burjuva sınıfının ve müttefiklerinin faşizmin büyümesi boyunca iktidara faşist katılımı açıkça destekledikleri anlamına gelmez.” (13)
Almanya , İtalya örneği
“Gerçekte, faşizmin yükselişinin başlangıcı, istisnai devlet biçimleri doğrultusunda burjuva partilerinin radikalleşmesine tekabül eder. Bununla birlikte, bu tür partilerin aradıkları çözüm, Devletin siyasi liderliklerinisürdürebilecekleri veya geri kazanabilecekleri bir çerçeve içinde farklı biçimlerde sertleştirilmesidir. Güçler dengesine bağımlı olarak nihayetinde ya işlevi ortadan kaldırılmış bir parlamenter sistemin, askeri bir diktatörlüğün çözümünü kabul ederler.” (13)
Egemen Siyasi Biçimde bunalım – Yeni Sistemin Düzenlenmesi
Gramsci’nin yaptığı değerlendirmelerde durum görece daha farklıdır. O’nun kuramsal örgüsü içinde geçen Sezarizm kavramsallaştırması çatışan kuvvetlerin büyük bir felaketliyle sonuçlanacak olan iki güç arasında ortaya çıkan bir denge durumunu ifade eder. Çatışan bu iki kuvvetin birbirleri karşısında bir üstünlük sağlayamadıkları denge durumundadışarıdan bir üçüncü kuvvetin gelmesiyle birlikte iki kuvvetten geriye ne kaldıysa onu egemenliği altına alır ve kendi iktidarını kurar.
Thalheimer, Tasca ve E.Bauer’in faşizmin oluşumunu ekonomik bunalıma bağlı olarak “eşit güçler” arasında ortaya çıkan denge durumu üzerinden tanımlarken, Gramsci ise faşizmi, ortaya çıkan eşit güçler dengesininüçüncü bir gücün müdahale etmesi sonrası katastrofik çöküş şeklinde tanımlar. (13)
“Faşistleşme süreci ve faşizm durumunda bulunan hiçbir egemen sınıf kendi siyasal örgütlenme araçları ve demokratikparlamenter sistemin sunduğu devlet desteği ile iktidar blokunun diğer egemen sınıfları üzerinde önderliğini şu ya da bu biçimde kabul ettirecek güce sahip değildir. İktidar bloğu iktidar parçalarını bölüşen eşit derecede önemde sınıflardan oluşmaz. İktidar bloku, egemen sınıfın iktidar ittifakının oluşturduğu diğer üyeleri üzerinde ayrı bir egemenlik empoze ettiği ölçüde, yani onlar üzerinde hegemonya kurup onları kendi koruyuculuğu altında birleştirdiği ölçüde düzenli işlev görebilir. Faşizm konjonktürünü belirleyen şey egemen sınıfın hegemonyasını empoze edemeyişi, farklı bir ifadeyle kendi öz çelişkilerini verili ilişkilerin sunduğu var olan olanaklar aracılığıyla aşamayışıdır. Hegemonyanın kurulamayışı tüm toplumsal formasyon üzerindeki siyasal egemenliğin sürekliliğini olanaksız hale getirir. Hegemonyanın kurulamayışının bir sonucu olan siyasal egemenliğin ortadan kalkması iktidar blokunun yeniden düzenlenmesini gerekli hale getirir. Almanya ve İtalya özelinde ortaya çıkan faşizm, iktidar blokunun özgün bir şekilde yeniden düzenlemesine uygun düşer. Poulantzas’ın yeniden düzenlemeden kastettiği şey: (a) ittifak içindeki güçler dengesindeki değişiklik, ittifaka katılan güçlerin göreli ağırlıklarının yeniden dağılımı, (b) yeni bir egemen sınıf fraksiyonunun (tekelci büyük sermaye) kuruluşu. “(4)
“Ekonomik-mali ve siyasi kriz sadece tekelleri, hükümetleri, her bir ülkenin içindeki siyasi partileri ve güçleri değil,aynı zamanda uluslararası ittifakları, ekonomik, siyasi ve askeri blokları, ... bu ittifakların ve blokların ortakları kendilerini her zamankinden daha açık ve aşındırıcı bir şekilde gösteriyorlar.” (11)
Egemen İdeolojide bunalım
“Bir toplumsal yapıdaki egemen ideolojinin bunalımı egemen sınıfın ideolojisinde ortaya çıkan bunalım anlamına gelir. Bir toplumsal yapının gerçek anlamda birliğini ve tutunum’ unu sağlayan şey, egemen sınıfın ideolojisidir.” (4)
“Faşizmin konjonktürü, egemen ideolojide bir krize karşılık gelir. Sorunun bu yönü çok yeteri kadar vurgulanmaz; temelde faşizm, verili tarihsel koşullarda ideolojinin oynadığı belirleyici rol üzerinedoğru bir konum olmaksızın ve faşizmin zafer kazandığı toplumsal oluşumlarındeneyimlediği ideolojik krizin derinlemesine incelenmesi yapılmadan açıklanamaz ve anlaşılamaz.
Gerçekte, bir toplumsal oluşum içinde yalnızca egemen bir ideoloji (yani egemen ideolojinin egemenliğinin nispeten sistematik hale getirdiği ideolojik bir söylev) değil, aynı zamanda gerçek ideolojik alt gruplar da vardır. Bu alt gruplamalar, egemen sınıf dışındaki sınıflara ait ideolojilerin kendi içlerindeki hakimiyetinden dolayı var olurlar – örneğin; işçi sınıfı ve küçük burjuva ideolojisi.
Elbette ki, egemen ideoloji (yani egemen sınıfın ideolojisi), bir toplumsal yapılanma grubu içinde, ancak ideolojik alt gruplara ait ideolojilere çeşitli yollarla nüfuz etmede başarılı olduğu sürece etkin bir şekilde hâkim olabilir.
Örneğin, egemen sınıfın ideolojisi, işçi sınıfı ideolojisine nüfuz etmeyi başardığı ölçüde “işçi sınıfı ideolojisinin” ideolojik alt gruplarına hâkim olur. Dolayısıyla, böylesine burjuva sınıfının ideolojisi olmayan sendikacı ideoloji, bu ideolojinin işçi sınıfı içindeki bir tezahürüdür; yani sadece burjuva ideolojisinin alt-grup “işçi sınıfı ideolojisi” ne nüfuz ederek egemen olduğu biçimdir.
İdeolojik kriz, esas olarak, bir toplumsal yapıda egemen olan ideolojideki bir kriz, yani bu oluşumdaki egemen sınıfın ideolojisinde bir kriz olarak anlaşılmalıdır. Egemen sınıfın bu ideolojisi (bir toplumsal oluşumun gerçek "birleştiricisi"), öncelikle bu ideolojinin temel işlevi olan, siyasal olarak özne ve tabi kılınması gerekli olan ezilen sınıflar arasında - halk kitleleri arasında, saldırıya uğrar.
Ancak genelleşmiş bir ideolojik kriz durumunun ortaya çıkması da mümkündür. Başka bir deyişle, hem egemen ideolojidebir kriz hem de ana egemen toplumsal gücün ideolojisinde, farklı nedenlerle ortaya çıkan ancak birbirine paralel giden bir krizin olduğu bir durum olabilir. Faşizmin durumu (İtalya da) tam olarak buydu: hâkim burjuva ideolojisinde derin bir kriz ve aynı zamanda kitleler arasında derin bir ideolojik kriz.
İdeolojik kriz aslında iktidar ittifakının tam da kalbine saplanır-nüfuz eder:
Faşizmin askeri olarak kazanmadan önce, işçi sınıfına karşı ideolojik ve politik zaferi çoktan kazanmış olduğu vurgulanmalıdır ... "
“Faşizmin yükselişi boyunca ve iktidarın fethinden sonra, faşizm (faşist parti ve faşist devlet) karakteristik olarak hem iktidar bloğundan hem de hegemonyasını kurduğu büyük tekelci sermayenin fraksiyonundan görece bir özerkliğe sahiptir. Bu göreceli özerklik iki faktör kümesinden kaynaklanmaktadır:
(a) iktidar ittifakındaki sınıflar ve fraksiyonlar arasındaki iç çelişkilerden, yani onun iç politik krizinden: bu bloğu yeniden düzenlemek ve onun içinde büyük tekelci sermayenin fraksiyonunun hegemonyasını kurmak için gerekli göreli özerklik;
(b) egemen sınıflar ve fraksiyonlar ile egemen sınıflar arasındaki çelişkilerden, yani toplumsal oluşum gruplaşmalarının politik krizinden ve faşizm ile egemen sınıflar arasındaki karmaşık ilişkiden. Bu ilişki kesinlikle faşizmi siyasi tahakküm ve hegemonyanın yeniden kurulmasına aracılık etmek için vazgeçilmez kılan şeydir.” (2)
Poulantzas’ a göre, eşit güçler arasında ortaya çıkan denge durumu, genel denge bunalımı ile katastrofik denge bunalımı, verili güç ilişkilerinin neden olduğu siyasal bunalımların özgül bir çeşididir. Faşizm eşit güçler arasındaki dengeye dayalı gelişen siyasal bunalım türlerine tekabül etmez. Faşizm, sınıf mücadelesinin kendine özgü konjonktüründe siyasal bunalımın genel bir karakteristiğine sahip olmasına rağmen, tamamen özgül bir siyasal bunalımın özel bir karakteristiğini ifade eder. Siyasal bunalımın yol açtığı olağanüstü devlet biçimi sınıf mücadelesinin geçtiği alanın özel niteliği içinde ortaya çıkar. Siyasal bunalım kurumsal sistem içindeki çatlaklarla birlikte gelir. Kurumsal bunalım sınıf mücadelelerini etkilemesine rağmen, onun bir sonucudur.
“Burjuvazinin proletaryaya karşı siyasal saldırısı, sermayenin ekonomik alandaki saldırısına sıkı sıkıya bağlıdır, bunun en şiddetli ifadesi faşizmdir. Faşizm egemen sınıf açısından gerek özgülde karşılaştıkları ve gerekse politikaları sonucunda kaçınılmaz olarak karşılaşacakları siyasal bunalımın aşılmadığı ve aşılamayacağı dönemlerde zorunluluk olarak ortaya çıkar.
Özgül bir dönemde, burjuvazinin "demokratik" yöntem ve “araçlarla” yönetmeyi, yeni politikaları uygulamayı imkânsız gördüğü anda, ülke hayatında faşizmin gelişmesi ve faşizmin kurulması eğilimi kaçınılmazdır. Yani Faşizm sermaye açısından siyasal bir zorunluluktan doğar. (4)
"Savaş çığırtkanlığı yapan burjuva politikacılar arasında faşizmin artık en moda meta haline gelmesi şaşırtıcı değildir." (10)
"Yeni savaşların hazırlanması için, Sosyal-Demokrasi kadar ciddi bir güç tarafından desteklense bile, Pasifizm tek başına yeterli değildir. Bunun için emperyalist merkezlerdeki kitleleri bastırmanın birtakım araçlarına da ihtiyaç vardır. Emperyalizmin geri cephesi güçlendirilmedikçe emperyalizm için savaşmak imkansızdır. İşçileri bastırmadan emperyalizmin arkasını güçlendirmek imkansızdır. Ve işte faşizm bunun içindir. " (10)
Hiç yorum yok