YENİ BİR FAZLA ÜRETİM KRİZİNE DOĞRU (III)
Okçuoğlu Ibrahim
5 Ağustos 2018 Pazar
Ekonomik krizin kaçınılmazlığı üzerine Marksist teorinin bazı açılımlarını tezleştirmekle yetiniyoruz.
Ekonomik krizin nedeni çoktur. Ama esas olan, her seferinde temel kapitalist ilişkilerin keskinleşmesidir:
1-Kriz olasılığının kriz gerçekliğine dönüşmesi
Kriz olasılığının kriz gerçekliğine dönüşebilmesi için birçok olgunun var olması gerekir. Bu olgular, kapitalizmin ilk gelişme aşamasında -basit meta üretiminde- yoktur.
“Bu olasılığın gerçeğe dönüşmesi, uzun bir dizi ilişkilerin sonucudur ve basit dolaşım açısından bunların varlıklar henüz söz konusu değildir.” (71).
2-Ekonomik kriz/fala üretim krizi ancak, kapitalizmin makineli üretim aşamasında mümkün olabilir
Fazla üretim krizinden bahsedebilmek için kapitalizmin makineli üretim aşamasına kadar gelişmiş olması gerekir. Çünkü ona özgü çelişkileri gelişmesinin bu son aşamasında bütün çıplaklığıyla açığa çıkar. Örneğin Türkiye'de kapitalizmin makineli üretim aşaması her ne kadar 1930'lu yılların sonunda hakim olmuşsa da, etkisini -dönemsel çevrim gücünü- ancak 1970'li yılların sonunda gösterebilmiştir. Bu nedenledir ki, Türkiye'de kapitalizmin ilk devresel krizi -fazla üretim krizi 1979-1981'de yaşanmıştır.
“Kapitalist topluma özgü çelişkiler, kendilerini en çarpıcı biçimde modern sanayinin yaşadığı ve doruk noktası genel kriz olan dönemsel çevrim değişikliklerinde hissettirir” (72).
3-Kapitalizmin çelişkileri ve ekonomik kriz
Dünya ekonomik krizinde, kapitalist ekonominin bütün çelişkilerinin keskinleşmesi ve kriz sürecinde de zorla uyumlu hale getirilmesi söz konusudur. Krizin seyri, kapsamı, derinliği, karakteri ise kapitalist ekonominin her bir tekil ögelerinin incelenmesiyle mümkün olabilir. Örneğin sanayi üretiminin durumu, kredi durumu vs.
“Dünya pazarı krizleri, burjuva ekonominin tüm çelişkilerinin gerçek yoğunlaşması ve zorla çeki düzene sokulması olarak görülmelidir. Bu krizlerde tıka basa yoğunlaştırılmış olan tekil etmenler, demek ki burjuva ekonominin her alanında ortaya çıkma durumundadır ve tanımlanmalıdır ve bu tekil etmenleri incelemekte ilerleme sağladığımız ölçüde, bir yandan bu çatışmanın daha çok yönünün izini sürmek gerekecektir, öte yandan, krizin daha soyut biçimlerinin birbirini izlediğinin ve daha somut biçimlerin içinde yer aldığının gösterilmesi gerekecektir” (73).
4-Ekonomik kriz, kapitalist ekonominin bütün çelişkilerinin yoğunlaşmış ifadesidir
“Burjuva ekonominin bütün çelişkilerinin görünümü olarak kriz” (74).
5-Ekonomik kriz ve sistem savunucularının demagojileri
Ekonomik kriz sürecinde kapitalist üretimin ve burjuva sistemin bütün çelişkileri açığa çıkar ve burjuvazi, sistem savunucuları gerçeği gizlemeye çalışırlar. Bunu nasıl yaptıklarını şimdi yaşanan kriz sürecinde de görmekteyiz Sayısı nedenden bahsederler; sermaye sahiplerinin hırsından, politikacıların yanlış kararlarında vb. bahsederler. Ama bunların hiçbirisi krizin gerçek nedeniyle ilişkili değildir (75).
6-Sermaye açısından krizin seyri
6.1-Ekonomik kriz ve kapitalizmin makineli üretim aşaması
Ekonomik kriz, kapitalizmin makineli üretim aşamasında ancak mümkünü olur ve bu kriz dönemsel olarak patlak verir. 1925'ten bu yana kapitalizmin gelişmesi bu gerçekliğin ifadesidir.
“Gerçekten, ilk genel krizin patlak verdiği tarih olan 1825 yılından bu yana, sanayi ve ticaret dünyasının tümü, uygar halklar ve onların az ya da çok barbar uyduları topluluğunun üretim ve değişimi, her on yıl dolaylarında bir kez şirazesinden çıkar. Ticaret durur, pazarlar tıkanmıştır, ürünler sürümsüz oldukları ölçüde yığılıp kalır, peşin para görünmez olur, kredi ortadan çekilir, fabrikalar kapanır, emekçi yığınlar fazla geçim gereci üretmiş olmaktan ötürü geçim gereçlerinden yoksun kalırlar, batkılar batkıları, zoraki satışlar zoraki satışları kovalar. Tıkanıklık yıllarca sürer; üretici güçler ve ürünler, birikmiş meta yığınları, sonunda değerlerinin az ya da çok altında bir fiyat üzerinden sürülene, üretim ve değişim yavaş yavaş canlanana değin, yığın halinde israf ve imha edilirler. Yavaş yavaş gidiş hızlanır, tırısa döner, sınai tırıs dörtnal olur ve bu dörtnal da sonunda, en tehlikeli atlamalardan sonra kendini yeni baştan çöküntü çukurunda bulmak üzere, bir sanayi, ticaret, kredi ve spekülasyon steeple chase'inde doludizgine değin yükselir. Ve hep aynı yineleme. İşte, 1825'ten bu yana beş kezden az yaşamadığımız ve şu anda (1877) altıncı kez olarak yaşadığımız durum” (76).
6.2-Krizler dönemselleşir/Çevrimli olur
“Babbage'a göre İngiltere'de makinenin ortalama üretimi 5 senedir; bundan dolayı reel olanı belki 10 senedir. Sabit sermayenin büyük ölçüde gelişmesinden bu yana sanayinin yaşadığı devreviliğin -bununla birlikte sermayenin toplam üretim aşamasının da- şu veya bu biçimde 10 senelik bir zamana tekabül ettiği şüphe götürmez. Başka belirleme nedenleri de bulacağız. Ama bu, nedenlerden biridir.
Tarım gibi...sanayi için de geçmişte iyi ve kötü zamanlar olmuştu. Ama karakteristik dönemlere, çağlara ayrılmış çok yıllık sanayi çevrimi büyük sanayiye özgüdür”(77).
Sanayi üretimi, konjonktür çevrimlidir ve bu çevrim kapitalizmin gelişmesinin ilk aşamalarında görülmez. Örneğin bir ülkede kapitalizm basit meta ve manüfaktür aşamasındaysa o ülkedeki kapitalist konjonktürde sermaye hareketi yasasından kaynaklanan bir çevrim olamaz. Ancak makineli üretim aşamasında bu çevrim söz konusu olur.
“Modern sanayinin, insanlık tarihinin daha önceki dönemlerinde görülmeyen bu kendine özgü yolu, kapitalist üretimin çocukluk döneminde de olanaksızdı” (78).
“Kullanılan sabit sermayenin değer büyüklüğü ile dayanıklılığı, kapitalist üretim biçiminin gelişmesiyle birlikte geliştiğine göre, sanayi ile sanayi sermayesinin ömrü her belirli yatırım alanında, birçok yılı, diyelim ortalama on yılı kapsayacak şekilde uzar. Sabit sermayenin gelişmesi, bir yandan bu ömrü uzattığı halde, öte yandan da, bu ömür, kapitalist üretim tarzının gelişmesiyle aynı şekilde devamlı olarak hız kazanan üretim araçlarındaki sürekli devrimler ile kısalır. Bu, üretim araçlarında bir değişiklik ve bunlar fiziki olarak tükenmeden çok önce manevi değer kaybı nedeniyle, sürekli yenilenmeleri zorunluluğunu getirir.
Modern sanayinin temel dallarında bu yaşam çevriminin ortalama on yıl olduğu varsayılabilir. Ne var ki, biz, burada, kesin rakamlar ile ilgili değiliz. Şu kadarı açıktır: bu süre içerisinde sermayenin sabit kısmı tarafından hareketsiz tutulduğu birkaç yılı kapsayan birbiriyle bağıntılı devirler çevrimi, devresel krizlere maddi bir temel sağlar. Bu çevrim sırasında, işler, birbirini izleyen durgunluk, orta derecede faaliyet, hızlanma ve kriz dönemlerinden geçer. Sermayenin yatırılmış olduğu dönemlerin birbirlerinden çok farklı olduğu ve zaman bakımından çakışmaktan çok uzak bulundukları doğrudur. Ama bir, daima geniş yeni yatırımların çıkış noktasını oluşturur. Bu nedenle, bir bütün olarak toplumun bakış açısından, bir sonraki devir çevrimine az çok yeni bir maddi temeli sağlarlar” (79).
6.3-Konjonktür çevrimi farklı aşamalardan oluşur
Konjonktür çevrimi aynı zamanda sanayi üretimi çevrimidir ve bu da birbirini takip eden farklı evrelerden/aşamalardan oluşur.
“Fabrika sisteminin özünde bulunan ve sıçramalarla genişlemesini sağlayan muazzam gücü ile bu sistemin dünya pazarına bağımlılığı, zorunlu olarak hummalı bir üretime yol açar ve bunu, pazarların mal fazlası ile dolması izlediği gibi, pazarların daralması da üretimi felce uğratır. Modern sanayi yaşamı, birbirini izleyen ılımlı faaliyet, gönenç, aşırı üretim, kriz ve duraklama dönemleri halini alır” (80).
6.4-Çevrimin evrelerinde değişim olabilir
Çevrimin evrelerinde, kapitalist üretimdeki gelişmeden kaynaklanan ve bu nedenle de yasallığı olan değişim olabilir: Örneğin durgunluk dönemi uzayabilir.
“Her on yılda bir sanayinin seyri, genel bir ticari krizle sert bir kesintiye uğruyordu. Bunu, kronik halsizliğin uzun bir döneminden sonra kısa, birkaç yıllık bir gönenç dönemi izliyor ve her zaman hummalı bir aşırı üretim ve onun sonucu olan yeniden çöküşle sona eriyordu...
1866 krizini gerçekten de 1873 dolayında kısa süreli ve hafif bir ticari yükseliş takip etti, ama bu uzun sürmedi. Gerçekte, olması beklenen zamanda, 1877 ya da 1878'de tam bir krizden geçmedik. Ama 1876'dan bu yana bütün başat sanayi kollarında süreğen bir durgunluğa girdik. Ne tam çöküntü geldi ne de çöküntü öncesi ve sonrasında hak ede geldiğimiz özlenen gönenç. Öldürücü bir sıkıntı, bütün iş kollarında ve bütün pazarlarda süreğen bir mal fazlalığı - yaklaşık on yıldır yaşadığımız bu. Bu nasıl oluyor?
…Modern sanayinin koşulları, buhar gücü ve makine donanımı; yakıt, özellikle kömür olan her yerde yerine getirilebilir ve İngiltere'nin yanı sıra başka ülkelerde -Fransa, Belçika, Almanya, Amerika, hatta Rusya'da- kömür vardır. Ve oralardaki insanlar, sırf İngiltere'nin şanı-şerefi ve daha büyük bir zenginlik elde etmesi uğruna, İrlandalı yoksul çiftçilere dönüştürülmenin hiçbir yararı olmadığını gördüler. Kararlı bir biçimde, yalnızca kendileri için değil, ama dünya için mal üretimine giriştiler ve sonuç şu ki, İngiltere'nin neredeyse bir yüzyıldır tadını çıkardığı imalat tekeli geri döndürülemeyecek biçimde kırıldı...
Bu tekel ayakta kaldığı sürede bile pazar, İngiliz sanayinin artan üretkenliğine ayak uyduramıyordu; sonuç, on yıllık bunalımlardı” (81).
Demek ki konjonktür çevriminde -burada durgunluk aşamasının uzaması- ilk değişim 1880'li yıllarda yaşanmıştır.
Engels konjonktür çevrimindeki değişimle ilgili olarak Kapital'in 3. cildindeki bir dipnotunda da şöyle der: “Bir başka yerde de değindiğim gibi -Kapital, Birinci Cilt, s. 37-38- son büyük genel krizden beri burada bir değişiklik olmuştur. Daha önceki on yıllık döngüleriyle, devresel süreçlerin had biçimi, yerini -çeşitli sanayi ülkelerinde çeşitli zamanlarda yer alan- işlerde nispeten kısa ve hafif bir iyileşme ve nispeten uzun ve kararsız durgunluk arasında değişen, daha kronik ve daha uzun süreli biçimlere bırakmış görünmektedir. Ama bu, belki de, yalnızca, döngülerin sürelerinin uzaması sorunudur. Dünya ticaretinin ilk yıllarında, 1815-47 arasında, bu döngülerin yaklaşık beş yıl sürdüğü gösterilebilir; 1847 ile 1867 arasında, döngü açıkça on yıldır; şimdi, acaba, bugüne değin eşi görülmemiş yeni bir dünya krizinin hazırlık aşamasında mı bulunuyoruz? Pek çok şey bu yöne işaret ediyor“ (82).
Engels'in “Pek çok şey bu yöne işaret ediyor” dediği gelişme 1930'lu yıllarda ve 1970'lerden sonra da süreklilik kazanmıştır; İnişli-çıkışlı durgunluk.
Uzun süren, krize götürmeyen, ama yükselişe de götürmeyen bu durgunluk durumunu Stalin “özel cinsten bir durgunluk” diye tanımlar:
“Açık ki burada, sanayin çöküşünün derin noktasından, sanayi krizinin derin noktasından bir depresyona geçişle, ama mutat bir depresyona değil, bilakis sanayi yeni bir yükselişe, açılıp-gelişmeye götürmeyen, ama onu çöküşün derin noktasında geri götürmeyen özel cinsten bir depresyonla karşı karşıyayız” ( aç. İ.O) (83).
Stalin'in tanımladığı bu durgunluk 1970'lerden bu yana dünya kapitalist ekonomisinde konjonktürün süreklilik kazanmış; yasallığı olan bir aşaması olmuştur.
6.5-Çevrimde yıl sayısı mutlak değildir
Çevrimin, konjonktürün 10 veya 11 veya 12 sene olmasında, yani süresinde bir mutlaklık, bir yasallık yoktur. Yasallık çevrimin olmasındadır.
„Şimdiye kadar böylesi çevrimlerin periyodik süresi on veya on bir senedir. Ama bu sayıyı değişmez (sabit) olarak görmek için hiçbir neden yok. Tersine, geliştirdiğimiz kapitalist üretimin yasalarından hareketle bu sürenin değişken olduğu ve çevrimlerin periyotlarının aşamalı olarak kısalacağı sonucuna varılabilir“ (84).
Kapitalizmin gelişmesi, konjonktür çevriminin bazı dönemlerde kısaldığını 5 ila 8 sene arasında değiştiğini göstermektedir. Örneğin I. Dünya Savaşı sonrasında 20 yıl içinde üç krizin yaşanması. Son olarak 1990-1994 krizini 2000-2004 ve bu krizi de 2008 krizinin takip etmesi çevrim süresinde bir kısalmanın olduğunu göstermektedir.
6.6-Sanayi çevrimi kendi kendini yineler ve yeniler
Sanayi çevrimi/devreviliği bir defa başlarsa, kendi kendini yeniler/yineler. Çevrimin her bir aşamasında üretim koşulları, üretimin kapsamı, üretici güçlerin durumu farklıdır.
“Sınai çevrim öyle bir niteliktedir ki, bir kez ilk hareket verildi mi, aynı devrenin, devresel olarak kendi kendini yeniden üretmesi gerekir. Gevşeme dönemi boyunca üretim, bir önceki çevrimde ulaştığı ve şimdi kendisi için gerekli teknik temelin kurulduğu düzeyin altına düşer. Gönenç döneminde -ara dönemde- bu temel üzerinde gelişmeye devam eder. Aşırı üretim ve spekülasyon döneminde, üretim sürecinin kapitalistçe sınırlarını aşana kadar, üretken güçleri sonuna dek zorlar”(85).
6.7-Kısmi krizler genel krize dönüşebilir
Krizin genel krize dönüşmesi:
-Bir fazla üretim krizinin genel bir krize dönüşmesi için veya krizi böyle tanımlamak için belli başlı ürünleri -sektörleri- etkilemesi yeterlidir.
“Bir krizin (yani fazla üretim krizinin de) genel olması için, belli başlı ticaret mallarını etkilemesi yeterlidir” (86).
-Kapitalist üretim biçiminde dönemsel patlak veren fazla üretim krizinin yanı sıra kısmi krizler de, ara krizler de patlak verebilir. Bu krizlerin doğrudan kapitalist ekonomiden kaynaklanan nedenleri olabileceği gibi, doğrudan ekonomiden kaynaklanmayan nedenleri de olabilir. (Ara kriz sorununu aşağıda ele alacağız).
“Söylemeye gerek yok, bu gözlemlerimizin tümünde, tek tek bazı alanlarda çok fazla üretim yapılmış olabileceği ve bu nedenle başka alanlarda çok az üretilmiş olabileceği yadsınmamıştır; şu halde dengesiz üretimden kısmi krizler doğabilir (ne var ki dengesiz üretim her zaman yalnızca rekabet temelindeki dengesiz üretimin sonucudur) ve bu dengesiz üretimin genel biçimi, sabit sermayenin aşırı üretimi ya da öte yandan döner sermayenin aşırı üretimi biçiminde kendini gösterir. (Eğirme makineleri icat edildiği zaman, dokumacılığa oranla aşırı iplik üretimi olmuştu. Dokumacılığa mekanik dokuma tezgahları gelince bu dengesizlik giderildi)” (87).
7-Kriz sürecinde nakit ve sabit sermaye arasındaki orantılı denge bozulur
Kriz sürecinde nakit/akışkan ve sabit sermaye arasındaki orantılı ilişki bozulur. Bu durum, bankaları etkilediği gibi, bankaların tavrının da bir sonucu olabilir. Şimdi yaşana kriz sürecinde bankaların etkilenmesi ve kredi üzerinden de etkide bulunması bunun ne anlama geldiğini göstermektedir.
“Zamanımızda hemen her ticaret krizi, nakit ve sabit sermaye arasındaki doğru orantının ihlal edilmesiyle bağ içindedir. Doğrudan amacı, mümkün olduğunca ülkenin ödünç alınan sermayesini demir yollarına, kanallara, madenciliğe, tersanelere, buharlı gemilere, demir işletmelerine ve başka sanayi işletmelerine, ülkenin üretim olanaklarını hesaba katmadan yatırmak olan büyük bankalar gibi bir kurumun etkisinin sonucu ne olmalıdır?” (88).
8-Kriz sürecinde kapitalizmin bütün çelişkileri “kolektif” açığa çıkar
Bütün fazla üretim krizlerinde kapitalist ekonominin bütün çelişkileri, birbirini etkileyerek; “kolektif” olarak açığa çıkarlar. Özgün krizlerde ise durum değişiktir. Bu türden krizlerde, örneğin sadece petrolle sınırlı kalan bir kriz, kapitalist üretimin çelişkileri tek yanlı, yalıtılmış ve dağınık olarak açığa çıkarlar.
“Genel dünya pazarı krizlerinde burjuva üretimin bütün çelişkileri, kolektif olarak patlak verir; belirli (içerikleri ve genişlikleri belirli) krizlerde patlamalar ara aradır, yalıtılmıştır ve tek yanlıdır” (89).
9-Para ve Kredi Kıtlığı
9.1-Kriz döneminde nakit para önem kazanır
Yaşanan krizde de gördüğümüz gibi ekonomik kriz sürecinde nakit para oldukça önem kazanır.
“Krizlerde nakit paranın sahip olduğu anlam,...yükümlülüklerin yenine getirilmesinden; kopan dolaşımın (metaların alımı ve satımı) yanı sıra mecburi satışlardan bir mecburi dolaşımın gerçekleşiyor olmasıdır” (90).
9.2-Paranın işlevi ve çelişkisi
Paranın işlevi, kullanılma amacına, kullanıldığı döneme -kriz süreci veya değil- göre değişir ve kendine özgü çelişkileri açığa çıkar.
Ödeme aracı olarak paranın işlevi doğrudan çelişki taşır: Örneğin borç ödemelerini yerine getirirken para, sadece düşünsel olarak bir değer ölçüsüdür.
Gerçek ödeme yapılırken para, dolaşım aracı (bütün metalar için mübadele aracı) olarak ortaya çıkmaz. Burada para, artık metaların mübadelesinde geçici bir etken olmaktan çıkmıştır. Burada para, toplumsal emeğin bireysel cisimleşmesi olmuştur; para, artık burada, değişim değerinin bağımsız varlık biçimi olmuştur, mutlak metadır.
Paranın işlevindeki bu çelişki kriz dönmelerinde oldukça açık bir şekilde görülür (91).
9.3-Kriz ve para-para dönemi
Dolaşımdaki para miktarı, konjonktürün yükseliş aşamasında en yüksek seviyesine ulaşır. Konjonktürün bu aşamasında aşırı üretim ve dizginsiz spekülasyon gündemdedir. Ama kriz patlak verir vermez, para da piyasadan kaybolur. Artık herkes; her kapitalist ödeme derdine düşmüştür. Ödeme yapmak için de nakit para gereklidir, ama kriz döneminde para bulmak deveye hendek atlatmaktan daha zordur (92).
9.4-Para, kredi, poliçe ve kriz
Kriz döneminde ödeme yapmak için paraya ihtiyaç artar; ödeme aracı olarak para kıtlığı vardır. Para kıtlığı politik kararlarla açıklanabilir. Ama bunun gerçekle ilişkisi yoktur. Bu, krizin politik yanlış kararla açıklanması demektir. Ama hiçbir yanlış karar krizin nedeni olamaz. Kredinin belirleyici önemi olduğu bir üretim sisteminde; kapitalizmde kredi kıtlığı başlayınca ödeme yapmak için nakite duyulan ihtiyacın artması; ödeme aracı olarak para arayışı doğaldır.
“İlk bakışta, insanlar olup biteni bir kredi, para krizi olarak algılarlar. Gerçekten de söz konusu olan, poliçenin paraya çevrilme sorunudur... Poliçeler ise çoğunlukla gerçek alım ve satımı temsil ederler. Ama bu poliçeler; alım ve satım, toplumsal gereksinimin çok üstünde genişlemiştir. Bu durum krizin esas nedenini oluşturur. Bu gerçekliğin yanı sıra bu poliçelerin çok önemli bir kısmı dolandırıcılığın ta kendisidir; kriz döneminde bütün bu dolandırıcılık açığa çıkar. Bunun yanı sıra başkalarını sermayesi ile yapılan spekülasyonlar da arka arkaya sabun köpüğü gibi patlar. İsterseniz buna poliçe köpüğü de diyebilirsiniz. Satılmayan metalar, geriye dönüşü olmayan sermaye hareketi; işte bütün bunlar da poliçeler tarafından temsil edilir”. Devlet durumu kurtarmak için „bütün dolandırıcılara, senetleri yoluyla değersiz sermaye verir ve değer kaybetmiş bütün metaları eski nominal değerleri üzerinden satın alır” ama bu da çare değildir. Marks'ın Kapital'in III. Cildine yazdığını 2008 yılında Bush “kurtarma paketi”yle doğrular. Demek ki aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen burjuvazi hala bir şey öğrenmemiş! Dün İngiltere Bankası'nın yaptığını bu gün Fed yapıyor veya herhangi bir merkez bankası yapıyor (93).
9.5-Faiz ile konjonktür aşamaları arasındaki ilişki
Faiz ile konjonktür devreviliği arasında ilişki vardır:
Düşük faiz genellikle gönenç dönemlerinde veya da aşırı kar dönemlerinde görülür. Faizdeki yükseliş konjonktürün gönenç döneminden ayrı düşebilir veya da tam tersi söz konusu olabilir. Bu dönemde faiz tefecilik boyutlarını da alabilir.
Ama durgunluk döneminde düşük faiz ve canlanma döneminde de yükselen bir faiz hareketi görülebilir.
Açık ki faiz oranı, ödeme aracı olarak paraya en çok ihtiyaç duyulduğu önemlerde yükselir. Faiz oranlarında artış, değerli kağıtların fiyatında düşmeyi beraberinde getirir. Ve elinde nakit bulunduranlar, ileride kar beklentisiyle, fiyatları düşmüş değerli kağıtları satın alarak “iyi” bir ticaret yapmış olurlar (94).
9.6-Faiz, kriz patlak verince azami seviyesine ulaşır
Şimdi yaşandığı gibi, kriz sürecinde kredi darlığı baş gösterir, ödemelerde tıkanma olur; yeniden üretim süreci felce uğrar; nakit paraya ihtiyaç artar.
“Faiz, yeni bir kriz başlar başlamaz... tekrar en yüksek düzeyine ulaşır. Kredi birdenbire kesilir, ödemeler durur, yeniden üretim süreci felce uğrar, ve daha önce sözü edilen istisnalar ile, aşırı bol bir atıl sanayi sermayesi, neredeyse mutlak bir borç sermaye yokluğu ile yan yana görülür. Genellikle, borç sermayesinin faiz oranında ifadesini bulan hareketi, sanayi sermayesinin hareketiyle zıt yöndedir” (95).
9.7-Para krizi ve ekonomik kriz
Bazı para krizleri, fazla üretim krizlerinin bir aşaması olarak açığa çıkarlar. Ama bazı para krizlerinin ise fazla üretim krizleriyle ilişkisi yoktur; bunlar, para krizi olarak tanımlanan özgün krizlerdir, üretim ve ticareti dolaylı etkilerler. Para sermaye hareketinden kaynaklanan, banka, borsa, mali kriz olarak bilinen bu krizler, politik kararlarla yönlendirilebilirler.
“Para krizi,... her genel krizin bir aşaması olarak, kendilerine gene para krizi adı verilen, ama kendi başlarına ortaya çıkabilen ve böylece ticaret ve sanayi üzerinde ancak dolaylı bir etki yapan özel tür krizlerden açıkça ayırt edilmelidir.
Bu krizler, para sermayesi ekseni etrafında döndüğü için, doğrudan doğruya hareket alanı da, bu sermaye, yani bankalar, borsalar ve mali çevrelerdir” (96).
10-Meta sermayenin değersizleşmesi sonucunda doğan meta sermaye fazlalığı
10.1-Kriz döneminde metaların fiyat değişimi, meta sermayenin kıyımı; değersizleşmesi anlamına gelir
“Çoğu zaman krizlerden önce, kapitalist üretimin mal fiyatlarında genel bir enflasyon olur. Bu nedenle izleyen çöküntüye hepsi katılır ve eski fiyatlarıyla, piyasada bir bolluğa neden olurlar. Pazar, düşen fiyatlarda, maliyet fiyatının altına düşen fiyatlarda, eski fiyatlardan emebileceğinden daha büyük bir bölümünü emebilir. Meta fazlası her zaman görelidir; başka deyişle fazlalık, belli fiyatlarda bir fazlalıktır. Sonradan metaların emildiği fiyatlar üretici ya da tüccar için yıkıcıdır” (97).
10.2-Kriz sürecinde sanayi sermayesi bolluğu yaşanır
Meta sermayesi aslında para sermayedir; yani metaların fiyatlarında ifadesini bulan belli bir miktardaki değerdir. Kullanım değeri olarak bu nesneler pazarda bol miktarda bulunurlar. Ama para sermaye olarak sürekli, genişlemeye ve daralmaya tabidirler (98).
10.3-Kriz dönemi; kredi kıtlığı dönemi, sanayi sermayesi bol miktarda olduğu dönemdir
Kriz döneminde her kapitalistin, her tekelin, satılması gereken bolca ürünü vardır, ama satamaz ve satmak zorundadır. Çünkü ödeme yapması gerekir. Tam da bu nedenden dolayı -kredi kıtlığının azami olduğu bu dönemde yeniden üretim sürecinde faal olamayan sermaye miktarı -sanayi sermayesi- en üst düzeydedir. Yani yatırılmış sermaye kullanılamamaktadır, çünkü yeniden üretim süreci tıkanmıştır. Yaşanan kriz bunu gösteriyor: fabrikalar kapanıyor, hammaddeler yığılıyor, pazarlar satılmayan ürünlerle dolup taşıyor (99).
10.4-Kriz döneminde sermaye, hareketini zararla tamamlayabilir
Pazarda bolca bulunan -satılmadığından dolayı- ürünlerin, en azından bir kısmı ancak ve ancak fiyatlarındaki düşüşle dolaşım ve yeniden üretim sürecini (P-M-P) tamamlayabilir. Buradaki fiyat düşüşü, sermayenin değersizleşmesinden; sermaye kıyımından başka bir anlam taşımaz. Aynı şekilde sabit sermaye de (makineler, iş araçları, binalar) değersizleşir, kıyıma uğrar (100).
10.5-Fiktif sermayenin (Değerli kağıtların) değersizleşmesi
Meta formundaki sermaye -ürün- potansiyel para sermayedir; yani M-P'deki M (meta), aslında P'dir (paradır). Ama M'nin P olması için satılması; paraya dönüşmesi gerekir. Ne var ki, kriz döneminde bu M; meta sermaye P'ye dönüşme; paraya dönüşme özelliğini kaybeder. Aynı durum, fiktif sermaye ve para sermaye olarak borsada işlev görüyorlarsa faiz taşıyan değerli kağıtlar için de geçerlidir; Bu kağıtların fiyatı, faizin artmasıyla düşer. Kredi darlığından dolayı da fiyatları düşer; çünkü nakit sahibi olmak için bu kağıtların sahibi onları yoğun bir şekilde pazarlar. Böylesi dönemlerde hisse senetlerinin de fiyatı düşer. Demek ki kriz döneminde fiktif para sermaye büyük ölçüde değersizleşir ve böylece sahiplerinin bunları satarak para elde etme şansı da azalır. Aynen şimdiki krizde yaşandığı gibi (101).
10.6-Gelecekteki olasılığı satın almak, zarar etmek demektir
“Sermayenin değerinin yalnızca gelecekteki artı değerden, pay talebi biçimindeki kısmı, yani aslında, çeşitli şekillerdeki üretimden bono biçiminde kâr talebi, hesaplandıkları gelirlerdeki düşme nedeniyle hemen değer kaybına uğrar” (102).
10.7-Fiktif sermayedeki, tahvillerdeki, senetlerdeki düşüşün anlamı ve kriz
Bunlardaki düşüş iflasla -bu durumda bir devletin veya tekelin iflası- sonuçlanmıyorsa, zenginlik/varlık el değiştiriyor demektir; bunları kriz döneminde ucuza ele geçiren yeni zengin olandır, kaybeden de daha önceki sahipleridir. Yaşanan kriz bu türden varlıkların el değiştirdiğini de göstermektedir (103).
10.8-Kriz döneminde meta fiyatı hareketi
Kriz döneminde meta fiyatları genel anlamda, görece para değerinin artışı olarak düşer ve konjonktürün açılıp-serpilme döneminde ise tam tersi olur; meta fiyatları, görece para değerinin düşmesi olarak artar.
“Böylece, sınai çevrim aşamasında iken, meta fiyatlarındaki genel bir düşme, paranın değerinde bir yükselme olarak, gönenç evresinde ise, meta fiyatlarında genel bir yükselme, paranın değerinde bir düşme olarak ifade edilir.
Currency School denilen okul, bundan, paranın, dolaşımda, fiyatların yüksek olduğu zaman çok az, düşük olduğu zaman çok fazla bulunacağı sonucunu çıkartır. Bunların bilgisizlikleri ve olguları tamamen yanlış anlamaları, bu birikim olayını, bazen çok az, bazen da çok fazla ücretli emekçi bulunuyor diyerek yorumlayan iktisatçılar ile tam bir paralellik gösterir” (104).
10.9-Kriz ve üretken sermaye kıyımı/yok edilmesi
Kriz sürecinde iki türden sermaye kıyımı söz konusu olur:
Birinci durumda: Üretim süreci tıkanır, çalışma süreci sınırlanır veya tamamen durur; bu, işletmenin kapanması ve işçilerin sokağa atılması demektir. Burada gerçek sermaye kıyıma uğrar; kullanılmayan makine sermaye olmaktan çıkar; sömürülmeyen iş gücü, kaybedilen artı değer, üretim demektir; kullanılmayan hammadde, sermaye olmaktan çıkmış demektir. Aynı durum işletme binaları için de geçerlidir. Stoklanan ürünler de keza sermaye kıyımı demektir.
İkinci durumda: Kriz sürecinde sermaye kıyımı, krizin değer kütlesini değersizleştirmesi; yani ileride, krizden çıktıktan sonra yeniden üretim sürecinde yeniden sermaye olarak kullanılmasının engellenmesi anlamına da gelir. Burada söz konusu olan, fiyatların düşmesidir. Burada kullanım değeri yok edilmiyor; sadece birisi, fiyatların düşmesinden dolayı zarar ediyor, ama diğeri kazanıyor. Böylece kriz döneminde sermaye olarak etkide bulunması gereken değer kütlesi, aynı elde/işletmede sermaye olarak kendini yenileyemiyor. Böylece kriz, bazı kapitalistleri, iflasla eski kapitalist yapıyor (105).
10.10-Kriz ve yeniden üretim ilişkisi
Üretimde tıkanma veya genel olarak ekonomik kriz, yeni M-P-M hareketini; genişletilmiş yeniden üretimi hazırlar. Yani yeni bir konjonktürün başlangıç noktasını oluşturur.
“Böylece üretimde meydana gelen durgunluk -kapitalist sınırlar içerisinde- gene üretimde daha sonraki bir genişlemeyi hazırlamış olabilir.
Ve böylece, devre yeni baştan başlamış olur. Sermayenin, işlevsel durgunlaşma sonucu değer kaybına uğrayan kısmı, eski değerini tekrar kazanabilir. Bundan sonra, aynı kısır döngü, genişlemiş üretim koşulları altında, genişlemiş bir piyasa ve artmış üretici güçlerle bir kez daha çizilmiş olur”(106).
11-Kar oranı ve kriz
11.1-Kar oranı ve üretimde yeni yöntem kullanma kıstası
Kapitalist, yeni teknolojiyi, yeni üretim yöntemlerini ancak ve ancak karını arttıracağı için kullanır. Artı değer oranını yükseltmeyen yeni teknoloji ve yeni üretim yöntemleri, kapitalist bakımından yeni olamaz. Üretimde yeni yöntem daha ucuza ve daha seri üretim demektir. Ancak bunu sağlıyorsa kapitalist tarafından kullanılır. Bu, aynı zamanda rekabetin kaçınılmaz bir gereğidir (107).
11.2-Düşen kar oranı...
“Kâr oranı düştüğünde, bir yandan, bireysel kapitalistlerin, gelişmiş yöntemler vb. ile kendi metalarının değerini, toplumsal ortalamanın altına düşürebilmelerini ve böylece, o günkü piyasa fiyatlarında fazladan bir kâr gerçekleştirebilmelerini sağlamak için, sermaye gayrete gelir. Öte yandan, hepsi de, genel ortalamadan bağımsız ve bu ortalamayı aşan fazladan bir kâr koparma amacına dayalı yeni üretim yöntemleri, yeni sermaye yatırımları, yeni serüvenler ile gözü dönmüşcesine girişimler yoluyla, bir kapkaççılık ve bu kapkaççılığı yaygın hale getiren ve isteklendiren bir ortam belirir” (108).
“Kâr oranında bir düşme ile birlikte, emeğin üretken bir biçimde kullanılması için bireysel bir kapitaliste gerekli olan asgari sermayede bir yükselme olur; ... Bununla birlikte yoğunlaşma artar, çünkü, belli sınırların ötesinde, küçük bir kâr oranı ile büyük bir sermaye, kâr oranı yüksek küçük bir sermayeden daha hızlı birikir. Belli yükseklikte bir noktadan sonra, bu artan yoğunlaşmanın kendisi de, kâr oranında yeni bir düşmeye yola çar. Küçük, dağınık sermaye kitleleri, böylece zorla, spekülasyon, kredi sahtekârlıkları, hisse senedi dolandırıcılığı ve krizlerle dolu maceralı bir yola itilmiş olurlar” (109).
11.3-Yükselen kar oranı...
“Kâr oranı, yani sermayedeki nispi artış, her şeyden çok, kendilerine bağımsız bir yer bulmaya çalışan bütün yeni sermaye sürgünleri için önemlidir...Kâr oranı, kapitalist üretimin itici gücüdür. Nesneler , ancak, bir kâr ile üretilebildikleri sürece üretilir“ (110).
“...Toplam sermayenin kendini genişletme oranı ya da kâr oranı, kapitalist üretimin (tıpkı sermayenin kendini genişletmesinin onun tek amacı olması gibi) dürtüsü olduğu için, ondaki düşme, yeni bağımsız sermayelerin oluşumunu yavaşlatır ve böylece, kapitalist üretim sürecinin gelişmesi için bir tehditmiş gibi görünür. Bu düşme, aşırı üretimi, spekülasyonu, krizleri ve artı nüfusla birlikte artı sermayeyi besleyip büyütür“ (111).
“Mevcut sermayenin devresel değer kaybı -kar oranındaki düşmeyi durdurmak ve yeni sermaye oluşturma yoluyla sermaye-değer birikimini hızlandırmak için, kapitalist üretim tarzına özgü araçlardan birisi- sermayenin dolaşımı ve yeniden üretim süreçlerinin yer aldıkları belirli koşulları bozar ve bu yüzden, üretim sürecinde ani duraklamalara ve krizlere yol açar” (112).
12-Dış ticaret ve kriz
İhracat ve ithalat üzerinden de ülkeler krize girerler veya kriz boyutlarında olmasa da etkilenirler. Dış ticaret üzerinden krize girmek, bu durumda olan ülkelerin bazılarının aşırı derecede para sermaye ve meta ihraç ettikleri ve bazılarının da aşırı derecede para sermaye ve meta ithal ettikleri anlamına gelir. Bir ülke her iki durumda da olabilir; yani aşırı derecede para sermaye ve meta ihraç ederken, aynı zamanda aşırı derecede para sermaye ve meta ithal edebilir. Her halükarda dış ticaret üzerinden krize girmenin ödeme bilançosuyla bir ilişkisi yoktur. Kriz, önce, en çok kredi veren ama az kredi alan bir ülkede patlak verebileceği gibi, az kredi veren ama çok kredi alan bir ülkede de patlak verebilir. İkinci duruma genellikle „yükselen pazarlar“ diye tanımlanan ülkeler ve birinci duruma da emperyalist ülkeler örnektir. 1929'da ABD bu durumdaydı; en çok kredi veren ve en az kredi alan ülke.
Dış ticaret, aynı zamanda bir ülkede aşırı ihracat, başka bir ülkede ise aşırı ithalat anlamına da gelir; böylece bütün ülkelerde bir aşırı ithalat ve aşırı ihracat yapılmış olur. Aşırı meta ve para sermaye ithalatı ve ihracatı, aşırı üretim demektir ve bu üretim kredi ile teşvik edilmiş olur; kriz döneminde ülkelerin, aşırı ürettikleri (ihraç ettikleri) ve aşırı ticaret yaptıkları (ithal ettikleri) görülür. Kriz patlak verdiğinde her ülke ödemeler dengesini sağlamak derdine düşer; her tarafta aynı çöküş görülür; kredi darlığı baş gösterir. Tabii bu arada çekilen sermaye sıkıntısı vb. krizin görüngüsü olarak değil de nedeni olarak algılanabilir (113).
Sonuç olarak:
Periyodik krizler makineli üretim aşamasında olan kapitalizmin, sanayi kapitalizminin ürünüdür. Kapitalizm, makineli üretim aşamasına 19. yüzyılın ilk çeyreğinde geçti. Şüphesiz ki, daha önceleri de krizler vardı. Ama bunlar belli bir periyodu olmayan, özgün nedenlerden kaynaklanan krizlerdi (para, banka spekülatör krizleri vs.). Kapitalizmin makineli üretim aşaması öncesinde (basit kapitalist ve manüfaktür aşaması) kriz çevriminden bahsedilemez.
Makineli üretim aşamasındaki kapitalizmde krizin olasılığının gerçekliğe dönüşmesinin koşulları doğmuştur. Bu krizlerin nedenleri, kapitalist ekonominin genel çelişkilerinde aranmalıdır.
Toplumsal üretici güçlerin açılıp serpilmesiyle kapitalist üretim biçiminin temel çelişkisi de gelişir. Bu, üretimin toplumsal karakteriyle el koyuşun kapitalist karakteri arasındaki çelişkidir. F. Engels’in dediği gibi, “yeni üretim biçimine kapitalist karakterini veren bu çelişkide günümüzün bütün çatışması embriyon halinde vardır.” (aç. E.) (114).
Bu temel çelişki, kapitalist üretim biçiminin periyodik krizlerinin de nedenidir. Marksistler, ekonomik krizleri bu çelişkiden hareketle açıklamışlardır.
Stalin; “Krizin nedeni, üretimin toplumsal karakteri ve üretimin sonuçlarına el koyuşun kapitalist biçimi arasındaki çelişkidedir” (115).
Şüphesiz ki bu çelişki; üretimin toplumsal karakteriyle ürüne el koyuşun kapitalist karakteri arasındaki temel çelişki, krizlerin son, nihai nedenidir. Bu çelişki, doğrudan krize neden olmaz. Ama bu çelişkinin açılıp serpilmesi, kapitalist üretim biçiminin krize neden olan çelişkilerini açığa çıkaran çatışmaları/çelişkileri takip eder. Bunların neler olduğunu yukarıda açtık:
-Üretim ile pazar arasındaki çelişki.
-Çeşitli üretim dalları arasındaki çelişki.
-Ortalama kar oranı.
-Kar oranının eğilimli düşüşü.
-Kredi mekanizmasının gelişmesi.
-Dünya pazarının durumu.
Bunlar, aynı zamanda, konjonktüre/krize neden olan faktörlerdir.
Fazla üretim krizi, belirttiğimiz bu çelişkilerin ve faktörlerin gelişmesinin bir sonucu olarak, zorunlu olarak patlak verir. Burada önemli olan, bu çelişkilerden ve faktörlerden hangisinin veya hangilerinin en önemli olduğu değil, bunların ekonomide krizin patlak vermesini zorunlu kılacak derecede gelişmiş olmalarıdır. Kapitalizmin makineli üretim aşamasında bu gelişmenin, krizin zorunluluğunun veya kriz olasılığının gerçekliğe dönüşmesi zorunluluğunun maddi koşulları vardır.
Konjonktürü etkileyen faktörler çok çeşitli olabilir. Ama bunların başında ve öncelikle kast edilen, devletin ekonomiyle ilgili tedbirleridir. Devlet, aldığı tedbirlerle, örneğin kredi olanakları sunarak, teşvik ederek krizin patlak vermesini geciktirebilir, ama krizin gelişini engelleyemez. Devletin/hükümetin tedbirleri, iradidir, nesnel gerçekliği, krizin yasallığını ancak etkileyebilir, ortadan kaldıramaz.
Marks, kriz olasılığı ve krizin zorunluluğu arasında fark görüyor. Hangi koşullarda kriz olasılığının, kriz olasılığı olarak kalacağını, hangi koşullarda kriz olasılığının gerçekliğe, krizin zorunluluğuna dönüşeceğini açıklıyor. Bu açıklama, aynı zamanda, kapitalist üretim biçiminin aşamaları arasındaki farkı da gösterir. Kapitalizmin ilk iki aşamasında (basit kapitalist üretim ve manüfaktür) kriz olasılığı söz konusuyken, kapitalizmin üçüncü/sonuncu aşaması olan makineli üretimde kriz, bir zorunluluktur.
1)Marks, periyodik krizlerin olasılığını üretim sürecinin dolaşım aşaması özelliklerinden (116) hareketle açıklamıştır. Ve nihayet kriz, “ancak dolaşım sürecinde (aç. M.) açığa çıkar” (117).
2)Marks, konjonktür çevriminin zorunluluğunu görece artı değer üretiminin özgül özelliklerinden hareketle açıklar (118).
Ne kapitalist üretimin kendisi ve ne de artı değer üretimi, kendiliğinden konjonktür çevrimiüretemez. Burada söz konusu olan, ekonomik krizin dönemsel patlak vermesinin nedenidir. Sorun şu; fazla üretim krizleri neden belli aralıklarla patlak veriyorlar, dönemsellik nereden kaynaklanıyor? Ekonomik krizler, toplumsal görünümdür. Bundan dolayı krizlerin dönemselliği de toplumsal yasalarla açıklanmalıdır. Marks, kriz çevriminin temelini sabit sermayenin dönüşümünde keşfetmiştir.
Bu konuda Marks: “Kullanılan sabit sermayenin değer büyüklüğü ile dayanıklılığı, kapitalist üretim biçiminin gelişmesiyle birlikte geliştiğine göre, sanayi ile sanayi sermayesinin ömrü her belirli yatırım alanında, bir çok yılı, diyelim ki ortalama on yılı kapsayacak şekilde uzar. Sabit sermayenin gelişmesi bir yandan bu ömrü uzattığı halde, diğer yandan da bu ömür, kapitalist üretim biçiminin gelişmesiyle aynı şekilde devamlı olarak hız kazanan üretim araçlarındaki sürekli devrimler ile kısalır. Bu, üretim araçlarında bir değişiklik ve bunlar fiziki olarak tükenmeden çok önce manevi değer kaybı nedeniyle, sürekli yenilenmeleri zorunluluğunu getirir. Modern sanayinin temel dallarında bu yaşam süresinin ortalama on yıl olduğu var sayılabilir. Ne var ki biz, burada kesin rakamlarla ilgili değiliz. Şu kadarı açıktır; bu süre içerisinde sermayenin sabit kısmı tarafından hareketsiz tutulduğu birkaç yılı kapsayan birbiriyle bağıntılı devirler çevrimi, devresel krizlere maddi bir temel sağlar. Bu çevrim sırasında işler birbirini izleyen durgunluk, orta derecede faaliyet, yükselme ve kriz dönemlerinden geçer. Sermayenin yatırılmış olduğu dönemlerin birbirlerinden çok farklı olduğu ve zaman bakımından çakışmaktan çok uzak bulundukları doğrudur. Ama bir kriz, daima geniş yeni yatırımların çıkış noktasını oluşturur. Bu nedenle, bir bütün olarak toplumun bakış açısından, bir sonraki devir çevrimine az çok yeni bir maddi temeli sağlarlar” (119).
Kriz çevriminin zorunluluğunu veya ekonomik krizlerin devreselliğinin maddi temelini Marks, sabit sermayenin dolaşımında görmüştür.
3)Marks’a göre çevrimler, bir çok çelişkiden hareketle değil, bir temel çelişkiye göre açıklanabilirler (120).
Troçkistler (Mandel) ise, kriz açıklaması için kapitalizmin bütün çelişkilerini neden olarak görüyorlar (121).
4)Çevrime neden olan faktörler, çevrimden çevrime hep aynı kalırlar.
Marks, “Bunun ötesinde, her yeni ticaret krizine özgü olan farklı özellikler, bu farklı özellikler için ortak alan olguların üstünü örtmemelidirler” diyor (122).
Demek oluyor ki, krizlerin (konjonktürlerin) patlak verme vesilesi, yansıyış biçimleri ne denli farklı olursa olsun, hepsinin ortak özelliği vardır. Kapitalist üretim biçiminden kaynaklanan bu özellik, konjonktürü oluşturan özelliktir. Marks, bunu yukarıda da belirttiğimiz gibi, sabit sermayenin dönüşümünde arar. Yani konjonktürden konjonktüre konjonktürü oluşturan faktör hep aynıdır.
5)Marks’a göre devletin mali ve parasal politikalarla müdahalesi, konjonktürün somut seyrini değiştirebilir, ama devreviliğin periyodikliğine neden olamaz (123). Marks, bir çok defa, devletin mali, para politik müdahalelerinin konjonktürün somut seyrini etkileyebileceğini, değiştirebileceğini, ama çevrim periyoduna neden olamayacaklarını açıklamıştır.
Bu konuda Marks: “1844-45’te görüldüğü gibi bilgisizlik içeren ve hatalı banka yasaları ... para krizini zorlaştırabilir. Ama hiçbir banka yasası bu krizi önleyemez” (124).
“Son krizi ve krizleri, genel olarak çek banknot basımıyla açıklayan kaba anlayış, tamamen ve kesin hatalı olarak reddedilmelidir” (125).
Görüyoruz ki, iradi olan, devletin ve hükümetin hiçbir tedbiri, ekonomide yasal olanı, nesnel olanı ortadan kaldıramıyor, nesnel yasallığa neden olamıyor, ama onun seyrini, konjonktürün somut gelişmesini etkileyebiliyor, değiştirebiliyor.
6)Marks, konjonktür çevrimini tek tek sermayeler arasındaki ilişkilere göre açıklamıyor. Toplam sermayenin hareketini esas alıyor.”Kapitalist üretimin gerçek engeli, sermayenin kendisidir”(aç. M.) (126).
7)Uluslararası iktisadi iç içe geçmişlik, ulusal konjonktür seyrini artık sadece etkilemiyor, aynı zamanda klasik çevrim modelini değiştiriyor da. (Dış güçlerden etkilenme).
13-Ara kriz sorunu
Sanayi devreviliği(çevrimi) kavramının yanı sıra Marks, şu kavramları da kullanmıştır: Dünya pazarı konjonktürleri (127); ticaret çevrimleri(128); küçük çevrimler (129); sektörel pazar dalgalanmaları (130); sezon dalgalanmaları (131). Sanayi krizi kavramının yanı sıra kullandığı diğer kavramlar da şunlardı: Genel fazla üretim; kısmi fazla üretim; aktif ve pasif fazla üretim; mutlak fazla üretim; görece fazla üretim.
Burada dikkatimizi çeken ve yazının konusunu doğrudan ilgilendiren kavram, dünya pazarı konjonktürüdür.
Dünya pazarı konjonktürü tanımlamasıyla Marks, ulusal, bir ülkeye özgü konjonktür çevrimlerinin uluslararası bağımlılığını, ulusal olanın uluslararasına taşınmasını kast ediyor. Bununla ilişkili olarak Kapital’de şöyle der: “İç çelişki, kendisini, üretimin dış alana doğru yayılmasıyla çözümlemeye çalışır” (132) ve “ithalat ve ihracat ile ilgili olarak şu noktayı dikkate almak gerekir ki, birbiri ardına bütün ülkeler, krize sürüklenmiş olurlar” (133).
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bir ülkede ekonomik krizin patlak vermesinin nedenini dış pazarla ilişkilerde de; ithalat ve ihracatta da arayabiliriz.
Kriz tanımında dikkatimizi çeken bir nokta da ara kriz kavramıdır. Engels, “ara krizler tali karakterli” (134) tanımlamasını yapıyor. Ara kriz, aynı zamanda, Marks’ın “küçük devrevilikler” tanımlamasının da bir ifadesidir.
Engels, Marks’a yazdığı 30 Kasım 1882 tarihli mektubunda Bebel’i kast ederek “Onun, yeni büyük (aç. E.) bir kriz üzerine umutlarını erken buluyorum. 1842’deki gibi bir ara kriz gelebilir” (135).
Mars’ın “küçük çevrimler” ve Engels’in de bizzat “ara kriz” kavramını kullanmaları, ara kriz olgusunun Marksist konjonktür teorisinde yerinin olduğunu göstermeye yeter. Bizi burada ilgilendiren, bundan ziyade, ara krizin neden “tali karakterli” olduğudur.
Devrevi kriz ile ara kriz arasındaki belirleyici fark, ara krizin belli bir yasallığa tabi olmamasıdır, devrevi bir görünüm olmamasıdır. Çünkü ara kriz, önceden görülmeyen, ekonomi çevrimi dışı; ekonomi dışı faktörlerden dolayı patlak verebilir. Ara kriz, konjonktürün gelişme seyri içinde ortaya çıkan ve etkisi her zaman aynı şiddette olmayan özelliklerden dolayı da patlak verebilir.(Örneğin üretimin bir veya belli sektörlerde olağanüstü artması; fazla üretim). Bu dar anlamıyla fazla üretim olmazsa, ara kriz de olmaz; kapitalizmde fazla üretim, yasal olarak fazla üretim krizine neden olur, ama fazla üretim, yasal olarak ara krizin patlak vermesinin bir nedeni olamaz.
Demek oluyor ki ara kriz, ekonominin şu veya bu sektöründe kapitalizmin çelişkilerinin gelişmesindeki düzensizlikten, önemli bir banka iflası, sonuçsuz kalan spekülasyon, ekonomi dışı nedenlerden (savaşlar, doğal afetler –deprem vs.- dolayı patlak veriyor. Engels, E. Bernstein’a yazdığı 25-31 Ocak 1882 tarihli mektupta şöyle der: “... Kısmen yerel, kısmen özgün karakterli ara krizler. Şimdi böyle sadece borsa sahtekarlığına dayanan bir ara kriz yaşıyoruz” (136).
Türkiye ekonomisinde ara kriz olgusu1999’da yaşanmıştır. Ekonomi dışı faktör olarak depremin yaratmış olduğu tahribat, 1999 yılı itibariyle ekonomide yüzde 5 mutlak küçülmeye neden olmuştur. Bunun ötesinde Asya-Rusya krizi de dış ticaret vasıtasıyla üretimin gerilemesinin başka bir nedeni olmuştur. Bu iki olumsuzluk, şiddetli bir ara krizin patlak vermesini beraberinde getirmiştir.
Ara kriz, bu denli şiddetli olabilir mi? Olabilir de, olmayabilir de. Bu, krizin patlak vermesine yol açan nedenlere bağlıdır. E. S. Varga, Amerikan ekonomisinde görülen 1948/’49 ve 1953/’54 krizlerinin tartışmasıyla ilgili olarak şöyle diyor: “Sovyet iktisat bilimcileri arasında üretimin gerilemesinin bu durumlarda ‘ara kriz’ mi yoksa gerçek ama kısa ve güçsüz krizler mi olduğu konusunda görüş ayrılığı var” (137). Sadece bu konu üzerinde tartışılması veya görüş ayrılığının olması, şiddetli krizlerin de ara kriz olarak değerlendirilme olasılığına işarettir.
Dolayısıyla, krizin şiddeti, ara kriz mi “normal” fazla üretim krizi mi değerlendirmesinde bir kıstas olmamalıdır. Şiddetli ara krizler olabileceği gibi (1999, Türkiye) nispeten kısa süren ve daha az şiddetli fazla üretim krizleri de olabilir (1994 fazla üretim kriziyle 1999’daki ara krizi karşılaştırdığımızda her iki krizin de yaklaşık aynı şiddette olduğunu görürüz).
IV. Makalede “Marksist konjonktür politikası” ele alınıyor.
*
Kaynaklar:
71)K. Marks, Kapital I, METE, 23, s. 128.
72)K. Marks, Kapital I, METE, 23, s. 28.
73)K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 510/511.
74)K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 508.
75) “Dünya pazarının krizleri, burjuva üretimin çelişkilerini ve karşıtlıklarını çok çarpıcı biçimde ortaya koydu. Minareye kılıf arayanlar, felaketlerle patlak veren karşıt etmenlerin doğasını araştıracak yerde, felaketin kendisini yadsımakla ve düzenli ve dönemsel yinelemeler karşısında da eğer üretim ders kitabına uygun biçimde sürdürülseydi krizin patlamayacak olduğunda ısrar etmekle yetindiler...
Kapitalist üretimin genel krizlere yol açamayacak olduğunu kanıtlamak için, tüm koşulları, ayırt edici biçimleri, tüm ilkeleri ve kendine özgü farklılıkları -kısaca kapitalist üretimin kendisi- yadsınıyor. İşin aslında, eğer kapitalist üretim biçimi kendine özgü bir doğrultuda gelişmeseydi ve toplumsal üretimin benzersiz bir biçimi haline gelmeseydi, ama en güdük kalmış evrelere geri giden bir üretim tarzı olsaydı, o zaman, o garip, kendine özgü çelişkilerinin ve -çatışmalarının ve dolayısıyla bunların krizler halinde patlamasının söz konusu olmayacağı söylenmiş oluyor” (K. Marks,Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 500/501).
76)F. Engels, Anti-Dühring, METE, 20, s. 257.
77) K. Marks, Grundrisse, s. 608.
78)K. Marks, Kapital I. METE, 23, s. 661.
79)K. Marks, Kapital II. METE, 24, s. 185/186
80)K. Marks, Kapital I, METE, 23, s. 476.
81)Engels; METE; C. 22, s. 321-322, 326-“İngiltere'de Çalışan Sınıfın Durumu”nun Almanca ikinci baskısına önsöz”den ve Engesl; “İspanya Sosyalist İşçi Partisi Ulusal Komitesine” mektubundan, s. 333).
82)K. Marx, Kapital III. METE, 25, 506, Dipnot 8.
83)Stalin; XVII. Kongre'ye sunulan siyasi rapor, C. 13, s. 259.
84)K. Marks, Kapital I, METE, 23, s. 662, Dipnot 1-Fransızca baskıda yer alan not).
85)K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 506/507.
86)K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 506.
87) K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s.521 ve dipnot.
88)K. Marks, Credit mobilier, METE, C. 12, s. 33.
89) K. Marks,Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 535.
90)K. Marks, Grundrisse, s. 494.
91) “Paranın ödeme aracı işlevi, sınırsız bir çelişkinin varlığına işaret eder. Ödemeler birbirlerini dengeledikleri sürece, para, yalnızca, bir hesap parası, bir değer ölçüsü olarak düşünsel bir işlevi yerine getirir. Fiili ödemeler yapılması gerektiği sürece, para, artık bir dolaşım aracı, ürünlerin değişiminde geçici bir etken olarak hizmet etmez, toplumsal emeğin bireysel cisimleşmesi, değişim değerinin bağımsız varlık biçimi, evrensel meta olarak iş görür. Bu çelişki, para krizi diye bilinen iktisadi ve ticari krizlerin bu evrelerinde açıkça görülür. Bu gibi krizler, ancak, uzayıp giden ödemeler zincirinin ve bunların kapanması için yapay bir sistemin iyice geliştiği yerlerde görülür. Bu mekanizmada genel ve yaygın bir bozukluk olduğu zaman, bunun nedeni ne olursa olsun, para, birdenbire ve doğrudan, hesap parasının düşünsel biçiminden çıkar ve nakit para halini alır. Sıradan mallar artık onun yerini alamaz. Metaların kullanım değeri değersiz hale gelir, ve onların değeri de, kendi bağımsız biçiminin varlığı içerisinde kaybolur. öngününde, burjuvazi,bolluğun verdiği sarhoşlukla, kendine güven içerisinde, parayı boş bir hayal ilân eder. Yalnızca meta paradır. Ama şimdi her yerde şu çığlık: Yalnızca para metadır. Karacanın su peşinde koşması gibi, onun ruhu da para, o biricik servet peşinde nefes nefesedir. sırasında, metalarla onların değer-biçimi, para arasındaki zıtlık, mutlak çelişki düzeyine yükselir. Bu gibi durumlarda,para hangi biçimde görünürse görünsün hiç önemi yoktur. Ödemeler ister altın ile ister banknot gibi kredi parasıyla yapılsın, para kıtlığı devam eder” (K. Marks, Kapital I. METE, 23, s. 151/152).
92) “Dolaşım aracı miktarı, aşırı gerilim ve aşırı spekülasyon döneminde tepe noktasına ulaşır; çığ gibi patlak verir ve daha dün yığınla bulunan banknotlar piyasada görülmez olur ve onunla birlikte, senet kıranlar, senet ve tahvil karşılığında borç verenler ve meta satın alıcıları da...
Kriz bir kez patlak verdi mi, artık yalnızca, bir ödeme aracı sorunu halini alır. Ama herkes, bu ödeme aracını ele geçirmek için bir başkasına bağlı olduğu ve hiç kimse, vadesi geldiğinde karşısındakinin ödemeyi yapıp yapamayacağından emin olmadığı için, piyasada bulunan bu ödeme aracı, yani para için bir hücumdur başlar. Herkes eline geçirebildiği parayı bir yana istif eder ve böylece, en çok gereksinme duyulduğu bir günde banknotlar ortalıkta görünmez olur“ (K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 543).62) “Dolaşım aracı miktarı, aşırı gerilim ve aşırı spekülasyon döneminde tepe noktasına ulaşır; çığ gibi patlak verir ve daha dün yığınla bulunan banknotlar piyasada görülmez olur ve onunla birlikte, senet kıranlar, senet ve tahvil karşılığında borç verenler ve meta satın alıcıları da...
Kriz bir kez patlak verdi mi, artık yalnızca, bir ödeme aracı sorunu halini alır. Ama herkes, bu ödeme aracını ele geçirmek için bir başkasına bağlı olduğu ve hiç kimse, vadesi geldiğinde karşısındakinin ödemeyi yapıp yapamayacağından emin olmadığı için, piyasada bulunan bu ödeme aracı, yani para için bir hücumdur başlar. Herkes eline geçirebildiği parayı bir yana istif eder ve böylece, en çok gereksinme duyulduğu bir günde banknotlar ortalıkta görünmez olur” (K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 543).
93) ”Kriz dönemi boyunca, ödeme aracı kıtlığı olduğu açıktır... 1844-45'de görüldüğü gibi, bilgisizlik içeren ve hatalı banka yasaları bu para krizini daha da yoğunlaştırabilir. Ama hiç bir banka yasası bu ı önleyemez.
Yeniden üretim sürecinin tüm sürekliliğinin krediye dayandığı bir üretim sisteminde, kredinin birdenbire kesildiği ve ancak nakit ödemelerin geçerli olduğu sıralarda -ödeme araçlarına olan büyük hücum karşısında- bir krizin mutlaka ortaya çıkacağı açıktır. Bu yüzden, ilk bakışta bütün sırf bir kredi ve para krizi gibi görünür. Ve aslında bu, yalnızca, poliçelerin paraya çevrilebilme sorunudur. Ne var ki bu poliçelerin çoğunluğu, fiili alım satımları temsil eder ve bu alım satımların genişliğinin toplumun gereksinmelerinin çok üzerinde olması, en sonunda, bütün bu krizin temelidir. Aynı zamanda, bu poliçelerin muazzam bir miktarı, şimdi gün ışığına çıkan ve sabun köpüğü gibi sönen düpedüz bir dolandırıcılığı; ayrıca, başkalarının sermayesi ile yapılan başarısız spekülasyonları; ve en sonu, değer kaybeden ya da hiç satılmayan meta-sermayeyi, ya da hiç bir zaman tekrar gerçekleştirilemeyecek olan geriye dönüşleri temsil eder. Yeniden üretim sürecindeki zoraki genişlemeye dayanan bu baştan sona yapay sisteme, hiç kuşkusuz, İngiltere Bankası gibi bir bankanın, bütün dolandırıcılara, senetleri yoluyla değersiz sermaye vermesi ve değer kaybetmiş bütün metaları eski nominal değerleri üzerinden satın almasıyla çare bulunamaz. Ayrıca burada her şey çarpıtılmış bir görünüştedir, çünkü bu senet dünyasında, gerçek fiyat ile bunun gerçek temeli hiç bir yerde görünmez, yalnız külçeler, madeni sikkeler, banknotlar, poliçeler, senetler vardır. Özellikle, ülkenin Londra gibi tüm para işlerinin toplandığı merkezlerde, bu çarpıklık daha göze batar haldedir; süreç baştan sona anlaşılmaz hale gelmiştir; üretim merkezlerinde bu, daha az böyledir” (K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 507).
94) “Modern sanayinin üzerinde hareket ettiği çevrimlere bakacak olursak -hareketsizlik hali, artan canlılık, gönenç, aşırı üretim, , durgunluk, hareketsizlik durumu, vb ...- düşük bir faiz oranını genellikle bir gönenç ya da fazla kâr dönemine tekabül ettiğini, faizdeki yükselmenin gönençten ayrı düştüğünü, ya da bunun tersinin olacağını ve tefeciliğin en uç noktasına kadar ulaşan azami bir faiz düzeyinin, dönemine rastladığını görürüz...
Bununla birlikte, düşük bir faizin durgunluk, ılımlı bir yükselme gösteren faizin, canlanan bir faaliyet sırasında görünmeleri de olanaklıdır.
Faiz oranı, ödemelerin karşılanabilmesi için ne pahasına olursa olsun borç para alındığı sıralarında doruk noktasına ulaşır. Faizde bir yükselme, değerli senetlerin fiyatlarında bir düşme anlamına geldiğinden, bu durum, elinde para-sermaye bulunan kimselere, işlerin gidişi sırasında, faiz oranı tekrar düşer düşmez, hiç değilse ortalama fiyatlarına yeniden yükselecek olan bu gibi faiz getiren senetleri, gülünç derecede düşük fiyatlarla ele geçirmek için güzel bir fırsat sağlar” (K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 372/373).
95)K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 505.
96)K. Marks, Kapital I. METE, 23, s. 152, Dipnot 99.
97)K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 506.
98) ”Kriz sırasında görülen aşırı sanayi sermayesi bolluğu ile ilgili olarak şunların da dikkate alınması gerekir: meta-sermayenin kendisi aynı zamanda para-sermaye, yani metaların fiyatlarında ifadesini bulan belli bir değer miktarıdır. Kullanım değeri olarak bu, belli nicelikte kullanım nesneleridir ve kriz zamanlarında bunların mevcudunda bir fazlalık vardır. Ama bizatihi para-sermaye olarak, potansiyel para-sermaye olarak, sürekli genişlemeye ve daralmaya tabidir. Kriz arifesinde ve sırasında, potansiyel para-sermaye niteliği içerisindeki meta-sermaye daralmıştır. Sahibi ve alacaklıları için, satın alındığı, ve iskonto ve rehin işlemlerinin kendisine dayanılarak yapıldığı zamana göre, daha az para-sermayeyi (poliçeler ve borçlar için teminatı) temsil eder. Bir ülkede para-sermayenin, darlık zamanlarında azaldığını iddia etmenin anlamı eğer buysa, bu, meta fiyatlarının düştüğünü söylemekle aynı şeydir.
Fiyatlardaki böyle bir çöküntü yalnızca, bunlarda bulunan daha önceki enflasyonu dengelemiş olur”(K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 507/508).
99) ”Bizzat kriz sırasında, herkesin elinde ürün bulunduğu, bunları satamadığı, ama ödemeleri karşılayabilmek için satmak zorunda olduğundan, kredi kıtlığının en üst düzeye ulaştığı (ve bu nedenle banker kredisine ait iskonto oranının en yüksek olduğu) sırada, en büyük miktarlarda bulunan, atıl ya da yatırım arayan sermaye kitleleri değil, daha çok, kendi yeniden üretim sürecinde engellenmiş bulunan sermaye kitlesidir. O sırada yatırılmış bulunan sermaye, yeniden üretim süreci tıkandığı için, büyük kitleler halinde gerçekten atıl durumdadır. Fabrikalar kapanır, hammaddeler yığılır, son şeklini almış ürünler, metalar olarak piyasayı kaplar. İşte bu nedenle, bu gibi durumlarda, suçu, üretken sermaye kıtlığına yüklemek son derece yanlıştır. Kısmen, normal ama geçici olarak küçülmüş ölçekte yeniden üretim sürecine, ve kısmen de, felce uğramış tüketime oranla, üretken sermayedeki aşırı bolluk, asıl bu gibi zamanlarda söz konusudur” (K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 500).
100) ”Piyasadaki metaların bir kısmı, dolaşım ve yeniden üretim süreçlerini, ancak, fiyatlarında büyük düşme olması yoluyla, dolayısıyla, temsil ettikleri sermayede değer kaybıyla tamamlayabilirler.
Sabit sermaye ögeleri, gene aynı şekilde, şu ya da bu ölçüde değer kaybına uğrarlar.
Şunu da eklemek gerekir ki, belirli ve önceden saptanan fiyat ilişkileri, yeniden üretim sürecini yönettiği için, bu süreç, fiyatlardaki genel düşmeyle kesintiye uğrar ve karışıklık içerisine düşer. Bu karışıklık ve durgunluk, paranın, gelişmesi sermayedeki gelişmeye bağlı bulunan ve önceden belirlenen fiyat ilişkilerine dayanan ödeme aracı işlevini felce uğratır. Belirli tarihlerde vadeleri dolan ödemeler zinciri, yüzlerce yerinden kopar. Karışıklık, sermaye ile birlikte gelişen kredi sistemindeki çökmeyle daha da büyür ve, şiddetli, ağır krizlere, ani ve zoraki değer kayıplarına, yeniden üretim sürecinde fiili durgunluklara ve kesintilere ve böylece de yeniden üretimde gerçek bir düşmeye yol açarlar” (K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 264).
101) ”Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur ki, sıralarında ve genellikle işlerin iyice durgunlaştığı dönemlerde meta-sermaye, potansiyel para-sermaye olma niteliğini geniş ölçüde yitirmektedir. Aynı şey, borsada para-sermaye olarak dolaşımda bulunduğu ölçüde, hayali sermaye, faiz getiren senet için de doğrudur. Yükselen faiz ile birlikte fiyatı düşer. Ayrıca, sahibi para sağlamak için piyasaya büyük miktarlarda meta yığmak zorunda kalacağı için, genel bir kredi kıtlığının sonucu olarak da meta-sermayenin fiyatı düşer. En sonu, hisse senetleri söz konusu olduğunda, kısmen, çeklerini teşkil ettiği gelirlerdeki azalmanın ve kısmen de, çoğu kez temsil ettiği firmaların sahte kimliğinin sonucu olarak da düşer. Bu hayali para-sermaye zamanlarında büyük ölçüde azalır ve bununla birlikte de, sahibinin piyasada onun üzerinden borç para alma olanağı da. Bununla birlikte, bu senetlerin borsa listesindeki para eşdeğerlerinin küçülmesinin, temsil ettikleri gerçek sermaye ile hiç bir ilişkisi yoktur, ama sahiplerinin borçlarını tasfiye etmeleri ile gerçekten yakın ilişkisi vardır” (K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 510).
102)K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 264.
103) ”Fiktif sermayedeki, devlet tahvillerindeki, pay senetlerindeki vb. düşüşe gelince -devletin ya da pay senedi işlerini gören aracı kurumun iflasıyla sonuçlanmadığı ölçüde, ya da bu tür menkul kıymetleri elinde bulunduran sanayi kapitalistlerinin kredilerini baltalayarak yeniden üretimi tamamen durdurmadığı sürece- yalnızca zenginliğin bir elden başka bir ele aktarılmasına varır ve bu tahvilleri ya da pay senetlerini ellerine ucuzca geçiren sonradan görmekle, eski sahiplerine göre çoğunlukla daha girişimci oldukları için, genelinde, yeniden üretime daha da yararlı bir katkıda bulunur” (K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE, 26.2, s.496-497).
104)K. Marks, Kapital I, METE, 23, s. 648.
105) ”Krizler sırasında sermayenin tahrip edilmesinden söz edildiği zaman iki etmen arasında ayrım yapmak gerekir.
Yeniden üretim süreci gemlendiği, emek sürecinin sınırlandığı ya da bazı durumlarda tamamen durduğu ölçüde gerçek sermaye tahrip edilmiş olur. Kullanılmayan makine sermaye değildir. Sömürülmeyen emek, yitirilen üretime denktir. Kullanılmaksızın kalan hammadde sermaye değildir. Kullanılmayan ya da yarım kalmış yapılar (ve yeni yapılmış makineler), depolarda çürüyen metalar -bütün bunlar sermayenin tahrip edilmesidir. Tüm bunlar yeniden üretim sürecinin gerilenmesi demektir, mevcut üretim araçlarının, üretim aracı olarak kullanılmaması, işletilmemesi demektir. Böylece bu araçların kullanım değeri ve değişim değeri mahvolur.
Krizler sonucu sermaye kıyımı, ikinci olarak, değerlerin aşınması anlamına gelir; bu aşınma daha sonra sermaye olarak aynı ölçekte yeniden üretimlerini yenilemelerini önler. Bu, meta fiyatlarındaki düşüşün yıkıcı sonucudur. Bu, herhangi bir kullanım değerinin yıkımına neden olmaz. Birinin kaybı ötekinin kazancıdır. Sermaye olarak kullanılmış olan değerler, aynı kişinin elinde yeniden sermayeolarak hareket etmekten alı konur. Eski kapitalist iflas eder. Bir kapitalistin, satışından, sermayesini yeniden ürettiği metaların değeri, 2.000 YTL'si kar olmak üzere 12.000 YTL ise ve o metaların fiyatı 6.000 YTL'ye düşerse, o zaman o kapitalist ne sözleşmelerden doğan yükümlülüklerini karşılayabilir ne de böyle bir yükümlülüğü yoksa bile, meta fiyatları yeniden kendi maliyet fiyatları düzeyine yükseldiği için, 6.000 YTL ile işini eski düzeyde götürmesi söz konusu olabilir. Kuşkusuz, bu metaları satın almış olan kişi, maliyet fiyatının yarısından elde ettiği için, işler canlanınca çok iyi iş yapabilir ve kar bile elde edebilir, ama bu yolla 6.000 YTL de tahrip edilmiş olur.
Toplumun nominal sermayesinin, yani mevcut sermayenin değişim değerinin büyük bir bölümü -her ne kadar yıkım, kullanım değerini etkilemediği için taze bir yeniden üretimi teşvik edebilirse de- bir daha geri gelmemek üzere yıkılmıştır. Bu dönem ayrıca parayı bir mülk olarak gören sınıfın, sanayinin zararına kendini zenginleştirdiği dönemdir” (K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler, II, METE 26.2, s. 496).
106)K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 265.
107) ”Hiç bir kapitalist, kâr oranını düşürdüğü sürece, yeni bir üretim yöntemini, ne denli fazla üretken olursa olsun, artı değer oranını ne kadar çok artırırsa artırsın, hiç bir zaman gönüllü olarak uygulamaya koymaz. Ne var ki, bu türden her yeni üretim yöntemi, metaları ucuzlatır. şu halde, kapitalist, aslında bunları, üretim fiyatlarının ya da belki de değerlerinin üzerinde satar. O, metaların maliyet fiyatları ile, daha yüksek maliyet fiyatı ile üretilen aynı metaların piyasa fiyatları arasındaki farkı cebe indirir... Onun üretim yöntemi, toplumsal ortalamanın üzerindedir. Ama, rekabet bunu yaygın hale getirir ve genel yasaya tabi kılar. Bunu -belki önce bu üretim alanında ve sonunda ötekileri ile de aynı düzeye gelmek üzere- kâr oranında bir düşme izler; ve böyle olduğu için de, kapitalistin iradesinden tamamen bağımsızdır” (K.Marks, Kapital III. METE, 25, s. 275).
108)K. Marx, Kapital III. METE, 25, 269.
109)K. Marks, Kapital III, s. 261.
110)K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 269.
111)K. Marks, Kapital III, s. 252.
112) K. Marks, Kapital III, s. 259/260.
113) ”İthalat ve ihracat ile ilgili olarak şu noktayı dikkate almak gerekir ki, birbiri ardına bütün ülkeler, krize sürüklenmiş olurlar ve o zaman, birkaçı dışında hepsinin de, gereğinden fazla ithalat ve ihracat yaptıkları, bu yüzden de hepsinin, aleyhlerinde bir ödeme dengesine sahip oldukları ortaya çıkar. Bu nedenle, rahatsızlık, aslında ödemeler dengesinde değildir... (Krediyle ihracat yapan bir ülke ile, krediyle pek az ihracat yapan ya da hiç yapmayan ülke arasında gerçi bir fark vardır, ama o sırada bu ikincisi de kredi ile ithalat yapma durumundadır...), önce...en fazla kredi veren ve en az kredi alan, hemen tasfiye edilmesi gerekli vadesi gelmiş ödemeler dengesinin genel ticaret dengesi lehte olsa bile aleyhte olduğu ülkede patlak verebilir. Bu durum, kısmen verilmiş bulunan kredilerin ve kısmen de, dış ülkelere büyük miktarlarda sermaye borç verilerek, fiili ticaretin sağladığı geriye dönüşlere ek olarak, geriye büyük kitleler halinde meta akışına yol açılmasının bir sonucu şeklinde açıklanmaktadır...Şimdi bir başka ülkeye sıra gelmiştir. Ödemeler dengesi kısa bir süre için bu ülke lehindeydi; ama şimdi, ödemeler dengesi ile ticaret dengesi arasında normal olarak bulunan zaman aralığı ortadan kalkmış ya da en azından nedeniyle kısalmıştır: şimdi birdenbire bütün ödemelerin hemen yapılması bekleniyor. Aynı şey şimdi burada yineleniyor... Bir ülkede aşırı ithal olarak görünen şey, diğerinde aşırı ihraç olarak görünüyor ve tersi. Ne var ki, aşırı ithal ve aşırı ihraç bütün ülkelerde yapılmıştır;...yani kredinin teşvik ettiği bir aşırı üretim ve bununla elele giden genel bir enflasyon.
...Ödemeler dengesi, genel zamanlarında her ulus için, hiç değilse ticari bakımdan gelişmiş bir ulus için aleyhtedir, ama daima her ülke için, yaylım ateşi gibi, yani her birine ödeme yapma sırası gelir gelmez, bu böyledir. Ve bir kez patlak verdi mi, örneğin İngiltere'deki gibi, bu, süreler dizisini, çok kısa dönemler halinde sıkıştırır. İşte o zaman bütün bu ulusların aynı zamanda aşırı ihracat yaptıkları (yani aşırı üretimde bulundukları) ve aşırı ithalat yaptıkları (yani, aşırı ticaret yaptıkları), hepsinde fiyatların şiştiği, ve kredinin gereğinden fazla yayıldığı ortaya çıkar. Ve hepsinde aynı çöküş olur. Dışarıya altın akışı görüngüsü hepsinde art arda yer alır ve bu da tam da genel niteliği ile, 1) dışarıya altın akışının, krizin nedeni değil, yalnızca bir görüngüsü olduğunu; 2) krizin çeşitli ülkelere isabet sırasının yalnızca bu ülkelerin kıyamet günlerinin ne zaman olduğunu, yani krizin ne zaman başladığını ve durağan haldeki ögelerin buralarda ne zaman ortaya çıktığını gösterdiğini tanıtlar” (K. Marks, Kapital III. METE, 25, s. 508/509).
114)Marks-Engels; Seçme Yazılar; C. II, s. 125. (Engels; “Die Entwicklung des Sozialismus von der Utopie zur Wissenschaft”).
115)Stalin; C. 12, s. 214 (“Politischer Rechenschaftsbericht an den XVI. Parteitag”).
116)Bkz.: METE; C. 26/2, s. 498-524.
117)Agk., s. 513.
118)Bkz.: Agk., s. 529, 580 ve “Grundrisse...”, s. 653, 685.
119)METE; C. 24 (Kapital, C. II), s. 198 (Türkçesi).
120)Bkz.: METE; C. 26/2, s. 529-535.
121)Bkz.: E. Mandel, “Marxistische Wintschaftstheorie”, C. I, s. 444, 5. Baskı, 1978. Frankfurt/M.
122)METE; C. 12, s. 571 (Marks; “Britischer Handel und Finanzen”).
123)Bkz.:
-METE; C. 10, s. 603 (Marks; “Die Industrie- und Handelskrise”)
-METE; C. 12, s. 548 (Marks; “Handelskrisen und Geldumlauf in England”).
-METE; C. 25, s. 507.
-METE; C. 27, s. 174 (Marks’ın Engels’e mektubu, 3 Şubat 1851).
124)METE; C. 25, s. 507.
125)METE; C. 12, s. 548.
126)METE; C. 25, s. 260.
127)Agk., s. 839.
128)Agy.
129)METE; C. 23, s. 661 ve C. 35, s. 156 (Marks’ın N. F. Danielson’a 19 Şubat 1881 tarihli mektubu).
130)METE; C. 23, s. 502.
131)METE; C. 25, s. 502.
132)Agk., s. 255.
133)Agk., s. 508.
134)METE; C. 21, s. 255 (Engels; “Anhang zur amerikanischen Ausgabe der ‘Lage der arbeitenden Klasse in England”).
135)Marks-Engels; Mektuplar, C. IV., s. 687.
136)METE; C. 35, s. 268 (Engels’in E. Bernstein’a 25-31 Ocak 1882 tarihli mektubu).
137)Aktaran; “Presse der Sowjetunion”, Nr. 54, s. 1275, 1956.
Hiç yorum yok