Türkiye Faşizmi - THKO
Hüseyin İnan
Türkiye Devriminin Yolu
12 Mart Muhtırasıyla gericilerin pratik uygulamasına giriştikleri uzun dönemli faşist politika, devrimci güçler ve halk kitleleri üzerindeki baskı ve terör metotlarını devam ettirmektedir.
Konunun detaylarına girmeden faşist politikanın sebep‐sonuç ikilisini içine alan amacı üzerinde duracağız.
Yurdumuzda 1961 Anayasasının tanıdığı şeklî demokratik ortam, tüm ilerici sınıf ve tabakaların demokratik mücadelelerini devam ettirecek legal ortam sağlamıştır. Yine 1961 Anayasasının garantisi altında bulunan özerk kurumlar ve sendikal haklar, bilhassa gençlik, aydın ve işçi kesiminden politik mücadeleye ve halk savaşına dönük örgütlenmelere sebep oldu. Sınıf mücadelesinin yoğunlaşması ve politik planda devrimci cephenin oluşması, gerici sınıfların sömürülerine belli oranda engel oluyordu. Devrimci cephe halk kitlelerine doğru yayılma gösterirken, gerici cephe içinde ekonomik ve politik parçalanma her gün biraz daha su yüzüne çıkıyordu. Demirel iktidarının içine düştüğü ekonomik ve politik kriz her gün biraz daha büyüyor ve bu durum devrimci cephenin güçlenmesini sağlıyordu. Gerici güçler arasında ve devlet mekanizmasında otorite zayıfladı ve mevcut hiyerarşik yapı pratikte işlemez oldu. Devlet yapısının temel organları olan yasama, yürütme ve yargı organları arasındaki ahenk ve sistemli işleme özelliği bozularak devlet, halk kitleleri üzerindeki baskı fonksiyonunu gereği şekilde uygulayamaz hale geldi. Gerici sınıfların temsilcisi olan partilerin acil bir mesele durumundaki ekonomik ve politik krize, iktidarı yıpratmadan öte bir çözüm getirememesi tüm gerici sınıfların temsilcisi partilerin yıpranmalarına yaradı. O şartlar altında ise devrimci cephenin gücü, devrime gidecek düzeyde olmadığı için radikal güçlerin varlığı iktidar alternatifi olarak ortaya çıkıyordu.
Şeklî demokrasi ortamında gerici partilerin iktidar olma fonksiyonlarını yitirmeleri ve gelişen sınıf mücadelesi doğal olarak devletin en önemli baskı aracı olan ordunun ön plana çıkmasını sağladı. O günün Türkiye’sinde bir formül olarak emperyalizmin ortaya attığı 12 Mart Muhtırası, uzun yıllar boyunca uygulanmasına girişilecek olan faşizmin kalk borusu idi. Devrimci cephe, eski ortamın verdiği alışkanlık, mücadelenin düzeyi ve radikal güçlerin yaygın propagandalarından dolayı ilk günler şaşkınlık içinde doğru tavır takınmadı ve zaten bu politikanın sorumluları da ilk günler devrimci cepheye karşı renklerini belli etmeyecek bir tavır takındılar. Şehir küçük burjuvazisi ve onun örgütleri, 27 Mayıs alışkanlığı ile muhtırayı çok olumlu karşıladılar.
Genel durumu kısaca özetlersek, o şartlarda halk savaşımızın ciddî hazırlığı içinde olan kadrolar dışındaki devrimci güçler, suratı gizli olan faşizm ile devrimci güç birliği hesapları içine girdiler. Fakat devrimci cephe içindeki bu hatalı tutum kısa zamanda yok oldu, çünkü muhtıradan birkaç gün sonra uygulanan politika yarının kanlı faşizmini sergilemeye başladı.
12 Mart Muhtırası ile kalk borusu çalan ve her türlü baskı ve terör metotlarıyla devam eden faşist politikanın kısa ve uzun dönemde belirgin özellikleri şunlardır:
1. Milli cephe içinde bulunan sınıf ve tabakaların ekonomik ve politik örgütlerini yok etmek ‐devrimci güçleri ne pahasına olursa olsun susturmak‐ ve bunlara yaşama imkânı tanıyan kurum ve yasaları değiştirmek.
2. Ekonomik ve politik krizin önüne geçmek.
3. Gerici güçler arasında birlik sağlamak.
Karşı karşıya bulunduğumuz faşist uygulama bu özelliklerini somut olarak göstermektedir. Fakat meselelerin detaylarına inerek incelenmesinde mücadelemizin geleceği açısından gerek vardır.
Bu özellikleri sırası ile inceleyelim:
1. Devrimci Güçleri Yok Etme Politikası
12 Mart Muhtırasından sonra gelen faşist iktidar sınıf mücadelesini zorla bastırmak konusunda önemli iki sorunla karşı karşıya idi:
a) İlerici sınıf ve tabakaların ekonomik ve politik örgütleri ve devrimci cephe
b) Bu örgütlerin ‐ekonomik, politik‐ birçoğuna legal ortam tanıyan Anayasa ve onun teminatı altındaki kurumlar.
Yukarıda anlattığımız ikili yapı yılların verdiği ortamdan dolayı belirli ölçüde iç içe girmişti. Bu yüzden, Anayasa ve onun teminatı altındaki kurumlara el atmadan devrimci cepheye sağlam darbeler vurmak mümkün değildi. Faşist iktidar önce sıkıyönetim ilân ederek pratikte önüne çıkacak engelleri yok edecek ve çalışmasını kolaylaştıracak ortamı sağladı. Peşinden bir taraftan devrimci güçleri toplarken ve legal çalışma ortamını yok ederken, diğer taraftan da onun paralelinde başta Anayasa değişikliği olmak üzere özerk kurumları değiştirmeye ve halk kitleleri üzerinde terör estirmeye başladı.
Anayasa değişikliği ile ortaya çıkan yeni Anayasa’nın ve uygulanan faşist politikanın demokrasi diye lanse ettiği legalitenin özelliği şudur: Politik mücadeleye emperyalizmle ittifak halindeki gerici sınıf ve tabakaların partileri dışında hiçbir güç katılmayacaktır. Ezilen sınıf ve tabakaların sendikal hakları, şehir küçük burjuvazisi için kaldırılıyor; işçi sınıfı için kısıtlanarak sarı sendikacılık hâkim kılınıyor. Halkımızın diğer büyük bir çoğunluğu olan köylülerin ise hiçbir demokratik hakları [hakkı] kalmıyor.
Legal örgütler ‐TİP; “şimdi de TBP kapatılmak isteniyor”‐, sendikal örgütler ‐TÖS, PER‐SEN, “şimdi de DİSK kapatılmak isteniyor”‐ kapatıldı. Gençliğin kitlevi örgütü olan TDGF ve bu örgütün paralelinde şehir, kasaba ve köylerde kurulan diğer örgütler, DDKO kapatıldı. Bu örgütler, içinde barındırdıkları devrimci potansiyelle politik ağırlığı olan ve politik bilinçlenmenin en yaygın ve yoğun olduğu örgütlerdir. Bunlardan başka daha birçok örgüt saymak mümkündür. Kapatılan örgütler dışında kalanları ise baskı altına alınarak demokrasi adına ibret‐i alem için muhafaza ediliyorlar.
Kapatılan örgütlerin sağlam kadroları zindanlara dolduruldular; kalanlar ise faşist yöntemlerle ekonomik ve politik abluka altına alınarak pasifize etme metotları uygulanmaya başlandı.
Faşist iktidar kendisini şirin göstermek için bir anarşisttir tutturdu ve sanki sıkıyönetim kalkınca eski ortam kısmen geri gelecekmiş havası verilmeye çalışıldı. Tek kelime ile şunu diyebiliriz: Sıkıyönetim kalkacak, faşist politika devam edecektir. Anayasa değişikliği, peşpeşe çıkan faşist baskı kanunları, uzun dönemli planların girişimidir. Sıkıyönetimin kalkması, faşist uygulamayı etkilemeyecek şeklî değişikliktir. Düşmanın içinde bulunduğu kuşku, henüz oturma döneminde olan faşizmin, sıkıyönetim kalktığı zaman yaratacağı boşluklar sorunudur. Ve bunu da çıkarttığı baskı kanunlarıyla sağlama çabasındadır.
Başta 1961 Anayasasını değiştirerek yıllardır amaç edindikleri önemli bir meseleyi hallettiler. Anayasanın teminatı altındaki özerk kurumların ‐üniversiteler, TRT v.s.‐ yapısı değiştirildi. Devlet organlarındaki devrimciler uzaklaştırıldı ve önemli kurumlar militarize edilerek devrimcilerin buralara sızma imkânları büyük oranda kısıtlandı.
Reform adı altında gerçekleştirmeye çalıştığı adalet reformu ve idarî reform, mevcut yapının pratikte işlemez olmuş boşluklarını kapatmak[ta], gerici güçler ve kurumlar arası koordinasyonu kuvvetlendirmek[te]tir.
Devrimcileri yargılamak için getirilen kanunlar, yıldırım kararların çıkacağı ve yakala‐yargıla‐as işleminin bir kaç günde gerçekleşebileceği ortamı sağlamaktadır.
İşçi sınıfının sendikal hakları geniş ölçüde kısıtlanacaktır. Şimdiye kadar bu işlemin ele alınmaması, bu ortamda işçi sınıfını da karşısına almak niyetinde olmadığı içindir. Fakat işçi sınıfının demokratik haklarına çok yakın bir zamanda el atılacaktır. Faşizmin işçi sınıfına vuracağı darbe, daha çok sarı sendikacılığı hâkim kılarak devrimci sendikaları yok etmektir. Böylece uzun dönem[de] işçi sınıfının mevcut demokratik hakları pratikte işlemez olacaktır.
1972 yılı, işçi sınıfının toplu sözleşmelerinin tekrarlanacağı yıldır. Bunlar için en önemli sebep, gerici sınıfların iç pazarda sistemli olarak sömüreceği sınıfın işçi sınıfı olmasıdır. Ortak Pazar’a katılmak için geçiş döneminde bulunan Türkiye, iç pazarı sömürme ve gericilerin önündeki engellerin kaldırılması meselesini daha çok dikkatle uygulamak ve devam ettirmek kararındadır.
2. Ekonomik ve Politik Krizin Önüne Geçmek
Birinci kısımda anlattığımız “Devrimci Güçleri Yok Etmek” ve üçüncü kısımda anlatacağımız ”Gerici Güçler Arasında Birlik Sağlamak” sorunları faşizmin politikası içinde birbirini tamamlayan meselelerdir.
Erim iktidarının reform sloganlarıyla AP iktidarının yerini alması, iktidar değişikliği ve sahte reform sloganı olarak, halk kitlelerini geçici bir dönem aldatmış ve politik krizin kalkmasına kısmen yardım etmiştir. Fakat kısa zamanda faşist iktidarın maskesi düşmüştür. Halk kitleleri biraz geç de olsa iktidar değişikliğinin ne olduğunu öğrendi. Ama artık bunun pek önemi kalmamıştı[r], çünkü Erim iktidarı faşist politikasıyla tüm devrimcileri susturmuş, halk kitlelerini baskı altına almış ve gerici partilerin ortak koalisyonu içinde yapısını sürdürmüştür. Kısmen de olsa sınıflar dengesi söz konusu olmadığı için politik kriz, faşist uygulamalarla önemini yitirmiştir.
Ekonomik krizin önüne geçmek ve ekonominin istikrarlılığını sağlamak için ağır vergi ve zamlar getirilmiştir. Zam ve vergilerle kısa zamanda devlet bütçesi tanzim edilmiş ve gericilerin iç pazarı sömürmeleri için gerekli ortam hazırlanmıştır. Faşist iktidar ekonomiyi sıhhate kavuşturacak, hem kamu sektöründe hem de özel sektörde sömürüyü arttıracak, vergilerle ve zamlarla bütçe açıklarını kapatacak gerekli tedbirleri almaktadır. İşbirlikçi burjuvazinin yeni yatırım hamlelerini gerçekleştirmesi için her türlü imkân sağlanmaktadır. Bu politikanın en ağır darbesini işçi sınıfı yiyecektir, çünkü gerici sınıflar için en iyi sömürü [kaynağı] işçi sınıfının emeğidir. Diğer taraftan ekonomik kriz, vergi, zam ve hayat pahalılığından da en çok işçi sınıfı zarar görür.
Bir yıldır hükümet eden Erim iktidarı, zam ve vergiyi kendisine politika edinmiştir. Bu usul, ekonomik krizin önüne geçmek için tüm azgelişmiş ülkelerde uygulanan klasik usuldür.
Köylülerin alın terini sömüren ağa, tefeci ve tüccarların ellerinde toplanan sermaye, planlı yatırımlara dönüşmediği için iktidar, işbirlikçi burjuvazinin yatırım yapması için gerekli sermaye birikimini sağlayacak sömürü çarkını garantiye almaktadır. Bu çarkın darbesini ise daha çok üretim içindeki işçi sınıfı, küçük burjuvazi ve köylüler yiyecektir.
3. Gerici Güçler Arasında Birlik Sağlamak
Faşist Erim iktidarından önce, gerici güçler arasındaki birlik önemli ölçüde parçalanmıştı. Gerici sınıfların temsilcisi olan partiler dışında da, devlet organları arasındaki hiyerarşi ve sorumluluk kısmen zayıflamıştı. Muhtıradan sonra gelen faşist yönetim, parçalanmış olan bu birliği sağlamak zorunda kaldı. Diğer taraftan da halk kitleleri nezdinde hiçbir önemi kalmamış olan gerici partilerin tekrar iktidara gelmesi de ortamın yapısı açısından normal karşılanmıyordu. Zaten AP en güçlü ‐ekonomik ve politik‐ parti olarak yıpranmış ve iktidardan düşmüştü. Muhalefet durumundaki diğer partiler de yıpranmışlardı ve iktidar sorumluluğunu üstlenecek durumda değillerdi.
Hem halk kitlelerini kandırmak hem de gerici sınıfların temsilcisi durumundaki partilerin sorumlu olacağı ve pratikte birlik sağlayacakları bir formül bulundu. Bu formül partilerüstü bir hükümet olarak ortaya atıldı. İçinde gerici partilerin ve parti dışı uzmanların bulunacağı bir hükümet olacak, başbakan bağımsızlardan seçilecek ve bu organ faşist güçlerin kontrolü altında bulunacaktı. Böylece yarı‐askerî ve büyük partilerin sorumluluk taşıdığı faşist yönetim halen politikasını devam ettirmektedir.
Faşist yönetim devrimci güçleri yok etmeyi amaç haline getirdiği için gerici güçler arasındaki çelişkiler önemini yitirdi. Zaman zaman AP’nin iktidardan çekilmek için yaptığı çıkışlar, iktidarın farklı çıkar gruplarından işbirlikçi burjuvazinin çıkarlarını temel alması ve toprak ağası, tefeci, mütegallibeye karşı tavır takınması[ndan]dır. DP, esasen temsil ettiği sınıfın çıkarları açısından ve küçük hesaplarından iktidar sorumluluğunu paylaşamamıştır. Gerici sınıflar arasındaki çelişki, toprak reformu konusunda önem kazanmış ve neticede toprak reformundan vazgeçildiği gibi, iktidar değişikliğine gidilerek mesele kapanmıştır. Faşist iktidarın politikası, işbirlikçi burjuvazinin çıkarlarına önem vermesine rağmen, parlamento, iktidarın toprak ağaları, tefeci ve mütegallibe karşısındaki kısmî olumsuz tavrına karşı bu gerici sınıfların tutucu yapısını ve çıkarlarını koruyacak güce sahiptir. Yani, hükümet ve faşist askerî güçlerle parlamento arasında gerici sınıfların çıkarlarını koruma açısından farklılık vardır.
Resmî adı partilerüstü olan faşist iktidar, fiilî yapısıyla gerici sınıflar koalisyonudur. Partilerüstü sloganı, gerici partileri belirli ölçüde sorumluluk altına almakta ve bu sorumluluk yarı‐askerî bir zorlamayla birlik meydana getirmektedir.
Devrimci cepheye karşı giriştikleri ortak saldırı ve bu saldırıların durmamacasına devamı, gerici partiler arasındaki çatışmaları engellemektedir. Dikkat edersek hemen görürüz; yıpranan bir parti, prestijini sağlamak için anti‐komünizm şampiyonluğunu kimseye bırakmamakta ve halk kitlelerini yanıltmak, dikkatlerini başka yere çevirmek için karşı‐devrimci mücadelenin itliğini yapmaktadır.
Partiler, gericiler içinde güçlenmek için anti‐komünizm şampiyonluğu pistinde yarış etmektedirler.
Faşist iktidar ise hem gerici partilerden geri kalmamak hem de Amerikan emperyalizminin gözüne girerek biraz daha yardım koparmak için ahlâksızlığı politika, insan kasaplığını da devrimcileri yok etme mücadelesi haline getirmiştir.
Bir yıldır devam eden faşist yönetim ‐sivil‐asker‐ gerici güçler arasında karşı‐devrimci bir cephe oluşturmuştur. Bu cephede, gerici sınıf ve tabakalar arasında çıkan çatışmalar ikinci plana ve minimuma indirildi. Sınıf mücadelesini zorla bastırmak ve devrimci güçleri yok etmek için farklı üretim ilişkileri birarada bulunacak ve halk kitlelerini sömürebilmek için de, gerici sınıfların çıkarları, devletin tüm baskı araçları kullanılarak garanti altına alınacaktır.
Faşist iktidar ve onun sorumluluğunu paylaşan partiler, vergiler, zamlar ve hayat pahalılığını meşru kılmak, halk kitleleri üzerindeki baskıları haklı göstermek ve devrimci güçlere karşı uyguladıkları kanlı terörü örtbas etmek için, devrimcilere hücum ederek ve dikkatleri devrimcilerin üzerinde toplayarak provokasyon, yalan ve ahlâksızlıkta adeta yarış halindedirler. Bu metotlarla barbarlığı haklı göstermek ve halk kitlelerini kandırmak çabası içindedirler.
Yürürlükteki faşist politika, kanlı zulüm ve baskı metotlarına devam edecektir. Ve sınıf mücadelesi geliştikçe faşizm terörünü arttıracaktır.
Faşizme Karşı Tavrımız
Bir yıldır uygulanmakta olan faşist politika henüz oturma dönemindedir. Emperyalizmin ve ortaklarının faşist cepheyi oluşturma çabaları tam olarak olumlu sonuç vermemiştir. Yarı‐askerî faşist yönetimden sorumlu olan gerici partiler zaman zaman faşist cepheyi zor duruma düşürücü tavır takınmışlardır. I. Erim iktidarı döneminde, AP, temsil ettiği sınıflardan toprak ağaları, tefeci ve mütegallibeye karşı alınan tavırdan dolayı iktidar sorumluluğundan kaçmış ve çeşitli sürtüşmeler sonunda iktidar değişikliği olmuş ve II. Erim hükümeti politikasında partilerarası dengeyi AP’ne kaydırmıştır. Bu durum, generaller‐iktidar‐AP Parlamento dörtlüsünü belirli bir çıkar çizgisinde birleştirmiştir. Fakat diğer taraftan iktidarda sorumluluğu bulunan CHP’nin politikada ağırlığını yitirmesi ve hemen hemen her yönüyle, faşist politikanın karşı‐devrimci terörle partinin ilerici “radikal‐demokrat” kesimini tehdit etmeye başlaması yeni sorunlar çıkarmıştır. Bu mesele günümüzün konusudur ve çözümü gelişmelerle ortaya çıkacaktır.
İçinde bulunduğumuz ortamda önemli görevlerimiz ve faşist politikaya karşı mücadele tarzımız şudur:
1. Faşist cephenin oluşmasını engellemek ve Anti‐Faşist Cepheyi güçlendirmek.
2. Faşist politikanın gizli oyunlarını ortaya çıkarmak ve baskı altına alınmak istenen halkımızı uyarmak. “Sansür ve terörün gerçekleri gizlediği bu ortamda çok önemlidir.”
3. Politik mücadelemizde varlığımızı korumak, ağır kayıplar vermemek için içinde bulunduğumuz şartları doğru değerlendirmek ve faşist politikanın zayıf noktalarını bularak saldırı metotlarımızı çok iyi ve zamanında uygulamak.
1. Faşist cephenin oluşmasını engellemek ve AntiFaşist Cepheyi güçlendirmek.
Bir yıldır partilerüstü olduğunu iddia eden iktidar, gerici birlik sağlamak ve böylece faşist cepheyi oluşturmak konusunda oldukça titiz davranmaktadır. Fakat günümüzde bu politika, gerici birlik içinde olan CHP’nin ilerici‐radikal sosyal demokrat kanadını tehdit etmeye başlamıştır.
Bu tehdidin önemli iki sebebi vardır: Birincisi ve önemlisi, CHP’deki sosyal demokratların ilk günden 12 Mart Muhtırasının maskesini düşürmeleri ve karşı çıkmalarıdır. İkincisi ise, legal ortamın sağladığı “devrimciler‐sosyal demokratlar‐ileri güçler” [arasındaki] asgarî müştereklerdeki güç birliği ve doğal ilişkilerdir. Bunun içindir ki faşizm, bu güçleri de baskı altına almak ve susturmak istemektedir.
CHP içindeki örgütlü güçler dışında faşizmin saflarına almak için devamlı gayret gösterdiği şehir küçük‐burjuvazisinin reformist, demokrat ve anti‐emperyalist “geniş aydın kesim” kesimidir. Başta üniversite öğretim üyeleri, öğretmenler, zanaatkârlar, teknokratlar ve bürokratların bir kısmı aydınları meydana getirmektedir.
Aynı metotları üniversite gençliği üzerinde de uygulamaktadır, fakat bunu başarması çok zor, hemen hemen imkânsızdır. Üniversite gençliği üzerindeki çalışması daha çok baskı altına almak, pasifize etmek ve tarafsızlaştırmaktır.
Gericilerin faşist politikalarını meşrulaştırmak için bu güçleri saflarına alma çabalarını boşa çıkarmak, [bunlarla] anti‐faşist ve anti‐emperyalist bir çizgide güç birliği içine girmek ve gerici partilerarası birliğe karşı koyan faşizmin karşısındaki sosyal demokratların çabalarını desteklemek ve anti‐faşist bir çizgide devrimci güçlerle güç birliğini [güç birliğine gitmelerini] sağlamalıyız. Faşizmin hem severek hem döverek saflarına almak için tavır takındığı bu güçlere karşı oynadığı oyunlara engel olmak gerekir.
Gerici politikada hâlâ varlığını koruyan TBP’nin kapatılmasına engel olmalıyız. Zira bu parti, anti‐faşist, reformist yapısıyla, kapatılma tehlikesini atlatırsa gücünü koruyabilir ve mücadelesine devam eder. TBP, son bir yılda, faşist uygulama ve oyunların hemen hepsine karşı çıkmıştır. Netice olarak bu ortamda anti‐faşist ve anti‐emperyalist çizgide birleşebilecek bütün güçlerle güç birliğine gitmeliyiz.
2. Faşist politikanın gizli oyunlarını ortaya çıkarmak ve baskı altına alınmak istenen halkımızı uyarmak.
12 Mart’tan itibaren oynanan oyunları, faşist politikanın bütün yönlerini detaylarına varıncaya kadar ortaya koymalıyız. İçinde bulunduğumuz ortamda halk kitlelerine faşizmin gerçek yüzünü göstermek zor olmasına rağmen halkımızın anlaması kolaydır. İşbirlikçiler, halkımızın öncü gücü durumundaki devrimciler üzerinde uyguladıkları ezme ve yok etme politikalarını halk kitleleri üzerinde de fazlasıyla uygulamaktadırlar. Bilhassa alınan yenilgilerden sonra bu kolaylaşmakta, halk kitleleri pasifize edilmek istenmekte, bunun için de korkunç bir terör estirilip baskı ve zulüm gittikçe şiddetlendirilmektedir. Zaten elinde demokratik hakları bulunmayan köylüleri dışında bırakırsak, işçi sınıfı ve şehir küçük‐burjuvazisinin demokratik hakları ellerinden alınmıştır ve alınmaktadır.
Ekonomik krizin atlatılması için alınan tedbirler, vergiler, zamlar, hayat pahalılığı doğrudan doğruya halkımızın sırtına yüklenmiş ve onu sefaletin eşiğine getirmiştir.
Anayasanın değiştirilmesi, anayasal kurum ve müesseselerin militarize edilerek tam manasıyla faşist politikanın uygulama kurumları haline getirilmesi, ordunun işbirlikçilerle içli‐dışlı olarak yarı‐askerî bir diktatörlüğün iş başında bulunması, dış politikada eskiye nazaran daha da gerici bir tutum, haşhaş ekiminin yasaklanması v.s. gibi uygulamalar, işbirlikçi faşist politikanın açık ve gizli oyunları, uygulamalarıdır.
Görevimiz, faşist politikanın bütün oyunlarını ortaya koymak ve henüz faşizmin oturma sürecinde olduğu bu ortamda halk kitlelerinin pasifize edilmesini önleyici çalışmaları yoğunlaştırmaktır. Bilhassa sansür ve terörün gerçekleri gizleyebildiği bu dönemde bütün imkânlarla faşizm ve faşist politika gözler önüne serilmelidir.
Faşist politikayı en iyi sergileyebilecek silahlı mücadele yöntemi yanında diğer bütün politik mücadele yöntemleri de uygulanmalı, bütün imkânlar kullanılmalı, bütün fırsatlardan yararlanılmalı, fakat silahlı mücadelenin temel politik mücadele yöntemimiz olduğu unutulmamalıdır.
3. Politik mücadelemizde varlığımızı korumak, ağır kayıplar vermemek için, içinde bulunduğumuz şartları doğru değerlendirmek ve faşist politikanın zayıf noktalarını bularak saldırı metotlarımızı çok iyi ve zamanında uygulamak.
Her şeyden önce ağır bir yenilgiye uğradığımızı, gücümüzün önemli bir kısmını kaybettiğimizi unutmamak lâzımdır. THKO’nun bu dönemde izleyeceği politikada hiçbir değişiklik olmayacaktır.
Mücadele, içinde birçok defalar görülebilecek zigzaglarla ilerleyecektir. İçinde bulunduğumuz dönem de bu zigzaglardan birisi, fakat önemli birisidir. Taktiklerimizi doğru seçmeli ve faşist politikanın zayıf noktalarını titizlikle bularak zamanında ve hatasız bir şekilde saldırıya geçmeliyiz. Pasifize edilmeye çalışılan devrimcilerin ve halkımızın pasifize edilmelerini önlemeye; politik mücadeleden taviz vermeden anti‐faşist bir cephede tüm ilerici güçleri içine alacak ve halk kitlelerinin demokratik haklarını geri almaya ve ekonomik mücadelelerini yürütmelerini sağlamaya çalışmalıyız.
Devrimcilerin paniğe, yılgınlığa kapılmadan ve halkımızı ümitlendirmek için faşist politikaya karşı verecekleri mücadele ve en ufak bir çıkış bile eskisinden çok önemlidir.
Silahlı mücadelede THKO’nun politikasında faşizmin gürültüsüne göre strateji değişikliği olmayacaktır. Zira faşist politikanın güçlü görünen yapısı yanında, güçsüzlüğü ‐halk kitlelerini karşısına alır‐ kavgamızın yolunu çizen devrimci teorinin alfabesidir.
THKO kırsal alanları ve şiddet politikasını temel alan politik mücadelesine devam edecektir.
Hiç yorum yok