Header Ads

Header ADS

III-SOSYALİZMDE ÜCRET FARKLILIĞI KAÇINILMAZ BİR YASALLIKTIR (II)

Okçuoğlu,

ÜCRET KONUSUNDA MARKS VE STALİN'İ ANLAMAK

Marks'ın “Gotha Programı Eleştirisi”nde yer alan anlayışı Marksist-Leninist politik ekonomide ücret konusunda temel anlayışı oluşturur. Bu anlayış aynı zamanda sosyalizmde ücretlendirmede eşitliğin olamayacağını da içerir. Ancak, bu gerçekliğe rağmen, Marksizm’i savunduğunu söyleyenler arasında sosyalizmde ücret eşitliğini savunanlar da var. Ne gariptir ki, hiçbir kanıtı, maddi temeli olmamasına rağmen sosyalizmde ücrette eşitlemeciliği savunanlar bunu Marks'a mal ederler. SSCB’de bu küçük burjuva hayalperest anlayışın baş savunucusu Troçki ve o zaman için SB'de devrimden yana tavır almış olan bilumum küçük burjuva unsurlardı.

Karl Marks, sosyalizmi inşa sürecinde paylaşım normlarının komünist olmayacağını, burjuva olacağını veya sosyalizm aşamasında paylaşım normlarının burjuva özelliklerinden arındırılmış olmayacağını “Gotha Programı Eleştirisi” nde açık seçik yazar, hatta ücret farklılığının nedenlerini sıralayarak örnekler. Bolşevikler için bu makale, diğer şeylerin yanı sıra ücret konusunda da ilham kaynağı olmuştur.

“Gotha Programı Eleştirisi”nde Marks’ın söylediği oldukça açıktır: Sosyalizm, kapitalizmden devraldığımız toplumdur; onun özelliklerini, kalıntılarını taşır. Devralınan kapitalizme/burjuvaziye özgün olan özellikler bugünden yarına ve kendiliğinden yok olmazlar. Bu nedenle, sosyalizmi inşa ederken devraldığımız toplumdan kalma özellileri dikkate almak zorundayız. Bu zorunluluk içinde uyulması gereken bir yasallık taşır. Dikkate alınması gereken zorunluluklardan birisi de ücrettir. Ücretlendirmede sosyalizmin ilkesi, “çalışmayan aç kalır”, toplumdan, bireysel olarak harcadığın işgücü kadar alabilirsin; diğer bir ifadeyle, işgücü harcaması (emek) olarak topluma verdiğinin tam karşılığını alırsın. Burada söz konusu olan, harcanan işgücüne göre, yaptığın işin tam karşılığı olarak ücret alınmasıdır. Bu, paylaşım ilkesi, toplumda, ücret bakımından kaçınılmaz olarak eşitsizliği beraberinde getirir. Bu da burjuva bir haktır; toplumun henüz "Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre!" ilkesini -komünizmde söz konusu olacak olan bu ilkeyi- gerçekleştirebilecek bir gelişme içinde olmadığını, ancak ve ancak "Herkesten yeteneğine göre, herkese emeğine göre” ilkesinin söz konusu olabileceğini gösterir.


Başta Troçki olmak üzere eşitlemecilerin ve günümüzde Troçkistlerin ücretlendirme konusunda temel tezleri şudur: Harcanan işgücüne (emeğe) göre paylaşım sosyalist bir toplumda ayrımcılığa, yeni sınıf oluşumuna neden olur. Bu nedenle SSCB’de yeni sınıf oluşumuna neden olacak bir ücret sistemi uygulanmamalıdır. Troçki bunu açıktan savunur. Sosyalizmde ücret, paylaşım eşitliğinden bahseden ücret eşitlemecilerinin bu anlayışı SSCB'de 1920'li yılların başında uygulandı. Bu dönem, Bolşeviklerin ücretlendirme konusunda ne yapacaklarını henüz tam kararlaştıramadıkları, daha doğrusu bilemedikleri, el yordamıyla yürümek zorunda oldukları bir dönemdi. Sonuçları çok ağır oldu.

Eşitlemecilik – Küçük Burjuva Sosyalizmi

Marks ve Engels, bir bütün olarak Marksizm-Leninizm, eşitlikten Troçki'nin, bilumum eşitlemecilerin anladığını anlamıyor, bunların eşitlik anlayışı ile Marksizm-Leninizm’in eşitlik anlayışı arasında hiçbir ilişki yoktur; Marksizm-Leninizm’de eşitlik talebi, bireyin yok edilmesi ve bütün insanların eşitlenmesi olarak tanımlanmıyor. Böylesi anlayışlar bilimsel sosyalizmden önce, ütopik sosyalistler tarafından savunuluyordu. Onlar, sınıflı toplumun özünü ve sınıfları ortadan kaldırmanın ne anlama geldiğini; bunun sonuçlarını göremiyorlardı. Marks ve Engels ise eşitlik talebinin ancak sınıfların ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşebileceğini öğretiyorlar. Bunun ötesine geçen her eşitlik talebi bir ütopyadır ve Troçki, eşitlemeciler, eleştirmenler ve günümüzde Troçkistler bu ütopyayı savunuyorlar.

1936 Sovyet anayasasının 118. maddesinde “SSCB vatandaşları, işin nicelik ve niteliğine göre ücretlendirilmiş garantili çalışma hakkına sahiptir”(1) denir. Bu anlayışa varmak ve uygulamak çetin bir mücadelenin sonucudur. Burada söz konusu olan, ücrette eşitlemeciliğe karşı açık bir mücadeledir.

SSCB’de ücrette eşitlemeciliğin nasıl anlaşıldığı üzerinde biraz durmakta yarar var.

Stalin “İdareciler Konferansı”nda yaptığı konuşmasının ücret bölümünde şunları söyler:

“Daha önce, endüstriyel canlanma döneminde, teknik donanımımızın karmaşık olmadığı ve üretim ölçeğinin büyük olmadığı zamanlarda, işgücünün sözde dalgalanmasını ‘tolere etmek’ bir şekilde hala mümkündü. Şimdi bu farklı bir konu. Şimdi koşullar temelden değişti. Şimdi, tam teşekküllü yeniden yapılanma döneminde, üretim ölçeği çok büyük ve teknik ekipman son derece karmaşık hale geldiği için işgücünün dalgalanması, fabrikalarımızı dağıtan bir üretim belası haline geldi. Artık işgücünün dalgalanmasına katlanmak demek, sanayimizi parçalamak, üretim planlarını yerine getirmeyi ve ürünlerin kalitesini iyileştirmeyi imkansız kılmak demektir.

İşgücündeki dalgalanmanın nedeni nedir?

Bunun nedeni ücretlerin yanlış örgütlenmesinde, yanlış ücret cetveli sisteminde, işçi ücreti alanında ‘solcu’ eşitlikçilikte yatıyor. Bazı fabrikalarımızda ücret tarifesi, vasıflı iş ile vasıfsız iş, ağır iş ile hafif iş arasındaki fark neredeyse ortadan kalkacak şekilde belirleniyor. Eşitlikçilik, vasıfsız işçinin meslek içi eğitimle kalifiye işçi haline gelmeye ilgi duymaması, böylece ilerleme perspektifine sahip olmaması, bu yüzden işletmede kendisini, yalnızca ‘biraz para kazanmak’ için geçici olarak çalışan ve sonra başka bir yerde ‘şansını deneyecek’ olan, ‘sayfiyeye çıkmış biri’ olarak hissetmesine yol açar. Eşitlikçilik, vasıflı işçinin, sonunda vasıflı işçiye layık olduğu değeri veren bir işletme bulana kadar işletmeden işletmeye dolaşmak zorunda kalmasına yol açar.

Bir işletmeden diğerine ‘genel’ göç, işte işgücü dalgalanması bundandır.

Bu kötülüğü durdurmak için eşitlikçiliği ortadan kaldırmak ve eski tarife sistemini parçalamak gerekir. Bu kötülüğü durdurmak için vasıflı iş ile vasıfsız iş, ağır iş ile hafif iş arasındaki farkı dikkate alan bir tarife sistemi oluşturulmalıdır. Demir-çelik sektöründe merdane başındaki bir işçiyle ortalığı temizleyen hademenin aynı ücreti almasına göz yumulmamalıdır. Bir makinistle bir katibin aynı ücreti almasına göz yumulmamalıdır. Marks ve Lenin, vasıflı ve vasıfsız iş arasındaki farkın sosyalizmde bile, hatta sınıfların ortadan kaldırılmasından sonra da var olacağını, bu farkın ancak komünizmde ortadan kaybolacağını, bu nedenle sosyalizmde de ‘ücretin’ gereksinime göre değil, yapılan işe göre ölçülmesi gerektiğini söylerler. Ancak ekonomistler ve sendikacılar arasındaki eşitlemecilerimiz bununla hemfikir değiller ve bu farkın Sovyet sistemimizde artık ortadan kalktığına inanıyorlar. Kim haklı: Marks ve Lenin mi yoksa eşitlemeciler mi? Herhalde Marks ve Lenin'in haklı olduğu kabul edilmelidir. Ama bundan şu sonuç çıkar: Bugün ücret sistemini, vasıflı ve vasıfsız iş arasındaki farkı hesaba katmadan eşitlikçilik ‘ilkeleri’ üzerine inşa edenler Marksizm'den, Leninizm'den kopmuştur.

Eğer işletmelerde sağlam bir işçi çekirdeğine gerçekten sahip olmak istiyorsak her sanayi dalında, her fabrikada, her bölümde ilk planda ve esas olarak işletmede tutulması gereken, az çok vasıflı işçilerden oluşan önder gruplar vardır. Bu önde gelen işçi grupları, üretimin temelini oluşturur. Bunların işletmede, bölümde kalıcı bir şekilde tutulması, tüm personelin işletmede tutulması ve işgücü dalgalanmasının kökten budanması anlamına gelir. Ama bunlar işletmede nasıl tutulabilierler? Bunlar ancak terfi ettirilirse, ücretleri yükseltilirse, ödeme işçinin vasfının hakkını verecek şekilde örgütlenirse işletmede tutulabilirler.

Ama bunları terfi ettirmek ve ücretlerini yükseltmek ne demektir, vasıflı olmayan işçiler üzerindeki etkisi ne olacak? Bu, başka her şey bir yana, vasıfsız işçiler için fırsatlar yaratmak ve onları ilerlemeye, vasıflı işçi kategorisine yükselmeye teşvik etmek anlamına gelir. Şimdi yüz binlerce ve milyonlarca vasıflı işçiye ihtiyacımız olduğunu sizler de biliyorsunuz. Ama vasıflı işçi kadroları elde etmek için, vasıflı olmayan işçileri teşvik etmek ve onlara bir ilerleme, yükselme şansı vermek gerekir. Ve bu yolda ne kadar cesur gidersek o kadar iyi olur, çünkü işgücünün dalgalanmasını ortadan kaldırmanın temel yolu burada yatar. Burada tasarruf etmek istemek suç işlemek demektir, sosyalist sanayimizin çıkarlarına aykırı hareket etmek demektir...

Yani: İş gücündeki dalgalanmayı ortadan kaldırmak, eşitlikçiliği ortadan kaldırmak, ücretleri doğru bir şekilde örgütlemek, işçilerin yaşam koşullarını iyileştirmek - görev budur.”(2)

Alman yazar Emil Ludwig ile söyleşisinde Stalin sosyalizmde eşitlik, eşitlemecilik üzerine şunu söyler:

“Size şu soruyu sormama izin verin: ‘Eşitlemecilik’ ten bahsediyorsunuz, burada bu kelimeye genel eşitlikle ilgili belli bir ironik nüans veriyorsunuz. Oysa genel eşitlik sosyalist bir idealdir.”

Stalin: “İnsanların aynı ücreti aldığı, eşit miktarda et, eşit miktarda ekmek aldığı, aynı kıyafetleri giydiği, aynı ürünleri aynı miktarlarda elde ettiği bir sosyalizm - Marksizm böyle bir sosyalizmi tanımaz.

Marksizm sadece şunu söyler: Sınıflar nihai olarak ortadan kaldırılmadığı sürece, çalışma yaşamak için bir araç olmaktan çıkıp insanların ilk yaşam ihtiyacına, toplum için gönüllü çalışmaya dönüşmediği sürece, insanlara çalışmalarının karşılığına göre ödeme yapılacaktır. ‘Herkesten yeteneğine göre, herkese çalışmasına göre’ - işte sosyalizmin Marksist formülü, yani komünizmin ilk aşamasının, komünist toplumun ilk aşamasının formülü budur.

Ancak komünizmin bir üst aşamasında, komünizmin üst evresinde herkes yeteneğine göre çalışacak ve çalışması karşılığında gereksinimlerine uygun alacaktır. ‘Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinimine göre’.

Farklı insanların sosyalizmde farklı gereksinimlere sahip olacakları ve oldukları açıktır. Sosyalizm zevklerle ilgili olarak, gereksinimlerin niceliği ve niteliğiyle ilgili olarak farklılığı hiçbir zaman inkar etmedi. Marks’ın Stirner’i eşitlemecilik eğilimi nedeniyle nasıl eleştirdiğini okuyun, 1875 yılında Gotha Programı’nın Marks tarafından eleştirisini okuyun. Marks, Engels, Lenin'in sonraki eserlerini okuyun, eşitlemeciliğe nasıl bir şiddetle karşı çıktıklarını göreceksiniz. Eşitlemeciliğin kaynağı, bireysel köylünün düşünce tarzıdır, tüm malların eşit paylaşılması gerektiği görüşüdür, ilkel köylü ‘komünizmi’nin mentalitesidir. Eşitlemeciliğin Marksist sosyalizmle hiçbir ortak yanı yoktur. Ancak Marksizmi tanımayan insanlar, sanki Rus Bolşevikleri tüm malları bir araya yığıp sonra onları eşit biçimde dağıtacakları ilkel düşüncesine sahip olabilirler. Bu tür düşüncelere, ancak Marksizm’le hiç ilgileri bulunmayan insanlar sahiptir. Cromwell'in ve Fransız devriminin zamanında ilkel ‘komünistler’ gibi insanlar, komünizmi böyle düşünmüşlerdi. Ama Marksizm’in ve Rus Bolşeviklerinin bu tür eşitlemeciliğe varan ‘komünist’lerle hiçbir ortak yanı yoktur.”(3)

Eşitlemeciliği parti üyelerinin nasıl anladıklarını ve neden öyle anladıklarını Stalin XVII. Parti Kongresine sunduğu siyasi raporda anlatır. Konuşmasından bazı bölümler:

“Parti düşmanları, her renkten oportünistler, her türden milliyetçi sapmacılar yenildi. Ancak bunların ideolojilerinin kalıntıları, bazı Parti üyelerinin zihinlerinde hala yaşamaya devam ediyor ve çoğu zaman kendilerini hissettiriyor. Parti’yi, onu çevreleyen insanlardan kopuk bir şey olarak görmemek gerekir. Parti, onu çevreleyen çevrede yaşar ve etkinlik gösterir. Dıştan sağlıksız ruh hallerinin Parti’ye sızmasının ender olmaması şaşırtıcı değildir. Ancak ülkemizde bu tür ruh halleri için kuşkusuz bir zemin vardır, çünkü salt bizde hala, gerek kentte gerekse köyde bu tür ruh halleri için verimli bir toprak oluşturan ara nüfus katmanları vardır.

Partimizin XVII. (30 Ocak-4 Şubat 1932) Konferansı, İkinci Beş Yıllık Plan’ın uygulanmasında temel siyasi görevlerden birinin ‘kapitalizmin ekonomide ve insanların bilincindeki kalıntılarının aşılması’ olduğunu açıkladı. Bu tamamen doğru bir düşüncedir. Ancak, ekonomide kapitalizmin tüm kalıntılarının artık aşmış olduğumuz söylenebilir mi? Hayır, bu söylenemez. İnsanların bilincinde kapitalizmin kalıntılarını aşmış olduğumuz hiç mi hiç söylenemez. Bu, yalnızca insan bilincinin gelişimi ekonomik durumunun gerisinde kaldığı için değil, SSCB’de ekonomide ve insanların bilincinde kapitalizmin kalıntılarını canlandırmaya ve korumaya çalışan biz Bolşeviklerin onun karşısında barutumuzu kuru tutmak zorunda olduğumuz kapitalist çevre hala var olduğu için de söylenemez...

Örneğin, sınıfsız, sosyalist toplumun kurulması sorununu ele alalım. XVII. Parti Konferansı, sınıfsız, sosyalist toplumun yaratılmasına doğru ilerlediğimizi ilan etti. Sınıfsız toplumun, deyim yerindeyse, öyle kendiliğinden gelmeyeceği açıktır. Onu tüm emekçilerin çabalarıyla, mücadeleyle kazanmak ve kurmak gerekir. Proletarya diktatörlüğünün organlarını güçlendirerek, sınıf mücadelesini geliştirerek, sınıfları ortadan kaldırarak, kapitalist sınıfların kalıntılarını ortadan kaldırarak, iç ve dış düşmanlara karşı mücadele ederek...

...Yenilgiye uğratılan anti-Leninist grupların ideolojilerinin kalıntıları kesinlikle yeniden canlanacak durumdadır ve yedi canlılıklarını yitirmiş olmaktan uzaktır.

Şu açıktır: Eğer görüşlerdeki bu karışıklık ve bu Bolşevik olmayan ruh hali Partimizin çoğunluğuna eğemen olsaydı, Parti terhis edilmiş ve silahsızlandırılmış olacaktı.

Devamla tarım arteli ve tarım komünü sorununu biraz daha ileri götürelim. Artelin bugünkü koşullarda kolektif çiftlik hareketinin tek doğru biçimi olduğunu şimdi herkes kabul ediyor. Ve bu tamamen anlaşılabilir: a) artel, kolektif çiftçilerin kişisel, günlük çıkarlarını, kolektif çıkarları ile doğru tarzda birleştirir; b) artel, kişisel, ve kısa vadeli günlük çıkarları uygun biçimde kolektif çıkarlara uyarlar ve böylece dünün bireysel köylüsünün kolektivizm anlayışı ile eğitilmesini kolaylaştırır.

Salt üretim araçlarının toplumsallaştırıldığı artelden farklı olarak komünlerde, şu son zamana kadar, sadece üretim araçları değil, her bir komün üyesinin ev ekonomisi de toplumsallaştırılmıştı, yani artel üyelerinden farklı olarak, komün üyelerinin kişisel mülkiyetinde kümes hayvanları, küçükbaş hayvanlar, inekler, tahıllar veya ev çevresinde arazileri yoktu. Bu demektir ki, komünlerde, üyelerin kişisel çıkarları, günlük çıkarları dikkate alınmış ve kolektif çıkarlarla bağdaşır olmaktan çok, bir küçük burjuva eşitlikçiliği uğruna kişisel çıkarlar, kolektif çıkarlar tarafından geri plana itilmişti. Komünün en zayıf noktasının bu olduğu açıktır. Ve esasında, komünlere çok seyrek rastlanmasını ve ancak birler ve onlarla sayılmalarını açıklayan da budur. Yine bu nedenden ötürü, komünler varlıklarını korumak ve dağılmamak için ev ekonomisinin toplumsallaştırılmasından vazgeçmek zorunda kaldılar; şimdi komünler işgününe göre hesap yapmaya, üyelerine kişisel kullanım için tahıl dağıtmaya başlıyorlar; kümes hayvanlarının, küçükbaş hayvanlarının, bir ineğin vb. kişisel mülkiyetine izin veriyorlar; ama bundan şu sonuç çıkar ki, komünler fiiliyatta artel haline gelmişlerdir. Bunda hiçbir kötülük yoktur, çünkü yığınsal kolektif çiftlik hareketinin sağlıklı gelişmesinin çıkarları bunu gerektirmektedir.

Bu, elbette demek değildir ki, komün artık genelde gerekli değildir, artık kolektif çiftlik hareketinin en yüksek biçimi değildir. Hayır, komün gereklidir ve komün elbette kolektif çiftlik hareketinin en yüksek biçimidir, ama geri teknik ve ürün eksikliği temelinde ortaya çıkan ve kendisi artel haline gelen bugünkü komün değil, daha gelişmiş bir teknik ve ürün bolluğu temelinde ortaya çıkacak...olan gelecekteki komün. Mevcut tarım komünü, zayıf gelişmiş teknoloji ve ürün eksikliği temelinde oluşturuldu. Aslında komünün eşitlikçilik yolunu tutması ve üyelerinin gündelik kişisel çıkarlarını bir yana bırakması da bununla açıklanır...

ncak (Artel ve komün) konusunda bazı parti üyeleri arasında tam bir kafa karışıklığı var. Bunlar, Partinin kolektif çiftlik hareketinin temel biçimi olduğunu ilan etmekle sosyalizmden uzaklaştığını, komünden, yani kolektif çiftlik hareketinin en yüksek biçiminden, daha aşağı bir biçime doğru bir gerilemeye girdiğini düşünüyorlar. Şu soru ortaya çıkıyor: Neden? Çünkü, diyorlar, artelde eşitlik olmadığı söyleniyor, çünkü artelde, kolektif çiftlik üyelerinin gereksinim farklılıkları, kişisel yaşam tarzlarındaki farklılıklar sürüyor; oysa komünde eşitlik var, çünkü komün üyelerinin gereksinimleri ve kişisel yaşam koşulları eşitlenmiştir. Ama birincisi, bizde artık gereksinimlerin ve kişisel yaşam koşullarının eşitlendiği, eşitçiliğin hüküm sürdüğü komünler yok. Pratik gösterdi ki, komünler eşitlikçilikten vazgeçmedikleri ve fiilen artel...haline gelmedikleri taktirde, mutlaka yok olacaklardı. Dolayısıyla artık gerçekte var olmayan bir şeye dayanılmamalıdır. Sonra, her Leninist —eğer o gerçek bir Leninist ise— bilir ki, gereksinimler ve kişisel yaşam tarzı alanında eşitlikçilik, Marksist tarzda düzenlenmiş sosyalist bir topluma değil, herhangi bir asketler tarikatına yaraşır gerici, küçük burjuva bir ahmaklığıdır, çünkü tüm insanlardan, hepsinin aynı gereksinimleri duymaları ve aynı zevkleri taşımaları, tüm insanların kişisel yaşam tarzlarında bir ve aynı örneğe uymaları talep edilemez...

Bu insanlar besbelli ki, sosyalizmin toplum üyelerinin gereksinimlerinin ve kişisel yaşam tarzlarının eşitlikçiliğini, eşitlenmesini, tek düzeye getirilmesini talep ettiklerini düşünüyorlar. Böyle bir varsayımın Marksizm’le, Leninizm’le hiçbir ortak yanı olmadığını söylemeye gerek yok. Marksizm, eşitlikten, kişisel ihtiyaçlar ve yaşam...tarzı alanında eşitlikçilik değil, sınıfların ortadan kaldırılması anlar, yani;

a) Bir kez kapitalistler devrildikten ve mülksüzleştirildikten sonra tüm emekçilerin sömürüden kurtuluşta eşitlik;

b) Üretim araçları bir bütün olarak toplumun mülkü haline geldikten sonra, herkes için üretim araçlarının özel mülkiyetinin kaldırılmasında eşitlik;

c) Herkes için yeteneklerine göre çalışma yükümlülüğünde eşitlik ve tüm emekçiler için performansına göre ödeme hakkında eşitlik (sosyalist toplum);

d) Herkes için yeteneklerine göre çalışma yükümlülüğünde eşitlik ve tüm emekçiler için gereksinimlerine göre alma hakkında eşitlik (komünist toplum). Ve Marksizm, burada, insanların zevklerinin ve ihtiyaçlarının nitelik ve nicelik olarak ne sosyalizm döneminde ne de komünizm döneminde eşit olmadığını ve olamayacağından hareket eder.

Marksist eşitlik anlayışı budur.

Marksizm başka bir eşitlik tanımamıştır ve tanımaz.

Bundan sosyalizmin, toplum üyelerinin ihtiyaçlarının eşitlikçiliğini, eşitleştirilmesini, aynılaştırılmasını, onların beğenilerinin ve kişisel yaşam tarzlarının aynılaştırılmasını talep ettiği, Marksistlerin planına göre herkese aynı kıyafeti giydirme ve her birinin aynı yemeği aynı miktarda yemesi gerektiği sonucu çıkartmak – birtakım yavan şeyler, bayağılıklar söylemek ve Marksizme kara çalmak demektir...

Marksizm’in eşitlikçiliğin düşmanı olduğunu anlamanın zamanı geldi. Marks ve Engels, daha ’Komünist Manifesto’da ‘genel bir çileciliği ve kaba bir eşitlikçiliği’ (4) öğütlediği için ilkel ütopik sosyalizmi gerici diye nitelendirerek damgalıyorlardı. Engels, ‘Anti-Dühring’ inde, Dühring’in Marksist sosyalizme karşıt olan ‘radikal eşitleştirici sosyalizm’inin çok sert eleştirisine tam bir bölüm ayırmıştır.

Proleter eşitlik talebinin gerçek içeriği, sınıfların kaldırılması istemidir. Bunun ötesine geçen her eşitlik talebi, zorunlu olarak saçmadır.”(5)

Lenin de aynı şeyi söylüyor:

"Engels, sınıfların kaldırılması demek olmayan bir eşitlik kavramı, ahmakça ve saçma bir boş inandır, diye yazmakta bin kez haklıydı. Burjuva profesörler bu eşitlik kavramıyla ilgili olarak, bizi insanları birbirine eşit kılmak istemekle suçlamaya çalıştılar. Kendilerinin uydurdukları bu saçmalığı sosyalistlere yüklemeye çabaladılar. Ama cahilliklerinden, sosyalistlerin ve hele çağdaş bilimsel sosyalizmin kurucuları olan Marks ve Engels'in, ‘eğer eşitlikten sınıfların kaldırılması anlaşılmıyorsa, eşitlik içi boş bir sözdür’, dediklerini bilmiyorlardı. Biz sınıfları ortadan kaldırmak istiyoruz ve biz bu anlamda eşitlikten yanayız. Ama bizim bütün insanları eşit yapacağımızı iddia etmek, boş bir söz ve aptalca bir aydın uydurmasıdır.”(6)


Bazı parti üyelerindeki Marksist sosyalizm üzerine bu fikir karışıklığının ve tarım komünlerinin eşitlikçi eğilimlerine bu aşırı tutkunluğun, bir ara tarım komünlerini idealize ederek, fabrika ve işletmelerde bile, her biri kendi mesleğinde çalışan kalifiye ve acemi işçilerin ücretlerini ortak kasaya koyacakları ve sonra da her birinin eşit pay alacakları komünler örgütlemeye kalkışacak kadar ileri giden, bizim ultra sol salaklarımızın küçük burjuva görüşlerine iki su damlası gibi tıpatıp benzerlikleri kuşkusuzdur. Bu ‘sol’ akılsızların kalkıştıkları çocukça eşitleştirme denemelerinin sanayimize ne kadar zarar verdiğini herkes bilir.

Görüyorsunuz ki, Partiye düşman yenik grupların ideolojilerinin kalıntıları hala büyük bir yaşam direncine sahipler.

Şu açıktır: Eğer bu ultra sol görüşler Parti içinde üstün gelseydi, Parti, Marksist bir parti olmaktan çıkardı ve kolektif çiftlik hareketi tamamen örgütsüzleşirdi.”(7)

“İlahi Adalet”, “Ebedi Adalet” veya başka bir “adalet” adı altında bütün insanları eşit yapacaklarına, “bu aptalca aydın uydurmasına” (Lenin) inananların, bunun için mücadele edenlerin başında 19. yüzyılda Proudhon, Lassalle ve Dühring, 20. yüzyılda Troçki gelmekteydi. Bu saçmalığı 21. yüzyılda da savunanların en başında Troçkistler gelmektedir. “Bu ‘sol’ akılsızların kalkıştıkları çocukça eşitleştirme denemelerinin” Sovyet ekonomisine,“eşitlemecilik” üzerinden inşa edilen sosyalizme verdikleri zarar ortadadır. Bunun bilincinde olan Bolşevikler tarafından eşitçiliğe karşı çetin mücadele verilmiş ve emeğe göre ücret, bu sosyalist ilke kararlılıkla savunulmuş ve uygulanmıştır.


Stalin, öncesinde Marks, Engels ve Lenin de “Sosyalizmin ilkesi, sosyalist toplumda herkesin yeteneğine göre çalışması ve gereksinimlerine göre değil, toplum için harcadığı emeğe göre tüketim araçları elde etmesinden ibarettir” der.

Peki, bu ilkeyi kaçınılmaz kılan, yasallık yapan nedir?

1) İşçi sınıfının kültürel düzeyinin yeterince yüksek olmaması.

2) İşçi sınıfının teknik düzeyinin yeterince yüksek olmaması.

3) Kafa ve kol işi (“emeği”) arasındaki çelişkinin hala sürüyor olması.


4)İş/çalışma üretkenliğinin, tüketim araçları bolluğu yaratmak için hala yeterince yüksek olmaması.


Bunlar sosyalizmin ilkeleridir. Bu gerçekliklerden dolayı sosyalizmde toplumun tüketim araçları, toplum üyelerinin gereksinimlerine göre değil, toplum için harcanan işe/çalışmaya göre paylaştırılmak zorundadır.(8)


Peki, bu zorunluluk, bu yasallık, bu burjuva adaletsizlik, bu burjuva hak/hukuk ne zaman ortadan kalkar?


 


1)İşçi sınıfının kültürel düzeyinin yeterince yüksek olduğu koşullarda.


 


2)İşçi sınıfının teknik düzeyinin yeterince yüksek olduğu koşullarda.


 


3)Kafa ve kol işi (“emeği”) arasındaki çelişkinin ortadan kalktığı koşullarda.


 


4)Herkesin yeteneğine göre çalıştığı koşullarda.


 


5)Toplumdan yaptığı işe göre değil, kültürel seviyesi yüksek bir insan olarak ihtiyacı kadarını aldığı koşullarda.


 


6)İş/çalışma üretkenliğinin, tüketim araçları bolluğu yaratacak derecede gelişmiş olduğu koşullarda.


 


Bunlar da komünizmin ilkeleridir. Bunların gerçekleştiği koşullarda insanlar yaptığı işe göre değil, gelişmiş bir insan olarak, toplumun ihtiyaçlarına göre çalışma ve toplumdan gerekli duyduğu kadar tüketim araçları alma bilincine varmış demektir.


 


Bu yasallığın ortadan kalkışı koşullarını Stalin şöyle sıralar. (Aynı koşullardan Marks, Engels ve Lenin de bahsederler). Ancak onlarınki teorik bir açıklama iken, Stalin’in açıklaması Sovyet pratiğinin doğrudan bir yansımasıdır.


“Komünizm, daha yüksek bir gelişme düzeyini temsil eder. Komünizmin ilkesi, komünist toplumda herkesin yeteneğine göre çalışmasından ve tüketim araçlarını harcadıkları işe göre değil, bilakis kültürel olarak olarak gelişmiş bir insan olarak sahip oldukları gereksinimlere göre elde etmelerinden ibarettir. Bu, işçi sınıfının kültürel ve teknik düzeyinin, kafa ve kol emeği arasındaki ikiliği ortadan kaldıracak kadar yükseldiği, kafa ve kol emeği arasındaki ikiliğin ortadan kalktığı ve emek üretkenliğinin öyle yüksek bir düzeye ulaştığı anlamına gelir. Tüketim maddelerini bolca güvence altına alabilir, böylece toplumun bu tüketim maddelerini üyelerinin ihtiyaçlarına göre dağıtmasını sağlayabilir.


Bazıları, kafa ve kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kaldırılmasının, mühendislerin ve teknisyenlerin, kafa işçilerin kültürel ve teknik düzeylerinin orta nitelikte işçilerin düzeyine düşürülmesi temelinde, kol ve kafa işçilerinin belirli bir kültürel ve teknik eşitlenmesiyle sağlanabileceğine inanıyorlar. Bu tamamen yanlıştır, sadece küçük burjuva gevezeler komünizm hakkında böyle düşünebilirler. Gerçekte, kafa ve kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kaldırılması, ancak işçi sınıfının kültürel ve teknik düzeyinin mühendis ve teknisyen düzeyine yükseltilmesiyle sağlanabilir. Bunun mümkün olmadığını düşünmek gülünç olurdu. Ülkenin üretici güçlerinin kapitalizmin zincirlerinden kurtulduğu, emeğin sömürünün boyunduruğundan kurtulduğu, iktidarın işçi sınıfının ve genç neslin elinde olduğu Sovyet toplumu koşullarında bu kesinlikle gerçekleştirilebilir. Düşünsel ve bedensel emek arasındaki çelişkinin temellerini sadece işçi sınıfının böylesi bir kültürel ve teknik gelişiminin ortadan kaldırabileceğinden, sadece onun sosyalizmden komünizme geçişe başlamak için gerekli olan yüksek emek üretkenliğini ve tüketim araçları bolluğunu garanti edebileceğinden kuşku duymak için hiçbir neden yoktur.”(9)


Marks ve Engels Komünist Manifesto'da “Komünizmin ayırıcı özelliği, genel olarak mülkiyetin kaldırılması değil, burjuva mülkiyetin ortadan kaldırılmasıdır. Ama modern burjuva özel mülkiyet, ürünlerin üretilmesinin ve mülk edinilmesinin sınıf zıtlıklarına, birinin diğerini sömürmesine dayanan sisteminin nihai ve en tam ifadesidir” diyorlar.(10) Esas olan, bu burjuva özel mülkiyetin, sömürünün bu kaynağının ortadan kaldırılması ve böylece sınıf eşitsizliğinin yok edilmesidir. Bu bağlamda Komünist Manifesto'dan okuyalım: “İnsan yaşamının devamı ve yeniden üretimi için yapılan ve geriye başkalarının işine komuta edecek hiç bir fazlalık bırakmayan iş ürünlerinin bu kişisel mülk edinilmesini hiç bir biçimde kaldırmak niyetinde değiliz. Ortadan kaldırmak istediğimiz tek şey, sadece, işçinin sırf sermayeyi artırmak için yaşadığı, egemen sınıfın çıkarının gerektirdiği kadar yaşadığı mülkiyetin bu rezil karakteridir.

Burjuva toplumda canlı iş, sadece, birikmiş emeği çoğaltmaya yarayan bir araçtan başka bir şey değildir. Komünist toplumda ise birikmiş emek, sadece, işçilerin yaşam sürecini genişletmek, zenginleştirmek, geliştirmek için bir araçtır... Komünizm kimseyi toplumun ürünlerini mülk edinme gücünden yoksun bırakmıyor, sadece, o mülkiyet aracılığıyla başkasının emeği üzerinde hakimiyet kurma hakkını ortadan kaldırıyor.”(11)

Demek ki, Marksist eşitlik talebi, sınıf eşitsizliğinin ortadan kaldırılmasında anlamını buluyor. SSCB'de olduğu gibi bu talep gerçekleştirildiğinde sosyalizmde tüketim araçları, emeğin (işin, çalışmanın) niceliğine ve niteliğine göre dağıtılır uygulamasının ne denli doğru olduğu anlaşılabilir. Belki de “ilahi, sonsuz adalet” peşinde koştukları için Troçki ve eşitlemeciler Marks ve Engels’i, SSCB somutunda da Lenin ve Stalin’i anlayacak durumda değillerdi, değiller.

Eşitliğin en yüksek aşaması veya eşitliğin en yüksek biçimi ancak ve ancak komünizmin ikinci aşamasında (ilk aşaması sosyalizmdir) gerçekleşebilir. Eşitlik ve ondan kaynaklı sorunlar bağlamında SSCB'yi eleştirenler; tam eşitlik, ürünlerin tam eşitlik ilkesine göre paylaşımını talep edenler, SSCB'nin henüz komünizmin en yüksek aşamasına gelmediğini, proletarya diktatörlüğü ve sosyalizmi farklı anladıkları için görmüyorlar. Bunların başında o zaman için Troçki, bugün de Troçkistler gelmektedir. Bu konuda acımasız bir demagoji, bir çarpıtma söz konusudur; Stalin'in komünizmin aşamaları ve her bir aşamasında eşitlik sorununu doğru ele almasına rağmen, bunlar, Stalin'e ve SSCB'de sosyalizmin inşasına bu konuda da saldırmak için savunulmayanı savunuldu göstermekten de çekinmemişlerdir. 'Olguları doğru anlamak istiyorsak, her şeyden önce, SSCB'de daha şimdiden sosyalist, sınıfsız toplumun var olduğunu ifade eden resmi teoriyi reddetmeliyiz' diyen Troçki'den başkası değildir. SSCB'de böyle bir ‘resmi teori’nin hiçbir zaman olmadığını, savunulmadığını Troçki'nin herkesten daha iyi bilmesi gerekirdi. Stalin önderliğinde SBKP(B)'nin her zaman ve her yerde sürekli savunduğu, SSCB'nin sınıfsız toplum aşamasında olmadığıdır; SSCB'de sömürücü sınıfların ortadan kaldırılmasına rağmen hala farklı sınıfların -işçi sınıfı, köylülük- olduğudur. Bu konuda Stalin'in ne dediğini hatırlatalım. “SSCB Anayasa Taslağı Üzerine” konuşmasında “Anayasa Taslağının Temel Özelliklerini” anlatırken şunları söyler: “Sovyet toplumumuz esas itibariyle sosyalizmi gerçekleştirmiş, sosyalist toplumu kurmuştur, yani Marksistlerin genellikle komünizmin birinci ya da alt aşaması dediklerini gerçekleştirmiştir. Demek ki, ülkemizde komünizmin ilk aşaması, sosyalizm, esas itibariyle gerçekleşmiştir. Komünizmin bu aşamasının temel formülü bilindiği gibi şudur: ‘Herkesten yeteneğine göre herkese emeğine göre’... Ne var ki, Sovyet toplumu ‘herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre’ formülünün egemen ilke olduğu komünizmin daha yüksek aşamasına, hedefi gelecekte komünizmin bu üst aşamasını gerçekleştirmek olmasına rağmen, henüz ulaşamamıştır.”(12)


Komünist toplumun ilk aşamasının, yani sosyalist toplumun özellikleri üzerine Marks, “Gotha Programı Eleştirisi”nde şunları söyler: “Burada ele almamız gereken, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur. Bu bakımdan birey olarak üretici (gerekli kesintiler yapıldıktan sonra), topluma vermiş olduğunun tam karşılığını alır. Onun topluma verdiği şey, birey olarak, kendi emek miktarıdır. Örneğin, toplumsal işgünü, bireysel çalışma saatleri toplamından oluşur; her üreticinin birey olarak çalışma zamanı, toplumsal işgünü olarak sunmuş olduğu kısımdır, onun bu bakımdan katkısıdır. O, toplumdan, şu kadar emek verdiğini saptayan bir belge alır (bunda kolektif fonlar için sarf etmiş olduğu emeğin kesintisi yapılmıştır) ve bu belge ile toplumun tüketim araçları stoklarından, emeğinin eşit bir tutarı kadar bir miktar alır. Topluma, bir biçimde sunmuş olduğu aynı emek miktarını, ondan, başka bir biçimde geri alır.”(13)


Bunun ne olduğunu somutlaştıralım veya başka biçimde ifade edelim:


1) Sosyalizm, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur.


2) Bundan dolayı kaçınılmaz olarak iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını taşır.


3)Bu bakımdan bu topumda, yani sosyalizmde birey olarak üreticiler arasında ürünlerin paylaşımı, çalışmasının ürünü olarak topluma kazandırdığı açısından bir eşitlik yoktur.


4) Birey olarak üretici (gerekli kesintiler yapıldıktan sonra), topluma vermiş olduğunun tam karşılığını alır.


5)Birey olarak üreticinin topluma verdiği, kendi harcadığı/yaptığı iş/çalışma miktarıdır. Bu miktar bireyden bireye değişir.


6) Bu değişkenlikten dolayı, gerekli fonlar çıkartıldıktan sonra yaptığı için tam karşılığı neyse onu başka bir biçimde aynı miktar olarak geri alır.


SSCB'de komünizmin ilk aşamasındaki uygulama ile “Gotha Programı Eleştirisi”nde Marks'ın uyarıları (Yukarıdaki Stalin ve Marks'ın anlayışları) aynı içeriklidir. Stalin önderliğinde Bolşevik Parti, Marks'ın bu anlayışını pratikte doğru uygulamıştır. Ama ne Troçki'nin ne günümüzde Troçkistlerin ve ne de bilumum eşitlemecilerin bu konuda Marks'tan da öğrenme niyetinde olmadıklarını görüyoruz.


Sosyalizmde ücret konusunda Lenin ve Stalin, Bolşevik Parti, Marks'ın, O’nun Gotha Programı'ndaki anlayışının takipçileri ve uygulayıcıları olmuşlardır. Troçki başta olmak üzere bu eşitlemeciler, nasıl ki, tek ülkede devrim ve sosyalizmin inşasının dünya devrimin bir basamağı, bir aşaması, bir parçası olduğunu anlamadıysalar, kapitalist toplumun kalıntıları üzerinde yükselen komünizmin ilk aşamasının son aşamasından farklı olacağını da anlamadılar. Sosyalizmde paylaşımın nasıl olacağını Marks, yukarıya aktardığımız görüşünün devamında şöyle açıklar:


“Besbelli ki, burada uygulanan ilke, eşit değerler değişimi olduğu ölçüde, meta değişimini düzenleyen ilkenin aynıdır. İçerik ve biçim değişmiştir, çünkü değişmiş koşullar altında hiç kimse emeğinden başka bir şey veremez ve öte yandan da bireylerin mülkiyetine bireysel tüketim araçlarından başka hiçbir şey geçemez. Ama birey olarak ele alınan üreticiler arasında bunların dağıtımı konusunda egemen ilke, eşdeğer metaların değişimine hükmeden ilkeden farksızdır: Bir biçimdeki belli bir miktar emek, başka bir biçimdeki eşit miktar emekle değişilmektedir.”(14)


Sosyalizmde ücret eşitlemecileri, eşitlik konusunda anti-Marksist görüş savunuyorlar, SB'de komünizmin üst aşamasındaki eşitliği arıyorlar. Ama bu görüşü, Marks'ın bu konudaki anlayışı temelinde Marksizm-Leninizm, küçük burjuva bir anlayış olarak reddetmekte ve SB gerçeği de bu anlayışı tamamen çürütmektedir. Marks, komünizmin alt aşamasında eşitlikten neyin anlaşılması gerektiğini şu sözleriyle ifade eder: “Demek ki, meta değişiminde eşdeğer değişimi yalnızca ortalama olarak var olduğu, tek tek durumlarda olmadığı halde, ilke ile pratiğin ortak çekişme içerisinde olmamasına karşın, eşit hak, burada, hâlâ -ilke olarak- burjuva haktır...


Bir insan, bedensel ya da zihinsel olarak bir başkasından üstün olabilir, böylece aynı süre içerisinde daha fazla emek sağlayabilir veya da daha uzun süre çalışabilir ve emeğin bir ölçü görevi yerine getirebilmesi için, süresi ve yoğunluğu saptanılmalıdır.


Bu eşit hak, eşit olmayan bir emek için eşit olmayan bir haktır. Hiçbir sınıf farkı tanımaz, çünkü herkes bir diğeri gibi sadece bir işçidir; ama eşit olmayan bireysel yetenekleri ve böylece de üretken kapasiteyi doğal bir ayrıcalık olarak zımnen kabul eder.’’(15)


1) Komünist toplumun bu aşamasında, yani sosyalizmde “eşit hak...hala ilke olarak burjuva haktır.”


2)Bir insan diğerinden zihinsel ve bedensel olarak farklı olabilir ve bundan dolayı aynı zaman zarfında veya daha çok çalışarak daha fazla üretebilir. İşin, ölçü olabilmesi için ölçülebilir olması gerekir. Bunun içinde çalışma süresinin ve yoğunluğunun belirlenmesi gerekir.


3) Burada “hala ilke olarak geçerli olan burjuva hak” aslında “eşit olmayan bir emek için eşit olmayan bir haktır”, yani “eşitsizliğe dayanan bir haktır”.


“Demek ki bu, özünde, her hak gibi eşitsizliğe dayanan bir haktır. Niteliği gereği, hak, ancak aynı ölçüt kullanıldığında söz konusu olabilir; ama eşit olmayan bireyler (ve bunlar eşit olsalardı ayrı ayrı bireyler olamazlardı) yalnızca aynı açıdan değerlendirildiklerinde, yalnızca belirli bir yönden ele alındıklarında, örneğin, bu durumda olduğu gibi, geri kalan her şeyden tecrit ederek yalnızca işçi olarak hesaba katıldıklarında, aynı bir ölçütle ölçülebilirler. Ayrıca, bir işçi evlidir, öteki değildir; birinin ötekinden daha çok çocuğu vardır, vb., vb.. Bu durumda eşit emek sarf ettikleri halde ve dolayısıyla toplumsal tüketim fonundan eşit ölçüde yararlanma olanağına sahip bulundukları halde, biri gerçekten ötekinden çok alacaktır, biri ötekinden daha zengin olacaktır, vb.. Bütün bu sakıncalardan uzak durabilmek için, hak, eşit olacak yerde, eşit olmamalıydı.”(16)


Sosyalizmde ücret konusunda “ilahi adalet”, eşitlik değil, eşitsizlik esastır, bu kaçınılmazdır.


1) Evli işçi.


2)Evli olmayan işçi.


3) Çocuğu olmayan işçi.


4)Farklı sayılarda çocuğu olan işçi.


5)Bu farklara rağmen eşit emek harcayan bu işçiler toplumun tüketim fonundan eşit ölçüde yararlanma olanağına sahipler. Ancak, buna rağmen her biri toplumun tüketim fonundan diğerinden daha çok veya da az almaktadır. Eşit hak uygulanmış olsaydı, çocuğu olmayan işçi ile diyelim ki beş çocuğu olan işçi toplumun tüketim fonundan aynı ölçüde alacaktı. Bu türden “sakıncalar”ın ortadan kaldırılması için “hak, eşit olacağı yerde eşit olmuyor.”


Yani, evlilik, çocuk sayısı, işgücünün değerlendirilmesi (harcanmasındaki nicel ve nitel farklılıklar) gibi olgular, komünizmin ilk aşamasında ürünlerin paylaşımında eşitsizliği yaygınlaştırır. Bu türden olgular, Marks'ın deyimiyle “kusurlar” veya “istenmeyen durumlar” komünist toplumun ilk aşamasında -sosyalizmde- kaçınılmazdır. Çünkü bu toplum, kapitalizmin yıkıntıları üzerine kurulan toplumdur ve kaçınılmaz olarak onun birtakım özelliklerini taşıyacaktır.


Marks'ın “kaçınılmaz” gördüğünü “kusurlar”, “istenmeyen durumlar” SBKP(B), SSCB'de sosyalizmin inşasında hesaba katmıştır. SSCB'de “... eşit emek sarf ettikleri halde ve dolayısıyla toplumsal tüketim fonundan eşit ölçüde yararlanma olanağına sahip bulundukları halde, biri (üretici, çn.) gerçekten ötekinden (diğer üreticiden, çn.) çok alacaktır, biri ötekinden daha zengin olacaktır, vb.. Bütün bu sakıncalardan uzak durabilmek için, hak, eşit olacak yerde, eşit olmamalıydı” uygulanmıştır.


Bolşevikler, Marks'ın sosyalizmde ücretlendirme anlayışını “kılı kırk yararak” uygulamışlardır.


Marks ve Engels sosyalizm söz konusu olduğunda bazı öngörülerde bulunmuşlardır (devlet, proletarya diktatörlüğü vs.). Ama bunlar hep genel çerçevede kalan öngörüler olmuştur. Sadece sosyalizmde ürünün paylaşımı, ücretlendirme konusunda genelin ötesine geçerek en azından ilkeler seviyesinde somut önerilerde bulunmuşlardır. Bu somutluk da, “Gotha Programı Eleştirisi”nde yer aldığı kadarıyladır. Eşitlemecilerin bunu neden anlamadıklarını da ben anlamıyorum. Doğrudur, anlamasına anlıyorlar, ama “ilahi adalet”, o “ebedi adalet” ve “eşitlik” ideolojik olarak ağır basıyor olması gerekir.


Bir daha:


Aynı yazısında Marks “Ama bu gibi kusurlar, uzun ve sancılı bir doğumdan sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekli ile komünist toplumun birinci evresinde kaçınılmaz şeylerdir. Hukuk, hiçbir zaman, toplumun iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı kültürel gelişmeden daha yüksek olamaz” diyor(17). Marks, “komünist toplumun birinci evresinde”, yani sosyalizmde ücrette eşitsizlik kaçınılmazdır, sosyalizmim inşasında, toplumun komünist aşamaya doğru ilerlemesinde; yani sosyalizmden komünizme geçilmesinde bu bir yasallıktır diyor.


“Kaçınılmazlık” nesnel koşullardan kaynaklanmaktadır. Nesnel koşullar ise yanlış hukuk anlayışına sığdırılarak açıklanamaz, üstü örtülemez. Marks bunu da söylüyor. Ne yani “Hukuk, hiçbir zaman, toplumun iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı kültürel gelişmeden daha yüksek olamaz” demek? Eşitlemeciler ise Marks’ın söylediğinin ve SSCB’deki uygulamanın tam tersini söylüyorlar; toplumun “iktisadi yapısını ve onun koşulladığı kültürel gelişmeyi”; ücrette eşitlemeciliğin olamayacağına dair bu yasallığı gözardı ederek çıkartılacak yasalarla ücrette eşitlemeciliği sağlamalıyız diyorlar. Toplumu, henüz hazır olmadığı iktisadi yapı ve kültürel gelişmeye denk düşen hukukla cendereye alıyorlar. '20'li yılların başında bu hukuku gerçekleştirmek ve ücrette eşitlemeciliği sağlamak için mücadele ettiler.


Kime inanalım?


Ücret konusunda da eşitsizliğin “komünist toplumun birinci evresinde kaçınılmaz” olduğunu, bu anlamda bunun, bu kaçınılmazlığın bir yasallık olduğunu temellendiren/açıklayan Marks, Engels, Lenin ve Stalin’e mi inanalım?


Yoksa “ilahi adalet” peşinde koşan Troçki gibi eşitlemecilere mi?



Devam edecek


III. Makale


“İlahi Adalet” mi, “Ebedi Adalet” mi Yoksa Ne?


Sosyalizmde Ücretlendirme İlkesi ve Adaletin Terazisi!


Ücret Konusunda Marks, Engels, Troçki, Proudhon, Lassalle ve Dühring’i Anlamak!



*



Açıklama/Kaynak:


1) 1936 Sovyet Anayasası –o zamanki adıyla Stalinist Anayasa- madde 118


2) Stalin; C. 13, s. 51-54, “Neue Verhältnisse - neue Aufgaben des wirtschaftlichen Aufbaus” - “Yeni Koşullar – Ekonomik İnşanın Yeni Görevleri” , 23 Haziran 1931


3) Stalin; C. 13, s. 104/105, “Alman Yazar Emil Ludwig İle Görüşme”, 13 Aralık 1931


4)“Hristiyan çileciliğine sosyalist bir renk vermekten daha kolay şey yoktur. Hristiyanlık özel mülkiyete karşı, evliliğe karşı, devlete karşı çıkmamış mıdır? Bunların yerine yardımseverliği ve yoksulluğu, evlenmemeyi, nefis terbiyesini, manastır hayatını ve kiliseyi vaaz etmemiş midir? Hristiyan sosyalizmi; rahibin aristokratın kin dolu kıskançlığını takdis ettiği kutsal sudur.” (Marks-Engels; C. 4, s. 484, “Komünist Parti Manifestosu”)


“Proletaryanın bu ilk hareketlerine eşlik etmiş olan devrimci literatür, zorunlu olarak gerici bir niteliğe sahipti. Eldekilerle yetinmeyi ve en kaba biçimiyle bir toplumsal eşitliği öğretiyordu.” (Marks-Engels; C. 4, s. 489, “Komünist Parti Manifestosu”)


5) “Eşitlik istemi proletaryanın ağzında böylece ikili bir anlam taşır. Bu istem ya ... apaçık toplumsal eşitsizliklere karşı zengin ile yoksul, efendi ile köle, harvurup harman savuranlar ile açlık çekenler arasındaki karşıtlığa karşı kendiliğinden bir tepkidir; böyle bir tepki olarak o, yalnızca devrimci içgüdünün dışavurumudur ve doğrulanmasını da burada —yalnızca burada— bulur. Ya da burjuva eşitlik istemine karşı... işçileri kapitalistlere karşı, kapitalistlerin kendi savları yardımıyla ayaklandırmak için bir ajitasyon aracı hizmeti görür ve bu durumda bu istem, burjuva eşitliğin kendisiyle ayakta durur ve onunla birlikte yıkılır. Her iki durumda da proleter eşitlik isteminin gerçek içeriği, sınıfların kaldırılması istemidir. Bundan öte her eşitlik istemi, zorunlu olarak saçmadır.” (METE; C. 20, s. 99. F. Engels; Anti-Dühring)


6) Rede Lenins, „Wie das Volk mit den Losungen der Freiheit und Gleichheit betrogen wird“, (“Özgürlük ve Eşitlik Sloganlarıyla Halk Nasıl Kandırılıyor?”).


7) Stalin; C. 13, s. 314-317; XVII. Parti Kongresine sunulan siyasi rapor. III. Bölüm (Parti), “İdeolojik ve Siyasi Önderlik Sorunları”


8) Bkz.: Stalin; C. 14, s. 33. ”Stahanovcuların I. Birlik Danışma Toplantısındaki Konuşması, 17 Kasım 1935


9) Stalin; agk. s. 33-34


10) METE; C. 4, s. 475, (Komünist Manifesto”)


11) METE; C. 4, s. 476-477, (Komünist Manifesto”)


12) Stalin; C. 14, “SSCB Anayasa Taslağı Üzerine” konuşması, Türkçesi; s. 80


13) METE; C. 19, s. 20, “Gotha Programı”


14)METE; agk., s. 20, “Kritik des Gothaer Programms”


15) METE; agk., s. 20-21, “Kritik des Gothaer Programms”


16) METE; agk., s. 21, “Gotha Programı”


17) Agy. (“Gotha Programı”)

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.