Header Ads

Header ADS

EGE, KIBRIS VE DOĞU AKDENİZ’DE KİM KIŞKIRTIYOR?


16 Ekim 2022
Okcuoglu

ABD ve Yunanistan ikilisi (buna bazen AB ve Fransa’da katılıyor) kriz tırmandırma stratejisini adım adım izliyor. Yaptıkları her bir kışkırtma ve provokasyon izledikleri bu stratejinin bir parçasıdır.

Ege, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de Türk-Yunan çatışması/çelişkileri olarak ifade edilmeye çalışılan, ABD ve başta Fransa olmak üzere kısmen de AB’yle Türkiye arasında sürdürülen bir jeopolitik it dalaşıdır. Bu it dalaşında Yunanistan tek başına bir aktör değildir. Yunanistan, ancak ve ancak “müttefiklerim” dediği ABD ve AB ile ortak hareket ettiğinde, özellikle Amerikan emperyalizminin dünya jeopolitik çıkarlarına hizmet ettiğinde “kıymetli” olmaktadır. Bu nedenle bu jeopolitik it dalaşında Yunanistan, Türk jeopolitikasının muhatabı değildir. Bu muhatap ABD’dir.

Dolayısıyla Ege Denizi’nde, Kıbrıs’ta, Doğu Akdeniz’de bir kışkırtma varsa bunun müsebbibi ya ABD’dir veya da Türkiye’dir. Ama Yunanistan değildir. Yunanistan, bu coğrafyalarda sadece kendine söyleneni yapmaktadır. Diğer taraftan, bu sahalarda son dönemlerde ortaya çıkan gerginlikler, çatışmalı durumlar Türkiye ile Yunanistan arasındaki süregelen Kıbrıs ve adalar üzerine koparılan yaygaraların bir yansıması olan milliyetçi, şövenist kışkırtma ve provokasyonlar birbirine karıştırılmamalıdır. Kardak krizi bu türden bir olaydı. Ama bugünkü gelişmelerin politik niteliği iki ülke arasındaki kışkırtma senaryolarının çok ötesindedir.

Kardak krizinin çözümünde ABD ve NATO etkili olmuştu. Şimdi ise ABD ve NATO Türkiye’nin karşısında, Yunanistan’ın yanında. Bundan dolayı Yunanistan Başbakanı yurt dışı turlarında Türkiye’nin “kışkırtma” ve “provokasyonları”nı anlatmaktan ve Türkiye’ye de ‘bak, arkamda, yanımda abilerin var’ demekten, AB abisi içinde Fransa’yı kast ederek bunlardan birinin de nükleer silahı var demekten öte bir şey yapmıyor.

Kışkırtma/provokasyon meselesinde bir nesnel durum göz ardı ediliyor: Türkiye istese de kışkırtamaz. Konumu buna uygun değil. Türkiye Ege’de ABD’nin istediği koşullarda Yunanistan ile bir savaşa girmez. Böyle bir kışkırtmayı/provokasyonu engellemek için “diplomasi”ye ağırlık vermektedir. Ancak, istediği koşulların oluşması durumunda kısa-uzun bir Türk-Yunan savaşı patlak verebilir.

Suriye’de (Rojova), Doğu Akdeniz’de, Libya’da gerginliğin hat safhada olduğu bir dönemde Türkiye’nin yeni bir sıcak çatışma alanına isteyerek (kışkırtma bunun için yapılır) çekileceğini veya Türkiye’nin Ege’de kışkırtıcılık yaptığını savunmak ya ABD/Yunanistan savının doğruluğunu kabul etmek veya da bu dünya da değil de başka bir yerde yaşamakla eş anlamlıdır.

Aslında ABD perişan halde, işi çok zor. Rusya-Ukrayna savaşından dolayı başta Almanya olmak üzere AB/Avrupa’yı yer yer tehditle baskılaması ve kendi jeopolitik çıkarları için araçsallaştırması, ABD’nin eskisi gibi her istediğini yapar güçte olduğu anlamına gelmez. Amerikan emperyalizmi Rusya üzerinden Çin’i çevreleme stratejisinde Doğu Avrupa’da istediğine hala ulaşamadı. ABD hala kenar-kuşak bölgelerle uğraşmaktadır. Örneğin Ortadağu’da, Ege’de, Doğu Akdeniz’de olsun buraları Çin’i durdurmaya, çevrelemeye hizmet edecek biçimde örgütlemekten çok uzakta. Bu durum tabii ki, Çin’in işine gelmekte, zaman kazanmaktadır.

Türkiye-Yunanistan arasındaki hiç de yeni olmayan sorunlar Amerikan emperyalizmi tarafından Amerikan dünya jeopolitikasının bölgemizdeki sorunlarına, Türkiye ile çelişkilerine dönüştürülmüştür. Yunanistan da buna alet olmuştur.

Soruna böyle bakmayan için kışkırtan Türkiye’dir, mazlum/mağdur olan da Yunanistan’dır.

Soruna neresinden, nasıl bakmak istiyorsanız bakın. Kimilerinin kabullenemeyeceği gerçeklik şudur: Coğrafyanın sağladığı avantajlar ve dezavantajlar sarmalı içinde Türkiye yeni doğan jeopolitik bir güçtür. Yaşadığı zorluklar ve sorunlar da bundan kaynaklanmaktadır. Türkiye, Türk burjuvazisi, jeopolitikası ve faşist rejimi eleştirilmek isteniyorsa bu perspektif göz önünde tutularak eleştirilmelidir. Aksi taktirde kışkırtan Türkiye, geri tepen bir silaha dönüşür.

Türkiye ve Libya arasında imzalanan Akdeniz'de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşmasından (Münhasır Ekonomik Bölge anlaşması) kim rahatsız? Mısır mı, İsrail mi, Lübnan mı, Suriye mi? Bu ülkelerin hiçbiri bu anlaşma sonucu çizilen harita bizim hakkımızı gasp ediyor, yanlıştır, karşıyız türünden açıklama yapmadılar. Sadece Güney Kıbrıs, Yunanistan, ABD ve AB karşıdır. Onlara göre Türkiye’yi Antalya körfezine hapseden Sevilla haritası geçerli olmalıdır.

Libya ile MEB anlaşması yanlıştır, buna karşıyım diyen, Sevilla haritasının doğru olduğunu savunmuyorsa doğru olanın ne olduğunu söylemelidir. Kimsenin tanımadığı Libya ile MEB anlaşması kim için kışkırtıcı oluyor? ABD, AB, Yunanistan ve Güney Kıbrıs için.

Bu bağlamda neyi hangi görüş açısıyla eleştirdiğimize iyi bakmak lazım. (Bakacağız).

Ege’de belirli koşullarda Yunanistan’ın kullanımına devredilmiş adaların silahlandırılması ve askerileştirilmesi, devredilme koşullarının ortadan kalktığını gösterir, diyor Türkiye. AB, bu adalar AB’nin doğu sınırlarıdır diyor. ABD ise ne Lozan ne de Paris anlaşmalarını tanıyor. Adaları, kendi stratejik anlayışına uygun bir şekilde silahlandırıp askerileştiriyor ve bunu da Yunanistan’ı araç olarak kullanarak yapıyor. Kim kimi kışkırtıyor burada? Türkiye Yunanistan’ı mı, yoksa Yunanistan Türkiye’yi mi? Türkiye Yunanistan’ı kışkırtmıyor, aslında Yunanistan da Türkiye’yi kışkırtmıyor. ABD, Yunanistan’ı öne sürerek Türkiye’yi kışkırtıyor.

Adalar konusunda eleştirinin adresi yanlış olursa, eleştiri geri tepen silaha dönüşür.

Peki, sorun ne? Bildik Türkiye-Yunanistan ilişkileri/çelişkileri özellikle neden bu dönemde kaşınıyor? Türkiye, eskisi gibi, Amerikan emperyalizminin jeopolitik çıkarlarına sesini çıkartmadan hizmet etmeye devam etseydi, ABD Türkiye-Yunanistan arasında kurduğu politik dengeyi (askeri olarak da) devam ettirirdi. Bu durumda Yunanistan bu denli cüretkar hareket edemezdi, en fazlasıyla AB’den ve Rusya’dan medet umardı. Yunanistan, Rusya-Ukrayna savaşını, bu savaşın açığa çıkardığı dünyanın jeopolitik ikiye bölünmüşlüğünü, bunun geriye dönüşümü olmayan bir süreç olduğunu ve Türkiye’nin de bu it dalaşında kendi “ulusal” çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini, dolayısıyla ABD ile Rusya-Ukrayna savaşında ve Karadeniz, Boğazlar (Montrö), Doğu Akdeniz, Libya, Suriye, Güney Kafkasya sahalarında Amerikan çıkarlarına aykırı hareket ettiğini gördü ve yerini ona göre belirledi.

Bu yer belirleme ülkeyi Amerikan üssüne çevirmekle eş anlama gelmektedir. Burada önemli olan üslerin sayısı değil. Kara, deniz ve hava üsleri arasında koordineli faaliyetin yürütüldüğü bir sistematik içinde Yunan kara, deniz ve hava sahasının Amerikan çıkarlarına hizmet edecek hale getirilmesidir.

Neden Yunanistan ve bu ülkede ABD’nin askeri yığınağı neye hizmet edecek?

Yunanistan, stratejik konumu gereği Türkiye’nin yerini alamayacak bir durumda olmasına rağmen Amerikan çıkarlarını kabullendi. Topraklarını, Baltık ülkelerinden Girit Adasına uzanan Amerikan jeopolitik fay hattının Yunanistan kısmının (Dedeağaç-Girit arası) savunulması için ABD’nin uygun gördüğü her yerde kara, deniz ve hava üsleri kurmasına açtı. Türkiye bu hattın doğusunda kalıyor.

Yukarıda belirttiğimiz Amerikan jeopolitik hattının Girit’ten Kıbrıs’a uzatılması için Güney Kıbrıs’ı biraz “okşamak” gerekiyordu. ABD öyle de yaptı. Silah ambargosunu kaldırdı. Ortak askeri faaliyet canlandı.

ABD’nin gözü hala Türkiye’dedir. Ancak, Amerikan diplomasisi, Türkiye’yi dize getirene, teslim alana, istediğini yaptırana kadar tamamen yanlı olacaktır. Bugün Yunanistan yanlısıdır, yarın başka bir yerde Türkiye karşıtı olarak karşımıza çıkacaktır...

Amacına ulaşabilmek için ABD, kaşıyacak bir şeyler bulacak ve kışkırtmayı sıcak tutacaktır. Bu Türk-Yunan burjuvaları arasındaki düşmanlığını harlamak anlamına gelir.

New York Senatörü Bob Menendez, Sevilla Haritası önünde poz vererek şu açıklamayı yapıyordu: “Açık konuşalım, bu deniz alanlarına “itiraz eden” tek ülke Türkiye’dir. Bu alanlar Yunanistan’ındır, Amerikan Dışişleri Bakanlığı, bu alanlardaki gerilimden sadece Türkiye’nin sorumlu olduğunu net olarak açıklamalıdır.” Amerikan Dışişleri Bakanı Blinken de Menendez ağzıyla konuşuyor: “Gayri Askeri Statüdeki Adaların egemenliğini tartışmaya bile açmayız.”

Salt bu açıklamalar Yunanistan ve Güney Kıbrıs yönetiminin ABD tarafından, Amerikan çıkarları için ne denli araçsallaştırıldığını göstermektedir.

ABD’nin Yunanistan üzerinden Türkiye’nin üzerine bu kadar gelmesinin nedeni üzerine düşünmek gerekir. Bu bağlamda Baltık ülkeleri-Polonya-Ukrayna-Romanya-Bulgaristan-Yunanistan üzerinden Kıbrıs’a oradan da Suriye’ye ve Güne Kafkasya’ya uzanan kuşatma hattının (Ege Denizi-Doğu Akdeniz(Kıbrıs) ve Karadeniz (Boğazlar, Montrö) bölümünün ne anlama geldiğini; bunun Türkiye’yi mi, Rusya’yı mı, yoksa ikisini birden kuşatan bir hat mı olduğunu analiz etmeden kışkırtan Türkiye’dir veya Yunanistan’dır demenin pek anlamı olmayacaktır.

İnsanın aklına ister istemez başka sorular da gelmiyor değil. Bu kadar farklı ve geniş bir sahada (Ege Denizi, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Libya, Ortadoğu, Güney Kafkasya, Karadeniz) kapitalizmi feodalizme bağlı olan, sömürge veya yeni sömürge bir ülke, daha düne kadar bağımlı olduğu ABD’ye (kısmen de üyesi olduğu NATO’ya) nasıl kafa tutabiliyor; nasıl oluyor da Amerikan emperyalizminin dünya jeopolitikası/hakimiyeti çıkarlarına hizmet etmiyor, örneğin Rusya ile sıkı ilişkiler kurabiliyor, kendi jeopolitik çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışıyor?

Türkiye nerelerde, hangi sahalarda Amerikan jeopolitikasının karşısında duruyor, sorun çıkartıyor, kendi jeopolitik anlayışını dayatıyor?

NATO eşliğinde, yedeklenmiş AB ile birlikte Amerikan emperyalizmi Batı cephesinde Rusya’yı nasıl kuşatıyor, Çin’i nasıl engelliyor ve Türkiye bu kuşatmanın ve engellemenin neresinde?

1) Arktik (Kuzey Kutbu); Norveç-Rusya kıyı şeridi: Bu hat, Rusya'yı çevrelemek ve Çin’in Avrupa pazarlarına ulaşmasını engellemek için İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyesi olmaları gerekiyor. Tek engel Türkiye’nin (Macaristan da henüz onaylamadı) bu iki ülkenin NATO üyesi olmasını onaylamamasıdır. Böylece Türkiye Amerikan çıkarına, jeopolitik doktrinine ters düşüyor.

2)Baltık ülkelerinden (Estonya, Letonya, Litvanya) başlayarak Polonya, Ukrayna, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Romanya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan üzerinden Yunanistan’a (Girit Adasına) kadar uzanan hat. Türkiye, Rusya-Ukrayna savaşında NATO ve Amerikan çıkarlarına göre hareket etmiyor, ambargoya katılmıyor, bu savaşta “tarafsız” olduğunu açıklıyor, Ukrayna ile olduğu gibi Rusya ile de ilişkilerini devam ettiriyor. Türkiye’nin bu tavrı Amerikan jeopolitik doktrinine ters düşmektedir.

3)Yunanistan (Dedeağaç-Girit) hattı: Bu hattı tutmakla Amerikan emperyalizmi Ege Denizi’ni kontrol edecek ve böylece Boğazları, dolayısıyla Ege Denizi’ni kullanan Rus ticari ve askeri deniz trafiğini denetleyecek. Bu hattı tutmakla Amerikan emperyalizmi Ege Denizi’ni Yunan gölüne çeviriyor ve adaların tamamını da Yunan adaları olarak kabul ediyor. (Bunu açıklıyor da).

Bu durumda Ege Denizi’ni kullanmak Rusya için zorlaşıyor ve Türkiye için de Ege Denizi kıyı şeridinin ötesine geçemeyecek derecede kapatılıyor.

Bu hatta Amerikan çıkarlarıyla Türkiye’nin “ulusal” çıkarları birbirine taban tabana zıttır.

4-Girit-Güney Kıbrıs hattı: Türkiye’nin 27 Kasım 2019 tarihinde Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzaladığı ‘münhasır ekonomik bölge’ anlaşmasını yok sayan bu hattın Güney Kıbrıs ucu, Baltık ülkelerinde başlayan hattın diğer ucudur. Her iki uç bölgesi Amerikan emperyalizminin dünya jeopolitik doktrininin batı ve güneydeki kenar-kuşak sahasıdır. Bütün olarak bu hat, Rusya’yı batıdan ve güneyden çevrelemektedir. Bu hatla Türkiye de çevrelenmektedir. Bu nedenle mutlaka tutulmalı, kontrol edilmelidir. Ve aynı zamanda, jeopolitikanın stratejisi olarak bir ucundan Kuzey Kutbuna [Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğiyle güçlendirilmesi gereken Batı/Avrupa kıyı (kenar/kuşak) bölgesine], diğer ucundan da Ortadoğu’ya (Hindistan’a kadar uzanan Güney kıyı/kenar-kuşak bölgesi) uzatılmalıdır.

5-Güney Kıbrıs-Ortadoğu (Suriye-Irak) hattı:Bu sahada Amerikan emperyalizmi ve jeopolitiği hem Rusya hem de Türkiye ile doğrudan çatışma içindedir.

6)Karadeniz-Kafkasya (Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan)-Orta Asya Türk devletleri hattı: Bu hattın kilidi de, anahtarı da Türkiye’nin elinde. Önce Türk Boğazlarını geçeceksin, yani Montrö Anlaşmasını deleceksin, arkasından Karadeniz’i bir NATO/ABD gölü yapacaksın ve Gürcistan üzerinde Kafkasya’ya çıkacaksın. Sonra Azerbaycan üzerinden Hazar Denizi’ni geçerek Orta Asya’ya açılacaksın. Buralarda sadece Türkiye değil, Rusya da var.

Merkezi Karadeniz (Boğazlar da dahil olarak alırsanız) Kafkasya-Akdeniz hattı ABD’nin dünya jeopolitik doktrini açısından paha biçilemez değerdedir. Ancak bu hattı tutmak için öncelikle Türkiye engelinin aşılması gerekir.

Bu hatların, sahaların hemen hepsinde Amerikan çıkarlarıyla Türkiye çıkarları karşı karşıya geliyor: Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği Amerikan jeopolitiği için hayati önem taşıyor. Ama bu iki ülkenin üyeliğine Türkiye onay vermiyor, en azından şimdilik onay vermiyor.

Ukrayna-Rusya savaşında Türkiye, ABD/NATO/AB çizgisine göre değil, kendi çizgisine göre hareket ediyor.

ABD’nin Yunanistan’da kurduğu üsler doğrudan Rusya ve Türkiye’nin çevrelenmesine hizmet ediyor. Ege adalarının silahlandırılmasını teşvik ediyor, Yunanistan’ı kışkırtıyor. Ege’de Türkiye Yunanistan’la değil, ABD ile karşı karşıya.

Doğu Akdeniz’de Türkiye, Libya ile yaptığı deniz sınır anlaşmasıyla, sondaj faaliyetleriyle, ekonomik münhasır bölge anlaşmasıyla ve nihayetinde “Mavi Vatan” doktriniyle Amerikan jeopolitik çıkarlarına göre hareket etmemiş oluyor.

Kıbrıs ise başlı başına bir sorun. Türkiye’nin adadaki askeri varlığı ve açtığı, ayrıca açmayı planladığı üsler hem AB’nin, hem de ABD’nin Kıbrıs ve Doğu Akdeniz çıkarlarıyla çelişiyor.

ABD, Ermenistan’dan bir Yunanistan çıkartamaz; orada üsler kurarak Ermenistan’ı Rusya’ya ve Azerbaycan’a (Türkiye’ye) karşı kışkırtamaz, yapsa da sonuç alamaz.

Türkiye’nin Ermenistan-Azerbaycan savaşına müdahil olmasını, Azerbaycan’ın yanında yer almasını AB’nin Fransa’sı ve ABD hala hazmedemediler.

Bu durumda Türkiye’ye ABD düşman olmasın da kim olsun?

Türkiye’yi kaybetmek, daha doğrusu rakibin yanında olmasını engelleyememek hem Amerikan hem de Rus jeopolitik doktrini için bir felaket olur. Bunun farkında olan Türkiye her iki güç arasında denge politikasını sürdürmeye devam ediyor.

ABD hem Türkiye’yi Rusya’nın yanına ittiğini hem de ülke içinde Amerikan düşmanlığını daha da körüklemiş olduğunu göremeyecek kadar kör bir politika izliyor.

Tam tersini Rusya yapıyor. Rusya, ABD/NATO ile çelişkili bir Türkiye’nin Rus jeopolitik doktrininde ne denli önemli olduğunu görerek hareket ediyor.

Bir biçimde ABD dövüyor, Rusya ise öpüyor!

Keyfi yerinde olan birisi varsa o da diktatördür!

1970’li yıllardan kalma köhnemiş emperyalizm anlayışıyla ABD-Rusya-Türkiye arasında başlayan bölgesel “kutsal ittifak”ın şimdi uluslararası seviyede işlerlik kazanmaya başladığını; bölgesel denge politikasının iki gücün (ABD-Rusya, yakında buna Çin de eklenir) dünya jeopolitik oyununda denge politikası olarak gelişiyor olduğunu analiz edemeyiz. Diyalektik yöntem, gelişme, yeni olan, eskiyen vs. bunların hiçbir önemi yoktur. Önemli olan, doğru veya yanlış, ne dediysek odur. Kapitalizmi feodalizme bağlı, sömürge, yarı sömürge, yeni sömürge, şöyle sömürge böyle sömürge mi dedik, o halde doğru olan budur. Bu arada, saydığımız bu özellikleriyle Türkiye’nin farklı bir yolda yürüyor olması bizi pek de fazla ilgilendirmiyor. Türkiye’nin, salgınla başlayan şimdi Rusya-Ukrayna savaşının bir sonucu olarak stratejik konumundan, takip ettiği uluslararası politikasından, altyapı yeterliliğinden dolayı kaçırılamayacak fırsatları değerlendirmek için her yolu denediği de pek umurumuzda değil.

Bu seferlik bu kadar yeter...

Gelecek birkaç makalede yukarıda bahsedilen ABD-Türkiye çatışma alanlarını; her iki ülke arasında jeopolitik kaynaklı çelişkileri ayrıntılı ele alacağız.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.