AVRUPA’DA “KARA KIŞ” SOKAKLARI ISITABİLİR!
Okçuoğlu,27 Ağustos 2022
Kömüre geri dönüş, kömürün ton fiyatını yüzde 96 arttırdı.
Doğal gaz fiyatı ikiye katlandı.
Belçika Başbakanı daha şimdiden gelecek 5-10 kışın zor geçeceğini,
Macron ise bolluk devrinin sona erdiğini bir marifetmiş gibi açıklıyorlar.
Almanya ise yoğun bir biçimde kışa hazırlık yapıyor.
Daha şimdiden tasarruf kararnamesi onaylandı.
Rusya'ya ambargo pahalıya patladı.
Putin, AB ile kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor.
Bugün özellikle AB/Avrupa sahasında enerji krizi olarak ortaya çıkan krizin gelişi önceden belliydi, damdan düşer gibi gelmedi. Bu krizi AB ekonomilerini yeni bir fazla üretim krizine sokabilecek derecede şiddetli olma özelliği taşımaktadır. Başta Almanya olmak üzere bazı ülkelerin enerji eksikliğine karşı almaya çalıştıkları, aldıkları ve alacakları tedbirler bu krizin patlak vermesini, belki bu kış açısından biraz geciktirebilir, ama enerji sevkiyatı olmadığı müddetçe de engelleyemez.
AB ülkeleri, örneğin en başta Almanya 2018’in ortalarında patlak veren fazla üretim krizinden kısmen çıkmışlarken veya bazıları çıkma sürecindeyken patlak veren pandemi, beraberinde getirdiği tedarik (ürün sevkiyatı, hammedde temini) sorunu ve bunun sonucu olarak üretimin kısıtlanması, ekonomilerin yavaşlamasına neden olmuştu. 24 Şubatta başlayan Rusya-Ukrayna savaşının bir sonucu olarak Rusya’ya konan ambargo beklenen sonucu değil, daha ziyade pek de hesaba katılmadığı anlaşılan sonucu vermeye başladı. Rusya’dan ithalatın kesilmesi, aynı zamanda enerji (doğal gaz, petrol) ithalatının da kesilmesi anlamına geleceğini AB anlayamamış gibi davrandı. Belki de ABD’den yeterli enerji alırız veya başka ülkelerden temin ederiz veya stoklar bitene kadar savaş da sonlanır diye düşünme saflığını gösterdiler. Belki de bu savaşın bir jeopolitk savaş olduğunu göremediler.
Her neyse, Biden, Rusya’ya karşı ambargo emrini verdi, AB de, üyelerinin bir kısmı gönüllü, bir kısmı gönülsüz buna uydu. Şimdi, ABD değil, AB kara kara düşünmeye başladı, düşünmenin ötesinde telaşlandı. Ortada muazzam bir enerji açığı var. Temin edilemediği taktirde halkın “üşüyeceği”, dolayısıyla homurdanacağı, sokağa çıkacağı ve aynı zamanda üretimin duracağı, işçilerin sokağa atılacağı bir geleceğe doğru ilerliyor AB, başta da Almanya. Almanya diyorum, çünkü bu ülke olmaksızın AB anlamsızlaşır. Almanya’yı ekonomik ve siyasi olarak güçlü kılan her şeyden önce AB üzerindeki etkisidir. Alman emperyalizmi AB’yi biçare bırakamaz, ama kendisi biçare durumda, en azından enerji temini bakımından.
Enerji açığını kapatmak için neredeyse gitmedikleri ülke, çalmadıkları kapı kalmadı. Olumsuz cevap da almadılar. Aslında dünyada bir enerji bolluğu var, ama bütün zorluk en kısa zamanda, stoklar bitmeden önce elde edebilmekte. ABD, sıvı gazıyla AB’yi kendine mahkum etmek, kazıklamak peşinde. ABD’den gelecek gazla AB’nin ekonomide ve toplumsal yaşamda ihtiyaç duyduğu enerji açığını kapatması mümkün değil. Taşıma suyla değirmen dönmez.
Afrika’dan enerji akışını sağlamak ise birkaç senelik bir zaman gerektirmektedir. İsrail ve Mısır’dan doğal gazın sıvılaştırılarak İspanya üzerinden temini ihtiyacın beşte birini karşılamakta.
Kısa zamanda, en azından bu kış olmazsa gelecek kışa hazırlıklı olmak için tek umut doğu. AB’ye göre doğu: Azerbaycan ve Hazar’ın ötesi, Katar, Irak, Güney Kürdistan. Hatta, kısa zamanda boru hattı inşa edilir beklentisiyle İsrail’in Doğu Akdeniz’deki gazı. Bu hatlar, bu güzergah Türkiye’den geçiyor. Bu nedenle olsa gerek, diktatörle ilişkilerde belli bir yumuşama söz konusu. Örneğin Almanya Türkiye’nin vazgeçilemez ortak olduğunu yüksek perdeden birkaç kez söylemek zorunda kaldı.
Stok kapasiteleri dolu olursa belki bu kış, AB açısından siyasi ve ekonomik olarak bir “kara kış” olmayabilir. Ancak 2023/’24 kışı ne olacak? Esas hazırlığın 2023/’24 kışı için yapılması gerektiği açıklanıyor. Her halükarda AB üzerinde siyasi ve ekonomik olarak kara bulutlar eksik olmayacak.
Aslında bu sorunu çok da kolay çözebilirler. Rusya gaz satmayız demiyor. Sadece ara sıra sevkiyat mekanizmasında arızaların çıktığını, bakımın da zaman aldığını söylüyor! Böylece bir taraftan AB’nin stok kapasitelerinin dolmasını engellerken, diğer taraftan da ABD’nin dayatmasının sonuçlarının ne olacağını AB’ye gösteriyor. Aslında enerji sorununda ABD ve AB arasında patlak verecek çelişkinin keskinleşmesine ve daha kısa zamanda patlak vermesine bir nevi yardımcı oluyor. ABD ile aranıza mesafe koyun, Ukrayna'yı desteklemekten vazgeçin size istemediğiniz kadar gaz ve petrol veririm diyor. AB bu mesajı çoktandır alıyor, ama kışın soğuğunu henüz hissetmediği, sokakların ısınmasını henüz yaşamadığı ve nihayetinde sanayinin/üretimin en azından belli sektörlerde durma noktasına geldiğini henüz görmediği için Rusya’nın enerji mesajını okumakta güçlük çekiyor.
AB’nin başta da Almanya’nın bu Amerikan dayatmasına ne kadar dayanabileceğini zaman gösterecektir. ABD-AB/Almanya arasındaki çelişkiler kapsamlaşabilir, ama en azından enerji bağlamında keskinleşecektir.
Paris Anlaşması, 2030, yenilenebilir enerji, atmosferin ısınmasına karşı tedbirler, bunların hepsi şimdilik/artık geleceğin müziği.
Avrupa’da gündemde olan enerji krizi bağlamında daha önce yayımladığım bir yazıyı kısaltarak yukarıdaki açıklamaya ek olarak yayımlıyorum. Enerji sorunu/krizi bağlamında güncel ve ekonomik kriz/yapısal kriz bağlamında da teorik yönü olan bu yazı nasıl bir durumla karşı karşıya kalındığını göstermektedir.
Yazının tamamı için bkz.: http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2022/04/yasam-kosullari-yok-edilen-dunya.html
*
YAŞAM KOŞULLARI YOK EDİLEN DÜNYA-
ENERJİ BAĞLAMINDA YAPISAL KRİZ
MARKSİST-LENİNİST POLİTİK EKONOMİNİN SORUNLARI (1)
Enerji krizi yapısal krizin doğrudan bir ifadesidir.
Enerji temin kaynakları değişmediği müddetçe bu kriz devam eder.
Ancak kaynakları değişirse kriz de kriz olmaktan (yapısal kriz) çıkar.
Yapısal Krizler
Yapısal kriz bazı üretim sektörlerinde kronik hal almış biçimde ortaya çıkan krizlerdir. Bu krizler ne bugünden yarına patlak verirler ne de kısa zaman zarfında sonlanırlar. Uzun yıllar devam eden bu krizler, sonuçta üretimde gerilemelere ve işçilerin kitlesel olarak sokağa atılmalarına neden olurlar.
Yapısal kriz, kapitalizmde üretim ilişkileri zemininde yapısal ilişkilerdeki değişimlerin sonucu olarak oluşur. Burada yapısal ilişkilerden kast edilen, değiştirilebilir/yenilenebilir ürünlerdir; örneğin kömür, petrol, doğal gaz (enerji), sentetik maddeler vs. Bu ürünlerdeki değişim/yenilenebilirlik bilimsel-teknik ilerlemenin üretime doğrudan yansımasının bir sonucudur.
Fazla üretim krizleri ile yapısal krizler arasındaki diyalektik bağ veya karşılıklı etkilenme vardır. Aslında yapısal krizler, tekil sektörlerde fazla üretim krizlerinin bir yansıma biçimidir. Ancak yapısal krizleri fazla üretim krizlerinden farklılaştıran bazı koşullar vardır:
-Sermayenin artık eskiyen sektörlerden yenilerine transferinde ortaya çıkan teknolojik zorluklar ve bu zorluklardan dolayı büyük miktarlarda sabit sermayenin kullanılamaz olması. Örneğin enerji olaerak kömür üretiminden (sanayisinden) petrol sanayisine geçiş.
-Değişimden dolayı yeni ve eski ürünlerin üretimindeki büyük verimlilik farkı; bu farktan dolayı üretim sürecindeki yapısal değişim büyük bir yoğunlaşma sürecinden geçer.
-Bütünselliği içinde genel gelişme görece olarak yavaş olur; yani yapısal değişim eskimiş sektörde mutlak gerileme olarak açığa çıkar.
Yukarıda söylediklerimizi şöyle de ifade edebiliriz:
Yapısal kriz ve fazla üretim krizi her zaman eş anlamlı değildir.
1-Enerji ve hammadde değişimi temelinde doğan yapısal kriz, ekonomik krizle eş anlamlı değildir.
2-Modern teknoloji temelinde doğan yapısal kriz, aynı dönemde patlak veren ekonomik krizle eş anlamlıdır. Çünkü bu türden yapısal kriz, yeniden üretim sürecini doğrudan etkilemektedir.
3-Hem ekonomik kriz/fazla üretim krizi hem de modern teknoloji temelinde yapısal kriz, üretici güçler üzerinde aynı etkide bulunur; korkunç boyutlara varan sabit sermaye imhası, işsizliğin artması. Bu nedenle '70’li yıllardan bu yana sabit sermaye imhası, kitlesel işsizlik, iflasların artışı her zaman fazla üretim krizi için birer kıstas değildir.
4-Fazla üretim krizinin aksine yapısal krizlerin çevrimi yoktur.
5-Fazla üretim krizinin aksine, yapısal krizler nispeten uzun sürerler. Enerji ve hammadde değişimi temelinde yapısal kriz, yeni enerji ve hammaddelerin üretimde belirleyici olmaya başlamasıyla sonuçlanmış olur. Örneğin, nükleer enerjinin veya rüzgar ve güneş enerjisinin üretimde enerji türü olarak belirleyici olmaya başlaması, enerji değişimi temelinde yapısal krizin patlak vermesi demektir. Bugün bunun adı fosil enerji kaynaklarının yerini alabilecek yeni enerji kaynakları temelinde yapısal krizdir. Örneğin İngiltere’nin nükleer enerjinin yanı sıra rüzgar ve güneş enerjisi üretimini çoğaltacağını, kuzey denizindeki petrol ve gaz üretimini artıracağını açıklaması bu ülkede enerji bazlı yapısal krizin devam ettiğini; hala petrol ve doğal gaz sektörüne yatırım yapıldığını gösterir. Bu durum diğer ülkeler için de geçerlidir.
Modern teknoloji temelinde yapısal kriz ise, daha modern teknolojinin yeniden üretime sokulmasıyla sonuçlanır. Örneğin “platform kapitalizmi”, “dijital kapitalizm”, ”gig ekonomisi”, “dijital emek platformları” gibi kavramların üretilmesine neden olan teknolojiler, “yapay zeka” teknolojisinin toplumsal yaşamın ve yeniden üretimin vazgeçilemez araçlarına dönüşmeleri modern teknoloji bazlı yapısal kriz değişimini gösterir. Ama günümüzde modern teknoloji temelinde yeniden üretim sürecinin yenilenmesi -teknolojinin dev adımlarla geliştiğini göz önüne alırsak- hiç de uzun bir dönemi kapsamıyor. Bundan dolayı, modern teknoloji temelinde yapısal kriz, emperyalist ülkelerde adeta kronikleşmiş durumdadır.
6-Fazla üretim krizleri ve yapısal krizler, birbirlerini karşılıklı olarak etkilerler.
Ukrayna-Rusya savaşının sonuçlarından biri olarak ele alınan enerji krizi, bu krizden ayrı olarak ele alınan ekonomik krizi açıklamamızda kolaylık sağlayacağı için kapitalizmin tarihinde yapısal kriz değişimini en genel hatlarıyla tanımlamak yararlı olacaktır.
Şimdi güncel duruma bakalım:
2020’nin başından bu yana dünya çapında Kovid-19 salgını kol geziyor. Milyonlarca insan bu salgından dolayı yaşamını yitirdi. Salgın dünya ekonomisini ve farklı boyutlarda tekil ekonomileri olumsuz etkiledi. En başta dünya ekonomisinde söz sahibi olan ülkelerde üretim geçici olarak kısmen durduruldu. Bunun ötesinde tedarik zincirleri, o asla kopmaz, sermaye ve üretimin uluslararasılaşması asla geriye dönüşümlü değildir, anlayışını yerle bir ederek koptu ve bu kopuş hala tamir edilemedi; yani tedarik sorunu hala devam etmektedir.
Bu da yetmiyormuş gibi ABD-Rusya, ABD-Çin arasındaki jeopolitik it dalaşının doğrudan bir yansıması olarak Ukrayna-Rusya savaşı patlak verdi. Bu savaşın en önemli sonuçlarından birisi de enerji alanında krizin patlak vermesi oldu. Aslında enerji alanındaki kriz, yapısal bir kriz olarak devam etmekteydi. Bu konuda uluslararası alanda enerji değişimi bağlamında alınan kararlar enerji sorununun yapısal bir kriz olarak devam ettiğini göstermektedir.
Kapitalizm tarihinde ilk defa bu denli birbirini tetikleyen, aynı zamanda iç içe geçmiş ekonomik, yapısal, siyasi ve jeopolitik kaynaklı krizlerle karşı karşıyadır. Kapitalizmin tarihinde daha önceleri de çok yönlü krizlerle aynı anda karşı karşıya kalmıştı, ama böyle bir durumla ilk kez karşı karşıyadır. Bu durum bu sistemin ne denli çürüdüğünü, kendinden kaynaklı sorunları çözmekten ne denli uzak olduğunu; kendi kendini yönetemediğini, ama bundan dolayı da kendi kendine çökmekten de uzak olduğunu göstermektedir.
İşin ayrıntısına girmeden çelişkiler/krizler yumağını tanımlayalım:
1-Kapitalizm dünyayı, insanlığı kar ve jeopolitik hırsından dolayı iklim/çevre krizi ile enerji tabanlı yapısal kriz arasında sıkıştırdı.
2-Jeopolitik rekabet, iklim konusunda uluslararası kararları hiçe saydı ve enerji konusunda öncelikler söz konusu savaş bağlamında yeniden değişti.
3-Zaten ne onduran ne de öldüren seyrinde olan dünya ekonomisi, enerji bazlı yapısal krizden dolayı derin bir ekonomik krizle karşı karşıya kaldı.
4- Enerji bazlı yapısal krizin dünya ekonomisini derin bir fazla üretime doğru tetiklemesi, kaçınılmaz olarak tarım sektörünü de olumsuz etkileyecek ve dünya bir tarım kriziyle de karşı karşıya kalacaktır; bunun adı gıda temini güçlüğünden dolayı dünya çapında açlıktan ölümlerin artması, sağlıksız bir neslin yetişiyor olmasıdır.
Ukrayna-Rusya savaşının devam etmesi, tahıl (tarım) savaşlarını gündeme getirebilir.
5-Enerji bazlı yapısal kriz, aynı zamanda sanayi üretiminde elzem olan hammaddelerin (metallerin) temininde de krize neden olacaktır. Aslında bu alanda böyle bir kriz yaşanmaktadır.
6-Enerji bazlı yapısal krizden dolayı dünyanın ısınmasının, zehirlenmesinin durdurulamaması insanlığın; daha doğrusu bütün doğanın varoluş koşullarını yok eden bir sürece girmesini beraberinde getirecektir.
7-Fosil enerji ihracatına dayanarak zenginleşen; uluslararası alanda devasa bir sermayeyi kontrol eden ve yönlendiren ülkelere gün doğdu; bu kriz devam ettiği müddetçe onlar da petrol ve doğal gaz satmaya devam edeceklerdir.
8- Enerji kaynağı olarak dünya ekonomisinde belirleyici hammadde olan petrol ve doğal gaza, yani fosil enerjiye bağımlılık azalmadan devam ediyor.
9- Siyasi ve jeopolitik açıdan enerji krizini bazı ülkelerin uzun dönem kaldırabilmeleri mümkün olmayacaktır. ABD’nin Rusya’dan doğal gaz ve petrol alımını yasaklaması, bu enerji temini olmaksızın bazı ülkelerde ekonominin durmasına, derin bir krize evrilmesine neden olacaktır. Örneğin Alman ekonomisi “taşıma su” misali enerjiyle varlığını sürdüremez. Yani ya Rusya’dan enerji almaya devam edecektir veya “hemen şimdi” misali farklı enerji kaynakları bulacaktır. Böyle bir kaynak birkaç sene içinde bulunamayacağı için Almanya ve AB’nin birçok ülkesi ABD yasağına restini çekerek Rusya’dan enerji alacaktır.
Böylece AB-ABD arasında kolay kolay kapanmayan bir yarık oluşacaktır.
Bu durum kaçınılmaz olarak NATO’da da yaşanacaktır. Ukrayna-Rusya savaşından dolayı NATO’da safların sıklaştırılmasının aslında bir şovdan başka bir şey olmadığı görülecektir.
Yukarıdaki konular üzerine yazılıp çizilenler kapitalizmin çaresizliğinin ifadesidir:
Rusya-Ukrayna savaşı bağlamında patlak veren enerji krizi, iklim/çevre krizini engellemeye yönelik uluslararası alandan devletlerin çabalarını boşa çıkardı.
31 Ekim - 12 Kasım 2021 tarihleri arasında Birleşmiş Milletler önderliğinde İskoçya’nın Glasgow kentinde düzenlenen İklim Değişikliği Konferansında kömür başta olmak üzere bütün fosil yakıtlardan uzaklaşma konusunda katılımcıların hepsi olumlu görüş belirtmiş; takvimler ve eylem planları hazırlamıştı.
Rusya’ya yönelik uluslararası yaptırımların tetiklediği enerji krizi, özellikle Avrupa’yı bu konuda derin bir çaresizliğe itti.
Avrupa’nın en büyük sanayi ülkesi Almanya, enerjisinin önemli bir kısmını Rusya’dan ithal ettiği fosil yakıtlardan karşılıyor.
Doğal gazının yüzde 40’ını, petrolünün ise yüzde 25’ini doğrudan Rusya’dan ithal eden Avrupa, iklim değişikliği bağlamında verdiği sözü tutacak, üstlendiği sorumluluğu yerine getirecek durumda değildir. Toplumsal ve ekonomik yaşamını devam ettirmek için kaçınılmaz olarak kömür tüketimine geri dönecektir ve fosil yakıt ithalatını artırmak zorunda kalacaktır.
Enerji yaptırımı Rusya’dan çok AB’yi, özellikle de Almanya’yı vuracaktır. Öngürülen enerji yaptırımlarının uygulanması demek Avrupa'nın sanayisizleştirilmesi demektir. AB veya Avrupa, kamu hizmetlerinin işlemez hale gelmesini, üretimde gerilemeyi göze alınmadan Rus gazından vazgeçemez.
Almanya’da Yeşiller partisinin yeşil ütopyası; karbonsuzlaştırma, trilyon avroluk yüksek teknoloji, o masalsı hayal tümden çöpe atılacak. Yaptırımları uygulamakla Almanya, enerji temininde kendine sadece bir yol bırakmış oluyor: Yenilenebilir enerjiye geçiş değil, Ruhr bölgesinden gelen en geleneksel enerji kaynaklarına, yani kömüre geçiş(dönüş).
Enerji bazlı yapısal krizin en felaketi herhalde Almanya’da kömüre geri dönüş olabilir.
Enerji bazlı yapısal kriz BM’nin “Sıcaklık artışını 1,5 dereceyle sınırlandırmak için son tarih 2025” söylemini boşa çıkartmaktadır.
BM bünyesinde hazırlanan “İklim Değişikliğinin Azaltılması” başlıklı raporu 195 üye ülke tarafından onaylandı. Ancak enerji bazlı yapısal kriz bu raporun uygulanmasını fiilen imkansız kılmaktadır. Bu imkansızlık, bu yapısal krizin dünya ekonomisini yeni bir ekonomik krize doğru tetiklemesi durumunda daha da felaket sonuçlara yol açacaktır.
Enerji bazlı yapısal kriz, “küresel sıcaklık artışını 1,5 dereceyle sınırlandırmak için sera gazı emisyonlarının 2025'e kadar pik seviyeye ulaşmasını ve sonrasında hızla düşüşe geçmesini” imkansız kılacak derecede ekonomileri etkilemektedir.
Raporda yer alan “Altyapı, enerji, ulaşım, demir-çelik, binalar ve sanayi başta olmak üzere tüm sektörlerde, küresel emisyonların 2030'a kadar yüzde 43 azaltılması için fırsatlar”ın hiçbiri bu yapısal krizden dolayı uygulanma imkanına sahip değildir.
Veya; raporda yer alan “Küresel emisyonlarda keskin düşüş olmadan, sıcaklık artışının 1,5 dereceyle sınırlandırılması mümkün değil”dir ve söz konusu yapısal kriz “küresel emisyonlarda keskin düşüş”ün önündeki en büyük engeldir.
“Emisyonların 2030'a kadar neredeyse yarı yarıya azaltılması ve enerji sektöründe büyük çaplı bir dönüşüm yaşanması” ve “metan emisyonlarının en az üçte bir oranında düşmesi” beklentisi enerji bağlamında yapısal krizin etkisiyle boşa çıkacaktır. İsteyip istememesinden bağımsız olarak hiçbir devlet, hele hele jeopolitika üretme yeteneğine sahip olan bir devlet, iklim değişikliğini, çevre sorununu dikkate alarak kömür, petrol ve doğal gaz üretim ve tüketiminden vazgeçmeyecektir. Örneğin Rusya ve ABD petrol ve doğal gaz üretiminden, örneğin Çin petrol, doğal gaz ve kömür tüketiminden doğanın ve insanlığın geleceğini düşünerek vazgeçmez.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres dünyanın hali hazırda bir iklim felaketine doğru ilerlediğini söylüyor: "1,5 derece sınırının iki katından fazla küresel sıcaklık artışına doğru gidiyoruz. Fosil yakıtlara yapılan yeni yatırımlar etik değil ve ekonomik bir çılgınlık. Yenilenebilir enerjiye dönüşümün üç katına çıkmalı. Bu da yatırımları fosil yakıtlardan yenilenebilir kaynaklara kaydırmayı gerektiriyor...Bu ortamda, fosil yakıt üretimine yatırımları artırmak, durumu sadece daha kötü hale getirecek. Ülkelerin bugün vereceği kararlar 1,5 derece hedefini ya mümkün kılacak ya da tersi.”
Antonio Guterres, iyi hoş da, bunu kim yapacak? ABD mi, Çin mi, Rusya mı veya AB mi? Antonio Guterres sadece bir durum tespiti yapıyor. Güya dünyanın sorunlarını çözme iddiasında olan BM kurumunun başındaki insanın çaresizliği!
Ürün fiyatları rekor seviyelere tırmanıyor. Pandemi ve arz darboğazları hala dünya ve dolayısıyla tekil ülke ekonomileri üzerinde baskı oluşturuyor. Ukrayna savaşının bir sonucu olarak enerji krizi; bu yapısal kriz, şimdi dünya ekonomisini ve tekil ülke ekonomilerini derin bir krize sürükleme tehlikesini oluşturmaktadır. Böyle bir kriz patlak vermese de enerji bazlı yapısal kriz ne öldüren ne onduran dünya ekonomisinde ve tekil ülkelerde ekonomik büyümeyi yavaşlatacağı açıktır. Ancak, fırsat değerlendiren birkaç ülke belki istisna olabilir.
Dünya, her an silahlı biçime dönüşebilecek “silahsız” bir savaşa sürükleniyor. Bu savaşta hammaddeler silah olarak kullanılıyor.
Rusya-Ukrayna savaşı, emtia piyasalarında zincirleme bir etkilemeye neden olmaktadır. Bu etkilenme de kendini, diğer şeylerin yanı sıra hammaddeler üzerinde giderek şiddetlenen rekabette göstermektedir.
Rusya-Ukrayna savaşı ve uygulanmaya konan yaptırımlar, emtia fiyatlarındaki artışı körüklüyor. Örneğin Uluslararası Enerji Ajansı'nın (IEA) "Temiz Enerji Dönüşümünde Kritik Minerallerin Rolü" başlıklı raporunda şunu deniyor: “Temiz enerji teknolojilerinin hızla uygulamaya konulması belli demir dışı, nadir toprak ve değerli metallerin arzında sıkıntıya yol açabilir; bunların fiyatları artabilir ve bunun sonucunda da yenilenebilir enerji üretiminde büyüme yavaşlayabilir.” Yani diğer bir deyişle enerji bazlı yapısal kriz derinleşebilir.
IEA’ya göre bakır, kobalt, nikel, lityum, grafit, nadir toprak metalleri ve alüminyum kritik hammaddelerdendir. Bunların arzında ve üretimde sıkıntı yaşanabilir.
ABD, AB, Kanada, Avustralya, Japonya gibi ülkeler farklı tanım ve gerekçelerle kendi kritik hammadde listelerini oluşturdular ve bu listeyi gelişmelere bağlı olarak güncelliyorlar. Örneğin, AB'nin 2020'de güncellediği listede 30 kritik hammadde var.
Ukrayna-Rusya savaşı, genel anlamda jeopolitik it dalaşı dünyayı kıtlık ve açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor. Örneğin Rusya ve Ukrayna, temel tarım ürünlerinin en önemli ihracatçısı durumundalar. Dünya çapında ihtiyaç duyulan buğdayın üçte biri dünyanın "tahıl ambarı" olarak kabul edilen bu iki ülkeden karşılanıyor. Savaş, Ukrayna'dan yapılan tarım ürünleri tedarik zincirini kopardı, teslimatlarını büyük ölçüde kesintiye uğrattı. Bu durum tarım ürünlerinde belli bir arz açığına neden olacak ve bu da fiyatların artmasını beraberinde getirecektir. Bu sene tahıl ekiminin yapılmaması ise gelecek sene tahılı altın yapar.
Rusya'nın buğday ve dünyanın en büyük üreticilerinden biri olduğu azotlu gübre ihracatını durdurması kaçınılmaz olarak dünyanın birçok yerinde gıda ve üretim sıkıntılarını artırmasını beraberinde getirecektir. BM’ye göre, 45 Afrika ülkesi ve dünyanın en fakir ülkelerinin çoğu, tahıllarının önemli bir bölümünü Rusya ve Ukrayna'dan ithal ediyor olmaları durumun vahametini göstermeye yeter.
Veya şöyle ifade edelim:
Rusya ve Beyaz Rusya, potasyumlu gübre pazarının yüzde 40'ını, amonyak pazarının yaklaşık dörtte birini, üre pazarının yüzde 14'ünü ve fosfatlarda da aynı payı kontrol ediyor. Çiftçilerin gübre girdisi daha şimdiden üç veya dört katına çıktı. Dünya çapında tarım üreticileri arazilerini büyük ölçüde azaltıyorlar, ekmiyorlar. Uzun vadede buğday, pirinç, soya fasulyesi, mısır ve bitkisel yağ arzı önemli ölçüde azalacak. Daha şimdiden Kuzey Afrika'da gıda kıtlığı nedeniyle açlık baş gösteriyor ve Avrupalılar gelir kaybı nedeniyle alışık oldukları yaşam kalitede önemli bir düşüş görecekler.
Hammade ve tarım ürünlerini istifleme bakımından Çin dikkati çekmektedir. Çin Afrika'daki hammaddelerin çıkarılması için büyük yatırımlar yaptı. Çin Afrika’yı tamamen yutmak istiyor. Bu nedenle hammaddeleri jeopolitik it dalaşında “silah” olarak kullanmaya hazırlanıyor.
Doğal kaynaklar sıralamasında Rusya 75 trilyon dolarla listenin başında yer alıyor, onu 45 trilyon dolarla ABD takip ediyor. Çin ise 23 trilyon dolarla üçüncü sırada yer alıyor. Sadece bu sıralama Amerikan emperyalizmine meydan okuyan Çin’in hammadde telaşının ne anlama geldiğini göstermeye yeter.
Paris Anlaşmasına göre enerji değişimi için hedef alınan tarih 2050 yılı. Petrol ve doğal gaz zengini, ihracatçısı ülkeler 2050 yılına kadar bu en önemli kozlarını yitirebilirler. Rusya gibi petrol ve doğal gaz ihracatını jeopolitik araç olarak kullanan ülkeler için durum daha da vahim olabilir. Ancak bu savaşın beraberinde getirdiği enerji yaptırımı ve bunun enerji bazlı yapısal krizi derinleştirmesi; kaçınılmaz olarak fosil bazlı enerjiye ağırlık verilmesi petrol ve doğal gaz zengini ülkelere nefes aldıracaktır.
2050’ye kadar dünya çapında giderek artan ihtiyaçları karşılayabilen yeni bir enerji kaynağı; “temiz” enerji kaynağı bulunamazsa insanlık 100 yılı aşkın alışık olduğu fosil kaynaklı enerjiyi terk edememiş olacaktır.
Dolayısıyla da enerji güvenliği konusunda aynı fasit daire içinde dönüp dolaşacağız; bildik jeopolitik oyunlar oynanmaya devam edecektir.
2050 yılı hedefine ulaşılması durumunda Rusya gibi ekonomileri ağırlıklı olarak petrol ve gaz ihracatına bağlı olan ülkeler petrol ve doğal gaz enerji satımıyla varlıklarını sürdürmeleri giderek olanaksızlaşacaktır.
Sonuç itibariyle.
Yaptırımlar, enerji bazlı yapısal krizin burjuva programlarla, çevre anlayışlarıyla çözümlenemeyeceğini bir kez daha göstermiştir. Emperyalist burjuvazi daha birkaç ay önce Paris ve Glasgow’da 2050 hedefini tartıştı ve “temiz”, karbondan arındırılmış bir doğa kararı aldı. Ancak bu savaşın beraberinde getirdiği yaptırımlar iklim, çevre sorununun tekelci sermayenin hiç de umurunda olmadığını bir kez daha gösterdi. Kara kömüre geri dönmek bundan başka ne anlama gelebilir?
Yapısal krizin burjuva çözümü, bu alana yatırılmış sabit sermayenin yok edilmesini ve yeni teknoloji temelinde enerji üretimine geçilmesi demektir. Hiçbir tekelci sermaye, uluslararası enerji tekelleri buna hazır değildir. Karı olmadığı müddetçe eski teknolojiden, fosil zeminli enerji üretmekten asla ve asla vaz geçmez. Devletin sermaye desteği olmadan bu işe asla girişmez.
“Sermaye, kâr olmadığı zaman veya da az kâr edildiği zaman hiç hoşnut olmaz, tıpkı eskiden doğanın boşluktan hoşlanmadığının söylenmesi gibi. Yeterli kâr olunca sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir yüzde 10 kâr ile her yerde çalışmaya razıdır; kesin yüzde 20, iştahını kabartır: yüzde 50, küstahlaştırır; yüzde 100, bütün insansal yasaları ayaklar altına aldırır; yüzde 300 kâr ile, sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur. Eğer kargaşalık ile kavga kâr getirecek olsa, bunları rahatça dürtükler." (J. Dunning'den aktaran Marks, Kapital, C. I)
İşte bu anlayış, sermayenin işte bu ölümüne azami kar/varoluş dürtüsü günümüzde enerji bazlı yapısal krizin neden burjuvazi tarafından çözülemeyeceğini de göstermektedir.
İklim/çevre sorunu artık krize dönüşmüştür. Bu krizin çözümü, artık bir devrim sorunu olmuştur. Dolayısıyla kapitalizm/emperyalizm; dünyayı yaşanamaz hale getiren bu sermaye düzeni işçi sınıfı ve emekçilerin iktidarı ele almalarıyla yıkılabilir...
Hiç yorum yok