Header Ads

Header ADS

Tekelci Kapitalizmin Temel Ekonomik Yasası - Emperyalizme Geçiş

Ayni isimli kitabin Giriş bölümünün Türkçesi.

Bir ülkenin emperyalist olup olmadığını belirlemek için kullanılan “emperyalizm” tanımı, genellikle onun “siyasi” boyutundan bağımsız olarak ekonomik boyutuyla sınırlandırılıyor. Lenin, Emperyalizm kitabına giriş yazısında, “broşür, çarlık sansürü göz önünde bulundurularak yazılmıştır”. Bu nedenle," "kendimi sadece gerçeklerin yalnızca teorik, özellikle ekonomik bir analiziyle sınırlamak zorunda kalmadım, aynı zamanda siyaset üzerine gerekli birkaç gözlemi son derece dikkatli bir şekilde formüle etmek zorunda kaldım... Bu broşürün okuyucunun temel ekonomik sorunu, emperyalizmin ekonomik özü sorununu anlamasına yardımcı olacağına inanıyorum” diyordu. (1)

Lenin bu gerçeğe işaret ederek;

“Eğer yukarıdaki tanımın yalnızca temel, salt ekonomik kavramla sınırlandırılmış olduğunu aklımızda tutarsak, Emperyalizm farklı şekilde tanımlanabilir ve tanımlanmalıdır.” (1)

Açıklama getirdiği “Emperyalizmin” ve tanımının, onun ekonomik yönü ile sınırlı olduğunu bizzat Lenin kendi söylemiştir.

Emperyalizme ve bu sorunun önemine ilişkin olarak Lenin şunları belirtir;

“Emperyalizm sorunu yalnızca en temel sorun değil, aynı zamanda son zamanlarda değişen kapitalizm biçimlerini inceleyen iktisat bilimi alanındaki en temel sorundur diyebiliriz. Yalnızca ekonomiyle değil, aynı zamanda günümüz toplumsal yaşamının herhangi bir alanıyla da ilgilenen herkes, bu sorunla ilgili, yazarın eldeki en son verilere dayanarak bu kadar ayrıntılı olarak sunduğu olgulardan haberdar olmalıdır. Söylemeye gerek bile yok ki, bu analizin temelinde, emperyalizmin doğasının hem ekonomik hem de siyasi yönleriyle tam bir anlayış yoksa, savaşın somut bir tarihsel analizi olamaz... Bu olmadan, son on yılların ekonomik ve diplomatik durumunu anlamak mümkün değildir ve böyle bir anlayış olmadan savaş hakkında doğru bir görüş oluşturmaktan bahsetmek bile gülünçtür.” (2)

Lenin Kautskyi eleştirisinde, emperyalist politikayı tek sözcükle özetledi: güç kullanımı.

“Emperyalizm bir ilhak çabasıdır… Bu doğrudur, ama çok eksiktir, çünkü siyasal olarak emperyalizm, genel olarak şiddete ve gericiliğe yönelik bir çabadır.” … Meselenin özü, Kautsky'nin emperyalizmin ekonomisini emperyalizmin siyasetinden koparmasıdır. … Finans sermayesi ve tröstler, dünya ekonomisinin çeşitli bölümlerinin büyüme oranlarındaki farklılıkları azaltmaz, aksine artırır. Güçler ilişkisi bir kez değiştiğinde, çelişkilerin kapitalizm altında çözümünde zor kullanmaktan başka ne bulunabilir?” (1)

Buharin, girişini Lenin'in yazdığı kitabında emperyalizmin tanımlarını ele alır. Şöyle diyor;

Emperyalizmin en çok yaygın ikinci "teorisi", onu genel olarak fetih politikası olarak tanımlar... Bu teori ne kadar basit olursa olsun, kesinlikle doğru değildir. Doğru değil çünkü bu her şeyi "açıklıyor", yani kesinlikle hiçbir şeyi açıklamıyor.

Egemen sınıfların her politikası ("saf" politika, askeri politika, ekonomi politikası) tamamen belirli bir işlevsel öneme sahiptir… Savaş, belirli üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesine hizmet eder. Fetih savaşı, bu ilişkilerin daha geniş bir ölçekte yeniden üretilmesine hizmet eder. Bununla birlikte, savaşı basitçe fetih olarak tanımlamak tamamen yetersizdir, basit bir nedenle, çünkü bunu yaparken asıl meseleyi, yani savaş yoluyla hangi üretim ilişkilerinin güçlendirildiğini veya genişletildiğini, verili bir fetih siyaseti ile hangi temeli genişlettiğini gösteremiyoruz... Burjuva bilimi bunu görmez ve görmek istemez. Çeşitli "politikalar"ın sınıflandırılması için bir temelin, "politikaların" içinden çıktığı toplumsal ekonomide bulunması gerektiğini anlamaz."(3)

Bukharin emperyalizmi “belirli bir tarihsel kategori” olarak tanımlayarak, tesadüfen günümüzün de hataları olan yaklaşım hatalarına dikkat çekiyor. “Emperyalizm”, diyor, “finansal sermayenin yapısını korur; dünyayı mali sermayenin egemenliğine boyun eğdirir,eski kapitalist üretim ilişkilerinin yerine finans kapitalin üretim ilişkilerini koyar. Nasıl ki finans kapitalizmi (para sermayesi ile karıştırılmamalıdır, çünkü finans kapital aynı anda bankacılık ve sanayi sermayesi olmakla karakterize edilir) yalnızca son birkaç on yılla sınırlı, tarihsel olarak sınırlı bir dönemse, emperyalizm de finans kapitalin politikası olarak, belirli bir tarihi kategoridir.”

Savaş siyasetin başka araçlarla devamıdır… Ancak siyasetin kendisi aktif bir “devamdır”. (3)

Verili aktif “siyasetin” kendisini bu somut koşullar altında fiilen incelemeden, sanki her şeyi açıklıyormuş gibi, “Savaş siyasetin başka araçlarla devamıdır” ifadesinin soyut bir tekrarı, tüm savaş sorularına genel bir hazır çözüm olarak kullanılıyor.

“Kapitalist toplum” diyor Buharin, “savaşlar olmadan düşünülemeyeceği gibi, silahsız da düşünülemez. Ve düşük fiyatların rekabete neden olmadığı, aksine rekabetin düşük fiyatlara neden olduğu ne kadar doğruysa, silahların varlığının (her ne kadar savaşlar silahlar olmadan imkânsız olsa da) savaşların ana nedeni ve harekete geçirici gücü olmadığı da aynı derecede doğrudur, ama tam tersine, ekonomik çatışmaların kaçınılmazlığı silahların varlığını koşullandırır. Bu nedenle, ekonomik çatışmaların alışılmadık bir yoğunluğa ulaştığı günümüzde, çılgın bir silahlanma cümbüşüne tanık oluyoruz. Dolayısıyla finans kapitalin egemenliği hem emperyalizmi hem de militarizmi ima eder. Bu anlamda militarizm, finans kapitalin kendisinden daha az olmayan tipik bir tarihsel fenomendir… görece eşit ekonomik yapıların olduğu, ancak devlet kapitalist tröstlerinin askeri güçlerinin önemli ölçüde farklılık gösterdiği yerlerde bile.” (3)

Dolayısıyla emperyalizm ve savaş ayrılmaz ikizlerdir. Bu nedenle, “emperyalizm” sorunu ve ona karşı tavır, her somut koşul ve durumda siyasi yönünden -yani (sanayinin askeri-leştirilmesi ve) savaştan bağımsız olarak incelenemez. Lenin, “Soyut teorik akıl yürütme,” diyordu, “ Kautsky'nin Marksizm’i terk ederek ulaştığı sonuca götürebilir. Hem ekonomik hem de siyasi yönleriyle emperyalizmin doğasının kapsamlı bir analizine dayanmadıkça, savaşın somut bir tarihsel değerlendirmesinin olamayacağını söylemeye gerek yok.” (1) İkisini birbirine bağlayan Lenin şuna işaret eder: “Bir savaşın karakteri ve başarısı, esas olarak savaşa giden ülkenin iç rejimine bağlıdır, bu savaş, söz konusu ülkenin savaştan önce yürüttüğü iç politikanın bir yansımasıdır. . “(4)

Bazıları, “aynı madalyonun her iki yüzüyse” diyecekler, “o zaman “savaşa” karşı tavrımız, “emperyalizme” karşı tavrımızdan farklı olmayacaktır. Ancak Lenin, “tarihsel koşullara, sınıfların ilişkisine ve benzeri verilere bağlı olarak, savaşa karşı tutumun farklı zamanlarda farklı olması gerektiğine açıkça işaret eder. (5) Bu diyalektik olarak, “emperyalizme” karşı tutumun farklı zamanlarda farklı olacağı anlamına gelir.

“Genel olarak proletaryanın çıkarlarının” olmadığı, özel olarak “proletaryanın çıkarlarının” olduğu- zamanlar, koşullar ve durumlar olacaktır. “Proletaryanın genel çıkarları”nın varlığı nedeniyle, özel çıkarların genelin çıkarlarına tabi olacağı zamanlar, koşullar ve durumlar olacaktır. Sürekli değişen bir dünyada koşullar ve durumlar değişecek, bu nedenle her birine karşı tutumun değiştirilmesi gerekecektir. “Bu nedenle,” diyor Lenin, “Marx'ın ve Marksistlerin, savaşan tüm ülkelerin hükümetlerine ve burjuvazisine karşı genel bir proleter hareketten kimsenin söz bile edilemediği bir zamanda, hangi burjuvazinin zaferinin dünya proletaryasına daha zararsız (veya daha elverişli) olacağını belirlemekle yetinmeleri “şaşırtıcı değildir”. (6)

Lenin, Potresoy eleştirisinde, Marx'ın savaşlara karşı tutumu ve “hangi burjuvazinin başarısı daha arzu edilir” sorusuna ilişkin olarak eski ve yeni dönemleri ve bunların sınıf bağlamını netleştirir; “Potresov, Marx'ın kuşkusuz ilerici burjuva hareketlerinin var olduğu, üstelik yalnızca var olmakla kalmayıp, aynı zamanda Avrupa'nın önde gelen devletlerinde tarihsel sürecin ön saflarında yer alan bir zamanda sorun üzerinde çalışmakta olduğunu fark etmemiştir. Bugün, örneğin İngiltere ve Almanya gibi Avrupa “Konser”inin kilit üyelerin içinde i ilerici bir burjuvazi, ilerici bir burjuva hareketi hayal etmek bile gülünç olur.” (12)

Marx'ın dünyadaki gericiliğin ve karşı-devrimin ana odağı olan ve diğerlerinden daha fazla mücadele edilmesi gereken Çarlık rejimine bakışı ve yaklaşımı, onun savaş ve barış konusundaki genel siyasi çizgisi değil, verili somut durum ve koşullarla ilgiliydi.

İlk donemde,” diyor Lenin, “nesnel ve tarihsel görev, ölmekte olan bir feodalizmin başlıca temsilcilerine karşı mücadelesinde, dünyanın tüm demokratik burjuvazisine… sömürgelere sahip olmaya ve sömürge mülklerinin genişletilmesine…mümkün olan en büyük avantajı sağlamak için ilerici burjuvazinin uluslararası çatışmalardan nasıl “faydalanacağını” tespit etmekti. İkinci donemde... modern demokrasideki derin çelişkiler... şehirler her zamankinden daha fazla insan çekiyordu ve tüm dünyanın büyük şehirlerindeki yaşam koşulları eşitleniyordu; sermaye uluslararasılaşıyordu ve büyük fabrikalarda hem yerli hem de yabancı kasabalılar ve taşralılar birbirine karışıyordu. Sınıf çelişkileri her zamankinden daha keskin bir şekilde büyüyordu… üçüncü donemde, tüm Avrupa çapında öneme sahip hiçbir feodal kale kalmadı…Çatışmalardan “faydalanmak” günümüz demokrasisinin görevidir, ancak bu uluslararası kullanım bireysel ulusal mali sermayeye değil, uluslararası mali sermayeye karşı yönlendirilmelidir.” (13)

Lenin'in birinci dünya savaşı sırasında “feodalizme karşı burjuva demokratik devrimlerin geride kaldığı dönem” olması bir yana, devrim öncesi ve sonrası tavrı aynı değildi. Onun tavrı, genelleştirilmiş teorilerden değil, proletaryanın ve onların mücadelesinin çıkarları tarafından belirlenen bir tutumdu. İlk dönem, Rusya örneğinde, dikkate alınan devrimci mücadelenin çıkarlarıydı, ikincisi ise bizzat devrimin çıkarlarıydı.

Marksist diyalektik yöntem, “hazır şemaların” ve soyut formüllerin kullanılmasını yasaklar. Diyalektik yöntem, her şeyden önce, her şeyi kendi başına değil, her zaman başka şeylerle karşılıklı bağlantıları içinde düşünmemizi talep eder. Bu, aynı çağda bile, savaşan ülkelerdeki olası değişiklikler nedeniyle savaşın karakteri değişebileceğinden, verili savaşa karşı tutumun değişebileceği anlamına gelir.

Lenin Rosa'yı eleştirirken şöyle diyordu; “Biz diyalektikçiler olarak kalırız ve genel olarak tüm dönüşümlerin olasılığını inkâr ederek değil, verili fenomeni somut ortamı ve gelişimi içinde analiz ederek safsataya karşı savaşırız… Bu "çağ-donem", mevcut büyük güçlerin politikalarını tamamen emperyalist hale getirdi... Nesnel olarak, feodal ve hanedan savaşlarına o zaman devrimci demokratik savaşlar, ulusal kurtuluş savaşları karşı çıktı. Bu, o dönemin tarihsel görevlerinin içeriğiydi. Şu anda Avrupa'nın en büyük gelişmiş devletlerinde nesnel durum farklı…İlerleme açısından, ilerici sınıfın bakış açısından, emperyalist burjuva savaşı, son derece gelişmiş kapitalizmin savaşı, nesnel olarak ancak burjuvaziye karşı bir savaşla, yani öncelikle proletarya ve burjuvazi arasındaki iktidar için bir iç savaşla karşılanabilir…Marksist diyalektik, her belirli tarihsel durumun somut bir analizini gerektirir… Burjuvaziye karşı iç savaş aynı zamanda bir sınıf mücadelesidir...” (7)

O verili zaman ve koşullardaki somut durum analizine dayanarak, Lenin'in “Devrimci Yenilgi” duruşu, urunu nu verdi. Olağanüstü Yedinci Kongre'de Lenin, “İç savaş bir gerçek oldu” diyordu. “Devrimin başında ve hatta savaşın başında öngördüğümüz emperyalist savaşın iç savaşa dönüşmesi… Ekim ayında kendimizi içinde bulduğumuz koşullar…” (8)

 “Yenilgici” duruş, “Savunmacı” duruşa dönüştü. “Evet, artık savunmacıyız” diyordu Lenin. “25 Ekim 1917'den beri savunmacıyız; vatanımızı savunma hakkını kazandık… ülkemizi savunmaya hazırlık politikasıdır, kararlı bir politikadır, doğuda ve batıdaki emperyalist güçlerin aşırıcı olanlarına yardım edecek tek bir adımın atılmasına izin vermemektir. ” (9)

Ardından Lenin, “yenilgici” duruştan “savunma” hakkının “bildirgeler yayınlayarak değil, yalnızca kendi ülkesindeki burjuvaziyi devirerek elde edilebileceğini” belirtir. Bu konuda şunları söylüyordu; “Her durumda işe yarayacak bir tarif ya da genel bir kural uydurmak saçma olurdu. Her ayrı durumda durumu analiz edecek kafaya sahip olmak gerekir.” (10)

Marksist Leninistlerin “yenilgici” ya da “savunmacı” ya da “(aktif) tarafsız” duruşları, politika ve duruş için bir değerlendirme yaparken proletaryanın ve onun mücadelesinin çıkarlarını göz önünde bulundurmak temel ilkesinden kaynaklanmaktadır. Burjuvanın hangi tarafının ya da daha çok hangi burjuvazinin bize faydalı olacağı gibi dar görüşlü, mekanik bir sorun değil, proletaryanın çıkarlarının nerede yattığı -soyut genel teorilere değil, somut koşullara dayalı olması gerektiği- sorunudur.

Bu ilke, Stalin'in ikinci dünya savaşı sırasında izlediği ve uyguladığı ilkeydi. Birinci Dünya Savaşı'na çok benzer bir şekilde, 2inci Emperyalist Dünya Savaşı'na hazırlanmak için saldırgan (Lenin “aşırı” diyor) Emperyalist Almanya ile anlaşma yaptı. Barış yönünde bir ittifak için saldırgan olmayan emperyalistlere ulaştı. Stalin şöyle diyor;

“Yeni krizin ayırt edici bir özelliği, öncekinden pek çok açıdan farklı olması ve dahası, iyiye değil, kötüye doğru farklılaşmasıdır. …mevcut kriz barış zamanında değil, ikinci bir emperyalist savaşın çoktan başladığı bir zamanda patlak verdi... diğer tüm büyük kapitalist güçler kendilerini bir savaş temelinde yeniden örgütlemeye başladıklarında.”

“…önceki krizden farklı olarak, mevcut kriz genel bir kriz değil, henüz esas olarak, kendilerini henüz bir savaş ekonomisi temeline oturtmamış ekonomik açıdan güçlü ülkeleri içeriyor. Japonya, Almanya ve İtalya gibi, ekonomilerini savaş temelinde yeniden örgütlemiş olan saldırgan ülkelere gelince, savaş sanayilerinin yoğun gelişimi nedeniyle, yaklaşsalar da, henüz bir aşırı üretim krizi yaşamıyorlar...

Bu, ekonomik olarak güçlü, saldırgan olmayan ülkeler kriz aşamasından çıkmaya başlayıncaya kadar, saldırgan ülkeler, savaş ateşi sırasında altın ve hammadde rezervlerini tüketerek çok şiddetli bir kriz aşamasına girmek zorunda kalacakları anlamına gelir.

… Artık pazarlardaki rekabet, ticari savaş, damping meselesi değil. Bu mücadele yöntemleri artık uzun zamandır yetersiz olarak kabul ediliyor. Şimdi mesele, askerî harekât yoluyla dünyanın, nüfuz alanlarının ve sömürgelerin yeniden paylaşımı meselesidir... üç saldırgan devlet bloğu oluşmaya başladı. Savaş yoluyla dünyanın yeniden paylaşılması an meselesiydi.

Birinci emperyalist savaştan sonra başta İngiltere, Fransa ve ABD olmak üzere galip devletler, ülkeler arasındaki ilişkilerde yeni bir rejim, savaş sonrası barış rejimi kurdular. ... Ancak üç saldırgan devlet, Japonya Dokuzlu Güç Paktı'nı, Almanya ve İtalya Versailles Antlaşması'nı ve onların başlattığı yeni emperyalist savaş, bu savaş sonrası barış rejiminin tüm sistemini alt üst etti… Yeni emperyalist savaş bir gerçek oldu.” (11)

Savaşın türünün belirlenmesi farklı değildi- bu bir “emperyalist savaştı”, ancak önceki emperyalist savaştan farklıydı. Stalin bu ayrımın niteliğini şu sorularla değerlendirdi;

Yeni emperyalist savaşın bu tek yanlı ve tuhaf karakterini neye bağlayacağız?

Nasıl oluyor da bu kadar geniş fırsatlara sahip saldırgan olmayan ülkeler, saldırganları memnun etme konusundaki konumlarını ve yükümlülüklerini bu kadar kolay ve direnç göstermeden terk ettiler?

Bu, saldırgan olmayan devletlerin zayıflığına mı atfedilmelidir? Tabii ki değil! Saldırgan olmayan, demokratik devletler, birleşik olarak, hem ekonomik hem de askeri olarak, tartışmasız faşist devletlerden daha güçlüdür.

O halde bu devletler tarafından saldırganlara verilen sistematik tavizleri neye bağlayacağız? (11)

Stalin açıkça (aşırıcı) saldırgan emperyalistler ile saldırgan olmayan emperyalistler arasında bir ayrım yapıyordu. Soru ya cevabi şöyle özetliyordu;

Başlıca neden, saldırgan olmayan ülkelerin çoğunluğunun, özellikle İngiltere ve Fransa'nın, toplu güvenlik politikasını, saldırganlara karşı toplu direniş politikasını reddetmesi ve müdahale etmeme, "tarafsızlık" pozisyonu almalarıdır. (11)

Hazır formüller olarak çok yaygın olarak kullanılan “tarafsızlık”, “müdahale etmeme” konusunda Stalin'in açıklaması aydınlatıcıdır;

Resmi olarak, müdahale etmeme politikası şu şekilde tanımlanabilir:

"Her ülke saldırganlara karşı kendini istediği gibi ve elinden geldiğince savunsun. Bu bizim işimiz değil..."

Ama aslında müdahale etmeme politikası, saldırganlığa göz yummak, savaşın dizginlerini serbest bırakmak ve sonuç olarak savaşı bir dünya savaşına dönüştürmek anlamına gelir. Müdahale etmeme politikası, saldırganları hain işlerinde engellememek için bir şevk, bir arzu ortaya koymaktadır. (11)

Stalin, saldırgan olmayan emperyalistlerin bu verili karakterlerini değiştirmeyecekleri yanılsamasına sahip değildi. Onun politikası, emperyalist güçler arasındaki çelişkileri, özelde ve genel olarak proletaryanın çıkarları için “kullanma” politikasıydı.

Mevcut koşullar ve durumlar, süreç boyunca görevin tüm uluslararası mali sermayeye karşı değil, bireysel ulusal mali sermayeye karşı verili çatışmayı “kullanmak” oldu. Oysa Ekim Devrimi'nden önce, birinci dünya savaşı sırasında, bu tam tersiydi.

Stalin, “İkinci Dünya Savaşı, SSCB ile bir savaş olarak değil, kapitalist ülkeler arasında bir savaş olarak başladı… kapitalist ülkeler arasındaki savaşların kaçınılmazlığı devam ediyor… Savaşın kaçınılmazlığını ortadan kaldırmak için emperyalizmi ortadan kaldırmak gerekiyor” diyordu. (14)

Özetle, “emperyalizm”, onun genel ve ekonomik “tanımı” ile her durum ve koşulda alınacak özel duruşu belirlemek için belirleyici değildir.

Lenin tarafından yaygın olarak alıntılanan ve tekrarlanan emperyalizm tanımı, büyük ölçüde onun ekonomik yönleriyle sınırlıdır. Özellikle beşinci koşul olan “dünyanın zaten tamamlanmış paylaşımı”, tamamlanmış bir çağ için “muzaffer emperyalistleri” ifade eder. Bunu Çin için kullanamazsınız, çünkü Çin o zamanlar bir sömürgeydi. Söz konusu olan-5'inci koşul- dönemin emperyalistlerinin muzaffer olanlarını tanımlayan geçmiş bir dönemdir.

Stalin'in belirttiği gibi;

“Son emperyalist savaşın bir sonucu olarak gerçekleştirilen dünyanın ve etki alanlarının yeniden dağılımı, şimdiden “eskimiş” olmayı başardı. Bazı yeni ülkeler öne çıktı...Satış pazarları için, sermaye ihracı pazarları için, bu pazarlara giden deniz ve kara yolları için, dünyanın yeniden bir paylaşımı için şiddetli bir mücadele sürüyor… Bütün bu çelişkilerin büyümesi, istikrar gerçeğine rağmen, dünya kapitalizminin krizinin büyümesi anlamına gelir, bu kriz son emperyalist savaştan önceki krizle kıyaslanamayacak kadar derin bir krizdir…Emperyalizmin bu krizi çözmenin tek yolunun savaş olduğunu görerek, yeni bir savaşa hazırlanıyor olması şaşırtıcı değildir.” (16)

Eşitsiz ekonomik gelişme yasası nedeniyle, eski muzaffer emperyalist ülkelerin karşısına yeni “emperyalist” ülkeler çıkıyor.

 “Emperyalizm döneminde eşitsiz gelişme yasası” diyor Stalin, “bazı ülkelerin diğerlerine göre spazmodik (aralıklı-dengesiz) gelişimi, bazı ülkelerin başkaları tarafından dünya pazarından hızla atılması, halihazırda bölünmüş olan dünyanın askeri çatışmaların ve askeri felaketler yoluyla kendi içinde periyodik olarak yeniden dağıtılması anlamına gelir....dünyanın zaten emperyalist gruplar arasında bölünmüş olması, dünyada artık “özgür”, işgal edilmemiş toprakların kalmaması ve yeni pazarlar ve hammadde kaynakları işgal etmek, genişlemek için bu toprakları başkalarından zorla almak gerekir… teknolojinin benzeri görülmemiş gelişimi... bazı ülkelerin diğerlerinin önüne geçmesini, daha güçlü ülkelerin daha az güçlü ama hızla gelişen ülkeler tarafından devrilmesini kolaylaştırdı.

Tek tek emperyalist gruplar arasındaki eski etki alanları dağılımı, her seferinde dünya pazarındaki yeni güçlerin hizalanmasıyla çatışır…Dünya emperyalist savaşı, zaten bölünmüş bir dünyayı yeniden dağıtmaya yönelik ilk girişimiydi. Söylemeye gerek yok ki, ilk yeniden dağıtım girişimini, emperyalist kampta hazırlık çalışmalarının halihazırda sürmekte olduğu ikinci bir girişim izlemek zorundadır.” (15)

Eski (muzaffer) emperyalist ülkeler zaten kendi “askeri sanayilerine” sahipler ve askeri olarak yeni bir savaşa hazırlar. Yenileri askeri sanayilerini inşa etme ve yeni bir savaşa hazırlanma sürecindeler.

Bu yüzden mümkün olduğu kadar “eski” ye karşı “yatıştırma politikasını” seçiyorlar. Burada şu soruya cevap vermeden soyut olarak tekrarlanan “politika” konusu önümüze geliyor; savaştan önce her bir savaşan ülkenin izlediği fiili (iç ve dış) politika nedir?

Bu “politikayı” somut olarak incelemeden, “savaş politikanın farklı bir devamı” ifadesini ezbere tekrarlamak, “kesinlikle hiçbir şeyi açıklamaz”.

Stalin'in sözleriyle bitirelim;

“Birçok insan emperyalist pasifizmin bir barış aracı olduğunu düşünüyor. Bu temelden yanlıştır. Emperyalist pasifizm, savaşa hazırlanmak ve bu hazırlığı barışla ilgili Ferisi (iki yüzlü) deyimlerle örtmek için bir araçtır. Böyle bir pasifizm olmadan... mevcut koşullar altında savaşların hazırlanması mümkün değildir.

Emperyalist pasifizm olursa savaş olmaz diye düşünen saf insanlar var. Bu tamamen yanlıştır. Tam tersine, hakikati öğrenmek isteyen, bu durumu tersine çevirmeli ve şunu söylemelidir: “emperyalist pasifizm geliştiği için, kesinlikle yeni emperyalist savaşlar ve müdahaleler olacaktır.” (17)

Svitlana M, Erdoğan A

2022

NOTLAR

(1) Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması

(2) Lenin, “N.I. Buharin: Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi”

(3) N.I. Buharin, Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi

(4) Lenin, Doğu Halklarının Komünist Örgütlerinin İkinci Tüm Rusya Kongresine Konuşması

(5) Lenin, Proletarya ve Savaş Üzerine Ders

(6) Lenin, Sosyal-Şovenistlerin Sofizmleri

(7) Lenin, Junius Broşürü

(8) Lenin, RCP(B.) Olağanüstü Yedinci Kongresi

(9) Lenin, Dış Politika Raporu

(10) Lenin, Sol Komünizm

(11) Stalin, SBKP'nin On Sekizinci Kongresine Merkez Komitesinin Çalışmaları Üzerine Rapor (B.)

(12) Lenin, Sahte Bayrak Altında

(13) Lenin, Butyrsky Bölgesindeki Bir Toplantıda Konuşma

(14) Stalin, SSCB'nin Ekonomik Sorunları, 1951

(15) Stalin, ICCI'nin 7. Genişletilmiş Genel Oturumu

(16) Stalin, Modern Konular Üzerine Notlar

(17) Stalin, Bolşeviklerin Tüm Birlik Komünist Partisi Merkez Komitesinin Temmuz Plenumunun sonuçları hakkında

 

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.