Header Ads

Header ADS

ŞİMDİ DE “PENÇE KİLİT”!

 19 Nisan 2022 Salı

I. Okcuoglu

ŞİMDİ DE “PENÇE KİLİT”!

22 Haziran 2020 tarihli “Pençe-Kartal” ve “Pençe-Kaplan” Operasyonları Kalıcı İşgalin Son Hazırlığıdır” makalesinde şu değerlendirme yapılıyordu:

“Cumhuriyetin kurulmasından bu yana Türk devleti/burjuvazisi Kürt ulusunu inkâr ve imha niyetinden ve eyleminden vaz geçmemiştir. Cumhuriyet dönemindeki isyanları kanla, toplu katliamlarla bastırmasını, çok sonraları PKK önderliğinde Kürt Ulusal Kurtuluş mücadelesini ezmeye dönüştürerek devam etmiştir. Gelinen yerde Kuzey Kürdistan’da bu mücadele onca mezalime, katliama rağmen bastırılamamıştır. Faşist diktatörlüğün Rojava’ya düzenlediği üç harekât sonucunda Bir kısım Rojava topraklarının doğrudan işgal edilmesi, Rojava devriminin darbe alması, Batı Kürdistan’da özgürlük mücadelesini engelleyememiştir.

Şimdi devlet, “Pençe-Kartal” ve “Pençe-Kaplan” operasyonlarıyla ulusal güvenlik adı altında Güney Kürdistan’da kalıcı işgalin adımlarını atıyor. (1)

Faşist diktatörlük, Güneyde Misak-i Milli sınırlarını çiziyor.

28 Mayıs 2019’da başlatılan ilk “pençe operasyonu” nu, 13 Temmuz 2019'da ikinci “Pençe Operasyonu” ve 23 Ağustos 2019’da da 3. “Pençe operasyonu” takip etti.

Daha önceki hava saldırılarından ve “girip-çıkma” operasyonlarından farklı olarak “Pençe” operasyonlarıyla sömürgeci faşist diktatörlük farklı bir işgal konsepti peşinde olduğunu göstermiştir. “Pençe” operasyonları sonucunda Güney Kürdistan’da 7 kalıcı üs bölgesi kurulmuş, sömürgeci devlet, işgal planını yeni ulusal güvenlik konseptine göre şekillendirmiştir.

3. “Pençe” operasyonundan günümüze kadar, diktatörlüğün havadan ve karadan saldırıları durmamıştır; bu saldırılar “ara”, “bul” ve gördüğün yerde imha et anlayışına göre gerçekleştirilmiştir. Daha önceki “pençe” operasyonları, 17 Haziran 2020’de başlayan “Pençe-Kartal Operasyonu”, “Pençe-Kaplan” adıyla “ara”, “bul” ve gördüğün yerde imha et”in ötesinde kalıcı işgalin adımları olarak devam etmektedir.

Amaca ulaşılana kadar devam edeceği söylenen bu son operasyon şimdiye kadar Güney Kürdistan’a yapılan operasyonlardan oldukça farklıdır; bu operasyonla Güney Kürdistan’da kalıcı işgalin zemininin hazırlanmış olduğundan hareket edilmektedir. Bu bakımdan bu operasyon, daha önce gerçekleştirilen Rojava’yı işgal harekatlarından farklı değildir. 24 Ağustos 2016’da başlatılan “Fırat Kalkanı Harekâtı”, 20 Ocak 2018'de başlatılan “Zeytin Dalı Harekâtı” ve 9 Ekim 2019 tarihinde başlatılan “Barış Pınarı Harekâtı” türünden doğrudan işgal harekatlarının bir benzeri şimdi Güney Kürdistan’ın şimdilik bir kısmının, sınır bölgesinin fiili işgali biçiminde devam ettiriliyor.” (2)

Neredeyse aradan iki sene geçti ve bu zaman zarfında sömürgeci Türk devleti Güney Kürdistan ve Rojava’da bazen “gir-çık”ın ve uzaktan atışın ötesinde “ulusal güvenlik politikası”nı gerçekleştirme adına fazla bir şey yapamamıştı.

17 Nisan'da başlayan bu harekatın “pençe” operasyonlarının bir devamı niteliğinde olduğu anlaşılıyor. “Ara”, “bul” ve gördüğün yerde imha et”in ötesinde bir anlam taşımaktadır. Açık ki, faşist diktatörlük “pençe” operasyonlarıyla üs kurduğu alanları şimdi Zap merkezli olmak üzere Avaşin, Basyan ve Metina bölgesindeki kamp alanlarının işgaliyle, yeni üsler kurarak genişletmek amacı gütmektedir. Analistlerinin değerlendirmelerine göre bu harekât 2016'dan bu yana sürdürülen operasyonları tamamlayıcı niteliktedir. Güney sınırı boyunca (375 kilometre) kesintisiz ve 40 kilometre derinliği olan bir tampon bölge kurulacak ve bu bölge “teröristler”den tamamen temizlenecek. Yani aynen Rojava’da olduğu gibi Güney’de de amaç “güvenli bölge” oluşturmaktır.

Bu harekatla aynı zamanda Kürt Özgürlük Hareketini kıskaca almak ve imha etmek için Kandil ve Şengal’in yolu açılacak Rojava’nın Güney ile bağlantısı kesilecektir.

İşgalci, sömürgeci, imhacı niyeti dile getirmek bakımından değerlendirmeleri doğrudur. Ancak, gerçeği tam söylemiyorlar. Faşist diktatörlük sadece tampon bölge kurmak için bu işgallere kalkışmadı, kalkışmıyor. Dolayısıyla amaç sadece tampon bölge kurmak değildir. Bu, dünya kamuoyuna verilen bir mesajdır.

Sömürgeci devletin ordusu Metina, Zap, Avaşin ve Basyan'a havadan F-16'lar, SİHA'lar, Skorsky’ler ve ATAK'lar, karadan ÇNRA'lar ve fırtına obüslerle saldırı başlattı, havadan indirmenin ötesinde iki koldan bölgeye girdi. Böylece en modern, şimdiye kadar denenmemiş silahlarını kullanma imkanı da bulmuş oldu.

Peki, neden bugün? Bu sorunun cevabını Ukrayna-Rusya savaşında aramak gerekir. Bu savaş başlamadan önce diktatör Erdoğan’ın ABD ve AB ile arasının iyi olduğu söylenemez. Zaten Biden, daha başkan seçilmeden önce Erdoğan’ı seçim yoluyla iktidardan almak için elinden geleni yapacağını açıklamıştı. Bunun ötesinde diktatörün Güney Kafkasya'da (Azerbaycan-Ermenistan savaşı), Rojava’da, Doğu Akdeniz’de, Libya’da, Karadeniz’de, Rusya ile ilişkilerinde, S-400 sorununda ABD ile, Libya’da, Doğu Akdeniz’de AB ile, Fransa kışkırtmasıyla Yunanistan’la yaşamakta olduğu sorunlar/çelişkiler Ukrayna-Rusya savaşı başladıktan sonra sanki yok oldular.

Pandemi nedeniyle uluslararası tedarik zincirlerinin kopması, aynı zamanda Çin’in ABD tarafından çembere alınma politikası sonuçta Türkiye’nin Avrupa pazarı için stratejik konumunu ön plana çıkardı.

Sonra daha bu savaşın başında diktatör ne Ukrayna’dan ne de Rusya’dan vazgeçeriz diye “tarafsızlık” ilan etti, Montrö’yü uygulayacağını açıkladı.

ABD/NATO, Montrö Anlaşmasını delmeden ve Türkiye’nin bazı taleplerini dikkate almadan Rusya’yı sıkıştırmak, çemberi daraltmak için Karadeniz’e girmek, Türkiye’yi savaşa müdahil etmek için elinde koz kalmadı.

Arabuluculuk için Türkiye’nin adımları ABD’yi daha da zora soktu. Rusya’ya karşı ABD’nin yaptırımları enerji temini bakımından AB’yi, ama özellikle da Almanya’yı çaresiz bıraktı. Bu durumda nefret ettikleri Erdoğan ile anlaşmak zorunda kaldılar ve “Saray”ın kapısını aşındırmaya başladılar.

Önemli olan, diktatör değildi. Önemli olan, Türkiye’nin stratejik konumuydu. Bundan dolayı diktatör taleplerini sıraladı:

Doğu Akdeniz'deki gazın Avrupa'ya taşınmasını amaçlayıp Türkiye'yi devre dışı bırakan EastMed projesi ABD tarafından rafa kaldırıldı.

İsrail ile en üst seviyede görüşmeler başladı. İsrail gazının Avrupa’ya sevkiyatı için en kısa ve az maliyetli güzergahın Türkiye olduğu konusunda tereddüt kalmadı. Daha öncesinde BAE ile ilişkiler yeniden canlandırıldı.

Türkiye’nin talep ettiği F-16’lar için olumlu hava hâkim oldu. Şimdi S-400’den bahseden bile yok.

Ukrayna-Rusya savaşı nedeniyle hem AB/ABD/NATO’nun hem de Rusya’nın kendi çıkarları için Türkiye’ye ihtiyaçları var. Bu nedenle tavizkar davranıyorlar. Diktatör de bunu kullanıyor.

İlk taviz EastMed projesinin rafa kaldırılmasıydı. İkinci taviz, yaptırımlardan dolayı AB’ye ihtiyacı olan enerjinin sağlanması için İsrail gazı dışında Güney Kürdistan gazının en kısa zamanda Avrupa’ya sevkiyatı nedeniyle verildi. (3) Bu tavizin somut hali “Pençe Kilit“ harekatıdır.

Bu harekât için Türkiye sadece ABD ile değil, AB ve Rusya ile de konuşmuş olması gerekir. Şimdiye kadar Güneye yönelik operasyonlarda bir biçimde Irak merkezi hükümetinin, İran’ın, göstermelik olarak AB’nin tepkileri söz konusu olurdu. Bu sefer, bu harekât Barzanilerin doğrudan katılımıyla gerçekleşiyor. Muhtemelen Rusya’nın telkininden dolayı İran sessiz kaldı. AB hiç oralı olmadı. Açık ki, “Pençe Kilit” için Erdoğan’a yol açıldı.

Kendi çıkarları için ABD-NATO-AB-Rusya “zamanın ruhu”na göre hareket ediyorlar. Bu nedenle bu işgale ses çıkartmıyorlar.

HDP’den M. Sancar "Kendi bekası için her yola başvurabilecek bir iktidarla karşı karşıyayız" diye uyarırken K. Kılıçdaroğlu “Pençe-Kilit operasyonunda dualarımız kahraman ordumuzla birlikte. Allah bu mübarek ayda, Mehmetçiğimizin ayağına taş değdirmesin” mesajıyla diktatörden hiçbir farkının olmadığını bir kez daha gösterdi.

Bu işgal harekâtı açıklanan amaçla sınırlı kalıp sonlanmaz.

Sınırda, belirlenen bölgede “güvenli bölge” oluşturmak, faşist diktatörlüğün Güney Kürdistan’da ilk amacıdır.

İkinci amacı Kürt Özgürlük hareketini tamamen imha etmektir. Bu nedenle Kandil ve Şengal’e saldıracaktır. Kandil ve Şengal’e saldırıda bölgesel yönetimin ve Irak merkezi hükümetinin fiili desteğini almaya çalışacaktır.

Üçüncü amacı, işgali Kerkük’e kadar genişletmektir. Ancak bu yapıldığında Misak-ı Milli’nin Güney Kürdistan ayağı tamamlanmış olacaktır.

Bu harekatın geleceği veya Türkiye açısından önemi Rojava ile ilişkilendirilirse anlaşılır olur. Ekonomik kriz, pandemi, sonrasında döviz krizi, şimdi enflasyon krizi ve dayanılamaz dereceye varan yoksulluk diktatörü bir daha seçilemez hale getirdi. Diktatöre bir “Pençe Kilit” operasyonu yeni bir seçim kazandırmaz. Bu operasyon şovenizmi şahlandırmaz, insanları sokağa dökmez. Halkın sebze ve meyveyi tane tane satın aldığı bir Türkiye’de bu operasyon, rüzgârı diktatörden yana çeviremez. Diktatörün böyle bir rüzgâr yakalaması için işgalin Rojava’ya kaydırılması gerekir. Bence bunun hesabı yapılmaktadır.

Rojava söz konusu olduğunda İdlib de gündeme gelir. Bu durumda diktatörün Rusya ile anlaşması gerekecektir. Nasıl anlaşılır orası bilinmez. Ancak, Ukrayna-Rusya savaşının devam etmesi ve Rusya’nın zor durumda kalması, diktatörün elini güçlendirebilir. ABD/NATO bu savaşın uzamasından yana, uzaması, Rusya'nın güçten düşmesi için her yol denenmektedir. ABD/NATO, Ukrayna ile savaş uzasın ilişkisi içinde. Bu durumda, zaten dışarıdaki bir kısım güçlerini geri çeken Rusya’nın, en azından ABD/NATO karşısında mevcut tavrını devam ettirmesi için Türkiye ile anlaşması büyük bir ihtimaldir. Diktatörün seçim için Rojava devrimini imha harekâtına ihtiyacı vardır ve bu harekâtı seçimine yarayacak bir biçimde gerçekleştirmeye çalışacaktır.

Ancak, unutulmasın ki, Kürt Özgürlük Hareketi yalnız değildir, bu saldırıyı da püskürtecektir. Bugün, bırakalım devrimci olmayı demokrat olanın koşulu Kürt ulusunun yanında yer almaktır. Türkiye’de faşist diktatörlüğe karşı mücadele edenin yapması gereken budur. Ulus bilincine varmış bir toplum özgürlük mücadelesinde yenilebilir, ancak imha edilemez. Kürt Özgürlük Hareketi her seferinde bunu göstermiştir, bu sefer de gösterecektir.

Kaynak/Açıklama:

1) Türk burjuvazisinin Rojava ve Güney Kürdistan’daki işgalleri, Libya sorununa ve aynı zamanda Azerbaycan-Ermenistan savaşına müdahil olması; başka ülkelerde üsler kurması jeopolitik bir perspektifle hareket ettiğini gösterir. Ancak o bunu; çevresini, yayılmasını ulusal güvenlik kaygılarıyla açıklamaktadır.

Türkiye’yi çevreleyen bölgelerde (Karadeniz, Kafkasya, Ordadoğu, Doğu Akdeniz, Ege Denizi) jeopolitik amaçlı açık bir güç gösterisinin olduğu bölgelerdir. Bir taraftan Amerikan emperyalizmi, diğer taraftan Rus emperyalizmi, bir şey olduğunu sanan AB ve her adımını yeni ulusal güvenlik politikasıyla, ulusal çıkarlarıyla açıklayan, geri adım atmayacağını söyleyen Türkiye.

Peki, Türk sömürgeci devleti bu operasyonlarla neyi gerçekleştirmeye çalışıyor?

Birbirine bağlı, birbirini tamamlayan iki amaç gerçekleştirilmek isteniyor: Güney Kürdistan’da güvenli bölge kurmak ve bu bölgeyi, Şengal’i de işgal ederek Rojava hattıyla birleştirmek; böylece sömürgeci devlet, güney sınırlarında Misak-ı Milli sınırları dışında kalan Kürdistan’ı işgal etmiş, nüfuzu altına almış ve jeopolitik mücadelesinde amacına ulaşmış olacaktır.

Üs veya güvenli bölge, Türk burjuvazisinin jargonunda düşmana karşı mücadeleyi sınırların ötesinde sürdürme politikasının başka türden bir anlatımıdır.

Türk burjuvazisinin/sermayesinin saldırganlığını, sömürgeciliğini, emperyalist hevesini ve adımlarını açıklamak için diktatör Erdoğan’ın dilinden yeni ulusal güvenlik konseptinin ne olduğuna bakmak yeterlidir.

Yeni ulusal güvenlik konsepti savunma eksenli değil, saldırı eksenlidir. Daha önceki ulusal güvenlik konseptiyle yeni ulusal güvenlik konsepti arasındaki temel değişim budur.

Yeni ulusal güvenlik konsepti, Erdoğan önderliğinde Türk burjuvazisinin bir savaş programıdır.

Bu konseptin belirleyici özelliği, düşman olarak algılanan güçlerin sınır ötesinde imha edilmesidir.

Diktatör Erdoğan ulusal güvenlik politikasında radikal bir değişimden bahsetmektedir. Bu yeni ulusal güvenlik konseptine göre Türkiye, hiçbir tehdidi ülke sınırları içinde karşılamayacak, tehdidi kaynağında, nereden geliyorsa orada vuracak.

Diktatöre göre Türkiye'nin ulusal güvenliği müttefiklere bırakılamaz .

Diktatöre göre Türkiye kuşatılmıştır, yeni ulusal güvenlik konsepti kuşatılmışlığı kuşatmaya dönüştürme konseptidir.

Diktatöre göre kuşatmayı yarmak için Türkiye kendi gücüne güvenecektir, kimseden (müttefiklerden) izin ve talimat almayacaktır.

Diktatöre göre bu coğrafyada var olmak için Türkiye, kuşatılmışlığı, kuşatmaya dönüştürmek zorundadır; diğer bir ifadeyle, kuşatmak için sınır dışı odaklı savunma kalkanı oluşturulmalıdır.

"Tribünden izleyemeyeceklerini" ilan eden diktatör Erdoğan’ın bu açıklamaları hezeyan, boş laflar, iç politikaya yönelik çıkışlar, abartılar vs. olarak görülebilir. Doğrudur, bunların da payı var, ama bu çıkışların Türk burjuvazisinin bugün geldiği aşamayı ve taleplerini gösterdiğini söylemekle de bir şey kaybetmiş olmayız.

Misak-ı Milli, belli bir dönem Türk şovenizmi için önemli bir malzeme olmuştur. Ama şimdi, Erdoğan'ın ağzından Misak-ı Milli sadece şovenizmi körüklemek için bir araç olmaktan çıkmış, Türk burjuvazisinin yakın coğrafya jeopolitiğinde belirleyici önemi olan bir vizyona, savaş programına dönüşmüştür...

İşte bu, Türk burjuvazisinin geldiği noktadır...

2)https://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2020/06/pence-kartal-ve-pence-kaplan.html

3)Diktatör, 2 Şubat’ta Ankara’da IKBY Başkanı Neçirvan Barzani ile görüşmütü. Barzani ile ne konuştuğunu, Ukrayna dönüşünde gazetecilere açıkladı: “Neçirvan Barzani, Irak’ın kuzeyinde de olsa biz onunla Irak’ın merkezini de konuşabiliriz ve konuştuk. Neçirvan Barzani’yle olan dostluğumuz bizim çok çok farklıdır ve aramızdaki hukuk ileri derecededir. O da bu konuda elinden geleni yapacağını, döner dönmez merkezi yönetimle olsun, ilgililerle olsun konuyu görüşeceğini söyledi. İnşallah Irak doğal gazıyla ilgili de anlaşmalarımızı yapıp oradan kazan kazan esasına göre hem onlar kazanacak hem de biz kazanmış olacağız.”

IKBY Başbakanı Mesrur Barzani ise 28 Mart’ta yaptığı bir açıklamada “Yakında Türkiye üzerinden Avrupa’ya gaz ihraç etmeye başlayacağız” demişti.

7 Nisan’da ise ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Nuland, “EastMed’i bekleyemeyiz. Gazı şimdi Avrupa’ya getirmeliyiz. Türkiye, Yunanistan, Mısır, İsrail ve Güney Kıbrıs Rum kesimi geniş perspektifli bir işbirliği içerisinde olmalı” demişti.

Konu bağlamında:

http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com; DARBE KARAKTERLİ “RENKLİ DEVRİM” GİRİŞİMİ VE SONRASI (I), 2 Eylül 2016.

- http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com; ORTADOĞU'DA “İT DALAŞI” VE TÜRK BURJUVAZİSİNİN DURUMU - ORTADOĞU'DA “İT DALAŞI” VE TÜRK BURJUVAZİSİNİN DURUMU, (Darbe Karakterli “Renkli Devrim” Girişimi ve Sonrası – II),13 Ekim 2016.

- http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com; MUSUL “SEFERİ” VE TÜRK BURJUVAZİSİNİN DURUMU, (Darbe Karakterli “Renkli Devrim” Girişimi ve Sonrası – III), 12 Kasım 2016.

- http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com; ULUSAL GÜVENLİK POLİTİKASI VE TÜRK BURJUVAZİSİNİN DURUMU - ULUSAL GÜVENLİK POLİTİKASI VE TÜRK BURJUVAZİSİNİN DURUMU, (Darbe Karakterli “Renkli Devrim” Girişimi ve Sonrası – IV), 30 Aralık 2016.

- http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com; EMPERYALİSTLEŞEN TÜRKİYE VE TÜRK BURJUVAZİSİNİN DURUMU - EMPERYALİSTLEŞEN TÜRKİYE VE TÜRK BURJUVAZİSİNİN DURUMU, (Darbe Karakterli

-“Renkli Devrim” Girişimi ve Sonrası – V - son makale), 14 Mart 2017.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.