Ezberciliğin kendini Troçkizm'in kucağında bulduğu yer- Ukrayna'daki savaşa yaklaşım.
Bilgiççe yazılan
yorumlar, ukala-bilgiçliğe kadar uzanınca kaçınılmaz
olarak teorik iç yüzünü açıklığa vurmak zorunda kalacaktır. Ukrayna'daki
savaş üzerine yapılan ezberci ve ukalalığa varan yorumlamalar da Troçkist yüzünü göstermek zorunda kalmıştır. Çünkü genelde savunulan
Troçkistlerin 2'nci dünya savaşında değerlendirmesi ve duruşu nedeniyle
Stalin'i mahkûm etmek için Marksizm Leninizm adına savunduklarından ne teorik
olarak ne de biçimsel olarak farklı değil.
Kendi içinde
çelişkili ve kendi kendini çürüten "2'nci dünya savaşı farklıydı"
söylemi üzerine fazla durmayacağım, çünkü zaten "farklı"lıktan
bahsederek kendi ezbere söyledikleri standart nitelik, değerlendirme ve tavırda
"farklılık olmayacağı" iddialarını kendileri çürütmüş
oluyorlar.
Bunu diyalektik olarak temel iddialara değinerek ele alabiliriz. Ancak 2'nci dünya savaşı ile ilgili şu kısa nota değinmekte yarar var. Kronolojik olarak, 1935'te İtalya Etiyopya'yı işgal etti, 1936 da İtalya ve Almanya İspanya'ya asker gönderdi, 1938'de Lituanya'nın Klapede bölgesini işgal etti, 20 Ağustos'ta Hitler, Sovyetler Birliği'ne saldırmazlık paktı önerdi. Stalin kabul etti ve anlaşma 23 Ağustos'ta imzalandı. Eylül 1939'da Almanya Polonya'yı işgal etti. Bunun hemen arkasından Fransa Almanya'ya savaş ilan etti, Almanya Fransa, Belçika, Hollanda'yı işgal etti. Yani 2'nci dünya savaşı Almanya'nın hemen Sovyetlere saldırmasıyla başlamadı, Sovyetlere saldırı Haziran 1941 de başladı. Bu saldırgan emperyalist savaşı, sırf onların faşist olması nedeniyle "tamamen farklı", "emperyalist savaşa örnek alınamayacak" bir savaş olduğunu iddia etmek hiçbir değeri olmayan, cevap vermeye bile değmeyecek sübjektif bir söylemdir. Bu nedenle de şovenizm kendisini ABD solu ve NATO üyesi ülkeler solunda ağırlıklı ve maalesef ki hâkim bir şekilde göstermektedir. Tüm eksikliklerine rağmen Rus solu tavır olarak kendi hükümetini hedef alarak, ona odaklanarak kendisini örnek olarak gösteriyor. Ancak ABD ve NATO üyesi ülkelerin solcuları bunu da görmemezlikten geliyor ya da anlamaktan aciz ve Rusya solun duruşunu olduğu gibi kopyalayarak, kendi hükümetlerine ve NATO ya karşı gelme yerine Rusya’ya ve işgale odaklanarak, şovenizmin en çirkin portresini çiziyorlar.
Değerlendirmeler
temel olarak ikiye ayrılıyor;
1-) Ukrayna
Savaşı anti-emperyalist haklı bir savaştır, çünkü
Rus Emperyalizminin işgali Ukrayna'ya ana vatanı savunma hakkı verir, bu da onu
haklı ve ilerici olarak değerlendirmeye yeter.!
Bu Troçkist, burjuva Liberal Sol görüş, Ukrayna'nın ABD-NATO emperyalizmi için
bir vasili-vekili olduğu, onlar tarafından faşist bir darbeyle başa
getirildiği, yıllardır ülke içinde savaşın zaten devam ettiği ve darbeden
sonra komünistlere ve antifaşistlere saldırıların, katliamların daha yaygın ve
daha örgütlü olduğu gerçeğini bilinçli bir şekilde göz ardı etmeye çalışan,
ABD-EU şovenizmini körükleyen bir değerlendirmedir. Bu değerlendirmenin üzerinde
durmaya bile gerek yok.
Saldırganlara ve
zalimlere karşı yürütülen ulusal savaşlar haklıdır; toplumun ilerici
gelişimini teşvik ederler. Böyle bir savaşta vatanı savunma sloganı
hem mantıklı hem de haklıdır. Ama Ukrayna somutu ve Tarihi gerçekleri bu
savaşın bu türden olmadığını, onun Neo Nazi yapısı ve neo-Nazi yerel ve
ithal edilmiş askeri güçleriyle ABD-NATO saldırgan emperyalizminin bir
vasili olduğunu açık ve net bir şekilde gösteriyor.
Stalin Roy Howard'
la Röportajında (1936) bunu çok net açıklamıştı;
"Tarih
gösteriyor ki, herhangi bir devlet, komşu olmasa bile başka
bir devlete karşı savaşmak niyetinde olduğunda, saldırmak istediği devletin
sınırlarına ulaşabileceği sınırlar aramaya başlar, genellikle saldırgan
devlet böyle sınırlar bulur...Bu sınırları ya 1914'te Almanya'nın Fransa'ya
saldırmak için Belçika'yı işgal ettiği durumda olduğu gibi güç kullanma
yardımıyla bulur ya da örneğin Almanya'nın 1918'de Leningrad'a giden yolda
Letonya'dan aldığı gibi böyle bir sınırı "ödünç alır".
Almanya'nın amaçlarına göre hangi sınırları uyarlayabileceğini tam olarak
bilmiyorum, ancak kendisine bir sınır "ödünç vermeye"
istekli insanlar bulacağını düşünüyorum."
2-) Savaş bir
emperyalist savaştır. Yani ABD-NATO bloğu bir
yanda Rusya (ve Çin) diğer yanda, birbirleriyle yerelde verdikleri bir
savaştır.
Bu
değerlendirme genel olarak doğrudur. Ancak
bu doğru değerlendirme içinde de sayısı hiç de az olmayan Troçkist özde sağ ve sol
sapmaların varlığı gözden kaçmayacak kadar barizdir. Sağ sapmalar "işgal"
olduğu gerekçesiyle ağırlığı Rusya emperyalizmine vermekte, ABD-NATO
emperyalizmini günahsız ve hatta neredeyse haklı çıkarmaya çalışmakta, sol
sapmalar, her zamanki gibi, ezberledikleri genel
teorilerin ilkelerini sloganlaştırarak, gerçek somut değerlendirmeler
yerine, soyut sloganlarla kalıplaşmış “duruşlarla” yetinmekteler.
Kimileri de doğru yaklaşıma rağmen, yazı içine "genelleştirilmiş"
sloganları sokma alışkanlık hatasına düşmekteler. Doğrular
sloganlaştırılmış teoriler vurgulanmadan da anlatılabilir. Çünkü özgül
durumlarda genelleştirme hem Marksizm Leninizm'in ruhuna aykırıdır hem de Marksizm'in
diyalektiğine ihanettir.
Her ikisinde de alınacak tavrı belirlemede, genel analizi temel almakta. Halbuki TAVIR, bu yapılan analizler ışığında, emekçi halkların ve onların mücadelesinin gerek özelde ve gerekse genelde çıkarları çıkış olarak ele alınır, değerlendirilir ve belirlenir. Bunu yaparken de gerekirse bir beyin jimnastiği yapılır, ayni analiz temelinde, emekçi halkların çıkarı yönünde olası olumlu ve olumsuz etkiler tartışılır. Bunlar değerlendirilmeden özgül tavır belirlenemez, ezberci, genel tavır olarak kalır. Evet devam eden karmaşık, iç içe geçmiş bir savaşta, bütünü kapsayan tek ve kesin bir tavır belirlenemez, ama bu, konu üzerine tartışmayı engellemez, tam tersine zorunlu kılar.
Bugünkü Rusya ile Sovyetleri siyasi olarak ayni kefeye koymakla, Rusya’nın dahil olduğu verili bir savaşın benzerliklerini sergilemek birbirinden farklı şeylerdir. Böylesine bir aynı kefeye koyma, benzetme demagojisinin üzerine değineceğimiz söylemlerden özde hiçbir farkı yok. Bu Rusya olmayabilir de başka bir emperyalist ülke, başka bir yerde benzer durumda olabilirdi. Benzerlik, saldırganlığı ikinci dünya savaşı sonundan bu yana yüzlerce defa kanıtlanmış olan ve stratejik ortaklıklarında çatırdamalar yaşayan, sürekli gerileyen ve geriledikçe askeri saldırgan azgınlığı daha da artan bir emperyalist blokla, çıkarları şu anda askeri saldırganlıkta yatmayan, kendisini gerek stratejik ortaklıklarla gerekse askeri olarak güçlendirme peşinde olan bir emperyalist ülke arasındaki savaş olması. İkinci dünya savaşında da emperyalistler, çıkarları gereği -özellikle Sovyetlerin kazanma olasılığının artması nedeniyle- karşı karşıya geldiler. Bu emperyalistler arası karşı karşıya gelme, amaçlarının dışında, emperyalist amaçlarına rağmen, Sovyetlerin çıkarına işleyen olumlu bir sonuç yarattı. Üzerinde düşünülmesi, tartışılması gereken benzerlik buradadır, bunu reddetmek ve ezberci soyutta kalmak tembelliktir. Konuyu kesip atan Bilge-Profesörlerin tersine, üzerine beyin jimnastiği yapılması gereken gündemdeki karşı karşıya gelmede, özelde Ukrayna, genelde dünya halklarının çıkarının olup olmadığı, ya da olup olmayacağı değerlendirmesidir.
Gördüğümüz kadarıyla bu savaşın emperyalist bir savaş olduğu, İkinci Dünya Savaşına benzerliği konusunda da gün geçtikçe yaygınlaşmakta olan bir görüş birliği var. Bu savaşın hala devam ettiği, gelişmelere göre en küçük gruplardan, büyük devletlere kadar "siyasi karakter" değişimleri, yani safların değişebileceği, bu nedenle tavırların da değişebileceği gerçeğini göz önüne alırsak, aradaki fark belirleyici bir fark değil. Bu özgülde Rusya (ve Çin) ayni ikinci dünya savaşındaki gibi -1) savaş öncesi askeri saldırgan değil ama Almanya'yı Sovyetleri yıkması için destekleyici- gerici konumu, 2) Almanya'ya karşı Sovyetlerle İttifak ederek saf değiştirmesi-ilerici konumu ve 3) savaştan sonraki saldırgan emperyalist konumu) üçlü bir konum sergilenip sergilenmeyeceği hakkında değerlendirme yapmak, içinde ne kadar doğruları taşısa da sadece spekülasyon olabilir. Bu nedenle, Lenin'in savaş değerlendirmesi temelinde Fyodor’un “Savaşın politik içeriği, toplum yaşamında oynadığı tarihsel rolü belirler. Politik içeriğine bağlı olarak, savaşlar toplumun gelişimi üzerinde ilerici veya gerici bir etkiye sahip olabilir. Lenin'in savaşın siyasi içeriği ilkesini teorik ve pratik açılardan bu kadar değerli kılan işte bu ayrımdır" açıklamasına da uygun olarak, var olan şu somut durum ve şartlarda, savaşın- Rusya'nın işgal pratiğinin- politik içerik olarak özellikle Ukrayna özelinde ilerici bir etkiye sahip olabileceği, öncekine nazaran daha nesnel olabilir. Neo- Nazilerin ve onların destekçisi hükümetin yok edilmesi, Donbass'ın güvenliğinin ve iç barışın sağlanması, Ukrayna'nın US-NATO tarafından bir "yayılma" ve " saldırma üssü" olmasının engellenmesi, (her ne kadarda analiz için çok erken olsa da) dünya savaşı olasılığını geciktirme etkeni, bu ilerici etkileri özetler.
Fyodorov "Kapitalist
kamp içindeki olası askeri çatışmalar, her iki savaşan taraf adına
da 1) emperyalist bir savaş biçimini alabilir veya 2) daha
zayıf bir kapitalist ülkeye karşı büyük bir emperyalist saldıran tarafından tek
taraflı bir saldırganlık veya 3) son olarak, yabancı
sermayenin vasılı-vekili haline gelen bir burjuva ülkenin kendi devlet
egemenliğini savunma girişimi"* biçiminde olabilir diyordu. Günümüzdeki
savaş bu üçüncü kategoriye giren özgül bir savaş.* (Marxism-Leninism
on War and Army - Wars between Capitalist states)
***
Gelelim asıl
konulara ve kimisi sadece genelde doğru ama somuta
uygulanmaktan yoksun, ezberci ve özde (bilinçli ya da bilinçsiz) Troçkist söylemlere; (Okuyucuların
var olan teorik birikimi nedeniyle, alıntıları mümkün olduğunca daha az ve kısa
olarak vereceğim)
Bu söylemler ve
bağlantılı genel teoriler diyalektik olarak birbirine bağlantılı olduğu
için, her alıntıda bir önceki ya da sonraki söylemle rahatça bağlantı
kurulabilir. Sonuçta bunlar emekçi halkların ve onların mücadelesinin çıkarlarından
yola çıkan bir tavır belirleme değil de ezberlenmiş sloganlar ve analizler
temelinde yapıldığı için, birbirine benzemesi kaçınılmazdır. Ezberci yorumların hemen hemen hepsi yine ezberci, içeriğinden ve tarihinden koparılmış, Marksizm'in diyalektiğine aykırı olan "İşçi sınıfının, halkın şu ya da bu emperyalist iktidarın zaferinden kazanacağı hiçbir şey yoktur" söylemine dayanıyor, ya da bağlantılanıyor. Aşağıdaki alıntılar ve tarih buna ayrıca cevap vermeye gerek bırakmayacak.
" Emperyalist savaşlarda haklı taraf olamaz", "Baş düşman tespiti bir serüvendir" söylemleri üzerine;
Baş düşman
tespiti serüven değil, demokratik mücadeleden
tut, anti emperyalist savaştan, emperyalist savaşlara kadar her mücadelede
Marksist Leninistlerin yapmakla yükümlü olduğu ciddi bir tespittir. Demokratik
mücadelede herhangi bir özgüldeki, Oligarşi, Otokrattık, Faşist, dini gerici vs.,
baş düşman tespiti gerek müttefikler konusunda ve gerekse örgütlenme ve
taktikler konusunda hayati öneme sahiptir.
Lenin, Rusya Sosyal
Demokratlarının Bir Protestosu yazısında, o somuttaki baş düşmanı vurgularken
Sosyalistlerin “şu andaki görevi otokrasiyi alaşağı etmek"
demesi onun geneldeki baş düşmanı, kapitalizmi unutması anlamına gelmiyordu.
Anti-Emperyalist
savaşta da ülkeyi sömürge, yarı sömürge boyunduruğunda tutan, ülkeye
saldıranın, işgal edenin vs., hangi emperyalist ülke olduğu tespiti müttefikleri
ve alınacak tavrı belirler.
Stalin 1951 de Hindistan KP görüşmesinde şöyle söylüyordu.
Ghosh:
Tüm dünya da şu anda anti-demokratik kampın başı olarak kabul edilen Amerikan
emperyalizmine karşı mücadele devam ederken neden sadece İngiliz emperyalizmine
karşı (savaşmamız gerektiği konusu) bana açık (anlaşılır) değil?
Yoldaş
Stalin: Çok basit; birleşik ulusal cephesi İngiltere'ye karşıdır, İngiltere'den
ulusal bağımsızlığı için, Amerika'dan değil. Bu sizin ulusal
özgünlüğünüzdür.
Baş düşman"
tespiti, mekanik bir söylem olan diğerini
anti-kapitalist ya da anti emperyalist ilan etmek değildir. Her şeyden önce
Marksist Leninistler açısından "baş düşman tespiti" en önemli
ve zorunlu bir tespittir. Bu tespit yapılmadan ML bir tespit olamaz, taktik
belirleme amacında bile mekanik ve yüzeysel bir tespit olur.
Emperyalistleri
sadece genel tanımlaması temelinde ele almak ve bu temelde ve hele de alınacak
tavır için, değerlendirme yapmak, bir Marksist'in değil, dar
kafalı, emekçi halkların ve onların mücadelesinin düşmanları
tarafından yapılabilir. Kimi savaşlarda (askeri anlamda) saldırgan
olan, saldırgan olmayan, savaş kışkırtıcısı olan, (şüphesiz
ki o özgül şartlarda çıkarı gereği) barış yanlısı olan vardır.
Bu temel analiz yapılmadan ve emekçi halkların ve onların mücadelesinin
çıkarı temelde değerlendirme yapılmadan, alınacak tavır
belirlenemez.
Lenin bu savaşa
karşı tavır alma konusunda, "bir Marksist için" diyordu,
"savaşın doğasını açıklığa kavuşturmak, onun savaşa
karşı tutumu sorununa karar vermek için gerekli bir ön
hazırlıktır. Ancak böyle bir açıklama için, her şeyden önce, söz
konusu savaşın nesnel ve somut koşullarını belirlemek zorunludur. Savaşı, gerçekleştiği
tarihsel ortamda düşünmek gerekir, ancak o zaman kişi ona karşı tavrını
belirleyebilir. Aksi takdirde ortaya çıkan yorum materyalist
değil eklektik olacaktır. Tarihsel koşullara, sınıfların
ilişkisine ve benzeri verilere bağlı olarak, savaşa karşı tutum farklı
zamanlarda farklı olmalıdır." Lenin, Proletarya ve Savaş
Üzerine Konuşma
Zhdanov,
"İkinci Dünya Savaşı'nın başlıca sonucu, kapitalist ülkelerin en
militarist ve saldırgan iki ülkesi olan Almanya ve Japonya'nın askeri
yenilgisiydi... Fransa da zayıfladı ve büyük bir güç olarak önemini yitirdi.
Sonuç olarak, sadece iki “büyük” emperyalist dünya gücü kaldı –
Birleşik Devletler ve Büyük Britanya. Ama bunlardan birinin, Büyük Britanya'nın
konumu zayıfladı. Savaş, İngiliz emperyalizminin askeri ve siyasi olarak
Almanya kadar güçlü olmadığını ortaya koydu, Avrupa'da İngiltere, Alman
saldırganlığına karşı çaresizdi" diyordu. Zhdanov,
Uluslararası Durum
Şimdi bu
arkadaşlara göre, ABD ve İngiltere'yi o özgülde diğerlerinden, "baş
düşmanlardan" ayıran ve "barış politikası"
izlediklerini söyleyen Stalin Marksist Leninist değildi;
"Pearl
Harbor "olayı", Filipinler ve diğer Pasifik Adaları'nın kaybı, Hong
Kong ve Singapur'un kaybedilmesi gibi tatsız gerçekleri, saldırgan
devlet olarak Japonya'nın savaşa, barış politikası izleyen Büyük Britanya
ve Amerika Birleşik Devletleri'nden daha iyi hazırlandığı
kanıtlandığında, bir tesadüf olarak göremezsiniz." Stalin, barış
ve güvenlik sorunu
Stalin'e göre demek ki emperyalist bir ülke de "barış" politikası izleyebiliyormuş- şüphesiz ki o verili dönemdeki çıkarları gereği. Yani ya siyah ya beyaz olmayabiliyormuş
"İki emperyalist kampın çatışmasında birisini baş düşman, diğerini anti-emperyalist ilan etmek ve savunmanın ne barışa ne de emperyalizme karşı mücadeleye katkısı olur." "Emperyalistlerden birisini saldırgan ya da baş düşman olarak tespit etmek, diğerini anti-faşist, anti-emperyalist ilan etmek olur" söylemi üzerine;
Fyodorov ‘un
söylemi ile başlayalım;
Bugün
bile kapitalist ülkeler belirli koşullarda ilerici savaşlar yürütebilir, ancak
burjuva politikalarının emperyalist eğilimleri her zaman kendini gösterir.
Baş düşmanı, bu
konuda "saldırganı" belirleyen Stalin şöyle söylüyordu;
"Tarih,
saldırgan ulusların, (yani) saldıran ulusların, genellikle yeni bir savaşa
ilgi duymayan ve genellikle hazırlıklarını geciktiren barışsever
uluslardan daha iyi hazırlandığını gösterdiğinden, bu soru daha
uygundur...Saldırgan bir devlet olarak Japonya, bir barış
politikası izleyen Büyük Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri'nden
savaşa daha iyi hazır olduğunu kanıtladığında... Saldırgan bir Devlet
olarak Almanya, savaşa barış-sever Sovyetler Birliğinden daha iyi
hazırlandığını kanıtladığında..." Stalin, Barış ve Güvenlik
sorunu
Saldırgan ve
saldırgan olmayan emperyalist ayırımı yapan- yani
baş düşman tespiti yapan- Stalin şöyle diyordu;
Savaş,
savaş olarak kalır; saldırganların askeri bloğu askeri bir
blok olarak kalır; ve saldırganlar saldırgan olarak kalır.
Yeni
emperyalist savaşın henüz evrensel hale gelmemiş olması, onun ayırt edici bir
özelliğidir-bir dünya savaşı. Savaş, saldırgan devletlere karşı geriye,
köşesine çekilip saldırganlara taviz üstüne taviz veren, başta İngiltere,
Fransa ve ABD olmak üzere, saldırgan olmayan devletlerin çıkarlarını
her şekilde ihlal eden, saldırgan devletler tarafından yürütülmektedir.
Böylece, saldırgan
olmayan devletlerin harcanması pahasına, en ufak bir direniş
girişiminde bulunmadan ve hatta belirli bir derecede ona göz yumarak
dünyanın ve etki alanlarının açık bir şekilde yeniden bölünmesine tanık
oluyoruz.
Nasıl
oluyor da bu kadar geniş fırsatlara sahip saldırgan olmayan ülkeler, saldırganları
memnun etmek için pozisyonlarını ve yükümlülüklerini bu kadar kolay ve hiçbir
direniş göstermeden terk ettiler?
Resmi
olarak, müdahale etmeme politikası şu şekilde tanımlanabilir:
"Bırakın
her ülke kendini saldırganlardan istediği gibi ve elinden geldiğince savunsun. Bu
bizim işimiz değil. Hem saldırganlarla hem de onların kurbanlarıyla
alışveriş yapacağız. "
Ama gerçekte
müdahale etmeme politikası, saldırganlığa göz yummak, savaşın
dizginlerini serbest bırakmak ve sonuç olarak savaşı bir dünya
savaşına dönüştürmek anlamına gelir." SBKP(B.) On
Sekizinci Kongresine Merkez Komitesinin Çalışmaları Üzerine Rapor
Genel teorilerin
ilkelerinin ezberlenmesi temelinde değil, özgül dönemlere, şartlara, durumlara
göre değerlendirmesine örnek olarak Stalin'in bir özgülde "barışçıl"
olarak tanımladığı güçleri, diğerinde saldırgan olarak değerlendirmesinde
görebiliriz.
Elbette
Amerika Birleşik Devletleri'nde, İngiltere'de ve Fransa'da da yeni bir savaşa
susamış saldırgan güçler var. Onlar, bu saldırgan güçler,
gerici hükümetleri kontrol eder ve yönlendirir. Ama aynı zamanda yeni
bir savaş istemeyen ve barışın korunmasını savunan halklarından da korkuyorlar.
Bu nedenle halklarını yalanlarla tuzağa düşürmek, aldatmak ve yeni
savaşı savunmacı, barışçıl ülkelerin barışçıl politikasını saldırgan olarak
göstermek için gerici hükümetleri kullanmaya çalışıyorlar. Saldırgan
planlarını kendilerine dayatmak ve onları bir savaşın içine çekmek için halkı
aldatmaya çalışıyorlar... Savaş çığırtkanları, halk kitlelerini
yalanlara bulaştırmayı, onları aldatmayı ve yeni bir dünya savaşına çekmeyi
başarırsa, savaş kaçınılmaz hale gelebilir. Stalin, Savaş
Ne Zaman Kaçınılmaz Değildir?
Savaşın haklı ya da
haksızlığı konusunda Stalin şu örneği veriyordu;
O halde, fark nerededir? Kore ve Çin'e
karşı savaşta askerler onu adil olarak görmezken, Hitler-Almanya
ve militarist Japonya'ya karşı savaşta kesinlikle adil olarak gördüler...Tayvan
adasını çalan Amerikalılar saldırganlardır ve Tayvan adasını
çalıp birliklerini ta onun sınırlarına kadar götürülen Çin, savunma
tarafındadır. Bu nedenle ABD'nin Kore topraklarında
ve Çin sınırlarında güvenliğini savunmada haklı olduğuna ve
Çin ve Kore'nin kendi topraklarında veya devletlerinin sınırlarında güvenliklerini
savunmada haklı olmadığına ikna etmek zordur.
Gerçekten
de, Çin topraklarını, Tayvan adasını çalan ve Kore'de Çin'in sınırlarına giren
Amerika Birleşik Devletleri'nin savunma tarafı olduğunu iddia etmek, diğer
yandan, sınırlarını savunan ve Amerikalılar tarafından çalınan
Tayvan adasını geri almaya çalışan Çin Halk Cumhuriyeti'nin saldırgan
olduğunu ilan etmek için vicdanında kalanları kaybetmiş olmak
gerekir. Stalin, "Pravda" Muhabiriyle Söyleşi 17 Şubat
1951
2'nci dünya
savaşında Bolşevikler Alman, Japon, İtalya emperyalistlerini baş düşman
ilan ettiklerinde, ABD ve İngiltere'yi "anti-emperyalist
" ya da anti-faşist ilan etmiş olmadılar.
Birinci dünya
savaşında Lenin İngiltere ve Japonya'yı "aşırı taraf", olarak ilan
ettiğinde, diğerlerini "anti emperyalist ilan etmiş olmadı.
Stalin Hindistanlı komünistlere, sizin baş düşmanınız İngiliz
emperyalizmi dediğinde, diğer emperyalistleri "anti emperyalist"
ilan etmiş olmadı.
"Bir
emperyaliste dayanarak diğerine karşı mücadele verilemez" söylemi üzerine;
Sovyetlerin yaptığı
tam da bu idi. Saldırgan emperyalistlere karşı, saldırgan olmayan
emperyalistlerle ittifak kurmak. Zaten yukardaki alıntılar bu konuda yeterli
bilgi veriyor. Sorun sloganlar üzerine hareket etmek değil, o verili durumda,
emekçi halkların ve onların mücadelesinin çıkarları temelinde alınacak tavrı
belirlemek. Belirleyici olan budur, emperyalist, emperyalist savaş
değerlendirmeleri sadece bu belirlemede tavır almada etken olan
analizlerdir.
Alman emperyalist
saldırganlığı karşısında, 18 Mart 1938 tarihli Izvestia makalesi,
diğer Emperyalist Güçleri, daha fazla saldırganlığı durdurmayı ve artan
yeni bir dünya katliamı tehlikesini ortadan kaldırmayı amaçlayan pratik önlemler
almaya çağırıyordu.
Stalin'in şu
sözleri iki emperyalist kamptan birisi ile diğerine karşı savaşma konusunda ne
söylüyor? Anglo-Amerikan güçlerinin Pasifikte saldırgan emperyalistlere karşı
başarısını “memnuniyetle karşıladığı” için, onları anti-emperyalist olarak mı
görmüş oluyor?
"Sayın
Başkan'ın Pasifik Bölgesi'ndeki savaşla ilgili konuşmasının ilk bölümüne
gelince, şunları söyleyebiliriz: Biz Ruslar, Anglo-Amerikan kuvvetlerinin
Pasifik'te elde ettiği ve kazanmakta olduğu başarıları memnuniyetle
karşılıyoruz." The Tehran Conference 1943
"İki
emperyalist arasındaki savaşta, yerelde bile olsa, hiçbir taraf tutulmaz, karışılmaz
halk kendi kaderini kendisi belirler" söylemi,
yani tarafsızlık üzerine;
Mart 1939'da
Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin On Sekizinci Kongresine sunduğu raporda
Stalin, Alman saldırgan emperyalizminin saldırganlığın
yaygınlaşmasının nedenlerini analiz ederek şunları söyledi:
"Başlıca
neden, saldırgan olmayan ülkelerin, özellikle İngiltere ve Fransa'nın çoğunluğunun,
toplu güvenlik politikasını, saldırganlara toplu direniş politikasını reddetmesi
ve müdahale etmeme, bir tarafsızlık pozisyonu almasıdır."
Yani bir Marksist
Leninist olarak Stalin, diğer emperyalistlerin müdahale etmemesini olumsuz
anlamda tarafsızlık olarak değerlendirmesi, bu ezbercilerin söylemine uymuyor,
ters düşüyor.
Özelde Nazi
sistemini, genelde Neo-Nazi ABD-NATO
blokunu besleyen ve güçlendiren bu saldırganlık ve provokasyon
karşısında Rusya'nın kendi çıkarları açısından “tarafsız” olması mümkün
değildi. Stalin, İngiliz ve Fransız emperyalistlerine atıfta bulunarak aynı
kongrede şunları söylüyordu;
"Müdahale
etmeme politikası, saldırganlığa göz yummak, savaşın dizginlerini
serbest bırakmak ve dolayısıyla savaşı dünya savaşına dönüştürmek anlamına
gelir. Müdahale etmeme politikası, saldırganların hain
işlerine engel olmamak için bir şevk, bir arzu gösterir. ” Stalin,
SBKP (B)'nin On Sekizinci Kongresi Stenografik Rapor, 1939
"Komünistler
işgale karşıdırlar" söylemi üzerine;
Evet Komünistler genelde işgale karşıdırlar, ama bu her özgüle
uygulanacak bir reçete değildir. Her şeyden önce "işgal" in bir
tanımlaması yapılması gerekir. Zorla başka bir ülkeye askerini ve teçhizatını
taşımak en basit bir açıklaması olabilir.
İkinci bağlantılı
konu, bu "işgal" kendisinden olmayan insanların bölgelerinin ilhakını
hedef alıyor mu, yoksa bu sadece saldırgan emperyalistlerin
yayılmasını engellemek için bir cephe kurmayı mı amaçlıyor, ya da herhangi
başka bir neden. Çünkü Marksizm Leninizm "genele" göre reçete
uygulayan bir yaklaşıma sahip değildir. Komünistler tavırlarını her
özgüle bağımlı olarak bilimsel analizlerin sonucunda ve proletaryanın
çıkarları akılda tutularak belirlerler.
İkinci dünya savaşı
sürecinde Sovyetler batı sınırlarını koruma amacıyla tedbirler
alıyorlardı. Leningrad'dan yaklaşık 32 kilometre uzakta, sınırda
komutanlarının çoğu kendilerini Hitler Almanya'sına yöneltmiş Finnish
birlikleri vardı. Sovyet Hükümeti Finlandiya'yı Sovyet sınırında iki kat
daha büyük bir alanla tazmin etmeye istekli olmasına rağmen, SSCB'nin
Finlandiya sınırını birkaç düzine kilometrelik bir bölgeye taşıma önerisini
reddetti. Sovyet-Finlandiya sınırındaki düşmanca eylemler ve provokasyonlar
sonucu Sovyetler kuzeybatıdaki ve özellikle Leningrad bölgesindeki
sınırları daha da ileri kaydıran İşgali gerçekleştirdi ve
SSCB'nin güvenliği güçlendirildi. Bu işgal etme önlemi, Sovyetler Birliği'nin
Hitler'in saldırganlığına karşı savunmasında önemli bir rol oynadı.
Yani alınacak
tavırları belirleyici olan "genel teoriler ve sloganlar"
değil, o verili özgülde emekçi halkların ve mücadelesinin çıkarlarının
nerede yattığıdır. 29 Mart 1940'ta SSCB Yüksek Sovyet'i oturumunda
yaptığı konuşmada V. M. Molotov bunu şöyle açıklıyordu:
"...Fin Ordusunu ezen ve Finlandiya'nın tamamını işgal etmek için her
fırsatı olan Sovyetler Birliği, bunu yapmadı ve başka herhangi bir Güç'ün
yapacağı gibi, onun savaş harcamaları için herhangi bir tazminat talep etmedi,
ancak taleplerini minimumda sınırlandırdı...Barış Antlaşması'nda Leningrad,
Murmansk ve Murmansk Demiryolunun güvenliğini korumaktan başka bir
amacımız olmadı.”
Stalin ve
Bolşevikler İngilizlerin benzer amaçla Mısırın kıyı ve kanal bölgesini işgal
etmesine karşı çıkmadılar;
"İngiliz
Hükümeti, Mısırlıların protestolarına ve hatta Mısır'daki bazı unsurların
direnişine rağmen, savaş sırasında askerlerini Mısır'a yerleştirirken haklı
mıydı? Şüphesiz ki haklıydı...Sadece demokrasi düşmanları veya aklını yitirmiş
kişiler, İngiliz Hükümeti'nin bu durumdaki eyleminin saldırganlık
oluşturduğunu iddia edebilir. " Sovyet İnformation
Bureau, Falsificators of History, 1948
Stalin ve
Bolşevikler, ABD'nin Afrika'da Fas'ı ülkenin rızası olmadan askerlerini ve
teçhizatlarını yığmasına (yani işgaline) karşı çıkmadılar. Bolşevikler bu
işgali Saldırgan emperyalist Almanya'nın yaygınlaşmasını engellemede bir cephe
kurma amacında, "doğru" olarak değerlendirdiler.
"Birleşik
Devletler Hükümeti, Faslıların protestolarına ve yetkisi Fas'a kadar uzanan
Fransa Petain Hükümeti'nin doğrudan askeri karşı koymasına rağmen birliklerini
Kazablanka'ya çıkardığında haklı mıydı? Şüphesiz ki haklıydı. Bu,
Batı Avrupa'nın hemen yakınında Alman saldırganlığına karşı koyacak bir üs
oluşturmanın, Hitler'in birliklerine karşı zafer kazanmanın ve böylece
Fransa'yı Hitler'in sömürgeci baskısından kurtarma fırsatı yaratmanın çok
önemli bir yoluydu. Sadece demokrasi düşmanları veya aklını yitirmiş insanlar
Amerikan birliklerinin bu hareketlerini saldırganlık olarak
görebilirdi." Sovyet İnformation Bureau, Falsificators
of History, 1948
O zaman da
Troçkistler ve bir kısım revizyonistler buna karşı çıkmışlardı ve hala
çıkıyorlar.
Yani "komünistler işgale karşıdır" gibi bir genelleme ve bunun her duruma ve özgüle reçete gibi uygulanması, hem ezberciliği ve slogancılığı kitlelere aşılama anlamında, hem de Marksizm'in ruhuna ve diyalektiğine ters olduğu için onu her özgülde kullanmak yanlıştır.
Bitirmeden Stalin'in özellikle şimdiki durumla bağlantılı olarak, önemli bir
değerlendirmesini vurgulamak, yerinde olacaktır.
Barışı
korumak için bir siper olarak kurulan Birleşmiş Milletler Teşkilatı, bir
savaş aracına, yeni bir dünya savaşını başlatmanın bir aracına
dönüştürülmüştür. Birleşmiş Milletler Örgütü'nün saldırgan çekirdeği,
on üye devletten saldırgan (NATO) Kuzey Atlantik Paktı'nı
oluşturdu. Ve bu ülkelerin temsilcileri artık Birleşmiş Milletler
Teşkilatı'nda savaş ve barışla ilgili kararları alıyor. Birleşmiş Milletler
Örgütlerinde Çin Halk Cumhuriyeti'nin saldırganlığına ilişkin
skandal kararı uygulayanlar bunlardı.
Gerçekte, Birleşmiş
Milletler Örgütü artık bir dünya örgütü değil ve Amerikan
saldırganlığını kabul edilebilir olarak gören Amerikalılar için bir
örgüttür. Stalin, "Pravda" Muhabiriyle Söyleşi 17 Şubat 1951
Sonuç
Marksist Leninistlerin ezberci, slogancı “her emperyalist, her durumda, her
koşulda ve her zaman, emekçi halkların ve onların mücadelesi değerlendirmesi
açısından aynıdır" " aralarında hiçbir koşulda "baş düşman
olamaz" dar kafalı anlayışı terk etmesi gerekir.
Somut şartların
somut değerlendirmesinden yola çıkarak, emekçi halkların ve onların
mücadelesinin çıkarları temelinde tavır belirlemek sorumluluktur. Tavır emperyalist olup
olmadığı analizine göre değil, o analizin sonucu temelinde emekçi halk çıkarlarına
dayanarak yapılacak değerlendirmeyle belirlenir.
Marksist
Leninistler tavırlarını sadece emperyalist ya da başka bir konunun genel
açıklaması ve genel tavır üzerinden, herhangi bir özgüldeki tavrı
belirlemezler. Tavır belirleme, hemen herkesin atladığı ikinci, analizi
takip eden belirleyici olan değerlendirmeye bağlıdır. Birincisi durum
ve şartları analiz eder, tanımlar, ikincisi bu sonuçlanmalara bağımlı
olarak ve sadece ama sadece emekçi halkların ve onların mücadelesinin özelde ve
genelde çıkarları açısından alınacak tavrı belirler. Analiz yanlış
olursa, alınacak tavır değerlendirmesi de yanlış olur- günümüzde olduğu gibi.
Gerçek Marksist
Leninist analizciler, ezberci, öznel görüş ve duruşların hiçbirine dikkat
etmezler. Takipçilerini ve popülerliklerini artırmak amacıyla birini veya
diğerini memnun etmek oportünistliğine dalmazlar. Eldeki sorunu yalnızca tek
bir çıkarı göz önünde bulundurarak incelerler: Emekçi kitlelerin çıkarları
ve bu özelde ve genel olarak dünya genelindeki mücadelelerinin çıkarları. Bu
nedenle objektif olmak zorundadırlar. Özelde ve genel olarak somut şartları ve
durumu, geçmiş ve yakın tarihi, ilgili savaşan ülkelerin karakterini incelemeli
ve emekçi kitlelerin çıkarları ve mücadeleleri söz konusu olduğunda- sadece o
verili özelde değil, genel olarak dünya çapında- neyin, nelerin tehlikede
olduğunu belirlemek zorundadırlar.
Marksist
Leninistler için özelin çıkarları her zaman genelin çıkarlarına tabidir.
Bu, bazı durumlarda özel için yararlı olanın, "genel olarak” dünya halkları
için yararlı olanla çelişebileceği anlamına gelir. Bu gibi durumlarda,
"genel olan çıkarlar" Marksist Leninistler için öncelik haline
gelir. Çünkü Dünya halkları, emperyalist saldırganların bir dünya savaşında
“ihtiyatlı” olacakları ve nükleer füzelerin kullanımına belirli
sınırlar koyacakları ihtimaline güvenemezler.
Almanya emperyalizminin
yürüttüğü savaş, dünya emperyalizminin en acımasız
ve yağmacısı olan, son derece gerici ve saldırgan bir karaktere sahipti. Gerici
hedefler peşinde koşan sadece Nazi Almanya’sı değil, aynı zamanda
İngiliz-Fransız egemen çevreleriydi. Savaş her iki tarafta da var olan emperyalist bir karaktere sahipti. Ancak bu Stalin’i ve
Bolşevikleri her iki emperyalist tarafa da savaşmaya yönlendirmedi. Tam tersine emekçi
halkların ve onların mücadelesinin geneldeki çıkarları (ki o dönemde
Sovyetler bu geneli temsil ediyordu) yönünde tavırlarını belirlediler.
Saldırgan ve saldırgan olmayan, savaş kışkırtıcısı ve barış yanlısı
ayırımlarını yaparak “baş düşman” tespitini yaptılar.
Tavır almada
belirleyici olan, yapılan somut, ayağı yere basan analizden sonra, onun emekçi halkların
ve onların mücadelesinin çıkarlarının nerde yattığının belirlenmesidir. Bu
değerlendirme yapılmadan, sadece temel analizden yola çıkarak belirlenen tavır
yanlış olabileceği için, kaçınılmaz olarak ezberci, slogancı, demagojik ve de soyut,
net bir şey anlatmayan, yol göstermeyen soyut açıklamalar olmak zorunda
kalacaktır.
Mart 2020
Erdogan A
Onceki Makale
Ukrayna Özelinde Emperyalizm
Hiç yorum yok