BÜTÜNLEŞMİŞ DÜNYA EKONOMİSİ VE GERÇEKLER
Okçuoğlu
1- 1900-1917 Dönemi
Emperyalizmin, tekelci kapitalizmin bu ilk yıllarında dünya ekonomisinde söz sahibi olan sadece birkaç gelişmiş ülke vardı: ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya. Bu ülkelerden daha gerilerde kalan Rusya, Japonya.
Sanayi üretiminde eşit olmayan gelişmenin sonuçları:
Bölgeler bazında durum:
Bölgelerin dünya sanayi üretimindeki payı (%)
Bölgeler
1820
1840
1850
1860
1870
1880
1890
1900
1910
1913
Avrupa*
83
70
64
68
62
53
47
47
42
44
Amerika**
10
11
15
17
24
28
31
31
35
38
Diğer bölgeler
7
19
21
15
14
19
22
22
23
18
Batı Avrupa+Kuzey Amerika+Japonya
-
-
79
85
86
81
79
78
78
83
Diğer ülkeler
-
-
21
15
14
19
21
21
22
17
*)Rusya dahil; **)1820-1860 sadece ABD ve 1870-1913 ABD+Kanada.
Avrupa'nın dünya sanayi üretimindeki payı her ne kadar 1820'de yüzde 83'ten 1913'te yüzde 44'e düşse de -neredeyse yarı yarıya bir azalma- sonuç itibariyle 20. yüzyılın başında dünya sanayi üretiminin yaklaşık yarıya yakını Avrupa kaynaklıydı.
Amerika'nın (ABD+Kanada) payı söz konusu dönem içinde yaklaşık 4 misli artarak yüzde 10'dan yüzde 38'e çıkıyor.
“Diğer bölgeler”in ve “diğer ülkeler”in payında -1850'den sonrasını esas alırsak- istikrarsız bir gelişme olmuştur.
Kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde dünya sanayi üretimi Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'da yoğunlaşmıştı; Japonya'nın payının yüzde bir veya altında olduğunu düşünürsek, bu bölgelerin dünya sanayi üretimindeki payının 1913'te yüzde 82 oranında olduğunu görürüz.
Bir de bu bölgeler içinde öne çıkan ülkelerin dünya sanayi üretimindeki konumuna bakalım.
Bazı ülkelerin dünya sanayi üretimindeki payı | ||||
Yıllar | ABD | İngiltere | Almanya | Fransa |
1820 | 10 | 50 | 8 | 20 |
1840 | 11 | 45 | 12 | 13 |
1850 | 15 | 39 | 15 | 10 |
1860 | 17 | 36 | 16 | 12 |
1870 | 23 | 32 | 13 | 10 |
1880 | 28 | 28 | 13 | 9 |
1890 | 31 | 22 | 14 | 8 |
1900 | 31 | 18 | 16 | 7 |
1910 | 35 | 14 | 16 | 7 |
1913 | 36 | 14 | 16 | 6 |
İngiltere'nin dünya sanayi üretimindeki payı 1820'de yüzde 50. Bu pay sürekli azalarak 1913'te yüzde 14'e; 1820'deki seviyesinin üçte birine düşüyor.
Fransa da aynı akıbeti paylaşıyor; dünya sanayi üretimindeki payı 1820'de yüzde 20'den 1913'te yüzde 6'ya düşüyor.
Tersi bir gelişmeyi Alman ve Amerikan sanayi üretiminin dünya sanayi üretimindeki paylarında görüyoruz:
Almanya'nın dünya sanayi üretimindeki payı 1820'de yüzde 8'den 1913'te yüzde 16'ya çıkarak 2 misli artıyor.
ABD'nin dünya sanayi üretimindeki payı da aynı dönemde sürekli artarak yüzde 10'dan yüzde 36'ya çıkıyor; 3,6 misli bir artış.(1)
Yukarıda belirttiğimiz gibi bu dönemde dünya gerçek anlamda çok rekabet merkezli kapitalist bir dünyaydı. Ülkeler bütünlüklü bir dünya ekonomisi içinde en büyük payı almak için rekabet ediyorlardı. Bu rekabetin kaçınılmaz sonucu I. Dünya Savaşıydı. Bu savaşı talep eden Alman emperyalizmiydi, paylaşılmış dünyayı yeniden paylaşmak istiyordu. Yani bütünlüklü dünya ekonomisinden daha fazla pay almak istiyordu.
2-1917 (Ekim Devrimi) – 1956/SBKP(B) XX. Kongre arasındaki dönem
Ekim Devrimi(1917) kapitalist dünyayı, o zamana kadar bütünlüklü olan kapitalist dünya ekonomisini böldü; artık dünyada birbirini dışlayan, birbiriyle uzlaşmaz çelişki içinde olan iki farklı üretim biçimi vardı: Bir taraftan kapitalist üretim biçimi, diğer taraftan da kurulmakta olan sosyalist üretim biçimi. Başka bir ifadeyle: Bu dönemde kapitalist dünya ile kurulmakta olan sosyalist dünya karşı karşıyaydı.
Aşağıdaki veriler bu iki dünya arasındaki güç dengesini göstermektedir:
Sosyalist dünyanın payı | |||
Yıllar | Dünya yüz ölçümündeki payı | Dünya nüfusundaki payı | Dünya sanayi üretimindeki payı |
1917 | 16 | 8 | 3 |
1937 | 17 | 8 | 10 |
1950 | 26 | 35 | 20 (yaklaşık) |
1955 | 26 | 35 | 27 (yaklaşık) |
Bu ve başkaca kurumlaşmalar dünyanın iki kampa bölünmüşlüğünü; siyasi ve ekonomik bütünselliğinin kalmadığını gösterir.
Demek ki, sosyalizm nesnel bir faktör olarak bütünlüklü dünya ekonomisini iki parçaya bölmüştür.
3-1956-1991 (1956/SBKP(B) XX. Kongresinden SSCB’nin çöküşüne kadar olan dönem)
Bu dönemin temel özellikleri:
Bu düzende kapitalist ekonomi yasalarının serbest değil, sınırlandırılmış işlerliği söz konusuydu. Sosyalizmi kurma çabası içinde olan ülkeler bu dönemde SSCB’nin sömürgelerine, ona bağımlı ülkelere dönüşürler.
Bu dönemde revizyonist SSCB, sosyal emperyalist bir ülke olarak gelişir. Bu dönem diğer bir tanımlamayla “iki süper güçlü” dönemdir.
Bu dönemde her kampın bir jandarması vardı: Revizyonist kampın jandarması SSCB ve kapitalist kampın jandarması da ABD idi.
Önde gelen emperyalist ülkeler arasındaki güç dengesinin söz konusu dönem içinde gelişmesini aşağıdaki verilerde görüyoruz.
Gayri safi yurt içi üretim bazında, (1980 fiyatlarıyla ve milyar dolar olarak) | ||||||||
1950* | % | 1975 | % | 1980 | % | 1990 | % | |
Dünya | 2.977,2 | 100 | 9.102,9 | 100 | 10.830,2 | 100 | 14.445,3 | 100 |
ABD | 1.019,7 | 34 | 2.286,4 | 25 | 2.708,1 | 25 | 3.535,2 | 24 |
Japonya | 106,4 | 4 | 831,5 | 9 | 1.059,3 | 10 | 1.584,8 | 11 |
Batı Avrupa | 1.079,8 | 36 | 3.115,5 | 34 | 3.674,8 | 34 | 4.655,7 | 32 |
Almanya | 186,3 | 6 | 690,3 | 8 | 872,6 | 8 | 1.090,2 | 7 |
Fransa | 173,0 | 6 | 565,5 | 6 | 664,6 | 6 | 830,3 | 6 |
İngiltere | 252,3 | 8 | 492,6 | 5 | 537,4 | 5 | 699,5 | 5 |
SSCB*/Rusya | 193,8 | 6 | 627,7 | 7 | 700,3 | 6 | 907,4 | 6 |
*)Sosyalist. |
Bu verilere göre, dünya GSYİH’da ABD’nin payı, ele aldığımız dönemde her ne kadar yüzde 34’ten yüzde 24’e düşüyorsa da, dünya üretimindeki belirleyici konumu devam ediyor. Diğer süper gücün, yani Sovyet sosyal emperyalizminin dünya GSYİH’da payı da 1975’te yüzde 7’den 1990’da yüzde 6’ya düşüyor. Ne revizyonist Sovyetler Birliği ve ne de önde gelen diğer emperyalist ülkelerin üretim potansiyeli, ABD’nin konumunu tehlikeye düşürecek boyuttadır.(3)
Sistemler arasında dünya hakimiyeti için rekabet (Revizyonist sistemin gücü)
Sistemlerin dünya sanayi üretimindeki payları:
Kapitalist ve revizyonist sistemlerin dünya ekonomisindeki payları, % | |||||
Yıllar | Kapitalist dünya | Revizyonist dünya | ABD | Sovyetler Birliği | Comecon |
1970 | 83,5 | 16,5 | 31,9 | 10,2 | 13,5 |
1975 | 86,3 | 13,7 | 25,6 | 10,2 | 13,5 |
1980 | 89,2 | 10,8 | 23,2 | 6,6 | 8,4 |
1985 | 90,0 | 10,0 | 31,9 | 5,5 | 7,8 |
1987 | 87,7 | 12,3 | 25,7 | 5,4 | 7,5 |
1988 | 87,7 | 12,3 | 25,0 | 5,4 | 7,4 |
1989 | 88,0 | 12,0 | 25,4 | 5,3 | 7,2 |
Yukarıda gördüğümüz “dört başı mamur” iki kutuplu dünyadır.
4-1991-2022 (Revizyonist kampın yıkılmasından günümüze kadarki dönem)
Bu dönem için veri kullanmamıza gerek yok. ABD ve İngiltere’nin öncülüğünde neoliberalizm ekonomide ve toplumsal yaşamda “kurallı” düzeni yıkmak için saldırı türünden neoliberalist adımlar atmaya başladılar. Uluslararası sermayenin önündeki her türden engelin kaldırıldığı bir sürece girildi. Kamuda arkası gelmeyen özelleştirmelerin yanı sıra hizmet sektörleri de sermayeye açıldı. Çalışma yaşamı düzensizleştirildi. Keynesçi dönemin dizginlenmiş kapitalizmi prangalarından kurtuldu. Dünyanın her bir yanına daha fazla kar için yayıldı. Dünyanın kutuplara/bloklara bölünmüşlük durum olmadığı için sermaye ve üretimin uluslararasılaşması, emperyalist küreselleşme önünde hiçbir engel kalmadı. Üretim birimleri işgücü ucuzluğundan dolayı daha ziyade Çin olmak üzere Asya’nın çeşitli ülkelerine kaydırıldı.
Artık sonu yaklaşan bu dönem bütünlüklü dünya ekonomisinin gerçekleştirilebileceği bir dönemdir; bunun nesnel koşulları, böyle bir ekonominin gerçekleşmesi önünde engel teşkil edebilecek kamplaşmanın olmamasıydı. Aynen 1900-1917 döneminde, emperyalist çağın şafağında olduğu gibi sermaye gerçekten de fiziksel sınırlamadan kurtulmuştu; bu anlamda “özgür”dü.
Hangi araçları kullanarak bunu yapıyor olmasından bağımsız olarak ortaya çıkan gerçeklik şudur:
Söz konusu olan bütünlüklü dünya pazarını bölecek olan üç güç var: ABD, Çin ve Rusya. Bu üç güç, her biri kendi çıkarına göre hegemonya iddiasını gerçekleştirebileceğine inandığı jeopolitik doktrinler geliştirdiler. Bu doktrinler saldırganlık doktrinleridir. Jeopolitika savunma için geliştirilmez. Savunma için strateji geliştirilir. Jeopolitika saldırganlıktır; hakimiyet yeteneğinin sergilenmesidir. Bu nedenle jeopolitika geliştirme yeteneği ve imkanı olan bu üç ülkenin üçü de saldırgandır. Saldırganlığın biçiminin farklı olması, örneğin Çin’in bunu Bir Yol Bir Kuşak projesiyle göstermesi, ABD’nin hem Rusya’ya (Ukrayna) hem de Çin’e (AUKUS) karşı jeopoliitik fay hatlarını askeri güçle zorlamaya çalışması sorunun özünde hiçbir şey değiştirmez.
Ukrayna-Rusya savaşı bu zorlamanın şimdiki sahasıdır. Bu savaşta kim haklı kim haksız diye daha çok değerlendirme yapılır. Ancak, nasıl değerlendirme yapılırsa yapılsın bu savaş ABD/NATO ile Rusya arasında iki jeopolitik doktrinin savaşı olduğu için bir emperyalist savaştır. Bu savaş çok rekabet merkezli dünya düzeninin sonunu getiren ilk jeopolitik patlamadır.
Bu savaşta taraf olmak yarın kurulacak kutuplu dünyada da taraf olmak anlamına gelir.
Üçüncü dünya savaşına zemin hazırlayan bu ölümcül rekabetin henüz başındayız. Kamplaşmanın üç-beş senede tamamlanacağını sanmak safdillik olur. Gelişmeler 2030’lı 2040’lı yıllara işaret etmektedir.
Bu rekabette havlu atma ihtimali olan tek güç Rusya’dır. Rusya, şimdilik ABD tarafından sıkıştırılmakta, ama yarın Çin tarafından da sıkıştırılacak. Örselenmiş, yıpratılmış bir Rusya, her iki güç arasında tercih yapmakla karşı karşıya kalacaktır.
Ancak, ABD ve Çin, Rusya’yı kıskaca alarak, küçülterek kendi aralarında da paylaşabilirler. Bu durumda her iki güç arasındaki jeopolitik çatışma biraz ertelenmiş, ötelenmiş olabilir.
Her halükarda Çin, en azından askeri olarak şimdilik jeopolitik saflaşmada Rusya’yı öne sürüyor. Ama diğer taraftan da kendi önderliğindeki dünyanın siyasi ve ekonomik altyapısını, kurumlarını oluşturuyor.
Çin ve Rusya Batı’ya şu mesajı veriyorlar: “Çok kutupluluk”, “dünyada gücün yeniden paylaşılmasına yönelik... eğilim(in) ortaya çıkması” ve “liderlik”.
Çin ve Rusya ABD’ye ‘sen çok kutupluluğu tanımıyorsun, dünya hakimiyetinin güç dengesine göre yeniden paylaşımından yana değilsin, zorbalıkla hakimiyetini sürdürüyorsun, oysa “uluslararası toplum, barışçıl ve kademeli kalkınmayı hedefleyen bir önderlik talep ediyor ve biz bu talebi yerine getireceğiz’ diyorlar.
Bu üç güçten hiçbirisi “halis” niyetlerini gizlemiyor.
Bu kutuplaşmanın gerçekleşmesi demek aynı zamanda askeri bir yapılanmasının ve kendine özgü bir para biriminin, dünya bankası rolünü üstlenen mali bir yapılanmasının da kurumsallaşmış olması gerekir. Bu adımların önümüzdeki yıllarda hızla atılacağından şüphemiz olmamalıdır.
Artık sadece ABD, mevcut dünya hegemonyasını en azından korumak için mevcut dünya düzenini istikrarsızlaştırmıyor, şimdi Çin ve Rusya bu düzeni istikrarsızlaştırmak için her yol ve yöntemi deneyeceklerdir.
Mevcut dünya sisteminin istikrarsızlaştırılması demek, bildik emperyalist küreselleşmenin, bütünlüklü dünya ekonomisinin istikrarsızlaştırılması demektir. Bu Amerikan hegemonyasına “barışçıl” yöntemlerle vurulabilecek en büyük ölümcül darbelerden birisidir. Bu, Amerikan hegemonyası altında, ona rağmen Amerikan emperyalizminin (ve AB’nin de) gözünün içine baka baka dünya hammadde, enerji kaynaklarının çekip alınmasıdır. Dünyanın “barışçıl” yeniden paylaşımı budur.
Sermaye ve üretimin geriye dönüşümü olmayan uluslararasılaşması, geriye dönüşümü olmayan bütünleşmiş dünya ekonomisi, öylemi!
Bir savaş, herhangi bir savaş olmasa da bir savaş sermaye ve üretimin geriye dönüşümü olmayan uluslararasılaşmasını, geriye dönüşümü olmayan bütünleşmiş dünya ekonomisini Batı’dan; ABD ve AB’den çaldı veya söküp aldı; Batı’nın gücünü kırdı. Biden düdüğünü çaldı Rusya’da ne kadar çok uluslu veya uluslararasılaşmış tekel varsa hepsi apar topar çıkış yaptı. Bu neyi gösterir. Bu şunu gösterir: Bazı dönemler olur ki, devlet uluslararası sermayenin değil, uluslararasılaşmış sermayesinin çıkarlarına göre hareket eder. Ama bazı dönemler olur ki, bu sefer sermaye, devletin dediğine göre hareket eder. Emperyalizmi; mali oligarşiyi böyle anlamayanların; ulus devleti küçümseyip sermayeyi mutlak belirleyici olarak görenlerin ne hallere düştüğünü bu anlamda Rusya-Ukrayna savaşı da göstermektedir.
Listesini tutabilirsiniz. Bugün uluslararası sermayenin Rusya’yı terk etmesi gibi yarın aynı uluslararası sermaye Çin’i de terk edecektir.
Evet, sermaye ve üretimin uluslararasılaşması kapitalizmin nesnel bir yasasıdır. Ancak bu yasanın faktörlere bağlı olarak göreceli gerçekleştiğini anlamayan şaşkın kafalara diyecek bir şey kalmamıştır.
Devam edecek
*
1) İ. Okçuoğlu; Emperyalist Küreselleşme ve Değişen Güçler Dengesi, s. 12. Sınırsız Kitap Yayın, Eylül 2018)
2)İ. Okçuoğlu; agk., s. 17.
3)
-İ. Okçuoğlu; agk., s. 18.
-SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları
4)İ. Okçuoğlu; agk., s. 26/27.
-SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları
Yukarıda özetlediğim bu tarihsel süreç bağlamında:
İ. Okçuoğlu;
- Kapitalizmde Eşitsiz Gelişme ve REKABETİN TARİHİ – 1, Ceylan Yayınları, 2. Baskı, Ocak 2006.
- Kapitalizmde Eşitsiz Gelişme ve REKABETİN TARİHİ – 2, Ceylan Yayınları, Kasım 2001.
- Kapitalizmde Eşitsiz Gelişme ve REKABETİN TARİHİ – 3, Ceylan Yayınları, Mayıs 2002.
- Kapitalizmde Eşitsiz Gelişme ve REKABETİN TARİHİ – 4, Ceylan Yayınları, Eylül 2002.
- Kapitalizmde Eşitsiz Gelişme ve REKABETİN TARİHİ – 5, Ceylan Yayınları, Ocak 2006.
-Emperyalist Küreselleşme ve Jeopolitika, Ceylan Yayınları, Şubat 2009.
-Kar Oranı ve Sermayenin Uluslararası Diyalektiği, AKADEMİ Yayın, Kasım 2010.
Hiç yorum yok