Header Ads

Header ADS

RUSYA EMPERYALİST DEĞİLSE TROÇKİSTAN EMPERYALİSTTİR!

I. Okcuoglu

14 Mart 2022
Toplumsal yaşamda, gelişmelerde öyle anlar olur ki, bir turnusol kağıdının oynadığı rolü oynayabilirler. Rusya ve Ukrayna arasında savaş çıkmasaydı, birtakım insanların, daha doğrusu “sol” kesimde yer alan örgütlerin ve troçkistlerin Rusya’nın nasıl bir ülke olduğuna dair görüşlerini öğrenemeyecektik. Savaş vesilesiyle bazı çevrelerin Rusya’nın emperyalist bir ülke olmadığını anlatmaları, kanıtlamaya çalışmaları, bir de buna Lenin’i alet etmeleri ne hallere düşüldüğünü göstermektedir.

Dünya hegemonyasına oynayan iki gücün, birisi doğrudan (Rusya), diğeri dolaylı olarak Ukrayna’nın arkasında yer alan ABD/NATO’nun Ukrayna sahasında karşı karşıya gelmeleri, II. Dünya Savaşından sonra emperyalistler arası çelişkilerin ne denli keskinleştiğini ve derinleştiğini gösterir. Bu savaş aynı zamanda, ideoloji ve teori adına, ilke adına, haklı haksız savaş adına, takım tutar gibi taraflı olma adına kendini “sol”da gören bir kısım çevrelerin nasıl bir iflah olunmazlık içinde debelendiklerini de gösterir.

Hani deseler ki, Maldivler emperyalisttir, Hint Okyanusunun, kara olarak Hindistan’ı, Afrika’nın batı kıyılarından Endonezya’ya kadar uzanan Okyanus sahasını kontrol etmekte; Basra Körfezi ve Kzıldeniz’in; Babülmendep Boğazı ve Aden Körfezi'ni kontrol etmektedir dense bunu anlarım. Hatta Malta emperyalist bir ülkedir, en azından Akdeniz ve çevresinin hakimidir; Suveyş Kanalı ve Cebelitarık boğazını kontrol ederek Almanya, ABD, Fransa, Rusya, Çin gibi ülkeleri haraca bağlamıştır deseler bunu da anlarım. Nihayetinde bu bir fikirdir, bir jeopolitik düşüncedir derim.

Ancak işin içine Lenin alet edilerek Rusya emperyalist bir ülke değildir denirse o zaman emperyalist olmanın kıstaslarının ne olabileceği üzerine düşünmek gerekir. Bir ülkenin emperyalist olup olmamasının her dönem ve her yerde geçerli olan bir reçetesi yoktur. Aşağıda da belirteceğimiz gibi Lenin bu bağlamda birkaç kıstas sıralamıştır. Ancak, birtakım çevreler için Lenin’in tespitleri, Rusya söz konusu olunca geçerli olmuyor.

Birtakım çevre temsilcilerinden birisi de Sungur Savran’dır. Rusya neden emperyalist değildiri şöyle açıklıyor:
“İlkin Rusya’nın da emperyalist bir ülke olarak ele alınması var. Bu konuda en ufak bir delil ileri sürülmediği, en ufak bir ciddi çalışma yapılmadığı için, bu uyduruk tezi savunmanın bir de örtülü yöntemi geliştirildi. Rusya’nın “emperyal” çıkarları olduğu ileri sürülüyor. Bu, dünya solunun 1889-91 aralığında işçi devletlerinde kapitalist restorasyon başlayalı beri yaşadığı travmanın ürünü. “Emperyal” ile “emperyalist”in farkı nedir diye sorsanız, muhataplarınızın ya boş boş bakacağını ya da o anda derme çatma bir açıklama uyduracağını söylemek mümkün. Yani demek istiyorlar ki, tamam emperyalist olmayabilir ama Rusya’nın da başka halklar üzerinde hâkimiyet yönünde emelleri var.

Bu ikinci manevradan hızla bir başka manevraya geçilebiliyor. Bu da Rusya’ya “bölgesel emperyalist” demek. Bu kavram kendi içinde çelişkilidir zira “emperyalist ülke” demek bir “dünya sistemi” haline gelmiş olan kapitalizmin hâkim güçlerinden biri demek. Yani birçok emperyalist ülke olabilir (ki var), bunlar dünya sistemi üzerinde birbirlerinden çok farklı derecelerde bir hâkimiyete sahip olabilir (ABD ile kim yarışabilir?), bütün bunlar tamam, ama “bölgesel emperyalist”, işte bu olmaz.”(“Sungur Savran Ukrayna'daki NATO-Rusya savaşıyla ilgili Vaziyet internet sitesinin sorularını cevapladı” 10 Mart 2022, https://gercekgazetesi1.net/uluslararasi/sungur-savran-ukraynadaki-nato-rusya-savasiyla-ilgili-vaziyet-internet-sitesinin”)
Acaba öyle mi?

“Emperyalizmin olanaklı en kısa tanımını yapmak gerekseydi, emperyalizm, kapitalizmin tekelci aşaması olduğunu söylerdik. Bu tanımlama temel ögeyi kapsamış olurdu; çünkü, bir yandan, mali sermaye, birkaç tekelci büyük banka sermayesinin, tekelci sanayi grupların sermayesiyle kaynaşmasının bir sonucudur; öte yandan, dünyanın paylaşılması da, herhangi bir kapitalist devletçe el konulmamış bölgelere kolayca yayılan sömürge politikasından, tamamıyla paylaşılmış yeryüzü topraklarının, tekellerin mülkiyetine geçmesi için uygulanan sömürge politikasına geçişi ifade etmektedir.

Ne var ki, en kısa tanımlar, temel özelliği özetledikleri için elverişli olsalar da, tanımlanacak görüngünün çok önemli bazı çizgilerini dışarıda bırakmalarından ötürü, yetersiz kalmaktadır. Bu bakımdan, gelişme sürecindeki bir görüngünün birçok bağlantısını hiç kavrayamayan bütün genel tanımlardaki itibari ve göreli değeri unutmadan, emperyalizmin, aşağıdaki beş temel özelliğini kapsayan bir tanımını yapalım:

(1) üretimde ve sermayede görülen yorgunlaşma öyle yüksek bir gelişme derecesine ulaşmıştır ki, ekonomik yaşamda kesin rol oynayan tekelleri yaratmıştır; (2) banka sermayesi sanayi sermayeyle kaynaşmış ve bu “mali sermaye” temel üzerinde bir mali oligarşi oluşmuştur; (3) sermaye ihracı, meta ihracından ayrı olarak, özel bir önem kazanmıştır; (4) dünyayı aralarında bölüşen uluslararası tekelci kapitalist birlikler kurulmuştur; (5) en büyük kapitalist güçler tarafından dünyanın toprak bakımından paylaşılması tamamlanmıştır. Emperyalizm, tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin ortaya çıktığı; sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı; dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşmasının başlamış olduğu ve dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir.” (Lenin; C. 22, s. 270 “Emperyalizm...”)

Lenin “Emperyalizmin olanaklı en kısa tanımını yapmak gerekseydi, emperyalizm, kapitalizmin tekelci aşaması olduğunu söylerdik” diyerek emperyalizmin tekelci aşamasındaki kapitalizm olduğunu genelleştiriyor. Şu ülke, bu ülke şu veya bu özelliklerinden dolayı emperyalisttir veya değildire gelmeden önce bütün ülkeleri kapsayan bir belirlemede bulunuyor. Bu da, emperyalizmin tekelci aşamasındaki kapitalizm olduğudur.

Peki, Lenin tekelden ne anlıyor? Lenin tekelden “Tekelci sanayi birliklerinin sermayesi ile kaynaşmış az sayıda tekelci büyük bankaların banka sermayesi” olarak mali sermaye ve aynı zamanda dünyanın yeniden paylaşılmasını” tamamıyla paylaşılmış yeryüzü topraklarının, tekellerin mülkiyetine geçmesi için uygulanan sömürge politikasına geçişin ifadesi” olarak anlıyor.

O halde emperyalist ülkeyle Lenin neyi kastetmiş veya ifade etmiş oluyor? Ekonomisi tekeller tarafından belirlenen ülkedir. Böyle bir ülkede tekeller bir taraftan giderek devleti kendilerine tabii kılarlar ve diğer taraftan da başka topraklara ve ülkelere hakim olmaya çalışırlar.

Lenin’in deyimiyle bu “en yeni kapitalizm”in bir özelliği de sermaye ihracıdır. Bu durumda emperyalist ülke aynı zamanda sermaye ihracıyla başka ülkeleri sömürür, talan eder, baskı altına alır.

Kapitalizmin/emperyalizmin tarihi şunu göstermektedir. Eşitsiz ekonomik ve siyasi gelişme yasası dün olduğu gibi bugün de geçerliliğini korumaktadır. Bu nesnel yasa, koşulları oluştuğunda bazı ülkeleri sıçramalı gelişeceğini, diğer ülkeleri geride bırakacağını gösterir. Bundan dolayı belli koşullar altında dün sömürge olan bir ülke bugün emperyalist olabilir. Bunun en tipik örneği ABD’dir, Kanada’dır. Demek oluyor ki, ülkeleri emperyalist ülkeler ve hangi biçimde olursa olsun sömürge, bağımlı ülkeler diye iki kategoriye ayırmak ve aralarında bir geçişkenliğin olmayacağını savunmak dogmatik olmanın ötesinde Leninist emperyalizm analizini, kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasını anlamamak ve hatta reddetmek anlamına gelir. Çok yaygın görüş şudur: Bir defa emperyalist sürekli emperyalist; bir defa sömürge, sürekli sömürge; bir defa bağımlı sürekli bağımlı. Bu anlayışı biraz deşerseniz karşınıza emperyalizmin/emperyalist ülkelerin dünyanın geriye kalan ülkeleri karşısında her şeye muktedir olduklarının savunuluyor olduğu çıkar.

Bu durumda emperyalist ülke olmanın kıstası mevcut emperyalist ülkeler olur. Örneğin Rusya, Çin veya Türkiye emperyalist mi diye sorulduğunda ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya gibi emperyalist ülkelerle karşılaştırma yapılır. Ne kadar uluslararası tekeli var, ne kadar sermaye ihraç ediyor türünden sorulara, adı geçen ülkelerle karşılaştırma yapılarak cevaplar aranır.

Emperyalist ülkelerin de en büyükleri, orta hallileri, en küçükleri, “züğürt” olanları vardır. O halde bir ülkenin emperyalist olup olmadığının tespiti, başka emperyalist ülkelerle güç ve gelişmişlik bakımından karşılaştırmakla olamaz.

Dahası, Lenin’in emperyalist ülke kıstasını anlamadan o beş özelliğe hapsedersek bildik bazı “en emperyalist” ülkeleri emperyalist olmaktan çıkartmak zorunda kalırız. Örneğin Almanya emperyalist bir ülkedir, “en emperyalist” ülkelerinden biridir. Ama sömürgesi yok. O halde emperyalist değildir. Örneğin Japonya “en emperyalist” ülkelerden biridir. Ama sömürgesi yok. O zaman Japonya emperyalist değildir.

Gelişmesinde belli bir aşamaya gelmiş ülkelerde ulusal yapılı tekeller, uluslararası tekellerinin etkisinde kaldıkları müddetçe o ülkede siyasi bağımsızlıktan söz edilemez. Ancak, eşitsiz gelişme yasası burada da etkide bulunur; ulusal yapılı tekeller, ister tek başlarına, ister uluslararası tekellerle ortaklık içinde güçlendikçe o ülkede siyasi bağımsızlık da o derece artar. Bu tekeller o ülkenin sermaye ihracatçılarıdır. Bu tekeller ekonomiye hakim oldukça devlet de onların çıkarları için içte ve dışta politikalar geliştirir. Örneğin Türkiye’nin Libya, Somali, Suriye, Irak, Güney Kafkasya ve başka ülkelerdeki askeri varlığı; Afrika “atılımı” diktatör Erdoğan'ın şahsi meselesi değildir; Türk tekelci sermayesinin emperyalist politikalarının dışa vurumudur.

Öyleyse: yerli tekeller olmaksızın emperyalist ülke olunamaz.

Bu özelliklerin Türkiye’de dahi olduğunu, bu anlamda Türkiye’nin de bir emperyalist ülke olduğunu belirterek geçelim.

Peki, Rusya’da durum nasıldır? S. Savran’ın Rusya’nın emperyalist olmadığına dair herhangi bir kanıtı var mı? Yok.

Evet, herhangi bir kanıtı yok ama demagoji dağarcığında çok faklı anlayışlar var. Bakın, işi gücü Marksizm-Leninizm’e karşı mücadele etmek olan bu Troçkist ne diyor:
- “Ukrayna Amerika adına, dünyanın en büyük terör örgütü NATO adına bir vekâlet savaşı veriyor.” (Agy.)
Çok doğru. Gerçekten de Ukrayna, Amerikan emperyalizmi, NATO adına bir vekalet savaşı veriyor. Ukrayna, ABD’nin kuklası bir devlettir.

Peki, ya Rusya? O ne yapıyor? O da Ukrayna adlı bu Amerikan vekiline karşı Ukrayna topraklarını işgal ediyor. Hem de bu savaşı başlatan olarak. Şimdi Ukrayna derinliklerine doğru ordularıyla ilerliyor.

Bunun; bu işgalin adı nedir S. Savran?

Yoksa Rusya, kendini savunmak, güvenlikte hissetmek için mi Ukrayna’yı işgal ediyor. Evet, kendini savunmak, güvenlikte hissetmek için Ukrayna’yı işgal ediyor.

Rusya masum değil, ama S. Savran’a göre masum, bu eyleminde haklı. O zaman aynı nedenlerle Rojava’ya giren, bir kısmını işgal eden Türkiye de haklı. Yoksa değil mi?

“Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur”. Gerçekten de S. Savran’ın perşembesinin geleceği çarşambasından belli oluyor. Yukarıdaki Ukrayna demagojisini; yani Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesini haklı çıkartmak için onun daha önceki işgallerini de haklı çıkartıyor.
“2008 Ağustos’unda ise Güney Osetya ve Abhazya’yı destekleme bahanesiyle Gürcistan’a savaş açtı ve istediği şeyleri elde etti. Evet, Güney Osetya ve Abhazya devletçikleri Rusya uğruna vekâlet savaşı veriyordu, ama Gürcistan da ABD ve NATO uğruna vekâlet savaşı veriyordu.” (Agy.)
Ama bu savaşta ABD/NATO haksız, Rusya haklı. Peki, neden? ABD/NATO, Rusya’nın hak iddia ettiği bölgelere girmeye çalışıyor. Yani ABD/NATO “büyük ağabeyin avlusu”na girmeye çalışıyor. Bu nedenle ABD/NATO’yu Rus emperyalizminin avlusundan uzak tutmak için “Güney Osetya ve Abhazya devletçikleri Rusya uğruna vekâlet savaşı veriyor”lar. O “büyük ağabeyin avlusu” Büyük Anavatan Savaşı döneminde; “hergele” Troçki’nin tabiriyle “Thermidor”, “Bonapart” Stalin önderliğinde sosyalist Sovyetler Birliği’ni oluşturan bütün ulusların ve etnik toplulukların Hitler faşizminin SSCB’ye saldırısına verilen dönemde kalmıştır. S. Savran’a göre Putin, Rusya “büyük ağabey” oluyor ve “Güney Osetya ve Abhazya devletçikleri” bu büyük ağabey “uğruna vekâlet savaşı veriyor”!

Hayret! Rusya’yı haklı çıkartmak için, hiç kimsenin aklına gelmeyecek bir neden S. Savran’ın aklına gelmiş.

Güya “sol”un ileri sürdüğü “bu üç manevra da (“İlkin Rusya’nın da emperyalist bir ülke olarak ele alınması var.” “Emperyalist olmayabilir ama Rusya’nın da başka halklar üzerinde hâkimiyet yönünde emelleri var.”, “Rusya.. “bölgesel emperyalist”tir) aslında emperyalist olan ve emperyalist olmayan iki taraf karşı karşıya gelince, emperyalizmle uğraşmak yerine emperyalist olmayanı da suçlayıp karşınıza almanın uyduruk yöntemleri.” (Agy.)

Anladık. Rusya emperyalist değildir; Gürcistan’a savaş açarken haklıydı. Şimdi de Ukrayna’ya saldırırken ve bu ülkeyi işgal ederken de haklıdır.

Hal böyle olunca “İstediğiniz kadar Ukraynalı anne ve bebelerin ağlamasını istismar eden görüntüler yayınlayın, mültecilerin yollarda çilesini gösterin, sivil ölümlerini gündeme getirin, Ukrayna’nın ulusal egemenliği, toprak bütünlüğü ve benzeri “yüce” ilkelerden söz edin. Bunların hepsi ABD-NATO tarafından on yıllardır dünyanın çok çeşitli coğrafyalarında çıkartılan savaşlarda vakayı âdiyeden görüntüler” (Agy.) oluyor.

Vay be! Tamam, ABD’nin bu konularda ne mal olduğu tartışma götürmez. Ama Rusya, S. Savran’a göre Ukraynalı anne ve bebeleri ağlatırken de, Ukraynalıları kendi ülkesinde mülteci durumuna düşürürken de, sivilleri öldürürken de haklıdır.

Nerede durduğunu iyi açıklayamadığından hareketle S. Savran bir hamle daha yapıyor: “Yani ortada iki pozisyon var. Biri açıkça Rusya karşıtı, yani NATO yanlısı. Diğeri NATO’ya verip veriştiriyor ama bugün, Ukrayna’daki savaşta Rusya’ya karşı tutum alıyor. Sonunda Ukrayna NATO-Rusya savaşının bir muharebesi olduğuna göre yine NATO’ya temenna ediyor. Biz ise NATO adına verilen vekâlet savaşının yenilgiyle sonuçlanması için propaganda yapıyoruz.” Yani S. Savran, Rus emperyalizminin bu savaşı kazanması için dua ediyor.

Doğru değil. Bu anlayış Marksizm-Leninizm’in savaş konusundaki anlayışını sadece çarpıtmıyor, hiçe sayıyor. Ukrayna-Rusya savaşı somutunda “ortada iki pozisyon” yok. Bu savaşta Rusya karşıtı veya yanlısı olmak da, Nato yanlısı veya karşıtı olmak da yanlıştır. Bu savaş, S. Savran’ın demagojilerine; Rusya’yı haklı gösterme çabalarına rağmen emperyalist bir savaştır, bir işgal savaşıdır; bir haksız savaştır. O halde Marksist-Leninist “pozisyon”; bu savaş bağlamında Marksist-Leninist tavır bu savaşı mahkum etmektir. Bu savaşın jeopolitik olduğunu; Amerikan jeopolitikası ile Rus jeopolitikası arasında bir savaş olduğunu görmek ve ona göre hareket etmektir. Rus halkı, “bu savaş bizim savaşımız değildir” diyor. S. Savran da “Rus halkı anlamıyor, bu savaş sizin savaşınızdır” diyor. Rus halkını Rus emperyalizminin, Rus şovenizminin çıkarlarına alet olmaya davet ediyor.

Şimdi sıra birkaç soru sormaya geldi:

Rusya’nın emperyalist olması için neyi eksik?

-Rusya’nın uluslararasılaşmış tekelleri yok mu? Var. Belki de sayısal olarak ABD’nin, Çin’inki kadar olmadığı için Rusya emperyalist değildir.

-Rusya’nın sömürgesi yok mu? ABD’nin yok, Almanya’nın yok. Ama Rusya’nın var. Rusya Federasyonu içindeki Dağistan, İnguşya, Çuvaşistan, Başkurdistan, Tataristan, Çeçenistan, Yakut (Saha) cumhuriyeti gibi yirmiye yakın “devlet”ler doğrudan sömürgeden başka nedir? (Anayasaya, hukuka sığınmak kurtarmaz)

ABD ve Almanya’nın sömürgeleri yok ama kendilerine bağımlı ülkeler var. Saymakla bitmez. Peki, Rusya’ya bağımlı ülkeler yok mu? Var, örneğin, Belarus, Ermenistan, Suriye.

-Rusya sermaye ihraç etmiyor mu? Ediyor. Ama örneğin ABD veya Almanya veya Çin kadar ihraç edemediği için emperyalist olmayabilir S. Savran’ın gözünde.

-Rusya’nın, paylaşılmış dünyayı yeniden paylaşma talebi yok mu? Var. Yok deniyorsa Suriye’de, Libya’da ne işi var. Veya neden dünya hegemonyası için rekabetinde jeopolitik doktrin geliştiriyor ve ona göre hareket ediyor.

Aslında, paylaşılmış dünyayı yeniden paylaşma talebi Çin’den gelmektedir; ABD’ye karşı esas meydan okuyan Çin’dir. Ancak, bu, diğer iki ülkenin de (ABD ve Rusya) bu konuda masum olduklarını göstermez.

-Rusya’nın mali sermayesi yok mu? Veya dünyayı kendi aralarında paylaşan tekeller arasında Rus tekelleri yok mu? Örneğin 2014’te sadece silahlanma sektöründe dünyanın en büyük 100 tekeli arasında 19 Rus tekeli vardı (Fortune Global 500).

Sadece Gazprom’un yıllık cirosu bir düzine devletin ulusal gelirinden daha fazladır.

Savran’a göre bunların hiçbir önemi yok.

Tamam, belki de S. Savran haklıdır. O zaman soruna bir de tarihsel olarak bakalım:

1-Önce Çarlık Rusya’sına gidelim

Lenin’ Çarlık Rusya’sını nasıl bir ülke olarak tanımlıyordu? “Eşi benzeri görülmemiş derecede vahşi, ortaçağsal, ekonomik olarak geri, askeri-bürokratik emperyalizm”in hakim olduğu ülke (Lenin; C. 22, s. 368, “Kendi Kaderini Tayin Üzerine Tartışmanın Sonuçları”)

Buna “Marksist devrimci” S. Savran’ın itirazı olmayacaktır herhalde. Yani Rusya, Ekim Devrimi’nden önce “askeri-bürokratik emperyalist” bir ülkeydi.

2-1917(Ekim Devrimi) – 1956 (SBKP (B) 20 Kongre) arasına bakalım

Bu dönem Rus çarlığının yıkıldığı, yerine proletarya diktatörlüğünün kurulduğu; sosyalizmin inşa edildiği dönemdir.

S. Savran da çok iyi bilir ki, SSCB bu dönemde içte karşı devrimci güçlere, dışarıda emperyalist saldırganlığa karşı mücadele etmiştir.

II. Dünya Savaşı öncesinde Alman faşizmiyle anlaşan Troçki de “Bolşevik Leninist”leriyle Alman işgali eşliğinde SSCB’de “siyasi devrim” yapmak için hayaller kurmuştu.

Troçki'nin hayal dünyasından bir kesit:
“Hitler'in silahlarını doğuya çevirdiğini ve Kızıl Ordu tarafından işgal edilen bölgelere saldırdığını düşünelim. Bu koşullar altında IV. Enternasyonal'in savaşçıları Hitler'e karşı askeri direnişi, Kremlin oligarşisine karşı tavrını herhangi bir biçimde değiştirmeksizin anın en acil görevi olarak öne atılacaktır. İşçiler (şunu) söyleyeceklerdir: ‘Stalin'in devrilmesini Hitlere bırakamayız; bu bizim kendi görevimizdir’. Hitler'e karşı askeri mücadele boyunca devrimci işçiler, Kızıl Ordu'nun sıradan askerleriyle oldukça sıkı arkadaşlık ilişkisi kurmaya çalışacaklardır. Bolşevik-Leninistler silah elde Hitler'e karşı mücadele ederlerken, aynı zamanda Stalin'e karşı, önümüzdeki aşamada -ve belki oldukça yakın aşamada- iktidardan alaşağı edilmesinin hazırlanması için devrimci propaganda yürüteceklerdir” (Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”. “Wir ändern unseren Kurs nicht!” ara başlığı altında).

3- 1956-1991 dönemi - Revizyonist/sosyal emperyalist dönem

Kruşçev önderliğinde modern revizyonistler bu kongrede siyasi iktidarı gasp ederler ve sosyalizmi yıkmanın yolunu açarlar. Sonuçta revizyonist iktidar SSCB’de ve “Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi” ülkelerinde (Kurucu ülkeler: Arnavutluk, Bulgaristan, Çekoslovakya, Demokratik Alman Cumhuriyeti, Küba, Macaristan, Moğolistan, Polonya, Romanya, SSCB ve Vietnam), özellikle de Orta ve doğu Avrupa ülkelerinde kendi revizyonist sistemini dayatarak bürokratik kapitalist bir sistem kurdu. SSCB, kısa zamanda sosyal emperyalist bir ülkeye dönüştü. ABD önderliğindeki kapitalist dünya karşısında “sosyalist” dünyanın, esasen bürokratik kapitalist dünyanın jandarması olarak dünya hakimiyeti için jeopoklitika geliştirdi. (Bkz.: İ. Okçuoğlu; Emperyalist Küreselleşme ve Jeopolitika, Ceylan Yayınları, Şubat 2009).

“Soğuk savaş”ın bu yıllarına ABD emperyalizmiyle Sovyet sosyal emperyalizmi arasında rekabet damgasını vurdu.

S. Savran’ın da anlayacağı gibi bu dönemde SSCB sosyal takısıyla sadece herhangi bir emperyalist ülke değildi; dünya hegemonyası için jeopolitika geliştirme yeteneğine sahip iki kutuptan birisiydi.

Bu dönemde SSCB’nin karıştırmadığı; Amerikan emperyalizmine taş çıkartan siyasi ve askeri haltlar saymakla bitmez.

-Küba’ya yerleşti ve bu ülkeyi şekere bağımlı sömürgesi yaptı.

-Çekeslovakya’ya saldırdı ve yönetimi “hizaya” getirdi (1968). Bu ülkede bir “Prag İlkbaharı” yaşandı.

-1979'da Afganistan'a saldırdı; bu ülkeyi işgal etmek, dize getirmek için 10 sene savaştı. Darbe yaptı, Afgan liderliğini öldürdü ve sürgünde olan Babrak Karmal’a bir kukla rejim kurdu.

Bilmiyorum,’Kızıl Ordu’ belki de Afganistan’a dağ keçisi avlamak için saldırmış olabilir. Ancak 10 sene sonra, 15 Şubat 1989’da arkasına bakmadan Afganistan’dan çekildi.

-‘70’li yıllarda Suriye ve Irak’ta BAAS rejimlerini, Libya Sosyalist Arap Cemahiriyesini destekledi, yedeğine aldı. Afrika’da Angola, Etiyopya gibi birtakım ülkelerle “kapitalist olmayan yol” adı altında geliştirdiği ilişkilerle bu ülkeleri kendine bağladı.

4-SSCB’nin dağılmasından günümüze

-Öncesini geçelim 1999-2000’de Grozni’yi taş devrine çevirerek Çeçenistan’ı yıkan ve kendine bağlı bir yönetim getiren Putin önderliğindeki Rusya değil miydi?

-”Çağrılı” geldiği Suriye’de Haleb’i yerle bir eden ve Doğu Akdeniz’e yerleşen, “sıcak denizler”in kapısına dayanan Putin önderliğindeki Rusya değil miydi?

-Gürcistan’a savaş açan ve Abhazya ve Osetya’nın bır kısmını güya bağımsızlaştırarak kendine bağlayan Putin önderliğindeki Rusya değil miydi?

-Wagner adıyla bilinen özel bir askeri şirket üzerinden Libya’ya müdahil olan Putin önderliğindeki Rusya değil mi?

-Yine Wagner grubu üzerinden Afrika’nın çeşitli ülkelerinde nüfuz peşinde koşan Putin önderliğindeki Rusya değil mi?

Kırım’ı işgal eden Putin önderliğindeki Rusya değil miydi?

-Orta Asya ülkeleriyle (SSCB’yi oluşturan ülkeler) ekonomik birlikler kuran, güvenlik anlaşmaları yapan ve böylece bu ülkelerle bağımlılık ilişkileri geliştiren Putin önderliğindeki Rusya değil mi?

S. Savran, Rusya, Wagner grubuyla birlikte veya onu öne sürerek Libya’da, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde, Mozambik’te, Sudan’da, Gine’de, Gine Bissau’da, Madagaskar’da, Zimbabve’de, Angola’da, Abhazya’da, Osetya’da, Kırım’da, Donbas’da, Suriye’de ne arıyor?

Yoksa kendine yönelik “hayat memat tehlikesi”ni bertaraf etmek için mi bu ülkelerde?

Veya Almanya'nın eski savunma bakanı rahmetli Peter Struck’un Afganistan'a asker gönderilmesi kararını “Almanya'nın güvenliği Hindikuş'ta da savunulacak”tırla açıklaması gibi Putin de Rusya’nın “hayat memat tehlikesi”ni bertaraf etmek için güvenliğini bu ülkelerde mi savunuyor?

S. Savran’a göre bütün bunları yapan Rusya emperyalist değil, kendini savunan bir masumdur.

Aşağıdaki değerlendirme S. Savran’ın iç dünyasının bir yansımasıdır:
“Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın... kökeni, 1991’de SSCB’nin dağılmasından sonra ABD ve NATO’nun, SSCB’nin ana mirasçısı devlet olan, Karadeniz ve Baltık Denizi’nden Japonya ve ABD’ye kadar uzanan dünyanın en büyük ülkesi, Amerika ile yarışabilecek nükleer güce sahip Rusya’ya karşı bir diz çöktürme stratejisi izlemesine dayanıyor. O zamandan bu yana NATO 13 Orta ve Doğu Avrupa ve Balkan ülkesine doğru genişlemiştir. Şimdi Rusya’nın kuzey komşuları dünün “tarafsız” ülkeleri İsveç ve Finlandiya’yı içine almaya hazırlanıyor. Güneyde Moldova, Ukrayna, Gürcistan ve Azerbaycan sıra bekliyor. Orta Asya’ya Afganistan’da NATO savaşı yoluyla girmeyi denedi, beceremedi. Bu 30 yıllık saldırı politikasını görmeyip, Rusya’nın hayat memat tehlikesine tepki verdiğini anlamayıp ezbere, NATO’nun papağanı gibi Putin’le Hitler’i karşılaştıracak kadar aklını yitiren bir retorikle Rusya’yı suçlayanlar için “tarihin sonu” anlaşılan gerçekten gelmiş. Tarihten hiçbir şey öğrenememişler!” (S. Savran; agy.)
S. Savran’ın “SSCB’nin ana mirasçısı devlet olan, Karadeniz ve Baltık Denizi’nden Japonya ve ABD’ye kadar uzanan dünyanın en büyük ülkesi, Amerika ile yarışabilecek nükleer güce sahip Rusya” hayranlığını; Rus şovenizmine, yayılmacılığına bağlılığını bir kenara bırakalım.

Peki, ABD ve NATO’nun Rusya’ya “30 yıllık saldırı politikasını” kim görmüyor muş?

Peki, bu saldırıyı “görmeyip (de), Rusya’nın hayat memat tehlikesine tepki verdiğini anlama”yanlar kimler miş?

ABD ve NATO “30 yıldır neden saldırıyor ve bu saldırı Rusya açısından neden bir “hayat memat tehlikesi” oluşturuyor?

S. Savran eğri oturup doğru konuşmuyor, “Tarihten hiçbir şey öğrenememiş” gibi hareket ediyor.

ABD ve NATO’nun Rusya karşısındaki saldırı politikası 30 yıllık değildir. “Soğuk Savaş”ın bütün tarihi (II. Dünya Savaşının bitiminden bu yana bütün tarih) boyunca ABD ve kuruluşundan itibaren de NATO (1949) sosyalist SSCB’ye ve revizyonist/sosyal emperyalist SSCB’ye ve dağılmasından sonra da Rusya Federasyonu’na sürekli saldırmıştır.

Dünya iki kampa (sosyalist kamp-kapitalist kamp veya sosyalist dünya-kapitalist dünya) bölündüğünde (Ekim Devrimi-II. Dünya Savaşı sonrası-1956 arası) kapitalist dünyanın jandarması olan Amerikan emperyalizminin asıl hedefi sosyalizmi yıkmaktı. Bu nedenle sosyalist SSCB çembere alındı.

Amerikan emperyalizmi aynı politikasını SSCB’de sosyalizm yıkıldıktan, bu ülke revizyonist/sosyal emperyalist bir ülkeye dönüştükten sonra da devam ettirdi.

İki kutupluluk söz konusuydu ve her bir kutup diğerine karşı dünya hegemonyası için jeopolitikalar geliştiriyordu.

SSCB dağıldıktan (1991) sonra Amerikan emperyalizminin Rusya’ya karşı niyeti “halis” değildi; eski politikası günün koşullarına göre değiştirilerek uygulandı. Yani çembere almak.

Hal böyle olunca sosyal emperyalist SSCB’nin ve emperyalist Rusya’nın Amerikan ve NATO karşısında masum olduğunu, bu saldırılardan dolayı Rusya’nın “hayat memat tehlikesi” içinde olduğunu ve bundan dolayı ABD ve NATO’ya cevap verdiğini söyleyebilmek ancak, “Tarihten hiçbir şey öğrenememiş” S. Savran ve onun gibilerin iş olur.

Rusya kendini savunmuyor; Rus emperyalizmi geliştirdiği jeopolitika doğrultusunda hareket ediyor. Bu doğrultunun esas hedefi ABD/NATO’dur. Şimdi Ukrayna sahasında bu iki jeopolitik güç karşı karşıyadır.

Her iki güç dün (revizyonist/sosyal emperyalist SSCB) ve bugün dünya hakimiyeti için rekabet ediyorlar; bu hakimiyet için jeopolitika geliştiriyorlar ve bu oyunu karşılıklı hamlelerle oynuyorlar. ABD’nin Orta Asya’ya girişi, “renkli devrim” girişimleri nasıl ki jeopolitikasının gereği atılmış adımlarsa, Rusya’nın buna karşılık vermesi de Rus jeopolitikasının gereği atılmış adımlardır. Biri diğerinden daha çok veya daha az barışçıl değildir. Biri diğerinden daha az saldırgan değildir. Biri diğerinden daha az emperyalist değildir. Her iki taraf da neden savaştıklarını açık açık söylüyor. Bunlardan birisini (bu durumda Rusya’yı) haklı, masum, kendini savunan olarak görmek yeminli Rus emperyalizmi sevdalılarının işi olabilir.

Bunlardan birisi de S. Savran’dır.

S. Savran ABD/NATO ve Rusya arasındaki büyük jeopolitik it dalaşını; dünyanın yeniden kutuplaşma sürecini hızlandıran bu hamleyi aşağı köyle yukarı köy arasında bir arazi kavgasına indirgiyor ve hakimlik yapıyor; aşağı köyün (Rusya’nın) “şusu-busu” yok, kendini savunmak zorunda kalan bir masumdur; yukarı köyün ise her şeyi var demeye getiriyor.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.