Header Ads

Header ADS

“Süreç olarak faşizm” teorisi: Tanımlar ve sınıflar

Yaşar Ayaşlı 

11 Şubat 2022 

Faşist diktatörlük öncesine ve sonrasına “süreç olarak” bakmak yepyeni bir buluş değildir. Daha kapsamlı kaynaklar bir tarafa, Dimitrov ünlü tanımında bile “burjuva demokratik ülkelerde burjuvazinin gittikçe gelişen gerici tedbirleri”ne, gerici kampın iç çatışmalarına, “faşist diktatörlük kurulmadan önce belli birtakım ön aşamalardan” geçtiğine (vb.) vurgu yaptı. Faşizasyon (faşistleştirme) süreci o yıllardan beri sıklıkla kullanılan bir kavramdır.

Metin Çulhaoğlu, İleri Haber sitesinde, “Ergin Yıldızoğlu’nun yazılarında sıkça kullandığı ‘süreç olarak faşizm’ tanımlamasını hayli yararlı ve işlevli bulduğunu” yazdı.[1] Devamında söyledikleriyle bu biraz daha açıklık kazanıyor:

“‘Süreç olarak faşizm’ tanımı bizi Komintern’in 1930’lara özgü klasik faşizm tanımının zincirlerinden kurtarmaktadır. O dönemde, özellikle ‘cephe’ arayışları açısından işlevli olabilen bu klasik tanımın günümüzde de geçerlilik taşıdığından söz etmek mümkün görünmemektedir. Gelişen olayların ve süreçlerin içeriğini ve yönünü irdelemek dururken insanların bugün ‘tekelci sermayenin’ her biri ‘en’ ile başlayan özelliklerle tanımlanan ‘açık teröre dayalı diktatörlüğünü’ aramaları geçerli bir yaklaşım sayılamaz.”[2]

Çulhaoğlu ve Yıldızoğlu sol çevrelerde birikimleri ile tanınırlar. İkisi de takip ettiğim yazarlar arasındadır. Ne var ki donanımlı olmak doğru görüşler savunmayı garanti etmiyor.

Marksist geleneği temsil iddiasındaki Çulhaoğlu, klasikleşmiş faşizm analizini Poulantzas’a dayanarak eleştirmekle kalmayıp, ondan hayli farklı bir faşizm yorumu getiren Yıldızoğlu’nun, kendisini “Komintern’in 1930’lara özgü klasik faşizm tanımının zincirlerinden” kurtardığını, artık bu tanımın geçerliliğini yitirdiğini söylüyor. Böylece zaten birçok alanda kendini geleneğin zincirlerinden kurtarmış olan Çulhaoğlu, C.G. Jung ve W. Reich’tan[3] sonra, Yıldızoğlu’ndan da kavram devşirerek paradoksunu ikiye katlamış oluyor.

Komintern’in VII. Kongresi’nde Dimitrov’un ağzından yapılan faşizm tanımı ve analizi, sağlı sollu bütün liberallerin ve Marksizm dışına düşmüş akımların saldırısı altındadır. 1920-1945 arası yılların olağanüstü ve benzersiz koşullarında yapılmış faşizm tahlili eleştiri süzgecinden geçirilebilir, daha kapsamlı incelemelerle zenginleştirilebilir. Ancak ne yapılırsa yapılsın Komintern materyalleri hala faşizme giriş olarak okunması ve yeni analizlerde rehber edinilmesi gereken ana kaynaktır.

Bunu demekle, 1945 öncesinde, hatta 20.yüzyılın sonuna kadar yazılanların günümüzdeki faşizmin dünyadaki tezahürlerini ve bunların bütün özelliklerini açıklamaya yettiğini söylemiş olmuyorum. Aradan geçen sürede tarihsel ve sosyal koşullar değişikliğe uğramış, faşizm de buna uyum göstermiştir. Bu elbette ek analizler gerektirir. Tıpkı emperyalizm gibi tezahürleri değişmiş fakat sınıf özü aynı kalmıştır. “Neo faşizm”, “eski” ve “yeni”/“dünkü” ve “bugünkü” faşizm dediğimizde de bunu anlatmış oluyoruz. 1930’ların, İkinci Dünya Savaşı sonrasının ve 21. yüzyılın faşizmleri, ortak olduğu kadar farklı yanlar da taşırlar. Aralarındaki ilişkide süreklilik esas kopuş talidir. Çulhaoğlu’nun da buna açıkça itiraz edebileceğini sanmıyorum.

Çulhaoğlu’nun, Komintern’in “‘cephe’ arayışları açısından işlevli” bulduğu için faşizm tanımını “en”lere indirgediği iddiasına gelince, bu ezeli Dimitrov düşmanlarının ağzıyla konuşmaktan başka bir şey değildir. Dimitrov’un tek cümlelik tanımı; faşizmin tarihsel yerini (ekonomik temelini), sınıfsal niteliğini, iç ve dış siyasetlerindeki yönelimlerini, burjuva devletinin başka biçimlerinden farkını ve siyaset etme tarzını gösteren zenginliktedir. Burada vurgulananlar geçmişte olduğu kadar, bugün de çoğalarak varlıklarını sürdüren yanlış tanımlarla araya sınır çekmeyi sağlıyor. Tanım kısa ve özlü olur, ele aldığı konunun öne çıkan niteliksel yönlerini ortaya koyması yeterlidir. Ötesi pozitivist tasvirciliğe girer.

Bugün yapılması gereken Komintern tanımına sırt çevirmek değil, ana doğrultuyu koruyarak bağlı olduğu nesnel koşullarla birlikte faşizmde yeni olanı da kapsayacak analiz ve tarifler yapmaktır. Şimdiki faşizmin bazı kanatlarının tarihsel faşizme mesafeli duruşları, totalitarizm ve korporatizme karşı kısıtlanmış çoğulculuğu savunmaları, düşman tanımını değiştirmeleri, paramilitarizmden ve anti-semitizmden rücu etmeleri, devletçiliğe karşı “serbest piyasa”yı savunmaları ve bunun gibi pek çok değişiklikle eskisinden ayırt edilebilir.

Çulhaoğlu yukarıda alıntıladığım pasajın ikinci cümlesinde, “Gelişen olayların ve süreçlerin içeriğini ve yönünü irdelemek dururken insanların bugün ‘tekelci sermayenin’ her biri ‘en’ ile başlayan özelliklerle tanımlanan ‘açık teröre dayalı diktatörlüğünü’ aramaları geçerli bir yaklaşım sayılamaz” derken, sanki “insanlar” dünyada ve Türkiye’de yaşanan süreçlere gözlerini kapamışlar, Dimitrov’un tanımını anıp noktayı koyuyorlarmış gibi bir anlam çıkıyor. Yok öyle bir durum.

İsteyen herkes gerek Dimitrov’da gerekse öteki Komintern ve bu çizgiyi devam ettiren yazarların materyallerinde faşistleştirme süreci üzerine çok sayıda yorum bulabilir. Marksist devrimciler faşizmin gökten zembille indiğini düşünmediklerinden, uluslararası durum dahil nesnel ve öznel koşullarını ayrıntılı olarak ele aldılar. Faşizm tek boyutlu bir olgu değil hem ideoloji hem siyasi hareket hem devlet biçimi hem de sosyokültürel bir yapılanmadır. Dolayısıyla, faşistleştirme sürecinin, iktidar öncesi ve sonrasındaki gelişiminin sosyoekonomik düzlemde ele alınması Marksizm’in gereğidir. Bu bakımdan, faşist diktatörlük öncesine ve sonrasına “süreç olarak” bakmak yepyeni bir buluş değildir. Daha kapsamlı kaynaklar bir tarafa, Dimitrov ünlü tanımında bile “burjuva demokratik ülkelerde burjuvazinin gittikçe gelişen gerici tedbirleri”ne, gerici kampın iç çatışmalarına, “faşist diktatörlük kurulmadan önce belli birtakım ön aşamalardan” geçtiğine (vb.) vurgu yaptı. Faşizasyon (faşistleştirme) süreci o yıllardan beri sıklıkla kullanılan bir kavramdır.

***

Yıldızoğlu’na gelince, çeşitli makalelerinde ve Yeni Faşizm adlı kitabında ortaya koyduğu “süreç olarak faşizm” teorisini bütün yönleriyle eleştirmek gibi bir niyetimin olmadığını baştan belirteyim. Sadece tanımının neden “işlevli” olmadığını, tahlillerimizi zenginleştirmediğini birkaç açıdan göstermeye çalışacağım.

“Süreç olarak faşizm” tanımı faşistleştirme süreci ağırlıklı bir tariftir:

“Faşizmi… (ideoloji, insan/kitle tipi, kitle parti, hareket ve devlet biçimi) bunların hepsini içeren diyalektik bir süreç olarak düşünmek gerekiyor.”[4]

“‘Süreç olarak faşizm’ kavramı, faşizmi bir ‘şey’ olarak düşünmez. Bu kavram, faşist ideolojiyi, faşist entelijensiyanın etkinliklerini, faşist hareketi ve partiyi, faşist devleti, farklı parçaları değişik ve değişken hızlarda, değişken kronolojik sıralarda gelişebilen bir ‘faşistleşme’ sürecinin parçaları olarak değerlendirir.”[5]

Faşizmin bir hedefe doğru farklı düzlemlerde ve değişik tempolarda ilerleyen, zikzaklı ve diyalektik bir süreç olduğu söylenmek isteniyorsa, buna kimse karşı çıkmaz. Yanlış olan faşistleştirme sürecinin nicelleştirilmesi ve sınıfsızlaştırılmasıdır. Yıldızoğlu, faşizm tanımlarken nihai belirleyici ya da “üst belirleyen” olarak büyük sermayeyi görmüyor.

Bildiğim kadarıyla “süreç olarak faşizm” kavramı Faşizmin Anatomisi (2004) adlı kitabı Türkiye’de de yayınlanan Robert O. Paxton’ait. Şu anda kitabı elimde olmadığından başka bir yerden alıntılayacağım: “Belirli bir özün ifadesi olarak değil, zaman içinde gelişen bir dizi süreç olarak bazı faşist hareketlerin yörüngesini takip edin.”[6] Paxton, faşizmi, özü yerine, süreç içerisinde, hareket halindeyken, anlamaya çalışmaktan yanadır.[7] Faşizmi R. Griffin “ideolojik bir öz”, S. Payne “üç boyutlu bir tipoloji”, Paxton ise “bir dizi süreç” olarak tanımlar.[8] Bir başka akademisyen Roger Eatwell, haklı olarak Paxton’un “faşist hareketler ve rejimleri tespit etmesini sağlayacak taslak bir faşizm tanımı” olmadığını söylemektedir.[9]

Paxton, Amerikalı liberal bir akademisyendir. Önlerine amaç olarak Komintern’in “sınıf kuramına karşı savaş açan burjuva ideologları arasındadır. Faşizmle kapitalizm (emperyalizm) arasındaki zorunlu ilişkiyi kabul etmeyen, onun kitleler üzerindeki etkisini zordan yalıtarak “insanlar üzerindeki cazibesi” ve “insani tercih boyutu” ile açıklayan biridir.

Bu adamın bizimle ne alakası var, denilecektir. Var, çünkü bu tür kavramlar devşirilseler bile genlerini yanlarında taşırlar. Yıldızoğlu’nun “yeni faşizm” üzerine yorumlarının finans kapital ya da büyük sermaye odaklı olmaması bundan bağımsız değildir. Yazılarında “egemen sınıflar”, ellerini göğüslerine kavuşturup sürecin sonunu “dur bakalım ne olacak” diye bekleyen iktidarsız sınıf veya sınıf fraksiyonları olarak resmedilirler.

Örneğin: “Rejim hem iş çevrelerinin hem de işçi sınıfının artan öfkesinden kaçarak ‘kültür savaşlarına’ sığınmaya çalışıyor.”[10] Bu cümle sınıflar üstülük ve tarafsızlık gibi açılardan eleştirilebilir; konumuz açısından önemi, “rejim”e işçi sınıfı gibi “iş çevreler”i dediği burjuvazinin (TÜSİAD’ı kastediyor olmalı) de öfke duyduğunu söylemesinden geliyor. Yani tekelci sermaye faşistleştirme ve kurumsallaşma sürecinde “bekle gör” politikası izlemiş oluyor.

Ya da Boratav’ın dediği gibi: Korkut Hoca, “süreç olarak faşizmin” sınıf haritasında Yıldızoğlu’nun belirleyici dinamiği “entelijensiya”ya verdiğine işaret ediyor ve Yıldızoğlu’nun Yeni Faşizm kitabından şu alıntıyı yapıyor: “Kapitalizme sadık bir entelijensiya, milliyetçilik, ırkçılık, dinci bağnazlık gibi ideolojik-kültürel biçimlerle öfkeli kitlelerin enerjisini birleştirebiliyor ve bu bileşimden… iktidar yaratabiliyor.”[11]

İkna edici olmasa da bu eleştiriyi reddediyor Yıldızoğlu. Ama başka yerlerde farklı bir şey söylemiyor:

“Müslüman entelijensiya, kendini kapitalizmle eklemlenmeye başlayan yeni bir egemen sınıf fraksiyonu olarak kurarken, bu kuruluşun bir ifadesi, aynı zamanda devamının garantisi olarak, sahip olduğu, tekeline almaya çalıştığı dini bilginin üretim araçlarının, yeniden üretimi koşullarını, bu dini (Sünni) kodlarla, zaman ve mekân denetimi pratikleriyle birlikte topluma dayatmaya başlıyordu.”

“Bağımlı Türkiye kapitalizminin, zayıf ve hegemonyasını istikrarlı biçimde kuramamış olan mali oligarşisine gelince, o bu gelişmeden, emeği daha kolay kontrol edebileceğini düşünerek, şimdilik pek şikayetçi görünmüyor. Bu mali oligarşi açısından ilk anda anlaşılır, ama Türkiye kapitalizminin orta ve uzun dönem çıkarlarına büyük zarar verecek bir yanılgıdır.”[12]

Yıldızoğlu “Müslüman entelijensiya”yı topluma kendini dayatan esas özne olarak gösteriyor. Paxton da faşist hareketlerin başarısını geleneksel seçkinlerle ittifakına bağlar.

Kısa vadeli çıkarları için bundan şikayetçi görünmeyen “Türkiye kapitalizminin” “mali oligarşisi” ise kenara çekilmiş seyrediyor. Yıldızoğlu, Dimitrov’un faşizmin sınıf niteliğini merkez alan tanımına uzak durduğu için, “mali oligarşi”yi gidişattan sorumlu tutmamakla kalmıyor, ona “bak yanlış yapıyorsun” diye akıl vermeyi de ihmal etmiyor.

Yine, büyük sermayenin devreye ancak “süreç olarak faşizm”in sonunda, ‘yeni faşizm’ tamamlandığında, yani iktidar aşamasında girdiği söylenerek bu anlayış devam ettiriliyor:

“Büyük sermayenin sürece, faşist parti toplumu bir arada tutabileceğini kanıtladıktan sonra katıldığını da vurguladım.”

“… Büyük sermaye bu sürece belli bir aşamada, faşist partiye ‘serseriler’ tasfiye edildikten sonra, güvenmeye başladığı noktada katılır.

Bu katılım gerçekleştikten sonra sermayenin ve devletin tüm kapasitesi Faşist partinin arkasına geçer. Bu noktadan sonra faşist partinin yönetimini parlamenter yollarla devirmek olanaklı değildir.”[13]

Yıldızoğlu’nun “serseriler”den kastı, faşizmin vurucu gücünü oluşturan şok milislerinin, paramiliter güçlerin anti-kapitalist demagojiyi fazla ciddiye alan “sol kanadı”dır. Kuşkusuz büyük sermayenin faşist partiye desteği arttıkça, onun güdümündeki önderlikle plebyen gruplar arasındaki gerilim de artar.

Büyük sermayenin ve devletin sürece, faşist parti “toplumu bir arada tutabileceğini kanıtladıktan” veya “serserileri” tasfiye ettikten” sonra katıldığı doğru değildir. Faşist partiye bazı sermaye gruplarının desteği kuruluşundan, bazılarınınki hatırı sayılır bir siyasi güç haline geldikten, çoğunluğunun veya tamamının ise faşist diktatörlüğe geçişinin nesnel ve öznel şartları olgunlaştıktan, dolayısıyla iktidarın devri ihtiyacı duyulduktan sonra başlar. NSDAP’ın (ve diğerlerinin) Alman finans kapitaliyle ilişkileri somut olarak incelendiğinde bu açık ve net olarak görülebilir. Büyük sermayenin ve devletin güvenmeye başlamasını “serseriler” tasfiye edildikten sonrasına bağlamaksa büsbütün yanlıştır. Mussolini, Hitler ve Franko “serseriler”i ya da sözde “sol” kanatlarını, iktidarı devralmadan önce değil, devraldıktan hemen sonra tasfiye etmişlerdir.

Sürecek…


Dipnotlar:

[1] Bu düşüncede olan yalnız Çulhaoğlu değil: “Faşizm üzerine kapsamlı bir inceleme yapan Ergin Yıldızoğlu, yeni bir kavram olarak günümüzde faşizm tahlillerini ‘süreç olarak faşizm’ kavramıyla zenginleştirmiştir. Süreç olarak faşizm, E. Yıldızoğlu’nun verdiği anlamın yanında, faşizmin ortaya çıkışından bugüne gelen ve günümüzde hala devam eden faşizme yanılgılı yaklaşımları anlamamıza yardımcı olabilir.”( Ekrem Demirci, “Marksizm, Komintern ve faşizm üzerine”, Komün, Sayı:7, 8 Ekim 2021.

[2] M. Çulhaoğlu, “Süreç olarak faşizm”, İleri Haber, 29 Ocak 2022.

[3] Biraz kurcalarsak altından Freudçuluk ve Frankfurt Okulu’nun psiko-faşizm anlayışı çıkar:  “Bu sorunun yanıtında C.G. Jung’un (1875-1961) başka bir bağlamda kullandığı ‘kolektif bilinçdışı’ kavramının ödünç alınabileceğini sanıyoruz (…) Doğrudan faşizmi konu alan Wilhelm Reich (1897-1957) ise “bilinçdışının” kaynaklarını, aile ve din baskısından eğitim sistemine, bastırılmış cinsellikten yaşanan ekonomik sıkıntılara kadar uzanan geniş bir alandaki korkularda arar (1933)” M. Çulhaoğlu, “Türkiye’de bu kadar çok faşist var mı?”  İleri Haber, 27 Ağustos 2021.

[4] E. Yıldızoğlu, Yeni Faşizm, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul-2020, sf. 107.

[5] E. Yıldızoğlu, “Neo-liberalizm ve ‘süreç olarak faşizm’”, 24 Ocak 2021 (https://siyasihaber6.org/neo-liberalizm-ve-surec-olarak-fasizm)

[6] “Faşizmin yapısökümü” (https://www.humanite.fr/une-deconstruction-du-fascisme-304919)

[7] Paxton, faşizmin gelişmesini beş aşamaya ayıran bir model önerir: Hareketlerin yaratılması; (2) politik sistem içinde kök salması; (3) iktidarı ele geçirmesi; (4) iktidarı kullanması;(5) faşist rejimin radikalleşme ya da entropi aşaması.

[8] Constantın Iordachi, Karşılaştırmalı Faşizm Çalışmaları, İletişim Yayınları, 2015-İstanbul, s. 43.

[9] Age içinde, R. Eatwell, “Kapsayıcı Faşizmin Doğası”, s. 261.

[10] E. Yıldızoğlu, “Rejim ve kültür savaşları”, Cumhuriyet.com.tr, 3 Şubat 2022.

[11] Aktaran Korkut Boratav, ‘Yeni Faşizm’, 17 Temmuz 2020 (https://haber.sol.org.tr/yazar/yeni-fasizm-9800)

[12] E. Yıldızoğlu, “Laiklik, demokrasi, özgürlük ve kültür savaşları”, Sendika.org. 3 Haziran 2016.

[13] E. Yıldızoğlu, “Boratav hocamın ‘Yeni Faşizm’ başlıklı çalışmamla ilgili eleştirileri üzerine düşünürken…” Sendika.org. 17 Temmuz 2020.

https://sendika.org/2022/02/surec-olarak-fasizm-teorisi-tanimlar-ve-siniflar-646659/

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.