Türkiye'de Faşizm
Türkiye’de Faşizmin geçmiş tarihine bakarsak, faşizmin temel nedeninin gelişen devrimci mücadeleyi bastırmayı hedeflediğini, bu “devrimci durumu” yaratan nedenleri çözmek ve Türkiye’de gelişen ve güçlenen tekelci kapitalizmin, sermaye bloğunun merkezileştirilmesi yönünde çalışmaları hızlandırmak olduğunu görürüz. Yani, her ne kadarda dış güçlerin yardımı olması olasılığı olsa da Türkiye de, ne geçmişte ne gelecekte Faşizm “bir dış komplo” sonucu değil, ülke içinde var olan somut ekonomik-siyasi durum ve güçler dengesine bağımlı olarak “iç teki egemen sermayenin” karşılaştığı siyasal bunalımın üstesinden gelmek için baş vurduğu bir sistem biçimidir. Bu iç ve dış etkenlerin birbirinden soyutlanması değildir, dış etkenlere de bağımlı olarak içte oluşan ekonomik ve siyasi etkenlerin belirleyici olduğudur.
Buhari’nin açıklamasıyla “Rekabet sermayenin yoğunlaşmasına ve merkezileşmesine neden olur ve bu süreç geliştikçe devlet ekonomiyi yönetmede gittikçe aktif bir rol oynamaya başlar."" (1) Türkiye’deki pratik gelişmeler, Buhari’nin değerlendirmesinin doğruluğunun kanıtıdır. Buharin, sermayenin ve devletin "devlet kapitalist güvenceleri dediği şeyi oluşturmak için ulusal düzeyde birleşme eğilimi olacağını” (1) vurgular.
Türkiye’de 1990’lardan sonraki ekonomik ve siyasigelişmeleri, güçler dengesindeki eşitsizliği – neredeyse yok denecek kadar zayıflayan işçi sınıfının mücadelesini - göze alırsak, ezberci ve şabloncu yaklaşımın tersine, faşizmin geçmişten farklı bir biçimde oluşturulacağı gerçeğini görebiliriz.
Ekonominin dengesiz gelişmesi yasasının somut bir örneği olarak 1990 lardan bu yana Türkiye’de YENİ tekelci şirketlerinve sermayenin oluştuğu göz ardı edilemez .
Yeni sermayenin gelişmesi, sermaye ihracı gereksinimi ekonomik bunalımda ifadesini buldu. Var olan egemen ideoloji ile – geniş burjuva anlamıyla Kemalizm diyelim- gereksinim duyulan “dini toplumsal anlayış” arasındaki çelişki – her ne kadarda MHP ile kapatılmaya çalışılsa da- egemen ideolojideki bunalımda ifadesini buldu. Gerekli olan siyasi liderliğin diğerleri üzerine var olan “parlamenter sistem” sınırları içinde empoze etmenin olanaksızlığı, “siyasi bunalımda” ifadesini buldu. Bunlar YENİ bir egemen ideoloji, YENİ bir sistem yaratma pratiğiyle kendisini Faşizm olgusu ile buluşturdu.
Türkiye’de yeni egemen ideolojinin oluşturulmasıve (din kisvesi altında içte ve dışta nüfus alanlarını genişletmeyi hedef alan) Dini-Faşizmin inşası 1990’larda başladı, erken 2000’lerde “koalisyon Faşizmine” adım atıldı, 2017 deki referandum la, parlamenter sistemden, Başkanlık sistem biçimine geçişle, devamında tüm kurumları eline geçirerek Faşizmin inşası tamamlandı.
1970 ve 80’lerin faşizminden gerek ekonomik ve gerekse sınıfsal yapı -komprador olma- özelliği ve geliş biçimi anlamında farklı olarak dini-Faşizmin Türkiye de ki bu gelişimi, bir koalisyon faşizminden, büyük sermayenin de desteğini alarak faşizmin oluşturulması bakımından İtalya ve Almanya ile büyük ölçüde benzerlik taşıyor. Aynı şekilde dış politikasındaki gelişmelerde benzerlik taşımaktadır.
Bu dengesiz ekonomik değişim sadece içte sermaye arası yeni rekabet ve çıkar çatışmalarının doğmasına neden olmakla kalmadı, sermaye ihracı zorunluluğu nedeniyle, dışta da rekabet ve çıkar çatışmalarına neden oldu.
İçteki sermaye bloğu arası çelişki sermaye içi bir ya da birkaç grubun, özellikle “yeni oluşan ve palazlanan” grubun diğerlerine önderliklerini dayatması ile ve AKP-MHP faşist koalisyonunoluşturulması ile sonuçlandı.
Bu anlamda, İtalya da ve Almanya da olduğu gibi, Erdoğan’ın ve AKP’nin "tarihi görevi" bu palazlanan “yeni” sermaye ile “eski” tekelci sermaye arasındaki çelişkileri "uyum' haline getirmek ve gerek iç pazarın ve gerekse dış pazarın yağmalanmasından aslan payı alabilmeleri için gereken pratikler içine girmesini kolaylaştıracak ortam ve şartları yaratmak, bunu yaratacak siyasi sistemi oluşturmak oldu.
İçteki talan ve soygun, yeni -dinci- egemen ideolojinin hakimiyeti için bütün devlet kurumlarının seferber edilmesi, baskılar, hukuksuzluk, adaletsizlik, kayyum atamaları, vs., gözünde öznel siyah gözlük olmayan herkes için barizdir.
Faşist iktidarın Dışa yansıyan özelliği üzerine gelirsek;
İçteki sermayenin gelişmesi ve sermaye birikiminin sonucu olarak, Buharin, aynı zamanda, “üretim, ticaret ve yatırımın ulusal sınırların dışına çıkması ve küresel ölçekte örgütlenme eğilimi olmasının kaçınılmazlığını “ vurgular. (1)
Ekonomik rekabet giderek jeopolitik rekabet biçiminde olma eğilimine dönüşür. Başka bir deyişle, ekonomik rekabet, devletler, bölgeler ve nüfuz alanı genişletmek için devletler arasındaki siyasi ve askeri rekabetlerin oluşmasıyla ifade edilir.
Türkiye sermayesinin geldiği yer "büyük güçler " arasında kendisine yer bulma, bu amaçla da, Türkiye içinde, gerekli siyasi ortam ve şartları yaratmaktır. AKP’nin üstlendiği görev tam da bununla ilgilidir. Yani Türkiye deki Faşizmin geliş nedenlerinin azami- dış ile ilgili olanı budur.
Afrika da Mısır'a ve Fransa'ya karşı
Yatırımlarının ve askeri varlığının olduğu Suriye’yi, Irak’ı, Balkanları ve Asya ülkelerini bir yana bırakalım, Afrika örneğini verelim. Türkiye'nin Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti'ni korumaya yönelik askeri müdahalesinin ardından, Ankara, Libya’da askeri hava ve deniz üssü kurma planları içinde. Bölgenin stratejik durumunu Türkiye lehine daha fazla yeniden yönlendiren iki Libya üssü, Türkiye'nin milyarlarca dolarlık yatırımlar yaptığı Kuzey Afrika ve Sahil ülkeleri ile ilişkisini ve yatırımını korumasını güçlendirme yönünde. Afrika'da Türkiye’nin yatırımları ve askeri konumlanması nedeniyle potansiyel bir etki-alanı kaybetmekle karşı karşıya kalan Fransa, Türkiye'nin Libya'daki rakipleriyle daha derin bir şekilde ilişkilere geçme yolunda.
Türkiye’nin Libya’da sadece inşaat üzerine yatırımları, Libya’nın yatırım projelerinin yüzde 20 sini oluşturuyor. 2019 da Türkiye Çin in ardından Libya ya yatırımı en yüksek olan ülke haline geldi. Diğerleriyle genelde karşılaştırıldığında Libya’daki yatırım çok geride olmasına rağmen, istatistiklere göre bu yatırımlardan Türkiye 1.3 Milyar dolar kar elde etti. 2010 -16 arası Türkiye Afrika’da 26 elçilik açtı. Afrika’nın en önemli ekonomik ülkelerinden Senegal, Gambia, devamında Çin ve onu takiben Fransa’nın ihracat alanı olan Cezayir ile 5 Milyar dolarlık bir anlaşmanın büyük çoğunluğu yaşama uygulanmasıyla Türkiye Cezayir’de ilk 4 yatırım ülkelerinin arasına girdi.
Aynı şekilde Mısır ve Suudileri endişeye düşürecek şekilde Mogadişu Somali de Türkiye’nin dışında en geniş alana sahip olan, 4 kilometre kare askeri üs oluşturdu. Ayni şekilde Sudan'da hem kara hem deniz askeri üs çalışmaları, Nijerya ile askeri yardım ve eğitme çalışmaları, Nijerya’da madencilik arama ve işletme tavizleri, özellikle elektriğinin 4 te 3 ünü Nijerya’daki uranyum ve nükleer tesislerden elde eden Fransa’yı endişeye sürükledi. Aynı şekilde Türkiye’nin 7,6 milyarlık dış yatırımının 2,5 milyarlık kısmını teşkil eden Etiyopya’daki gelişmelerde Mısırla - ve onun en büyük silah satıcısı olan Fransa – ile ilişkileri çıkmaza soktu.
Genelde ise Afrika’nın 45 ülkesiyle ticaret ilişkisinde olan, sadece taşımacılık -tren yolları, hava yolları ve yol, üst yapı vb., ile yatırımları 500 Milyar dolar olan Çin ile, aynı zamanda Tanzanya gibi ülkelerde, Türk Exim Bank tarafından finanse edilen Tren yolları inşaatı üzerine Türkiye şirketleriyle kimi yerde ortak kimi yerde rekabet içindeler. Türkiye şirketleri aynı zamanda Suudi Arabistan gibi diğer ülkelerin şirketlerinin başlattığı – örneğin Senegal hava yolları- büyük projeleri de tamamlama anlaşmalarını üstleniyorlar.
Türk inşaat şirketlerinin Afrika’daki projelerinin 2019 da ki toplam değeri 8,5 milyar dolara ulaşıyor. Gerçi Çin ile karşılaştığında averaj yıllık 20 ila 40 milyar dolar arasında olan Türkiye kaynaklı inşaat projesi, Çin in inşaat projeleri toplamının yüzde 10 unu oluşturmakta. Ancak, dış inşaat şirketleri sayısında Türkiye Çin den (65) sonra ikinci (40) sırada yer almakta.
Türkiye’nin Etiyopya’daki şirket sayısı 14 yıl içinde (2019 verileri) 3 ten 200 e yükseldi.
Kısacası Türkiye kaynaklı şirketler İngiltere, Güney Kore ve özellikle Fransa’ya karşı, kimi alanlarda Çin ile de rekabet içinde Afrika’da etki alanı yaratma, yatırımlarını koruma çatışması içerisinde.
İnsanların büyük çoğunluğu, özellikle AKP’nin şeriatçılarına, kadınları aşağılayıcı siyaset ve pratiklerine muhalefet saflarındalar, ancak anti-faşist bir cephe hareketi olmadığından, onları saflara kazanma, örgütleme ve harekete geçirme konusu ve pratiği sadece sözlerde kalıyor.
İşçi sınıfının faşizmin saldırılarına karşı direnişi ne kadar güçlü olursa, faşizmin ayakta kalması o kadar zorlaşır. Ancak böylesine bir direnişin örgütlenmesi ve hayata uygulanması, nüfusun umutsuz, kararsız, yalpalayan tüm katmanlarını saflarına kazanabilmesi için İşçi sınıfın birliğinin sağlanması, anti-faşist Cephenin oluşturulması gerekir.
Ancak eğer faşizmin olduğu bir ülkede “faşizm yok” deniyorsa, zaten onlar açısından anti-faşist bir Cephe söz konusu olamaz. Onlar faşizmin kendi kendine ”çözülmesini!!” bekliyorlar. Yani onlar sermaye içindeki gerek iç ve gerekse dış politikalar – özellikle stratejik ortaklıklardan- kaynaklanan çelişkilerin derinleşmesi ve sermayenin diğer bir kesiminin (her türlü askeri darbelere karşı olduklarına göre) bir çeşit sivil-darbesi ile faşizmin “çözülmesini” umutla bekliyorlar. Gerçi bunlar bu “çözülmenin de” esas olarak emekçi halkın mücadelesinin gelişmesi ve güçlenmesine bağlı olduğunun bilincindeler. Ve aynı zamanda faşizmin sadece devrimle yıkılıp, yok edile bilineceğinin de bilincindeler. Ancak onların reformist tercihi, güçler dengesindeki değişimlere bağımlı olarak ve mücadelenin zorlaması etkeniyle, sermayenin diğer kesiminin “demokrasi oyunları” ve “ aldatıcı ama etken reformlar” yoluyla “çözülmeyi” sağlamasını bekliyorlar.
Kendisini Solcu olarak görenlerin, sermayenin en büyük ailelerinden kişilere “helal olsun, çok iyi adamlar, demokratlar, bravo” denildiği bir ülkede, belki de bu yolu seçmekle haklılar. Ama bu yol, Marksist Leninist değil, reformist bir yoldur.
----Olası sorulara açıklık getirmek için Eleştiri, Yorum , Sorular ve cevaplar
Hiç yorum yok