Faşizm Nedir - Görüşler
Faşizm mali sermayenin gerici bir diktatörlüğüdür. Ancak her gerici diktatörlükte Faşizm değildir. Herhangi bir özgül konuda “Faşist pratik” değerlendirilmesi en geniş burjuva demokrasisi içinde geçerlidir, monarşist bir sistem içinde geçerlidir. Ancak “yansıyan pratik” sistemin “Faşizm “ olduğunun belirleyici göstergesi değildir.
Marksist Leninistler tarafından gerek Komintern içinde gerek se dışında Faşizmin tanımının hiçbir zaman kapsamlı bir açıklama olması amaçlanmadı. Faşizmin ülkelere ve özgül şartlara ve durumlara bağımlı olarak çok çeşitli geliş biçimi ve pratiğe yansıma özellikleri olduğu için, temel olarak onun sınıfsal yapısını ve nesnel eğiliminitanımlamak, sınıflar üstü bir çeşit devlet olmadığını ortaya sermek gerekliydi.
Faşizmin herhangi bir özgüldeki karakteri, soyut ideoloji ve soyut “teoriler” ile, hele de parlamentonun varlığı gibi tamamen “güçler dengesine” bağımlı pratik yansımalara bakarak tanımlanamaz. En çok kullanılan Reformist, Troçkist görüş; “eğer çok partili sistem varsa orada faşizm yoktur” dar kafalı iddiadır. Faşizmin herhangi bir özgüldeki karakteri, ancak onun sınıfsal temelini, özgüldeki şartların ve durumların içinde geliştiği ve işlev gördüğü bütün sınıfsal ilişkiler sistemini ve yerine getirdiği sınıfsal rolünü inceleyip açığa çıkarmakla tanımlanabilir.
Faşizm kapitalist gelişmenin ve çürümenin özgül bir tarihsel aşamasına karşılık gelen somut gerçekliğiyle görülebilir. Faşizmin sınıfsal analizini yapmaya çalışmadan özgülü değerlendirmeye çabalarsak, kendimizi iki taban tabana zıt bakış açısıyla buluşuruz; birisine göre faşizm, hem proletaryaya hem de büyük sermayeye karşı orta sınıfın veya küçük burjuvazinin bağımsız bir hareketi ve sistemidir. Diğerine göre faşizm, mali sermayenin çıkarlarının aracı ve etkin temsilcisi olarak hareket eden, bu amaçta orta sınıfın ve morali bozuk, umutsuz, yılmış işçi sınıfı unsurlarının örgütlü işçi sınıfına karşı desteğini kullanmayı amaçlayan mali sermayenin bir “iktidar silahıdır”.
"Faşizm, proleter devrim tehdidiyle karşı karşıya kalan emperyalist burjuvazinin pratikte verdiği tepkidir.”
Faşizm, kapitalizme karşı doğmuş bağımsız bir teori ve sistem olmanın ötesinde, küçük burjuvazinin hem proletaryaya hem de tekelci sermayeye düşman olan bağımsız bir ideolojisi olmaktan uzak, tam tersine, kapitalizmin emperyalist aşamasındaki başlıca eğilimlerinin ve politikalarının bazı aşırı çürümesinin koşullarında en eksiksiz ifadesidir.
Faşizmi tanımlamak ve somut gerçekliğine yerleştirmek için, onun sınıf temelini, onu doğuran ve içinde faaliyet gösterdiği sınıf ilişkileri sistemini ve finans kapitalin ona atadığı ve gereği gibi uyguladığı sınıf rolünü ortaya çıkarmak gerekir.
Faşizmi onun atasından - burjuva diktatörlüğünden -ayırmaya yönelik herhangi bir girişim, ancak saçma iddialarla sonuçlanabilir.” (6)
Tüm ülkeler ve tüm halklar için geçerli olan, faşizmin her türden evrensel gelişim planını ortaya koymak büyük bir hata olur. Böyle bir plan yardımcı olmaz, ancak gerçek bir mücadeleye devam etmemize engel olur. Diğer her şeyden ayrı olarak, belirli bir aşamada faşizme karşı mücadeleye sokulabilecek veya en azından etkisiz hale getirilebilecek olan nüfusun, doğru bir şekilde yaklaşılmaması halinde faşizm kampına itilmesiyle sonuçlanacaktır.
Geniş bir kitle tabanına sahip olmadığı diğer ülkelerde faşizmin zayıflığına ilişkin yanılsamaları beslemek de aynışekilde tehlikeli olacaktır. Bulgaristan, Yugoslavya ve Finlandiya gibi geniş bir tabanı olmamasına rağmen faşizmin devletin silahlı kuvvetlerine dayanarak iktidara geldiği ve ardından devlet aracından yararlanarak tabanını genişletmeye çalıştığı ülkeler örneğine sahibiz.
“Yoldaş Dutt, çeşitli ülkelerdeki faşist hareketin belirli özelliklerini hesaba katmadan, burjuvazinin tüm gerici önlemlerini yanlışlıkla faşizm olarak sınıflandırarak ve böyle yaparak, aramızda genel olarak faşizmi düşünme eğilimi olduğu konusunda haklıydı. Komünist olmayan kampın tamamını faşist olarak adlandırmak kadar yanlış.
Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde de, tartışmada belirtildiği gibi, bazı faşist gruplar gelişiyor, ancak elbette Almanya, İtalya ve diğer kapitalist ülkelerde görmeye alışık olduğumuz türden bir faşizm söz konusu olamaz. Burada, faşizmin üstlendiği ve kendine özgü biçimler almaya devam edeceği oldukça özel ekonomik, politik ve tarihsel koşulları incelemeli ve hesaba katmalıyız.” (6)
Sağ Görüş teorisyenlerinden Angelo Tasca faşizm ile kapitalizmi eşitlemeyi reddeder, “faşizmi burjuvaziyle ve burjuvaziyi sosyal demokrat parti ile özdeşleştirmenin bir hata olduğu” konusunda ısrar eder. Tascaya göre, “faşizm savaş sonrası dönemin özgül koşullarının ortaya çıkardığı tarihsel bir olgu olmakla birlikte, faşizmin gelişimini hazırlayan toplumsal şartların temelini ekonomik düzeyde ortaya çıkan bunalım oluşturur. Ancak, bu ekonomik bunalım sıradan bir bunalım değil, genel bir ekonomik bunalım olduğundan sosyal sorunların da gelişmesine neden olur. Bu nedenle, ekonomik bunalımla ortaya çıkan “Sınıf mücadelesinin keskinleşmesi”, “siyasi bir nitelik kazanması” ve karşı karşıya gelen güçler arasında nispi bir denge durumunun ortaya çıkması, yani DENGE Teorisi faşizmi tanımlamamıza temel sağlar. “ (3)
Biraz farklılıkla “Denge teorisine karşı çıkan” Troçki’nin görüşlerine sağdan ve soldan en yakın ve “popüler” olan Thalheimer ve E. Bauer, ve ilave olarak O. Bauer (12), Bordiga da benzer teorileri savunur. Thalheimer derin bir sosyal kriz karşısında proletaryanın ağır yenilgisinin Bonapartizm’in gelişiminin bir şartı olarak karşımıza çıktığını, ve dolayısıyla Bonapartizm’in proletarya devrimine karşı kendisini savunup güvence altına almak zorunda kalmış olan burjuva iktidarının bir devlet biçimi olduğunu söyler. Bu tanımlamaya göre eğer proletarya devrim yapmaya kalkmazsa, ya da o güce ulaşmazsa Faşizmin gelişiminin şartı ortadan kalkar. Sonuç olarak Thalheimer’de faşizm sorununu siyasi “güç dengesi ”ne indirger. (4)
Gene “denge teorisi” ile sonuçlanan E. Bauer’ün görüşüne göre, “faşizm, burjuvazinin proletarya devrimi tehdidi altına girdiğinde değil, proletaryanın zayıf düşmüş ve savunmaya çekilmiş olduğu, devrimci dalganın durulmuş bulunduğu bir anda gelir”. (5)
Bu ilk bakışta doğru olarak görünen ve algılanan “denge” açıklaması, özünde faşizmin tekelci emperyalizme özgüolan sınıfsal karakterini ve rolünü, faşizmin geliş biçimi ve süreciyle direk ilgili konuları temel alarak, bunları öne çıkararak gizleyen anti-Leninist yaklaşımdır. Bu tanımlama bizi Proletaryanın zayıf düşmüş ve savunmaya çekilmiş olduğu her yerde ve her şartlarda Faşizmin geleceği ve zafere ulaşacağı sonuçlanmasına götürür. Bugün dünyanın bir sürü ülkesinde proletarya zayıf bir durumdadır, ama bu ülkelerde faşizm değil, burjuva diktatörlüğü hüküm sürmektedir.
Ayni şekilde, bu tanımlama bizi proletaryanın güçlü olduğu, burjuva iktidarını zorladığı her ülkede ve her durumda burjuvazinin faşizmi tercih ettiği ve getirdiği sonucuna götürür – ki bu da tarihi ve günümüz gerçekleri ile uyum içinde değil. Komintern’in somutlaştırdığı: “Faşizm, mali sermayenin en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörist diktatörlüğüdür” tanımlamasını irdelersek, bunun özgülde bir ülkede ve-ya da genelde ekonomik-siyasi bir krizin var olmasıyla diyalektik bağlantılı bir sonuç olduğu olgusunu görebiliriz.
Gelişmiş kapitalist ülkelerde İşçi sınıfının güçlü olduğu ve ideolojisinin tabanda “egemen” olduğu durumlarda (somut şartlara bağımlı olarak) Burjuvazi bu mücadeleyi durdurmak ya da faşizm sürecini başlatıp sonuçta onu tamamıyla bastırmak için son silahı olan “sosyal demokrat” partileri harekete geçirir. İşte bu içeriğinden, özgül ülke ve şartlarından kopuk ele alınarak kullanılan “sosyal faşizm” teorisi, ya da “sosyal demokrasinin faşizmin ılımlı kanadı” olduğu değerlendirmesinin temelini oluştur. Bu değerlendirme (kaçınılmaz olarak) gerek Sağdan ve gerekse Soldan -her ikisi de Leninizm’in dışında oluşturulan dairenin bütünleşmiş çizgisidir- eleştiriye maruz kalmış ve kalmaktadır.
Marksizm’in diyalektiği nedeniyle bir konudan diğerine geçmek kaçınılmaz bir sonuçtur, bu “geçişi” daha da azaltmak, ve konuyu daha anlaşılır kılmak için, bu değerlendirmenin temelini oluşturan tarihi Faşizm deneyimlere değinmek, öncelikle bu ülkelerde Faşizme geçiş koşullarının, Sosyal Demokrasinin rolünün, işçi sınıfının durumunun gözden geçirilmesi gerekiyor. İtalya, Almanya ve Avusturya tarihi örneklerini ele alarak bu konulara değinerek sadece “sosyal faşizme” değil, diğer önemli birkaç sorunu da açıklamaya yardımcı olalım.
Hiç yorum yok