EMEP ten göz ardı edilemeyecek nitelikte bir "pot kırma"
1974 Portekiz Anti Faşist Askeri Darbesi |
"Geçmişten bugüne yaşanan darbelerin ve onu çağrıştıracak en küçük bir girişimin bu ülkenin sömürülen ve ezilen halk kitlelerine hiçbir yararı olmamıştır. Bu bildirinin de halk yararına bir karşılığı yoktur. Bugün de ve gelecekte de olmayacağı açıktır."
Herşeyden önce bu söylem gerçekleri yansıtmadığı gibi, (umarızki farkında olmadan) "barışçıl, "parlamento yoluyla çözüm" alternatifini öneren reformist anlayışın bir başka örneğini sunmuş oluyor. "Çünki, birincisi, "her türlü darbeye karşı olma" yaklaşımı, kitlelere "her türlü sorunun parlamento yoluyla" ve "parlamenter sistem içinde", barışçıl bir şekilde "çözülebilirliği" hayalci algılama ve anlayışının oluşturulmasının temelini atan bir yaklaşımdır. Yani pratik sonuçta Devrimci değil, Reformist bir yaklaşımdır. ..."Her türlü Darbe ye karşıyız" söyleminden, kaçınılmaz olarak kitlelerin algılayacağı, "parlamento dışındaki her türlü çözüm arama yollarına karşıyız", yani her türlü halk ayaklanması dahil, "silahlı devrime de karşıyız" algılamasında buluşacaktır." (1)
Marksist Leninistlerin "darbe" ye karşı olmaları, onların her darbeye, mekaniksel bir şekilde, farklılık taşımayan, genel bir kural" değildir. Böylesine bir yaklaşım Marksizm Leninizmin diyalektiğiyle çelişen, emekçi halkların ve onların çıkarlarını hesaba katmayan, idealist, yani burjuva bir yaklaşımdır. ML ler, ister yukarıdan aşağı, ister aşağıdan yukarı, her türlü faşist, karşı devrimci, emekçi halkları ve onların mücadelesinin çıkarlarına zarar verecek darbelere karşıdırlar. Eğer genelleme olacaksa, bu öz ve detayın vurgulanması zorunludur. (1)
"Marksist Leninistler hiç bir zaman bir olguyu içinde bulunduğu dönem ve şartlardan kopuk bir şekilde, ve emekçi halkların ve onların mücadelesi çıkarları temel ilkesi yönünde değerlendirme yapmadan ele almazlar. Yani olgulara yaklaşımın " ya siyah ya beyaz" olmadığı, içinde bulunduğu döneme, güçler dengesine, sınıflar arası ilişkilere ve somut değerlendirmeler bağımlı olarak yaklaşılması gerekir."
"Kapitalist sistem altında genel olarak her "darbe" özünde" sermayenin şu veya bu hakim kesiminin egemenliğini güçlendiren bir niteliğe sahip olacaktır. Ve -bazı istisnalar hariç- çoğunluğu gelişen kitle muhalefeti ve hareketinin daha tehlikeli nicelik ve niteliğe ulaşmadan yavaşlatılması, durdurulması ve ya da tamamen bastırılması pratiğidir. Ancak bu, sistemi faşist biçime büründüren bir darbeyle, faşist biçime karşı bir darbe, emperyalistlerin direk hakimiyeti için bir darbeyle, emperyalist hakimiyete karşı yapılan darbelerin, o özgülde emekçi kitleler açısından hiç farkı yoktur anlamına gelmez." ... Marksist Leninistler..... kapitalist sistem içinde, özellikle güçler dengesinde devrimci gücün ciddi olabilecek hiçbir ağırlık taşımadığı bir özgülde, her "askeri" darbeyi de, burjuva reformist bir bakış açısıyla "gerici olarak " görüp, "her darbeye karşıyız" gibi mekanik bir yaklaşıma da sahip olamazlar. Ve dahası, sadece parlamentonun dışında olan, yani "yasal sınırlar içinde" olmayan "isyan", "ihtilal" vb. hareketlerine karşı kitlelerde "olumsuz" ve "karşı gelinmesi" gerekir" algısı yaratacak bu tür söylemlerden kaçınırlar." (2)
Konuyu detayı ile ele almış olan Garbis Altınoğlu bu yaklaşımın siyasi niteliğini şöyle özetliyordu;
"Özel olarak liberallerden ve genel olarak burjuva ideolog ve aydınlarından farklı olarak tutarlı demokrat ve enternasyonalistler, askeri darbeleri tarihsel bağlamından, yani sınıf savaşımı içinde tuttukları yerden koparmazlar ve somut koşulların somut çözümlemesi ilkesine göre değerlendirirler. Tıpkı savaşlar gibi askeri darbeler de siyasetin/ sınıf savaşımının başka araçlarla, zor araçlarıyla sürdürülmesinden başka bir şey değildirler. Bakış açıları, "sivil gericiliği" görmeme ya da önemsememekle sakatlanmış olan liberallerimizin askeri darbeyi mistifiye ederek şeytanlaştırmaları ve onu neredeyse "bütün kötülüklerin anası" olarak ele almaları, burjuva siyasal bilimi ve toplum biliminin yüzeysel ve bayağı karakterini yansıtır aslında.
“bütün askerî darbelere karşı olma ya da aynı ölçüde uzak durma” biçiminde betimlenen sözüm ona 27 mayıs ilkeli tutum üzerinde duralım ve bir soru soralım. Bütün askerî darbeler aynı kefeye konabilir, eşitlenebilir ve hepsi de aynı ölçüde kötü görülebilir ve aynı ölçüde lânetlenebilir mi? Bu soruya, askerî darbe dediğimiz olayın sınıf savaşımının biçimlerinden biri olduğunu unutmaksızın verilecek ve verilmesi gereken yanıt, “elbette ki hayır!” olacaktır. Tarihsel materyalizm bize, her toplumsal ve siyasal olguyu olduğu gibi her askerî darbeyi de kendisine ön gelen tarihsel süreçleri, meydana geldiği toplumsal koşulları, sınıfsal ve siyasal niteliklerini, siyasal hedeflerini ve yol açtığı sonuçları hesaba katarak ve duygusallıktan uzak durarak analiz etmeyi öğretir. “Bütün askerî darbelere karşı olma ya da aynı ölçüde uzak durma” tekerlemesi, olsa olsa burjuva sosyal biliminin sığlığını ve burjuva liberalizminin ve demokratizminin sahteliğini ve zavallılığını sergiler." (3)
Yani Evrenseldeki bu "hem geçmişte hem de gelecekte" darbelerin halk kitlelerine hiç bir yararı olmamıştır- olmayacaktır değerlendirmesi, nesnel, Marksist Leninist değil, ayağı yere basmayan, öznel bir değerlendirmedir. Bütün darbeleri mekanik bir şekilde aynı kefeye koyarak karşı olma liberal yaklaşımın bir göstergesidir.
Aynı kefeye konulmaması gerektiğini göstermek için farklılıkları genelde ele alan Garbis Altınoğlu şu örneklemeleri veriyordu;
"Devrimci proletarya, tüm diğer siyasal gelişmelere ve toplumsal hareketlere karşı olduğu gibi askerî darbelere karşı tutumunu da, sözkonusu askerî darbenin proletaryanın ve diğer sömürülen emekçilerin sonal kurtuluşları yolundaki savaşımlarına katkıda bulunup bulunmadığına, kitlelerin bağımsız siyasal inisiyatifini geliştirip geliştirmediğine ve emperyalizmi ve siyasal gericiliği zayıflatıp zayıflatmadığına bakarak belirler.
Hangi devrimci ve demokrat, 1952’de Mısır’da, başında Britanya emperyalizminin uşağı Kral Faruk’un bulunduğu monarşik rejimi yıkan, 1958’de Irak’ta, gene Londra’nın bir başka uşağı olan Faysal monarşisini ve Nuri Said hükümetini devirerek Irak’ı bağımsızlığına kavuşturan, 1969’da Libya’da, ABD uşağı Sunusi hanedanına son vererek bu ülkeyi Yanki emperyalizminin üssü olmaktan çıkaran, 1974’te Portekiz’de, ömrü yarım yüzyıla yaklaşan faşist Salazar diktatörlüğünü deviren ve hepsi de bir ölçüde geniş kitlelerin desteğini kazanan ya da bir ölçüde onların da katılımıyla gerçekleşen ilerici askerî darbeleri kınamaya ve onların yıktığı güçleri savunmaya kalkabilir?" (4)
Gelelim "Geçmişten bugüne yaşanan darbelerin ve onu çağrıştıracak en küçük bir girişimin bu ülkenin sömürülen ve ezilen halk kitlelerine hiçbir yararı olmamıştır" sözlerinin 12 Mart, 12 Eylül ve 27 Mayıs darbelerini, AKP gericiliği ve liberallerin yaptığı gibi aynı kefe içine koyma hatasına ve gerçeği yansıtmaması konusuna.
Garbis bu farkı şöyle özetliyordu;
"12 Mart ve 12 Eylül askerî-faşist darbelerinden farklı olarak- hiyerarşi dışı bir eylem olan 27 Mayıs askerî darbesi, esas olarak işçi sınıfının, diğer emekçilerin ve Kürt ulusunun gelişen devrimci hareketine, sol ve devrimci güçlere karşı değil, iktidardaki DP kliğine karşı yapılmıştı. Bu askerî darbeyle açılan dönem, 1920’lerden bu yana ilk kez belirli bir düşünce özgürlüğü ortamının oluşmasına, devrimci ve sol düşüncelerin yaygınlaşmasına ve devrimci hareketin kitleselleşmesine tanıklık edecekti. Koyu anti-komünizmiyle ve ABD emperyalizmine kölece bağlılığıyla ün salmış Bayar-Menderes kliğine karşı yapılan darbenin ardından Türkiye’nin gelmiş geçmiş en liberal anayasası olan 1961 anayasası hazırlanmış ve onun ardından işçi sınıfı toplu iş sözleşmesi ve grev haklarını elde etmişti..." (4)
27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra kazanılan sınırlı demokratik hak ve özgürlükler ortamında, -tali olarak devrim dalgasının dünya ölçeğinde yükselmekte olmasının da katkısıyla- henüz egemen sınıfların ideolojik hegemonyasından kurtulamamış olan kitlelerde ve aydınlarda giderek belirginleşen bir radikalleşme yaşandı.
1961’de TİP’nin (=Türkiye İşçi Partisi) kuruluşu ve YÖN dergisinin yayım yaşamına başlaması,
1963’de 274 sayılı Sendikalar Kanunu’yla 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nun kabul edilmesi, gene 1963’de Sosyalist Kültür Derneği’nin ve 1965’de -daha sonra Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (=Dev-Genç) adını alacak olan- Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun (=FKF) kuruluşu,
1965’de CHP’nin, kitlelerin radikalleşmesinin önüne set çekmek için “Ortanın Solu” politikasını benimsemesi,
1967’de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (=DİSK) kuruluşu ve gene aynı yıl Türk Solu dergisinin yayım yaşamına başlaması, bu sürecin önemli kilometre taşlarıydı. Özellikle 1965’den sonra anti-emperyalist gençlik eylemleri dalga dalga işçileri ve diğer kent ve kır emekçilerini de etkileyerek 15-16 Haziran 1970’de doruğuna ulaşacak olan bir zincirleme reaksiyon başlatacaktı. Ve bu dönem, ezilen yığınların anti-faşist, anti-emperyalist ve anti-kapitalist savaşımının yükselmesine ve kapitalizmin ve emperyalist ülkelerle çok yönlü ve karmaşık ilişkilerin gelişmesine bağlı olarak safları parçalanan ve giderek eskisi gibi yönetemez duruma gelen egemen sınıfların faşizme yönelmesiyle, yani 12 Mart 1971 askeri darbesiyle sonuçlanacaktı. (5)
Hiç yorum yok