Kürt siyasetinin dinci gericilikle dansı
Gelenek Sayı 144, Ağustos 2019
1789 yılında gerçekleşen Fransız İhtilali’nin akabinde, siyasal alanda ulusal ölçek artık bir belirleyen haline gelmişti. 1789’da gerçekleşen ihtilalle soyluların ya da kralların tamamen ortadan kalktığı bir süreç yaşanıyordu. Bu aynı zamanda bir kopuşu da tarif ediyordu.
Eski deyimiyle İhtilal-i Kebir yani büyük devrim olarak tarif edilen Fransız İhtilali ile artık devletleri tanımlayan şey dinleri değil, dilleri idi. Bir ulusal pazar ölçeğinin belirlenimi ile burjuvazi, siyasal birliğini tamamladığı ülkeler ile yeni pazar arayışlarına başlıyor ve sanayi devriminin de sürece eşlik etmesi, ulusal ölçeği tüm dünyada pazarın da birimi haline getiriyordu.
Ulus siyaseti ve milliyetçilik üzerine çalışan tarihçiler ve araştırmacılar genel olarak milliyetçilik konusunda üç dönem tarif ederler. İlki, 1789 öncesinde, kiliselere ve feodal birimlere karşı verilen mücadelelerde ortaya çıkan ve Viyana Kongresine kadar devam eden ve Napolyon Savaşları’nı da kapsayan süreçtir. İkincisi, 1789 sürecinden belirlenen ve Birinci Dünya Savaşı’na kadar devam ederken, üçüncüsü ise 1914 ila 1939 arasındaki süreçtir. 1
Bu süreci genel tanımı ile 1. Dünya Savaşı öncesi kurulan ülkeler, 1. Dünya Savaşı sonrası kurulan ülkeler ve 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan ülkeler olarak tarif etmek yöntemsel açıdan bu okumayı kolaylaştırabilir. Dolayısı ile burjuva tarihçilerin birinci dünya ülkeleri derken 1. Dünya Savaşı öncesi kurulan ulus devletleri, ikinci dünya ülkeleri derken 1. Dünya Savaşı sonrası kurulan ülkeleri, üçüncü dünya ülkeleri derken de 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan ülkeleri tarif ettiklerini anlıyoruz.
Bu üç ulusal sürecin ilki, tamamı ile burjuvazinin belirleniminde ilerlerken, ikinci dönem Ekim Devrimi’ne ve onun siyasal etkisine denk düşer. Üçüncü dönemde ise Sovyetlerin İkinci Dünya savaşındaki kesin zaferi sonucunda, dünyadaki pek çok ulusal mücadele veren sömürge ülkelerin yüzlerini Sovyetler Birliği’ne dönmesini sağlamıştır. Dolayısı ile dünyanın üçte birinin sosyalizm ile yönetildiği bir konjonktürde ulusal mücadelenin sol ve sosyalizm ile ilişkilenmesi kaçınılmazdı.
Bu üç süreçte de ulusal birim kurma şansını kaçıran Kürt Milliyetçiliği, kendisini daha çok 1945 sonrası hissettirmiştir. 1945 öncesindeki süreçte ise milliyetçi, bir programdan uzak, daha çok dini belirlenimlerle siyasal alanda devinen, en ileri örneklerinin bağımsızlıktan ziyade özerklik ya da Osmanlı Hilafet yönetimi ile bir vesile ilişkilenme tarif eden isyanlarla var ediyordu kendini.21. Dünya Savaşı’nda da Türklerle kader ortaklığı yapan Kürtler, siyasal olarak sahnede yer almayıp, Lozan’da İsmet İnönü tarafından temsil ediliyordu. Lozan’da temsil edilmeyen tek ulus olarak Kürtler, yazdıkları dilekçeler ile İsmet İnönü’nün heyette Türkleri ve Kürtleri temsilen yer aldığını ifade etmişlerdir. 3
1925 yılında gerçekleşen Şeyh Sait isyanı da dönemin diğer isyanlarıyla birlikte feodal önderliğe sahip ulusal hareketlerdendir. Martin Van Bruinessen yaptığı çalışmalarda bu konuyu şöyle özetler:
“Belki Ağrı ayaklanmasının dışında, hemen her durumda önderlik, geleneksel Kürt seçkinlerinin elindeydi ve katılım aşiret ayaklanmalarının genel çizgisini izliyordu. Siyasal partiler, ya da örgütler yalnızca Şeyh Said ve Ağrı ayaklanmalarının hazırlıklarında önemsiz roller aldılar. dönemin Kürt siyasal parti ve örgütlerinin kentli asker ve aydın üyelerinin sayısı oldukça azdı ve kitle desteğinden yoksundular”4
1945 sonrasında ivme kazanan Kürt ulusal mücadelesi, dolayımlı ya da dolayımsız bir şekilde sol ve sosyalizm ile ilişkileniyordu. Kürt aydınları ve emekçileri ulusal mücadelenin sol ve sosyalizmin kavram seti ile mücadele hattını tanımlıyordu.5 Bu dönem aynı zamanda ulusal mücadelenin, ulusal bilincin ve üretimin zirveye ulaştığı da bir dönemdir.6
1978 yılında bir araya gelen Apocu Gençlik, 15 Ağustos 1984 tarihinde ilk silahlı eylemlere başladığında program olarak daha çok Ulusal-Marksist bir tavır gösteriyor ve aşiret yapısını, feodal kültür ve ağaları karşısına alıyordu. Doğal olarak Şeyh Sait de karşılarına aldıkları figürlerden birisi olmuştu.7
PKK ile vücut bulan dönemin Kürt siyaseti, 1978 yılında yayınladığı programda bir ulus mücadelesi ve ulusu var etmenin gerçeği olarak sınıfsal tariflere ve tasniflere yaslanıyordu. Dolayısı ile Ortadoğu’nun ve Türkiye’nin ilerici ve seküler hareketleri ile temas halindeydi. PKK de gericiliğe ve İslamcılığa karşı ibarelere yer veriyordu programında. Bir farklı ifade ile, ulusal mücadele vermenin gereği ya da sonucu olarak sosyalizm, PKK programının ana hattını oluşturuyordu.
1991 sonrasında, Sovyet Sosyalizminin yenilgisi, Türkiye’de ve Ortadoğu’da pek çok siyasetin, geçmişle ve sosyalizm programı ile hesaplaşmasına ve “günah çıkarmasına” tanıklık etti. Kervana katılanlar arasında PKK de vardı. 24 Ocak 1995 tarihinde yayımlanan PKK programında, sosyalizmin 1917-1991 tarihleri arasında vahşiliği ve barbarlığı keşfedilir.
1995 yılı ile birlikte Kürt Hareketi, sistematik bir şekilde sol ve sosyalist referanslardan uzaklaşır. Ulusal-sosyalist programdan, Demokratik Cumhuriyet tezlerine, oradan da Demokratik Modernite’ye uzanan yolda, ulusal kimliğin inşası daha çok liberal tezlerden beslenmeye başlamıştır.
Demokratik özerklik hedefiyle çalışmalarını yürüten Kürt siyaseti, zaman içinde oluşturduğu kurumlar ve üretimlerle ulusal mücadeleyi siyasal İslam ile ilişkisini tesis eden liberal bir alanda üretiyordu. Zaman içinde düzen partilerinden devşirilen kadrolarla birlikte çalışma yürüten Kürt hareketi, Mehmet Metiner, Orhan Miroğlu, Altan Tan gibi isimlerle yan yana gelirken bir yandan da siyasal İslam ile de kalıcı ilişkiler kurmaya çalışıyordu.
Demokratik özerklik tezlerinin ideolojik üretim birimi olan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) birçok başlıkta siyasal İslam içeriği ile girdiler yapıyordu. Süreç bir yanıyla da patron örgütleriyle kurulan temaslarla birlikte bir bütünlük oluşturuyordu. Bu süreçte DTK içinde yer alan sol ve sosyalist özneler, söylemlerinde ve açıklamalarında Kürt hareketini “sola çekme” hedef ve vaatlerinde bulunurken, süreç daha çok, sol öznelerin liberal açılımlara kamuflaj olmasından öteye gitmiyordu.
Demokratik Toplum Kongresi kendisini, kamuoyu ile paylaştığı sözleşme metinde, “Kürdistan’da yaşayan tüm etnik, dini ve inanç gruplarının temsilcileri, kanaat önderlerinden ve bireylerden oluşan Kürdistani bir Kongre” olarak tarif ediyordu. 8
Aynı zamanda demokratik özerklik hedefi ile ulus inşasının ekonomik tezleri, “reel sosyalizm örneğinde de görüldüğü gibi görünürde her türlü özel mülkiyeti reddeden devlet mülkiyetçi yaklaşımların insanlığın sorunlarına çözüm olmadığı”nı kayıt altına alarak devam ediyordu. 9 Sosyalizmin yetersiz kaldığını savunan bu dünya görüşü kapitalizmi de aleni olarak savunamamakta, utangaç ara bir tarif yaparak kabaca halk yararına, barbarlıktan arındırılmış ve ehlileştirilmiş bir sermaye düzeni öngörüyordu.
Zaman içinde inşa edilen Demokratik İslam Konferansı, demokratik özerklik çalışmalarının bir yansıması olarak ele alınıyordu. 2013 yılında Öcalan’ın Newroz alanında okunan mesajı ile ilan edilen İslam Kardeşliği hedefi ise 2003 yılındaki Irak’a dönük emperyalist müdahale sonrasındaki kırılmanın ardından yeni bir kırılma tarif ediyordu. 1978 yılında yola çıkan 1984 yılında ilk silahlı eylemini gerçekleştiren bir halk hareketi, siyasal İslam ile liberal tezlerin bezediği bir üretimi hayata geçiriyordu.
Ortadoğu’nun ilerici ve seküler damarının törpülendiği bu dönemin adımlarına ayak uyduran Kürt siyaseti, ilericiliğin ve aydınlanmacılığın tarihini İttihatçı ya da Jakoben olarak mahkum ederken, bir yandan da Medine Vesikası’nı siyaseten yeniden üretiyor ve Türkiye’de siyasal olarak 1971’den bu yana kutlanan Newroz alanında Kutlu Doğum mitingleri düzenliyordu. 10IŞİD saldırılarının en yoğun zamanında Kutlu Doğum mitingi düzenleyen Kürt siyaseti, gericiliğe karşı aydınlanmayı değil bugün yaygın olarak karşımıza çıkan sağa karşı sağın argümanları ile mücadele etmeyi uygun görüyordu.
Daha öncesinde Şeyh Sait ayaklanması için emperyalist güçlerin oyunu olduğunu tanımlayan Öcalan, Şeyh Sait ayaklanmasını aynı zamanda ilkel milliyetçilik olarak tarif ediyordu.112000 yılında Şeyh Sait’i ilkel milliyetçi olarak tanımlayan ve Sait’in yaptığı ayaklanma ile Kürtleri ateşe attığını ifade eden Öcalan, 2012 yılında DTK’nın 6. Olağan Kongresi’nde Kürt halkının Şeyh Sait’i olarak tanımlanıyordu.
Öcalan kendi ifadesiyle Kürt halkını ateşe atıyordu.
Tüm bu ayrıntılar ile birlikte, Kürt siyasetinin, Kürt kimliğinin savunusu ve mücadelesindeki eksen değişikliğini daha net gözlemleme şansı bulabiliyoruz. İslamcılık vasıtasıyla ulusal mücadele vermeye çalışan Kürt hareketinin tüm bu çabalarından bir Kürt ulusalcılığı çıkarmaya çalışanlar, bugün tüm bu süreçlere baktıklarında sürecin tam da aksi yönde ilerlediğini görmektedirler.
Müslüman Kardeşler, IŞİD ve benzeri pek çok İslamcı yapının yaygınlaştığı, Ortadoğu’un tamamında yükselen siyasal İslam ile birlikte, PKK, Kürtler için de bir dizi İslami referansı öne çıkarmıştır. İslamcılık ile Kürt ulusalcılığının yan yana ilerlediği bu süreç, Kürtlerin “özgürlüğe” en yakın olduğu ve aynı zamanda da İslamcılığın da Kürt siyaseti içinde yaygınlaştığı bir süreçtir.
O zaman geriye kalan soru, önceki verileri toparlamaya yardımcı olacaktır. Sosyalizmin (şimdilik) ağırlığının hissedilmediği, emperyalist cenahın dünyayı “tek kutuplu” olarak tarif ettiği, tüm belirleyenin sermaye düzeni olageldiği son düzlükte, ulusal mücadele vermek mümkün müdür? Ya da ele aldığımız konu açısından, bugün bunun tamamlayanı İslamcılık olabilir mi?
Eldeki veriler, Kürt siyasetin, sınıfsal alanı terk ederken aslında ulusal alanda da mevzi yitirdiğini gösteriyor. Yaşanan birçok örnekte, Kürt halkı, yer yer sermaye düzeninde elde ettiği hakların dahi gerisine düşmüştür. Yerel belediyelerde atanan Kayyumlar ile çalışmaya devam eden yerel örneklerden, patron partileri ve kurumları ile alınan toplantılardan, Medine Sözleşmesi’nin belirleyici olduğu beyanlardan, Demokratik İslam Konferansı’nın birleştirici olduğu bir ortamdan, Newroz meydanlarından İslam kardeşliğinin ilan edildiği bir süreçten ulusal bilinç ya da ulusal mücadele çıkar mı?
Kutsal kitaplarda tam aksi söylenmektedir. Siyasal İslamcılar bu konuda gayet tutarlı. Zira onlar için millet olan zillet olur. İslam milletlerin üstünde ümmet fikri ile farklı bir siyasal alandır ve ulus devletler Fransız ihtilali ardından laik düşüncelerle birleşen fikirlerin çıktısıdır İslamcı cenaha göre. 12
E.H Carr’a göre, “Bir ulus için özgürlük, ulusu medyana getiren kadın-erkek bütün insanlarca istendiği ve kendi özgürlüklerinin bir parçası olarak hissedildiği sürece anlam taşır”.13 Yani bireyin özgürleşmesinin bir parçası ve hedefi olarak ulus mücadelesi… İslamcılıkta ise bireyin yerine cemaatin belirleyici olduğu, halk yerine ümmetin referans kılındığı bir siyasi hattan ulus değil cemaat çıkıyor.14
Bugün milliyetçilik ve ulusal mücadeleler, “ne kadar kaçınılmaz olursa olsun, artık Fransız Devrimi ile İkinci Dünya Savaşı’nın ardından gelen emperyalist sömürgeciliğin sona erişi arasındaki çağdaki tarihsel güce sahip değildir.”15
Dolayısı ile bugün sınıfsal mücadeleden ıraksayan bir siyasal öznenin İslamcılık ve liberal fikirlerle haşır neşir olması, kendi varlık sebebi olan bir ulusun da gerisine düşmesine neden olabiliyor. Son süreçte yaşadığımız örneklerde, Kürt halkı, tarih içinde zaman zaman siyasal olarak yakınlaştığı ya da uzaklaştığı Kürt siyasi hareketine, belki de 1978 yılından bugüne, ilk kez duygusal olarak ayrı düşüyor. Boşalan siyasal mevzilere yerleşmek için hazır bekleyen Kürt sağı ve Barzani hareketi ise emperyalizmle kurulan ittifakların güzellemesine vitrin oluşturmaya devam ediyor.
Bugün Kürt halkının kurtuluşunun yalnızca sınıfsal bir mücadele ile mümkün olduğu, sınıfsal mevzilerden uzaklaştıkça Kürtlerin haklarının savunulması çizgisinden de uzaklaşıldığı uzaklaşıldığı gerçekleri daha ileri örnekleri yaratmak için bir zorunluluğa işaret etmektedir.
Kaynakça:
Edward Hallett Carr, Milliyetçilik ve Sonrası, İletişim Yayınları 7. Baskı 2019 İstanbul
Musa Anter, Hatırlarım, Aram Yayınları 3. Baskı Mart 2013 İstanbul
Mesut Yeğen, Devlet Söyleminde Kürt Sorunu, İletişim Yayınları, 6. Baskı 2013 İstanbul
Martin Van Bruinessen, Kürdistan Üzerine Yazılar, İletişim Yayınları, 1992 İstanbul
Serxwebun Dergisi Yıl 19. Sayı 222, Tarih Haziran 2000
E.J. Hobsbawm, Milletler ve Milliyetçilik, Ayrıntı Yayınları, 5. Baskı 2014 İstanbul
Dipnotlar
Edward Hallett Carr, Milliyetçilik ve Sonrası, s. 12
onu ile ilgili Gelenek Dergisi’nin 142. Sayısındaki çalışma, yukarıda tarif edilen dönem ve öncesini kapsamaktadır. https://gelenek.org/kurt-isyanlarinin-islamla-bulusmasi/
Mesut Yeğen, Devlet Söyleminde Kürt Sorunu, s. 117
Martin Van Bruinessen, Kürdistan Üzerine Yazılar, s.188
Örnek olsun Musa Anter bu döneme hatırlarında, *Namuslu bir milliyetçilik ki beni solculuğa itmiştir. Çünkü şu anda bile esir milletler ancak sosyalizm sayesinde kurutulurlar” cümlesi ile yer verir. Musa Anter, Hatırlarım, s. 221
Burada sıkça karşılaşılan kategorik hatayı düşmemek adına, “Kürtlük bilinci” ile Kürt milliyetçiliğini ayrı ele alıyoruz. Zira Kürtler Birinci Dünya Savaşı’ndan önce de Kürtlük bilincine sahip, kendilerini Kürt olarak tanımlayan, hatta çevresinde yaşayan kültürlerinde Kürtleri aynı şekilde tarif ettiği bir sürece tanıklık ettiler. Ve fakat bu bir program ve ulusal devlet inşası açısından bir siyasal devinime işaret etmiyordu.
PKK’nin 1978 Kasım ayında yayınladığı parti programı, 1917 Ekim Devrimini referans kabul ediyor, kamuculuğu hedef alıyor, Vietnam, Çin gibi dönemin sosyalist programları ile dayanışma mesajları veriyordu. Bu program zaman için de belli dönemlerde değişimlere uğrayacaktı. (5. Kongre 24 Ocak 1995)
Demokratik Toplum Kongresi Sözleşmesi, https://www.kcd-dtk.org/demokratik-toplum-kongresi-sozlesmesi.html/ (Son erişim tarihi: 16.07.2019)
Demokratik Özerkliğin Ekonomisi, DTK Konferans Metinleri, https://www.kcd-dtk.org/demokratik-toplum-kongresi-sozlesmesi.html/ (Son erişim tarihi: 16.07.2019)
2014 Nisan ayında ilk kez kutlanan kutlu doğum mitinglerinin ömrü çok uzun sürmedi, 2016 yılında Fethullah Gülen cemaatinin yaptığı darbe girişiminin akabinde tüm Türkiye’de sonlanan kutlu doğum mitingleri Kürt hareketi için de sona ermişti.
Serxwebun Dergisi, Sayı 222, Demokratik Çözümün İçi Doldurulmalı ve Kitleselleştirilmelidir. Abdullah Öcalan
Müfit Yüksel’in 18 Ocak 2012 tarihinde Yeni Şafak’ta yazdığı Ulus-Devlet Sınırları ve İslam yazısı, İslamcıların laisizme ve ulus devletlere duydukları düşmanlığı tutarlılığı açısından ibret vericidir. Şaşırtıcı olan ulusal mücadele veren bir özenin İslam’la kol kola girmesi olduğunu yine kendileri ifade ediyor.
E.H Carr, Milliyetçilik ve Sonrası, s.62
Bu konu ile ilgili Mehmed Uzun’un yorumu ise şaşırtıcıdır. Kendisini daha önce sosyalist olarak tanımlamayan Uzun, ulus ve birey konusunda aydınlanmacılığın hakkını veren yazarlardan. Yazar Ahmet Cemal ile yaptığı röportajda bu konuyu şöyle ifade ediyor.” Kürtlerde birey mefhumu çok zayıftı. Hep cemaat-kul ilişkisi ağır basıyordu. Bugüne kadar Kürt örgütlerinde de böyleydi. Totaliter çizgiler belirgindi her zaman. İllegalite de sorundu. Bu nedenle insani, entelektüel ilişkiler geri plana itilmişti. Buna karşı çıktım. Bu ilişki yapısını eleştirdim. Onun için Tû, yani Sen koydum ilk Kürtçe romanımın adını, bireyi öne çıkarmak için…”
E.J Hobsbawm, Milletler ve Milliyetçilik, s.201
Hiç yorum yok