Header Ads

Header ADS

Kürt siyasetinin mor rengi: Sınıfsız kurtuluş fikri

Evrim Gökçe

Gelenek, Sayı 138, Şubat 2019

Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini yürütürken tutuklanan Gültan Kışanak, geçtiğimiz Eylül ayında “Kürt Siyasetinin Mor Rengi” isminde bir kitap yayınladı. Ağustos 2017 ve Şubat 2018 aralığında yazılan kitap, bu dönemde cezaevinde bulunan, yerel siyasette yer alan yahut milletvekilliği görevini yürüten kadınların anlatılarına dayanıyor. Kendisi de halen cezaevinde olan Kışanak, tutuklu bulunan 21 Kürt kadınına1 mektup aracılığıyla ulaşıyor, yasal siyasi parti faaliyetinde yer alan bu kadınların yanıtladığı bir dizi soru eşliğinde, Kürt siyasi hareketinde kadınların tuttuğu pozisyonun bir dökümünü sunuyor.

Kapitalizmin, siyaseti halksız icra edilen bir alan olarak tarif etmeyi denediği biliniyor. Kendi hakları uğruna mücadele etmesine göz yumulmayan emekçiler için, siyaset marjinal bir uğraş olarak resmedilirken, kadınlar söz konusu olduğunda bu eğilim derinleşiyor. Yaşamın pek çok alanında olduğu gibi siyasette de kadın yurttaşların temsili, erkeklerin çok gerisinde.

Yalnız Kışanak’ın kitabı değil, hareketinin yasal siyaset alanındaki deneyimine dayanan diğer veriler, örneğin kadın milletvekili ve belediye başkanlarının sayısı, kadınların siyasi temsilini kurallara dayalı önlemlerle geliştirme hamleleri; bu konuda özgün bir çaba olduğunu gösteriyor.

Bununla birlikte, kadınların özgürleşmesi üzerine yürüyen bir tartışmanın, sınıfsallığın belirleniminden kaçması mümkün değil. Bu nedenle Kürt siyasi hareketinin kadınları kapsama becerisi ve aldıkları yol, en nihayetinde sınıfsallığın gerçekliğinde sınanmaya mecbur. Okumakta olduğunuz yazıda, Kışanak’ın kitabından esinlenerek, bu yoklamaya ilişkin bir değerlendirme yapmayı deneyeceğiz.

Sınıfsallığın teslimi: Ulusal kurtuluş hareketinde kadınlar

Kadınların Kürt siyasetindeki temsilinin, kadının kurtuluşu yönünde atılacak tarihsel adımların neresinde durduğu hakkında kafa yormaya, en geniş anlamıyla Kürt siyasetinin bir ulusal hareket olduğunu, bu yanıyla sınıfsal açıdan burjuva karakter taşıdığını belirterek başlamak gerekiyor. Bir kopuş dinamiği olarak yola koyulan ulusal hareketlerin içinde yaşadığı koşullar, bu kopuşun var olacağı bölgenin ve hatta dünyadaki sınıflar mücadelesinin dengelerinden ayrı düşünülemez. Bugün sarsıldığını, yeni ve kararlı bir model kurmakta zorlandığını tartıştığımız emperyalist sistemin yaşadığı belirsizliğin şiddeti bir yana, 1991 sonrasında gelişen ulusal dinamiklere vurduğu damga silinmiş değil.

Sosyalizmin çözülüşünün ardından büyüyüp serpilen uluslaşma süreçlerinin tümü, hem ulusal burjuvazi hem de uluslararası sermayeyle ilişkileniyordu ve burada işçi sınıfının nefes alması mümkün değildi. Burjuvazi güçlü, emperyalist sistem belirleyen olduğu sürece, kadın özgürlüğünün sınırları da dar kalmaya, sermaye sınıfının ölçüleriyle hesaplanmaya mahkumdu.

Kışanak’ın kitabında hikayelerine yer verilen pek çok kadın, özellikle belediyecilik faaliyeti yürütenler, bölgelerinde kadınlar için atmış oldukları adımları, anlaşılır bir iyimserlikle anlatıyor. Belediyelerde istihdam edilen kadınlar, kadın danışma merkezlerinin açılması, kadın sağlığı hizmeti sunulması, bahsi geçen adımlardan bazıları. Bu sonuçlara karşı çıkmak, değersizleştirmeye çalışmak anlamsızdır ancak komünistleri asıl ilgilendiren geniş emekçi kadın kesimlerinin sorunlarına yanıt bulabilmektir.

Uluslaşma süreçlerinde kadınlar ağırlıklı olarak, ulusal projenin bir parçası, bir stratejik yönelimin sonucu olarak pozisyonlandırılırlar. Bir yanıyla modernleşmenin, medeniyetin temsilinin göstergesi, bir yandan da ulusal kültürün taşıyıcısı ve aktarıcısı, otantik olarak tarif edilebilecek roller üstlenirler; kadınların toplum içindeki eşitsiz konumunun kökeni tartışma konusu değildir. Ulusal topluluğun biyolojik yeniden üreticileri anneler olmanın yanı sıra, ideoloji üretiminde kültür aktaranlar, ekonomik, politik ve hatta askeri mücadelelerde ise doğrudan katılımcılar olurlar. Kürt uluslaşma sürecinde de bunun izleri farklı dönemlerde, farklı ağırlıklar taşıyacak şekilde görülür. Erken dönem Kürt modernleşmesi tartışmasını dışarıda bırakarak bir değerlendirmeye gidersek, 1980 sonrasındaki süreçte, hareketin temel metinlerinde kadın sorununa önemsenerek yer verildiği görülür.

Konu hakkında 80’li yıllarda yürüyen tartışmalarda “kadın ve aile sorunu” başlığı tercih edilir. Geleneksel aile ilişkilerinin tartışmaya açılması, “halk savaşı” evresi için kritik önemdedir. Çünkü bu ilişkilerin, kişileri mücadeleye katılmaktan alıkoyduğu düşünülmektedir. Bu tartışmanın sonuçlarının, 90’ların başında Kürt hareketinin askeri mücadele kadrosuna büyük kentlerden katılımın üzerinde ve hareketin kadın temsilinin değişmesinde etkili olduğu söylenebilir. 1993’te, örgütün “dağ kadrosu”nun üçte birini kadınların oluşturduğu bildirilmektedir2

Öte yandan, çok sayıda kayıp yaşayan bu hareketin, “anne” figürü de etkili bir sembol haline gelmiştir. Kışanak’ın kitabında yer verilen anlatılarda da, toplumsal bileşimde yeri erkekten sonra da gelse, “yaşlı ve saygın kadın”lardan sıkça söz edilmektedir. Elbette bu semboller bir abartı yahut hayal ürünü değildir ancak hane içindeki geleneksel rollere toplumsal ve politik anlamlar yüklendiği de görülebilir. Kürt coğrafyasında, kadınların aile içindeki geleneksel rol ve sorumluluklarından yola çıkarak harekete katılmaları, sokakta daha fazla görünür olmaları, tutuculuğun kimi basamaklarında yer yer kırılmalar yaratabilmiştir. Ancak bu köklü bir dönüşüm asla değildir ve bu örnekler dinci gericiliğin bölgedeki geniş etkisini sarsmamaktadır.

Gericiliğin gölgesinde kadın özgürleşmesi mümkün mü?

Yukarıda bahsedilen zayıflık, kitap boyunca, kadınların özgürleşme iddiasına dinci gericiliğe dönük bir körleşmenin eşlik etmesiyle kendini göstermektedir.

Örneğin Diyarbakır adaylığı açıklandığında kendisine dönük tepkilerden birini “Alevi kimliğim gündemde tutuldu”3 diyerek aktaran Kışanak, bunu “eril zihniyetin bahanesi” olarak nitelemekte, dinci gericiliği hedef göstermekten kaçınmaktadır.

21. yüzyılda, sosyalizmsiz dünyada, ulusal hareketlerin bir toplumsal kurtuluş modeli olarak sınırlarına işaret eden örneklerden bir diğeri şöyledir: “Seçim kampanyası döneminde AKP’ye yakın kişi ve gruplar ‘Bir kadın nasıl bu şehrin başkanı olur. Dinde bunun yeri yok’ diye kara propaganda yapıyorlardı. ben de halkın içinde aldım mikrofonu elime, çağrı yaptım. ‘Gelin bu konuyu tartışalım, bakalım Kuran-ı Kerim’de kadın yönetici olmaz diye bir ayet var mı? Tabii ki yok.’ Bunu her yerde açık açık konuştuk, anlattık.”4

Yine aynı kişi; “Hatta bazen taziyelerde Hz. Hatice, Hz.Ayşe ve Hz.Fatma örnekleri üzerinden, dinimizde kadının yerini ve önemini anlatıyordum. Kadının toplumdan dışlanmasının dinle alakasının olmadığını, hadislerden örnekler vererek izah ediyordum”5

Kadın sorunu dünyalı bir sorundur. Boşanmak isteyen kadının öldürülmesi de, aynı işi yapan kadının daha az ücretlendirilmesi de, şort giydiği için halk otobüsünde saldırıya uğraması da bu dünyaya ait sorunlardır ve bu haliyle tümüyle siyasi bir sorunu, inanç dünyasından referanslarla çözemezsiniz.

Halen milyonlarca kadının dinsel taassubun gölgesinde öldürüldüğü, köleleştirildiği, istismar edildiği bilinirken, Van Erciş Belediye Başkanı iken tutuklanan Diba Keskin’in sözleri, teolojinin alfabesiyle yazılan bir kurtuluş programını göstermekte, ulusal hareketin sınırlarına dikkat çekmektedir. Üstelik Keskin’in çözüm önerisi, laikliğe dönük de bir saldırıdır. Doğası gereği siyasetin alanına genişlemeye çalışan dinselliğe davetkar olunan her an, kadının kurtuluşu mücadelesinde geriye doğru adımlamak anlamına gelir. Kadın sorunu siyasetin alanındadır ve teolojiyle yolları ayrılmak zorundadır. Kadının kurtuluşu için laiklikte ısrar, kırmızı çizgidir.

Keskin, “aşiretleri benimsememeyi” haklarında yürütülen bir kara propaganda olarak nitelerken de, “Aşiret, toplumumuzun bir gerçeğidir, fakat aşiretçilik başka bir durumdur”6 derken de, aynı sınırlarda dolaşmaktadır. Bu kapsamın, emekçi kadınların özgürlüğü için vaadi, ne yazık ki bir belediye faaliyeti içinde dahi pek de gelişkin değildir.

Kitabın başlarında Kışanak, HDP dönemini çalışmasının kapsamı dışında bıraktığını vurgulamaktadır. Ancak kamuoyundan şeriatçı olduğu gerçeğini saklamayan Altan Tan’ın “taban hassasiyeti” gerekçe gösterilerek üç dönem üst üste milletvekili adayı gösterilebilmiş olması, seçim dönemlerinde kürsülerden okunan ayetler, yukarıda verilen örneklerden ayrı düşünülemez. Hareketin kadınların özgürlüğü için tarif ettiği yol, gericiliğin çıkmaz sokağına çıkmak zorunda kalmaktadır.

Eş başkanlık tartışması

Kitabın dikkat çeken yönlerinden birini de, 2014 yılında siyasi partiler yasasına giren, belediyeler nezdinde ise fiili olarak uygulanan eş başkanlık sistemine dönük vurgular oluşturuyor.

“Eşbaşkanlık bir kadın ile bir erkeğin belediye başkanlığı görevini -iktidarı- paylaşmaları değildir. Eşbaşkanlığı, kadın bakış açısının yerel yönetimlere yön vermesi ve kentlerimizin, yaşam alanlarımızın toplumsal cinsiyet eşitliği hedefine göre yönetilmesi amacıyla, eşit temsiliyet ve kolektif yönetim anlayışının hayata geçirilmesi olarak tanımlayabiliriz.”7

Kışanak’a ait bu tanım, bir kadına “eş” iddiasıyla verilen pozisyonun alanının, cinsiyet eşitliği hedefine daraltıldığını gösteriyor. İlgili tanımı takip eden bir başka örnek, ilerleyen sayfalarda yine Kışanak’ın kaleminde şöyle yer buluyor:

“Eşbaşkanlık uygulaması özellikle uluslararası alanda ilgiyle karşılanıyordu. İsveç’ten bir heyet gelmişti Diyarbakır’a. Heyeti iki eşbaşkan birlikte kabul ettik. Türkiye’deki siyasal gelişmelere, partimizin politikalarına dair kısa bir konuşma yaptıktan sonra sözü Selahattin Başkan’a bıraktım. Selahattin Başkan, biraz uzun bir değerlendirme yaptı. Heyet adına söz alan bir kadın politikacı, “Eşbaşkanlık var diyorsunuz, neden konuşma süresini eşit paylaşmadınız” dedi. Kadınların söz hakkı ve eşit temsiliyet önemli konulardı. Bu açıdan bakıldığında haklılık payı vardı. Ama her şeyi “pay ederek” ortak bir yönetim anlayışı geliştirilemezdi. Asıl önemli olan demokratik bir zihinsel dönüşüm yaşanması ve kadın örgütünün toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifini koruyacak kadar güçlü olmasıydı. Eşbaşkanlık da ancak böyle bir zeminde rolünü oynayabilirdi.”8

Konuşma süresinin eşitsizliğinden Kışanak’ın da huzursuz olduğu görülüyor ancak kadın eş başkandan beklenenin yalnızca kadınlarla ilişkili rollere dönük hassasiyet olduğu, bu ifadelerle tescilleniyor. Bu beklentinin alanının, aksi iddiayla yola çıkılsa da bir cinsiyetçilik kıskacında olduğunu görmek güç değil. Oysa ne iktidarı paylaşmakta ne de kadınlıkla ilgili alanlar dışındaki üretimin bileşeni olmakta bir kötülük bulunuyor. Doğru olan, kadınların ve erkeklerin, kadının ikincilleştirilmesine karşı mücadele ederken eşit hassasiyetler gösterdiği bütüncül bir düşünsel dönüşümün hedeflenmesi ve toplumsal alanı ilgilendiren diğer tüm konularda da eşit bir gelişkinlik gösterme arayışının kollanması. Bunun dışındaki tüm modeller eksik ve hatta cinsiyetçi kalıyor.

Emperyalizmin gölgesi kadınların üzerinde: Sınıfsız çıkar birliği

Yukarıda vurguladığımız üzere, Kürt hareketinin 90’lı yıllarla birlikte yaşadığı dönüşüm, emperyalist kapitalist sistemde aldığı pozisyon dışlanarak düşünülemez. Örneğin Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile girdiği ilişkiye, Kürt coğrafyasında yürüyen uluslararası kurum kaynaklı fon temelli faaliyetler eşlik etmiştir. Bu etkileşim, kadın çalışmaları alanı açısından yer yer elverişli bir ortam yaratabilmiştir. Ancak bu model, mikro düzeyde zaferler hedeflemekte, eşitlik tartışmasını sınıfsallık bağlamından kaçırmakta hatta dokunduğu tüm alanlara, sınıfsal çelişkinin ortadan kalktığı bir çıkar birliğinin savunulabileceği fikrinin izlerini bırakmaktadır. Mevcut ideolojik salgının izleri elbette ilgili coğrafyaya özgü değildir, burada yürütülen projelerde büyük kentlerdeki sivil toplum kuruluşlarının, büyük üniversitelerin eli vardır ve “sınıfsız çıkar birliği” kavrayışı, kadının kurtuluşu için verilecek mücadelenin üzerine tüm gölgesiyle düşmektedir.

Burjuvazinin ilericilik barutunu tükettiği ve sosyalizmin bir güç olmadığı bu çağda, bir ulusal hareketin ufku bellidir. Devrimci bir kurtuluş hareketine dönüşemediği ölçüde, ki Kürt ulusal hareketinin böyle bir iddiası yoktur, kadınların kurtuluşu için de zemin kaygan, ufuk dardır. Düzen değişikliği iddiasının olmadığı her yerde, kapitalizmin yasaları nedeniyle ekonomik çöküntü ve yoksulluk derinleşecek, bu yasalar yine en çok kadınların yaşam koşullarını güçleştirecek, en çok onları esir alacaktır.

Birbirinden tümüyle farklı olan ulusal ve sınıfsal hareketin değiştirebileceği alanlar konusunda soğukkanlı kalındığı sürece, ölçülü bir gözlem mümkündür. Bu sakinlik, emperyalizmin bölgede fonlar eliyle yürüttüğü projelere karşı temkinli olmadığımız anlamına gelmemektedir.

Elbette ki bir ulusal hareket, Kışanak’ın kitabında gördüğümüz örneklerde olduğu üzere, kadınların refahı için lokal etkiler yaratabilir ve küçük zaferler kazanabilir ancak kadının kurtuluşu için sınıf mücadelesinin zorunluluğuna itiraz etmek ve sınıfsız çıkar birliğinden dem vurmak, izin vermeyeceğimiz bir yönelim olmak zorundadır.

Figen Yüksekdağ’ın ‘sınıf’la hesaplaşması

Kitaptaki bölümlerden biri de, HDP Eş Genel Başkanı iken, 4 Kasım 2016’da tutuklanan Figen Yüksekdağ’a ait. Bilindiği üzere Yüksekdağ, öncesinde Ezilenlerin Sosyalist Partisi’nin genel başkanlığını yürütüyordu.

Yüksekdağ kitapta şöyle diyor; “Sonuçta toplumsal mücadele ve devrimleri, salt sınıflardan ibaret gören, ötekileştirilen cins olarak kadının tarihte ilk köleleştirilen, sınıflandırılan toplumun yarısı olduğunu, yüzeysel bir kabulün ötesinde, dikkate almayan ve bana göre okuduğu sosyalizm teorisini de kendine göre eğip büken bir erkek egemen yaklaşım, maalesef bizi uzun süre yönetti.”9

Sosyalist bir siyasetçi olarak anılan Yüksekdağ, işçi sınıfına düşman bir sınıfın temsilcisi ile, Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Cansen Başaran’la el sıkışarak verdiği talihsiz görüntünün bir benzerini de, devrim ve sınıflar ilişkisine dönük tutumuyla sergiliyor. 22 kadın yazarlı bu kitapta, sosyalizmin teorik temeline ya da mirasına ilişkin bozucu bir tarif, kendisini muhafazakar olarak niteleyenler dahil, sosyalist bir gelenekten geldiği varsayılan Figen hanım dışında kimse tarafından yapılmıyor. Devrimi sınıflardan ibaret görmemek, işçi sınıfında ısrarın kadını dışladığını varsaymak ve TÜSİAD buluşmasının beraberliği, talihsiz serüvenler dizisi olarak nitelenmeyecekse, ne yazık ki bir tercih gibi görünüyor.

Peki AB pazarlıklarının, ABD ortaklıklarının, emperyalist kurumların onayını kollamanın, patronlarla tokalaşmanın solun içine doğru meşruiyetini kim sağlayabilirdi ki? Solculuğun hafızasını silmenin, solun değerleri içinde gayrı meşru olan ne varsa biraz süslemenin ve “zararı yok” demenin öznesi, solculuğun topraklarında büyüyenler olabilirdi. Figen Yüksekdağ’ın sözleri, hakkıyla yerine getirilen bir görevin, değinmeden geçilemeyecek kadın sorunu bahsinde de icrası anlamına geliyor olmalı.

Bir kitabın ve kadının kurtuluşuna dair fikrin sonu

Ulusal hareketlerin, dünya devrim sürecinin önemli halkası olmayı bırakmasının üzerinden epey zaman geçti. Kürt siyasetinin yükselişi ve işçi sınıfının durumunun iyileşmesi arasında en ufak bir ilişkinin dahi gözlenemiyor oluşu da bunu gösteriyor. Üstelik ulusal hareketin kendisi, bir ulusun sorunlarını da çare olmuyor çünkü kapitalizmde ulusal sorunun nihai çözümü yok.

Kadının kurtuluşu için, emperyalizmin gölgesinde, sınıfsız çağrışımlarla donatılmış bir çözüm tarifinin bu düzen için makbul ve memnuniyet verici olduğunu söylemek güç değil. Ancak milliyetçiliğin, liberalizmin ve gericiliğin kafa kafaya verdiği bir modelde; kadınların lehine bir gelecek görünmüyor. Kışanak’ın öncülüğüyle hazırlanan kitapta okuduklarımız, hiçbir geçerli sebebe dayanmadan tutsak edilen kadınların öyküleri de, bu gerçeği değiştirmek bir yana, bu çözümsüzlüğe kanıt sunuyor.

Dipnotlar

Kışanak kitapta “Kürt kadınlar” diyerek genel bir tanımlama kullandığını ancak kitabın, HEP ile başlayan siyasi geleneği sürdüren partilerde yer alan kadınların deneyimleriyle sınırlı olduğunu belirtiyor.

Ali Nahit Özcan; PKK (Kürdistan İşçi Partisi) Tarihi, İdeolojisi, Yöntemi, ASAM, 1999, s. 160..

Gültan Kışanak, Kürt Siyasetinin Mor Rengi, Dipnot Yayınları, 2018, s. 195.

Gültan Kışanak, a.g.e., s. 102.

Gültan Kışanak, a.g.e., s. 105.demektedir.

Gültan Kışanak, a.g.e., s. 104.

Gültan Kışanak, a.g.e., s. 47.

Gültan Kışanak, a.g.e., s. 194.

Gültan Kışanak, a.g.e., s. 160.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.