Header Ads

Header ADS

KATEGORİ VE KAVRAMLAR ÜZERİNE MARKSİST-LENİNİST ÖĞRETİ

26 Temmuz – 9 Kasım 1996
İ. Okçuoğlu

Bir Deneme:

Marksizm’de Kategori ve Kavramların Yeri, Kavramların Dili

MARKSİZM-LENİNİZMDE KATEGORİ VE KAVRAMIN YERİ

Ülkemizde gelişen devrimci mücadelenin bir dizi eksik ve hatalı yöneliminin varlığı ve bunun mücadeleyi teoride ve pratikte olumsuz etkilemesi tartışma götürmez bir gerçektir. Kendisine devrimciyim, Marksist-Leninistim diyen her bir anlayış, bu gerçeği kendisi açısından şu veya bu şekilde görmektedir.

Bunun ötesinde hepimizi etkisi altına alan genel bir teorik umursamazlık söz konusudur. Bu umursamazlık, Marksist terminolojiyi yanlış kullanma boyutlarına varmıştır. Birçok şeyi; örneğin kategori ve kavramı, yanlış kullanmaya o denli alışmışız ki, doğrusunu yanlış sanıyoruz. Yanlışlar düpedüz doğru olmuş. Bunun böyle olmasının önemli bir kaç nedeni vardır:

a) Çevirilerdeki hatalar.

b)Teoriyi önemsememek ya da genel vurdumduymazlık ve şablonculuk.

Burada kategori ve kavramın Marksizmdeki yerini/anlamını anlatmaya çalışacağız ve bazı çeviri hatalarına dikkati çekeceğiz. Daha sonra kavram ve kategorilerin nasıl yanlış kullanıldıklarını örneklerle göstereceğiz.

Kategori ve kavramları burada başlı başına bir konu olarak ele almadığımı, konuyu ilgilendirdiği oranda ele aldığımı belirteyim. Dolayısıyla burada kavram ve kategori hakkında söyleyeceklerim oldukça geneldir.

I- MARKSİZMDE KATEGORİ VE KAVRAMIN YERİ

1-Kavrayışın ve pratiğin dayanak noktaları olarak kategori ve kavramlar

Tartışmasız kabul ettiğimiz olgu şu:Kategoriler ve kavramlar doğayı yeniden şekillendirme –ki bu fiili bir gelişmedir– ve kavrama sürecinde oluşurlar. Kategoriler ve kavramlar, insanların kavrayış faaliyetinin veya hareketinin birer aracıdırlar. Bu olguyu, tartışmasız bir gerçek yapan nedir? Bu sorunun cevabını kavrama sürecinin gelişme seyrinde görüyoruz.

İnsanların doğa hakkında kapsamlı ve derin bilgiye sahip olmaları, böylelikle doğa üzerinde etkide bulunmaları, doğanın olanaklarının (güçlerinin) insanın varlığını sürdürebilmesi için kaçınılmaz olan gereksinimlerine tabi kılınması, işte bu kavrayışın veya bilinçlenmenin (bilinçliliğin) amacıdır.
Bilinçlenme veya kavrayış oldukça karmaşık bir süreçtir. Ama bütün karmaşıklığına rağmen bu süreci birbirini takip eden –tamamlayan– iki aşamada toplarız.
a)Duyumsal kavrayış
b)Teorik düşünme.


a) Duyumsal kavrayış aşaması:

Bu, insanın bütün –beş– duyum organlarıyla pasif değil aktif-canlı; pratik faaliyet içindeki gözlemidir. Doğadaki ve de toplumdaki süreçleri ve gelişmeleri salt bu şekilde gözlemlemekle en fazlasıyla gerekli materyaller toplanmış olur, ama bu materyallere dayanarak gerçek üzerine derin bir bilgiye sahip olmak henüz söz konusu değildir. Bu aşamada; canlı gözlem, bilimsel-gerçek kavrayışın bir önkoşulunu oluşturur.

Duyumsal kavrayış aşamasında nesneler üzerine doğadaki ve toplumdaki süreçler ve gelişmeler üzerine önemli bilgiler elde etmiş oluruz. Ama bu bilgiler/veriler yüzeyseldir, gözlemlenenin yüzeyindeki gelişmeler hakkındaki bilgilerdir. Dolayısıyla kavrayış sürecinin bu aşamasında yani duyumsal kavrayış sürecinde önemli olanla önemli olmayan, zorunlu olanla tesadüfi olan, genel olanla münferit olan arasında bir ayrım koyacak durumda olamayız. Bilincin veya kavrayışın (idrakin) amacı bu ayrımı/farkı koymaktır. Aksi takdirde insanın doğayı, onun yasalarını tanıması ve onu kendine tabi kılması bir hayaldir.

b)Teorik düşünme aşaması:

İlk aşamada, duyum organlarımız vasıtasıyla elde ettiğimiz materyali belli bir düzene sokmak, oradaki yüzeysel görünümlerinin altındaki gerçeği; özü, zorunluluğu; nedenselliği, belli bir yasaya uygunluğu bulup çıkartmak için (bilince çıkartmak için) kavrayış süreci devam ettirilir ve yeni kavrayış araçlarıyla bir üst aşamaya çıkartılır. Bu üst aşamayı veya kavrayış/bilinçlenme sürecinin ikinci aşamasını soyutlama ve genelleme oluşturur. Böylelikle soyutlama ve genelleme teorik düşüncenin araçları olurlar.

Bilinç, beynin bir ürünüdür, bir fonksiyonudur, yüksek derecede örgütlenmiş madde olarak beyin, bilincin, düşünmenin organıdır. Beynin –tabii ki burada söz konusu olan, insan beynidir– soyutlama ve genelleme faaliyeti ile objektif dünyanın yasaları keşfedilir.

Nesnelerin içte gizli kalan, öze tekabül eden bağları, ilişkileri açığa çıkartılır. Soyutlama ve genelleme, kavrayışın oldukça etkili birer aracıdırlar. Soyutlamayla doğada ve toplumda süreçlerdeki ve gelişmelerdeki önemli olan ile önemli olmayan, zorunlu olan ile tesadüfi (rastlantı) olanı ayrıştırırız. Genelleme de bize nesnelerin ve görünümlerin (gelişmelerin) iç temel ve bağını, nedenini ve yasasını ve bütünselliklerini ortaya çıkartmamıza olanak sağlar. Genelleme olmaksızın bilimsel kavrayış da olmaz.

Genellemenin sonuçları tespit edilir (saptanır). Bunlar anlamlarını kavramlarda, kategorilerde, yasalarda vs. bulurlar. Örneklersek; kavram olarak “devrim”de, onun esas ve özgül içeriği genelleştirilmiştir. Kavram olarak “işçi sınıfı” veya “burjuvazi”de bu sınıfların esas ve özgül yönleri, bu sınıfların her birini bir diğeri karşısında karakterize eden özellikleri genelleştirilmiştir. Kavram olarak “insan”da, bütün insanlara özgül ne varsa onların hepsi genelleştirilmiştir.

Demek oluyor ki, kategoriler ve kavramlar, insanın soyutlama ve genelleştirme faaliyetinin sonucudur. Kavram ve kategoriler, bilince çıkartılanların ifade formlarıdırlar. Kavram ve kategoriler, kavrayışındüğüm noktalarıdır. Çünkü kavram ve kategoriler, nesnelerin doğadaki ve toplumdaki süreçlerin, gelişmelerin en önemli ve esasa özgü yönlerini ifade ederler.

Kavram ve kategorilerde, insanın (düşüncesinin) objektif dünyayı hangi ölçüde özümlediğini görürüz. Çünkü kavram ve kategoriler, insan düşüncesinin kazanımlarını, objektif dünyanın özüne sızma derecesini, bu alandaki ilerleyişini ifade ederler. Yanıltıcı olmayalım; kavram ve kategoriler, salt safi düşüncenin ürünü değildirler. Kavram ve kategoriler, insanın sadece teorik değil, aynı zamanda pratik faaliyetinin de ürünleridir. Dolayısıyla; insanın pratiği ne denli kapsamlı/derin; zengin olursa, insanın pratiğindeki teknoloji ne denli yüksek seviyede olursa, doğadaki ve toplumdaki gelişmelerin özüne inmek, onların iç bağlarını; en önemli bağlarını ortaya çıkarmak daha çok olanaklı olur ve böylece yeni ve daha derin anlamlı kategori ve kavramlar oluşturulur veya söz konusu alandaki kavram ve kategoriler daha da kapsamlaşırlar; yani söz konusu olayın içeriği, özü kategori ve kavramlarla daha kapsamlı olarak tanımlanabilir. İlkel toplumdaki insanın, kendini doğa güçlerine tabi kılma sürecinden bugüne gelen gelişmesi; doğaya tabi olmaktan, onu kendine tabi kılması, onun bilinçlenmesinin ve bunu da bir dizi kavram ve kategorilerle ifade etmesinin sürecidir. Öyle ki, insan, doğa yasalarını, o objektif yasaları, tanımak ve kendi çıkarı için onlardan yararlanmak durumuna çoktan gelmiştir. Yasalar ise; ister toplumda isterse de doğada olsun, ancak ve ancak kategori ve kavramların yardımıyla tanımlanabilirler. Bu anlamda Lenin şöyle der:

“…kategoriler, … dünyanın kavranmasının aşamalarıdır, ağdaki düğüm noktalarıdır; bu noktalar ağı kavramaya ve ona hakim olmaya yardımcı olurlar.” (Lenin; “Aus dem Philosophischen Nachlass”, Dietz Verlag Berlin, 1958, s. 97)

Kategorilerin ve kavramların oluşmasına götüren yol, uzun ve karmaşıktır: Bu yolda; veya bu süreçte kavrayış ve pratik iç içe geçmişlerdir, kaynaşmışlardır. Pratikten kastedilen, özellikle üretim faaliyetidir. Kısacası, kategori ve kavramların oluşumunun temel ve çıkış noktası pratiktir. Öyleyse; bir kategoriyi teorik olarak formüle etmeden, bir kavramı bilimsel olarak formüle etmeden önce, objektif gerçeklik sürecinde; dünyanın fiilen özümlenmesi sürecinde uzun ve karmaşık bir yolun/mesafenin kat edilmesi gereklidir.

Kavram ve kategorilerin içerikleri objektiftir. Çünkü onlar gerçek dünyayı, kendi (dünyaya) özgü bağlamlarıyla yansıtırlar. Yani kavram ve kategoriler, objektif dünyanın fotoğrafıdırlar.

Kategori ve kavramlar tarihi bir karakter taşırlar. Onlar tarihi koşulların ürünüdürler; insanlığın pratik faaliyetinin ve kavrama faaliyetinin, tarihi gelişme seyri içinde doğarlar.

Kategori ve kavramların tarihi bir karakter taşımaları, maddi koşulları doğduğunda yeni kavram ve kategorilerin oluşturulacağı anlamına geldiği gibi, yine maddi koşulları doğarsa mevcut kavram ve kategorilerin gelişecekleri ve değişime uğrayacakları anlamına da gelmektedir. Öyle ki, bu gelişim ve değişim sürecinde birtakım kavram ve kategoriler –insanın kavrayış ve pratik faaliyetinin seyri içinde– daha fazla anlamlı, daha belirgin anlamlı olurlar.
Demek oluyor ki, kavram ve kategorilerin gelişmesi, tamamen, kavrayışın genel bir yasasına tabidir. Bu yasa, insan bilgisinin; bilinçlenmenin görece gerçeklerden geçerek mutlak gerçeğe doğru gelişme yasasıdır. Böylelikle veya bu süreç içinde idrakin gelişmesinin her bir yeni tarihi aşaması kavram ve kategorilerimizi daha da somutlaştırır, derinleştirir ve bunların her biri görece gerçekleri ifade ederler ve her bir kavram ve kategori, mutlak gerçeğe doğru kat edilen yolun ileri aşamalarını oluşturur.
Görüyoruz ki, kavram ve kategoriler, kavrayışımızın dayanak noktalarıdır. Biz onları, gerçeğin doğru tanımlanması ve kavranması için dayanak noktaları olarak kullanırız. Pratiğimizi belirleyen düşüncelerin her biri, ifadelerini belli yasalarda, kavramlarda ve kategorilerde bulur. O halde; kendini kavram ve kategorilerde, teorilerde ve yasalarda (kavram ve kategoriler için söylediklerimiz teori, yasa, hipotez, düşünce vs. için de geçerlidir) ifade eden siyasi düşüncemiz yanlış ise bizim pratiğimiz de yanlış olur veya bizi yanlış faaliyete sürükler.

2) Materyalist diyalektikte gelişme ve değişmenin kategori ve kavramları

Her bir bilim dalının kendine özgü kavram ve kategorileri vardır. Örneğin, politik ekonomi biliminde “meta”, “para”, “işgücü”, “emek”, “artı değer” vs. fizikte “ışık”, “kitle” vs. Söz konusu her bir bilim için temel olan kavramlar, o bilim dalının kategorileri olarak adlandırılırlar.

Her bir bilim dalının kendine özgü kavram ve kategorileri felsefede kullanılan (felsefi) kavram ve kategorilerden ayırt edilmelidir. Çünkü birinci durumdaki kavram ve kategoriler özgün iken, ikinci durumdakiler (felsefi) geneldirler: Felsefede kategoriler (buna materyalist diyalektiğin kategorileri de dahildir) oldukça genel karakterde olan kavramlardır. Felsefede kategoriler, doğada ve toplumda her bir sürecin, her bir hareketin yönlerini ve iç bağlamlarını genelleştirirler. Örneğin; içerik, biçim, çelişki, nicelik, nitelik, ölçü vs. Bunlar materyalist diyalektiğin kategorilerinden sadece bazılarıdır.

İster tek tek bilim dallarına özgü kavram ve kategoriler olsun, isterse de felsefede kavram ve kategoriler olsun, bunların hepsi –yukarıda belirttiğimiz gibi– tarihi karakter taşırlar. Yani bunlar, ister özgül, isterse de en genel karakterli olsunlar, süreç içinde; insan bilgisinin, bilincinin gelişmesine paralel olarak gelişmişlerdir. İnsanlık tarihi veya insanlığın bilgilenme tarihi, aynı zamanda kategori ve kavramların gelişme tarihidir.

Objektif dünya, sadece, insan bilincinden bağımsız oluşuyla tanımlanamaz. Bu, sorunun bir yönüdür. Sorunun diğer yönü de, objektif dünyanın sürekli hareket ve değişim içinde olduğudur. O halde burada söz konusu olan, objektif dünyanın sürekli gelişme ve değişim içinde insan iradesinden bağımsız olarak var olmasıdır. Her an, insan iradesinden bağımsız olarak objektif dünyada bir şeyler ölüyor, eskiyor, bir şeyler doğuyor vs. Dünyanın bu şekilde kavranışı; gelişen ve değişen-hareket içinde olan dünya olarak kavranışı, diyalektik materyalizm ile metafizik materyalizm (idealist dünya görüşü-felsefe) arasındaki temel farklılıktır.

Demek oluyor ki, objektif dünya gelişme ve değişim içindeyse ve kavram ve kategoriler de objektif gerçeği yansıtıyorlarsa; yani gelişen ve değişen dünyanın her bir gelişim ve değişimini yansıtıyorlarsa, onlar da –kavram ve kategoriler de– gelişim ve değişim içindedirler. Aksi takdirde gelişen gerçekliği; değişen objektif dünyayı; değişen ve gelişen-hareket içinde olan doğa ve toplumu değişimleri, gelişmeleri ve hareketleri içinde yansıtamazlar. Buna göre, sadece değişen, gelişen kategori ve kavramlar, hareketli-akıcı kavram ve kategorilerle teçhizatlanmış bir düşünce, gelişen gerçekliği doğru olarak yansıtır. Marks şöyle diyor:

“… Maddi üretim biçimlerine tekabül eden sosyal ilişkileri üreten insanların düşünce ve kategorileri,yani tam da bu sosyal ilişkilerin soyut ideal ifadesini de üretirler. Öyleyse kategoriler, ifade ettikleri ilişkiler ne kadar ebedi iseler, o kadar ebedidirler. Onlar, tarihi ve geçici ürünlerdir.” (K. Marks, P.W. Annenkov’a Mektup, 28 Aralık 1846, Felsefenin Sefaleti, s. 15, Alm.)

Marks’ın kapitalist üretim biçimini analiz edişine baktığımızda, diğer şeylerin yanı sıra şunu da görürüz: Marks tarafından formüle edilen her bir ekonomik kategori ve kavram, belli tarihi bir ilişkiyi, olguyu ifade eder. Ve toplumsal ilişkilerdeki her bir hareket ve değişim, kategori ve kavramlara da yansır. Yani kategori ve kavramlardaki hareket, karşılıklı etki ve birbirlerinin yerini alma; bir kavram ve kategorinin diğer bir kavram ve kategoriye dönüşmesi toplumsal ilişkilerdeki hareket ve değişimi yansıtırlar.

Kavram ve kategorilerin diyalektiği şöyledir: Her bir kavram ve kategori ve bunların bütünü, objektif dünyanın (doğa ve toplumda) her bir görünümünün/yansımasının bağlam ve karşılıklı bağımlılığını yansıtır, açığa çıkartır, fotoğrafını çeker. Kavram ve kategorilerin bu özelliği; diyalektiği dikkate alınmazsa objektif dünya; gerçeklik kavranamaz.

Kısaca belirtmek gerekir ki, kavram ve kategorilerin tarihi, felsefe ve bilimlerin gelişme tarihidir. Felsefenin gelişme tarihini, akımlarını incelemek, aynı zamanda kategorilerin ve kavramların tarihini de incelemek anlamına gelir. Her bir filozof kavram ve kategorileri felsefe anlayışına göre tanımlamıştır.

3-Kavram ve kategorilerin somut kullanımı

Bilimsel kavrayış ve teori ile pratiğin sıkı bağı açısından, kavram ve kategorilerin somut kullanımı, zorunlu bir önkoşuldur. Yanlış; soyut kullanım bizi yanlış sonuçlara; teori ve pratiğe götürür ve biz bunu Türkiye sınıf mücadelesi pratiğinde görüyoruz.

Kavram ve kategoriler, somut, belli bir durum, gelişme üzerine kullanıldıklarında veyasomutlaştırıldıklarında kavrayış ve pratiğin dayanak noktaları olabilirler. Dolayısıyla kavram ve kategorilerin somut kullanım sorunu, aynı zamanda teorinin pratik ile bağı sorunudur. Kavram ve kategoriler üzerine bilgi sahibi olmak veya diyalektiğin kategorilerini çok iyi tanımak, teorinin pratik ile bağlam birliği için bir garanti değildir. Biz, kavram ve kategorileri gerçekten çok iyi tanıyabiliriz, bilebiliriz, ama onları, analizin, somut gelişmelerin/süreçlerin araçları olarak kullanamazsak çok kolayca-belki de farkına varmadan canlı pratikten kopmuş oluruz. Bu kopuş bizi, kendimize özgü bir hayal dünyası kurmaya götürür ve biz o dünyada gerçekleri değil, görmek istediğimizi görürüz. Bu oldukça nostaljik bir dünyadır”.

Bu bölüm kısaltılarak Proleter Doğrultu’da yayınlandı: Sayı 12, Eylül-Ekim 1997.

Makalenin ikinci bölümü


II- TÜRKİYE DEVRİMCİ PRATİĞİNDE KATEGORİ VE KAVRAMLARIN AKIBETİ
VE SİYASİ-PRATİK SONUÇLARI


Kategori ve kavram genellikle eş anlamlı kullanılan kelimelerdir. Ama bu, bunlar arasında belli bir farklılığın olmadığı anlamına gelmez. Öyle sıradan kavramlar vardır ki, bunlar kategori olarak tanımlanamazlar. Örnek; insan, eşek, at, makine, ağaç vs. Nesnel gerçekliğin en genel ve en esasa özgü yönlerini, nesnelerin en önemli bağlam ve ilişkilerini yansıtan temel kavramlara kategori denir veya temel tanımlamalara, kategori ve kavram denir.
Çeviri hatalarıyla başlayalım.


1) “Gerçek” Dergisi ve “Çeviri”ler

Yanlış anlaşılmak istemiyorum: Türkçe’ye çevrilmiş bütün Marksist-leninist kitapları gözden geçirmedim ve hiçbirini aslı ile (hangi lisandan çevrildiyse o lisan ile) karşılaştırarak okumadım da. Benim yaptığım, bazı çalışmalarda gerekli olan alıntıları için, Türkçe’ye çevirme tembelliğinden dolayı, Türkçe’ye çevrilmişlerden yararlanmak oldu. İşte bunu yaparken söz konusu “çeviri”lerle karşılaştım. Üzerinde durduğum, şu veya bu kelimenin yanlış çevrilmesi değil. Bunu hiç dikkate almadım. Söz konusu olan, anlayış. Marksist anlayışın, kavram ve kategorilerin, çevirmenin Marksizmi anlamamasından veya da kasıtlı amacından dolayı Türkçe’ye yanlış çevrildiğini sanıyorum.

Böylesi rastlantıların en önemlilerini burada ele alacağım.
Emeğin değeri var mı?
Bu konuda Marks, şöyle diyor:
“Burjuva toplumun görünüşünde, işçinin ücreti, emeğinin fiyatı olarak, belli bir miktarda emek için ödenen belli miktarda para olarak görünür. Böylece, herkes, emeğin değerinden söz eder ve bunun para olarak ifadesine onun gerekli ya da doğal fiyatı der. Öte yandan, emeğin pazar fiyatından, yani onun doğal fiyatının üstünde ya da altında oynamalar gösteren fiyatlarından söz ederler.

Ama bir metanın değeri nedir?Üretimi için harcanmış olan toplumsal işin (veya çalışmanın, –bn

Ve emeğin, pazarda bir meta olarak satılması için her halükarda satılmadan önce var olması gerekir. Eğer işçi, emeğine bağımsız bir varlık verebilseydi, o, emek değil, meta satmış olurdu.

Pazarda, para sahibiyle doğrudan doğruya yüz yüze gelen aslında emek değil, işçidir. Sonuncusunun (işçinin –çn.) sattığı, kendi işgücüdür. Onun çalışması fiilen başlayınca, o, ona ait olmaktan çıkmıştır ve artık onun tarafından satılamaz. Emek, değerin özü ve içsel ölçüsüdür, ama kendisinin değeri yoktur…

Klasik politik ekonomi, ‘emeğin fiyatı’ kategorisini, sonra, bu fiyat nasıl tespit edilir diye sormak için, fazla eleştirmeden günlük yaşamdan almıştır… Politik ekonominin emeğin değeri diye adlandırdığı şey, gerçekte, işçinin kişiliğinde var olan… işgücünün değeridir…” (Kapital, C. 1, s. 557-561, Alm., Türkçe s. 547-551, Sol Yayınları, Çeviren Alaattin Bilgi, A. Bilgi’nin çevirisinin bazı yerlerini değiştirdik.)

Burada, şimdilik, tespit etmekle yetineceğimiz nokta şu: Emeğin değeri yok, ama değer yaratıyor. Değeri olan, işgücüdür.

Şimdi bir de, Marks’ın bu önemli tespitinin ne hallere sokulduğuna bakalım:

“Evrensel” gazetesinden:
Marks ve bir fotoğrafın yorumu:
15 Temmuz 1996 tarihli “Evrensel” gazetesinde başının üstünde tuğla taşıyan bir Hintli çocuğun resmine yer verilir. Resmin sol tarafında “..çocuklar, okul masraflarını karşılamak için emeklerini satıyorlar” (aç. İ.O.) diye yazılmış. Resmin altına da “Çocuk emeği özellikle Asya ülkelerinde yoğunsömürüye (aç. İ.O.) maruz kalıyor” açıklaması yapılıyor.

Soralım:
Bu çocuk ne satıyor? Emeğini mi, tuğlayı mı?Yoksa işgücünü mü?

“Evrensel” gazetesine göre;
–Emeklerini satıyorlar.
–Çocuk emeği… sömürüye maruz kalıyor.
–Emeğin değeri vardır (satıldığına göre!)

Marks‘a göre;
–Satılan, emek değil, işgücüdür.
– Sömürülen, emek değil, işgücüdür.
– Emeğin değeri yoktur.

Bu çocuk ne satıyor? “Evrensel”e göre emeğini satıyor. Yani Marks’ın değeri yok dediği şeyi satıyor.
Marks’a göre ise bu çocuk tuğla satıyor. Çünkü tuğla, çalışma süreci içinde harcanan işin sonucunda oluşan bir metadır. Bu meta, aynı zamanda, harcanmış işi ifade eden emeği de içerir. Yani burada kapitalist, çocuğun işgücünü satın almış ve satın alınan bu işgücü, işlevi sürecinde; çalışma sürecinde –artık işçiye ait olmadığı ve dolayısıyla da değerinin olmadığı bu süreçte– bir değer yaratıyor. Bu değer de ifadesini tuğlada buluyor.

Sonuç itibariyle:
“Evrensel”e göre “emeğini satan” çocuk, Marks’a göre tuğla satmış oluyor.
Görüyoruz ki “Evrensel”, Marks’ı Marks olmaktan çıkartıyor. Marksist bir teoriyi, kategoriyi ihlal ediyor.

“Özgürlük Dünyası”dan:

“Evrensel” ile başladık “Özgürlük Dünyası” (ÖD) ile devam edelim. Seçici olmamıza gerek yok. Ekonomi üzerine bir yazının yer aldığı herhangi bir ÖD sayısı yeter. Örneğin 82. Sayı (Nisan-Mayıs 1996). Bu sayıda yer alan “Kapitalist Üretim, Proletaryanın Tarihsel Eylemi ve Toplumsal Kurtuluş” başlığını taşıyan yazıda “döktürülen incilere” bir bakalım.

ÖD‘den:
–“Emeğin serbest alım-satımı, emeğin “özgürlüğü”nü ifade eder”. (s. 26).
–“… emek, işçi için geçinme aracından başka bir şey değildir”. (s. 29).
–“Emeğin değişim değeri emeğin ürününün değişim değerinden daha azdır”. (s. 31)
–“Sermaye ancak ücretli emek yaratarak çoğalabildiği gibi…” (s. 32).
–“Demek ki değerin kaynağı emektir…” s. 32).
– “Onun (emeğin- İ.O.) ölçü birimi zamanıdır”. (s. 32).
– “Emeğin kendisi bir metadır; ama o herhangi bir meta değil, değer yaratan metadır ve satın alınmasının nedeni, potansiyel olarak içerdiği değerlerinden ötürüdür”. (s. 32).
–“Bir metaya harcanmış emek büyüklüğü, yani emek gücü miktarı… ne kadar büyükse kapitalistin karı da o kadar büyük olur”. (s. 34).
– “Emeğin doğal fiyatı asgari ücrettir”. (s. 35).
–“Rekabet …tüm metalar gibi, bir meta olan canlı emeğin fiyatının düşmesine sebep olur”. (s. 39).

Marksizmden:
– “… işçinin sattığı, kendi işgücüdür… Emeğin kendisinin değeri yoktur.” (Marks, Kapital, C. I, s. 559, Alm.)
– Geçimlerini sağlamak için işçiler, işgüçlerini satarlar.
– Emeğin değeri olmadığına göre değişim değeri de yoktur.
– Değeri olmayanın, ücreti nasıl olur? “Ücretli emek” kavramı yanlıştır. Doğrusu: “çalışma” veya “iş ücreti” veya da yalın olarak “ücret”.
–“Bu metanın (işgücü –çn.) özgün kullanım değeri, değerin kaynağıdır.” (Kapital, C. I, s. 208, Alm.) Yani, meta olarak işgücünün kullanım değeri, değerin kaynağıdır.
–Değeri olmayan bir şeyin ölçü birimi de olmaz. “İşgücünün değeri… kendisini yeniden üretmesi için zorunlu iş zamanına eşittir.” (Kapital, C. 1. Syf, 184)
–”Emek, değerin özü ve içsel ölçüsüdür, ama kendisinin değeri yoktur… politik ekonominin (buna ÖD diyebilirsiniz –çn.), emeğin değeri diye adlandırdığı şey, gerçekte işçinin kişiliğinde var olan… işgücünün değeridir.” (Kapital, C. 1, s. 561, Alm.)
– Değeri olmayan şeyin (emek) büyüklüğü de olmaz. ÖD, burada emeği alınıp-satılır yaptığı için (meta olarak gördüğü için) ona değer veriyor. Ayrıca ve en önemlisi, kapitalist, emeğin değerini öderse kâr edemez. Ve “emek büyüklüğünü”, “emek gücü” (bunun bilimsel adı işgücüdür) ile eş anlamda kullanırsan –ÖD bunu yapıyor- tam bir kapitalist gibi konuşmuş olursun; “emeğinizin değerini veriyorum” vs.
– “Emeğin doğal fiyatı asgari ücrettir” tespitini yapan, herhangi bir burjuva aydın, bir kapitalist veya bir taşra/kasaba zengini değil. Bu, Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in resimlerini kendine logo yapmış olan“Sosyalist teori ve politika dergisi Özgürlük Dünyası’dır.”
“Burjuva toplumun görünüşünde işçinin ücreti, emeğin fiyatı olarak, belli bir miktarda emek için ödenen belli miktarda para olarak görünür.”(Kapital, C. I, s. 557, Alm.) Gerisini yukarıdaki alıntılardan çıkartabilirsiniz.
Fiyatı olan emek değil, işgücüdür ve ücret de (işgücünün fiyatı), işgücü değerinin para ile ifade edilmesidir. “…partimiz, ücretin, göründüğü gibi, emeğin değeri (ya da fiyatı) değil de, yalnızcaişgücünün değerinin (ya da fiyatının) kılık değiştirmiş bir biçimi olduğu yolundaki bilimsel görüşü benimsemiştir.” (K. Marks-F. Engels; Gotha ve Erfurt Programının Eleştirisi, Seçme Yazılar, C. II, s. 21, Alm.)
Marks ve Engels böyle diyorlar. Ama onların dediğinin ÖD nezdinde beş paralık önemi/değeri yok! Çünkü ÖD, işgücünü ortadan kaldırarak, değeri olmayan şeye; emeğe bir “doğal fiyat” biçiyor, hem de “asgari ücret” bazında! Pes doğrusu!
Bu kadar düzeltmeden sonra diyecek bir şey kalmadı. Yine de bunu “tüm metalar gibi bir meta olan işgücünün fiyatını veya değerini” diye düzeltelim.

İnter Yayınları’ ndan:
SSCB Ekonomi Enstitüsü Bilimler Akademisi Politik Ekonomi, Ders Kitabı, C. I
Önce bir keyfiyet örneği:
“Arbeit”, “Labour”. Emek, iş, çalışma. Bu kelimenin yalın halde geçtiği yerlerde, yer yer çalışma, yer yer emek sözcüğünü kullandık” (s. 13, Dipnot).
Demek isteniyor ki emek, iş ve çalışma ile eşit anlamlıdır ve biz, bunu çeviride nasıl uygun gördüysek öyle kullandık.
Çevirmenin bu keyfiyetinin ceremesini okur çekiyor. Şöyle; “Çalışma yoluyla, insanımızı maymunun önekstremiteleri (uzuvları, bizim notumuz) insan eli haline dönüştü.” (s. 25) Bu çeviri doğrudur.
“Çalışma ve heceli dil, insan organizmasının mükemmelleşmesinde, beyinin gelişmesinde tayin edici etkide bulundu.” (s. 26)
Bu çeviri de doğru.
“Emek sürecinde, insanın algılama ve tasavvur çemberi geniş duyu organları mükemmelleşti. İnsanın iş görmesi, hayvanların içgüdüsel davranışlarından farklı olarak, yavaş yavaş bilinçli faaliyete dönüştü.
Böylelikle, “emek” tüm insan yaşantısının ilk temel koşuludur. Ve hem de öyle bir derecede ki, belli bir anlamda, o bizzat insanı yaratmıştır, dememiz gerekir’ (Engels). İnsan toplumu emek yoluyla oluştu ve gelişmeye başladı.” (s. 26)
Açıklamasını sonraya bırakarak, emeği, işgücünün, çalışma süreci sonucunda üretilmiş olan metada ifadesini bulan olgu olarak; harcanmış ürün/meta ile bütünleşmiş işgücü olarak tanımlarsak, şöyle bir durumla karşılaşıyoruz. Son iki alıntıyı göz önünde tutarak, örnek olarak, bir baltayı ele alalım. Balta bir metadır ve aynı zamanda harcanmış işin/işgücünün de bir ifadesidir.
Bu durumda çeviri şu anlama geliyor.
“Balta”, ‘insanın algılama ve tasavvur çemberini genişletti, duyu organlarını mükemmelleştirdi.
“Böylelikle ‘balta’ tüm insan yaşantısının ilk temel koşuludur ve bizzat balta, bir anlamda insanı yarattı…”
Bu çeviriye göre, insanımsı maymunlar, baltaya bakarak algılama ve tasavvur çemberlerini genişlettiler, duyu organlarını mükemmelleştirerek, insan oldular.
Madem ki baltaya bakılarak insan olunuyorsa, nalbant dükkanına bakan develer neden insan olamadılar? Herhalde insanımsı deve olmadıkları için!
İş, çalışma ve emek gibi kavram ve kategorilerin keyfi kullanımı bilimsel bir kitabı bu hallere düşürmüştür.
“Metanın değer büyüklüğü, emek zamanı tarafından belirlenir.” (s. 102)
Hani emeğin değeri yoktu? Bunu bir kenara bırakalım.
Emek, kendisini metanın değerinde ifade ettiğine göre, kendi kendini nasıl ölçecek?
Bilinmiyor!
Doğru çeviri; “Metanın değer büyüklüğü, iş (veya çalışma) zamanı tarafından belirlenir.”
“Emek üretkenliği, belli bir çalışma zamanı birimi içinde yaratılan ürün miktarıyla belirlenir.” (s. 102)
“Emek yoğunluğu, belli bir zaman birimi içindeki emek sarfıyla belirlenir.” (s. 102)
Sayfa 102’deki ilk alıntıda “emek zamanı” ve ikinci alıntıdaki “çalışma zamanı” bir sürecin ifadesidir. Aynı kavram son alıntıda sarf edilen bir güce, enerjiye dönüştürülmüş.
Doğrusu, “emek üretkenliği” değil “iş üretkenliği”, “emek yoğunluğu” değil “iş yoğunluğu” ve “emek sarfıyla” değil “iş sarfı”yla olmalıdır.
“Kapitalist ev işi, parça başı ödenen, işveren tarafından sağlanan malzemenin evde işlenmesidir.” (s. 123)
Bu çeviri doğru. Ama bunu sayfa 102’deki ilk çeviriyle karşılaştıralım. Neden burada “kapitalist ev emeği” denmiyor. Denir de, denmez de, çünkü çevirmen sayfa 13’teki dipnotuyla, kavramları nasıl uygun görürse öyle kullanacağı keyfiyetini kendinde gördüğünü açıklamış!
Şayet emek, işgücünün, metada ifadesini bulan harcanmışlık haliyse, iş veya çalışma da işgücünün harcandığı süreç ise, bu durumda “gerekli emek zamanı”, “artı emek zamanı” olmaz, olması gereken, gerekli veya zorunlu çalışma zamanı ve artı çalışma zamanıdır. Aynı kitabın 160 ve 161. sayfalarında işgünü=12 saat deniyor. Ama bu 12 saatlik işgünü “gerekli emek zamanı” ve “artı emek zamanı” diye ikiye bölünüyor. Neden gerekli çalışma zamanı ve artı çalışma zamanı diye çevrilmiyor? Burada söz konusu olan, herhangi bir metanın üretim veya genel olarak üretim sürecidir. Yani çalışılan süreç, bu anlamda söz konusu olan, bu sürecin ne kadarının işçiye, ne kadarının kapitaliste ait olduğunun tespitidir. Çevriye göre, bu çalışma süreci sonucunda üretilmiş olan meta ve onda ifadesini bulan emek, ikiye bölünüyor. Yani henüz olmayan şey, değer kazanıyor ve değer de ikiye bölünüyor!
Sayfa 198’de “Kurzarbeit” “kısa çalışma” diye çevrilmiş. Bu doğru. Şayet bu “kısa çalışma”nın zorunlu ve artı zamanı ifade etmesi gerekirse “çalışma”, “emek” diye çevrilecekti, tıpkı yukarıda olduğu gibi. Çevirmen, çalışmayı emekle eş anlamda alıyor yer yer. Veya da çevirmen keyfiyet “hakkı”nı kullanıyor, 13. sayfada açıklandığı gibi.
Bu çeviri yukarıda belirttiğimiz cinsten bir dizi hata içermektedir.


SOL Yayınları’ndan:
K. Marks, F. Engels; “Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi”,Sol Yayınları, 3. Baskı. Çeviren:M. Kabagil
Yanlış çevirinin Almanca aslı:
“Dieser Teil wird von vornherein aufs bedeutendste beschraenkt im Vergleich zur jetztigen Gesellschaft und vermindent sich im selben Mass, als die neue Gesellschaft sich entwickelt” (Seçme Yazılar, C. II, s. 15)
M. Kabagil’in çevirisi:
“Bugünün toplumunda olanlara oranla, bu kısım bir hamlede azamiye çıkarmaktadır ve yeni toplum geliştiği ölçüde azalır.” (s. 28, abç.)
Doğru çeviri:
“Şimdiki topluma oranla bu kısım daha baştan en asgariye indirilir ve yeni toplumun geliştiği ölçüde azalır.”
Burada M. Kabagil, Marks ve Engels’in sosyalizmde “genel ve doğrudan üretime dahil olmayan idari harcamaların” “bir hamlede azamiye çıkacağı” düşüncesinde olduklarını okura aktarıyor. Oysa onlar, sosyalizmde “genel ve doğrudan üretime dahil olmayan idari harcamaların” daha baştan en asgari düzeye indirilmesinden veya en asgari düzeyle sınırlandırılacağından bahsediyorlar.
M. Kabagil, bu ağır çeviri hatasını herhangi bir formda düzeltmişse doğru hareket etmiş olur. Ama o, bu haliyle okuru, bu önemli konuda yanlış bilgilendirmiştir. Marks ve
Engels’in a dediğini M.Kabagil b diye çeviriyor.


“Kapital” Çevirisinden:
Çeviren: Alaattin Bilgi

Böyle kapsamlı ve Marksizmin temeli olan bir eseri dilimize kazandırmak, Marksizmin Anadolu coğrafyasında yaygınlaşmasına büyük bir hizmettir. Saygı gösterilmesi gereken bir iş. Biz bu saygıyı gösteriyoruz. Ama bu, söz konusu çeviride bir dizi hataların, kavram kargaşasından veya kavramların kavranmamasından ileri gelen hataların olduğunu belirtmemizi engellemez. Belirtmiştik. Çeviri hatası bulmak için “Kapital”i okumadım veya taramadı. Almanca aslından alıntı yaparken, kolaylık olsun diye Türkçe çevirisinden yararlanmak istedim. Bunu yaparken de, çevirinin bazı hatalar içerdiğini gördüm. Kapital’i Almanca aslından Türkçe çevirisiyle karşılaştırarak okumadığım için nerede ne türden çeviri hatası olduğunu –bunların hepsini– tespit etmedim. Bu konuda dikkatimi çeken, “Kapital”in çevirmeni A. Bilgi’nin “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi”nde (C. 1, s. 262-263) yaptığı açıklamadır.“Kapital”in çevirisinde rastladığım kavram kargaşası ve yanlış çeviri, A. Bilgi’nin söz konusu açıklamasına temel teşkil eden anlayışından kaynaklanmaktadır. Önce bu açıklamayı ele almak istiyorum. Çünkü birçok detayın çözümü bu açıklamaya temel teşkil eden düşünceye bağlı.

Önce bazı kavramlara açıklık getirelim. İşgücünün tanımlanması:
“İşgücü veya da çalışma kabiliyeti sözünden insanın, kendisinde bulunan ve hangi türden olursa olsun bir kullanım değeri üretirken harcadığı ussal ve fiziksel yeteneklerinin bütününü anlıyoruz.” (K. Marks, Kapital, C. I, s. 183, Alm.)
Bu tanımlamaya göre işgücü, insanın çalışma yeteneğinin, fiziki ve ussal gücünün bütünüdür ve insan, bu gücünü, maddi değerlerin üretiminde kullanır veya harekete geçirir.

İşin tanımı:
“Her şeyden önce iş, insan ve doğa arasındaki bir süreçtir. Bu, insanın kendisi ile doğa arasındaki maddi tepkilemeleri dilediği şekilde başlattığı, düzenlediği ve denetlediği bir süreçtir. İnsan, doğanın ürünlerini kendi gereksinimlerine uygun bir biçimde ele geçirebilmek için kollarını, bacaklarını, kafasını, ellerini ve vücudunun doğal güçlerini harekete geçirerek, doğa güçlerinden birisi olarak onun karşısına geçer.” (K. Marks, Age., s. 192, Alm).
Bu tanımlamaya göre iş, insan ile onu çevreleyen doğa arasında cereyan eden, gerçekleştirilen bir süreçtir. Bu süreç içinde, üretim aletleriyle donatılmış olan insan, üretim tecrübesiyle doğayı değiştirir ve iş nesnelerini kendi ihtiyacına uygun hale getirir.
İşin tanımına devam edelim.

Genel olarak iş, soyut ve somut iş: “Şimdi iş ürünlerinden geriye kalana bakalım. Bu, her birinde, aynı düşsel bir gerçekten, türdeş insan çalışmasının, yani harcanış formu ne olursa olsun, insan işgücünün harcanışından ibarettir.” (A. Bilgi, burada “insan işgücünün harcanışını”, harcanış sürecini “harcanmış emek gücü” diye çeviriyor. Bunlar; harcanmış olmak ve harcanma süresi bir ve aynı anlama gelmez, bn.)

“Bütün bu şeyler, şimdi bize şunu gösteriyorlar; bunların üretiminde insan işgücü harcanmıştır, bunlarda insan emeği cisimleşmiştir… Bir kullanım değeri veya mal, ancak, …içinde soyut insan emeği somutlaştığı ya da maddeleştiği için bir değere sahiptir… Değerlerin özünü oluşturan emek, aynı insan çalışmasıdır, aynı insan işgücünün harcanışıdır… Yararlılığı, ürünün kullanılarak değerlendirilmesi ile ya da bu ürünün kullanım değeri haline gelmesiyle kendini gösteren işe, biz yararlı iş diyoruz. (A. Bilgi yukarıda adı geçen ansiklopedideki yazısında “kullanım değeri” üretimine iş diyor. Çevirisinde ise bu emek oluyor, bn.) Bunun için, kullanım değerlerinin oluşturucusu olarak, yararlı iş olarak iş (veya çalışma, çn.) insanın, bütün toplum biçimlerinden bağımsız varoluş koşuludur… İşin yararlı karakterini bir kenara koyarsak, onda var olan, onun, insan gücünün bir harcanmasıdır. Terzilik ve dokumacılık, nitelik bakımından farklı üretici faaliyetler olmakla birlikte, her ikisi de, insan beynini, sinirlerinin ve kaslarının üretici harcanmasıdır ve bu anlamda bunlar, insan çalışmasıdır. Bunlar, insan gücü harcamasının farklı iki formudur…”
“Bir yandan, her türlü iş, fizyolojik anlamda, insan işgücünün harcanışıdır ve bu, aynı insan veya da soyut insan işi oluşu özelliği içinde o, meta değerini oluşturur. Diğer taraftan, her türlü iş, insan gücünün, özel bir biçimde ve belirli bir amaca yönelik olarak harcanışıdır ve bu somut yararlı iş özelliği ile kullanım değerlerini üretir.” (K. Marks, agk. s. 52, 53, 56, 57, 58, 59, 61, Alm.)
“İşgücü kullanımı, işin kendisidir. İşgücünü satın alan, satanı çalıştırarak bu işgücünü tüketir.” (K. Marks, agk., s. 192).


Çalışma sürecinin tanımı:

“Öyleyse, çalışma sürecinde insanın faaliyeti, iş araçlarının yardımı ile üzerinde çalışılan malzemede, başlangıçta tasarlanan bir değişikliği meydana getirir. Süreç, üründe sona erer… Çalışma süreci, kullanım değerleri üretimi ve doğal maddelerin insan gereksinimlerini karşılar hale getirilmesi amacıyla girişilen bir eylemdir.” (K. Marks, agk. s.195, 198).

A. Bilgi’nin görüşüne temel teşkil eden anlayışa gelince: Bu, F. Engels’in Kapital’in 1. cildine eklediği bir dipnottur. Engels orada şöyle diyor:

“…İngilizce’nin burada söz konusu edilen işin iki farklı yönü için iki farklı sözcüğe sahip olma gibi bir üstünlüğü var. Kullanım değeri yaratan ve nitel olarak belirlenen labour değil work’tur. Değer yaratan ve nicel olarak dikkate alınan ise work değil labour’dur.” (Kapital, C. I, s. 61-62, Alm.).
A. Bilgi, “work” kelimesini iş, “labour” kelimesini de emek olarak kavrıyor. Ama Engels’in eklediği dipnottan A. Bilgi’nin çıkardığı sonuç çıkmıyor. Engels şuna açıklık getiriyor: İngilizce’de soyut ve somut işi ifade edecek kavramlar vardır. Somut iş work, soyut iş de labour’dur. Almanca’da bu ayrım yok. Türkçe’de de yok. Almanca’da iş kavramının karşılığı “Arbeit”tir. Bu kavramdan somut iş (“konkrete Arbeit”) ve soyut iş (“abstrakte Arbeit”) kavramları üretilmiş. Emek sözcüğü ise Marks ve Engels’in en az kullandıkları sözcüklerden biridir. Bunun Almanca karşılığı “geleistete Arbeit” veya “verausgabte Arbeit”tır. (Her ikisi de “harcanmış iş” anlamına gelir.)

Şimdi bu karmaşık durumu açıklamaya çalışalım:

A. Bilgi’nin çıkış noktası yanlış: O, Engels’in yukarıya aktardığımız “dipnotu”na dayanarak şu sonuca varıyor:

“Her türlü emek, özel bir biçime ve belli bir amaca dönük olarak harcanır, belli bir biçim, ceket, sandalye, kağıt, kalem vb. Yani belirli bir kullanım değeri yaratır. İşte bu somut yararlı emeğin özelliğikullanım değerlerini üretmektir. Engels’in yukarıya alınan sözlerinden de açıkça anlaşıldığı gibi, bukullanım değerlerini yaratan şey emek değil iş’tir. Ceket, sandalye, masa, kağıt, kalem vb. emekçinin yaptığı işlerdir. Somut yararlı emeğin ürünüdür. Oysa yapılan iş ne olursa olsun (yaratılan kullanım değeri ne olursa olsun), emekçinin harcadığı ve bu iş’in (kullanım değerinin) sahip olduğu özel biçim (ceket, sandalye, kağıt, kalem vb.) içerisinde somutlaşan ve bu özel biçime değer kazandırarak birbirleriyle değişmelerini sağlayan şey ise emek’tir. Soyut emektir. Örneğin, diyelim ki, terzi, kumaş, iplik, iğne vb. ile giysi, bir kullanım değeri üretir, iş yapar. Ve bu işi yaparken, aynı zamanda kullandığı (tükettiği) bu malzemeye bir değer, bir değişim değeri kazandırır, bir emek harcar.” (ag. Ansiklopedi, s. 263).

Engels’in düştüğü dipnotu A. Bilgi’nin mantığına göre yorumlarsak; “kullanım değeri yaratan ve nitel olarak dikkate alınan labour (emek) değil work (iş).” Bu durumda A. Bilgi, “kullanım değeri yaratan ve nitel olarak dikkate alınan” somut iş demesi gerekir. Ama o şöyle diyor:”Somut emek”, “somut yararlı emek”, “her türlü emek… belirli bir kullanım değeri yaratır.”

A. Bilgi, kendisiyle çelişiyor. Bu çelişkili durumdan dolayı, o “somut emek” “olgusu”nu ortadan kaldırmaya çalışıyor, bu yanlıştır diyor, bunun adı “iş”tir diyor, ama aynı zamanda, aynı makalesinde –yukarıya aktardığımız gibi– “her türlü emek… belirli bir kullanım değeri yaratır. İşte bu somut yararlı emeğin özelliği kullanım değerlerini üretmektir… Kullanım değerlerini yaratan şey emek değil iş’tir” diyor.

Peki emek nedir, bu kavramdan anlaşılması gereken nedir?

İş veya çalışma, insanın amaca uygun faaliyetidir. İnsan, bu faaliyet süreci içinde doğa maddelerini kendi gereksinimlerini gidermek amacıyla değiştirir. İnsanın bu faaliyet süreci, iş/çalışma süreci sonucunda yarattığı değerde ifadesini bulan, emektir. O halde emek, iş/çalışma sürecinde harcanmış olan işgücünün metada cisimlenen yoğun ifadesidir. Öyleyse emek, harcanmış işgücü demektir.
İş/çalışma, işgücünün harcanma, harcanıyor olduğu süreci ifade ederken, emek, bu sürecin sonuçlanmışlığını; işgücünün harcanmışlık durumunu ifade eder. Burada, Almanca’daki “Verausgabung der Arbeitskraft”, işgücünün, çalışma sürecinde harcanıyor oluşunu, “verausgabte Arbeitskraft” veya “geleistete Arbeit” ise işgücünün harcanmışlık durumunu; emeği ifade eder.

Şimdi bir de emek kavramının “Kapital”de nasıl ifade edildiğine bakalım:

“Keten bezi değerini oluşturan emeğin özgün karakterini ifade etmek yetmiyor. Akışkan halindeki insan işgücü veya insan çalışması değeri oluşturuyor, ama kendisi değer değildir. O, donmuş durumda, nesnel bir formda değer olur.” (K. Marks, Kapital, C. I, s. 65).

Marks burada çok açık bir şekilde iş/çalışma ile işgücünün harcanışı ve harcanmış hali emek arasındaki farkı bu iki cümlede yoğun olarak ifade ediyor. Keten bezinin değerini oluşturan, çalışma sürecinde harcanmış olan işgücüdür, yani emek. Akışkan haldeki işgücü, çalışma sürecinde faal olan işgücüdür.

Değer, çalışma sürecinde oluşuyor. Ama değeri oluşturma sürecindeki çalışmanın/işin, “akışkan halindeki işgücü”nün değeri yok, çünkü kapitalist tarafından satın alınmıyor. (Bu çalışma süreci başlamadan önce satın alınan işgücü ile çalışma sürecindeki işgücü arasındaki farktır.)

Akışkan haldeyken değeri olmayan işgücü, donmuş durumda, kendisini bir nesnede –metada– ifade ettiği durumda bir değer alıyor, metanın değeri.

Bu durumda; emek değeri yaratır, ama kendinin değeri yoktur sözü yanlış oluyor.

Bunun doğrusu şudur; iş/çalışma, değer yaratır, ama kendisinin değeri yoktur.

Marks’ın sözü ile ifade edecek olursak; “Akışkan halindeki insan işgücü veya insan çalışması değeri oluşturuyor, ama kendisi değer değildir.”

Şayet, emek değer yaratıyor, ama kendisi değer değildir dersek böylelikle Marks’ın “O, (akışkan halindeki insan işgücü, çn) donmuş durumda, nesnel bir formda değer olur” sözünü reddetmiş oluruz, yani metanın değer taşıdığını reddetmiş oluruz.

“Öyleyse çalışma sürecinde insanın faaliyeti, iş araçlarının yardımı ile üzerinde çalışılan malzemede, başlangıçta tasarlanan bir değişikliği meydana getirir. Süreç, üründe sona erer. Onun ürünü, bir kullanım değeridir, biçim değişimiyle insanın gereksinimlerine uygun hale getirilen doğa maddesi, iş, kendisini, konusu ile birleştirmiştir. O, maddeleşmiştir ve konu, işlenmiştir.” (K. Marks, agk. s. 195).
Çalışma sürecinde insan faaliyeti; “akışkan haldeki işgücü”, iş araçlarının yardımıyla üzerinde çalışılan nesneyi değiştiriyor. Bu değiştirme sürecinin (çalışma süreci) sona ermişliği veya da “akışkan haldeki işgücü”nün “donmuş haline” dönüşmesi, ifadesini üründe buluyor. “Akışkan haldeki işgücü”nün, çalışma sürecinden geçerek; maddeyi işleyerek “donmuş hale” gelmesi bir kullanım değeri, bir meta üretimi olmaktan başka bir anlam taşımaz. Böylelikle çalışma veya iş, konusuyla veya amacıyla –kullanım değeri/meta üretmek– birleşmiş oluyor ve böylece maddeleşiyor ve bu maddeleşme, amacının –kullanım değeri/meta üretimi– işlenmesi anlamına geliyor.

Burada çalışma sürecinin sona ermesi ve ifadesini üründe bulması “akışkan haldeki işgücünün”, yani değer yaratan bu gücün, ifadesini üründe bulması, onun emeğe dönüşmesi; “donmuş haline” dönüşmesi,“maddeleşmesi” anlamına gelir. Burada iş/çalışma ile emek arasındaki fark açık bir şekilde görülüyor. Ama, A. Bilgi çevirisinde bu farkı dikkate almıyor ve sürekli emekten bahsediyor.
Burada da görüyoruz ki, emek, çalışma/iş sürecinde işgücü harcanmasının maddeleşmesidir, ifadesini bir metada bulmasıdır. Bu anlamda insanı insan yapan, “donmuş haldeki” işgücü, yani maddeleşmiş işgücü, yani meta –baştaki örneğimizde de balta– değil, çalışma sürecinin kendisidir; balta yapma, üretim sürecidir. Bunun içindir ki, develer, nalbant dükkanına bakmakla insan olamazlar, ama nalbant dükkanı yapmaya kalkışırlarsa, yani, bir kullanım değeri üretme sürecine girerlerse belki de insan olurlar (!)

“Şimdi ürün; iplik, pamuk tarafından emilen işin sadece bir ölçüsüdür…” (K.Marks, agk. s. 204)
Burada iş; “pamuk tarafından emilen iş”, yani harcanmış işgücü, emek anlamına gelmektedir ve ifadesini üründe, somutta da iplikte bulmaktadır.

Burada, kavram kargaşasının neye mal olduğunu gösteren bir örnek verelim. A. Bilgi’nin çeviri mantığına göre hareket edelim ve “emek, değer yaratır, ama kendisinin değeri yoktur” diyelim.
Bakın hangi durumla karşı karşıya kalıyoruz.

“Ama ürün, iplik, şimdi pamuğun emdiği emeğin bir ölçüsünden başka bir şey değildir.” (Kapital, C.I, s. 205, A. Bilgi çevirisi).

Burada iş/çalışma kavramıyla emek kavramı birbirine karıştırılmış. A. Bilgi’den aktardığımız ilk çeviride “pamuğun emdiği emeğin” veya iplikte ifadesini bulan harcanmış işgücünün pekala bir değeri vardır. Ama ikinci alıntıda iş kavramı, emek diye çevrildiği için, emeğin değeri yoktur deniyor. Değeri olmayan iştir/çalışmadır, “akışkan haldeki işgücüdür”, değeri olan “donmuş haldeki”, maddeleşmiş haldeki, ifadesini üründe bulan harcanmış işgücüdür (emek) bu fark, yukarıdaki çeviri örneğinde görülmüyor.

“Canlı emek”, “somutlaşmış emek” yok. “Canlı emek” ile kastedilen “akıcı iş”tir. Yani çalışma sürecindeki işgücünün faal halidir. “Somutlaşmış emek” ise üründe ifadesini bulan, “donmuş iş”tir yani ürünle, metayla bütünleşmiş iştir. İşte bu, gerçek anlamda emektir.

“Artı değer oranı a/d=artı iş/zorunlu iş’dir. Her iki oranda aynı ilişki çeşitli formda ifade ediliyor. Birisinde maddeleşmiş formda, diğerinde ise akıcı iş (veya çalışma –çn) formunda.” (K. Marks, agk. s. 232)

Bu, bizim çevrimiz. A. Bilgi aynı yeri şöyle çeviriyor.

“…artı değerin oranı a/d=artı emek/gerekli emek’tir. Her iki orantıda, a/d ile artı emek/gerekli emek, aynı şeyi değişik biçimlerde ifade ederler, birinde somutlaşmış, maddeleşmiş emek, diğerinde canlı, akıcı emek biçiminde.” (s. 233)

Madem ki, bu formlar birbirinden farklı değillerse, Marks, neden farklı formlardan bahsediyor? Bu iki form arasında belli bir fark var: Birisi çalışma süresini [artı iş (veya çalışma)/zorunlu iş (veya çalışma)] ifade ederken, yani akıcı işin/çalışmanın ifadesi olurken, ikinci bu sürecin sonuçlanmasını (a/d) ifade ediyor. Birincisi, çalışma sürecinde işgücünün maddeleşmesi veya maddeleşiyor oluşu anlamına gelirken, ikincisi de maddeleşmiş hali, “donmuş hali” ifade ediyor. Artı değerin elde edilmiş olması, (a/d), çalışma sürecinin (artı iş/zorunlu iş) sona ermiş olduğunun ifadesidir. Sonuç: a/d oluşmuşluk hali (emek) ifade ederken, artı iş/zorunlu iş de oluşum sürecini ifade eder. Bu her iki süreç arasında belli bir fark vardır. Bu fark da yukarıdaki farktır.

A. Bilgi şöyle çeviriyor (çeviriyi kısaltıyoruz).

“Gerekli-emek ile artı emeğin toplamı işçinin… fiilen çalıştığı zamanı, yani işgücünü (abç) meydana getirir.” (s. 244)

A. Bilgi, Engels’in dipnotuna dayanarak emek ve iş ayrımını yapıyor. Bunu yukarıya aktardık. Ama burada aynı ayrımı yapmıyor. O, burada, “işgücü” değil, “emek gücü” demesi gerekirdi. Düşüncesinin mantıksal sonucu böyle olmalıydı. Ama bunu yapmıyor, yapamazdı. Çünkü Kapital’in Almanca’sında “iş günü” parantez içinde “working day” olarak belirtiliyor. Tabii ki “working day” “labour day” olarak çevrilemezdi. Ama o, işin icra edildiği zamanı (işgünü) açıp, onu “gerekli-emek” ve “artı emek” diye ikiye bölme keyfiyetini kendinde buluyor.
A. Bilgi, Engels’in dipnotunu yanlış yorumlamasının cezasını yukarıdaki çelişkili çevirisiyle okura çektiriyor.

Başka bir nokta:

“Emeğin, pazarda, bir meta olarak satılabilmesi için her şeyden önce, satılmadan önce varolması zorunludur.” (K. Marks, agk. s. 548, A. Bilgi Çevirisi).

Bu çeviri doğru değil. Emek, “donmuş iş” olduğu ve ifadesini bir metada bulduğu için, yani maddeleştiği için pazarda satılır. Zaten her alış-verişte yapılan da bu. Ama pazarda satın alınmayan, satın alınabilmesi için önceden var olması gereken çalışma sürecinde faal olan “akıcı iş”tir. Değeri yaratan, çalışma sürecindeki “akıcı iş”tir. (İşte değeri olmayan da bu). Kapitalist, bu “akıcı iş”i değil, soyut olarak işgücünü satın alıyor. Çevirideki “emeğin” kavramı yerine “işin” veya “çalışmanın” kavramı kullanılmalıydı.

“Parça başı ücrette, ilk bakışta, işçiden satın alınan kullanım değeri, onun işgücünün, canlı işinin bir işlevi gibi değil de, üründe zaten gerçekleşmiş emeği gibi görünür..”(agk. bizim çevirimiz).

Aynı yeri A. Bilgi şöyle çeviriyor:

“Parça başı ücrette, ilk bakışta, emekçiden satın alınan kullanım değeri, onun emek gücünün, canlı emeğinin bir işlevi gibi değil de üründe zaten gerçekleşmiş emeği gibi görünür.” (s. 564).

Aradaki çeviri farkı belli.

Başka bir fark da şurada :A. Bilgi söz konusu ansiklopedideki yazısında şöyle diyordu:

“Engels’in yukarıya alınan sözlerinden de açıkça anlaşılacağı gibi, kullanım değerlerini yaratan şeyemek değil iştir”.

Hal böyle olunca A. Bilgi çevirisinde canlı emek kavramı yerine canlı iş kavramını kullanması gerekirdi.

Emek kavramıyla ilgili son bir örnek:

“Maddeleşmiş işten (ki bu emektir –çn) başka bir şey olmayan değerin doğasından ve maddeleşme sürecinde olan işten başka bir şey olmayan faaliyet halindeki işgücünün doğasından, işgücünün, işlevini yerine getirdiği sürece sürekli değer ve artı değer yarattığı, işgücü yönünden, hareket ve bir değerin yaratılması olarak görünen şeyin, onun ürünü yönünden, bir durgunluk durumu içerisinde yaratılan değer olarak göründüğü sonucu çıkar.” (K. Marks, Kapital, C. II, s. 224, bizim çevirimiz).

Aynı yeri A. Bilgi şöyle çeviriyor.

“Maddeleşmiş emekten başka bir şey olmayan değerin niteliğinden, bu maddeleştirme sürecindeki emekten başka bir şey olmayan faal emek gücünün niteliğinden, emek gücünün işlevini yerine getirdiği süre boyunca sürekli değer ve artı değer yarattığı; emek gücü yönünden, hareket ve bir değerin yaratılması olarak görünen şeyin, onun ürünü yönünden bir durgunluk durumu içerisinde yaratılan değer olarak göründüğü sonucu çıkar.” (s. 202).

A. Bilgi, maddeleşmiş iş (emek) ile maddeleşme sürecinde olan faaliyet; Marks’ın deyimiyle “hareket ve bir değerin yaratılması” süreci arasında hiçbir fark görmüyor. Maddeleşmiş emek, ifadesini metada buluyor. “Hareket ve bir değerin yaratılması” süreci ise çalışma sürecidir ve bu süreçte harcanan işgücüdür, işgücünün harcanışı iştir/çalışmadır. Değer bu süreçte yaratılıyor. Yani meta bu süreçte oluşuyor. Bu, bir şeyin –değerin/metanın– oluşma süreciyle oluşmuşluk hali arasındaki farktır. A. Bilgi, çevirisinde bu farkı koymuyor.

“Para… (gerçekten, ifa edilmiş iş için ödeme aracıdır)… para, işçi tarafından ifa edilmiş… iş için bir ödeme aracıdır” (agk. C II, s. 315).

A. Bilgi’nin çevirisi ise şöyle:

“… para…(gerçekte, zaten tamamlanmış bulunan bir iş için ödeme aracı)… para, … emekçi tarafından zaten yapılmış olan bir iş için bir ödeme aracıdır” (s. 282).

İşte bu olmadı sayın A. Bilgi. Adı geçen ansiklopedideki yazınızda sonuç olarak şöyle diyorsunuz?
“İşçi kapitaliste, metalara … değişim değerini kazandıran emeğini, soyut emeğini mi satmıştır, yoksakullanım değerlerini yaratan iş gücünü mü (yani dokumacıya bez dokuma gücünü mü) satmıştır? … işçinin kapitaliste sattığı şey, iş yapma gücü, işgücü değil, soyut emek harcayabilme yeteneği, soyut değeryaratma gücü, yani emek gücüdür” (s. 263).

Bu anlayıştasınız. Ama yukarıdaki çevirinizde “iş için ödeme”den bahsediyorsunuz? Anlayışınıza göre“emekçi”, kapitaliste “emek gücü”nü satıyor. Çevrinize göre de işçi, ifa ettiği iş için –emek gücü için değil– para alıyor.

A. Bilgi’nin bu çelişkisinin, yarattığı bu kavram kargaşasının ceremesini yine okur çekiyor.

A. Bilgi, belirttiğimiz anlayışından dolayı birçok kavramı da, söz konusu anlayışı doğrultusunda çevirmiş. Birkaç örnek verelim:

Kapital Cilt I‘den:

“İş süreci”, “emek süreci” olmuş, ama sonra iş süreci, bu sefer doğru olarak “iş… süreci” olarak çevrilmiş s. 193). “Kapitalistin iş gücünün tüketilmesi haline dönüştürdüğü iş süreci”, “kapitalistin emek gücünün tüketilmesi haline dönüştürdüğü iş süreci” olarak çevrilmiş s. 201). Oysa burada A. Bilgi’nin düşüncesinin mantıksal sonucu olarak “emek süreci” demesi gerekirdi.

Emek, harcanmış işgücüyse, işin donmuş haliyse ve ifadesini metada buluyorsa, onun üretken olması da söz konusu olamaz. Üretken olmak için, hareket halinde olmak, üretim sürecinde olmak gerekir ki, bu da işgücünün harcanma sürecidir, yani iştir/çalışmadır. Ve üretken olan veya olmayan da çalışma sürecinde harcanan işgücüdür, iştir, çalışmadır. Dolayısıyla “üretken işi”, “üretken emek” diye çevirmek yanlıştır (s. 222).

Aynı yanlış çeviriyi işgücü kavramında da görüyoruz. Bu kavram “emek gücü” olarak çevrilmiş.
“Çalışma dönemi”, “iş günü” kavramları doğru çevrilmiş, ama “çalışma zamanı” veya “iş zamanı”kavramı “emek zamanı” olarak çevrilmiş (Kapital, C. II, s. 210) Niçin? Bunu sadece A. Bilgi biliyor. Aynı kavram kargaşası 13. bölümde de görülüyor: Öyle ki, Almanca’da “Arbeitszeit” diye ifade edilen, “çalışma zamanı” veya “iş zamanı”, s. 210’da “emek zamanı”, ama 217’de de “çalışma zamanı” olarak çevrilmiş madem ki emek-iş kavramlarına bu denli önem veriliyor o halde bu kavram kargaşası niye?

A. Bilgi, “kullanım değerlerini yaratan şey emek değil iş’tir” diyor. Ama sayfa 381’de (Kapital, C.II) iş’e değil “harcanan emeğe” kullanım değerleri yarattırıyor. Aynı yanlış çeviriye 382. sayfada da rastlıyoruz. Sayfa 381’de olduğu gibi, sayfa 385’te de “harcanan emek”ten bahsediyor. Oysa burada söz konusu olan yalın haliyle “emek”tir. Marks, burada “kullanılmış iş” diyor. “Kullanılmış iş”in diğer adı“emek”tir.

Şimdi bir de “iş gücü”, “işçi” kavramlarına bakalım. Baş tarafta işgücünün tanımını yapmıştık. A. Bilgi’nin Engels’in eklediği dipnottan esinlenerek geliştirdiği anlayışını da biliyoruz. Sonuca varmak için uzun uğraşıya gerek yok.

İşgücün, insanın sahip olduğu ve maddi varlıklarının üretilmesi sürecinde harekete geçirdiği fiziki ve zihinsel yeteneklerin bütünlüğüdür. Kapitalist, pazarda bu bütünlüğü satın almaktadır. Ve işgücü, bu bütünlüğü içinde kullanıldığında –başka türlü de olamaz– değer yaratır.

“Bir taraftan her türlü iş, fizyolojik anlamda, insan işgücünün harcanmasıdır ve bu, aynı insan veya da soyut insan işi oluşu özelliği içinde o, meta değerini oluşturur. Diğer taraftan, her türlü iş, insan işgücünün, özel bir biçimde ve belirli bir amacı yönelik olarak harcanmasıdır ve bu somut yararlı iş özelliği ile kullanım değerlerini üretir.” (K. Marks, Kapital, C.I, s. 61, Alm.)

Kapitalist, bu iki özelliği, bu bütünselliği içinde işgücünü satın alıyor. Buna rağmen

A. Bilgi, Engels’in dipnotunu yanlış anladığı için şöyle soruyor:

“İşçi kapitaliste, metalara –değişim değerini kazandıran emeğini, soyut emeğini mi satmıştır, yoksakullanım değerlerini yaratan işgücünü mü satmıştır? …Şu halde, işçinin kapitaliste sattığı şey, iş yapma gücü, işgücü değil, soyut emek harcayabilme yeteneği, soyut değer yaratma gücü, yani emek gücü’dür.”

Bu soru şöyle de sorulabilirdi: Kapitalist, işçiden, “soyut emeğini” mi, yoksa iş gücünü mü satın almıştır? Cevabı da şöyle olurdu: Kapitalist, işçiden işgücünü değil, “emek gücünü” satın almıştır.

Her halükarda belli bir bütünselliğin soyut ve somut işin bütünselliğinin ifadesi olan işgücü, A. Bilgi tarafından parçalanarak; bileşimlerine ayrılarak pazarda, kapitaliste sunuluyor. Varılan sonuç ise, kavram kargaşası. işgücünü işgücü yapan, onun bu iki özelliğidir, özelliklerinden sadece birisi değildir.

A. Bilgi’nin deyimiyle “somut emek”, yani değer, ifadesini nede buluyor? Yine onun deyimiyle, “somut emek”te bulmuyor mu? Evet buluyor. Bizim deyimimizle: Somut iş olmaksızın soyut iş olmuyor, soyut iş olmaksızın da somut iş olmuyor. Bunlardan birisi olmazsa, iş gücü de olmuyor.

Sonuç: A. Bilgi’nin “emek-gücü” kavramı yanlıştır. Bunun doğrusu “işgücü”dür ve kapitalist, pazarda“emek gücü” değil “işgücü” satın almaktadır. A.Bilgi, bu yanlış anlayışının mantıksal sonucu olarak,Kapital’in üç cildinde de “iş gücü”nü, “emek gücü” olarak çevirmiş.

Kapitalist aptal mı? Madem ki, “emeğin” değeri yok, o halde değeri olmayan bir şeyi niçin satın alsın!

İşçi-emekçi kavramı:

A. Bilgi, bahsettiğimiz anlayışının mantıksal sonucu olarak, Kapital’de işçiyi “emekçi” olarak çevirmiş. Bu tamamen yanlış.

Kavram olarak “emekçi” –Almanca’sı Werktätige– işçi kavramına nazaran daha geniş kapsamlıdır. Çalışarak geçimlerini sağlayanları kapsamına alır. Bu kapsamın içinde küçük üreticiler de vardır, aynı zamanda işçiler de. Kendi üretim araçlarıyla kendi işgücünü kendisi için kullanan köylüler ve zanaatçılar birer emekçidirler. Ama onlar işçi değildirler.

İşçi, geçimini sağlayabilmek için işgücünden başka satacak hiçbir şeyi olmayandır. İşçi, hem işgücünü meta olarak satma özgürlüğüne sahiptir, hem de “satmak için elinden başka bir metanın olmaması, işgücünü gerçekleştirmesi için gerekli her şeyden yoksun olması gereken” kişidir. (K. Marks, Kapital, C. I, s. 183, Alm.)

A. Bilgi bu özelliklere sahip olan birisini; işçiyi, “emekçi” yapıyor. Ama özenle, “emekçi sınıfı”demekten kaçınmaya çalışıyor, “işçi sınıfı” kavramını kullanıyor. Bkz.: Kapital, C. I, s. 420, 422, 599. s. 420’de “emekçi” demiyor, işçi diyor ve sayfa 583’te ise işçi sınıfı demiyor, “emekçi sınıfı” diyor. Kapital, C. II’de de “emekçi sınıfı” denmiyor, “işçi sınıfı” deniyor. (Bkz.: s. 312, 376).
Emekçi, ancak emekçi sınıfın bir unsuru olur. Bu durumda A. Bilgi, “işçi sınıfı”nı “emekçi sınıfı” diye çevirmesi gerekirdi. Ama o bunu yapmıyor. İşçi, kişi olarak emekçi diye Türkçeleştiriliyor, sınıfsal açıdan ise “işçi sınıfı” olarak kalıyor A. Bilgi nezdinde!


“Ekonomi Sözlüğü”nün çelişkisi:

Maurice Bouvier-Ajam, Jesus İbarrola ve Nicolas Pasquarelli tarafından hazırlanan ve “Sosyal Yayınları” tarafından basılan bu sözlükte de – B. Aren-İ. Yaşar tarafından çevrilmiş– “emek” kavramı çelişkili bir şekilde –hem doğru ve hem de yanlış olarak– açıklanıyor. Şöyle deniyor:

“Emek, her şeyden önce, işgücü dediğimiz bu özel kudretin harekete geçirilmesinin sonucudur.”(s. 146)

Bu, doğru bir tanımlamadır. Bu tanımlamaya göre emek, ifadesini, işgücünün faaliyeti sonucunda bulmaktadır. İşgücünün faaliyeti sonucunda ise bir nesne; meta üretilir. O halde emek, ifadesini iş gücünün“donmuş hali” olarak metada bulmaktadır.

Aynı sözlükte devamla şöyle deniyor:

“Marks’ın deyimiyle, emek, mübadele değerinin cevherini, içlerinde kristalize olduğu bütün metaların ortaklaşa unsurunu teşkil eder.” (s. 146)

Bu tanımlama da doğrudur. Emek, ifadesini metada bulmaktadır.

Ama hemen sonra şöyle deniyor:

“Emek bir fiil, bir faaliyettir.”

Şayet emek, “işgücünün …harekete geçirilmesinin sonucu”ysa, bu sonuç, “bir fiil, bir faaliyet”olamaz. İşgücünün harekete geçirilmesi bir fiilin, bir faaliyetin ifadesidir ve emek bu fiilin, faaliyetin sonucuysa, bu sonuç ikinci bir fiilin, ikinci bir faaliyetin ifadesi olmalı ki, “sözlük”ten aktardığımız son emek tanımlaması doğru olsun.

Görüyoruz ki, bu “sözlük” emek kavramını çelişkili –hem doğru, hem de yanlış– tanımlıyor ve bu yanlış tanımlamanın mantıksal sonucu olarak da işçi yerine “emekçi”den, iş süreci veya çalışma süreci yerine “emek süreci”nden bahsediliyor. Çeviri böyle.

Orhan Hançerlioğlu da kavramların tanımlanması konusunda büyük bir çıkmaz içinde. Onun “Felsefe Ansiklopedisi”ndeki, “Toplum Bilim Sözlüğü”ndeki ve “Ekonomi Sözlüğü”ndeki, konumuzla ilgili kavramları ayrıntılı olarak ele alacak olsak, kapsamlı bir çalışma yapmış oluruz. Soruna yaklaşımımız belli olduğu için burada, O. Hançerlioğlu’nun yanlışlarını belirtmekle yetineceğiz. O, “Felsefe Ansiklopedisi”, Cilt 3, (İkinci Baskı 1993) sayfa 147’de Engels’in yukarıya aktardığımız dipnotundan hareketle –aynen A. Bilgi gibi– “iş” ve “emek”ten bahsediyor. Ama iş ve emeği şöyle tanımlıyor:
)
“İş… kullanma değeri ve nitelikçe belli olan çalışma” (agk. C.III, s.147)

Her iki tanımlama da sonuçta “çalışma” oluyor, ama çalışma, bu, işgücünün faaliyetini ifade eden süreç, aynı zamanda “üründe billurlaş”tırılıyor. “Karl Marks, …’emek, üründe billurlaşır’ der”saptamasıyla hem bu konuda Marks’ın doğru görüşünü aktarıyor ve hem de yukarıya aktardığımız “emek”ve “iş” kavramı tanımlamasıyla çelişiyor. Hangisi doğru? “Emek, üründe billurlaşır” mı (Marks) doğru, yoksa “emek”, “iş”… “çalışma”dır (O. Hançerlioğlu) saptaması mı doğru?


“Toplum Bilim Sözlüğü”nden:

Marks, emeğin değeri yok, değeri olan, işgücüdür diyor, ama O. Hançerlioğlu, emeği işgücüyle eşitliyor, emeğin değeri var diyor. (s. 124-125) O, emeği emekle ölçüyor! Ama aynı yerde “emekçiye verilen ücret, …emek’inin değil, emek gücü’nün karşılığıdır” ayrımını yapıyor (s. 125. 2. sütun). (Bu,“emek” kavramı yerine “iş” kavramı konduğunda doğrudur.)

Sayfa 214’te “emekçi”ye “emek” harcatıyor. Bunun doğrusu ise “işçi, işgücünü harcar”dır. Onun sayfa 214’teki “harcadığı emektir” tanımlaması sayfa 123-126’daki tanımlamasıyla çelişiyor. Onun, tamamen yanlış olan bir anlayışı da şöyle:

“… Bir kunduracı kundura yaparak belli bir kullanım değeri yaratır, yaptığı iş’tir ve kendisi de işçi’dir; buna karşı bir fabrika emekçisi her gün belli bir süre çalışarak değiştirme değeri yaratır (sanki kunduracı, ürettiği kundurayı pazara çıkartınca aynı değeri yaratmıyor, bn.), harcadığı emek’tir ve kendisi deemekçi’dir. Birincisinin işi niteliğiyle (vasfıyla), ikincininkiyse niceliğiyle (miktarıyla) ölçülür.” (s. 214)

Kavramları bu denli çarpıtma özgürlüğü karşısında diyecek bir şey bulamıyoruz. Biz, şimdiye kadar şöyle öğrenmiştik:

Kendi işgücünü harcayarak kundura üreten bir kunduracı küçük üreticidir (emekçidir). Bu küçük üreticinin “işçi” olduğunu O. Hançerlioğlu’ndan öğreniyoruz. Fabrikada çalışanın ise işçi veya proleter olduğunu ve “emek” değil, işgücü harcadığını biliyorduk. Meğerse o, “emekçi” imiş ve “emek” harcıyormuş!

Saçmalık boyutuna varan aynı yanlışlığa “Ekonomi Sözlüğü”nde de rastlıyoruz. O. Hançerlioğlu, bu sefer şöyle diyor:

“Emekçi, artı değer üreticisidir. Sadece kullanım değeri üreten bir işçi artı değer üretmez. Örneğin bir çiftlikte çalışan yanaşma ya da ırgat, bir evde çalışan hizmetçi de işçidir ama emekçi değildir; çünkü artı değer üreticisi değildir.” (s. 101)

Burada “sapla saman” gerçekten birbirine karıştırılmış. Çiftlikte çalışan “yanaşma ya da ırgat” artı değer üretmiyor. Çünkü çiftlikte çalışıyorlar. Peki çiftlikte ya da tarım sektöründe artı değer üretilmiyor mu? Üretiliyor. Ama o zaman “yanaşma ya da ırgat”ın “emekçi” olmaları gerekir.

“Proleter, ellerinde emeğinden başka satacak bir şey bulunmayan ve bundan ötürü de kendisine emekçidenen insan-mal’dır.” (s. 101)

Bizim bildiğimiz proleter, geçinebilmek için işgücünden başka satacak hiçbir şeyi olmayandır. Nereden bilelim ki, proleterin “emeği”ni sattığını –biz işgücünün satıldığını biliyorduk– ve bu yüzden de “emekçi”olduğunu!

Her ne kadar O. Hançerlioğlu işçiyi “emekçi” yapsa da işgücü yerine “emek” sattırsa da, bu konuda Marks şöyle diyor: “Pazarda para sahibiyle doğrudan karşı karşıya gelen iş değil, işçidir. İşçinin sattığı ise kendi işgücüdür.” (Kapital, C. I, s. 559, Alm.)

“Her işçi, emekçi değildir.” (s. 100/101)

Bunun tam tersi doğrudur: Her emekçi işçi değildir. Küçük üreticiler, kendi işgücünü, kendi mülkiyetinde olan üretim araçlarını kullanarak kendi tüketimi veya pazar için üretenler emekçidirler. Ama onlar, bu özelliklerinden dolayı işçi değillerdir. Buna karşın, geniş kapsamlı “emekçi” kavramı içine işçi de girer. Ama bir emekçi, en geniş kapsamlı anlamda da ele alınsa işçi kavramı içine girmez.

Görüyoruz ki, O. Hançerlioğlu, iş, emek, işgücü, işçi, proleter vb. kavramları birbirine karıştırmış ve bunun ötesinde, belirttiğimiz gibi, bu kavramlara, farklı çalışmalarında farklı anlamlar yüklemiş.
Sonuç itibariyle:

Baş tarafta kavram ve kategorilerden ne anladığımızı özet olarak verdik. Daha sonra da, çeviri hatalarından, kavram ve kategorilere yanlış anlamlar yüklenmesinin sonuçlarını örnekleyerek gösterdik. Bunun nedeni ne olabilir? Öncelikle belirtelim ki, çevirmenlerde ve konu üzerine çalışma yapanlarda bir art niyet aramıyoruz. Ama açık olan şu ki, konunun ehli olmayan insanlar çevirmenlik yapıyorlar. Konunun ehli olmayan veya Marksizmi sözsel olarak anlamış olanlar, bu konularda çalışma yapıyorlar. Bu durum, konuyu kavrayarak çevirmenlik yapanlar, konuyu kavrayarak “sözlük” çalışması yapanlar yetişene kadar devam edecektir.

Düşünün ki, bir siyasi örgüt, programını oluştururken, Marks’ın söz konusu anlayışını M. Kabagil’in çevirisinden özümlemiş olsun. Bu durumda tamamen yanlış bir anlayışa sahip olacaktı.

O. Hançerlioğlu’nun çalışmalarını yardımcı kitap-sözlük olarak kullanan bir gencin, yetişen bir devrimcinin düşeceği halleri göz önüne getirebiliyor musunuz? Doğru yerine yanlışı öğrenecek!

Kapital’i çevirmek büyük bir iştir. Cüretli bir iştir. Ama şimdi gösterdiğimiz hatalı çevirileri, neden olunan kavram kargaşasını ne yapacağız. Engels’in eklediği dipnotu yanlış anlamanın sonucu, Marks’ın bir dizi kavramının ve kategorisinin adeta alt-üst edilmesini beraberinde getirmiştir. Örneğin bir emekçi, bir işçi kavramları. Devrimde sınıfların konumunu şimdi nasıl, hangi kavramlarla açıklayacağız? İşçinin emekçi, emekçinin proleter yapıldığı bir dünyada şöyle mi demeliyiz:

“Ana gövdesini kent yoksullarının ve yoksul köylülüğün oluşturduğu yarı proletarya (yani O. Hançerlioğlu’na göre işçiler) demokratik devrimde olduğu gibi sosyalizme kesintisiz geçişte de işçi sınıfının(O.Hançerlioğlu’na göre emekçi sınıfın) başlıca ve en güvenilir müttefiği ve dayanağıdır. Veya da, kesintisiz geçiş sürecinde “emekçiler”, “işçileri” tarafsızlaştırma ve olanaklı olduğu ölçüde kazanma politikası güder” mi diyeceğiz! Tabi, emekçiyi proleter, işçiyi emekçi yaparsan doğru tespitler, yukarıdaki gibi saçmalaşır.

“Evrensel” gazetesi ve “Özgürlük Dünyası” belki de bu türden çevirilere ve de çalışmalara dayanarak baş tarafa aktardığımız hatalara düşmüştür. Belki, kim bilir? Ama yeni yetişenlerin aynı hatalara düşmesini istemiyorum. Bu anlamda bilime saygılı olunmalıdır.

O. Hançerlioğlu’nun belirtilen çalışmaları temel alınmamalıdır. Ancak, çok dikkatli olma koşuluyla kullanılmalıdır.

Marks’ı, Kapital’i insanlara yanlış anlatmaya, onların kafasına yanlış kavramlar sokmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. A. Bilgi‘nin de hakkı yoktur. Kapital’in çevirisi de –en azından ele aldığımız kavramlar bazında– dikkatli okunmalıdır.

Yazılış tarihi: 26 Temmuz – 9 Kasım 1996

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.