STALİN VE PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜNÜN-SOSYALİST DEVLETİN İNŞA AŞAMALARI
1 Eylül 1997
İ. Okcuoglu
EKİM DEVRİMİNDEN 19. PARTİ KONGRESİ'NE SB'DE SOSYALİZMİN İNŞA SORUNLARI IV
Sosyalizmde Devlet ve Hukuk
Sovyet Devletinin Gelişmesi
Bu ve bundan sonraki makalemizde, birbiriyle içiçe geçmiş iki sorunu ele alacağız: Sosyalizmde devlet ve hukuk sorunu.
I- Sorunun Anlamı Üzerine
Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in öğretisi temelinde dünyanın ilk sosyalist toplumu kuruldu. Sosyalist toplumsal ilişkiler üzerine yükselen bu yeni toplumda sömürü yoktu. Yeni insanın yaratılması, toplumun komünizme doğru gelişmesi için bütün maddi koşullar sürekli geliştiriliyordu. Bu toplum; sosyalist Sovyet toplumu veya toplum düzeni, proletaryanın, köylülüğün, aydınların zihni gücünün devasa bir gelişmesinin esas ve temel koşuluydu. Büyük Ekim Devrimi, kurulan proletarya diktatörlüğü ve sosyalizmin inşası, kapitalizmin çöküşünün kaçınılmaz olduğunu ifade ediyordu. Teori pratiğe geçirilmişti. Hem de başarıyla.
"Burjuvazi, üretim aletlerini, yani üretim ilişkilerini yani bütün toplumsal ilişkileri sürekli devrimcileştirmeden var olamaz" (Marks/Engels; Seçilmiş Yazıları, C.1. S. 26, "Komünist Manifesto”, Alm.)
"Devasa üretim ve dağıtım araçlarını (harikalar yaratır gibi) ortaya çıkartan modern burjuva toplum, davet ettiği yeraltı güçleri üzerinde artık hakimiyet kuramayan cadı ustasına benziyor" (A.g.k. S.28)
"Üretici güçler" engelleri aşınca,"...bütün burjuva toplumu alt üst ederler, burjuva mülkiyetin varlığını tehlikeye sokarlar... Burjuvazinin, feodalizmi yerle bir ettiği silahları, şimdi bizzat burjuvaziye karşı yönelmiştir" (A.g.k. s.29).
"Öyleyse, büyük sanayinin gelişmesiyle burjuvazinin ayakları altındaki temel, onun, ürettiği ve ürünlere el koyduğu temel çekilmektedir. O, herşeyden önce kendi mezar kazıcılarını üretiyor. Onun çöküşü ve proletaryanın zaferi, aynı anda, kaçınılmazdır" (A.g.k. s.35).
Bunlar, kapitalist toplumun gelişme yasalarıdır. 148 sene önce Marks ve Engels tarafından formüle edilen bu yasaları, bin bir türlü denemeye rağmen hiçbir güç ortadan kaldıramamıştır, hiçbir güç onları değiştirememiştir.
"O zamana kadar (Marks'a kadar olan dönem kastediliyor- çn.) tarih ve politika üzerine görüşlerdeki keyfiyet ve kaos, yerini şaşılacak derecede bütünlüklü ve ahenkli bilimsel bir teoriye bıraktı; bu teori, toplumsal yaşamın bir formundan üretici güçlerin büyümesinin sonucu olarak başka yüksek bir formun nasıl geliştiğini gösteriyor" (Lenin, seçilmiş eserleri (2 ciltlik), C. I, s. 65, Berlin 1955, Alm.)
Marksizm; Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in öğretisi, toplumsal ilişkilerin gelişme tarihini ve yasalarını açığa çıkartmış ve kuramlaştırmıştır. O, aynı zamanda toplumun nasıl ve hangi yönde gelişeceğini de araştırmış ve yasalarını formüle etmiştir. Marksizm, bir bütün olarak politik ekonominin, tarihin, felsefenin, hukuk ve ahlak anlayışının çözümlenemez görünen karmaşık sorularını cevaplandırmıştır.
"Marks'tan önceki 'sosyoloji' ve tarih yazımcılığı, en iyi durumda, parça parça toplanmış işlenmemiş gerçeklerin bir toplamının ve tarihi sürecin münferit yönlerini anlatan bir birikim bırakmıştır. Marksizm, toplumsal ekonomik formasyonların doğu
Marks, devlet ve hukukun bilimsel araştırılmasının da yolunu göstermiştir. Marks'tan önce burjuva hukuk bilimi acınacak, zavallı bir durumdaydı. Birkaç örnek;
A. Comte: "Hukuk kelimesi bugünkü siyasi dilimizden çıkartılmalıdır... bu her iki teolojik-metafizik kavramlardan birisi (hukuk/diğeri (neden) gibi ahlak dışıdır, anarşiktir, akıl dışıdır ve sofistiktir. Tanrısal bir tabana oturmayan pozitif bir devlette hukuk düşüncesi geriye dönüşümsüz olarak yok olup gider... Yani hiç kimse daima görevini yerine getirmekten başka hakka sahip değildir."
G.F. Hegel: "Hak (hukuk- çn.), esasen kutsaldır.. Her şeyden önce hukuk, her şeyden önce, özgürlüğün doğrudan doğduğu dolaysız var oluştur".
Hegel'e göre hukuk, "ide olarak özgürlüktür". Burjuva hukuk bilimi Hegel'in bu ve buraya aktarmadığımız bir dizi hiçbir şey ifade etmeyen, hiçbir bilimsel yanı olmayan kavramlarına dayanmaktadır. Burjuva hukuk bilimi hala Hegel'i aşamamıştır.
Birisi hukuku tarihten siliyor, diğeri de "ide", yani son kertede madde ötesi ilişkide veya toplumun maddi ilişkilerinin ötesinde arıyor.
Marks şöyle diyor;
"Benim araştırmamı, devlet formları gibi hukuk ilişkilerinin de kendi kendine kavranmayacağı, insan zihninin genel gelişmesiyle kavranamayacağı, bilakis maddi yaşam ilişkilerinden kaynaklandıkları... sonucuna götürüyor." (Politik Ekonominin Eleştirisine Katkı" Önsöz, seçme. yazılar. C.1. s. 337. Alm.)
Hal böyle olmasına rağmen, hukuk konusu burjuvazinin Marksizme, somutta da Sovyet devletine; proletarya diktatörlüğüne en çok saldırdığı bir konuydu. Burjuvazi, güya açık bir alan bulmuştu. Mantık şu; Madem ki, her şey bir sınıfın çıkarları için düzenleniyor, o halde hukuka ne gerek var. Nasıl olsa başkalarının yaşama hakkı yok! Sosyalist hukuk anlayışı veya proletarya diktatörlüğünde hukuk anlayışı reddedildi. Burjuvazi ve onun emrindeki her türden revizyonistler, proletarya diktatörlüğünü (sosyalist devleti) hukuksuzluğun devleti, barbarlığın ifadesi olarak damgaladılar. Tabii ki bu karalamanın gerçekle hiçbir ilişkisi yoktu.
Sosyalist devlet, proletarya diktatörlüğü, toplumsal ilişkileri hukuksal düzenleme dışında asla ve asla ele alamaz. Hukuksal düzenleme olmaksızın proletarya diktatörlüğü; sosyalist devlet düşünülemez.
"Açık ki burada aynı ilke, meta mübadelesini –şayet eşit değerlerin mübadelesi söz konusuysa– düzenleyen ilke hakim. İçerik ve biçim değişmiş, çünkü değişmiş koşullar altında hiç kimse kendi emeğinden başka bir şey veremez ve çünkü diğer taraftan, kişisel tüketim araçlarından başka hiçbir şey tek tek bireylerin mülkiyetine geçemez. Tüketim araçlarının, üreticiler arasında paylaşımına gelince; (burada) eşdeğer metaların mübadelelerinde olduğu gibi aynı ilke hakimdir; aynı miktarda emek bir formda, başka bir forumdaki aynı miktarda emekle mübadele edilir.
Aynı hak (hukuk- çn.) burada –ilkeye göre ilke ve pratik çelişki içinde olmasalar da– meta mübadelesinde eş değerlerin mübadelesi ortalama olarak (münferit bir durum için değil) var olurkenburjuva hukuktur.
Bu ilerlemeye rağmen, bu aynı hukuk daima bir burjuva engel ile mahsurludur. Üreticilerin hakkı, hizmetlerine (çalışmaları sonucu ürettikleri ürünlere- çn.) göre oransaldır; eşitlik, aynı ölçüyle emekle, ölçülmekten ibarettir.
Birisi, fiziki veya zihni olarak diğerinden daha üstündür. Yani aynı zaman içinde daha çok emek(ürün- çn.) üretir veya daha çok çalışabilir; ve ölçü olarak hizmet görmesi için emek, genişlemeye veya yoğunluğa göre belirlenmelidir. Aksi taktirde ölçü alamaz. Bu eşit hak, eşit olmayan emek için eşit olmayan haktır. O, sınıfsal farklılık tanımaz. Çünkü herkes işçidir. Ama o, sessizce, eşit olmayan bireysel yeteneği ve bundan dolayı, üretme yeteneğini doğal imtiyaz olarak tanır. Bu, dolayısıyla bütün hukuk gibi içeriğine göre eşitsizliğin hukukudur. Hak, doğası gereği, sadece eşit ölçünün kullanımında var olabilir, ama eşit olmayan bireyler (ve onlar, eşit olmasalar, farklı bireyler olamazlar) sadece aynı ölçüyle ölçülebilirler... Ayrıca; bir işçi evlidir, diğeri değil, birinin diğerinden daha çok çocuğu vardır vs. Toplumsal tüketim fonuna eşit katkı ve eşit payda, fiilen biri diğerinden daha fazla alacaktır... Bütün bu uygunsuzluklardan (eksikliklerden- çn.) kaçınmak için hak, daima eşitsiz olmalıdır.
Ama bu uygunsuzluklar, komünist toplumun ilk evresinde –tam da kapitalist toplumdan uzun doğum sancılarıyla nasıl çıktıysa– kaçınılmazdır. Hukuk, ekonomik şekillenmeden toplumun ekonomik şekillenme tarafından belirlenen kültür gelişmesinden hiçbir zaman daha yüksek olamaz" (Marks, Marks-Engels Seçme Yazıları C.II. s. 15/16, Gotha Programının Eleştirisi, Alm.).
Sorun burada bütün çıplaklığıyla açıklanıyor. Sosyalist toplumun ne derece inşa edildiği, komünist toplumun ikinci evresine ne derece yaklaşıldığı, komünist toplumun ilk evresinde (sosyalizmde) Marks'ın belirttiği gibi var olan burjuva hukuk ufkunun ne denli aşıldığıyla eş anlamlıdır. "Böylelikle; komünist toplumun ilk evresinde (bu mutat olarak sosyalizm olarak tanımlanıyor) 'burjuva hukuk' tam olarak yok edilmemiştir, bilakis, kısmi olarak, sadece elde edilmiş ekonomik altüst oluşa tekabül eden, yani sadece üretim araçlarına ilişkin olarak yok edilmiştir. Burjuva hukuk; üretim araçlarını tek tek bireylerin özel mülkiyeti olarak tanıyor, sosyalizm (ise) onları ortak mülkiyet yapıyor. Bu noktaya kadar ve sadece bu noktaya kadar 'burjuva hukuk' ortadan kalkar. Ama o, diğer kısmında var olmaya devam eder. Toplumun üyeleri arasında ürünlerin ve emeğin paylaşımında düzenleyici olarak var olmaya devam eder. 'Çalışmayan yememelidir'; bu sosyalist ilke çoktan gerçekleştirildi; 'aynı miktarda emeğe aynı miktarda ürün'- bu sosyalist ilke de çoktan gerçekleştirildi. Ama bu henüz, komünizm değildi ve bu eşit olmayan bireyler için eşit olmayan (fiilen eşit olmayan) emek miktarını eşit miktarda ürünler olarak (dağıtan) 'burjuva hukuku' henüz yok etmiyor.
Marks, bu bir 'uyumsuzluk'tur diyor. Ama o, komünizmin ilk evresinde kaçınılmazdır. Çünkü ütopyaya düşmeksizin, insanların, kapitalizmin yıkılmasından hemen sonra hukuk normları olmaksızın toplum için çalışmayı öğreneceklerine inanılamaz. Çünkü kapitalizmin yok edilmesiyle böyle bir değişim için ekonomik ön koşullar hemen ortaya çıkmazlar. 'Burjuva hukuk' normlarından başka normlar da yok. Bu noktaya kadar, üretim araçlarına olan toplumsal mülkiyeti koruyarak iş verimliliğinin eşitliğini ve üretimin bölüşümündeki eşitliği koruma görevi olan devlet zorunlu olacaktır.
Kapitalistler, sınıflar kalmadıktan sonra ve bundan dolayı baskı altında tutulacak sınıf kalmayınca devlet ölecektir. Ama devlet tamamen ölmemiştir. Çünkü fiili eşitsizliği teyit eden 'burjuva hukuk'un muhafazası devam edecektir. Devletin tamamen ölmesi için, eksiksiz komünizme ihtiyaç vardır". (Lenin, Seçme Eserleri, CII. (2 ciltlik), S. 330/331, Devlet ve Devrim Alm.)
Buradan da anlaşılıyor ki komünist toplumun ilk evresi olan sosyalizmde, devlet ve hukuk bir zorunluluktur ve önemli olan, sadece bu zorunluluğu görmek değildir. Önemli olan devlet ve hukuk anlayışının, sosyalizmin inşasında zorunlu araçlar olarak ne derece doğru geliştirilip ve kullanıldığıdır. Bu anlamda Sovyet tecrübesi, bizlere veya daha sonraki nesillerin sürekli incelenmesi ve sonuçlar çıkartılması gereken bir kaynaktır.
Marks ve Lenin'in yukarıya aktardığımız anlayışlarında kalıcı bir devletten ve onun hukuk anlayışından bahsedilmiyor. Söz konusu olan, adı üstünde komünizmin ilk evresi, yani sosyalizm. O halde sosyalizm kapitalizmden komünizme geçişte yaşanılması mutlak olan bir geçiş dönemidir. Öyleyse bu geçiş dönemine tekabül eden devlet ve hukuk da geçicidir.
Her ne kadar sosyalizmde kapitalizmin, giderek azalması, etkisini yitirmesi gereken bir takım özellikleri hala varsa da sosyalizm, kapitalizmden temelden nitel olarak farklıdır. Her ne kadar sosyalizmde "burjuva hukuk"un ufku henüz aşılmamışsa da bu, sosyalizmde burjuva hukuk anlayışının hakim olduğu anlamına gelmez. Burjuva hukuk anlayışının izlerini de taşıyan bu hukuk, geçiş döneminin hukukudur, sosyalist hukuktur. Bu hukuku oluşturan ve ona uygulanma olanağı sağlayan tek güç de proletarya diktatörlüğüdür; sosyalist devlettir.
Proletarya diktatörlüğü altında, sosyalist hukuk çerçevesinde sınıf mücadelesi yeni formlar alır. Bunlar, genel olarak bilindiği gibi iç savaştır; sömürücü sınıfların veya kalıntılarının direncini kırmak ve bastırmaktır; küçük burjuvazinin, özellikle de köylülüğün tarafsızlaştırılmasıdır, yeni insanın eğitimidir, yeni disiplin eğitimidir.
Sınıf mücadelesinin bu ve benzeri formlarına karşı mücadelede proletarya diktatörlüğü, amaca uygun yöntemleri kullanır. Sosyalist hukuk bu alanda önemli bir rol oynar. Burjuva hukuk ve onun bir ifadesi olarak mahkeme, karşıdevrimci güçlerin direncini yok etmekte ve sosyalist disiplini geliştirmekte önemli bir araçtır.
"Proletarya diktatörlüğü... Sömürücülerin, kapitalistlerin, toprak beylerinin ve onların maşalarının direncini kırmak için acımasız sert, seri ve kararlı güç kullanmayı önkoşul yapar... Ama proletarya diktatörlüğünün özü sadece zor kullanmaktan ve genel olarak zordan ibaret değildir.. proletarya diktatörlüğü... sömürücüler karşısında sadece zor değildir, hatta esas itibariyle zor da değildir." [Lenin Seçme Eserleri (2 ciltlik). C.II. S. 557 (Macar İşçilerine Selam"), s. 569 (Büyük İnisiyatif]
Stalin, "Leninizmin sorunları üzerine" yazısında proletarya diktatörlüğünün temel yönlerini şöyle formüle eder:
"1. Proletaryanın iktidarı, sömürücülerin bastırılması için ülkenin savunulması için, başka ülkelerin proleterleri ile bağların pekiştirilmesi için, bütün ülkelerde devrimin zaferi ve gelişmesi için kullanılır.
2. Proletaryanın iktidarı, emekçi ve sömürülen yığınların burjuvaziden nihai ayrılması için, proletaryanın bu yığınlar ile ittifakının pekiştirilmesi için, bu yığınların sosyalist inşaya çekilmeleri için bu yığınların proletarya tarafından devletsel yönlendirilmeleri için kullanılır.
3. Proletaryanın iktidarı, sosyalizmin örgütlenmesi için, sınıfların ortadan kaldırılması için sınıfsız topluma, sosyalist topluma geçiş için kullanılır. Proletarya diktatörlüğü, bütün bu üç yönün birleşmesidir"(C.8, s. 27. Alm.)
Aynı yerde Stalin, devamla şöyle diyor: "Bu yönlerden birisi proletarya diktatörlüğünün yegane karakteristik özelliği olarak görülemez veya tersi; bu özelliklerden sadece birisinin dahi olmaması, kapitalist kuşatma koşullarında proletarya diktatörlüğünün diktatörlük olmaktan çıkması için yeter. Bundan dolayı bu üç yönden hiçbirisi dışlanamaz, şayet proletarya diktatörlüğü kavramının çarpıtılması tehlikesiyle karşı karşıya kalınmak istenmiyorsa, sadece bu üç yön, birlikte, bize, proletarya diktatörlüğünün tam ve tamamlanmış bir kavramını verir" (s. 27-28).
Aynı yerde Stalin, proletarya diktatörlüğünün temel görevlerinin ve sorunları çözmedeki metodların somut koşullar tarafından belirlendiğini de anlatır.
"Proletarya diktatörlüğünün çeşitli süreçleri, özgün formları, çeşitli çalışma yöntemleri vardır. İç savaş döneminde diktatörlükte zor özelliği özellikle göze çarpar. Ama bundan iç savaş döneminde inşa çalışması yapılmaz sonucu asla çıkartılamaz. İnşa çalışması olmaksızın içsavaşı sürdürmek olanaksızdır: Sosyalizmin inşası sürecinde/aşamalarında –tersine– diktatörlüğün barışçıl, örgütsel ve kültürel çalışması, devrimci yasallık vs. özellikle göze çarpar. Ama bundan da, inşa sürecinde diktatörlükte zor özelliğinin ortadan kalktığı veya kalkabileceği sonucu asla çıkartılamaz. Baskının organları; ordu ve diğer örgütler, şimdi, inşa döneminde iç savaş sürecinde olduğundan daha az gerekli değildir. Bu organlar olmaksızın diktatörlüğün birazcık da olsa teminat altına alınmış bir inşa çalışması olanaksızdır. Devrimin şimdilik sadece bir ülkede zafere ulaştığı unutulmamalıdır. Kapitalist kuşatma var olduğu müddetçe bütün sonuçlarıyla birlikte müdahale tehlikesinin de var olacağı unutulmamalıdır" (s. 28).
Demek oluyor ki,
- Sömürücülerin direncini kırmak için
- Kapitalist kuşatmaya, müdahaleye karşı mücadele için
- Sosyalist inşa için; (ekonomiden kültürel çalışmaya kadar vs.) güçlü olan bir proletarya diktatörlüğüne ihtiyaç vardır. Bu, var olmanın olmazsa olmaz ön koşuludur.
"Güçlü ve devasa bir proletarya diktatörlüğü - bu, şimdi bizim ölen sınıfların son kalıntılarını yok etmek ve hırsızlıklarını boşa çıkartmak için ihtiyaç duyduğumuz şeydir" (Stalin, C.13, s. 188, Alm.).
"Güçlü ve devasa bir proletarya diktatörlüğü" sosyalist hukuk olmaksızın düşünülemez. Bundan, proletarya diktatörlüğü yasalarla sınırlandırılmış bir güçtür sonucu çıkartılmamalı . Proletarya diktatörlüğü hiçbir yasayla sınırlandırılamaz. Onun yasası devrimin gereksinimleridir. Ama bundan da proletarya diktatörlüğünün hiçbir yasa tanımadığı sonucu çıkartılmamalıdır. Proletarya diktatörlüğü kendi yasalarını oluşturur, bu yasaları kullanır, onlara uyulmasını talep eder ve uymayanları cezalandırır. Bu anlamda sosyalist hukuk olmaksızın proletarya diktatörlüğü de olamaz.
Proletarya diktatörlüğü anarşi ve düzensizlik değildir. Tersine proletarya diktatörlüğü sıkı disiplinli kendi sıkı ilkelerine göre hareket eden güçtür.
Proleter devrimin görevlerini çözümlemek göreviyle karşı karşıya olan proletarya diktatörlüğü; sosyalist devlet, aynı zamanda tarihin tanımış olduğu en yüksek, en gelişmiş demokrasinin de ifadesidir.
"Sovyet düzeni, işçiler ve köylüler için en yüksek ölçüde demokratizmdir ve aynı zamanda o, burjuva demokratizmiyle kopuş ve demokrasinin yeni bir evrensel tipinin doğuşu anlamına gelir. Bu proleter demokrasidir veya proletarya diktatörlüğüdür" (Lenin, C.33, S. 34, "Ekim Devriminin Dördüncü Yıldönümü", Alm.).
Sömürücü sınıfların kalıntılarını baskı altında tutmak, dış müdahaleye karşı savunmayı güçlendirmek, sosyalist mülkiyeti korumak ve bunun için organlar oluşturmak, aynı zamanda insanlık tarihinin tanıdığı en gelişmiş demokrasiyi kurmak, işte bu proletarya diktatörlüğü ile sosyalist demokrasinin diyalektik birliğidir. Bütün bunlar, bundan sonraki makalede ele alacağımız gibi, Stalinist Anayasa'da ifadesini buluyorlar.
Her koşul altında hukuk, siyasi ilişkilerin bir formudur. Bu form, hukukun karakterini belirler: K. Marks, P. A. Annenkow'a yazdığı mektupta şöyle diyor:
"Üretimin, dolaşımın ve tüketimin gelişmesinin belli aşamalarını veri olarak ele alırsanız sosyal kurumlaşmanın, ailenin, kastların veya sınıfların örgütlenmesinin, kısaca burjuva toplumun (societe civile) buna uygun bir formunu elde edersiniz. Böyle bir toplumu veri olarak ele alırsanız, buna uygun bir siyasi durum (etat politique) elde edersiniz ki bu, sadece, bu toplumun resmi ifadesidir" (Marks-Engels, Seç. yazıları, C.I, 1953 s. 414. Alm.)
Marks'ın aşağıya aktaracağımız anlayışında taban-üst yapı ilişkilerinin yanı sıra hukukun kaynağını ve özünü görüyoruz:
"İktidar, hukukun tabanı olarak görülürse... hukuk, yasa.., sadece, devlet gücünün dayandığı.. başka ilişkilerin ifadesi olur. Bireylerin maddi yaşamları –ki bu, asla onların iradelerine bağımlı değildir– birbirlerini karşılıklı olarak etkileyen üretim biçimleri ve dağıtım formları devletin reel tabanıdır ve özel mülkiyet ile işin bölünmüşlüğünün zorunlu olduğu bütün aşamalarda ve bireylerin iradesinden tamamen bağımsız olarak bu böyledir. Bu gerçek ilişkiler asla devlet gücü tarafından yaratılmamışlardır. Onlar, daha ziyade devlet gücünü yaratan güçtür. Bu ilişkiler altında hakim olan bireyler, –iktidarlarının devlet olarak kurumlaşmak zorunda olduğunu bir kenara bırakırsak– bu belli ilişkilerle koşullanan iradelerine devlet iradesi olarak yasa olarak genel bir ifade verirler, bu, içeriği sürekli bu sınıfın ilişkileriyle koşullanmış –özel ve polisiye hukukun (medeni hukuk çn) çok parlak bir şekilde gösterdiği gibi– bir ifadedir" (Marks-Engels, C.3, s. 311, Alman İdeolojisi, Alm. ).
Politika mülkiyete bağlıdır, sınıfsal karakterli mülkiyet varlığını siyasi iktidarla sürdürebilir. Bu bir irade beyanıdır, şu sınıf veya bu sınıf adına. O halde yasa, bu irade beyanının ifadesidir. Bu aynı zamanda hukuk ve yasanın keyfiyetin bir ifadesi olmadıklarını, tam tersine, yasa ve hukuku üretici güçlerin gelişme seviyesinin ürettiğini (gelişme seviyesine tekabül eden hukuk ve yasa) gösterir.
Marks, burjuva toplumda hukuku, zenginlerin, özel mülk sahiplerinin imtiyazı olarak tanımlar, (Bkz. Kutsal Aile, S. 123, C.2, Alm.).
Marks ve Engels, Komünist Manifesto'da burjuva hukuku şöyle açıklarlar. "...Hukukunuz, sadece sınıfınızın yasa seviyesine çıkardığı iradedir. Bu, içeriği sınıfınızın maddi yaşam koşullarında verili olan bir iradedir" (Marks-Engels, seç. yazılar. C.I, S. 41, 1975, Alm.).
Bütün üst yapılar gibi hukuki üst yapı da; bir bütün olarak hukuk da son kertede toplumun ekonomik yapısının üretim ilişkilerinin sınıfsal karakteriyle açıklanır.
"Elimde Napolyon'un Code'u (1804 tarihli Fransız medeni yasası, bu 1907'de Napolyon'un medeni yasası olarak yeniden düzenlendi- çn.) var. O, modern burjuva toplumunu üretmedi. 18. yüzyılda doğan ve 19. yüzyılda gelişmesine devam eden burjuva toplum, medeni yasada, daha çok sadece yasasal bir ifade bulmaktadır. O, toplumsal ilişkilere artık tekabül etmeyince sadece bir balya kağıt olur.. eski yasalar yeni toplumsal gelişmenin temeli olamazlar" (Marks, C. 6, S, 245, 25 Şubat 1849 tarihli ve 231 numaralı "Neue Rheinische Zeitung"daki makalesi).
Öyleyse, toplumun ekonomik gelişmesine tekabül etmiyorlarsa, çok güzel modern yasalar da anlamsızdır. Hukuk veya hukuki üst yapı, toplumsal ilişkilere tekabül ettikleri müddetçe anlam kazanırlar. O halde sosyalist toplumda da hukuk, toplumsal gelişmenin ifadesi olmak zorundadır. Sosyalist hukuk proletaryanın devletsel iradesinin ifadesidir; sosyalist hukuk yoksa proletarya diktatörlüğü de yoktur. Hukuk ve yasa, sosyalist devrimin ilerletilmesi, sınıfsız topluma giden yol önündeki engellerin yıkılması için kullanılır.
Devlet gibi hukuk da komünist toplumun ikinci aşamasında; en yüksek aşamasında ölüp gidecektir. Ama o zamana kadar, insanların, özel yasalar olmaksızın yaşamasını ve toplumu ilerletmesini öğrenmiş olmaları gerekir. Ve devlet gibi hukuk da, özel düzenlemeler, zorlama olmaksızın yaşamasını öğrendikten, böyle bir yaşam tarzı normal yaşam tarzı olarak görüldükten sonra ölüp gidecektir. Ama o zamana kadar, yani proletarya diktatörlüğünde sıkı disiplin, denetleme, yasal önlemler; bir bütün olarak sosyalist hukuk kaçınılmazdır.
Marks ve Engels geçiş dönemi devleti olarak proletarya diktatörlüğü sorununu teorik olarak açıklamışlardı. Onların bu konudaki teorik açıklamaları Lenin ve Stalin tarafından, özellikle de Stalin tarafından Sovyet pratiğinde sınanmış ve geliştirilmiştir.
Lenin ve Stalin devlet üzerine düşüncelerini yanlış görüşlerle mücadele içinde geliştirmişlerdir. Örneğin Kautsky şöyle diyordu. Marks bir bütün olarak devlet mekanizmasının yıkılmasını değil, sadece onun bürokratik-askeri yönünün yıkılmasını benimsiyordu! Proletarya diktatörlüğünden, "öcü"den korkar gibi korkan revizyonistler ve sosyal demokratlar, burjuva devletin giderek demokratikleştiğinden bahsediyorlar ve proletaryanın böyle bir devleti ele geçirmekle sosyalizmi kuracağını vb. savunuyorlardı.
Anarşistler de bir bütün olarak devlet olgusunu reddediyorlar, onu hemen yok etmeyi hedefliyorlardı. Bunun ötesinde troçkistler ve buharinciler, tek ülkede sosyalizmin inşa edilemeyeceğini savunarak daha başta Sovyetler Birliği'nde inşa edilen devletin sosyalist devlet olmadığı anlayışından hareket ediyorlardı.
Lenin ve Stalin, bütün bu ve benzeri yanlış görüşlere karşı mücadele ederek ve pratik içinde sosyalist devleti kurarak, sosyalist hukuku geliştirerek mücadele etmişlerdir. Bizim sorunumuz da bu mücadelenin sonuçlarını; Sovyet devletinin ve hukukunun gelişmesini bu ve bundan sonraki makalede incelemektir.
II. Sovyet Devletinin Gelişmesi
Ekim Devrimi’yle proletaryanın siyasi iktidarı ele geçirmesinden sonra, kendi diktatörlüğünü kurmasından ve üretim araçlarının Sovyet devletinin (halkın) eline geçmesinden sonra üst yapı kurumlarının ekonomik temel üzerine etkisi konusunda tamamen yeni ve oldukça güç sorunlar ortaya çıkmıştı. Sovyet proletaryası tarihin o zamana kadar görmediği yeni koşullarla karşı karşıyaydı. Söz konusu olan, toplumun tamamen yeni tarzda sosyalist şekillendirilmesiydi. Bu şekillendirmede sosyalist devlete ve hukuka devasa rol düşüyordu. Sovyet devleti ve onun tarafından oluşturulan Sovyet hukuku, daha baştan karşıdevrimci iç ve dış güçlere karşı mücadele içinde gelişmeye başlamıştı. Proletarya diktatörlüğü pekiştirilip ülkede sosyalizmin inşası başarıyla sürdürülürken, Sovyet devletinin ve hukukunun oynadığı rolde bütün çıplaklığıyla açığa çıkıyordu; sosyalizmin inşasında Sovyet devleti ve hukuku yaratıcı bir güçtü.
Stalin, Sovyet devletinin gelişmesini, onu iki evreye ayırarak inceler. Sovyet devleti, gelişmesinin bu her bir evresinde farklı görevlerle karşı karşıyaydı. Görevlerinin farklılığı, somut koşullardan kaynaklanmaktaydı. Sovyet devletinin ilk evresi, Ekim Devrimi’nden sömürücü sınıfların tasfiye edildiği döneme kadar olan süreci kapsamına alır. Bu evreyi kendi içinde de üç ayrı aşamaya ayırmak mümkündür. Biz bunu yapmayacağız. Ama böyle bir ayrımın maddi temeli olduğu için belirtmekle yetineceğiz.
Birinci evrenin ilk aşaması Ekim Devrimi’nden yeni politik ekonomiye (1921, ilkbaharı- NEP) geçişe kadar olan dönemi kapsar. İkinci aşama, yeni politik ekonominin uygulanmaya konmasından sınıf olarak kulakların tasfiyesinin başlamasına kadar olan dönemi (yoğun kolektifleştirmenin sürdürüldüğü 1929 yazına kadar) kapsar. Üçüncü aşama ise 1929 yazından, kırdaki (ve geride kalan sanayi burjuvazisi) sömürücü sınıfların tümüyle tasfiyesine kadar olan dönemi kapsar.
Sovyet devletinin ikinci evresi, sözkonusu sömürücü sınıfların tasfiyesinden sosyalizmin nihai inşasına kadar olan dönemi kapsar. Bu evreyi iki aşamaya bölebiliriz. Birinci aşama, sömürücü sınıfların tasfiyesinden Stalinist Anayasa’nın ilanına kadar olan dönemi kapsar. İkinci aşama ise 1936'dan Stalinist Anayasa koşullarındaki Sovyet devletinin gelişmesini ve de komünizme geçiş koşullarının tartışıldığı, sadece ve sadece tartışıldığı dönemi kapsamına alır.
1- Gelişmesinin İlk Evresinde Sovyet Devleti
Bu konuda Stalin şöyle diyor:
"İlk evre, Ekim Devrimi’nden sömürücü sınıfların tasfiyesine kadar olan dönemdir. Bu dönemin esas görevi, devrilen sınıfların direncini bastırmaktı, müdahalecilerin baskılarına karşı ülke savunmasının örgütlenmesiydi. Sanayin ve tarımın yeniden inşasıydı, kapitalist unsurların tasfiyesi için koşulların hazırlanmasıydı. Dolayısıyla devletimiz bu dönemde iki esas fonksiyonu yerine getiriyordu; ilk fonksiyon ülke içinde devrilmiş sınıfların baskı altında tutulmalarıydı. Bu noktada devletimiz, görünüşte eski devletleri anımsatıyordu. Bu devletlerin fonksiyonu direnenleri baskı altına almaktan ibaretti, ama bizim devletimizin onlardan temel farkı, eski devletler, sömürülen çoğunluğu sömüren azınlığın çıkarı için baskı altında tutarken, bizim devletimiz, sömüren azınlığı emekçi çoğunluğun çıkarı için baskı altında tutuyor.İkinci fonksiyon, ülkenin, dışarıdan gelen baskılara karşı savunulmasıydı. Keza bu noktada da o görünüşte eski devletleri anımsatıyordu. Ama burada önemli bir fark(var): ülkelerini silahla koruyan eski devletler bunu, sömüren azınlığın zenginliklerini ve imtiyazlarını korumak için yaparlarken bizim devletimiz emekçi çoğunluğun kazanımlarını dışarıdan gelen baskınlara karşı koruyordu. Üçüncü bir fonksiyonu da vardı: Yeni sosyalist ekonominin embriyonlarının gelişmesini ve insanların sosyalizm ruhuyla eğitilmelerini amaçlayan devlet organlarımızın iktisadi-örgütsel ve kültürel-eğitici faaliyeti. Ama bu yeni fonksiyon bu evrede önemli bir gelişme gösteremedi" (XVIII. Parti Kongresi’ne sunulan Siyasi Rapor, C. 14, s. 228, Alm.).
Sovyet devletinin gelişmesinin bu ilk evresinde gündeme gelen veya onun ilk evresini karaterize eden sorunlar çözüme ulaştırıldı mı? Şimdi buna bakalım.
Sovyet devleti, gelişmesinin bütün birinci evresi boyunca, giderek azalan dozajda olsa devrilen sınıfların direncini kırmakla uğraşmıştır ve bu görevi başarıyla yerine getirmiştir. Kapitalistler ve büyük toprak sahipleri mülksüzleştirildikten sonra, eski imtiyazlarını yeniden elde etmek için sürdürdükleri mücadele Sovyet devleti tarafından acımasızca bastırılmıştır. İç ve dış düşmanların beyaz terörüne karşı devrimin kızıl terörüyle cevap verilmiştir. Kızılordu bu mücadele içinde kurulmuş ve gelişmiştir ve o, Sovyet devletinin, Sovyet ülkesinin iç ve dış düşmana karşı savunulması için güçlendirilmiş ve modernleştirilmiştir.
Sömürücü sınıfların iktidarı yıkılmış, proletarya diktatörlüğü kurulmuştu, ama bu kapitalistlerin ve toprak beylerinin ekonomik olarak tamamen tasfiye edildikleri ve sosyalist devletin ekonomik olarak çok güçlü olduğu anlamına gelmiyordu. Örneğin sanayide sosyalist sektörün payı 1924'te yuvarlak olarak yüzde 76'ydı. Bu oran 1925'de yüzde 82'ye çıktı. Her halükarda bu dönemde sanayide kapitalist sektörün payı yüzde 25 ila yüzde 20 arasındaydı. Bu oran, küçümsenemez bir payın ifadesiydi. Ayrıca bu dönemde sosyalist sanayi modern değildi, eski teknoloji hakimdi. Öyle ki savaşın neden olduğu yıkımdan dolayı sanayi üretimi henüz savaş öncesi seviyesine ulaşamamıştı. Bu dönemi –somutta da 1924 yılını– kastederek Stalin sanayinin durumunu şöyle açıklıyordu. "O dönemde sanayimiz, özellikle ağır sanayi acınacak durumdaydı. Tedricen eski haline getirilmesine rağmen, üretimi, savaş öncesi seviyesine henüz gelmemişti. Taban olarak eski, geri ve yetersiz bir tekniğe sahipti. Ama o, sosyalizme doğru gelişiyordu. O zaman sanayimizde sosyalist sektörün payı yaklaşık yüzde 80'di. Ama kapitalist sektör, ne de olsa, sanayinin yüzde 20'sinden azını kapsamıyordu. (SSCB Anayasası Taslağı üzerine, S. 59, C. 14, Alm.).
Tarımın durumu sanayinin durumundan daha da kötüydü. Yine o dönemi –1924'ler– kastederek Stalin tarımın durumunu şöyle açıklıyordu:
"Tarımımız hiç de iç açıcı bir resim sergilemiyordu. Toprak beyleri sınıfı tasfiye edilmesine rağmen tarım kapitalistleri sınıfı, kulakların sınıfı hala önemli bir faktörü oluşturuyordu. Genel anlamıyla tarım o zaman geri ortaçağ tekniği ile küçük köylü bireysel işletmelerinin sınırsız bir okyanusunu anımsatıyordu. Bu okyanus içinde münferit noktalar, adacıklar, kolhoz ve sovhoz ekonomileri vardı ama onlar ekonomimiz açısından henüz birazcık da olsa önem taşımıyorlardı. Kolhoz ve sovhoz ekonomileri zayıftılar. Kulak ise güçlüydü. O zamanlar biz kulakların tasfiyesi üzerine değil, sınırlandırılması üzerine konuşuyorduk"(Stalin, a.g.k., s. 59).
(Sanayi ve tarımda sosyalizmin gelişmesi daha önceki makalelerde ele alındığı için burada aynı şeyleri tekrarlamak istemiyoruz.)
Açık ki bu dönemde tarımın durumu, sanayinin durumundan da kötüydü. Düşman kırsal alanda daha güçlü, proletarya diktatörlüğü ise daha zayıftı.
Ticaretin durumu da hiç iç açıcı değildi. Meta cirosunda sosyalist sektörün payı yüzde 50 ile yüzde 60 arasındaydı. Geriye kalan yüzde 50 ila yüzde 40 oranındaki pay, tüccarların, spekülatörlerin ve başka özel tüccarların elindeydi (A.g.k., s. 59).
Sovyet devletinin gelişmesinin ilk evresinde ve özellikle de devrimden hemen sonraki yıllarda ekonomide çeşitli ekonomi formları bir arada var olmuşlardı. Patriarkal köylü ekonomisi, küçük meta üretimi, özel iktisadi kapitalizm (kulakların ve ulusallaştırılmamış işletmelere sahip olan kapitalistlerin ekonomisi); devlet kapitalizmi (yabancı kapitalistlere verilen imtiyazlar sonucu doğmuş olan ekonomileri) ve sosyalist sektör. Bu beş iktisadi formu, sosyalist ekonomi, küçük meta ekonomisi ve kapitalist ekonomi diye üç ana grupta toplayabiliriz.
Daha o dönem devrimci altüst oluşun doğrudan siyasi bir sonucu olarak tek tek sınıfların durumunda temel değişmeler olmuştu. İşçi sınıfı ezilen sınıf olmaktan çıkmış, hakim sınıf olmuştu. O, artık diğer emekçilerle birlikte devlet tarafından toplumsallaştırılmış olan üretim araçlarının sahibi konumundaydı. Bunun ötesinde emekçi köylülük, büyük kapitalistlerin ve büyük toprak beylerinin boyunduruğundan kurtulmuştu, toprağa, hayvana ve envantere sahip olmuştu. Sosyalist devlet, emekçi köylülüğü, bütün olanaklarını seferber ederek destekliyordu. Sovyet kırında orta köylülük merkezi bir konuma gelmişti. Ama milyonlarla ifade edilen emekçi köylü kitleleri, bir bütün olarak sosyalist gelişme yoluna henüz girmemişti. Onlar bu dönemde hala kapitalist unsurları üreten küçük köylü meta ekonomisinin taşıyıcısı konumundaydılar.
Sanayi ve tarımın eski haline getirilmesi bu evrenin en önemli görevlerinden birisiydi ve bu görev 1927'de başarıyla sonuçlandırıldı. Bu görevin yerine getirilmesinden sonra Bolşevik Parti XIV. Parti Kongresi'nin tarihi nitelikteki kararları ışığında Sovyet ülkesinin sosyalist sanayileştirilmesi için devasa çalışmayı başlattı. Sosyalist sanayileşmenin gerçekleştirilmesi aynı zamanda kırsal alanda kapitalist unsurların tasfiyesinin maddi koşullarının da hazırlanması ve tasfiyenin gerçekleştirilmesi anlamına geliyordu. Sovyet devleti bu görevleri başarıyla yerine getirmiştir. Böylelikle bir bütün olarak kapitalist unsurların tasfiyesi koşullarının hazırlanması, Sovyet devletinin gelişmesinin ilk evresinde başarıyla tamamlanmış ve sınıf olarak kulakların tasfiyesine girişilmişti. Bu dönemde işçi sınıfı ve emekçi köylülük Sovyet toplumunun iki temel sınıfı konumuna gelmişlerdi. Burjuvazi artık temel sınıf değildi, ama bu onun sınıf olarak tamamen yok edildiği anlamına gelmiyordu. Yukarıda da belirtildiği gibi ekonomide hala küçümsenemeyecek bir ağırlığı vardı. Bu, özellikle kulaklar (diğer adıyla zengin köylülük- köy burjuvazisi) için daha ziyade geçerliydi. 1928'de Sovyet kırında kulakların sayısının 5,6 milyon civarında olması bu gerçeği yansıtıyor.
Stalin, XVI. Parti Kongresi'ne sunduğu siyasi raporda diğer şeylerin yanı sıra şöyle diyordu. Sınıf olarak kulakları tasfiye etme politikasına geçiş, kolektifleştirmenin yoğun gerçekleştirilmesi, 1929'un ikinci yarısında bütün cephelerde sosyalizmin taarruza geçmesi hazırlanmıştır. Stalin'in bu sonuca varmasının maddi nedenleri şunlardı:
- İşçi sınıfının aktivitesi artmıştır.
- Bolşevik parti milyonlarca emekçi kitle nezdinde görülmemiş bir otoriteye sahip olmuştur.
- Yoksul ve orta köylü kitlelerinin aktivitesi de giderek artmıştır.
- Bu köylü kitlesinin kolektif inşaya radikal bir katılımı gündeme gelmiştir.
- Bir bütün olarak Sovyet devletinin başarıları özel olarak da sanayi alanındaki ve tarımdaki (kolhoz ve sovhoz çiftliklerinin kurulması ve gelişmesi) başarılar körün görebileceği, sağırın duyabileceği boyutlara varmıştı.
- Kırsal alanda Sovyet ekonomisi kolhoz ve sovhoz ürünleriyle kulakların ürün miktarını aşacak duruma gelmişti ve böylelikle kırsal alanda ekonomi, bireysel çiftliklere dayanmaktan kolektif çiftliklere (kolhoz ve sovhoz) dayanmaya geçiyordu.
Sovyet ülkesinin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi durum, bu evrede esas sorunun kapitalizm ile sosyalizm arasındaki mücadele olduğunu göstermektedir. Bu sorun "kim kimi" yok edecek sorunuydu. Bu mücadelede devrik sınıflar sadece kendi güçlerine değil, yabancı sermayeye, emperyalist ülkelerin desteğine de güveniyorlardı. O dönemdeki enternasyonal durumu göz önüne getirelim.
Sovyet devleti kapitalist okyanusta bir adaydı, dört bir yanı düşman devletlerle –taktik açıdan Türkiye cephesi hariç– sarılmıştı ve proletarya diktatörlüğünü yıkmak için 14 emperyalist devlet Sovyet ülkesine karşı yerli karşı-güçleri destekleyerek fiilen müdahale etmişlerdi. Mücadelenin sonucu biliniyor: Sovyet devleti bütün imkanlarını harekete geçirerek, beyaz teröre devrimin kızıl terörüyle cevap vererek düşman güçleri yenmiş ve hakimiyetini korumuştu. Sovyet devletini bu mücadelesinde, enternasyonal işçi hareketi yalnız bırakmamıştı.
Sovyet devletinin gelişmesinin bu ilk evresinde hangi temel sorunu çözmekle karşı karşıya olduğunu Stalin'in nasıl formüle ettiğini yukarıya aktarmıştık. O kısmı burada da verelim.
"Bu dönemin esas görevi, devrilen sınıfların direncini bastırmaktı, müdahalecilerin baskılarına karşı ülke savunmasının örgütlenmesiydi; sanayi ve tarımın yeniden inşasıydı, kapitalist unsurların tasfiyesi için koşulların hızlandırılmasıydı."
Sovyet devletinin, gelişmesinin ilk evresinde hangi ana yönde ilerleyeceği bu temel göreve bağlıydı. Aynı yerde Stalin bu temel görevin Sovyet devletini iki esas fonksiyonla karşı karşıya bıraktığını tespit ediyordu. Birinci fonksiyon, ülke içinde devrilen sınıfların direncinin kırılması ve onların baskı altına alınmalarıydı. İkinci fonksiyon, dış saldırılara karşı ülkenin savunulmasıydı. Ayrıca üçüncü bir fonksiyon da vardı, o da, devlet organlarının iktisadi örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyetini içeriyordu.
Sovyet devleti devrilen sınıfların baskı altına alınışını çok çeşitli tarzda gerçekleştirmişti. Ama bunların içinde en önemlisi, en göze batanı, sınıf düşmanlarına karşı sürdürülen askeri mücadeleydi.
Gelişmesinin bu evresinde Sovyet devleti, ekonomik gücünden ziyade askeri gücüne dayanıyordu. Bundan dolayı askeri baskı altına alış, devrilen sınıfların eski konumlarını elde etme denemelerinin askeri güçle parçalanması, karşıdevrimin beyaz terörüne karşı, devrimin kızıl terörü bu dönemin, bu dönemdeki Sovyet devletinin baskı altına alma fonksiyonunun karakteristik bir özelliğiydi.
Bu alanda alınan bütün tedbirleri, burada ele almanın anlamı yok, önemli gördüğümüz bir kaç noktayı belirtmekle yetineceğiz.
Daha Aralık 1917'de Lenin'in talimatı üzerine "Karşıdevrim ve Sabatoja Karşı Mücadele İçin Bütün Rusya Olağanüstü Komisyonu" kurulur. (We-Çe-Ka). Bu örgütün faaliyeti oldukça önemli ve başarılıydı; bu örgütün faaliyeti vasıtasıyla bir dizi karşıdevrimci örgütün tasfiye edilmeleri, kadetlerin, sosyal devrimcilerin, anarşistlerin ve başka anti-sovyetik komplo gruplarının ayaklanmaları ve komplolarının açığa çıkartılması ve yenilgiye uğratılmaları ve dış güçlerin casusluk ve sabotaj faaliyetlerinin açığa çıkartılması gerçekleştirilmişti. 1918 yılında genel mecburi askeri hizmet yürürlüğe kondu. Bunun ötesinde ve en önemlisi yüz binlerce gönüllü, iç ve dış düşmana karşı mücadele için Kızılordu’ya katıldı. Böylelikle Kızılordu, üç milyonluk bir insan gücüne sahip oldu.
Bunun ötesinde yukarıda da belirttiğimiz gibi kulaklara karşı taarruz XV. Parti Kongresi’nde Stalin'in direktifiyle başlatıldı. Ve yoğun kolektifleştirmeye başlandı. Sovyet devleti bu alanda bir dizi olağanüstü tedbiri uygulamaya koydu. Örneğin ceza yasasının 107. maddesi gereği kulakların tahıl fazlasına el kondu ve bunun yüzde 25'i kır yoksullarına verildi. Ve takip eden zaman içinde de kırsal alanda kulaklar, sanayi alanında da geriye kalan kapitalistler mülksüzleştirildiler.
İç savaştan, iç ve dış karşıdevrimci güçlerin yenilgiye uğratılmasından sonra casusluk ve sabotaj faaliyeti, emperyalist ülkelerin genç Sovyet devletine karşı yıkıcı mücadelelerinin temel biçimlerinden birisi oldu. Sovyet önderlerinin öldürülmesi, fabrikalardaki, işletmelerdeki, ulaşımdaki sabotajlar, iç karşıdevrimci örgütlerin mali olarak desteklenmesi vb. bu türden faaliyetlerin kapsamına giriyordu. Bütün bu türden karşıdevrimci faaliyetler açığa çıkartılmış ve etkisiz hale getirilmişti. Genç Sovyet devletinin, dünyanın ilk işçi ve köylü iktidarının fırtınalı gelişmesi önünde hiçbir engel duramıyordu. Böylelikle Sovyet devleti, gelişmesinin bu ilk evresindeki temel fonksiyonlarından ikincisini de –"ülkenin dışarıdan gelen baskılara karşı savunulması"– başarıyla yerine getirmiş oluyordu.
Genç Sovyet devleti, kendi gerçeğini, mücadele sonucu kapitalist emperyalist dünyaya kabul ettirdi. II. Sovyet Kongresi 8 Kasım 1917'de barış kararnamesini kabul etti ve savaşan ülkelere silahların bırakılmasını önerdi. Sovyet devleti daha 1921'de İngiltere ile ticari bir anlaşma yaptı. O dönemin önemli uluslararası konferanslarında (Cenevre, Den-Haag vs.) Sovyet devletinin temsilcileri, dünyada barış ilkelerini aktif bir şekilde savundular. 1924-1925 yıllarında ABD'nin dışında bütün önemli kapitalist/emperyalist ülkeler Sovyet devletiyle diplomatik ilişkiler kurdular. Bunlar, genç Sovyet devletinin gelişmesinin ilk evresinde, barış politikasında ve kendini savunmada elde ettiği devasa başarılardı.
Sovyet devletinin gelişmesinin ilk evresinde söz konusu olan üçüncü fonksiyona gelince: Burada dikkati, Sovyet devletinin gelişmesinin ilk evresi üzerine Stalin'den aktardığımız anlayışa çekmek istiyoruz. Orada üç fonksiyondan bahsediliyor ve ilk iki fonksiyonda Sovyet devleti "görünüşte eski devleti anımsatıyor" tespiti yapılıyordu. Ama üçüncü fonksiyon için böyle bir tespit yapılmıyor ve bu dönemde bu alandaki görevlerin yeterince yerine getirilmediği belirtiliyor. Bunun böyle olmasının maddi nedenleri vardı. Önemli olduğu için biraz açalım.
Bu fonksiyonuyla Sovyet devleti eski devletleri anımsatmıyordu. Çünkü bu fonksiyon (devlet organlarının iktisadi-örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyeti) yeni tipten devlete; sosyalist devlete özgü olan fonksiyondu ve ancak ve ancak sosyalist toplumun gelişmesine paralel olarak gelişebilirdi. Veya Sovyet devletinin bu fonksiyonunu yerine getirmesiyle sosyalist toplumun gelişmesi birbirini karşılıklı olarak etkileyen diyalektik bir bütünü oluşturuyordu. Demek oluyor ki bu fonksiyon, sosyalist devrimin temel özelliklerinden birisiydi ve eski ekonomik yapının devrimci-radikal dönüşümüne yeni, sosyalist ekonomik yapının da keza devrimci-radikal oluşturulmasına yönelikti. Stalin'in belirttiği gibi bu fonksiyon, "yeni sosyalist ekonominin embriyonlarının gelişmesini ve insanların sosyalizm ruhuyla eğitilmelerini amaçlayan" bir fonksiyondu.
Sovyet devletinin gelişmesinin ilk evresinde, devletin iktisadi-örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyeti tam anlamıyla gelişememişti. Çünkü bütün ülkede bütünlüklü sosyalist bir ekonomi henüz yoktu/kurulmamıştı ve buna bağlı olarak da Sovyet devleti henüz ekonominin bütün alanlarında bütün iktisadi yaşamda örgütleyici ve yönlendirici konumda değildi. Bu koşullarda veya bu fonksiyonun yerine getirebilmesi için ortamın hazırlanması gerekiyordu. Bu, yukarıda da belirttiğimiz gibi, ekonominin bütün alanlarında kapitalist unsurların tasfiyesinin gerçekleştirilmesiydi. Bunun için gerekli hazırlık iki yönde gelişme göstermişti.
a- Sanayin eski haline getirilmesi ve bunu aşarak sosyalizme maddi temel teşkil edecek olan en önemli sektörlerin –örneğin ağır sanayinin– çok yönlü gelişmesini sağlamak.
b- köylülerin kolektif işletmelerde birliğini sağlamak.
Ancak bu iki noktada yoğunlaştırdığımız sorunun devrimci-radikal çözümü, Sovyet devletinin gelişmesinin ilk aşamasındaki üçüncü fonksiyonunu yerine getirmesinin ön koşulunu hazırlamış olacaktı.
I. Dünya Savaşı ve iç savaş döneminde ülke ekonomisi tamamen yıkılmıştı. 1920'de (Sovyet Kongresi'nde), ekonominin en azından eski haline getirilmesini sağlamaya yönelik bir dizi tedbir alındı. Lenin'in bütün Rusya'nın elektriklendirilmesi planı da ("Goelro-planı") bu dönemde yürürlüğe kondu. Bu plana göre, on senede 30 büyük elektrik santralı inşa edilecekti. Nitekim 1925-1927 yılları arasında böylesi bir dizi santral inşa edildi. (Taşkent, Erivan, w4atura vb.) Dinopropetrowsk'ta büyük bir demir döküm işletmesi 1925 yılında üretime başladı. İlk traktör ve otomobil fabrikası bu dönemde kuruldu. (Stalin İşletmesi vb). Tarımsal alandaki devletin faaliyeti sanayi alanındakini daha geri seviyede takip ediyordu. İç savaştan sonra yaklaşık 20 milyon hektarlık bir alan ekilemiyordu. Tarımsal üretimi arttırmak için teslim zorunluluğu yerine doğal vergi getirildi. Böylelikle bireysel emekçi köylüler teşvik edildiler. Ama kırsal alanda tarımın gelişmesi için alınan bütün tedbirlere rağmen tarımın gelişmesi sanayinin gelişmesinin gerisinde kaldı. Birinci beşyıl planının uygulanmaya konduğu dönemde (başlangıçta) ülkede 25 milyon bireysel köylü işletmesi vardı. Kırsal alanda geri teknolojinin aşılması, sosyalist dönüşümün başlatılması sosyalist sanayinin kurulmasına bağlıydı. Bu oldu ve Sovyet devleti elde ettiği modern tarım teknolojisine de dayanarak kırsal alandaki devrimini –kolektifleştirme kulakların mülksüzleştirilmesi– başlattı. Ama bu söz konusu üçüncü fonksiyonun, devletin gelişmesinin ilk evresinde yerine getirildiği anlamına gelmemelidir. Sovyet devleti, iktisadi-örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyetine gelişmesinin ilk evresinin sonunda başladı, ama bu faaliyet gerçek anlamıyla, devletin gelişmesinin ikinci evresinde gerçekleştirildi.
2- Gelişmesinin İkinci Evresinde Sovyet Devleti
Bu konuda Stalin şöyle diyor: "İkinci evre şehirde ve kırda kapitalist unsurların tasfiyesinden sosyalist ekonomi sisteminin tam zaferine ve yeni anayasının kabulüne kadar olan dönemdir. Bu dönemin esas görevi, bütün ülkede sosyalist ekonominin örgütlenmesiydi ve kapitalist unsurların son kalıntılarının tasfiyesiydi, kültür devriminin örgütlenmesiydi, ülkenin savunulması için tamamen modern bir ordunun örgütlenmesiydi. Sosyalist devletimizin fonksiyonları da buna göre değişti. Ülke içinde askeri baskı fonksiyonu yok olmaya yüz tuttu-yavaş yavaş öldü. Çünkü sömürü yok edildi. Artık sömürü yok ve bundan dolayı baskı altında tutulacak kimse de yok. Baskı fonksiyonu yerine devlet, sosyalist mülkiyeti, halk mülkünü hırsızlardan ve talancılardan korumak fonksiyonunu aldı. Ülkenin dış baskınlardan askeri olarak korunması fonksiyonu tamamen muhafaza edildi. Bundan dolayı Kızılordu da, donanma da, keza yabancı casusluk servisleri tarafından ülkemize gönderilen katillerin, zarar vericilerin, casusların açığa çıkartılması ve cezalandırılması için zorunlu olan ceza organları, milli emniyet hizmeti de kaldı (varlığını sürdürdü- çn.). Devletin iktisadi-örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyet organlarının fonksiyonu muhafaza edildi ve tamamen geliştirildi. Şimdi devletimizin ülke içindeki esas görevi, barışçıl iktisadi-örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyettir. Ordumuza, ceza organlarına ve milli emniyet hizmetine gelince; artık onların sivri ucu ülke içine değil, bilakis dışarıya, dış düşmanlara yöneliktir.
“... Şimdi biçiminde ve fonksiyonlarında ilk evresinin sosyalist devletinden önemlice farklı olan, tarihin tanımadığı tamamen yeni, sosyalist bir devlete sahibiz” (C. 14, s. 228/229).
Önce, birinci evreden ikinci evreye geçişin nasıl olduğuna bakalım. Bu geçişin nasıl olduğu birçok açıdan önemlidir. Soru şu: bu sıçramalı bir geçiş miydi, yoksa tedrici bir geçiş miydi?
Önce söz konusu sürecin koşullarını belirtelim:
- Sanayi ve tarımın eski haline getirilmesi, işlev görür hale getirilmesi ve kapitalist unsurların tasfiyesi için koşulların hazırlanması bütün bunlar 1929 senesi sonunda Sovyet devletinin gelişmesinin ilk evresinin görevleriydi. Bunlar aynı zamanda ülke içi görevlerdi.
- Sovyet devleti kapitalist unsurları tasfiye görevini, sınıf olarak kulakları tasfiye politikasına geçiş sürecinde yoğun kolektifleştirme ile çözümledi. Devrilen sınıfların baskı altında tutulması görevi de bu politika temelinde yükselmekteydi. Yani devrilen sınıfların en dinamik kalıntısı olan kulaklar, bu politika temelinde nihai olarak tasfiye edildiler.
- Sınıf olarak kulakların yoğun kolektifleştirme bazında tasfiye edilmeleri aynı zamanda, Sovyet devletinin yeni bir temel görevle karşı karşıya kaldığı anlamına da geliyordu. Bu yeni görev, Sovyet devletinin gelişmesinin ikinci evresindeki görevlerdi. Bu görevlerin neler olduğunu Stalin'in sözleriyle yukarıya aktardık.
Bu geçiş, Sovyet devleti, gelişmesinin ilk evresinden ikinci evresine nasıl geçti, bu sürecin içeriği neydi?
Burada söz konusu olan, eski bir nitelikten yeni bir niteliğe geçiştir. Bu sıçramalı bir geçiş miydi, yoksa tedrici bir geçiş miydi?Bunu açıklamak için Stalin'in bir anlayışını buraya aktaralım:
"Patlamalar için coşku duyan yoldaşların bilgisine; söylenmesi gereken şu:Patlama vasıtasıyla eski bir nitelikten yeni bir niteliğe geçiş, sadece dilin gelişme tarihinde kullanılmaz değildir. Bu, taban ve üst yapıyla ilgili başka toplumsal görünümlerde de her zaman kullanılamaz. Bu, düşman sınıflara bölünmüş bir toplumda mutlak geçerlidir. Ama bu, düşman sınıfların olmadığı bir toplum için mutlaka geçerli değildir. 8-10 sene içinde ülkemizin tarımında burjuva, bireysel köylü ekonomilerine dayanan düzenden sosyalist kolektif ekonomi düzenine geçişi gerçekleştirdik. Bu, kırda burjuva ekonomik düzeni tasfiye eden ve yeni bir düzeni; sosyalist düzeni yaratan devrimdi. Ama bu alt üst oluş patlama ile değil, yani mevcut iktidarın devrilmesi ve yeni birinin kurulmasıyla değil, bilakis kırdaki eski burjuva düzenden yeni düzene tedrici bir geçişle gerçekleşti. Bu gerçekleşebildi, çünkü, o, yukarıdan bir devrimdi. Çünkü alt-üst oluş, köylülüğün esas kitlesinin desteğiyle mevcut iktidarın inisiyatifi sayesinde gerçekleştirildi." (Stalin, C. 15, s. 221-222, Marksizm ve Dilbilimi, Alm.)
Sovyet kırındaki söz konusu alt-üst oluş bir devrimdi ve bu devrim Sovyet toplumunu yeni nitel bir duruma götürmüştü. Ama bu devrimci alt-üst oluş, mevcut siyasi iktidarın (yeni Sovyet devletinin) yıkılması ve yeni bir siyasi gücün örgütlenmesiyle gerçekleştirilmemişti. Bu bir sıçramaydı ve bu sıçramayla Sovyet toplumu, bu sıçramayı örgütleyen Sovyet devleti tarafından, onun inisiyatifinde yeni nitel bir duruma gelmişti.
Bu sıçrama, Bolşevik parti önderliğinde Sovyet devleti tarafından gerçekleştirilen tedrici bir geçişin ifadesiydi:Kırsal alandaki burjuva ekonomi düzeninden yeni sosyalist ekonomi düzenine tedrici geçiş. Burada, kapitalist unsurların tasfiyesinin koşullarının aceleye getirilmeyen, sebatla, itinayla, sabırla sürdürülen bir hazırlığı söz konusuydu. Bu hazırlık bağlayıcı öneme haizdi. Milyonlarca köylü kitlesinin siyasi olarak ikna edilmesi, kolektif ekonomiye geçiş için zorunlu maddi temellerin yaratılması –tarımda teknoloji vs.– proletarya, geniş köylü yığınlarının kolektifleştirme hareketinde –bu yukarıdan devrimde– kendini takip edeceğine emin olmalıydı. İşte bundan dolayı sürekli hazırlıktan bahsediliyordu ve Sovyet devleti, sınıf olarak kulakları yoğun kolektifleştirme temelinde tasfiye politikasına geçişin koşullarını başarıyla hazırlamış ve geçişi sağlamıştır.
Bir daha Stalin'in Sovyet devletinin gelişme evrelerini tespitine dönelim: Stalin, Sovyet devletinin gelişme evrelerinin sınırlarını şöyle belirliyor:
İlk evre:Ekim devriminden sömürücü sınıfların tasfiyesine kadar olan dönem.
İkinci evre:Kırda ve şehirde kapitalist unsurların tasfiyesinden sosyalist ekonomi sisteminin zaferine ve yeni anayasanın kabulüne kadar olan dönem.
Stalin burada şehirde ve kırda kapitalist unsurların tasfiyesi ayrımını yapıyor. Bunun anlamı var. Bunun anlamı "SBKP(B) Kısa Tarihi"nde şöyle anlatılıyor:
"Sınıf olarak kulakların tasfiyesi politikasına geçişe kadar parti, tasfiye amacıyla kapitalist unsurlara karşı ciddi bir taarruzu daha ziyade şehirde, sanayi alanında sürdürdü. Önce, tarım, köy, sanayinin, şehrin gerisinde kaldı. Bundan dolayı taarruz, bir yerdeki saldırı karakterini taşıyor, tam değildi, genel karakterde değildi. Ama şimdi, köyün geriliği geçmiş içinde kaybolurken, köylülüğün kulakların tasfiyesi için mücadelesi bütün açıklığıyla öne çıkarken ve parti, kulakların tasfiyesi politikasına geçerken, kapitalist unsurlara karşı sürdürülen taarruz genel karakter kazanıyordu; bir yerde sürdürülen taarruz, bütün cephede sürdürülen taarruza dönüştü."(s. 386, Alm.)
Bu genel karakterli taarruz veya sınıf olarak kulakların tasfiyesi, Sovyet toplumunun yeni bir aşamaya geçtiğinin ifadesiydi. Bu, Sovyet devletinin gelişmesinin ilk evresindeki Sovyet toplumundan nitel olarak farklı bir aşamadaki, Sovyet devletinin gelişmesinin ikinci evresindeki Sovyet toplumuydu. Bu, artık gerçek anlamıyla sosyalist aşamada olan toplumdu. Bu, Ekim Devrimi’ne eş değer olan bir durum, bir sıçramaydı:
"Bu, olağanüstü derinlemesine (giden) bir altüst oluştu, toplumu eski nitel durumundan yeni nitel durumuna bir sıçramaydı, etkileri bakımından Ekim 1917'nin devrimci alt-üst oluşuna eşdüşen bir altüst oluştu." (SBKP/BKısa Tarihi, s. 380, Alm.)
Buradan çıkartılması gereken bir sonuç şudur:Bolşevik parti önderliğinde ve Sovyet devleti tarafından örgütlü olarak gerçekleştirilen Sovyet toplumunun eski nitel durumundan yeni nitel duruma geçmesi, aynı zamanda Sovyet devletinin de gelişmesinin, ilk evresinden ikinci evresine geçişinin bir ifadesiydi; Sovyet devleti de gelişmesinin ilk evresindeki nitel durumundan gelişmesinin ikinci evresindeki yeni nitel durumuna geçiyordu.
Böylelikle, Sovyet devletinin ve toplumunun gelişmesi, birbirini karşılıklı olarak etkileyen bir ve aynı sürecin ifadesi oluyordu.
Peki bu yukarıdan devrim hangi temel sorunları çözmüştü?Bu sorunun cevabını SBKP(B)Kısa Tarihi'nden aktaralım.
"Bu devrim bir vuruşla sosyalist inşanın üç temel sorununu sonuçlandırdı.
a) O, ülkemizde sömürücü sınıfın sayıca en çok olanını, kulaklar sınıfını, kapitalizmin restorasyonunun kalesini tasfiye etti.
b) O, ülkemizde sayıca en kalabalık olan sınıfı, köylüler sınıfını, kapitalizmi doğuran bireysel iktisat yolundan toplumsallaştırılmış, kolektif, sosyalist iktisat yoluna götürdü.
c) O, Sovyet iktidarına, ulusal ekonominin –tarımda– en geniş ve çok önemli ama çok da geri alanında sosyalist bir taban verdi.
Böylelikle ülkemizde kapitalist restorasyonun son kaynakları yıkıldı ve aynı zamanda yeni, belirleyici, sosyalist ulusal ekonominin inşası için zorunlu olan koşullar yarattı." (s. 380-381)
(Tabi yoğun kolektifleştirme sürecinde, sorunun kavranmadığı bölgelerde önemli hatalar da yapılmıştı. Bu hataların kaynağı orta köylülüğe karşı tavrın yanlış anlaşılması ve orta köylülüğün, bazı bölgelerde kulaklara uygulanan politikaya maruz kalmasıydı. Bu durumu kulaklar da kışkırtma metoduyla kendi çıkarları için kullanmışlardı. Parti hatayı zamanında gördü ve yanlış anlamayı düzeltti. Bu gelişme SB'de sosyalizmin inşasında önemli olmadığı için üzerinde durmayı gerekli görmüyoruz.)
Bu üç temel sorunu çözümleyen devrimin sonucu neydi veya bu üç temel sorun çözümlenince ne türden bir değişim gerçekleşmiş oluyordu?
"Açık ki, kelimenin eski anlamıyla geçiş dönemini artık geride bıraktık ve bütün cephede doğrudan ve tam gelişmiş sosyalist inşa dönemine girdik. Açık ki biz, artık, sosyalizm dönemine girdik. Çünkü şimdi sosyalist sektör, sosyalist toplumun tamamlanmasından ve sınıf farklarının yok edilmesinden henüz uzakta olunmasına rağmen, bütün ulusal ekonominin bütün iktisadi kaldıraçlarını elinde tutmaktadır." (Stalin, C. 13, s. 5, Alm.)
Stalin, Sovyet ülkesinin, devletinin gelişmesinin yeni nitel aşamasını böyle karakterize ediyordu. Yukarıda belirtilen üç temel sorunun çözümlenmesinin sonucu buydu.
Peki Sovyet devletinin gelişmesinin ilk evresinden ikinci evresine geçiş sürecinde –örneğin 1930'un ilk yarısında– kırsal alanda parti ve devlet önünde duran görevin esası neydi?
Bunu Stalin şöyle saptıyor:
"…Tarımın kaderi ve temel sorunlar, artık şimdi, bireysel köylü ekonomileri tarafından değil, bilakis kolektif ekonomiler (kolhozlar- çn.) ve Sovyet ekonomileri (sovhozlar- çn.) tarafından belirlenmektedir…
…kırsal alanda ekonomik dönüşümler olmuştur ve bu bize, köyü yeni bir yola, kolektifleştirme yoluna sevk etmeyi ve böylece sosyalizmin başarılı inşasını sadece şehirde değil, bilakis kırda da teminat altına almayı başardığımızı iddia etmemize bir neden olmaktadır." (C. 12, s. 253, Alm.)
Kırsal alandaki alt-üst oluşun önemini ve bu alandaki kararlılığı Stalin şöyle açıklıyordu:
"Kırda, Sovyet ve kolektif ekonomilerin daha da geliştirilmeleri sorunun bizim bütün inşamız açısından en acil sorun olduğunu detaylı anlatmaya… gerek yok. Şimdi köylülüğün eskiden yeniye, kulak köleliğinden özgür kolektif ekonomiksel yaşama doğru devasa, radikal bir dönüş yaptığını körler dahi görüyorlar. Artık eskiye dönüş yok. Kulaklık (zengin köylülük- çn.) çöküşe mahkumdur ve tasfiye edilecektir. Geriye sadece bir yol kalıyor; kolektif ekonomilerin yolu." (A.g.k. 292)
SBKP(B)'nin XVI Parti Kongresi, tarihi bir kongreydi. O, tarihe, sosyalizmin bütün cepheleri de taarruzunun kongresi olarak geçti:
– "…sanayimizin artırılmış gelişme temposu…"
–"…kolektif ve Sovyet ekonomilerinin artırılmış gelişme temposu…"
– "…şehirde ve kırda kapitalist unsurların hızlandırılmış, iktisadi püskürtülmesi…"
–"… Sosyalist inşa için kitlelerin harekete geçirilmesi…"
–"Kapitalizme karşı kitlelerin harekete geçirilmesi…" (Stalin, a.g.k., s. 271)
Bu gelişmelerin sonucu olarak, 1930 yılından itibaren Sovyet devleti, iktisadi, örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyetine kapsamlı yönelmeye başladı. Çünkü, böyle bir faaliyetin maddi koşulları artık oluşmuştu ve bu alandaki faaliyet Sovyet devletinin en önemli faaliyeti olmuştu.
Şimdi başa, Sovyet devletinin gelişmesinin ikinci evresi için Stalin'den aktardığımız anlayışa dönelim.
Sovyet devletinin gelişmesinin ikinci evresindeki temel görevi "…Bütün ülkede sosyalist ekonominin örgütlenmesi, kapitalist unsurların son kalıntılarının tasfiyesi, kültür devriminin örgütlenmesi, ülkenin savunulması için tamamen modern bir ordunun örgütlenmesi…"
Bu görevler yerine getiriliyor ve devlet giderek daha yoğun bir şekilde iktisadi, örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyete yöneliyor. Çünkü bu faaliyetin maddi koşulları oluşuyor.
Temel görevin değişmesi devletin fonksiyonlarının değişmesini de beraberinde getiriyor.
Değişen birinci temel fonksiyon:
"Ülke içinde askeri baskı fonksiyonu yok olmaya yüz tuttu. Yavaş yavaş öldü. Çünkü sömürü yok edildi. Artık sömürücü yok ve bundan dolayı baskı altında tutulacak kimse de yok. Baskı fonksiyonu yerine devlet, sosyalist mülkiyeti, halk mülkünü hırsızlardan ve talancılardan korumak fonksiyonu aldı."
Bu fonksiyon değişimi gerçekleşti ve devlet bu alandaki görevini de yerine getirdi:Düşman unsurlar, yıkıcı faaliyetlerini devlet ve kolektif mülkiyete zarar vermeye, çapulculuğa, hırsızlığa yöneltmişlerdi:Düşman unsurlar, saldırılarını özellikle, sosyalist üretim ilişkilerinin temelini oluşturan toplumsal mülkiyete yöneltmişlerdi. Bundan dolayı da toplumsal mülkiyeti korumak, hırsızlığa, çapulculuğa, sorumsuzluğa karşı mücadele önplana çıkmıştı. Bu arada şunu da belirtelim:Sosyalist bilinçlenmesi yeterli olmayan, hala burjuva kapitalist düşünce kalıntılarına sahip olan emekçiler bir taraftan düşman unsurların toplumsal mülkiyete saldırılarını –sorunu kavramadıkları için– kolaylaştırıyorlar, onlara alet oluyorlar, diğer taraftan da devletin bu alandaki faaliyetini bilinçsizlikten dolayı zorlaştırıyorlardı. Bunun içindir ki, toplumsal mülkiyeti koruma mücadelesi aynı zamanda bir eğitim ve tutumlulukmücadelesiydi.
İkinci temel fonksiyon:
"Ülkenin dış baskınlardan askeri olarak korunması fonksiyonu tamamen muhafaza edildi."
Kapitalist kuşatma altında olan Sovyet devleti, bu alandaki görevini sadece yerine getirmekle yetinmedi; bu alandaki görevini kapsamlaştırdı ve ordusunu daha da güçlü kıldı. II. Dünya Savaşı'nın sonucu, bunu yeteri kadar kanıtlıyor.
Üçüncü temel fonksiyon:
Devletin, iktisadi-örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyet organlarının fonksiyonu muhafaza edildi ve tamamen geliştirildi.
Bu alandaki faaliyet, Sovyet devletinin gelişmesinin ikinci evresinde belirleyici bir anlam kazandı. toplumun sosyalist şekillenmesi ilerledikçe bu alandaki faaliyet de o derece önemli oldu. Aslında bu alandaki faaliyet, sosyalizmin temel ekonomik yasasını ifade ediyordu. Bu konuda Stalin şöyle diyor:
"Çok gelişmiş teknoloji bazında sosyalist üretimin devamlı mükemmelleştirilmesi ve kesintisiz büyümesiyle bütün toplumun sürekli artan maddi ve kültürel gereksinimlerinin azami olarak yerine getirilmesinin teminat altına alınması."(C. 15, s. 291, Alm.)
Sovyet devleti bütün faaliyetini bu temel ilkeyi gerçekleştirmeye yöneltmişti:Kapitalist unsurların bütün alanlarda tasfiyesinden ve sosyalizmin bütün alanlarda zaferinden sonra iktisadi-örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyet devletin temel görevi olmuştu. Bu görevin üstesinden gelinmeksizin sosyalist ilerleme olanaksızdı. (Bu alandaki faaliyet için sanayi ve tarımın sosyalistleştirilmesi makalelerine, 2. ve 3. makalelere bakınız.)
Bütün bu gelişmeler hukuki ifadesini Stalinist Anayasa'da (1936) buldu ve Stalinist Anayasa, Sovyet toplumunun sınıfsal yapısının tamamen değiştiğinin ve bu değişme temelinde Sovyet halkının ahlaki-siyasi birliğinin sağlanmış olduğunun açık kanıtı olmuştu. Bundan sonraki makalede bu gelişmeyi Sovyet hukukunu- sosyalist hukuku ele alacağız.
Proleter Doğrultu, Sayı 12, Eylül-Ekim 1997
Hiç yorum yok