Header Ads

Header ADS

16. Yılında İran Devrimi

Garbis Altınoğlu

Bundan 16 yıl önce, ABD emperyalizminin yakın bağlaşığı ve güçlü bölgesel jandarması olan Şah rejimi, İran halkının görkemli direniş ve ayaklanması karşısında adeta kumdan yapılmış bir şato gibi çökmüştü. Sosyo-ekonomik yapısının ve gelişme düzeyinin ve yakın geçmişteki siyasal evriminin karakteristikleri Türkiye ile önemli benzerlikler gösteren, ülkemize komşu olmasının yanısıra, önemli bir Kürt ve Türk halk kitlesi barındıran1 İran'daki önemli siyasal gelişme ve altüst oluşların Türkiye proletaryası ve halklarını yakından ilgilendirmesi gerektiği tartışma götürmez. Bütün bunlara rağmen, 1979 Şubat Devrimi'nin ve onu izleyen gelişmelerin, Türkiye devrimci hareketinin literatüründe fazlaca bir yer tutmamış olması, İran devriminin deneyimlerinin sistematik ve eleştirel bir incelemeden geçirilmemiş olması çok önemli bir eksikliktir. Burada bunun nedenlerine girmeyeceğim; ancak bunun TDH'nde ve onun çeşitli bileşenlerinde gözlenen aşırı içe dönüklükle olduğu gibi, kökü derinlerde olan dogmatist ve şematist yaklaşımlarla da ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Bu yazıya gelince, o, İran devriminin kapsamlı ve detaylı bir incelemesini yapma ve dolayısıyla bu alanda varolan önemli boşluğu doldurma savını taşımıyor. Burada amaçlanan, daha çok, genel bir bilgilendirme, çok kaba çizgilerle de olsa bazı vargıtara ulaşma ve duyarlı okuru konuya daha fazla eğilınesi için yüreklendirmedir.

Konunun bizleri ilgilendiren ve yukarıda söylenenlerle yakından ve sıkı sıkıya bağlantılı bir diğer önemli yanı, siyasal İslam ve onun varyantiarının gerek ülkemizde ve gerekse bölgemizde giderek daha fazla güçlenme ve siyasal etkilerini artırma eğilimi göstermeleridir. 

1 İran halkının yüzde 50,2 'sinin dili Farsçadır. Nüfusun yüzde 28. I 'i ise Türkçe'nin değişik lehçelerini (Azeri, Türkmen ve Luri-Bahtiyari lehçeleri) ve yüzde 5.6 i Kürtçe konuşmaktadır.

Suriye'de kökü eskilere dayanan bir Müslüman Kardeşler muhalefetinin varlığı, Lübnan' da yakın geçmişe kadar siyasal örgütlerin dinsel ve mezhepsel gruplarla özdeşleşmiş olması ve Hizbullah'ın Güney Lübnan'da İsrail'e ve yerel uzantılarına karşı direnişte öndegelen bir rol oynaması, Ürdün'de Müslüman Kardeşler başta gelmek üzere, İslamcı örgütlerin gücünün artmakta olması, Mısır'da Müslüman Kardeşler' le gerici rejim arasındaki çatışmanın giderek yoğunlaşması, Filistin direnişinde HAMAS ve İslami Cihat Hareketi gibi örgütlerin öne geçmesi, akla ilk gelen örnekler. Cezayir'de 26 Aralık ı 99ı 'de yapılan genel seçimlerin ilk turunda çoğunluğu FIS'nin elde etmesinin ardından gerici egemen sınıfların seçim sonuçlarını iptal ederek rejimin iplerini bir askeri cuntanın ellerine teslim etmeleri .üzerine başlayan iç savaşsa, İran'dakine benzer gelişmelerin Türkiye'de de yaşanıp yaşanmayacağı sorusunu bir kez daha gündeme getirdi.

Özellikle Fransız ve Batı Avrupa emperyalistlerinin ama aynı zamanda ABD emperyalistlerinin yakından izlediği bu savaş, 28 milyon nüfuslu bu Kuzey Afrika ülkesinde üç yıl içinde  yaklaşık 35 bin kişinin ölümüne yol açtı. Bu savaşın diğer Kuzey Afrika ülkelerine ve Ortadoğu'ya sıçraması ve yayılması, hatta Avrupa' daki (özellikle de Fransa'daki) Kuzey Afrika kökenli göçmen topluluğunu etkilernesi olasılığı, emperyalist burjuvaziyi kara kara düşündürüyor. Cezayir proletaryası ve halkını, kabul edilemez iki alternatiften -dinsel gerici diktatörlük ile ' laik' askeri-faşist diktatörlük- birisini seçmeye zorlayan bugünkü konjonktürün Türkiye'de yakın gelecekte gündeme gelip gelemeyeceği tartışmaya açık bir konudur. 

Ancak, siyasal İslamın ve dinsel gericiliğin, özellikle 12 Eylül faşist darbesinden bu yana geçen süre içinde giderek daha fazla güçlendiği tartışma götürmez bir gerçektir. Daha öncesi bir yana bırakılsa bile, ı2 Eylül ı 980'den bu yana yaşanan gelişmeler, siyasal İslamın yükseldiği, devrimci alternatifin zayıf olduğu bugünkü koşullarda, düzenden ve geleneksel burjuva partilerinden umudunu kesmekte olan yığınların giderek artan ölçülerde dinsel gericiliğin yörüngesine çekilmekte olduğunu göstermektedir. Askeri cuntanın, dinsel gericiliğin önünü iyice açması, "Türk-İslam sentezi"nin resmi devlet tezi haline gelmesi, gerek askeri cunta ve gerekse ANAP hükümeti ( 1983-91) ve DYP-SHP koalisyon hükümetleri (1 991 'den günümüze) dönemlerinde gerici dinsel tarikadarla işbirlikçi-tekelci burjuvazi arasındaki bağlaşmanın güçlenmesi, dinsel gericiliğin sivil bürokrasi içinde önemli mevziler elde etmesi ve hatta orduya sızmaya çalışması, 27 Mart 1 994 yerel seçimlerinde, aralarında İstanbul ve Ankara'nın da bulunduğu 15 anakentten 6'sında belediye başkanlığını ele geçiren RP'nin (Refah Partisi), son kamuoyu yoklamalarma göre en büyük parti konumuna gelmiş olması vb. bunun somut verileridir.

Ama tutarlı tüm devrimciler, bir yandan dinsel gericiliği desteklerken, bir yandan da ikiyüzlü bir tarzda proletaryayı ve diğer emekçileri "şeriat tehlikesi" öcüsüyle korkutmaya ve böylelikle kendi sessiz ve itaakar kulları haline getirmeye çalışan işbirlikçi-tekelci burjuvazinin ve onun liberal ve "demokrat" bağlaşık ve uşaklarının demagojik tutumianna karşı da tetikte olmak zorundadırlar. 

Dinsel gericilik de içinde olmak üzere her türlü gericiliğin kaynağının emperyalizm ve kapitalizm olduğunu kavramış bulunan sınıf bilinçli proletarya, egemen sınıfların ve onların liberal ve "demokrat" bağlaşık ve uşaklarının, sözümona şeriat tehlikesine karşı bir "laik cephe" kurulması yolundaki gevezeliklerini redderler ve dikkatlerini, demokratik ve sosyalist görevleri, kesintisiz bir biçimde sosyalizme geçecek olan bir işçi-emekçi cumhuriyetinin kurulması hedefi üzerinde yoğunlaştırır. Öte yandan, komünistler ve sınıf bilinçli proleterler, değişik ülkelerin özgül niteliklerini ve farklılıklarını bir yana iterek tüm İslam ülkelerini ve siyasal İslamın tümünü bir sepete dolduran ve Türkiye'de, İran vb. ülkelerdeki gelişmelerin bir ikinci hasısının olacağını varsayan burjuva liberallerinin ve onların kuyruğu dururnundaki vülger sosyalistlerin ve devrimcilerin yüzeysel ve pro-Kemalist yaklaşımianna da itibar etmezler. O halde şimdi,asıl konumuza dönebilir, İran'da neler olduğuna ve İran devriminin serüvenine şöyle bir göz atabiliriz.

Şubat 1979 Devrimi

Zaman içinde daha da gerilere uzanan kaynaklan olmakla birlikte, Şubat 19 79 İran devriminin, 1 960'lı ve 19 70'li yıllarda bu ülkede meydana gelen sosyo-ekonomik değişim süreciyle ve onunla karşılıklı etkileşim içinde olan sınıf savaşımiarı ve siyasal altüst oluştarla yakından ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Bu bakımdan, başında Pehlevi hanedanının önderlik ettiği monarşik-faşist diktatörlüğün bulunduğu gerici egemen sınıfl.ara ve emperyalizme karşı gelişen İran devrimi, benzer ülkelerde yaşanan anti-emperyalist demokratik devrimierin temel karakteristiklerinin belirlediği bir devrimdi. Ama bu, kesintisiz bir biçimde sosyalizme geçrnek bir yana, kendi anti­ emperyalist ve demokratik görevlerini de tümüyle yerine getirerneyen kendine özgü ve onu benzer devrimlerden hayli farklı kılan niteliklere de sahip olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Nedir bu kendine özgü nitelikler?

Herşeyden önce İran devrimi, kırlardaki emekçi yığınlarının hemen hemen hiçbir önemli rol oynamadığı kent ağırlıklı bir devrimdi. Bu devrim, kentlerin proletaryasının, yarı-proletaryasının, küçük burjuvazisinin ve dinsel ve laik aydınlarının geniş kitlesel seferberliği sonucunda zafere ulaşmıştı. İkincisi, bu devrim geri ve bağımlı ülkelerin önemli bir bölümünde geçerli olan devrimlerden farklı olarak, esasta uzun süreli bir gerilla savaşımının ürünü değildi. (Tabii bu, l 960'lı ve 1 9 70'li yıllarda gerek kentlerde ve gerekse çok daha sınırlı olmak kaydıyla kırlarda tekil gerilla eylemleri olduğu gerçeğini ortadan kaldınnıyor.) 19 78 Şubat'ında Kum kentinde medrese öğrencileriyle polis arasında başlayan çatışmalarla patlak veren devrimin 1979 Şubat'ında monarşik-faşist rejimi yıkınasma kadar geçen süre, bir yılı ancak buluyordu. Üçüncüsü, din adamlarının camilere vb. dayanan gevşek örgütlenmesi bir yana bırakılırsa, örgütlenme düzeyi düşük olan bu devrim, büyük ölçüde kendiliğinden-gelme bir karakter taşıyordu. Bir dizi devrimci örgütün varlığına ve büyük özverisine rağmen İran devrimini herhangi bir parti ya da grup başlatmadığı gibi, monarşik-faşist rejime karşı ayaklanan kitleler herhangi bir parti ya da grubun doğrudan denetimi altında değillerdi. Faşist rejime karşı savaşan parti ve gruplar içinde giderek sivrilen ve öne çıkan mollaların örgütleri olan İslami Cumhuriyet Partisi (=İCP), Pasdaran (=Devrim Muhafızları) vb. devrimin öngününde, yani 19 79 'da kurulmuşlardı. Dördüncüsü, bu devrim,gelişme süreci içinde ve özellikle de Şah rejiminin yıkılmasından sonra dinsel ideolojinin ve mollaların ya da ulemanın fundamentalist fraksiyonunun damgasını vurduğu ve iktidar üzerindeki denetimini pekiştirdiği bir devrim oldu.

İran devrimi, anti-emperyalist ve demokratik görevlerini sonuna kadar yerine getiremedi. Ancak, bu 
devrimin yan yolda kalmış olması, onun öncelikle siyasal bir devrim olmadığı anlamına gelmiyor. Şubat 19 79 devrimi, ABD emperyalizmine bağımlı İran işbirlikçi­ tekelci burjuvazisi ve büyük toprak sahiplerinin monarşik-faşist diktatörlüğünü yıktı; bu diktatörlüğün baskı aygıtlarını parçaladı ve siyasal iktidan çıkarları, emperyalizmin, işbirlikçi-tekelci burjuvazinin ve büyük toprak sahiplerinin çıkarlanyla olduğu gibi, proletaryanın ve yarı-proletaryanın çıkarlanyla da çelişen orta burjuvazinin ve küçük buıjuvazinin üst katmanını temsil hakkını elde eden İCP'nın ve diğer iktidar aygıtlarının eline verdi. Bu bağlamda, işbirlikçi-tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin ellerindeki üretim araçlarını ve zenginlikleri, yeni egemen sınıfa ve onun devletine aktannakla ve sömürülen yığınların yararına bazı refonnlar yapmakla birlikte, kapitalist üretim ilişkilerine dokunmayan İran devriminin bu anlamda, ama sadece bu anlamda ·•toplumsal" bir karakter taşımadığı yani toplumsal bir devrim olmadığı söylenebilir.

İran devriminin 450 bin kişilik ve son derece modem siW.hlarla donatılmış bir orduya ve SAVAK gibi dünyanın en vahşi ve etkili istihbarat örgütlerinden birine sahip bir diktatörlüğü görece "kolay" bir biçimde nasıl çökertebildiğini anlayabilmek için, önce bu ülkenin sosyo-ekonomik ve siyasal gelişimine ve toplumsal yapısının kendine özgü niteliklerine gözatmamız gerekecek.

Toplam nüfusunun 1940'ta 1 4.6 milyon dolayında olduğu sanılan İran'da bu rakam 1956'da 20.4 milyona, 1966'da 27.1 milyona, 1976'da 33.6 milyona ve 1984'te 43.4 milyona çıktı. 1 930'1arda nüfusun yaklaşık yüzde 20'si kentlerde yaşarken bu oran 1956'da yüzde 31 'e, 1966'da yüzde 39'a, 1976'da yüzde 47'ye ve 1982'de yüzde 52'ye çıkmıştı. 1946'da işgücünün yüzde 75'i tarımda istihdam 
edilirken, bu oran 1966'da yüzde 50'nin altına ve 1978'de yüzde 33'e düştü. El sanatları da içinde olmak üzere, imalat sanayisi, madencilik ve eneıji sektörlerinde çalışan işçilerin sayısı 1956-77 yılları arasında 853 binden 2 milyon 620 bine çıktı. Gerek kentlerde ve gerekse kırlarda kapitalizmin gelişimi ve bu gelişmeyi hızlandıımak amacıyla monarşik rejimin 1962 'de yürürlüğe koyduğu ·Ak Devrim' ise, topraklarını yitiren ve ilerde İran devriminin siyasal ordusunun neferlerinin büyük bir kesimini, belki de çoğunluğunu oluşturacak olan milyonlarca ve milyonlarca yarı-proleteri Tahran başta gelmek üzere büyük kentlerin varoşlanna yığıyordu. Şah'ın yürürlüğe koyduğu 'Ak Devrim'in hedefleri,

a) Toprak reformu,
b) Kadınlara oy hakkı verilmesi,
c) Devlet işletmelerinin özel sektöre devri,
d) Ormanların ulusallaştırılması,
e) Okuma-yazma bilenlerin oranın yükseltilmesi ve
f) Sanayi sektöründe işçilere l.ci.rdanpay dağıtımı olarak açıklanmıştı.

Gelişmekte olan İran kapitalizminin gereksinimlerinden kaynaklanan ve emperyalist buıjuvazinin de 
destek ve özendirmesiyle yürürlüğe konulmasına girişilen 'Ak Devrim'in gerçek hedefleri şöyle özetlenebilir:

a) İç pazarın genişletilmesi ve böylelikle gelişmekte olan sanayi ile onun gerisinde kalan tarım sektörleri arasındaki dengesizliğin azaltılması ve genel olarak gerek kentlerde ve gerekse özellikle kırlarda kapitalizmin gelişimini frenleyen kapitalizm öncesi ilişkilerin tepeden ve egemen sınıfların ve onların devleti eliyle yapılacak reformlar yoluyla ortadan kaldırılması ya da zayıflatılması.

b) Yan-feodal toprak sahiplerinin kapitalist dönüşümüne güçlü bir itilirn sağlayarak, rejimin kırlarda güçlü bir siyasal dayanağı haline gelecek olan bir kulak sınıfının oluşumunun hızlandırılması ve bu arada kendilerine kısmi ödünler verilmesi suretiyle yoksul ve küçük köylülerden ve işçi sınıfından gelebilecek devrimci bir saldırı olasılığının ortadan kaldırılması ya da azaltılması.

'Ak Devrim' adlı kapitalist reform programının yürürlüğe konması için faşist rejimin 26 Ocak ı963'te yaptığı referandurn öncesi ve sonrasında meydana gelen gelişmeler, Şii ulernanın geniş kesimleriyle devleti karşı karşıya getirdi. 4 Haziran 1963 'te polisin, önde gelen din adamlarından  Humeyni ile Kumi 'yi tutuklaması üzerine başlayan ve genellikl·� esnafın, öğrencilerin, din adarnlarının vb. katıldığı hükümet karşıtı gösterilerde yüzlerce kişi öldü, binlerce kişi yaralandı ve sıkıyönetim ilan edildi. ı979 Şubat Devrimi'nin bir provası sayılan Haziran ı963 olayları, Şii ulemanın geniş kesimleriyle, işbirlikçi -tekelci burjuvazinin monarşik- faşist diktatörlüğü arasındaki ilişkilerin gerginleşmesinde önemli bir dönüm noktası oluşturdu. Burada, İran devrirninde, ulernanın fundamentalist ya da 'radikal' fraksiyonunun oynadığı rolü kavramak için geriye dönmemiz ve bu katmanın İran toplumu içindeki yerine ve sınıfsaV siyasal konumuna, kuşbakışı da olsa bir göz atrnamız gerekiyor.

Ulemanın Konumu

Her şeyden önce, ulernanın bir sınıf değil, gençlik ve aydınlar gibi bir katman ya da toplumsal grup olduğunu belirtmeliyiz. Çelişmesiz, birleşik ve homojen bir topluluk oluşturmayan İran ulernasının saflarında, özellikle sınıfsal ve siyasal çelişrnelerin yoğunlaştığı dönemlerde değişik mülk sahibi sınıftarla birlikte hareket eden farklı fraksiyonların oluştuğu gözlemlenebilir. 


İran tarihi, ulemanın alt ve orta katmanlarının 1 891-92 tütün direnişi ve 1905-11 Anaya:;a Devrimi'nde olduğu gibi, yabancı kapitalist ve emperyalist güçlere karşı gerçekleştirilen eylemiere katılabildiğini göstermektedir. Ama bu olgulardan yola çıkılarak, Şii ulemanın genellikle ya da ağırlıklı olarak anti-emperyalist ve ilerici bir işlev ve nitelik taşıdığı sonucuna varılamaz. 

Ulemanın, çoğu zaman, egemen sınıflıinn bir parçası olan yüksek rütbeli ulemayla birlikte hareket eden çoğunluğu Rıza Şah döneminde (1 9 26-4 ı) gerici rejimin halk-düşmanı siyasetini destekledi ve üstelik bunu Rıza Şah rejiminin gerçekleştirdiği bir dizi kapitalist siyasal reform -vakıfların hükümet denetimine girmesi, ulemanın Meclis'teki sandalyelerini yitirmesi, eğitim ve yargı sistemlerinin laikleştirilmesi vb.- nedeniyle önemli mevziler yitirdiği bir ortamda yaptı. Ulemanın önemli bir bölümü, I 95 I'de göreve gelen ulusal burjuva nitelikli Musaddık hükümetinin Angio-Iranian petrol şirketini ulusallaştırma girişimine karşı çıktı ve CIA tarafından tezgahianan ve Rıza Şah'ın oğlu Muhamed Rıza Pehlevi 'yi yeniden tahta oturtan Ağustos ı 953 gerici askeri darbesini destekledi.

I960'ların başlarına kadar gerici rejimle bir çatışmaya girmeyen ulemanın geniş kesimleri, bu tarihten itibaren giderek daha muhalif bir konuma sürüklendiler. Bunun temel nedeni, emperyalizme bağımlı monarşik rejimin l 962'de· başlattığı ve 'Ak Devrim' adını verdiği kapitalist ekonomik reformların özel olarak ulemanın ve genel olarak bu katmanın geniş kesimlerinin adeta içiçe olduğu çarşı esnafının (geleneksel orta ve küçük burjuvazi) ekonomik ve siyasal çıkarlarını etkilemesiydi. 

Halkın Fedaileri adlı devrimci örgütün önderlerinden Bıjan Jazani, 'Ak Devrim' yoluyla hükümetin daha da hızlandırdığı kapitalist gelişmenin etkilerini şöyle anlatıyordu:

"Komprador sanayi burjuvazisinin gelişimiyle küçük burjuvazi ve tüccarlar, tüketim malı üreten küçük işletmelerinin, tüketici pazarına akan rakip mallarla karşı karşıya kaldıklarını gördüler... 

İlk yirmi yıldaki hızlı ithalat artışı bağımlı sanayinin kurulması ve hızlı gelişimiyle birlikte gidiyordu. Bu kesimler eski konumlarını bırakarakhenüz tehdit edilmeyen sahalara yönelmek zorunda kaldılar. Geri çekilişin her aşamasında dikkate değer sayıda insan yaşamını kazanma olanaklarını yitirerek yedek işçi ordusuna katıldı. Pepsi Cola fabrikasının ithaliyle bütün limonata dükkaniarı kapandı; ev eşyalan üreten fabrikaların açılmasıyla marangozlar ve mobilyacılar kapandı; ayakkabı fabrikalarının kurulmasıyla ayakkabıcılar işsiz kaldı. Süreç hala devam ediyor. Bugün yalnız şehir pazarlarında değil, kasabalarda hatta küçük köylerde bile zanaatkarların üretim sistemi darbe yemiş durumdadır."2 

2 Aktaran Mansur Muaddel, "İran 'da Şii Ulema ve Devlet", Serpil Üşür, İran Dev-rimi: Din, Anti-Emperyalizm ve Sol, İstanbul, Belge Yayınları, 1 992, s. 189.

Benzer süreçler, özellikle I 950'lerden sonra pek çok geri ve bağımlı ülkede yaşandı. İran'ın özgünlüğü, büyük bir hızla artan petrol gelirleri (1950'de 45 milyon dolar, 1970'de 1.1 milyar dolar ve 1976'da 20.5 milyar dolar) sayesinde bu ülkede olağanüstü hızlı bir kapitalist sınalleşmenin yaşanmasının bu geçiş sürecinin gerilim ve çelişmelerini alabildiğine yoğunlaştırmış olmasıdır.

Ulemanın geniş kesimlerinin rejimle giderek daha fazla karşı karşıya gelmesine yol açan bir başka neden toprak refonnu sorunuydu. Yarı-feodal toprak sahiplerinin bir bölümünün karşı çıktığı toprak reformu, bu toprak sahipleriyle organik bir ilişki içinde olan ya da kendilerinin bir bölümü de toprak sahibi durumunda bulunan ulemanın muhalefetine yol açıyordu. Daha da önemlisi monarşik rejimin; kendine özgü gelir kaynakları (çarşı esnafından aldığı dinsel vergi ve bağışlar ve vakıf gelirleri) ve medreseler, camiler ve diğer dinsel kuruluşlardan oluşan örgütlenmesiyle öteden beri devlet karşısında belli bir mali özerkliğe sahip olan ulemanın bu konumunu zayıflatacak adımlar atmaya yönelmesiydi. Bu faktörler, işçi sınıfının, yarı-proletaryanın ve kent küçük burjuvazisinin hoşnutsuzluk ve savaşım potansiyelinin arttığı bir konjonktürde, ulemanın fundamentalist fraksiyonunu bu ezilen sınıftarla birlikte hareket etmeye zorluyordu.

Monarşik rejimin özel konumu da, görünürdeki sağlamlık ve güçlülüğüne rağmen, onun görece kolay bir biçimde devrilmesine katkıda bulundu. Şah Muhammed Rıza Pehlevi, seçimle işbaşma gelmiş olan Musaddık hükümetinin 1953 'de CIA güdümlü bir askeri darbe yoluyla devrilmesi sonucunda yeniden tahta çıkmış olması nedeniyle, -tıpkı 1926'da bir askeri darbeyle iktidarı ele geçirmiş ve kendisini hükümdar ilan etmiş olan babası Rıza Şah gibi- bir gasıp olarak algılanıyordu. Daha d::>. önemlisi, esas olarak işbirlikçi-tekelci burjuvazinin ve bir ölçüde büyük toprak sahiplerinin temsilcisi olmasına ve onların çıkarlannı savunmasına rağmen, bu sınıfların, özellikle birincisinin göreli zayıflığı ve köksüzlüğü nedeniyle, monarşik devlet aygıtının toplumsal temeli ve meşruiyetinin çok sınırlı olmasıydı. 450 bin kişilik güçlü bir ordu, yüz binlerce ajandan oluşan ve tüm toplumu bir ağ gibi sarmış olan istihbarat örgütü SAVAK, basın ve yayım alanında neredeyse mutlak bir denetim, 800 bin işçi ve memuru istihdam eden ve pek çok önemli ve kilit işletmeden oluşan yaygın bir kamu sektörü, devletin denetiminde bulunan petrol sanayisinin 1977-78 'de ulusal gelirin yüzde 38'i gibi çok yüksek bir orana ulaşan geliri ve ABD emperyalizminin çok yanlı desteği, bu devasa devlet aygıtının egemen sınıflar karşısında belli bir özerkliğe sahip olmasını olanaklı kılıyordu. Kendisini L975 yılına kadar iki göstermelik partiden -sözde iktidardaki Me!Liyurı (daha sonra fran Noin) Partisi ve sözde muhalefetteki Mardom Partisi- oluşan sahte bir parlamentoyla bir ölçüde kamufle etmeye çalışan monarşik-faşist rejimin bu tarihte, bu partileri de kapatarak, bütün İranlıları saflannda 
örgütlenmeye çağırdığı bir devlet partisi -Rastakhız (=Ulusal Diriliş Partisi)- kurması, onun, halk 
düşmanı ve kitlelerden kopuk niteliğinin daha da fazla sergilenmesine olanak verdi.


Öte yandan Pehlevi monarşisi, emperyalizme ve devlet aygıtına sıkı sıkıya bağımlı bir işbirlikçi-tekelci burjuvazinin gelişmesini özendirirken, orta burjuvaziyi ve diğer mülk sahibi sınıfları gözardı eden/ güçten düşüren bir ekonomik siyaset izliyordu. Onun bu ikincilerin siyaset arenasında temsil edilmelerine ya da devlet işlerini etkilemelerine hiçbir olanak tanımaması, Pehlevi monarşisinin toplumsal temelini daha da zayıf kılıyordu. Batı emperyalist burjuvazisiyle adeta özdeşleşmiş köhüz ve zayıf işbirlikçi-tekelci burjuvaziyle ezilen ve sömürülen sınıflar arasındaki çelişmenin keskinleşmeye yüz tuttuğu 1970'Lerin ikinci yarısında, monarşinin toplumsal temelinin bu zayıflığının, onun yıkılınasında son derece önemli bir rol oynayacağı göıülecekti. 

İran' ın 19. yüzyı !ın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın ilk yarısında sömürgeci ve emperyalist devletlerin müdahale darbe ve işgallerine hedefolmuş olması, tarihsel belleği güçlü olan İran halkının ulusal gurur duygusunu büyük ölçüde yaralamıştı. Monarşik-faşist rejimin ABD emperyalizmi ve Siyonİst İsrail'le yakın bir ilişki içinde olması, ABD'nin Ortadoğu bölgesindeki jandarması rolünü oynaması, (3) onun İran halkı tarafından İran toplumuna yabancı, ona dışardan empoze edilmiş bir güç gibi algılanmasını kolaylaştıncı bir etki yapmaktaydı. 

(3) ' ABD'den satın aldığı silahiann bedeli 1970 yılında 113 milyon dolardan 1973'de 2,157 milyon dolara ve 1977'de 4,21:ı milyon dolara yükselen, Güney Vietnam, So­ mali, Ürdün. Fas, Kuzey Yemen gibi ülkelere silalı ve donanım yardımında bulu­ nan iraıı: Umnıaıı. lrnk ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelere de askeri müdahalelerde bulunmuştu.

Konuşmalarında Şah'ı, "sag-ı Carter" (=Carter'in köpeği) olarak nitelerken Humeyni, İran halkının işte bu tarihsel-toplumsal tepkisinden kaynaklanan milliyetçi ve anti-emperyalist duyarlılığına sesleniyordu. Son olarak; 1953-79 döneminde İran'da, en küçük bir muhalefet belirtisine bile izin vermeyen, halkın tüm demokratik haklarını acımasızca ayakları altına alan ve tüm toplumu çok sıkı bir denetim altına almaya çalışan ve bunda da -kısa erimde- başarılı olan ve devrimci güçler başta gelmek üzere tüm muhalif ve rejim karşıtı güçlere karşı yaygın ve sistemli bir beyaz terör uygulayan son derece vahşi bir faşist diktatörlüğün hüküm sürmesinin, egemen sınıftarla kitleler arasında, rejimin meşruiyetini daha da zayıftatan bir uçurum yaratmış olduğunu belirtmeliyim.


Dinsel muhalefetin önde gelen adı Humeyni'nin 1 964'te ülkeden sürgün edilmesi, bu muhalefet odağını zayıftatmadı; hatta tersi yönde bir etki yarattı. Devrimci örgütler arasında en etkili ve güçlü konumda bulunan Halkın Fedaileri ve Halkın Mücahitleri, 19 70'li yıllarda tam iliegalite koşullan altında ve yaygın bir kitle desteğine sahip olmaksızın faşist diktatörlüğün polis ve jandarmasına karşı yüzlerce şehit vererek kahramanca bir savaşım yürütmüş ve bunun sonucunde, ilerici kitleler katında haklı bir prestij kazanmışlardı. Ancak onlar, düşmandan yedikleri ağır darbeler nedeniyle çok zayıf da düşmüşlerdi. Bu örgütlerin "öncü savaşı" türünden bir kitle çizgisi sürdürmeleri de işçi sınıfı ve diğer emekçilerle güçlü ve kalıcı bağlar geliştirmelerini zorlaştırıyordu. Buna karşılık, binlerce camiden, medreseden, vakıftan vb. oluşan bir kurumsal temele, on binlerce din adamından ve medrese öğrencisinden oluşan bir siyasal orduya, çarşı esnafının ve hatta yer yer devletin sunduğu mali ve diğer olanaklara, son derece yaygın bir doğal kitle tabanına sahip olan dinsel muhalefet ise, monarşik-faşist rejime karşı savaşımını, çok daha elverişli koşullar altında sürdürüyordu.

(4) I 977'de sayısı 2.5 milyonu bulan sanayi işçilerinin 1 .8 milyonu, 10 kişiden az işçi çalıştıran işletmelerde, geriye kalan 700 bini ise on ve daha fazla işçi çalış­ tıran işletmelerde bulunuyordu. Öte yandan I 973-74 yıllarında sanayi kuruluş­ larının yüzde 48.7'si Tahran ve çevresinde, yüzde 7.8'i İsfahan'da, yüzde 6.9'u Tebriz'de ve yüzde 6.6'sı, petrol raftnerilerinin ve yataklarının konumlandığı Khuzistan eyaletinde yoğunlaşmıştı. Bu oranlar, sanayi proletaryasının ülke öl­çeğinde sayısal dağılımı konusunda da kaba bir fikir vermektedir.

Çoğunluğu küçük işletmelerde çalışmakta olmasına rağmen küçümsenmeyecek bir bölümü de belirli büyük merkezlerde yoğunlaşmış olan işçi sınıfı ise4 tarihsel rolünü oynayamadı ve İran devrimine önderlik edemedi. Bunun nedeni, yalnızca monarşik­ faşist rejimin, havuç politikasıyla birlikte yürüttüğü sopa politikası ve işçilerin rejimin ajanları tarafından yönetilen resmi sendikalar dışında herhangi bir özerk örgütlenmeden yoksun turulmaları değildi. İşçi sınıfının geçmişte, özellikle de 1 941-53 döneminde yarattığı militan devrimci gelenek unutulmuş ve Tudeh (=Kitleler) Partisi'nin modern revizyonist bir parti haline dönüşmesi nedeniyle işçi sınıfının kolektif belleği büyük ölçüde silinmişti. Tudeh Partisi'nin, Ağustos 1 953 askeri darbesinden sonra tümüyle mülteci ve tasfiyeci bir konuma düşmesi, kent gerillası tarzında örgütlenen ve etkinlik sürdüren Halkın Fedaileri ve Halkın Mücahitleri'nin çalışmalarını toplumun proleter-olmayan ezilen yığınları (yarı-proletarya, gençlik, aydınlar) içinde yoğunlaştırmaları, diğer devrimci örgütlerin (Peykar, Rençberan, Ralı-ı Karger, Tufan, İran Komünistler Birliği vb.) özelde Maoizmin ve genelde küçük-burjuva devrimciliğinin etkisi altında bulunmaları ve/ ya da çok zayıf olmaları ve hepsinden de önemlisi İran devrimci hareketi içinde oportünizm ve revizyonizmden arınmış güçlü ve militan bir komünist hareketin oluşamamış olduğu koşullarda başka türlü olması da olanaksızdı. Gene de, esas itibariyle devrimci bir siyasal önderlikten yoksun olmasına rağmen, işçi sınıfının ülke ekonomisi açısından yaşamsal öneme sahip petrol, demiryolu, çelik vb. sektörlerinde Ekim 19 78'de başlayan ekonomik grev ve direnişlerinin aylarca sürmesi ve giderek siyasal bir nitelik kazanması, Pehlevi monarşisinin zayıf düşmesi ve çökmesinde son derece önemli bir rol oynayacaktı.


Yukarıda değinilen nedenlere bağlı olarak koşullan olgunlaşmakta olan devrim, Şubat 1 9 78'de, o sırada sürgünde bulunan Humeyni'ye hakaret eden bir gazeteyi protesto amacıyla gerçekleştirilen gösterilerle başladı. Kum kentinde gerçekleştirilen bu gösterilerin kanlı bir biçimde bastırılmasının ardından, Tebriz'de sinemalara, bankalara ve içki satan mağazalara saldırılar biçimini alan yeni gösteriler yapıldı. Siyasal İslam'ın ideolojik etkisi altındaki kitlelerin gözünde buralar, Şahlık rejiminin, kitleleri ezen ve sömüren "Batılılaşmış" egemen sınıfların ve emperyalizmin sembolleriydi. Eylül 1 9 78'e gelindiğinde, ulemanın bir kesiminin, işçilerin, medrese öğrencilerinin,kentyoksullarının vb. katıldığı gösterilerde yer alanların sayısı milyonlara ulaşmıştı. Ekim 19 78'de büyük işletmeler başta gelmek üzere, sanayi ve hizmet sektörlerindeki yüzbinlerce işçinin greviere gitmeleri, monarşik-faşist rejimin sonunun artık gelmekte olduğunu gösteriyordu. 5 Kasım 19 78'de Şah'ın askeri bir hükümeti işbaşma getirmesi ve rejimin ayağa kalkan kitlelere karşı vahşi bir bastırma ve katliam siyaseti uygulaması olayların akışı üzerinde ciddi bir etki yaratamadı. Hatta, belki de tam tersi doğrultuda bir etki yarattı. Şah, 15 Ocak 1979'da geride, başında liberal görünümlü bir burjuva politikacının -Şahpur Bahtiyar- bulunduğu bir hükümet ve morali bozulmuş ve saflarında çatlaklar oluşmaya başlamış bir ordu bırakarak İran'dan kaçtı. Sürgüne gitmeden önce monarşik rejime karşı kararlı bir tutum takınmış, rejim tarafından hedef alınmış, sürgünde bulunduğu sırada Şah 'ın aracı larıyla görüşmeyi reddetmiş ve dolayısıyla kitleler katında önemli bir saygınlık kazanmış ve böylelikle fundamentalist ulema fraksiyonunun başta gelen temsilcisi ve önderi konumuna yükselmiş bulunan 


Humeyni, l Şubat l979'da İran'a döndü. Çok görkemli bir tarzda karşıtanan Humeyni, Bahiyar hükümetini tanımadığını ilan etti ve başında Mehdi Bazargan'ın bulunduğu bir karşı-hükümet oluşturdu. 9-l l Şubat l 979' da rejime karşı ayaklanan Hava Kuvvetleri'ne bağlı askerler, Halkın Fedaileri, Halkın Mücahitleri ve diğer devrimci örgütler ile saraya sadık askeri birlikler arasında şiddetli çarpışmalar meydana geldi. Durumun umutsuzluğunu ve devrim dalgasının durdurulamayacağını gören ve o günkü konjonktürde ABD emperyalizmi ve diğer emperyalist güçlerden aktif ve kapsamlı bir destek alma olanağına sahip olmayan Askeri Yüksek Konsey tarafsızlığını ilan etti ve askeri biriikiere gamizonlarında kalma ve kitlelerle çatışmaya giımeme buyruğunu vennek zorunda kaldı.

Devrimden SonraDevrimden sonra iktidarı, ulemanın, başında Humeyni 'nin bulunduğu fundamentalist fraksiyonu ve onun bağlaşıklan (esas olarak, başını Şeriatmedari'nin çektiği Azerbaycan-temelli Müslüman Halk Partisi ve başını Bazargan ve Ben-i Sadr'ın çektiği Özgürlük Hareketi adlı liberal burjuva örgüt) ele geçirdiler. Fundamentalist uleına, Şah rejiminin yıktidığı günlerde oluşturulan ve üyeleri gizli tutulan İslami Devrim Konseyi ve İslami Cumhuriyet Partisi tarafından temsil ediliyordu. 


Devrim patlak verdiğinde, monarşik-faşist rejimin yoğun baskı ve teröıiine de bağlı olarak, işçi sınıfının bağımsız devriınci örgütlenmesi olmadığı gibi, güçlü ve birleşik bir siyasal alternatif de bulunmuyordu. Bu koşullarda, İslamın belli bir yorumuna dayanan ideolojik etkisinin yaygınlığı, doğal örgütsel altyapısının gücü ve mülk sahibi sınıfların Şah-karşıtı kesimleriyle olan organik ilişkisi, uleınayı siyasal iktidar savaşımında çok daha avantajlı bir konuma getiriyordu. Funda- mentalisı uleına, iktidarı -geçici bağlaşıklarıyla birlikte- ele geçirmesinin hemen ardından konumunu pekiştirmeye, meşruiyet temelini sağlamlaştınnaya, iktidar aygıtlarını kendi tekeline almaya ve hem devriınci örgütleri ve hem de geçici bağlaşıklarınıetkisizleştirnıeye yönelik bir çizgi izlemeye koyuldu. 30 Mart 1 979' da yapılan bir referandumla İran'daki rejimin bir İslam Cumhuriyeti olduğu ilan edildi. Kasım l979'da yapılan bir başka referandumla Humeyni'ye fakih (=en yüksek adli otorite) ünvanı verildi ve böylece o, kendisini anayasanın, yasaların, hükümetin vb. üzerine çıkaran yetkilerle donatıldı. 

Ocak 1980'de, Özgürlük Hareketi'nden Abdtilhasan Ben-i Sadr cumhurbaşkanı ve İCP'den Muhamınet Ali Recai başbakan seçildiler. İktidardaki uleına fraksiyonu, Halkın Fedaileri başta gelmek üzere, devriınci örgütlerin kaleleri durumunda olanüniversiteleri -bu eğitim kurumlarının dejenere "Batı kültürü"nün kaynakları oldukları gerekçesiyle- kapattı, dinsel eğitim kurumlarının sayısını hızla artırdı. Ve mollaların denetimindeki "devrim mahkemeleri"ni, şeriat kurallarına göre işleyen dinsel mahkemelere dönüştürdü.

Öte yandan, monarşik-faşist rejimi yıkan devrim, hem işçi sınıfı başta gelmek üzere sömürülen emekçi yığınların mülk sahibi sınıflardan bağımsız olarak örgütlenmesi, hem de çeşitli devrimci örgütlerin büyüyüp güçlenmeleri için geniş olanaklar yaratmıştı. Çok sayıda devrimci yayım organı uzun yıllardan sonra ilk kez legal olarak çıkmaya, Marksist-Leninist ve devriınci literatür ilk kez yaygın bir biçimde basılmaya ve dağıtılınaya başlandı. Semt komiteleri, grev komiteleri, işyeri konseyleri, öğrenci konseyleri biçiminde çok sayıda devrimci kitle örgütlenmeleri oluştu. Şah rejiminin zulmünden kaçarak Batı Avrupa'ya ya da ABD'ne giden onbinlerce devrimci iranlı öğrenci de yeniden ülkeye döndü. Yurtdışında, hayli etkili ve güçlü olan CISNU (=İranlı Öğrenciler Konfederasyonu-Ulusal Birlik) saflarında örgütlenen ve çoğu Halkın Fedaileri'nin göıiişlerini benimseyen bu öğrenciler, 197 8'in sonlarından itibaren İran'a döner ve devrimci savaşımda yerlerini alırken cezaevlerinde bulunan çok sayıda devrimci militan da l979'un başında özgürlüklerine kavuştu.

"Özgürlüğün Şafağı" olarak anılan bu dönemde devriınci ve sol örgütler oldukça geniş bir işçi ve emekçi kitlesini harekete geçirebiliyorlardı. Bir kaynak, Halkın Fedaileri'nin 1979'da ülkede ı50 kadar bürosunun olduğunu ve en güçlü mitinglerine 500 bin ki 'ii katabildiğini belirtiyor. 

İranlı yazar Bahınan Nirumand'ın, 1979 ) ılı ı Mayıs'ıı11n Tahran'da nasıl kutlandığını anlatan aşağıdaki p..ıs.�iı. hem devrimci örgütlerin kitle desteği ve karşılıklı ilişkileri. ııen .[e ülkedeki genel siyasal tablo konusunda bazı ipuçları sunu yı ı c"ı Mayıs'a az kalmıştı. Biri solcuların, biri tüm İslfııııc : ı< ı ·.hıbirleştirmek için Belleşti'nin kurduğu İslamcı Cumhuri) e ı 1 '<ı.ti ı' ı·ve biri de, her iki cephe arasında gidip gelen, ama hiç birine katılmayan Halkın: Mücahitleri'nin olmak üzere üç yürüyüş birden yapılacaktı.

"Solcuların yürüyüşüne bir tek Tahran'da yanın milyonun üstünde insan katılıyor. Otuzaltı işçi sendikası, çok sayıda siyasi örgüt ve demek, yürüyüşü destekliyor. İlk kez, katılanların çoğunluğunu işçilerin oluşturduğu bir yürüyüş görüyorum. Biz bizeyiz en sonunda. Kızıl bayraklar, şehitlerimizin resimleri ve ' İşçi Partisi kuralım', 'Yaşasın halkların dünya emperyalizmine karşı savaşı', 'Bankalar ve endüstri devletleştirilsin', 'İşsizliğe son' ve ben:l:eri parolalar, yürüyüşe renk katıyor. Humeyni'nin resimleri de görülüyor. 'İşçiler ve köylüler, birlik olalım ve sömürünün kökünü kazıyalım' diye şarkı söylüyoruz. Güzel bir gün. Güçlü olmamızdan gurur ve mutluluk duyuyoruz. Ama vurucu kırıcılar bu kez de eksik değil. 'Komünistler defolun' ve 'tek parti Allahın partisi', 'Tek önder Allah'ın Ruhu' (yani Ruhuilah Humeyni) diye bağınyorlar.

"Bunlar yürüyüşün yanısıra giden birkaç arabanın üzerine oturmuş, vahşi yüzlü gencecik çocuklar. 
Arabaların üzerine çıkıp, oynayıp gülüyorlar, bize atıp tutarak şarkılar söylüyorlar. Arabalardan biri yürüyüşçülerin arasına giriyor ve birkaç kişiyi yaralıyor. Bunun üzerine, işçiler arabanın içindekilere bir güzel dayak atıyorlar.

"Moskova'ya bağlı Tudeh Partisi, solcularla değil de İslamcı Cumhuriyet Partisi'yle yürüyor. 


Bunlardan bir kaçı, teşekkür yerine mollalardan iyi bir dayak yiyor.

"1 Mayıs yürüyüşü mollalar için bir uyarıydı. Özellikle işçilerin toplu olarak yürüyüşe katılmasinı, mollalar kendileri için bir tehlike olarak değerlendiriyorlardı.

"Yürüyüşten bir hafta önce yeni Genelkurmay Başkanı Karani'ye, 2 Mayısta da dinci kesimin en önemli nazariyecilerinden biri olan Ayetullah Mottahari'ye suikast yapılmıştı. Forghan adında (karşı­devrimci ve Şah yanlısı- G. A.) bir grubun sorumluluğu üzerine almasına ve tüm solcu örgütlerin suikastları kınamasına karşın Humeyni taraftarları ve Bazargan hükümeti, suçu solcuların üzerine atmaya çalışıyordu. Solcularla hesaplaşmanın zamanı gelmişti artık."5Evet, hesaplaşma zamanı gelmişti. Devrim, fundamentalist İslamcıların ve geçici bağlaşıklarının iktidara gelmesine yol açmıştı. Ancak, işçi sınıfının, yarı-proletaryanın ve diğer kent ve kır devrimci istemlerini yüksek sesle dile getirmeleri,

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.