SOSYO-EKONOMİK YAPI TAHLİLİNDE "PARTİZAN SESİ" TARZI ANTİ-MARKSİZM
i.okcuoglu
1 Mayıs 1997 Perşembe
Sosyo-Ekonomik Yapı Tahlilinde "Partizan Sesi" Tarzı Anti-marksizm
"Hala bunları mı tartışıyoruz" denilecek türden duygularla, okuduğumuz "Partizan Sesi"nin "sosyo-ekonomik yapı" tahlillerinin güncel pek bir "kıymet-i harbiyesi" olmayabilir. Ne var ki yöntemdeki antimarksizm, devrimci hareketin aşması gereken temel bir zaafını oluşturuyor. Tartışmamızı anlamlı kılan da bu. Bir önceki yazımızda ilk bölümü yayınladığımız Türkiye'de Toplumsal Sınışarın Analizi" aynı zamanda bu türden anlayışlara karşı Marksizm-leninizm cephesinden verilen bir mücadele anlamına geliyor.
Proleter Doğrultu
"Partizan Gençlik" sayı 17'de; "Partizan Sesi" sayı 47, 48, 52 ve 53'te (Ekim 1996-Ocak 1997 arası) "Feodalizm-Kapitalizm Bağlamında Yarı-Feodal Sistemin İrdelenmesi" adını taşıyan makaleler yayınlandı. Bu yazıda ele alınan konuların, daha ziyade yorumların her biri Marksist teoriye bir "meydan okuma"nın açık ifadesi. Bu meydan okuyuşu ayrıntılarıyla kısa bir yazı çerçevesinde ele almak olanaksız. Ayrıntıları ele almayı gereksiz kılmak için bu yazıda temel olan birkaç görüşü ele alacağız, bazı yanlışlıklara da değinmekle yetineceğiz. Marksizmin nasıl katledildiğini, Marksist teorinin nasıl anti-marksist bir teoriye dönüştürüldüğünü öğrenmek isteyenler için söz konusu yazıların bizim bu yazımızda karşılaştırmalı okunmasını salık veririz.
Belirterek geçiyoruz:
1. makalede şöyle deniyor:
"Emeğin gasp ediliş biçimini tahlil etmeden, incelemeye girişmek ayakları havada bir araştırma olur" (sayfa 28).
Burada söz konusu olan bir üretim biçimi tahlilidir. Marks, Kapital'e hiç de "emeğin gasp ediliş biçimini tahlil" ederek girmemiştir. Yani bu yazının sahiplerine göre Marks, "ayakları havada bir araştırma" yapmış. Lenin'in Rusya'da kapitalizmin gelişmesi üzerine olan araştırmasının da "ayakları havada bir araştırma" olması gerekir.
Arkadaşların sorunu böyle koymaları yöntemseldir. Ve buna ileride geleceğiz.
2. makalede şöyle deniyor:
"Feodal gerici sınıflarla ittifaka giren Prusya burjuvazisi, devrimci yollarla ama devletin zoru ve koruculuğu altında kapitalist üretim biçimini alt yapıya egemen hale getirir. Bir süre sonra büyük toprak ve malikane sahipleri koşulların zorlamasıyla (iç ve dış koşulların) uzun bir süreçte dönüşerek kapitalist çiftlikler haline gelmişlerdir. Böylece toprak beyleri kapitalist olurken, önceden kendisine çalışmış köylünün üretim aletleri yerine kendisininkini kor ve dolayısıyla köylüler arasındaki iç başkalaşımı da yaratır.
Ancak bunun için devletin her şeyden önce burjuva niteliğini taşıması zorunludur, bunun yanı sıra ülkenin bağımsız olması, herhangi bir kapitalist devletin egemenliğinde olmaması gerçekten gereklidir. Burjuvazinin evrimci yollarla yapacağı devrimi frenleyecek unsurlar olursa devrim yarıda kalır.
Demek ki feodalizmden kapitalizme geçiş için gerekli olan BDD (burjuva demokratik devrim, PD.) iki tipmiş.
1- Burjuvazinin önderliğinde yürütülen halk hareketleriyle kanlı ve devrimci biçimde feodalizmi tasfiye,
2- Evrim yolu ile geçiştir. Buna "junker" ya da "Prusya" usulü devrim denir. (sayfa 28).
Lenin ise kendi görüşünü şöyle açıklıyor:
"Burjuva gelişme içinde olan Rusya'da tarım sorununun 'çözümü' üzerine tarafımdan açıklanan her iki yol tarımda kapitalizmin iki gelişme yoluna tekabül eder. Onları Prusya ve Amerikan yolları olarak tanımlıyorum. Prusya yolunun özelliği şudur; Ortaçağ toprak mülkiyeti ilişkileri bir vuruşta yok edilmezler, aksine yavaş yavaş kapitalizme uyarlar. Bundan dolayı (bu) kapitalizmde uzun bir dönem yarı feodal özellikler var olur. Prusya toprak beyliği, burjuva devrim tarafından yok edilmedi, tersine, ona dokunulmadı ve o, özünde kapitalist olan 'Junker' iktisadının temelini oluşturdu." (19. Yüzyıl Sonunda Rusya'da Toprak Sorunu, C.15, s.131-132, Alm.).
Lenin'in sözleriyle, arkadaşların yorum ve açıklamaları birbirine hiç benzemiyor! "Tarımda kapitalizmin gelişmesinin iki yolu"nu bu arkadaşlar "feodalizmden kapitalizme geçiş için gerekli olan burjuva demokratik devriminin iki tipi"ne çeviri vermişler.
Burada, devletin burjuva nitelik taşıma zorunluluğu, ülkenin bağımsız olması, kapitalist bir devletin egemenliği altında olmaması gibi "yorumlar" Lenin'de yok. Bu "yorum" söz konusu makaleleri yazanlara ait. Bu düpedüz bir uydurmadır. Teorilerini bu "derin" tahliller üzerine kurduklarını, gelişmeyi nasıl yasakladıklarını, diyalektiği idealizme nasıl çevirdiklerini ileride göreceğiz.
3. makale:
"... Tefecilik ve ticaret yoluyla meydana gelen para sermayenin sınai sermayesine dönüşmesi için, sanayi burjuvazisinin devlete tamamen egemen olması şart"tır. (Sayfa 28).
Bu "teorik" temel, ileride göreceğimiz gibi, Türkiye gibi ülkelerde kapitalizmin hakim olmadığını, "yarı-feodal yarı-kapitalist" üretim tarzının teorik temellendirilmesi için kullanılacak. Bu anlayıştan anlaşılıyor ki, Marksist teorinin, Marks'ın Kapital'inin hiçbir önemi yok! Sormak gerekiyor; sanayi burjuvazisi, nasıl sanayi burjuvazisi oldu? Bunlar, aydan mı, başka bir dünyadan mı geldiler, yoksa bir kısım tefeci ve ticaret sermayesinin (tefeci ve tüccarın) üretime yatırılmasıyla mı doğdular?
Yukarıdaki tespit "yarı sömürge/yarı kapitalist ülkeler" için yapılmış. Devamla bu türden ülkeler üzerine, hiçbir bilimsel yanı olmayan, salt gerçeği teoriye uydurma kaygısıyla yazılmış anlayışlardan sonra bağlayıcı nokta şöyle açıklanıyor.
"Bu gibi ülkelerin emperyalizm çağında sürekli bir dış pazar sorunu olacaktır. Üstelik kendileri de ta ki proletarya önderliğinde yapılması gereken demokratik halk devrimine kadar yarı-sömürge olarak kalacaktır" (Sayfa 29).
4. makale:
"Emperyalizmin yukarıdan aşağı inşa ettiği komprador kapitalizm, feodalizmde açılan gedikleri doldurur ve aralarda biçimsel olarak kapitalist ilişkileri yerleştirir. Komprador burjuvazi, ... emperyalizmin zorla soktuğu kapitalist ilişkilerin ülkedeki temsilcisi... (sayfa 27)... emperyalizmin-kapitalizmin; üretim tarzına iradi müdahalesi olmasaydı... emperyalizm, ülkede (kendi kurduğu kapitalizmle)" (sayfa 28).
5. makale:
"Emperyalizmin doğrudan yerleştirdiği komprador-kapitalizminde" (sayfa 28).
Şimdi bir de Marks'ın anlayışını aktaralım:
"Araştırmalarımda... bana yol gösteren sonuç, kısaca şöyle formüle edilebilir: Yaşamlarının toplumsal üretiminde insanlar, zorunlu, iradelerinden bağımsız ilişkilere, maddi üretici güçlerinin belli bir gelişme aşamasına tekabül eden ilişkilere girerler" (Politik Ekonominin Eleştirisine Katkı, Önsözden, s-335/336, Marks/Engels, seçilmiş yazılar, C-1 Alm.).
Burada insanların yerine toplumları da koyabilirsiniz. Marks diyor ki, insanlar, toplumlar, kendi iradelerinden bağımsız olarak, zorunlu olarak belli üretim ilişkilerine girerler. Bu arkadaşlar da, "hayır, Marks doğru söylemiyor. Emperyalizm, bu ilişkileri yukarıdan aşağı inşa eder. Yarı-feodal ülkelere kapitalist ilişkileri zorla sokar, üretim tarzına iradi olarak müdahale eder, 'yarı-feodal sistemlere' komprador kapitalizmini zorla yerleştirir. Yani emperyalizm, iradi hareket eder, hiçbir nesnellik tanımaz." diyor.
Demek oluyor ki, emperyalizm, bir "tercih" politikası yapıyor. Böylelikle, insanların ne türden bir üretim ilişkilerine gireceğini, hangi ülkelerde ne türden üretim ilişkilerini geliştireceğini tespit eden emperyalizm, bu arkadaşlar tarafından, nesnel dünyanın ve onun yasalarının ötesine geçirilerek felsefi anlamda bir ide'ye dönüştürülüyor, her şeye hakim, her şeyi istediği gibi düzenleyen bir güce, doğaüstü bir güce dönüştürülüyor. Arkadaşlar, emperyalizmi böyle fetişleştirmek zorundalar. Bunun bir nedeni var. O nedeni de şöyle açıklıyorlar:
5. makale:
"Çağımızdaki yarı-sömürge, yarı-feodal toplumsal yapılanmalarda burjuvazi, ne devrim yoluyla ne de Prusya usulü bir geçişle kapitalizmi hakim hale getirebilir. Zaten emperyalizmin hakim olduğu koşullarda yarı-sömürge ülkelerde iç başkalaşımın (Junker-Prusya usulü) maddi koşulları sözkonusu olamaz" (Sayfa 29).
Evet "Partizan Sesi" bu anlayışıyla "çağımızda yarı-sömürge, yarı-feodal toplumsal yapılanmalarda" gelişmeyi; diyalektiğin bütün yasalarının işlevliğini yasaklıyor. Bu türden ülkelerde iç başkalaşım olamaz, bu ülkeler kapitalist olamazlar. Haksızlık etmeyelim; gelişme, emperyalizm müsaade ettiği oranda, onun çıkarına uygun düştüğü oranda söz konusu olur. Yani gelişmenin yasaları nesnel değildir, iradidir. Toplumun gelişme yasaları iradidir, emperyalizmin iradesine bağlıdır. "Partizan Sesi", diyalektiği işte böyle reddediyor. İdealizmi işte böyle savunuyor. Hem de çok çıplak, çok açık. Ve bütün bunları "yüce MLM" ideolojisinin ışığında bu "derin" teoriye "sarılarak", Marksizme karşı mücadele ediyor.
5. makale:
"Amprik verilerde dahi yola çıkılsa ki bu bilimsel bir yöntem değildir, eksikliklerle dolu olsa da yarı-feodal sistemde başat tarzı tahlil edebiliriz..." (Sayfa 29).
Burada söylenen şu: Ampirik verilere dayanarak sonuçlara varmak, bilimsel değildir.
Bu konuda kısaca şunu söyleyebiliriz: Bilimsel kavrayış, ampirik olanla teorik olanın birliği ve karşılıklı ilişkisi içinde gerçekleşir. Kavrayış, her şeyden önce ampirik gerçekler, ampirik materyale dayanır. Ampirik araştırma, olguların toplanması ve tespiti bilim açısından oldukça önemlidir. Bu ilk adımdır. Bilim bununla yetinmez. ‹kinci bir adım atar. Bu da toplanmış olan olguların, materyallerin teorik işlenmesi, birbirleriyle karşılaştırılması, analizi, genelleştirilmesi, esas olanın, tali olunan iç bağlarının açığa çıkartılmasıdır. Diyalektik materyalizm, salt ampirik olana dayanmayı reddeder. Ama ampirik olanla teoriyi bir bütün olarak görür.
Arkadaşlar, yöntem olarak da Marksizme, diyalektik materyalizme saldırmakta haklılar. Bu kadar, bilinçli uyduruk halkçı tezden sonra ampirik verileri inceleyerek, analiz ederek, bunlardan sonuç çıkartmalarını, teorilerini formüle etmelerini beklemek abesle iştigal olurdu. Onlar, kapitalist gelişme gerçeklerinden öcüden korkar gibi korkuyorlar. Çünkü, gerçeklere, olgulara, dayanan bir analiz, arkadaşların anlayışlarını paramparça edecektir. Onlar bilimsel yöntemin çıkış noktasını, bir yönünü, bilimsel değil diye reddederken, Marks ve Lenin'in bilimsel yöntemini, diyalektik materyalist yöntemi reddettiklerinin farkında değiller mi? Farkında olduklarını sanıyoruz. Onlar, Marks'ın Kapital'ini, Lenin'in Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi'ni metodik olarak reddediyorlar. Bilindiği gibi bu eserler, ampirik verilerle doludur. Marks ve Lenin, ampirik olgulardan da hareket etmesini, onları değerlendirerek sonuçlar çıkartmasını, elde ettikleri sonuçları teorileştirmesini biliyorlardı."Partizan Sesi" yeni bir üretim tarzı tespiti gibi gerçekten cüretkar, Marksizme katkı olabilecek bir işe soyunmuşken, bir de Türkiye'ye özgü bir "Kapital", Türkiye'ye özgü bir "Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi" yazar diye bekledik. Ama yanıldık. Onlar bunu yapamazlar. Çünkü somut durumun somut tahlili demek, "Partizan Sesi" için teorik ve metodik ölüm demektir. Bu ölümün nasıl olduğunu aşağıda göstereceğiz.
Makaleler incelendikçe; "Partizan Sesi"nin, yukarıya aktardığımız anlayışlarını belli bir sonuca varmak için yazdığını görüyoruz. Emperyalizm, her şeye muktedirdir. Toplumda nesnel yasalar değil, emperyalizmin iradesi geçerlidir. Emperyalizm "milli" kapitalizmi geliştirmez. Emperyalizmin geliştirdiği kapitalizm, gerçek kapitalist dönüşümü sağlamaz. Emperyalizm, bu özelliklerinden dolayı yeni bir üretim tarzının doğmasına neden olmuştur: "Yarı-feodal, yarı-kapitalist üretim tarzı". Ama konuya girmeden önce Marks'ın bir anlayışını buraya aktaralım:
"Geniş anlamıyla, asyai, antik, feodal ve modern burjuva üretim biçimleri, ekonomik toplum formasyonunun ilerici çağları olarak tanımlanabilirler. Burjuva üretim ilişkileri, toplumsal üretim sürecinin son antagonist biçimidir" (Marks. a.g.k, S. 336).
‹nsanlık tarihinin şimdiye kadar beş üretim biçimi tanıdığını biliyorduk! İlkel komünal toplum, kölecilik, feodalizm, kapitalizm ve sosyalizm/komünizm, yanılmışız. Marks, Engels, Lenin, Stalin ve bizler, dolayısıyla bütün dünya yanılmış, "Bugün dünyanın yarısına hakim" olan yarı-feodal yarı-kapitalist bir üretim tarzı varmış ve Türkiye de bu üretim tarzının hakim olduğu ülkelerden birisiymiş. "Partizan Sesi" öyle diyor. Şimdi esas konumuza gelebiliriz.
Türkiye'de Hakim Üretim Biçimi
5. makalede şöyle deniyor;
"Bazı çevreler, yarı-feodal ülkelerde kapitalizmin hakim olduğunu göstermek için istatistikleri temel almaktadır" (sayfa 29).
Yani ampirik verilerden sonuçlar çıkartmanın, istatistikleri temel almanın yanlış olduğunu savunan "Partizan Sesi", bu anlayışlarının doğruluğunun sağlamasını, Lenin'in bir anlayışıyla yapıyorlar. Biz de işe tam da bu anlayışla başlıyoruz. Lenin'in söz konusu anlayışı şöyle;
"… Makinalı büyük sanayin gelişme sorununu, sadece fabrika ve işletme istatistiğine indirgemek gülünçtür. Bu sadece, bir istatistik sorunu değil, bilakis, söz konusu ülkenin sanayinde kapitalizmin gelişme seyri içindeki biçimleri ve aşamaları sorunudur." (Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi", C. 3, s. 465, Alm.)
Bu çeviri bize ait. Arkadaşlar çevirinin kaynağını belirtmemişler orada temel bir hata var. Lenin, "söz konusu ülkenin sanayinde kapitalizmin gelişme seyri içindeki biçimleri ve aşamaları sorunun"dan bahsederken, bu anlayış arkadaşların yazısında şöyle olmuş; "söz konusu ülkenin sanayi kapitalizminin gelişmesi sırasında aldığı biçimler ve geçirdiği aşamalar sorunudur". Bunlar birbirlerinden tamamen farklı iki anlayışın ifadesidirler. Lenin, sanayide kapitalizmingelişme aşamasından bahsediyor. Çeviri ise sanayi kapitalizminin gelişme aşamasından! Biz bu düzeltmeyle, "Partizan Sesi"nin teorik çıkış noktasının bir kısmını geçersiz kıldık. Sanayi kapitalizminin gelişmesi sırasında aldığı biçim ve aşamalar ne olabilir ki? Olsa olsa serbest rekabetçi dönemdeki sanayi sermayesinin (kapitalizminin) hakim olduğu ülkelerin, 19. yüzyılın sonuna doğru emperyalist ülkelere dönüşmeleridir. Sanayi kapitalizminin en son aşaması emperyalizmdir. Sanayide kapitalizmin gelişme aşaması dendiğinde üç gelişme aşaması ifade edilmiş olur; basit kapitalist kooperasyon (elbirliği); 2- manifaktür ve 3- makinalı üretim. Demek ki; söz konusu olan, sanayi kapitalizminin gelişme aşamaları değil, sanayide kapitalizmin gelişme aşamalarıdır.
Bir ülkede hangi üretim biçiminin hakim olup olmadığının temel kıstası, temel üretim araçlarının hangi sınıfın mülkiyetinde olduğuna bağlıdır. Bunu, Türkiye açısından saptamak ise 1996/1997 yılında oldukça basit olsa gerek. Ama "Partizan Sesi"nin teorik kavrayışını göz önünde tutarak izleyeceğimiz yöntem şu olacak: ülkedeki toplumsal toplam ürünü (TTÜ) oluşturan sektörlerin tespiti yani biz burada, maddi değerlerin üretildiği sektörleri esas alıyoruz, bundan dolayı da GSMH'dan bahsetmiyoruz. (Değer; milyon TL, sabit üretici fiyatlarıyla; 1923-1947 arası 1948; 1948-67 arası 1968 ve 1968-1992 arası 1987 sabit fiyatlarıyla).
Tarım üretimi 1923'te 1270,2 milyon TL'den 1947'de 3176,9 milyon TL'ye çıkarak % 188,8 oranında artıyor. Aynı dönemde toplam sanayi üretimi (imalat sanayi, madencilik, elektrik, gaz vs.) 303,1 milyon TL'den 1261,4 milyon TL'ye çıkarak % 416,2 oranında artıyor. Toplumsal toplam ürünün (TTÜ'nün) (tarım, sanayi, inşa, ulaştırma, haberleşme) 1923'teki toplamı 1748,8 milyon TL. Bu miktar 1947'de 5128,5 milyon TL'ye çıkar. Bu miktar içinde başta sanayi olmak üzere tarım dışı sektörlerin payı 1923'te % 27,4, 1947'de ise % 38.
TTÜ değeri 1948'de 24704,8 milyon TL'den 1967'de 67779,2 milyon TL'ye çıkar. Bu miktar içinde tarımın payı, aynı dönemde, 16526,3 milyon TL'den 31205,1 milyon TL'ye toplam sanayinin payı da 4752,8 milyon TL'den 22196,0 milyon TL'ye çıkar. Bu durumda toplam TTÜ içinde sanayin payı 1948'de % 19,2'den 1967'de % 32,7'ye çıkar. Kısaca; Toplam sanayin TTÜ içindeki payı 1968'de % 27'den 1992'de % 43,6'ya çıkar.
Diğer taraftan;
1913'te sanayi üretiminin % 46,3'ü büyük sanayi işletmelerinden % 25,3'ü manifaktür işletmelerinden ve % 28,4'ü de küçük işletmelerden kaynaklanıyordu. 1930'lu yılların sonunda büyük işletmelerin sanayi üretimindeki payı %60 civarındaydı. 1963'te bu pay % 75,3'ten 1970'de % 88,3'e çıkarken, küçük işletmelerin payı da 1963'te % 24,7'den % 11,7'ye düşer.
Bütün bunlar neyin ifadesidir?
a- Türk sanayinde kapitalizmin gelişme aşamalarını (sanayi kapitalizminin değil) tespit etmek ve hangi dönemde kapitalizmin sanayi de hangi aşamasının hakim olduğunu bulmak zor değildir.
b- Hangi aşamasında olursa olsun sanayiden bahsetmek, burjuvaziden, burjuva mülkiyetten ve işçi sınıfından bahsetmek demektir. "Partizan Sesi"nin yasaklamasına rağmen, Marks'ın deyimiyle, Türkiye'de de "yaşamlarının toplumsal üretiminde insanlar, zorunlu, iradelerinden bağımsız ilişkilere, maddi üretici güçlerinin belli bir gelişme aşamasına tekabül eden ilişkilere girmişlerdir. Bu ilişkiler, kapitalist ilişkilerden başka ilişkiler değildir. Bu ilişkiler şunun ifadesidir.
- Türkiye'de üretim araçları özel mülkiyettedir. Bu sınıfın adı burjuvazidir.
- Türkiye'de kapitalist ilişkilerin gelişmesi sonucu mülksüzleştirilen, işgücünden başka satacak hiçbir şeyi olmayan bir sınıf doğmuştur. Bu sınıfın adı, işçi sınıfıdır.
Tarımsal alana gelince: Yukarıda tarımın, TTÜ içindeki payını verdik. Bunun anlamı şudur. Tarımsal alandaki üretim değeri tespit ediliyor. Şayet tarımda "Partizan Sesi"nin sandığı gibi "yarı-feodal ekonomik yapılanmada başat olan tarım" olsaydı. Ürünün feodalizme özgü kapalılık içinde tüketilmesi gerekirdi. Oysa, böyle bir şeyin Türkiye'de söz konusu olmadığını, bu arkadaşların dışında herkes biliyor.
Şöyle deniyor;
"Kapitalist üretim tarzı kapitalist olmayan üretim tarzına, başat duruma gelmediği için köylülüğün kapitalist çizgide farklılaşması... sınırlandırılmıştır" (4. makale, sayfa 28).
Türkiye gerçeği ise bu anlayışın tam da tersi. (Tablo 1)
Kapitalizm öncesi toplumlarda köylülük, köleci ve feodal düzenlerde parçalanmamıştır. Çünkü onun sosyal tabakalarına ayrışmasının maddi koşulları bu düzenlerde yoktu. Köylülük, ancak ve ancak kapitalizmde parçalanır, sosyal tabakalarına ayrışır. Bütünlüklü olmaktan çıkar. Bundan dolayıdır ki, kapitalizmde, feodalizmde var olan türden köylü yoktur ve Türkiye'de köylülük, özel mülkiyet, tarımda en önemli üretim aracı olan toprağa olan özel mülkiyet bazında sosyal tabakalarına ayrışmış durumdayken -yukarıdaki tablo bunu gösteriyor- teorisini kanıtlama telaşına düşmüş "Partizan Sesi", bütün gerçekleri ve Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in soruna yaklaşımlarını bir kenara iterek, köylülüğün kapitalist çizgide farklılaşmasının sınırlandırılmış olmasından bahsediyor. Türkiye'de köylülüğün özel mülkiyet temelinde ayrışıma uğradığının kanıtlanması için daha ne türden kıstaslara ihtiyaç vardır, bunu bilmiyoruz. Köylülüğün Türkiye'de kapitalist ilişkiler temelinde sosyal tabakalara bölünmüşlüğünü anlamak için, bu coğrafyada biraz dikkatli bir gözle bakmak yeterli olmakla birlikte, bu arkadaşların inanması için temel anlayışlarından vazgeçmeleri gerekir. Çünkü onlara, gerçekleri inkar ettiren maocu düşünce tarzından kurtulmaksızın somut durumun somut tahliline göre hareket etmeleri olanak dışıdır. Türkiye gerçeği savunulan teoriyi çürütüyor. Ama "Partizan Sesi" Türkiye gerçeğini çarpıtarak, hiçe sayarak teori oluşturuyor.
Devam edelim; Önce Marksist-Leninist politik ekonomi adına yapılan tespite bakalım:
"Gürbüz kapitalist sistemlerde değişmeyen sermaye büyüktür ve ters orantılı değişen sermaye (hammadde ve emek gücüne yatırılan sermaye) alabildiğine küçüktür. Halbuki komprador kapitalizminde değişen sermaye daha büyük ve ezici bir üstünlüğe sahiptir" (4. makale, sayfa 27).
Marksist politik ekonomide böyle bir anlayışın yeri yoktur. Bu burjuva politik ekonominin kabul ettiği bir anlayıştır. Çünkü sermayenin bu şekilde bileşenlerine ayrılması, artı değerin üretilmesinde işgücünün rolünü gizlemektedir. Anlayış, üstelik bir de yanlış olarak veriliyor. Ayrım, sabit sermaye-dolaşan sermaye şeklindedir. Yukarıda ise değişmeyen-değişen sermaye şeklinde. Ola ki arkadaşlar, sermayeyi sömürü sürecindeki rolüne göre ayrıştırmış olsunlar, ki mantıksal olarak böyle olması gerekir. Ama bu durumda hammaddeler değişen sermayenin kapsamına girmez. Değişen sermaye, sadece ve sadece işgücü için ödenen ücreti içerir. Bu düzeltmeden sonra söylenene bakalım; Demek isteniyor ki Türkiye'de değişmeyen sermaye karşısında değişen sermaye daha büyük ve ezici bir üstünlüğe sahiptir. Ama Türkiye'de bunun tam da tersi söz konusu. Örnek: İmalat sanayi toplamı bazında değişmeyen sermaye miktarı 1950'de 1.272.800.000 TL, değişen sermaye tutarı ise 235.700.000 TL yani değişmeyen sermaye değişen sermayenin tam 5,4 misli 1991'de ise 5,5 misli, "Değişmeyen sermayenin değişen sermayeye nazaran hiç olmadığını defalarca vurguladık" (4. makale, s. 27). Bu "teorik cüret" ve "tutarlılık" değil, olsa olsa teorik sefalettir.
Arkadaşlar aslında emperyalist ülkelerde sermayenin organik bileşimi yüksektir, Türkiye gibi ülkelerde ise düşüktür demek istiyorlar, ama gördüğümüz gibi bunu da ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar.
Devamla şöyle deniyor;
"Komprador burjuvazinin kazancı; emperyalizm tarafından el konulan tarımsal dış satım veya hammadde çıkaran sektörlerde gerçekleşen artı-değerden geriye kalandır" (4. makale, sayfa 27).
Önce bir düzeltme; ticarette artı değer gerçekleşmez. Artı değer maddi değerlerin üretim sürecinde gerçekleşir.
Bu değerlendirmesiyle "Partizan Sesi" diyor ki, komprador burjuvazinin hakim olduğu Türkiye'de esas olan tarımsal dış satım ve hammade çıkarımıdır ve komprador burjuvazi, ancak emperyalizmin el koyduğu tarımsal dış satım ve hammadde çıkarımından geriye kalana sahip olabilir. Ama Türkiye gerçeği tamamen farklı bir resim sergiliyor. Dış satım söz konusu olduğuna göre ihracattan bahsediliyor. (Tablo II)
Evet "Partizan Sesi", "komprador burjuvazi"nin gelir kaynağı -dış satım bazında, ne tarım ne de hammadde çıkarımı. Tersine sanayi. Ama diyeceksiniz ki işi istatistik verilere indirgemek gülünçtür, ampirik verilerle yola çıkmak bilimsel yöntem değildir!
"Partizan Sesi"nin Türkiye gibi "yarı-feodal ülkelerde... Komprador burjuvazinin asıl kazancı ticarettedir... Emperyalist tekellerin ülkede kurduğu... Sanayi kuruluşlarından kazancı çok azdır... Milli burjuvazinin geçim kaynağı artı değerdir. Ancak bu artı değerden elde ettiği kazancın büyük kısmını komprador burjuvazi ve tüccar sermayesi binbir yollarla kendisine çeker" (4. makale, sayfa 27-28) gibi Marksist politik ekonomi kavramlarını hiçe sayan, teoriyi katleden teferruatları geçiyoruz.
"Partizan Sesi"nin tarımda "kiracılık ve ortakçılık" üzerine anlayışını; "Türkiye gibi ülkelerde" (burada bazı ülke ve kıtalar sayılıyor, PD.) "ağa ve ortakçı ilişkisi tarımda hakimdir" (4. makale, s. 29) görüşünü de geçiyoruz. (Hadi başka ülkeler için bir şey demiyoruz. Ama Türkiye için bunu savunmak, bu ülkeyi tanımamak, en fazlasıyla kendi köyünü tanımak anlamına gelir. İstatistiklerle alay eden, ampirik verilerle yola çıkmayı bilimsel yöntem olarak görmeyen bu arkadaşlar anlaşılan o ki, Türkiye'deki bütün köyleri tek tek dolaşmış ve ekonomik yapıyı tespit etmişler. fiayet böyle yapmamış da bazı istatistik verileri esas almışlarsa, bu sefer de doğruyu yazma cesaretini göstermemişler demektir. "Partizan Sesi"ni "ampirik olmayan" hangi veriler bazında bu tespiti yaptığını açıklamaya davet ediyoruz.
"Partizan Sesi"nden öğrenmeye(!) devam edelim.
Türkiye gibi ülkelerdeki "yarı-feodal üretim tarzında ekonomik yapılanmada başat olan tarımdır" (4. makale, s. 28) ve "yarı-feodal sistemlerde, sanayi burjuvazinin egemenliğinden söz edemeyiz" (5. makale, s. 28).
"Ekonomik yapılanmada" hangi sınıfın veya sermayenin hakim olup olmadığı ancak somut verilerle tespit edilir. Burada soyutluk söz konusu olamaz. Ekonomik yapılanmada yapılanmanın bileşimini oluşturan sektörler bellidir; Bunlar, maddi değerlerin üretildiği sektörlerdir: a- tarım, b-ticaret, sanayi, d- inşaat, e- ulaşım-haberleşme. Bu sektörlerle ilgili verileri yukarıda aktarmıştık. Bir de belirtilen bu sektörlerin hepsini göz önünde tutarak sonuca varalım. (Tablo III)
"Ekonomik yapılanmada" hangi sınıfın veya sermayenin veya da sektörün hakim olduğu açık bir şekilde görünüyor. Biz bu hesabı yaparken, tarımı yarı-feodal değil, tam feodal olarak farz ettik. Buna rağmen varılan sonuçlar yukarıda. Ayrıca, Türkiye gibi "yarı-feodal" bir "sistemde" sanayi burjuvazisinin egemenliğinden söz edilemiyorsa, Türkiye ekonomisindeki sanayin ağırlığını; Türkiye ihracatında sanayi ürünlerinin % 85'lere varan payını; Türkiye ithalatında payı 1962'de % 90; 1985'te % 85; 1988'de % 86 ve son yıllarda da aynı civarda olan tüketim ve ara mallarını -bunun sınıfsal ve sermayesel ifadesini- nasıl açıklayacağız? "Partizan Sesi" bu alandaki tespitlerini somut veriler bazında neden açıklamıyor.
Sonuç itibariyle;
Salt bu bir kaç nokta dahi şunu göstermektedir.
- Türkiye'de temel üretim araçları burjuva özel (ve devlet) mülkiyetindedir.
- Türkiye'de kapitalist üretim biçimi hakimdir. Türkiye'de feodal, "yarı-feodal" üretim biçimi, üretim ilişkileri olarak hemen hemen hiç yok. Kuzey Kürdistan'da bağlayıcı önemi haiz olmayacak derecede vardır. Aksini savunan, kanıtlamak zorundadır.
- Gerçi biz burada söz konusu etmedik ama Türkiye, emperyalizme bağımlı yeni sömürge bir ülkedir ve işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin hakimiyeti söz konusudur.
- Türkiye'de, toplumsal ilişkilerde -yarı-feodal ilişkilerin yanı sıra- burjuva/kapitalist ilişkiler hakimdir.
- Türkiye'de bütünlüklü bir "köylülük" yoktur. Türkiye'de köylülük, burjuva mülkiyet ilişkileri temelinde sosyal katmanlarına bölünmüştür ve her bir köylü katmanının kendilerine göre ekonomik ve siyasi çıkarları söz konusudur.
- Türkiye'de öyle ezbere konuşulduğu gibi, tarımda belirleyici ağırlıkta olan bir toprak ağalığı da yoktur. Bu bir hikayedir, hayaldir. Ama Türkiye'de toprakların % 12,1'ini (1980) elinde tutan büyük toprak sahipliği vardır.
- Türkiye toplumunun yaklaşık % 2'si burjuvaziden; % 60'ı kır ve kent küçük burjuvazisinden ve % 38'i de geniş anlamda işçi sınıfından oluşmaktadır.
"Yarı-Feodal, Yarı- Kapitalist Üretim Tarzı" Üzerine
"Partizan Sesi" öğretiyor;
"Binlerce feodal ilişkilerle, kapitalist ilişkilerin iç içe geçtiği ama hala sermayenin egemen olmadığı bir ara biçime, yarı-feodal üretim tarzı diyoruz... Yarı-feodal üretim tarzında esasen kapitalist üretim tarzı hakim değildir" (3. makale sayfa 29).
"Burada kapitalist üretim tarzı ile kapitalist olmayan üretim tarzının içiçe geçtiğini çıplak gözle görebiliriz. Tarımda halen kapitalist olmayan üretim tarzı hakimdir. Bu katıksız feodalizm değildir. Aksine kapitalizmle içiçe geçmiş ama feodal kalıntıların damga vurduğu bir üretim tarzıdır" (4. makale, sayfa 27/28).
"Biz bir ülkeye ya da ülkelere yarı-feodal betimlemesini yaparken orada hakim olan feodal üretim biçiminin varlığına dayanıyoruz... Kapitalist olmayan üretim tarzının.. yarı-feodal toplumsal yapı feodalizmden ayrı bir toplumsal yapı değildir... Biçimsel kapitalist ekonomi görüngülerine bakarak yarı-feodal, yarı-sömürge ülkelerde hakim üretim biçiminin kapitalist olduğunu söylemek tamamen yanılgıdır" (5. makale, sayfa 28/29).
Yukarıda insanlık tarihinin tanımış olduğu üretim biçimlerini belirtmiştik: "Politik ekonomi, ... üretim ilişkilerinin tarihte bilinen aşağıdaki temel tiplerini araştırır: ilkel toplumun, köleciliğin, feodalizmin, kapitalizmin ve sosyalizmin üretim ilişkileri" (Politik Ekonomi, El Kitabı, s. 12, Alm.)
İnsanlık tarihi bu üretim biçimlerini tanıyor, bunu Marksizm incelemiş ve teorileştirmiş. Anlaşılan o ki Marksist politik ekonomi yanılmış. Bu üretim ilişkilerinin (tarzının) ötesinde bir de yarı-feodal üretim tarzının, kapitalist olmayan üretim tarzının ve nihayet yarı-feodal yarı-kapitalist üretim tarzının da olduğunu "Partizan Sesi"nden öğreniyoruz.
Böylelikle üretim tarzı sayısı sekize çıkmış oluyor.
"Kapitalist olmayan üretim tarzı" kapitalizm dışındaki bütün üretim tarzları veya onlardan birisi anlamına gelir. Bu kavram cehaletinin üstüne fazla gitmeyeceğiz. Beş üretim biçimini bir çırpıda sekiz üretim biçimine çıkartmak, ideolojik ve teorik "derinliğin" Marksizmi katletme cüretiyle birleşmesinden doğan bir "katkı"nın ifadesi olduğundan artık şüphe etmiyoruz.
Meselenin ABC'sine girmeyeceğiz. Ama şu kadarını belirtelim: maddi değerlerin üretiminde insanların girmiş oldukları belli ilişkilere üretim ilişkileri denir. Üretim ilişkilerinin karakteri, üretim araçlarına olan mülkiyetin kimin elinde olduğuna bağlıdır. Yani üretim ilişkileri sınıfsal karakter taşır. Sorunumuz sınıflı toplumlar olduğuna göre; köleci toplumda köleci üretim ilişkileri hakimdir: üretim araçları ve de köle, köle sahibinin mülkiyetindedir. Karşı temel sınıf (köleler) mülksüzdür. Feodal düzende feodal üretim ilişkileri hakimdir: üretim araçları feodal beyin mülkiyetindedir. Karşı temel sınıf (köylülük) mülksüzdür. Kapitalist düzende, kapitalist üretim ilişkileri hakimdir. Üretim araçları burjuvazinin (kapitalistlerin) mülkiyetindedir. Karşı temel sınıf (proletarya) mülksüzdür.
Hal böyle olunca "Partizan Sesi"nin icadı olan üç üretim tarzında ne türden bir mülkiyet biçimi ve bildiğimiz sınıfların dışında hangi sınıfların hakimiyeti söz konusudur. Arkadaşlar, üretim ilişkilerinin sınıfsal karakter taşıdığını inkar etmeyecek kadar "marksist" olduklarına göre, insanlık tarihinin tanıdığı ve politik ekonominin incelediği beş üretim ilişkilerindeki temel sınıfları da bildiklerine göre "yarı-feodal", "kapitalist olmayan", "yarı-feodal yarı-kapitalist" üretim tarzlarında hangi temel sınıflar yer alıyorlar? Hangi sınıflar bu üretim tarzlarına veya ilişkilerine tekabül ediyorlar? Bunlar köle sahibi- köle, feodal bey-serf, burjuvazi-proletarya olamazlar. Çünkü bu sınıfların yer aldığı üretim ilişkilerini -köleci, feodal, kapitalist- arkadaşlar ayrıca tanıyorlar. Evet, cevaplandırılması gereken ilk soru bu.
"Araştırmalarımda... bana yol gösteren sonuç, kısaca şöyle formüle edilebilir: Yaşamlarının toplumsal üretiminde insanlar, zorunlu, iradelerinden bağımsız ilişkilere, maddi üretici güçlerin belli bir gelişme aşamasına tekabül eden ilişkilere girerler. Bu üretim ilişkilerinin toplamı, toplumun ekonomik alt yapısını, üstünde hukuki ve siyasi bir üst yapının yükseldiği reel tabanı oluşturur ve bu belli toplumsal bilinç biçimlerine tekabül eder" (Marks, Politik Ekonominin Eleştirisine Katkı, agk. s. 335/336, Alm.).
Soru şu: Sınışı toplumlarda; köleci, feodal ve kapitalist üretim ilişkileri dışında "insanlar, iradelerinden bağımsız olarak hangi ilişkilere giriyorlar ki, bu ilişkilerin toplamı toplumun ekonomik alt yapısını oluşturuyorlar ve buralara tekabül eden bir hukuki ve siyasi üst yapı ve bu bağlamda da hangi toplumsal bilinç biçimleri doğuyorlar? Evet "Partizan Sesi", inandırıcı olmak için "yarı-feodal", "kapitalist olmayan", "yarı-feodal yarı-kapitalist" üretim tarzlarına tekabül eden bu üretim tarzlarını karakterize eden üretim ilişkilerini, toplumun ekonomik alt yapısını ve bu yapı üzerinde yükselen "yarı-feodal", "kapitalist olmayan", "yarı-feodal, yarı-kapitalist" hukuki ve siyasi üst yapıyı açıklamak zorunda. ‹cat ettiği üretim tarzlarının maddi temellerini, sınıfsal yapılarını, hakim mülkiyetin biçimini açmak ve kitlelere anlatmak zorunda!.
Siz ekonomik gelişme yasaları, bu yasaların nesnel oluşları vb. gibi şeyler duymadınız mı? Örneğin, üretici güçlerin karakteri ile üretim ilişkileri arasındaki uyumluluk yasası. Bu yasa, toplumun ekonomik gelişme yasasıdır. İnsanlık tarihinin tanıdığı üretim biçimlerinde bu yasanın ne anlama geldiği biliniyor. Peki icadınız olan üç üretim biçiminde bu yasa nasıl geçerlilik kazanıyor? Ekonomik gelişmenin bu temel yasasını açıklayabilmeniz için önce şunu açıklamanız gerekir: "yarı-feodal", "kapitalist olmayan", "yarı-feodal yarı-kapitalist" üretim tarzlarına tekabül eden (köleciliğe, feodalizme ve kapitalizme değil bunu biliyoruz) üretim ilişkilerini ve bu üretim "tarz"larındaki üretici güçlerin karakterini saptamanız ve açıklamanız gerekir. Yani köleci, feodal ve kapitalist olmayan üretim ilişkileri ile bu ilişkiler içinde doğan üretici güçlerin karakteri arasında bu yasanın gerçeklik olduğunu kanıtlamak zorundasınız. Bu yasa, sizin mantığınıza göre hangi koşullarda uyumluluk içindedir ve hangi koşullarda uyumsuzluk içindedir?
Her bir üretim tarzının kendine özgü bir temel ekonomik yasası vardır. Bu yasalar, nesneldir, insan iradesinden bağımsızdır ve onları marksizm formüle etmiştir. Feodal ve kapitalist toplumlarda bu yasa şöyledir: Feodalizmde, "Feodal beyin toprak ve arazi üzerindeki mülkiyeti ve feodal beyin üreticiler, serfler üzerindeki kısıtlı mülkiyeti temelinde bağımlı köylülerin sömürülmesi yoluyla artı ürüne feodal beyler tarafından asalak tüketimleri için el konulması". (Politik Ekonomi, C.1, s. 92, Kapitalizmde ise temel ekonomik yasa, artı değer yasasıdır.)
Soru şu: İcadınız olan üretim "tarz"larında ekonomik temel yasaları nasıl tanımlıyorsunuz. Örneğin "kapitalist olmayan üretim tarzı"nda ve "yarı feodal, yarı kapitalist üretim tarzı"nda temel ekonomik yasaları nasıl açıklıyorsunuz?
Anlatımını bir kenara bırakarak soruyoruz: Devlet, ordu, polis, eğitim, kültür vs. birer üst yapı kurumudurlar. Her üst yapı belli karakterde (sınıfsal) bir alt yapıya tekabül eder. Örneğin, feodal alt yapıya tekabül eden bir feodal üst yapı, kapitalist alt yapıya tekabül eden bir kapitalist (burjuva) üst yapı vardır. Peki sizin üretim "tarz"larınıza tekabül eden, feodal ve kapitalist olmayan üst yapılarınızı kafamızda nasıl canlandırmalıyız. Örneğin, "kapitalist olmayan üretim tarzı"na tekabül eden üst yapıya "kapitalist olmayan üst yapı" mı diyeceğiz. Yani kapitalist olmayan devlet, kapitalist olmayan ordu vb. mi diyeceğiz?
Kapitalizmde eşit olmayan toplumsal ve ekonomik gelişme yasası diye nesnel bir yasa duydunuz mu? Sermaye toplumsal bir ilişkidir (Marks). Bu ilişki nesneldir. Komprador, milli veya emperyalist olması meselenin özünde hiçbir şey değiştirmez. Bu yasanın ve sermayenin gelişmesinde irade dışılığın, nesnelliğin esas olduğunu, sermayenin gelişme yasasının her türlü iradi duruşu reddettiğini, kendi yolunda geliştiğini, bu gelişmesinde nesnel olduğunu siyasi ve iradi bir müdahalenin bu yasaların hareketinde bir gelişme veya sınırlama yaratacağını ama ortadan kaldırmayacağını herkes bilir. İcadınız olan üretim tarzlarında eşit olmayan gelişme yasasını, sermayenin nesnelliğini niçin açıklamıyorsunuz? Örneğin şöyle; "kapitalist olmayan üretim tarzı"nda eşit olmayan siyasi ve ekonomik gelişme yasası vardır veya yoktur, sermaye nesneldir veya nesnel değildir diye. İnsanlık tarihinde nesnelliği, idealistler reddetmişlerdir.
"Yarı-feodal toplumsal yapı, feodalizmden ayrı bir toplumsal yapı değildir diyoruz", diyeceksiniz.. Madem ki, bu anlayışınızla Türkiye'nin feodal bir toplum olduğunu söylüyorsunuz, o halde bu ülkede feodal üretim biçiminin hakim üretim biçimi olduğunu kanıtlamalısınız. Bunun kolayı var; nasıl ki Lenin, "Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi" yapıtıyla Rusya'da hakim üretim biçimini saptamışsa siz de Türkiye'de feodalizmin hakim olduğunu benzeri bir çalışmayla -yöntem olarak- kanıtlayabilirsiniz!
Anti-marksizmin doruk noktası:
"Bir üretim tarzının hakim olup olmaması meta dolaşımına değil,.... emeğin gasp ediliş biçimine bağlıdır" (4. makale, s-21) ve "yarı-feodalizm hemen hemen her toplumun yaşadığı feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde var olan bir aşamadır. Bu aşamada doğrudan üreticilerden artı emeğin alınış biçimi feodaldir" (5. makale, s. 29) Yani şimdi Türkiye'de doğrudan üretici konumunda olan üreticilerin (köylülerin) artı-emeği feodal tarzda gasp ediliyor! Yani şöyle oluyor; Feodalizmde köylülük sosyal katmanlarına ayrışmamış olduğu için ve Türkiye' de feodal olduğu için köylülük de bir bütündür, sosyal katmanlarına ayrışmamıştır. Türkiye'de topraklar -temel üretim aracı olarak- beylerin (ağaların) özel mülkiyetindedir. Köylüler ağaların topraklarında çalışarak üretirler ve ağalar da, köylülere, ölmeyecekleri kadar bir miktar bırakır, geriye kalan ürüne, "doğrudan üreticilerin artı-emeğine" el kor!
Gerçek dışılık, subjektivizm nasıl olur diyorsanız, "Partizan Sesi" okumalısınız. Bu ülkede, özel mülkiyetin ifadesi olan tapu yüzünden oğulların babayı, kardeşin kardeşi öldürdüğü, köylülerin mülkiyet sorunları nedeniyle mahkemeleştikleri bir gerçekse ve köylülerin üretimi pazar içinse, bunu kimin adına yapıyorlar? Evet kimin adına? Kendi adına. Size göre feodal beyin adına! Ama bu sefer de feodalizmden bahsedemezsiniz. Ürün pazarlanıyorsa, orada kapitalist ilişki vardır. Buna hayır demeden önce de Marksist politik ekonomiye hayır demeniz lazım, ki bunu rahatlıkla diyorsunuz. Bu durumda savunduğunuzu iddia ettiğimiz "MLM bilimi"nin ilk iki harfini atmak sadece M (maoizm) ile yetinmek sizin için pek sorun olmasa gerek!
Emperyalizme bağımlı ülkelerde kapitalizmin gelişmeyeceğini açıklamak için Lenin'in "Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi" yapıtında "Halkın Dostları"na, Bay N. On'a yönelttiği artı-değerin gerçekleştirilmesi tartışmasını çarpıtıyorsunuz. "Halkın Dostları"nın "artı değerin gerçekleştirilmesinin imkansızlığı teorisi"ni aynen kabulleniyorsunuz. Ne olduğu bilinmeyen, "saçma" üretim tarzlarınızla güttüğünüz yegane amaç, Türkiye gibi ülkelerde kapitalizmin gelişmeyeceğini, Narodniklerin cephaneliğinden aldığınız Lenin tarafından çürütülen teoriyle kanıtlamaktır. Lenin'in "Halkın Dostları Kimlerdir" ve "Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi" yapıtları Rus Narodnikleri için yazılmıştı. Sizler ise 100 sene sonrası aynı teoriye sarılmaya Anadolu narodnikliği yapmaya cüret ediyorsunuz. Sizlerin açısından nesnel gelişmenin hiçbir anlamı yok. Narodnikler, gelişen kapitalizmi görmemekte inat ediyorlardı. Sizler de Türkiye'de belli derecede gelişmiş, hakim üretim biçimi almış kapitalizmi görmemek için her yola başvuruyorsunuz. Bunun için tartıştığımız konuda nesnel olarak Rus Narodniklerinden de geri konuma düşüyorsunuz. Subjektifsiniz, çünkü böyle düşünüyoruz, o halde nesnel gerçeklik öyle olmalıdır diyorsunuz. Bu katıksız idealizmdir, oysa tam tersini yapmanız gerekirdi. Nesnel gelişme bilincinizi, düşüncenizi belirlemeliydi. Böyle düşünmenin ön şartı materyalist olmaktır. Sanıyorsunuz ki, laf kalabalığı yaparsak, somut tarihi duruma ütopik, soyut yaklaştığınızın farkına varılmaz. "Halkın Dostları"nın temel rotası bu değil miydi? Beş makalede tek bir somutluğunuz var mıydı? Üstelik somut olmayı antibilimsel olarak damgalamıyor musunuz? Bütün anlatımınızdan ortaya çıkan şu değil mi: Dünyanın yarısında, dolayısıyla Türkiye'de de kapitalist üretim biçimi hakim değildir. O halde Türkiye kapitalist gelişmeyi yaşamak zorunda değil. Devrimle sorun çözülür. Bu devrimde köylülük esas rolü oynayacaktır. Bu "Halkın Dostları"nın teorisiydi. Onu 100 sene sonra aynen savunmuyor musunuz? Bunun içindir ki "artı-emeğin alınış biçimi feodaldir" diyorsunuz. "Biçimsel kapitalist ekonomi görüngülerine bakarak yarı-feodal, yarı-sömürge ülkelerde üretim biçiminin kapitalist olduğunu söylemek tamamen yanılgıdır" (5. makale, S-29) esasen "Halkın Dostları"nın cephaneliğinden aldığınız ve modernleştirerek piyasaya sürdüğünüz bir anlayıştır.
Sizin yönteminiz metafiziktir, yöntem konusunda anti-marksistsiniz. Toplumsal gelişmenin, ekonomik gelişmenin nesnelliğini reddederek dünyanın yarısında tarihin akışını, genel anlamıyla ve bir bütün olarak gelişmeyi durduran, bunu emperyalizmin iradesine tabi kılan sizden başka kim? En kaba metafizikçiler ve sübjektivistler dahi, en azından mekanik gelişmeyi reddetmiyorlar. Sizler ise, her koşul altında gelişmeyi -aksi taktirde zıtların birliğini ve mücadelesini kabul etmeniz gerekir- maddenin bu doğasını emperyalizmin iradesine bağlayacak kadar geri değil misiniz?
Heraklit (MÖ. 544-483), "her şey akış içinde, her şey değişiyor, hiçbir şey hareketsiz değildir, aynı nehirde iki defa yıkanılmaz" diyerek materyalist felsefeye katkıda bulunuyordu. Sizler ise Heraklit'in ölümünden 2314 sene sonra gelişmemezliği, durağanlığı savunuyor, dünyanın yarısını aynı suda yıkanmaya mahkum ediyorsunuz, sosyo-ekonomik yapı tahlilleriniz bunu söylüyor.
Proleter Doğrultu, Sayı 10, Mayıs-Haziran 1997
Hiç yorum yok