Header Ads

Header ADS

EKLEKTİZM ÜZERİNE

Birlik ve Mücadele
Sayı 2 (Mayıs 1996)
Birlik sorunu, her dönemde komünistlerin baş meselelerinden biri olmuştur. Kimse hiçbir zaman birliğe karşı olduğunu söylemedi. Üstelik ikili ve çok taraflı toplantıların belki hepsinin de gündem maddesi birlik olmuştur. Ama süreç, ümitsizlik yaratacak denli yavaş işlemektedir.

Tabii ki önemli adımlar da atılmaktadır. Fakat...

Bana öyle geliyor ki, yürüttüğümüz çalışmaya şu veya bu şekilde etkisi olan bazı durumlar, sorunlar ve olgular üzerine yeniden düşünmek, biraz gerilere kadar uzanmak gerekiyor. Çünkü, uzun süredir ardımızda zaaflar, yanlışlıklar ve frenleyici etmenleri de birlikte taşıyoruz. Bir örnek alalım: Bazı istisnalar haricinde genel olarak hepimiz, monolitizm ile ilkelerde birliği birbirine karıştırmadık mı? Doğaldır ki, bu konuda ve başka konularda herkese aynı sorumluluğu yüklemek doğru değildir. Sosyalist ülke ve ülkelerin (önce Sovyetler Birliği, ardından Çin ve daha sonra da Arnavutluk) savunusu gibi bir ilke sorunu, zamanla revizyonistlerle komünistler arasında ayırımın bir denek taşına dönüştü. (Şimdi geriye dönüp baktığımızda böyle bir nosyonun tam yerine oturmayan bir ayırım olduğu söylenebilir.)

Bu ‘denek taşı’ nosyonunun ardında, ‘denek taşı’ kabul edilenin kriterlerini ve tutumlarını surat asmaksızın kabul etmeyenlerin mahkum edilmesi yatıyordu. Eleştiri; biçimsel bir kavram olarak kalmakta, reddedilmekteydi. Eleştiri bile değil, farklı düşünmek, üstü kapalı bir tarzda aleyhte kullanılmakta ve bazı durumlarda karşı saldırıya vesile teşkil etmekteydi... Nelerden bahsetmek istediğimi, bu dergiye yazanların çoğunluğu pekala biliyorlar. Yaşananlardan günümüz için bazı dersler çıkarmak, ya da en azından böyle bir girişimde bulunmak, yüzeysel ve ayakları havada bir şey olmayacaktır. Bahsettiğimiz tarzda tutum ve davranışların yeniden uç verebileceklerini gözardı edemeyiz.

Marksist-Leninist hareket, yani Kruşçevci tezlere karşı duran hareket, sözde sosyalist kampın ve Arnavutluk’un (arada farklılıklar var ve günü geldiğinde bu sorunu bir tahlil etmek gerekiyor) yıkılışından önce de oldukça güç kaybetmişti. Belirli bir ümidin taşıyıcısı olan parti ve örgütler yavaş yavaş (bazıları oldukça hızlı bir şekilde), oportünizmin varyantlarından en zavallısı olan ‘kuyrukçuluk’a saplandılar. Bazıları, gericiliğin ve hainlerin darbelerine maruz kaldılar. Bazıları ise orta yolcu bir tutum takındılar. Bu tatsız durumun ortaya çıkışından, AEP yöneticilerinin dar milliyetçi bakış açıları ve tutumlarının önemli payı vardı. Bu tutum, Mehmet Şehu’nun tasfiyesi ve Enver Hoca’nın entelektüel ve fiziki olarak çöküşü ile birlikte kendini göstermeye başladı. Bazı partilerin, Ramiz Alia ve adamlarının yönetimindeki AEP’nin bu durumunu, önce sezdiklerini ve daha sonraları da daha net bir şekilde görerek eleştirdiklerini belirtmek gereki-yor. (Birkaç parti, AEP yöneticilerini Tiran’da, yüzlerine karşı eleştirdiler.) Fakat sonuçlarının nereye varacağını görme yeteneği gösteremedik. Bu sapmaya gereken şekilde karşı koymasını bilemedik. Eleştirilerimizi hep, düşman tarafından kullanılmasın diye içe yönelik olarak yaptık. (Ne yazık ki, düşmanlar içimizdeydi.) Ama eleştirilerimiz daha sonraları, içimizdeki düşmanlardan ziyade AEP şakşakçıları tarafından bize karşı kullanıldı. Ve ardından parti ve örgütlerimizi değişik seviyelerde etkileyen çöküş geldi. Kimse, böyle bir olayın sonuçlarından etkilenmediğini iddia edemez.

Kuşkusuz burada, incelenmesi, tahlil edilmesi gereken yanlar vardır. Tek tek olayları gözden geçirmek için, gelişmelere toplu bir bakış gereklidir. İspanya örneğini alalım. Küçümsenmeyecek bir güç ve prestij sahibi olan ve mücadelenin ateşi içerisinde çelikleşmiş bir parti, birkaç ay içerisinde bir kriminel komplo ile tasfiye edilebildi. (Burada komplonun yanı sıra, sabırla ve titizlikle hazırlanmış bir ihanetin de olduğunun altını çizmek gerekiyor. Parti yönetiminin bizzat kendisi içerisinde ideolojik dejenerasyon ve affedilmez bir devrimci uyanıklık eksikliği yaşandı.) Benzer durumlar başka parti-lerde mümkün olabildiğine göre, İspanya partisinde nasıl yaşanmamazlık edebilirdi? (Tabii ki genelleştirmek doğru değil. Üstelik sorunlar Lenin’in, Stalin’in partisinde, Enver Hoca’nın, Mehmet Şehu’nun partisinde ve başka bazı parti-lerde çok daha karmaşık ve başka boyutluydu.) Artık görmeli ve kabul etmeliyiz ki, aradaki nüanslar, farklılıklar ve ‘çizgiler’ ne olursa olsun, yaşanan olgu, bütün komünistler için kolektif bir trajedidir. Her tipten ve renkten emperyalizm ve gericilik tarafından mükemmelce kullanılan, komünistler olarak engelleyemediğimiz yanlışlıklarımızdır bunlar. Çoğu kez bizzat kendi zaaflarımızdan, ama her zaman da partilerimiz içerisinde faaliyette bulunmuş değişik oportünizm biçimlerinden beslenen yanlışlıklar...

Hareketimizin gelişimini imkansız kılan önemli ve ağır zaaflardan birisi de, eklektizmdir. Eklektizm, değişik felsefi ekoller arasında uzlaşma arayışı ve uzlaştırmacı bir eğilimdir. ‘Elektrik spiritizmin’ babası V. Cousin’den bu yana eklektikler, verili prensiplere dışarıdan yabancı tezlerin eklemlenmesinin, bu prensiplerin sağlamlaştırılmasına hizmet edeceğini iddia etmişlerdir. (Bu oportünist müzik, kulaklarımıza hiç de yabancı gelmiyor..!) Lenin, başkalarının yanı sıra eklektiklerle de hesaplaşmıştı. Buna rağmen eklektizm, ardımızda sürüklediğimiz, sıyırıp atmayı beceremediğimiz zararlı bir eğilim olarak yaşamaya devam ediyor. Karşıt ideolojik tutumları (bunlar bazen ‘nüanslar’ olarak yansıyorlar) uzlaştırmaya çalışmak, eklektizm değil de nedir? Karşıt politik tutumları uzlaştırma girişimi de aynı anlama geliyor. Zira, her politik tutumun bir ideolojik temele dayandığını gözardı edemeyiz. Bunun, birliğimizi geliştirmek ve sağlamlaştırmak için zorunlu ve gerekli olan ideolojik, teorik mücadele ile bir alakası yoktur. Ancak yeniden tekrarlamak gerekirse, sağlamlaştırılması, geliştirilmesi ve genişletilmesi zorunlu olan birlik ile, bedellerini ağır ödediğimiz sahte monolitizmi birbirine karıştırmamak gerekiyor. Lenin şunları söylüyordu: “Diyalektik, somut ve devrimcidir. Halbuki eklektizm ve sofizm, sınıf mücadelesinde somut ve tam olan ne varsa hokkabazca el çabukluğu ile tahrif eder.” (Devlet ve Devrim) Uzlaşmacı pozisyona düşmemek ve alay konusu olmamak için, yaşanmış deneyleri oldukça ciddiye almak zorundayız. Ağustos ‘94’te gerçekleştirilen Quito Konferansı; parti ve örgütle-rimiz arasında yakınlaşmanın sağlanması, belirli tutum ve kriterler etrafında birliğin ilerletilmesi gerekliliğinin altını çizmişti. Bunu tabii ki yapmak gerekiyor. Ama bu, bazı tutumlarda ısrar ve sağırlar diyaloğu durumuna dönüşürse, çabalar anlamını yitirir. Bu koşullarda, Marksist-Leninist Partiler Konferansı çerçevesinde diyaloğu sürdürmek adına karşıt tutumları uzlaştırma girişimi eklektizm demektir. Ortak ideolojik temel üzerinde diyaloğu, tartışmaları ve birlik arayışlarını sürdürmeye evet, ama konferansın gelişimini ve ilerlemesini engellemeden, batağa saplanmadan.

Ne yazık ki (ya da ne iyi ki) bu konuda belirli bir deneyimimiz var. ‘70’li yıllara bile gitmeye gerek yok. ‘80’li yılların başında darbeler yeniyor ve çöküş yaşanıyorken, birçok girişim boykot edildi ve hatta baltalandı. Yenen bütün darbelere rağmen İspanyol atasözünde belirtildiği gibi, “ölünün sağlığı yerinde” diyebiliriz. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. 1991’de gerçekleştirilen çok taraflı toplantının(*) kime, neye yaradığını hatırlamak yeterlidir. Bazılarının (ne yazık ki -bir eksikle- her zamanki bir grup partinin) çabalarına rağmen bu toplantı, ortak noktalarda anlaşmanın ve ilerlemenin imkansızlığını ortaya koydu. Katılım oldukça yüksekti. Belki de şimdiye kadar sağlanmış en geniş katılım. Ama tutum ve görüşler o kadar farklıydı ki, asgari derecede olumlu bir diyalog bile mümkün değildi. Bu toplantı, başta İspanya’nınkiler olmak üzere bazı hain ve ihanetçiler için bir soluk alma imkanı olurken, bazıları için ise kamufle edilmiş anti-komünist görüşlerini öne sürme olanağı yaratmıştır. Kuyrukçuluğun kendilerini sürüklediği bataklıktan çıkma takadı gösteremeyen başka bazılarının ise, kendini feshetmeyi meşru gösterme girişimlerine tanıklık etmiştir.

Bu yaşanmış deneylerden kalkarak, aynı engellerle karşılaşmamak için -eğer mümkünse- bazı tedbirler almak gerektiğini düşünüyoruz. Tekrar altını çizerek belirtmek istiyoruz: Konferansa yeni güçlerin katılımı için çaba sarf etmek, şu veya bu sebeple mevcut sürecin dışında kalan partileri çekmek, onlarla tartışmamızın frenlenmesine, darlaşmasına müsaade etmemeli, sorunu anlamayan ya da bizim gibi yaklaşmayanları dıştalayan bir tutum takınılmamalıdır. Kibirliliği bir tarafa atıp, ilerlemeliyiz.
Süreci ilerletmek, bunun için gerekli yol ve yöntemleri bulmak istiyoruz. Quito Konferansı, tartışmalarının önemli bir bölümünü bu soruna ayırdı. Ve bu konuda belirli bazı farklı yaklaşımlar, hatta ayrılıklar olduğu görüldü. Konferansa katılanların tümünün soruna aynı tarzda yaklaşmadıkları anlaşıldı. Farklı yaklaşımların, hatta ayrılıkların olması ve bunların tartışılmasının kötü bir yanı yok. Aksine, eğer çözüm bulmak kaygısı ile ele alınırsa yararlı bile olur. Kaçınılması gereken şey ise, herhangi bir öneride bulunmaksızın eleştirme mantığı, teoriyi partikten ayırma, yani bir taraftan teorileş-tirirken pratikte ise statik kalma tehlikesidir.

Belirli bir ilerleme kaydettiğimize kuşku yoktur. Kon-ferans, asgari örgütsel bir yapıya ka-vuşmuş durumda-dır. Derginin çıkarılması konusunda bir irade birliği var. Marksizm-Leninizm iddiasındaki başka güçlerle temas ve kapsayıcılık iddiamız var. Sorunların çözümü ve farklılıkların giderilmesi doğrultusunda polemik ve tartışmalara girmekten kaçınmama isteği var. (Geçmişte olduğu gibi şu veya bu şekilde damgalanmamak kaygısıyla polemikten kaçınma ve kafasını kuma gömme tutumu değil) Evet, ilerleme kaydediyoruz. Ama bu, bizi kendimize aşırı güven ve hoşnutluğa götürmemelidir. Lenin’in dediği gibi, “Küçük kazanımların elimizi kolumuzu bağlamasına müsaade etmemek için tetikte durmak, onsuz küçük kazanımların da sadece boş bir kuruntu anlamına geleceği nispeten uzak hedefleri unutmamak” (Lenin -’Politik sofizm’- 1905) gerekiyor. Deneylerimize dayanmak, bizzat, fiziki olarak yaşadığımız tartışma ve mücadele deneylerinden, bizden öncekilerin olumlu ve olumsuz tecrübelerinden faydalanmak gerekiyor. (Sadece olumlu ve iyi olanı görmek, eksik, zaaf ve yanlışlıklarımızı çıplak bir tarzda ortaya koyanların üzerinden atlamak her zaman daha cazip gelir. Halbuki tersi ispat edilinceye kadar, hatasız olduğumuzu kim iddia edebilir!) Niçin hata yapma hakkını iddia etmeyelim? Kendi tarihimiz, çokça yanıldığımızı göstermi-yor mu? Ama dikkat! Hata yapma korkusu bizi felce uğratmasın. Mutlak gerçek ve yanılmaz reçete peşinde koşmak, olmayacak duaya baştan amin demek anlamına gelir. Ve biz, bu büyük yanlışa çokça kurban olduk. Yaklaşım şu olmalı: Hata yapma hakkı, ama farkına varma ve düzeltmek için mücadele etme zorunluluğu.

Bu anlayışla, konferans saflarında birlik adına, heterojen -hatta zıt- ideolojik tutum ve akımların mekanik birliğini kabul eden ve zemin hazırlayan eklektizme karşı silahlanmak büyük önem taşıyor. Böyle bir davranış, eklektizme kapı aralayan tutarsız bir davranıştır. Önümüzde, aşılması gerekli çokça zorluklar bulunduğuna, buna karşın gücümüzün de sınırlı olduğuna kuşku yoktur. Fakat bu durum, bizleri kolaycılığa ve görevlerden kaçmaya itmemelidir.

Önümüzdeki Marksist-Leninist Parti ve Örgütler Konferansı’nda, geçen sefer değişik yaklaşımların sergilendiği ve teorik olarak çözümlenmeyen, sadece bir oylama ile geçiştirilen (ve oylama her zaman uygun bir tutum demek değildir) bir konuya açıklık getirmekte fayda var: Konferans mensupları için bağlayıcı, asgari bazı ideolojik kriterler belirlemek mutlaka gereklidir. Bu, sorunların hemen çözümü değilse de, çözümü doğrultusunda ilerlemeye zemin yaratılması anlamına gelecektir. Sorun açık ve nettir. İkili çalışmaları bir tarafa bırakacak olursak, herkesi bağlayan ideolojik kriterler üzerinde tartışılmadığı ve formüle edilmedikleri bir ortamda, ortak faaliyetin örgütsel yanları nasıl ele alınacaktır? Ortak işleyişe sadece karşı çıkmakla da yetinmeyen, konferans men-supları için gereksiz gördüklerini kendi aralarında uygulayan ve -deyim yerindeyse- kendi grupları dışında kimseyi bilgilendirme ihtiyacı bile duymayanların yanında hangi örgütsel iç işleyiş tartışılabilir?

Bu sorun ilk defa gündeme gelmiyor. Ama bu eklektik yaklaşım artık terk edilmelidir.

Raul Marco
Temmuz 1995
İspanya Komünist Ekim Örgütü

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.