Header Ads

Header ADS

DEVLETİN YOZLAŞMASI: BURJUVA MİLLİYETÇİLİĞİNİN “DOĞAL EĞİLİMİ”

Birlik ve Mücadele
Sayı 
3 (Aralık 1996)

DEVLETİN YARADILIŞI
“Modern hükümet (devlet) bütün burjuva sınıfın ortak işlerini yürüten bir komiteden başka bir şey değildir" (Komünist Partisi Manifestosu). Devlet, zorunlu bir kurum olarak ortaya çıktığından beri toplumsal emek ürününü gasp ederek, ezilen sınıfın ürettiği artı-değeri sermayeye çeviren sömürücü sınıfın hizmetinde olmuştur. Böylece bir taraftan bu sermayenin işletilmesi, diğer taraftan ise çoğunluğun çıkarlarına aykırı, özel çıkarların korunması zorunluluğu ortaya çıktı ve bir ‘kamu gücü’ olarak örgütlenen ordu da dahil olmak üzere bir dizi kurum yaratıldı. Antikçağ’da henüz toplumsal sınıflara bölünmemiş eski toplulukların (tribus) kendilerini savunmak için benimsedikleri ‘silahlı halk’ın yerini, devlet zorbalığı aldı. Bu zorbalık, Lenin'in "kutsal özel mülkiyetin bekçisi ve kapitalist sistemin temel direği" olarak tanımladığı burjuva ordusunun oluşturulmasına ve sağlamlaştırılmasına neden oldu. Basit bir kabileler konfederasyonunun yönetiminde ve toprağın kolektif mülkiyeti temeline dayanan ilişkilerin yerini, zaman içinde yeni ilişkiler devraldı. Bu, iki temel nedene bağlı olarak gerçekleşti: Birincisi, ‘insanların’ daha doğrusu onların şeflerinin yönetimi, yerini (Engels'in “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” adlı eserinde belirttiği gibi), işbölümü ve sosyal sınıflara bölünme olgusuna bıraktı. İkincisi, klanın bazı elemanlarının diğerlerinden daha fazla gelişmesine neden olan mal değiştirme olanaklarının artması oldu. Bu klanlar, özel mülkiyeti kurumlaştırarak, ticari muamelelerden sağlanan kazanç yükseldikçe daha fazla pay talep ediyorlardı. Devletin bu ilk kuruluş girişimi, klan-topluluk ilişkilerini dağıtmayı, klan üyelerini ayrıcalıklı ve ayrıcalıklı olmayanlar olarak ayırmayı ve bu bölünme gereğince de bir klanı diğerine karşı kışkırtmayı gerektirmekteydi.

Sömürücüler; toplumun, toplumsal emek ürününden yararlanma hakkını engellemek için, özel mülkiyetin ürünü olan çürüme ve zorbalıkla ele geçirme yolunu hakim kıldılar. Üçkağıt, şantaj ve ‘haksız mal edinme’, uygarlığın başında kendini gösterdi ve bunlar bugünkü modern burjuva girişimcilerinin doğuşunu hazırladı. Engels; mülkiyetin özel ellerde toplanmasının, her ürünün metaya dönüşmesinin yolunu açtığına dikkat çeker.

Sanayinin, ticaretin ve zenginliğin hızlı gelişmesi, belli bir sınıfın, diğer sınıfların aleyhine olmak üzere bundan kâr elde etmesi, kâr elde eden sınıfın temsilcilerinden oluşan devleti zorunlu kıldı. Gördüğümüz gibi devlet; son tahlilde, egemen sınıfın emrinde olan silahlı güçler aracılığıyla zorla mülk edinme ve çürümüşlükte ortaya çıkıyor.

YOZLAŞMANIN SORUMLUSU EMPERYALİZMDİR

Ezelden beri var olan, zorbalık ve şantaj kullanarak kendisine ait olmayan hizmet ve malları ele geçirme pratiği, kârlara kâr katmak için emperyalizm tarafından devralındı. Lenin'in öğrettiği gibi, kapitalizmin en yüksek ve son aşaması olan emperyalizm, dejenerasyonun da zirvesini teşkil eder. Bu nedenle bu sınıf ve onun faşist, sosyal demokrat ve revizyonist ajanları bu pratiğin dışında ele alınamaz. J. Stalin'in ölümünden sonra bu çürümüş ve yozlaşmış unsurlar SSCB'de iktidarı ele geçererek Stalin'e, sosyalist devlet temeline ve proletarya diktatörlüğüne karşı her türden iftirayı attılar. Aynı şekilde, sosyal demokrat, burjuva devlet yönetiminde bazı mevkiler elde etmek amacıyla yozlaşan Şili'li revizyonistler örneğinde görüldüğü gibi, "halkın silahlı gücü ordu", "Şili'ye has sosyalizm", "barışçı yoldan sosyalizme geçiş" vb. tezler, işbirlikçiliğin zemini olarak kullanıldı.

Bugünkü burjuva devlet, tek kutuplu bir dünyada gereken yeniden konumlanmaya paralel olarak, ABD emperyalizmi tarafından dikte edilen neoliberal planları hayata geçirerek tüm kamusal görevlerden çekilmek zorunda olduğunu görüyor.

Sovyet sosyal emperyalizminin başını çektiği revizyonist kampın çözülmesiyle ABD, ticaret rekabetini yoğunlaştırdı. Bu durum emperyalizmin esas idarecileri olan uluslararası baş ortaklara, kısa zaman dilimi içerisinde zenginliklerin büyük bölümüne el koymayı, ve ‘toplumsal maske’ye dahi ihtiyaç duymamayı dayatıyor. Şu anda ABD emperyalizminin ‘demokrat parti yöneticileri’, demokrat parti taleplerini eziyorlar. Ve bu parti, öte taraftan son ‘esirgeyici devlet’ sözcüsü, büyük cumhuriyet programını oluşturuyor.

Daha önce de söylediğimiz gibi, kapitalist sistem; özel çıkar lehine, özel girişimin ürünü artı-değerin ve toplumsal emek ürününün özel ele verilmesidir. Bu olgu, gün geçtikçe daha da yoğunlaşıyor. Emperyalizmin ve dünyaya yayılmış ortaklarının, çokuluslu işyerlerinin sosyal demokrat, sosyalist ve revizyonist parti ve kliklerden oluşan ajanlarının açgözlülüğü; pazarları, doğal zenginlikleri ve emek değeri ele geçirmek için her türlü çürümüşlüğü kullanmaya zorunlu kılıyor. Bu çürümüşlük, özel sektörün elindeki sermayenin palazlanması için kullanılan pratiğin yansımasıdır.

ŞİLİ’DE RÜŞVET (YOZLAŞMA)

Şili'de hükümetin ve işletme şeflerinin inandırmaya çalıştıkları gibi rüşvet, kendi başına bir olgu değildir. Çeşitli nedenlerle az tanınmış CUTUFA (Askeri Fon Şirketi), Pinocheque (Pinochet'nin oğlu tarafındaan askeriye lehine yapılan dolandırıcılık), ya da ünlü DAVILA (Codelco para dolandırma olayı) ve ESVAL (Valparaiso Sağlık İşyeri) neoliberal, dalavereli rekabet, anarşik üretim ve tekelleşme sisteminin ürünleridir. (Diktatörlük döneminde, burjuvazi ve bu şefler arasındaki dalaşma, devleti yönetme perspektifi karşısında ikinci planda tutuluyordu). Şili'de rüşvet, Latin Amerika'da ve bütün kapitalist dünyada olduğu gibi toplumsal bir olgudur.

Bu konuda, içyüzünü küçüklerin büyükler tarafından yutulmasının oluşturduğu neoliberalizmin kendi çapulcu karakterini gizlemek için kullandığı unsurların analizini yapacağız.

Bunlar aynı zamanda; ‘üretkenlik’, ‘destekli gelişme’, ‘makro ekonominin büyümesi’ gibi yalanlarla çokuluslu şirketler tarafından da kullanılıyor.

Sahipleri sözde tüm Şilililer olan devlet şirketlerinin özel kişilere yeniden dağıtımının masrafları düşürerek ürün ve hizmet kalitesini artıracağı tamamen yanlıştır. Çünkü özel şirketlere devredilen şirketler küçük ve orta ölçekli şirketlerin dinamizmine sahip değildir; tam tersine, iktisap edilmeleriyle birlikte tekellerin pençesine düşerler —ENERSIS konsorsiyumu tarafından alınıp YURASECK grubu tarafından (Şili’deki en önemli yabancı grup) işletilen CHILESTRA (elektrik kurumu) şirketlerinin durumunu ele alalım—.

ENERSIS, ülkede en büyük yabancı grup olan YURASECK tarafından yönlendiriliyor. Denetleme komisyonu, antitekel kanunlarına aykırı bulduğu bu satışa karşı çıktı ve sonuçta soruşturma kapatıldı.
Bu konsorsiyum ESVAL ve EMOS (içme suyu şirketi)’un satın alınması sayesinde hiçbir rakibi bulunmayan bir tekeller toplamına dönüştü. Bu tarzda biriken ve yoğunlaşan sermaye, kesin bir egemenliğe sahip olduğu için gelişimin önüne set çeker, kalite ve fiyat normlarını kendi çıkarlarına uygun olarak dayatır.

İşte bu nedenle önemli pazarlar, fiyat ve kaliteyi kendi çıkarlarına göre dayatabilecek konumda ve tek kılavuzları uluslararası tekeller ve ABD emperyalizmiyle bağları olan bir grup işverenin eline bırakılırsa ve sözde hizmet kalitesini artırma adı altında ürün düşürülürse, özel sektör eliyle devlet varlıklarını rekabetçi acentalar arasında gerçek anlamda paylaştırmak olanaksız hale gelir.

Bu söylediklerimiz Luksic grubunun, VTR’nin yüzde 40’ının satışı yoluyla —316 milyon dolar değerinde bir yatırım— ABD’li South Western Bell şirketiyle birleşmesiyle doğrulanmakta. Bu birleşme, o dönemde ABD tekelinin ülke içi ve dışında yayılma planlarına yardımcı olacak geniş erimli bir ortaklık yaratmasına olanak sağlamıştır.

Benzer bir şekilde finans sektöründe, Credit Lyonnais’nin Arjantin kolu (şubesi)’nun gerçekleştirdiği alımla, sermayenin birleşmesi ve uluslararasılaşması sözkonusu oldu. —Credit Lyonnais, dış yatırımlarda özellikle Latin Amerika’da birlikte hareket etmek amacıyla, İspanya Merkez Bankası’yla bir ortaklık kurdu—. Bu grup için bu gelişme, bölgedeki en önemli finansal holding olma düşünü hayata geçirmek demekti.

Günümüzün bir başka genişleyen grubu, sigorta sektöründe odaklandı; Cruz Blanca konsorsiyumu aracılığıyla Kolombiya, Arjantin ve Peru’da yatırımlar yaparak Cruz Blanca International olarak yeniden yapılanan Cruzat grubu. Öte yandan aile grubu Angelini, neredeyse yatırımlarının tümünü yoğunlaştırdı; bunların en önemlileri SOCOROMA’nın yüzde 85.56’sı ve Andes Gelişme ve Yatırım’ın yüzde 50’sidir; Andes Gelişme ve Yatırım aynı zamanda Angelini’nin ana girişimi olan COPEC (petrol ve fuel A.Ş)’in yüzde 60.1’ini kontrol etmektedir. Elde edilen son rakamlar sadece COPEC’in kârının yüzde 43 artış kaydettiğini gösterirken, Celarauco şirketinin kârı ise, yüzde 130 arttı. Öte tarafta, Said ve Abumohor aile grupları, Andina birliğiyle Latin Amerika pazarını tümüyle ele geçirmek için büyük bir yarışa girdiler ve Mercosur tartışmalarında kendi görüşlerini dayatmaya çalıştılar. Said grubu Arjantin’de Mendozo Refrescos ve Rosario Refrescos şirketlerinin kontrolünü ele aldı. Parque Arauco (büyük toptan satış mağazaları) ise, Buenos Aires’te bir ticaret merkezi kurmaya başladı. Bolivya’da ise, Masu ve Sumar topluluğuyla (BHIF Bankası’nda da ortakları var) bir ortak banka açtı ve Amerikan-Bolivya Bankası’nı satın aldı. Sigorta sektöründe de Abumohor grubu, Peru ve Kolombiya sigorta pazarına girerek sermayesini uluslararasılaştırmada yarışıyor.

Söylediklerimize bağlı olarak bu gruplar, Şili’de ve bütün Latin Amerika’da tüm ulusal zenginlikleri talan etmeye hazırlanıyor. Ve bunu da, ya ‘demokratik yollarla’ ya da 1973’te Şili’de olduğu gibi ateş ve kanla, neoliberal ve yeni kapitalist politikalar sayesinde gerçekleştiriyorlar. Ezilen sınıfı talan etme politikası ise, başarılı ve modern bir model olarak tanıtılıyor. Bu politika, tüm bankaların özelleştirilmesi, konut, sağlık ve eğitimin tümüyle özelleştirilmesi demektir. Ve buna, küçük ve orta büyüklükte işletmelerin dağılması demek olan gümrük duvarlarını da eklemek gerekir. Bu gerçek modern göçmen tüccarlar, çeşitli ülkelere yerleşerek, bu ülkelerin işçi ve emekçi kuşaklarının emeği olan ulusal zenginliklere el koyuyor ve çadırlarını rüşvet ve dehşetle dolduruyorlar.

Ülke zenginlikleri, ‘Şili’nin kalkınması’ ve ‘üretkenlik’ gibi şarlatanlık ve bayağı yalanlarla, birkaç tekelin elinde biriktiriliyor. Mesela, ticaret ve üretim sektörünün kilit işletmelerini ve muazzam bir zenginliği elinde bulunduran üç şirket var:

Tablodan çıkan birinci sonuç, tekelleşmeye karşı kontrolün etkisizliği ve daha da önemlisi ulusal ve uluslararası alanda pazarın denetiminin çokuluslu şirketlerde, özellikle de Amerikan holdinglerine ortaklık (joint-ventures) sistemiyle bağlı birkaç grubun elinde bulunmasıdır.

Bu durum, zenginliğin özel ellerde yoğunlaşmasına ve yatırımların kontrolünün de bunların elinde toplanmasına yol açıyor. Bu zenginler nerede ve ne için yatırım yapılacağını, geliştirilmesi gereken ürünlerin hangileri olduğunu, gümrük politikasını, devletin kontrolünü, ucuz işgücü politikasını, ülkenin çalışma hayatıyla ilgili politikasını belirleyen reformları, ücret politikasını vb. kendi kâr hırsları ve çıkarları doğrultusunda belirliyor. Ayrıca bu zenginler, pazarın dışa açılması ve talanı için Amerikan çokuluslu tekelleri tarafından koçbaşı olarak kullanılıyorlar. Bu gerçeğin üstü, kitleleri (seçim yoluyla devleti kontrol edebiliyormuş gibi) uyutmayı amaçlayan ve komediden başka bir şey olmayan göstermelik seçimlerle ve burjuva demokrasisiyle örtülüyor. Halbuki devleti gerçekten denetimleri altında tutanlar, bu ekonomik gruplardır. Bu gruplar bir taraftan çevreyi, doğal zenginlikleri, hayvan ve bitkileri yağmalayıp insanların yaşam seviyesini hiçe saydıkları gibi, işçi sınıfını aşağılamayı sürdürerek, ezilen sınıfları borç yüküyle boğmayı, mücadelelerle elde edilmiş hakları geri almayı ve her şeyi uluslararası düzeyde gericiliğin ve karanlığın emrine sokmayı, askeri kastlarla işbirliği içerisinde kendi kontrollerine almayı hedefliyorlar.

“Komünist Partisi Manifestosu”nda, kapitalizm koşullarında sadece, üretim araçlarını sürekli geliştirmek şartıyla burjuva toplumunun yaşayabileceğini, aksi takdirde ise, gericileşip yok olacağını okuyoruz. Kapitalizm çoktandır kendi karşıtına dönüştü ve artık toplum lehine üretim araçlarını geliştirmek bir yana, tam tersine; gerileyen, gerici bir pozisyona geçti. Kapitalizm kendisinin aşılmasına karşı direndiği için, üretim araçlarını ve hizmet kalitesini geliştiremez. Bugün güneş enerjisini mekanik, elektrik, atomik vb. enerjilere çeviren usta buluşların sadece savaşçı amaçlar için kullanıldığını ve kitlelerin çıkarına olabilecek buluşların, burjuvazinin çıkarları sarsılmasın diye satın alınıp, gizli tutulduklarını ve sümenaltı edildiklerini görüyoruz.

Tahlil edilmesi gereken bir başka örnek ise, bu ticari grupların denetiminde bulunan ve petrol ve benzin gibi enerji kaynaklarına bağımlı olan taşımacılık sektörüdür. Bu grupların iflas ettirdikleri devlet elektrikli taşıma sistemine karşı ve kendi şirketlerinin kârı için yürüttükleri kavgada sendika yöneticilerini rüşvet yoluyla nasıl satın aldıklarını görüyoruz.

Ve buna da yolcu sayısındaki düşüşü, haksız rekabeti ve şoförlerin işten atılmalarını gerekçe gösteriyorlar. Bu sav tamamiyle yalandır. Çünkü işten atmalar kapitalizmin ve bir avuç milyarderin daha fazla kâr hırsının ürünüdür. Halbuki planlama, havayı kirletmeyen araçların kullanılması ve gerçek işçi denetimi; işsizliğin ortadan kaldırılmasına, yaşam seviyesinin yükseltilmesine ve zenginliklerin rasyonel kullanılmasına olanak sağlayacaktır.

RÜŞVETİ YÖNLENDİRENLER ÖZEL ŞİRKETLERDİR

Özel şirketlerin egemenliği altındaki devlet, ezilen sınıfların mücadelesini bastırmak ve kendi çıkarları doğrultusunda tekelleştirdiği kamu giderlerinden sıyrılmak için planlar yapıyor. FLASCO (Latin Amerika Ticaret Vakfı)’nun açıklamalarına göre, bugün özelleştirilmiş olan işletmelerin verimlilik derecesi 1.500 milyon doları aşıyordu. Özelleştirilen bu işletmelerin ancak 170 milyon dolar vergi verdiğini biliyoruz. Burada merkezi plana bağlı proletarya devletinin hizmetinde olan bir işletmeden değil, burjuva devlete bağlı şirketten bahsediyoruz. Bu veriler, özel şirketlerin daha rantabl (verimli) olduğu şeklindeki tezi yalanlıyor. Bazı durumlarda daha verimli olabilir ama, halk ve devlet lehine değil tabii. Verimliliğin halkın lehine olabilmesi için, bu şirketlerin devlete ödediği vergilerin yoksulların yaşam koşularının düzeltilmesi için yatırımlara yönlendirilmesi gerekir.

Mevcut koşullarda ise, bir avuç sömürücü büyük bir verimlilik elde ediyorlar ve devlet bürokrasisinin giderleri, toplumsal patlamaları kana boğmak amacıyla polis ve askeri gücün beslenmesi için gelirlerinin çok az bir kısmını vergi olarak ödüyorlar.

Özel sermaye ‘dünyanın sonu’ ideolojisiyle, giderek kendi ulusal zenginliklerine ve ürünlerine başvurma perspektifini yitiriyor. Kısa bir süre sonra devletin elinde sadece bir yığın kamu kurum ve büroları kalacak. Örneğin eğitim, Eğitim Bakanlığı’nın kontrolünden çıkarılıp, belediyelerin kontrolüne verilecek. Şimdiden her belediyede bu görev doğrultusunda bölümler oluşturuldu. Bu ise, bütün belediye bürolarında sadece akıl almaz bürokrasiye yol açmakla kalmayacak, aynı zamanda bütün kademelerdeki devlet memurlarını da içine alan rüşvet ağını yaygınlaştıracaktır. Bu, merkeziyetçiliğin ve devlet kontrolünün daha da azalması anlamına gelmektedir.

ŞİLİ BURJUVA DEVLETİ ÜLKENİN SATIŞINI
NASIL GERÇEKLEŞTİRİYOR?

Özel şirketlere ve dolayısıyla da çokuluslu tekellere devrederek. Mercosur çerçevesinde Brezilya, Paraguay, Uruguay, Arjantin ve Şili arasında yapılan yeni anlaşmayı ele alalım. Bu anlaşma Şili’ye, gümrük tarifelerini yüzde 20-35 oranında düşürmesini dayattı. Ekonomik ve mali görevliler, patronların çıkarlarının bekçileri gibi davranarak anlaşmayı imzaladılar. Çünkü bu anlaşma, yukarıdaki tabloda da adı geçen ve Arjantin, Peru, Bolivya ve Kolombiya’daki elektrik, gaz, içme suyu vb. gibi enerji kaynaklarında da büyük çıkarları olan bazı tekellerin kârlarını fevkalade artıracaktır. Lenin’in dediği gibi “sermaye, ulusal sınırları aşarak diğer ülkelere aktarılmakta ve uluslararası tekeller oluşturmaktadır.” Bu durumda, ürünlerini daha düşük vergilerle ülkeye sokan büyük tekeller, bunları dışarıda ürettikleri için çok daha kârlı çıkacaktır. Borçlanacak olanlar ve rekabet edecek gücü olmayanlar küçük ve orta üreticilerdir. Bugün küçük üreticiler zaten borca boğulmuş durumda. Düşük gümrük tarifeleri bunların rekabet edebilme olanağını ortadan kaldırdı.

Burjuva devleti, her türlü hile ve rüşvete başvurarak, özel ellerde bulunmayan, rekabeti frenleyen ve belli sosyal yükü olan işletmelerden kurtulmaya çalışıyor.

Başka bir deyişle, bu politikanın gelecekle ilgili herhangi bir planlaması yoktur ve çıkmazdadır. Şili halkının zenginliklerini, denizaltı ve yeraltı kaynaklarını tümüyle yok etmek için daha ne kadar zaman gerekecek? Bir kuşaktan fazla değil. Şu örnek, gerçeği yeterince ortaya koyuyor: Ülkemizin güneyinde her gün yedi futbol sahası büyüklüğünde ormanlık alan yok edilmektedir. Orman katliamı büyük doğal felaketlere yol açıyor. Özet olarak neoliberalizm, kapitalizmin vahşi ve modern yönelimidir. Sonuç olarak, emperyalizm bütün ülkelere ve bayağılıkta yeterince gönüllü ‘üçüncü dünya’nın ekonomik gruplarına kendi yasasını dikte ediyor. Bu bahsettiğimiz ulusal gruplar, her şeyi ele geçirmek için kıran kırana bir yarışa girdi. Bu yarışta da, emperyalizmin temsilcileri, bütün ezilenlere ve işçi sınıfına öncülük eden, bu durumun açık bir şekilde analizini yapan partinin önderlik ettiği devrim tarafından ezilecekler.

Ulusal değerleri özel ellere, sonuç olarak emperyalizme transfer etme örneğini CORFU (Gelişme Locası)’da görüyoruz. Ulusal gelişmede anahtar rol oynayan bir dizi şirketin kontrolü ve yönetimiyle görevli devlet elindeki bu kuruluş ya kısa bir sürede özelleştirilecek ya da Frei ile yapılan anlaşmada olduğu gibi, görevi en asgariye indirilecek. COLBUN (maden işletmeleri), ve sağlık işletmelerinin satışları yapılıyor, çünkü, bu şirketler olağanüstü kâr elde ediyorlar (1995’te bu işyerlerinin yüzde 98’i 80 milyar peso’ya ulaştı). Devlet işletmelerinin transferi, CODELCO (deri işletmesi)’da olduğu gibi (Holdingler ve çokuluslu şirketlere katılımla elde ettiği mal varlığı, 2500 milyon doları geçiyor). Ve bu, dolaylı yapılıyor. Çokuluslu şirketlere katılımla birlikte ücretli kitlenin ve devletin sırtında, özel sektör lehine kârlar yükseliyor ve kararları kontrol etme olanağı tanınıyor.

a) Bir şirketi yönetmek ve çalışması hakkında karar sahibi olmak için, şirketi tümüyle satın almak gerekmiyor. Çünkü, bir şirketin fiyatı ile iki şirket, yüzdesine ortak olmak kaydıyla, kontrol edilebilir.
b) Zararlar ise, devlet ve küçük şahsi yatırımcılar tarafından eşit bir şekilde karşılanıyor.

c) Holdingin alımı sırasında, öngörülenin tam tersine; kârlar, devlet ve hazinenin ortaklığıyla aynı oranda yatırıma yönelmiyor.

Bu anlamda örneğin Frei, son konuşmasında stratejik bir ortaklığın COLBUN’la birleşmesi sürecinin başladığını duyurmuştu; belli ki, bu sektördeki rekabeti daha da şiddetlendirme kaygısı güdüyordu. Bu şirketin hemen 440 milyon dolarlık, yıllık ise 100 milyon dolarlık yatırım yapmaya girişmesi gerekiyor. Bu konuda devlet kontrolünün nasıl sağlanacağı belli değil.

Çünkü CORFU’ya göre, devletin, şirkette önemli oranda pay sahibi olmasına karşın, pazar değerine göre, bir ortağın, şirketin yüzde 50’sinden daha az bir hisseye sahip olması durumunda kontrolü açık bir şekilde yapamayacağı ilkesine göre denetimi sağlaması mümkün değil. Esas sorun ise, devletin ve CORFU’nun, önemli oran deyince neyi kastettiğidir. Yüzde 49 oranlık pay önemli sayılabilir ama, kontrolü ortak şirkete düşebilir. Yani, devlet kontrolü üzerine yapılan söylevler yalandan başka bir şey değil. Bunu yapabilmek için, düzenleyici bir çerçeve ve bu sektörde, tam yetkiyi hayata geçirmek gerekir. Vergi ödemeye gelince, özel şirketler, gizli pazarlıklarla, maliye memurlarının sessizliği ve ortaklığıyla, stratejik yatırımlar şebekesini kurdu. Ücretleri daha yüksek olsa da, yeterlilik belgeleriyle, yurtdışında yüksek kurslarla, özel seminerlerle profesyoneller satın alınıyor.

Bilirkişi muhasebe kabinesinde üç yıl çalışmış bir profesyonel, kamuda kazandığının iki katıyla, özel bir şirkete girebiliyor. Sonuç olarak, önemli bir kalifiye kesim, özel sektöre geçiyor.

Büyük gürültü koparan vergi toplama örneğini ele alalım. Bu olayda Amerikan sermayesi ve Dünya Bankası öyle birleşmişti ki, kukla hükümet, ulusal kuruluşların sorumluluğunun sınırlanmasında işbirliğine gitti.

Çünkü Dünya Bankası, kredi sorumlusu aracılığıyla vergi toplamayı diğer şirketlere bırakmadı. Şili hükümeti bu olaya hiç karışmadı. Çünkü, Dünya Bankası Şili’ye son beş yılda, 741.3 milyon dolara ulaşan 12 kredi vermiş durumda. Bu anlaşılır nedenden dolayı, bu kuruluşa yapılan itirazların hepsi, dostane tartışmalarla sonuçlanmış ve Dünya Bankası’nın, tarihinde hakemlik yaptığına rastlanmamıştır. Ve sonuçta, sorumlulukları sınırlama işlemleri, Dünya Bankası’nın emrinde kalmıştır. Vergiden kaçırılan miktarın 14 milyon dolar olarak hesaplandığını hatırlamakta yarar var.

Sonuç: Rüşvet olgusu, özel mülkiyete dayalı, bütün kapitalist sistemi ve burjuva devlet sistemini kapsayan toplumsal bir sorundur. Toplumsal üretimin kamulaştırılması özel kesimin kontrolünden kurtulamaz. Para ve çürüme ile, kapitalizm yeni bir toplumsal iktidar kurmuş, Marx ve Engels’in belirttikleri gibi, “Burjuvazi, bugüne kadar saygıdeğer, kutsal işleri, doktorluk, hukuk, papazlık, şairlik ve bilimadamlığını ücretleştirdi. Burjuvazi, aile ilişkilerini çevreleyen duygusallığı tahrip ederek, bu ilişkileri basit para ilişkisine indirgedi.” (Komünist Partisi Manifestosu). Bugün, rüşvet, bütün kapitalist sistemi hayalet gibi sarmış durumda. Burada, sadece seyretmekle yetinmek sözkonusu değildir. Bu, Atina’da, ilk demokrasinin ortaya çıkmasından ve varlıklarını daha da zenginleştirmek ve mülksüzlere karşı savaş açmak için kurulan polis devletinden bu yana böyledir.

Bugün, ülkemizde, bu toplumsal olgu; hükümette, belediyelerde, özel ortaklıklarda ve devlet içinde gün gibi ortada ve fuhuş, kaçakçılık için parayı temize çıkarmada kullanılıyor. Biz komünistler, bu olguyu sadece teşhir etmekle kalamayız, bütün kitle cephe ve örgütleriyle, bilinçli Şilililerle, halkçı ve gerçek devrimci alternatiflerle, proletarya ahlakıyla, memurları sınıf ve ulusal gelişmenin hizmetine giren bir devlet kurana kadar; sonuna kadar mücadele edeceğiz.

ŞİLİ KOMÜNİST PARTİSİ (PROLETER EYLEM)

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.