Header Ads

Header ADS

SOSYALİZMİN DENEYİMLERİ, BÜROKRATİZM VE “KÜLT” ÜZERİNE

 Hasan Ozan,

24 ARALIK 2012

Uluslararası Komünist Hareket’in, sosyalist inşanın ve kapitalizmin  

restorasyonu deneyimlerinin eleştirel incelenmesi, ilkeli bir özeleştiri  

hareketinin örgütlenmesi; teorinin, teorik ve pratik çalışmaların  

zenginleştirilerek geliştirilmesi dünya komünistlerinin önündeki yaşamsal  

görevlerdendir. Bu sorunların zamanında ele alınmaması, çözülememesi öncü  

değil, artçı bir önderlik anlayışı ve çalışma tarzını ifade ettiği  

vurgulanmalıdır. Bu durum, öncesi bir yana, Kruşçevci modern revizyonist  

karşı devrimin 1956 yılında politik iktidarı ele geçirmesinden bu yana  

geçen tarihsel kesitte, bir dizi gelişme aşamasından geçen Uluslararası  

Komünist Hareket’in, yapısal ve tarihsel zafiyetleriyle bağlıdır.

Söz  konusu tarihsel çizgi ve geleneğe bağlanan Türkiyeli komünistler de aynı  

zafiyetlerle şekillenmiştir. Dar pratikçi, idareimaslahatçı önderlik  

anlayışına ve çalışma tarzına bağlanmış Türkiye komünist hareketinin  

teoriye hakimiyet zayıflığı, tarihsel deneyime eleştirel hakimiyet  

zayıflığı, teoriyi, teorik çalışmayı ihmal zafiyeti; hareket halindeki  

somut tarihsel gerçekliğin analiz ve sentezindeki ağır zafiyetler;  

önderlik, önderleşme iddia ve misyonunun arkasında duramama söz konusu  

tarzın bazı görünümleridir. Kuşkusuz ki Türkiye komünist hareketinin söz  

konusu zaaflarının, daha geniş anlamda önderlik ve çalışma tarzındaki  

zaaflarının nedenini sadece Uluslararası Komünist Hareket’e yıkmak,  

objektif bir değerlendirme olmayacaktır. Dahası, sorumluluk, öncelikle  

komünist hareketin omuzlarındadır. Açık ki bu bakımdan da komünist  

hareketin kendi zaaflarının sorumluluğunu cesurca ve özeleştirel üstlenmesi  

gerekir…

Türkiye komünist hareketinin önderlik anlayışı ve çalışma tarzı bakımından  

kendi zaaflarına saldırarak aşma girişimleri daima yarım kalan, kendi  

doğrultusunda istikrarlı gelişemeyen atılımlar olarak kalmıştır. Öncesi bir  

yana, Birlik Devrimi atılımı kendi özgün temel ve iddiası doğrultusunda  

bütüncül bir gelişme hattında ilerleyemedi; dahası, giderek kendisine  

yabancılaşma sürecine girdi. Lenin’in, “…geleneklerde eskinin izlerinin  

devrimden sonra belli bir süre yeninin embriyoları karşısında ağır  

basacağını da biliyoruz. Yeni henüz ortaya çıkmışsa, belli bir süre eski  

hep daha güçlü kalır, bu hep böyledir, gerek doğada gerekse de toplumsal  

yaşamda.” vurgusu Birlik Devrimi gerçekliği için de geçerli ve yol  

gösterici bir saptamadır. Yeni, özellikle de kendi özgün temellerine  

oturarak istikrarlı bir gelişme çizgisinde kendisini üretecek bir gelişme  

aşamasına gelinceye dek, doğal ve kaçınılmaz olarak, “eskinin izleri”ne  

karşı çetin bir mücadele sürecinden geçecektir. İşte bu süreçte, eskiyle  

yeni arasında sayısız biçimlere bürünen bir çetin mücadele, gelişmenin  

itici gücüdür. Çünkü “Gelişme karşıtların mücadelesidir.” Yeninin zaferi,  

tek bir atılımdan oluşmaz, aksine, bu mücadelede yeni, kendini, yeniden ve  

yeniden daha üst düzeyde üreterek eski karşısındaki zaferini güvenceye  

almak zorundadır. Tüm bu süreçte, Lenin’in dediği gibi, “Yenin  

embriyonlarını özenle incelemeli, onlara en büyük itinayı göstermeli,  

gelişimini tüm olanaklarla teşvik etmeli ve bu zayıf embriyonları  

‘beslemeliyiz’.” İşte bu özen, teşvik, “besleme”nin zayıf düştüğü  

koşullarda eskinin yeni üzerinde hegemonya kurması da kaçınılmazdır. Evet,  

tarih tekerrür etmez. Tarihin tekerrürden ibaret olduğu iddiası hem  

diyalektiğe, hem de materyalizme aykırıdır. Ama tarih, yeni koşullarda,  

yeni bir biçimde yolunu düzleyerek akışına devam eder. Önemli olan sürecin  

dersleridir, bu derslerin pratik-politik bir donanım derinliğine dönüşerek  

savaşçı nitelik ve yeteneği geliştirmesi ve önderleşmenin sınıfa ait  

tarihsel misyon çerçevesinde pratikleşmesidir.

Burada vurgulanması gereken şey, şudur: Birlik Devrimi ile yaratılmış olan  

tarihsel sıçrama ve bu sıçramayla yaratılmış olan tarihsel fırsat, güç ve  

birikim, iç ve uluslararası alanda komünist hareketin tarihsel  

zafiyetlerinden köklü ve bütüncül kopuşalamadığı için yeterince  

değerlendirilemedi. Gerçekleşen atılım öncüyü aştı. Yeni dönemin yeni  

koşulları ve imkanları, stratejik bir bakış açısıyla değerlendirilemedi.  

Yeni dönemin teorik, politik, örgütsel-pratik görevlerine yanıt  

verilemeyerek geriye düşüldü. Yarı-kendiliğindenci, idareimaslahatçı tarz  

baskın hale geldi. Eski zihniyet, eski gelenekler, eski zaaflar, yedi canlı  

olduğunu kanıtladı. Birlik Devrimi ile gerçekleştirilen niteliksel atılıma  

karşın, eski, kendisini, yeni dönemin koşulları içerisinde, yeni bir  

biçimde üreterek hegemonyasını kurmayı başardı. Böylece, yeni tarihsel  

dönemde, ilk atılımının ardından, eski, yeninin kendini daha yüksek bir  

nitelik içinde, çözüm gücü ve savaş yeteneği olarak üreten atılımlarla  

ilerlemesine ket vurdu. Bu, aynı zamanda Birlik Devrimi’nin birlik,  

partileşme, politik atılımda ifadesini bulan özgün temelleri üzerinde  

kendini üreterek geliştiremediğinin, hızla tutuculaşarak yeni tip  

muhafazakarlığın tutsağı haline geldiğinin de tipik bir ifadesi oldu. Yeni  

tip muhafazakarlığın temel karakteristik özelliği, yenilikçi söylemin içine  

tutunarak gelişmeyi önlemesinde; sınıf hareketine bağlanan, teorik ve  

pratik çalışmanın bütünselliğine oturan, stratejinin yönettiği bir savaşım  

hattının gelişmesini önlemesinde, giderek temel çizgiden sapmasında  

ifadesini buldu. 40 yıllık bir devrimci tarihin, 30 yılı aşkın bir komünist  

devrimcilik tarihinin, 20 yıla yaklaşan bir birlik devrimi tarihinin  

ardından geldiğimiz yer, bulunduğumuz nokta, artık kızıla bürünmüş parlak  

laflar ve iddialarla, kimseyi tatmin etmeyecek “analiz”lerle, ajitatif  

söylemlerle yok sayılamaz ya da görmezden gelinemez. Artık komünistler,  

daha soğukkanlı bir zihniyet ve duruşla gerçeğin gözünün içine bakabilmeli,  

geçmişten geleceğe gerekli dersleri çıkarabilmeli, Bolşevizm’e özgü tarzda  

eleştiri ve özeleştiri silahını kuşanabilmelidirler. Tek çıkış yolu budur.

Bu girişle birlikte konuya geçebiliriz.

20. yüzyılın sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin aşılması gereken temel  

zaaflarının başında önderlik kültü gelmektedir. Sorunun bu yanı da,  

“SSCB’de Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları, Tarihi Dersler”  

kitabımızda kapsamlı bir tarzda incelenmiştir. Dolayısıyla burada sorun,  

sınırlanmış bir tarzda ele alınacaktır. Aslında bu kült, Türkiye devrimci  

hareketinin temel zafiyetlerinden birisini oluşturmaktadır. Sorun, genel  

bir sorundur. Türkiye devrimci hareketinin, önderlik kültü de içinde olmak  

üzere, önderlik anlayışı ve çalışma tarzının deneyimlerinin, bir bütünlük  

içerisinde ayrıca incelenmesi ve ideolojik mücadelenin konusu yapılması  

gerekmektedir…

  Önderlik kültü, önderliğin idealize edilmesi, tabulaştırılması,  

putlaştırılması, tapınılması teorisi ve pratiği üzerinde yükselmektedir.  

Kişi kültü, önder kültü, önderlik kültü, genel sekreterlik kültü,  

yöneticiler kültü, parti kültü, devlet kültü söz konusu kültün değişik  

formlarını oluşturur. Teorisi yapılsın veya yapılmasın, önderlik kültü bir  

sisteme dayanır. Bürokratik elit bir kadro partinin üstünde, ayrıcalıklı,  

dokunulmaz bir yerde durur. Uluslararası Komünist Hareket’in ve sosyalizmin  

tarihsel deneyimlerinin de kanıtladığı gibi, bu kült Marksizm-Leninizm’e,  

Bolşevik önderlik teorisi ve pratiğine; çalışma tarzı ve kadro politikasına  

kesinkes aykırı ve tümüyle küçük burjuva bürokratik karakterdedir. Küçük  

burjuva oportünizminin bir tezahürüdür. Tasfiyeciliğin, bürokratik  

çürümenin anlatımıdır. Dolayısıyla önderlik kültüne, onun değişik  

biçimlerde ortaya çıkan versiyonlarına karşı mücadele, oportünizme,  

tasfiyeciliğe, bürokratizme, kariyerizme ve görüngülerine karşı mücadele  

demektir.

Önderlik kültü zihniyeti ve çalışma tarzı, kadro politikası, gelişimi  

önlenemediğinde, doğal ve kaçınılmaz olarak, zamanla partileri yozlaştırır,  

eğer parti iktidardaysa, partinin, proletarya diktatörlüğünün, sosyalizmin  

yıkımını, yenilgisini ve tasfiyesini getirir ve getirmiştir. Öncülleri ne  

olursa olsun, hangi saiklerle uç verip gelişirse gelişsin, bu kült  

geliştiği oranda, kendi doğasına uygun bir önderlik anlayışı ve pratiğini;  

yönetme ve yönetilme ilişkisini ve kadro politikasını geliştirerek  

kendisini üretir. Bu kült bir komünist partisinde iktidarlaştığında,  

politik iktidara damgasını basarak hegemonyasını kurduğunda, doğal olarak,  

önderlerle parti, devletle sınıf ve kitleler, yöneten yönetilen  

ilişkilerinde kendisini yeniden ve yeniden ama daha üst düzeyde üreterek  

inşa eder ve yetkinleştirir. Tabii ki burada önemli olan şey, tarihten  

çıkarılacak eleştirel derslere dayanarak teorik ve ideolojik bakımdan  

yenilenerek, ideolojik, siyasal, örgütsel bakımlardan silahlanıp, “tarihin  

tekerrürünü” önlemektir. Bu ise ancak sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin  

ve kapitalizmin yeni tarzda restorasyonunun deneyimlerinin eleştirel  

değerlendirilmesi bağlamında çıkarılacak derslerle, bu derslerin  

pratik-politik donanıma dönüştürülmesiyle başarılabilir. Bu görev henüz, iç  

ve uluslararası planda, derinlikli ve bütünlüklü bir şekilde yerine  

getirilmemiştir. Sorun, oldukça gecikilmiş de olsa, hala çözüm bekliyor.  

Doğru olan şey, bu adımı ikircimsiz atmaktır. Hatırlatmak bile gereksiz,  

idareimaslahatçılıkla yürümek daima kaybettirmiştir ve daima da  

kaybettirecektir. Geçmeden, sorunu incelerken, Marks’ın, “Dış görünüş ile  

şeylerin özü eğer doğrudan doğruya çakışsaydı, her türlü bilim gereksiz  

olurdu.” sözlerini rehber almanın gereğine özellikle dikkat çekmek isteriz.

Önderlik kültü gelişerek yerleşiklik kazandığında partide, devlette,  

ekonomide, toplumsal psikolojide, yöneten ve yönetilenler ilişkisinde vb.  

ortaya çok yıkıcı sonuçlar çıkar. Yanılmazlık ve kendine tapınma, kendini  

tabulaştırma, tabulaştırmayı meşrulaştırma söz konusu kültün merkezinde  

durur. Bu durumda önderlik kültünü temsil eden elit, eleştiri ve  

özeleştirinin dışındadır. Hem resmi hem de fiili ayrıcalıklarla donanır.  

Parti ve kadroların, sınıfın ve kitlelerin denetimine tabii değildir. Hesap  

vermez, hesap sorulamaz bir yüksekliğe yerleşir. Önderlik kültü üstünde  

yükselen liderlik ve çalışma tarzı bürokratik merkeziyetçiliğe dayanır.  

Benmerkezcilik, aşırı kibir, kadroların, örgütlerin, yerel örgütlerin,  

kitlelerin küçümsenmesi, eleştirilerin bastırılması, zaafların yanılmaz  

elit dışına yıkılması, hesap vermezlik, bağımsız komünist kişiliğin  

tasfiyesi, kadro politikasında çifte standart bu önderlik anlayışı ve  

çalışma tarzını bütünler. Bu sistemde “önder”ler kendi yandaşlarına  

dayanarak yapıyı yönetirler. Bu sistemde, kolektivizm, kolektif önderlik,  

kolektif parti işlerliği, parti içi demokrasi, herkesi bağlaması gereken  

parti yasalarına bağlılık biçimseldir. Tüm bunlar kültü bağlamaz, kült tüm  

bu değerleri kağıt üzerinde bırakır ve duruma göre de kağıt üstünde kalan  

şeyi kendi lehine fütursuzca kullanır. Kişi, yönetici, önder kültü bağımsız  

inisiyatifi, özerkliği boğar. Görevin gerekleri kişinin uyumu, yeteneğe  

göre iş ilkesi yerini, külte tabii olan, boyun eğen, külte göre biçimlenen,  

biçimlendirilen kadro ve örgüt tipine bırakır. Kadrolardan, örgütlerden,  

kitlelerden istenen tek şey yanılmaz “etkin birey”lerin, “yetkin”  

liderliğin, “stratejik önderlik”in, yöneticilerin kararlarına,  

direktiflerine eleştirisiz ve mekanik bağımlılıktır. Partiden, alt örgüt ve  

kadrolardan, tabandan ve kitlelerden istenen tek şey,  bağımlılık temelli  

ilişkilenmedir; bilimsel devrimci bağlılık değil, bağımlılıktır.  

Eleştiriden ve hesap sormadan uzak aktivite ve bağımlılıktır. Bu kültte ve  

çalışma tarzında bağımsız irade, eleştiri ve mücadele gücüne sahip kadrolar  

bir tehlike kaynağı olarak görülür; tehlike kaynağı ve rakip görülen  

kadrolar etkisizleştirilir. Gözdağı verme, yıpratma, burun sürtme, irade  

kırma, şaibe yayma, gözden düşürme, etkisiz eleman konumlarına sürme, küçük  

burjuva psikolojik savaş yöntemleriyle teslim almaya çalışma, olmadı mı  

tamamen tasfiye etme bir politika düzeyine yükselir. Hedef haline getirilen  

kadrolar provoke edilir. Boğucu atmosferin dayanılmaz cenderesine sokulan  

ve hileli yöntemlerle bırakıp gitmesi için özellikle zorlanan kadrolardan  

bu baskı ve imhaya boyun eğmeyenler ya da bu baskılara dayanamadıkları için  

tepkiyle çekip giden kadrolar örnek gösterilir: Bakın işte, gördünüz değil  

mi! İşte önderlik kültüne, pardon, “parti önderliğine”, “parti”ye, “parti  

tarzına” karşı çıkmanın sonu…

Eleştiri ve özeleştiri, tek yanlı bir biçimde önderlik kültünün, bu kültün  

yansıma biçimlerinden olan “etkin birey”lerin, “etkin yönetici”lerin aktif  

ya da pasif onaylanmasına ve onayın pekiştirilmesi derekesine düşürülür.  

Özü, eleştiri ve tartışma özgürlüğü olan iç demokrasi tasfiye edilir ve “iç  

demokrasi”, “yetkin” önderliğin, önderlik kültünün onaylanmasının ve  

meşrulaştırılmasının araçlarından birisi haline getirilir. Seçim ilkesi  

biçimselleşir, atama yöntemi kural haline gelir. Demokratik danışma  

mekanizması vb. işlevsizleştirilir. Kongre, konferans vb. gibi yaşamsal  

araçlar giderek işlevini yitirir, düzenli toplanmamaya, düzenli işlevli  

araçlar olmaktan çıkarak giderek zaman aralığı uzayacak, zamana yayılacak  

tarzda toplanmaya başlar. Böylece ve bir de bu yoldan bu araçlar da  

etkisizleştirilir. Etkin kolektif parti, devlet, ekonomi organları yerini  

“etkin birey”lere, dar yürütme kurullarına bırakır.  Disiplin, önderlik  

sopasına, önderlik kültünün onaylanmasının aracına dönüşür. Tüzük, yasa,  

disiplin “önder”, “önderler”, yandaşlar için değil kadrolar ve örgütler,  

sıradan kitleler için geçerli ve bağlayıcıdır. “Doğru”lar, önderlik kültünü  

onaylatmanın aracına döner. Biçimcilik, canlı içeriğinden koparılmış,  

kopmuş doğruların biçimsel tekrarı karakteristiktir. Kağıt üzerinde başka  

şeyler, hayatın içinde bambaşka şeyler yapılır. Bu bir kişilik  

parçalanmasıdır, “çok dinli” insan tipinin her alan ve düzeyde ortaya  

çıkışı ve yükselişidir. Devrimci otorite bürokratik otoriteye, demokratik  

merkeziyetçilik bürokratik merkeziyetçiliğe dönüşür. Kolektif önderlik  

bireysel önderliğe, “etkin birey”lerin, kafa dengi insanların  

inisiyatifine, kolektivizm “etkin birey”lerin vasat bir uzantısına dönüşür.  

Parti ve organlar, yukarıdan aşağı sözde etkin bireylere dayanan ve işleyen  

bir aygıta dönüşür. Denetim bürokratik denetime dönüşerek söz konusu kültün  

yerleştirilmesinin, önünün açılmasının, tasfiyeci zihniyet ve duruşun aracı  

haline getirilir ve gelir.

Önderlik kültünde, önderler partiye değil parti önderlere tabiidir.  

Önderlik kültü, teslimiyet ister. Bağımsız devrimci eleştiriden ve  

dirençten ölesiye korkar. Her şeyi bürokratik kontrol altında tutmaya  

çalışır. İktidarını içselleştirecek, sürekliliğini güvence altına alacak  

bir hareket tarzı izler. Süreçleri, dönemeçleri, an’ı, başarı ve  

başarısızlıkları buna göre değerlendirir. “Eleştiri”r, suçlar, şaibe  

yaratır. Sorumluluklarını örter. Günah keçileri yaratır. Hesap vermez, ama  

fütursuzca hesap sormaya kalkar. Özeleştiri vermez, burnundan kıl aldırmaz  

ama “özeleştiri”, bir diğer ifadeyle, biat ister ve dayatır. Tabii ki  

“özeleştiri” külte uygun olmalıdır. Kültü kutsayarak yüceltmelidir. Bu  

kültte ölçütler, nesnel ve denetlenebilir değildir. Komünist partileri  

komünist yapan, ayrımsız herkesi bağlayan ortak ölçütlere ve değerlere  

dayanmaz. Kültün ölçütleri çifte standarda dayanır; kanıtlara, tanıklara,  

belgelere, gerçeklere, ilkeli işlerliğe dayanmaz, ilkeli yapıcılığa ve  

yoldaşça ilişkilenmeye gereksinim duymaz. Zaten bu kaygıyı da taşımaz.  

Manipülasyon tipik özelliğidir. Bu zihniyette iktidar amaç, gerisi araçtır.  

Önemli olan kültün iktidarına boyun eğilmesidir, iktidarın  

sağlamlaşmasıdır. Burada söz konusu olan, küçük burjuvazinin özel  

mülkiyetçi bireyci dünyası ve bencilce iktidarıdır. Bu iktidar hastalığının  

adı, küçük burjuva kariyerizmidir. Bu kültte parti, kültün özel mülkiyeti  

olarak görülür, giderek bu, küstahça ilan edilir; tabii ki tüm bunlar bir  

süreç üzerinden, hazırlık, güç biriktirme, fırsatları lehine kullanma,  

manevralar yapma vb. gibi bir gelişme kesitinin üzerinde yükselir. Ve  

kuşkusuz ki tüm bu süreç, daima, yenilikçi lafazanlığın perdesi arkasında,  

devrim, sosyalizm, komünizm suretine bürünerek gelişir, geliştirilir.

Bu kültte, kadro politikası, “empati” ve “sempati”, külte göre, külte  

dayanan anti-patiye göre ayarlanır, biçimlenir, işler. Kafa dengi  

kadrolarla işi götürme tipiktir. Küçük burjuva ekipçi mantık çarpıcıdır.  

“Kafa dengi” görülmeyen kadrolar kolayca hedef tahtasına oturtulur ve insan  

harcamada da çok oburdur bu kült. Bu kült kendi “prototip”lerini yaratmaya  

dikkat eder, tabii ki kulağın boynuzu geçmemesi koşuluyla. Bu kültte  

oportünizmle, bürokratizmle, tasfiyecilikle, parti çizgisinden sapmalarla  

uzlaşmayan, oportünizmin ve tasfiyeciliğin bir türevi olan önderlik kültüne  

karşı mücadele edenlerle,  eleştirenlerle, ilkeli bağımsız devrimci kişilik  

sahibi kadrolarla ilişkileniş güvensizlik ve tasfiyecilik üzerinde  

yükselir. Bu zihniyet, yanılmazlığın ve mükemmelliğin karakteri olduğunu  

düşünür. O olmazsa mutlaka kötü şeyler olacaktır. İşler batacak veya  

batırılacaktır. O daima kurtarıcı, “en devrimci”, devrimci başarıların ve  

gelişmenin tek sigortasıdır! İyi, güzel, başarılı olan ne varsa, hangi  

dönemler varsa ona aittir, kötü, geri, başarısız ne varsa, hangi “dönem”ler  

varsa onlar da başkasına, başkalarına ve “taktik önderlik”lere vs.  

mahsustur. Yani önderlik kültü şirazesinden çıkmış bireyciliktir; ve daima  

narsizmin abidesi ve karargahı olarak davranır.

Önderlik kültü, önderlik kültü söz konusu olunca stratejik düşünür. Ama  

mücadelenin stratejik sorunları ve geleceği söz konusu olunca taktik  

düşünür ve davranır. Kısa erimli başarılarla önderlik kültünü güvence  

altına almaya çalışır. Erken baş dönmesine tutsaklık bu kültün bir  

unsurudur. Stratejik başarıyı yaklaştıracak taktiksel gelişme hattında  

savaşı yönetemez. Stratejiye bağlı çalışma ve gelişme hattı onda yoktur.  

Taktik başarılarla tatmin olur, olunmasını ister ve bunu dayatır. Küçük  

veya büyük taktik başarıları stratejik gelişme hattına, büyük geleceğe  

tabii kılmayı bilmez. Erken başarı peşinde koşar. Sabırlı değildir.  

Yüzeyselliği ve sabırsızlığı erdem olarak sunar. Çünkü tüm derinlik iddiası  

ve gösterisine karşın ufku dardır ve yüzeysellikle şekillenmiştir. Yenilik  

söylemini dilinden düşürmez ama eskiye saplanır kalır. Tarihsel gelişmeden  

ve deneyimden ders çıkararak bütüncül bir yenilenme hattında kavgayı  

büyütemez. Kendini tekrarla sonuçlanan bir statükoculuğun,  

idareimaslahatçılığın hem temsilcisidir hem de kurbanı. Çünkü bu zihniyetin  

proletaryanın Marksist-Leninist perspektifinden politik iktidar bilinci,  

stratejik ufku gelişmemiştir. Yenilikçi mayası zayıftır. Yenilikçi  

atılımlar karşısında coşar ve kendini kaybeder. Zafer sarhoşluğu içerisinde  

kendini kaybederek “ne oldum delisi”ne döner. Yeniyi sınırlı ölçekte  

bilince çıkarmıştır. Böylece eski, yeninin içinde yeni tip bir tutuculuk  

olarak dar pratikçi, idareimaslahatçı ilkelliğe ve önderlik kültüne  

dayanarak kendini inşa eder.

Marksist-Leninist teoriye, ilkelere, programa ve stratejiye bağlılıkta  

zayıftır. Yalpalar ama bunu da erdem olarak sunma becerisine sahiptir.  

Eski, ıskartaya çıkmış teorileri, tezleri “yenilik” ve “açılım” olarak  

pazarlamada beceri sahibidir. Fakat zaaflarını görme ve özeleştiri  

yeteneğinden yoksundur. Teorik-ideolojik altyapısı zayıftır. Stratejik  

gelişmeyi güvence altına alacak bir olgunluktan uzaktır ama kendini alem-i  

cihan sayar. Bu zihniyet, gemiyi karaya oturtur ama yine de o daima  

kurtarıcıdır, liderdir, eşsizdir, ayrıcalıklıdır. Kendi propagandasını iyi  

yapar ve yaptırır. Torpil geçmesini bilir. Konumunu besleyecek,  

güçlendirecek kadrolarla iş yapar. Onlara karşı koruyucu ve kollayıcıdır.  

Kariyerizm, Makyavelizm, yetki gücüne dayalı iş bitirme tipiktir onda.  

İktidar hırsı onu kör eder. İktidar hastalığı onu pençesine almıştır.  

Devrimci eleştiri ve önerilere karşı daima kuşkuyla yaklaşır, altında bir  

şeyler arar. Komplocu düşünür. Çünkü iktidarını bir gün kaybedeceği korkusu  

hep ensesindedir. Kendini sağlama alma, sorunları ve zaafları başka yerlere  

yıkma, liyakatsız, dalkavuk, belkemiksiz, kendisiyle uyumlu tipleri bu  

yüzden toplar çevresine, gerektiğinde de ucuza harcar. Bu zihniyet, bir  

çırpıda değil ama kadroları zamanla bozar. Güçler dengesine göre oynar.  

Gelişimi önünde engel olduğunu düşündüğü kadroları güç dengelerini kendi  

lehine düzenleyerek, herkesi bağlayan yasaları hiçe sayarak tasfiyeye  

yönelir. Külte endeksli pragmatiktir. Yeteneklerinden büyük hırsları  

vardır. İçten pazarlıklıdır. Saman altında suyu akıtır. Tabii oldun mu  

“empati” yeteneği insanı cezbeder. Zaten “empati”si, “zarafet”i kendisine  

sempati duyana, boyun eğene, sadakat gösterenedir. Etrafında sempati halesi  

oluşturmaya da daima kurnazca özen gösterir. Söz konusu küçük burjuva  

kültte partiye, davaya, kavgaya, ideallere bağlılık, “etkin birey”lere,  

“stratejik önderlik”e bağlılık olarak şekillendirilir. Ve bu, sistematik  

bir manipülasyona dayalı tarzda geliştirilir. “Fırsat”lar buna göre  

değerlendirilir. Vurgulamak gerekir; bürokratizm, elitizm, oportünizm,  

tasfiyecilik bir kene gibidir; kenenin anestezi yaparak insan bedenine  

sızması gibidir. İlk anda hissedilmez, kene vücuda yerleşir, beden adım  

adım zehirlenir, fark edildiğinde iş işten geçmiş bile olabilir. SSCB  

deneyinde, Arnavutluk deneyiminde tüm bunları çarpıcı bir tarzda  

görmekteyiz.

Önderlik kültünde tek ölçü, iktidardır. Kuşkusuz ki önderlik kültüne  

dayanan bir iktidar! Tabii ki küçük burjuvaziye özgü bir iktidar hırsıyla!  

Enver Hoca’nın vurguladığı gibi, “Sınıfın eğitimi ve ruhuyla donanmış  

olmayan bir kadro, eline fırsat geçtiğinde Parti’yi ve yığınları hiçe  

saymaya hazırdır.” Tarihi tecrübelerimizden de bunu iyi biliyoruz. Biçimsel  

bakımdan parti çizgisine bağlı, parti ağzıyla konuşan ama parti çizgisinin  

ve direktiflerinin ideolojik-siyasi içeriğini kavramaktan uzak ya da  

yüzeysel, pratikte bu çizgi ve direktiflerin devrimci ruhunu boşaltan  

bürokratik tarza ve insan tipine (“Bürokratın en tehlikelisi komünist  

bürokrattır.”-Stalin) karşı ısrarlı bir mücadele geliştirmek gerektiği  

açıktır. Yöneticilerin, önderlerin “önce komünist sonra yönetici” (Enver  

Hoca) olduklarını unutmaları oldukça sık görülen bir küçük burjuva  

bürokratik ve narsist hastalıktır. Kendilerini partiden daha fazla  

önemseyen “önder”ler, kendilerini yönettikleri örgütlerden daha fazla  

önemseyen “yönetici”ler, Marksizm-Leninizm’i özümseyememiş önderler ve  

yöneticilerdir. Bu tiplerin eline fırsat geçtiğinde, ki bu hiç de az  

görülen bir durum değildir, partiyi de, sınıfı da, kitleleri de ezip  

geçerler ya da ezip geçmeye çalışırlar. Bu tipler, mutlak itaat isterler,  

ayrıcalık isterler, kendilerini ayrıcalıklı, her şeyin sahibi ve efendisi  

gibi görürler. İlkeleri, herkesi bağlayan çizgi ve yasaları çiğnemeye daima  

hazırdırlar ve ilk fırsatta da çiğner ve bambaşka mecralara doğru akar  

giderler. Ama yapıp ettikleriyle verdikleri zararlar salt kendileriyle  

sınırlı değildir, dahası, asıl yıkımı Uluslararası Komünist Hareket, parti  

ve değerleri yaşar.

Bürokrasiye, külte karşı mücadelenin tek bir kampanyayla, salt idari ve  

teknik tedbirlerle, bürokrasiye karşı gürlemekle sınırlanamayacağı ve  

başarılı olunamayacağı açıktır. Bürokrasiye, küçük burjuva külte ve  

bürokratik yozlaşmaya karşı mücadelenin tüm bir tarihsel süreci,  

kapitalizmden komünizme geçiş sürecini kapsayacağı; bu mücadelenin bugün  

ideolojik, siyasal, örgütsel, yarın yönetici bir sınıfın her cepheyi  

kapsayan bir mücadelesi olacağının daima vurgulanması gerekir.

SSCB’nin deneyimlerinden biliyoruz: Bürokratikleşme, bürokratik çürüme  

süreci öyle bir süreçtir ki sosyalizm adına sosyalizme yabancılaşan, çok  

dinli, pragmatik, oportünist, entrikacı, komplocu, içten pazarlıklı,  

yetkilerini çıkarları için kullanan, övgü bekleyen ve övülmekten hoşlanan,  

ayrıcalıklı, hakları yalnızca kendisi için isteyen ve bunu kendi doğal  

hakkı olarak gören, hakların kendine yükümlülüklerin “sürü”ye özgü olduğunu  

düşünen makyavelist, egoist, narsist; ve parti, sosyalizm, devrim, feda,  

bürokratizme karşı mücadele vb. değerleri ağzına sakız yapmış dejenere  

insan tipini de yaratmıştır.

Bu aşağılık tipin sosyalizmle, yeni insan tipiyle, devrim ve sosyalizm  

sürecinde harikalar yaratan, bedel ödemekten kaçınmayan, büyük atılım ve  

zaferlerin altına imza atan, yeni insan tipini oluşturmaya başlayan Sovyet  

komünistleri ve emekçileriyle gerçekte hiç bir ilişkisi yoktur. Ama bu tip,  

çağın ve mücadelenin her aşamasında görülen bir tiptir.

Yaşam, her zaman için teoriden daha zengin ve karmaşıktır. Teori, yaşamı  

ancak yaklaşık olarak yansıtabilir. “Teori gri, yaşam ağacı yeşildir”  

sözlerini tam da burada anımsamakta ve üzerinde düşünmekte yarar vardır.  

Sosyalizmin tarihsel deneyimleri de bu gerçeği çok daha çarpıcı bir tarzda  

doğruladı. Yaşamı elbette ki ancak teori ile anlayabiliriz, ama hiçbir  

zaman unutulmaması gereken bir temel gerçekte, yaşamın daima teoriden daha  

zengin olduğudur. Yaşamı doğru okuduğumuz, deneyin eleştirisini teoriyi ve  

pratiği geliştirmenin aracı olarak ele aldığımız oranda güçlü olacağımızı  

bir an için bile unutamayız ve unutmamalıyız.

Sosyalist ülkelerin, başta da SSCB’nin kapitalizmin restorasyonu  

deneyimlerinde ortak bir yön de,  akıntıya karşı yüzmeyi bilen, bağımsız  

kişilik sahibi, Marksizm Leninizm ve sosyalizm davası uğruna her an her  

şeyini feda edecek çaplı devrimci önderlerin yetiştirilmesinde başarısız  

kalınmış olmasıdır. Tarihinin bir döneminde bu bakımdan da yüksek  

başarılara imza atmış devrimci proletarya, giderek bürokratik çürüme ve  

tasfiyecilik sürecinde bu niteliklerini de tüketmeye başlamıştır. Yeni tip  

burjuvazinin, modern revizyonist karşı devrimin söz konusu ülkelerde  

iktidarı ele geçirerek kapitalizmin restorasyonu yoluna girmesine karşın  

komünist partilerin önder kadrolarından bu sürecin karşısına doğru dürüst  

dikilerek mücadele yürüten kadroların çıkmaması çok çarpıcı bir durumdur.  

Bu olgu, bürokratizmin, bürokratik dejenerasyonun, önderlik kültünün ne  

yaman çürütme gücüne sahip bir illet olduğunu göstermektedir. Bürokratizme  

ve külte alışan, bürokratik yasallığın esiri ve kurbanı haline gelenlerin  

beklenen devrimci komünist çıkışı yapamaması, ilkeli ve uzlaşmaz bir  

mücadele yoluna girmemesi anlaşılırdır; anlaşılırdır ama çıkarılması  

gereken dersler bakımından son derece uyarıcı bir deneyimdir.

“Kruşçev ve Mikoyan planlı çalıştılar ve Stalin’in ölümünden sonra,  

Malenkov, Beria, Bulganin ve Voroşilovun yalnız kör değil, hırslı  

olduklarının da ortaya çıkması ve her birinin iktidar için mücadele etmesi  

sayesinde de faaliyetlerine açık saha buldular.

“Onlar ve başkaları, eski devrimciler ve dürüst komünistler artık  

bürokratik alışkanlıkların baş gösteren bürokratik ‘yasallığın’ tipik  

temsilcisi olup çıkmışlardı; bu ‘yasallığı’ Kruşçevcilerin açık komplosuna  

karşı kullanmak için zayıf bir girişimde bulunduklarında iş işten  

geçmişti.”(Enver Hoca)

Tarihin bu dersinin unutulmaması gerekir.

Bu olgu, bürokratik dejenerasyon tehlikesinin daha baştan engellenemezse,  

komünistler, devrimci önderler, proletarya ve kitleler bu tehlike ve  

yozlaşma karşısında güçlü bir donanımla silahlanmazsa ne yaman bir çürümeye  

yol açtığının kanıtıdır. Bu olgu, sözde bürokrasiye karşı yaman savaşçılar  

olarak ortaya çıkanların ne yaman ve ikiyüzlü bürokratlar olabileceğinin de  

kanıtıdır.

Bu olgu sosyalist inşa sürecinde, yeni insan tipinin yaratılmasının nasıl  

kesintiye uğrayarak, yeni insanın yetiştirmede başarısız kalınabildiğinin  

göz çıkarıcı kanıtıdır.

Kuşkusuz ki, modern revizyonist bürokrat burjuva karşıdevrim ve kapitalist  

restorasyon sürecinde sayısız komünistin, işçi ve emekçinin yüreği yanmış,  

bir biçimde direnmişlerdir. Ama tarihin böylesine kritik an ve  

dönemeçlerinde donanımsız olduklarından ve güçlü komünist devrimci önderler  

ortaya çıkamadığı için karşıdevrim sürecine son tahlilde boyun eğmişlerdir.  

Boyun eğmeyen ve direnenler ise zaten bin bir biçimde tasfiye edilmişlerdir.

Küçük burjuvazi, oportünizm ve tasfiyecilik, bencil iktidar hırsı bin  

yüzlüdür, bin bir biçim altında ortaya çıkma yeteneğine sahiptir. Tarih,  

komünistlere bir de buradan yol göstermelidir. Bu bağlamda Arnavutluk  

Sosyalist Halk Cumhuriyeti’nin (ASHC) özgün deneyimlerinden de öğrenmek,  

ideolojik, siyasal, örgütsel uyanıklığı keskinleştirmek gerekir.

Arnavutluk deneyimi kitabımızda incelenmiş ve ilk temel adımı oluşturan  

eleştirel değerlendirmeler ve dersleri açıklanmıştır. Kuşkusuz ki bu  

çalışmaların derinleştirilerek geliştirilmesi, pratik-politik bir silaha  

çevrilmesi gerekir. Burada başlı başına girmeyeceğiz ama bu makale  

çerçevesinde bazı olgulara işaret etmek de kaçınılamazdır.

ASHC’de kapitalizmin restorasyonu daha özgün koşullarda ve daha özgün  

biçimlerde örgütlendi. Enver Hoca önderliğindeki AEP, eski sosyalist  

ülkelerde gerçekleşen yeni tip restorasyonun özgün deneyimlerinden  

yararlanarak sınıfı ve kitleleri eğitmeye önem vermeye çalıştı. Buna uygun  

bir dizi tedbiri de yürürlüğe koydu; ancak buna rağmen, benzer bir  

akıbetten, kapitalizmin restorasyonundan, kaçamadı. SSCB’de kapitalizmin  

restorasyonu “Stalinizme karşı mücadele” bayrağı altında geliştirildi. Oysa  

ASHC’de kapitalizmin restorasyonu Enver Hoca’nın yüceltilmesi bayrağına  

sarılarak gerçekleştirildi. Evet, ASHC’de de kale içten fethedildi. ASHC  

deneyinin özgün yanı, SSCB’den farklı olarak, işe Enver Hoca’nın eleştirisi  

ve reddiyle başlanamadı. Görünüşte E. Hoca hep yüceltildi. Aliya ve kliği,  

AEP’in, ASHC’nin Enver Hoca önderliği dönemini açık bir saldırıyla mahkum  

edecek gücü kendisinde görmedi. Bu dönekler kliği, böyle bir yöntemle işe  

başlamanın erken deşifre olmalarına yol açacağını ve kitlelerin desteğini  

kaybedeceklerinin bilincindeydi. ASHC’de kapitalizmin restorasyonuna  

girişilirken, işe hemen ve doğrudan E. Hoca’ya saldırarak girmeye cüret  

edilmemesi, aslında Enver Hoca döneminde partiye, kadrolara, sınıfa ve  

kitlelere verilmiş olan eğitimin etki derecesiyle, kapitalist restorasyon  

deneyimlerinin sınıf savaşımında az-çok bir silaha dönüştürülmüş olmasıyla  

bağlıydı. Bu gerçeği saptamak ve görmek gerekir. Kuşkusuz ki söz konusu  

eğitimin yine de göreli bir anlamı olduğunu da unutmamalıyız.

Aliya revizyonizmi, kapitalist restorasyonu, “değişen koşullar”,  

“dogmatizme karşı mücadele”, “tutuculuğa karşı mücadele”,  

“Marksizm-Leninizmi geliştirme”, “eski ve tutucu zihniyeti aşma”, “yeni  

koşulları dikkate alma”, “bürokrasiye, liberalizme karşı mücadeleyi  

geliştirme”, “sosyalist demokrasiyi geliştirme”, “kitleleri yönetime  

katma”, “toplumsal yaşamı demokratikleştirme”, “kapitalist restorasyonun  

deneylerini geliştirme ve uygulama”, “bürokratik yozlaşmaya karşı mücadele”  

vb. açıklamalar ve şiarlar altında örgütledi. Bu da ASHC’deki restorasyonun  

özgün yanlarından birisini oluşturmaktadır. Restorasyon tehlikesine ve  

bürokratizme, liberalizme, kapitalizmin restorasyona karşı mücadele slogan  

ve propagandasının ardına gizlenerek kapitalizmi restore etmek, bu deneyin  

ayırıcı niteliklerinden birisidir.

İşte bu deneyim bizlere,  kapitalist restorasyonun deneylerinin daha  

derinden çıkarılması gerektiğini, daha sistemli ve yetkin bir kuşanma  

gerektiğini göstermektedir. Kapitalist restorasyona, bürokratik yozlaşmaya,  

liberalizme, ayrıcalıklı katmanların oluşmasına, “kişi kültü”ne karşı  

kükreyenlerin her zaman için doğru insanlar, izm’ler, partiler, önderler  

olmayabileceğini, bir Troçkizm, bir Titoizm, bir Kruşçevizm, bir Aliya  

revizyonizmi deneyiminden de görebilmekteyiz. En büyük ihanet ve  

dönekliklerin, hizipçi ve kariyerist ve tasfiyeci nitelikli girişimlerin,  

bireyci ve oportünist unsurların en yüce ideal ve sloganların arkasına  

gizlenebileceklerinin, küçük insanların büyük amaçların ardına gizlenerek  

çamur karakterlerini örtebileceklerinin vb. bilincinde olmak gerekir. Açık  

ki, burada, Marksizm-Leninizm’le donanmanın, yeni derslerle kuşanmanın  

yaşamsal önemini görüyoruz. Bürokratizme, bürokratik merkeziyetçiliğe,  

bürokratik önderler kültüne, bürokratik çürümeye, bürokratik önderlik  

anlayışı ve çalışma tarzına, bürokratik yasallığın uysal temsilcileri  

haline gelmeye, vb. karşı yeni tip deneyimlerle donanıp yeniden biçimlenmek  

gerekir. Bu donanım, ideolojik-teorik, siyasal ve örgütsel-pratik donanım  

olmalıdır. Bu donanım ve yenilenme devrimci dinamizmi sürekli geliştirecek  

bir duruşla biçimlendirilmelidir. Kolektivizmi, kolektif önderlik ve  

işlerliği, kolektif aklı, proleter demokrasiyi, tabanın, alt örgütlerin,  

kadroların, kitlelerin enerjik eleştiri ve denetimini ve katılımını  

devrimci eylemin ateşi, örs ve çekici arasında yetkince  

geliştirilebilmelidir. İlkeli komünist yenilenme, devrimci yenilik bilinç  

ve ruhuyla yetkinleşme, bağımsız ideolojik ve siyasi kişiliği ve kimliği  

geliştirme, fırtınalı devrimci bir parti ve kadro yaşantısına sahip olma;  

önderlerin ve partilerin de kesiksiz eğitilmesi ve devrimci yenilenmesinin  

büyük önemini bilince çıkarmaya dayanmalıdır.

Sosyalizmin yeni tipte restorasyonunun deneyimleri, ister muhalefette olsun  

isterse iktidarda, özünde fark etmez, komünist bir partinin, proletarya  

diktatörlüğünün, sosyalist inşa sürecinde ve günlük devrimci eyleminde  

bürokrasiye, bürokratik deformasyona, bürokratik yozlaşmaya, idari  

yöntemlerle yönetmeye, önderlik kültüne karşı demokrasiyle  

merkeziyetçiliğin sentezi olan demokratik merkeziyetçilik ilkesine işlevsel  

bağlı kalmanın yaşamsal önemini göstermektedir. Aynı deneyler, kadroların  

bağımsız ideolojik-politik kişiliğini geliştirmenin, parti iç yaşantısının  

devrimci canlılığa dayanmasının, sosyalist demokrasinin sürekli  

geliştirilmesinin önemini vurgulamaktadır. Örgütlerin, kitlelerin yönetime  

katılmasının, kitlelerin yönetilmesinde onların bağımsız devrimci eyleminin  

geliştirilmesinin, taban ve kitlelerden gelen eleştirilerin ve denetimin  

sürekli teşvik edilmesinin öneminin altını çizmektedir. Partinin,  

önderlerin, yöneticilerin kitlelerin öncüsü olduğu kadar öğrencisi de  

olması gerektiğinin bir an olsun bile unutulmaması gerekir. Örneğin, eski  

sosyalist ülkelerin restorasyon deneyimlerinin derslerine karşın ve çok  

önemli bir tarihsel deneyim, birikim ve donanımına karşın Arnavutluk’ta  

partinin, kadroların, kitlelerin seviyesinin abartıldığını, bürokratik  

alışkanlıkların tahrip edici ve biriktirici rolünün yeterince  

görülmediğini, kadroların ve kitlelerin partiye içten sadakatinin tek yanlı  

önderlere, partiye bir biçimde bürokratik bir bağımlılığa dönüşebildiğini  

de görebiliyoruz.

Arnavutluk deneyimi, komünistler bakımından uyarıcı daha özgün yanları olan  

bir deneyimdir. Arnavutluk’ta kapitalizmin restorasyonu, geride  

kapitalizmin restorasyonunun deneyleri olmasına rağmen gerçekleşebilmiştir.  

O halde sormak gerekiyor: Peki, söz konusu deneyimlere karşın,  böylesine  

bir ihaneti az-çok sezdikleri ve anlamaya başladıkları koşullarda Arnavutlu  

komünistler nasıl oldu da ihanet ve teslimiyete karşı harekete geçerek ve  

harekete geçtikleri koşullarda kitlelerin büyük kesimlerinin desteğini  

alabilecekleri halde, üstelik karşı devrimin ise güçlü bir kitle temelini  

kısa sürede kazanmasının olanaklı olmadığı koşullarda, neden kapitalist  

restorasyonu önleyemediler? Evet, bu sorunun yanıtlanması gerekir.

Açık ki Arnavutlu komünistler, Ramiz Aliya kliğinin manevra ve  

teslimiyetini zamanında bilince çıkaramamıştır. İşin bir yanı budur.  

Kanımızca daha da önemli olan şey ise, iktidar ve düzen hastalığının,  

evcilleşmenin, bürokratik alışkanlıkların Arnavutlu komünistleri de büyük  

oranda teslim almış olmasıdır. Bizce, Enver yoldaşın ve AEP’in kapitalist  

restorasyonun derslerine karşın ve bu dersler ışığında partiyi, kadroları  

ve emekçileri eğitme, sosyalist demokrasiyi geliştirme ciddi çaba ve  

yönelimine karşın, parti ve devlet yönetiminde, kitlelerle ilişkilerinde  

ciddi bir bürokratik merkeziyetçilik gelişmiş, idari yöntemler giderek öne  

çıkmıştır. Bürokratik yönetim tarzı, ciddi bir bürokratik deformasyon  

komünistleri de biçimlendirmiş, kitlelerin, başta da kadroların bağımsız  

inisiyatifini güçlü bir şekilde deforme etmiş, komünistler de bürokratik  

yasallığın uysal temsilcileri haline gelmişlerdir. Burada söz konusu olan  

bir SSCB’de olduğu gibi zafer sarhoşluğu da değildir, söz konusu olan  

bürokratik alışkanlıkların, iktidar ve düzen hastalıklarının tabandan  

başlayarak bağımsız kişilik ve inisiyatifi dumura uğratmış olması ve  

önderlere duyulan eleştirel olmayan bağımlılık, partiye eleştirel olmayan  

bağımlılık ve her şeyi üstten bekleme bürokratik alışkanlığıdır. Önder,  

parti, devlet kültü ASHC’de de oluşmuştur, AEP’ten başlayarak tüm siyasal  

ve toplumsal yaşamı kapsayarak bir tür ya da özgün bir felç durumu ortaya  

çıkarmıştır. Bilebildiğimiz kadarıyla, AEP’in iç yaşamının yeterince  

dinamik olmaması, AEP’in canlı iç ideolojik mücadeleler içerisinde yeni  

teorik açılımlar yapamaması ve kadroları bir de buradan geliştirerek  

yeterince donatamaması da söz konusu bürokratikleşmenin ifadeleridir. Bu  

konuda, eski sosyalist ülkelerde yaşanan kapitalizmin restorasyonunun  

tarihi kökleriyle birlikte esasen ortaya konamaması ve Stalin’in hata ve  

eksikliklerinin eleştirel değerlendirilmemesini ise sadece anarak  

geçiyoruz; ancak, bu gerçeklerin ASHC’deki restorasyon gerçeğini anlamada  

yaşamsal bir önemde olduğunu da ayrıca hatırlatmak gereğini duyuyoruz.

Vurgulanması gerekir: Arnavutluk deneyi, emperyalist ve sosyal-emperyalist  

kuşatma ve baskıya karşın ayakta kalınabileceğini, sosyalizmin inşa  

edilebileceğini, yıkılışın bir kader olmadığını, ama önderliğin ihanetinin  

önlenememesi durumunda kapitalist restorasyonun gerçekleşebileceğini  

gösterdi.

Olağanüstü zorluklara karşın AEP ve ASCH Enver Hoca liderliğinde başarıyla  

her türlü zorluk ve saldırıyı göğüsleyebildi. Burada önderliğin doğru  

çizgide kaldığı koşullarda benzer zorlukların ve yeni ağır dönemeçlerin de  

atlatılabileceğini,  Aliya dönemi deneyi ise, tersi yönde duruşun yıkılış  

ve tasfiyeyi kaçınılmaz kılabileceğini gösterdi. Bu olgu, kapitalizmden  

komünizme geçiş döneminin çetrefilli ve zorlu karakterini göstermektedir  

bizlere. Ve geçiş sürecinde önderliğin belirleyici karakterini  

vurgulamaktadır. Önderliğin bu belirleyici karakteri, Marksizm-Leninizm’e  

bağlı kalmanın, iç ve dış koşulların nesnel ve bilimsel tahlil edilmesinin  

ve somut koşullara bağlı sürece önderlik etme ve sınıf mücadelesini iç ve  

uluslar arası arenada ilke ve esnekliği birleştiren bir duruşla  

geliştirmenin önemini, her bir dönemeçte nihai hedefi asla gözden  

yitirmeden, nihai amacın yönlendirdiği günlük, dönemsel, taktiksel  

politikalar izlemenin önemini, konjonktürel gelişmelere tek yanlı kapılarak  

sürüklenme yerine, devrimci imkanlara dayanmanın, sürecin bağrında saklı  

devrimci olanakları görmenin, öz güce dayalı ve dünya proletaryası ve  

halklarının devrimci enternasyonal destek ve dayanışmasına güvenme ve  

geliştirmeye azami önem vermenin önemini, devrim ve sosyalizm aleyhine  

değişen güçler dengesinin geçici olacağını görmenin, taktiksel manevralar  

yapmanın, ilkeleri sulandırmadan dayanmanın ve direnmenin önemini  

göstermektedir bizlere. Burada da, ön görüde pratik materyalistlere özgü  

keskin duyunun, hazırlık, güç biriktirme ve manevra yapmanın, savunma  

dönemlerini saldırı dönemlerinin izleyebileceği olgusunun büyük önemini bir  

kez daha görüyoruz.

Yukarıda ifade ettiğimiz ve ifade etmediğimiz pek çok nitelik, önderlik  

kültünün görüngüleridir. Önderlik kültünü belirleyen şey, küçük burjuva  

elitizmi ve iktidar hırsıdır. Küçük burjuvazinin kendisini evrenin merkezi  

gören dar sınıfsal dünyasıdır. Kuşkusuz önderlik kültünün gelişme derecesi,  

külte dayalı zaafların düzeyini belirler. Kültün uç verip geliştiği  

koşullardaki etki ve yansıma düzeyi ile hızla iktidarlaşmaya gittiği ya da  

iktidarlaştığı, partiyi, kadroları, bir bütün olarak yapıyı bu temelde  

biçimlendirdiği koşullardaki etki ve yansıma düzeyi farklı olacaktır. Bu  

zehirli tohumun gelişip gelişmeyeceği, hangi ölçüde gelişeceği, tümüyle her  

partinin donanım düzeyine, ideolojik ve örgütsel uyanıklığına, iç  

direncine, ideolojik mücadelenin gücüne bağlıdır. Örneğin bu kült, 30’lar  

sürecinde SSCB’de hızla gelişmeye başlayarak zamanla hegemonyasını  

kurmuştur. Sonuçlarını biliyoruz…

Lenin’in vurguladığı gibi, bürokratizm öyle bir hastalıktır ki, yavaşça ve  

fark edilmeden gelişir ama kendini aniden gösterir. Bunu şöyle bir örnekle  

de anlatabiliriz: Kaynamış su dolu tencereye atılan bir kurbağa, tehlikeyi  

derhal anlar ve can havliyle dışarı sıçrayarak tehlikeden kurtulmuş olur.  

Ancak, aynı deneyi, bir de içi soğuk su dolu olan bir tencereye kurbağayı  

koyarak ve tencereyi yavaş yavaş ısıtarak deneyecek olursak, göreceğiz ki,  

kurbağa, daha ne olduğunu anlamadan haşlanmış olacaktır. Bürokratizm ve  

onun bir görünümü, belki de doruk noktası önderlik kültü hastalığı işte  

böyle bir hastalıktır. Yani burada ana sorun, “iyi niyet” ya da “kötü  

niyet” sorunu, tek tek bireylerin zaafları sorunu değildir. Soruna buradan  

bakmak, bürokratizm olgusunu, bürokratizmi en ileri formda temsil eden  

“kişi”, “önder”, “etkin birey”, “etkin sekreter”, “etkin önder”, “etkin  

yönetici”, yanılmaz “stratejik önderlik”, parti, devlet kültünü  

anlayamamak, dahası çarpıtmak olur. Bu kült, somut tarihsel koşullar  

üzerinde yükselir ve bir sınıf temeline sahiptir. Özel mülkiyet dünyası  

tarafından kuşatılmış, sürekli baskı altında olan komünist partilerin  

kavrayış eksikliği, deneyim eksikliği, donanım eksikliği, başlı başına bir  

rol oynayabilir. Belli dönemeçlerde mücadelenin gereksinmelerine yanıt  

verememe eksikliği, yeni dönemlerde yenilenememe eksikliği çok önemli bir  

rol oynayabilir. Parti yaşantılarında örneğin tarihsel bakımdan çözülememiş  

“önderlik boşluğu” gibi bir sorunun çözümsüzlüğünün yarattığı sapmalar vb.  

gibi pek çok sorun söz konusu kültün gelişimini etkiler ya da tetikler vb.  

Kuşkusuz ki, komünist partilerdeki bürokratikleşmenin temelinde, sınıflı  

toplum olgusu, kafa emeği ile kol emeği arasındaki, yönetenlerle  

yönetilenler arasındaki nesnel bölünme bulunur…

Komünist partilerde bürokratikleşme tehlikesi, bürokratizm doğrultusunda  

bir “eğilim” daima vardır, çünkü bunun nesnel temelleri mevcuttur. Burada  

önemli olan bu gerçeği görebilmek ve bu eğilime karşı kesintisiz bir  

ideolojik, siyasal, örgütsel mücadele yürütebilmek ve bu donanımı sürekli  

ve sistemli geliştirebilmektir. Bu mücadele, tek bir atılımdan oluşan bir  

mücadele değildir, bu mücadelenin, somut koşulların somut analizi  

temelinde, her bir an’da ve dönemeçte ısrarla geliştirilmesi gerekir.  

Lenin’in dediği gibi, salt kararlarla, kararnamelerle, salt idari  

tedbirlerle, temennilerle bürokratizmi kovmak, ilga etmek, bürokratizme son  

vermek olanaklı değildir. Bu mücadele, bugünden komünizme dek sürecek  

kesintisiz bir devrim sürecinin sorunudur.

Tarihsel deneyimin gösterdiği gibi, tasfiyecilik, Marksizm-Leninizm’e ve  

işçi sınıfına karşı mücadele demektir. Dolayısıyla tasfiyeci oportünizmin  

görünümleri olan bürokratizme, kişi ve önder kültüne karşı mücadele etmek  

her koşulda komünistlerin görevidir.

Sosyalizmin ve Uluslararası Komünist Hareketin tarihsel deneyleri ışığında  

birkaç temel noktayı vurgulayarak makalemizi sonluyoruz. Bu deneyimlerden,  

“şizofrenik” bir parçalanmayı görüyoruz; kağıt üzerinde kalan doğru sözler  

vb., pratikte ise bambaşka bir şeyi ya da şeyleri görüyoruz; söz ile  

eylemin birbirinden kopması; burada doğru sözler, laf yığınıdır,  

lafazanlıktır, eyleme işlemez vs.

Komünistler, bireysel çalışmayı değil, kolektif çalışmayı temel alırlar.  

Biçimsel bir örtüye dönüşen sözde kolektivizmi değil, işlevsel bir  

kolektivizmi. Etkin birey değil, kolektif etkin birey. Sözde kolektif etkin  

birey değil, gerçekten kolektivizm ruhuna sahip kolektif etkin birey.  

Bireysel önderlik değil, etkin kolektif önderlik. Sözde kolektif önderlik  

değil, işlevsel bir kolektif önderlik. Bürokratik merkeziyetçilik değil,  

demokratik merkeziyetçilik. Lafta demokratik merkeziyetçilik değil,  

işlevsel demokratik merkeziyetçilik. Parti çizgisine ve tüzüğüne şartsız  

uyan, kendini yasaların, kadroların, örgütlerin, kongrelerin, tüzüğün  

üstünde görmeyen, çifte standardı bir erdem haline getirmeyen, yetki gücünü  

keyfi bir biçimde kullanmayan, kendisini değil, kendilerini değil, partiyi  

ve kadroları önemseyen, eleştiri ve denetime gelen, ikna gücüne dayanarak  

yetki gücü kullanan, bağımsız inisiyatif ve eleştiri gücünü boğmayan,  

narsizme düşmeyen vb. bir önderlik ve çalışma tarzı. İhtiyaç budur. Burada  

da belirleyici olan, söz ile eylemin parçalanmaması ya da söz ile eylemin  

birliğine dayanan işlevsel bir duruştur.

  “Sosyalizmin sorunları”nı incelerken, Stalin’in parti ve kitleler,  

önderlik ve kitle çalışması sorunlarını işleyen harika bir makalesini  

okudum. Makalenin yayınlandığı tarih, 1952’dir. Oysa makalede yazılan  

şeylerle parti gerçeği nerdeyse zıt bir kutupta duruyordu; söz ile eylem  

birbirinden çoktan kopmuştu(r). 1952’de parti ve devlet zaten  

bürokratikleşmişti, dahası, kastlaşmış olan yeni tip küçük burjuva tabaka  

fiili olarak inisiyatif merkezi haline gelmiştir. Aynı yıl içerisinde,  

üstelik 13 yıl aradan sonra toplanan 19. Parti Kongresi de sorunların  

kaynaklarına inmeyi, partiye yeni bir dinamizm vb. katmayı da  

başaramamıştır. Bu, çok çarpıcı bir durumdur. Çarpıcılığı, bürokratik  

çürümenin, teori ile pratik arasında derin bir yarılmayı ortaya çıkarmasına  

karşın, bu durumun görülememesinde, daha da önemlisi, duruma alışılmış  

olunmasında, sorunun köklerinin görülmemiş olmasında, görüngülere dönük  

sınırlı eleştirilerle yola devam kararının verilebilmiş olmasındadır vb.  

Hatırlatmak bile gereksizdir: Bürokratikleşme, bürokratik çürüme vs. önce  

sıradan işçilerde, sıradan emekçilerde, sıradan kadrolarda, alt örgüt ve  

kadrolarda başlayıp gelişmiyor. Bu hastalık ve giderek çürüme, önce  

önderlerden, yöneticilerden başlayıp gelişiyor. Yukarıdan aşağı yayılıyor,  

dal budak salıp giderek toplumu pençesine alıyor; yani balık baştan kokuyor.

Vurgulamak gerekiyor: İstisna tanımaz bir şekilde, gezegenimizin her  

yerinde ve her ülkesinde ve her an’ında, kesinkes, Marksizm-Leninizm  

partiye değil, parti Marksizm-Leninizm’e tabidir. Parti önderlere değil,  

önderler Marksizm-Leninizm’e ve partiye tabidir. Tüm parti üyeleri ve tüm  

parti önderleri ve yöneticileri parti kongresine tabidir. Sadece ve sadece  

ve kesin olarak yalnızca bu temel üzerinde iki kongre arası dönemde de tüm  

parti merkez komitelerine tabidir. Tarihsel deneyimin gösterdiği gibi, eğer  

partiler önderlere tabi hale gelirse, sosyalist yasallık bürokratik  

yasallığa dönüşürse, komünistler de “kişi kültü”nün uysal uzantıları haline  

dönüşürse, bürokratik çürümenin bataklığında boğulmak kaçınılmaz hale  

gelecektir. Böyle bir tükeniş çift kişilikli insan tipinin doğuşu,  

gelişimiyle iç içe gelişir. Orada açıklık ilkesi, kolektivizm ilkesi,  

sosyalist demokrasi, partili mücadele yöntemleri ve yoldaşça güven denen  

bir şey kalmaz. Artık geçerli olan kültün ürettiği küçük burjuva değerler  

sistemi içinde dar hesapçı, kliksel ve bireyci manevralardır. Ağza pelesenk  

olan kızıl mı kızıl laflar artık bir örtüdür, örtüleme rolü oynar.  

İdeolojik vb. değerler, tarihsel birikim kolayca tüketilir… Evet, altı  

çizilmelidir: Komünistler için tek bağlayıcı ilke Marksizm-Leninizm’e ve  

sınıfa bağlı kalma ilkesidir. Her an ve her dönemeçte verilmesi gereken  

sınav, yalnızca ve yalnızca bu temel üzerinde anlamını bulur, bulmalı ve  

pratikleşmelidir.

Jdanov’un 1939 yılında toplanan 18. Parti Kongresi’ne sunduğu Rapor’da  

Stalin’e atfen dile getirdiği ve kongre tarafından onaylanan Rapor’da parti  

içi demokrasinin özünün, parti üyelerinin parti önderlerinin çalışmalarına  

aktif katılımı olduğu düşüncesi, kesinkes Marksizm-Leninizm’e aykırı  

tasfiyeci oportünist, tasfiyeci bürokratik bir bakış açısı ve pratiktir.  

Sosyalizme yıkım getiren kültün çarpıcı bir ifadesidir. Kişi ve önder  

kültünün parlak bir formülasyonudur. Parti içerisinde sosyalist demokrasi,  

eleştiri ve tartışma özgürlüğünde, seçim ilkesinin işlevsel  

pratikleşmesinde, partinin kitlelerin eleştiri ve denetimine gelmesinde,  

parti yaşantısında önderlerin, merkezi kurumların parti örgüt ve  

kadrolarının eleştiri ve denetimine gelmesinde, hesap verebilmesinde ve  

daha da önemlisi hesap sorulabilmesinde vb. somutlaşabilir. Ve herhangi bir  

komünist partisinde, parti üyelerinin, parti örgütlerinin, parti  

yöneticilerinin, parti önderlerinin Marksizm-Leninizm’e, parti çizgisine,  

parti kongresine, parti tüzüğüne, tüm bunlara şartsız olarak tabi olması  

temelinde iç demokrasi işleyebilir ve işlemelidir.

Tekrar vurgulamak gerekir ki, sosyalist demokrasi, parti üyelerinin parti  

önderlerinin çalışmalarına katılımı değil, parti önderlerinin değil, ama  

parti merkez komiteleri vb. gibi merkezi kolektif kurumların önderlik  

çalışmasına bağımsız inisiyatifle, hesap sorma da dahil, eleştiri ve  

tartışma özgürlüğü temelinde aktif katılımını ifade edebilir, daha doğru  

ifade ile, parti içi demokrasisinin bir biçimi de budur. Evet, bu, parti  

demokrasinin önemli ama sadece biçimlerinden, yöntemlerinden birisidir.  

Seçim ilkesi, eleştiri ve tartışma özgürlüğü, parti içi proleter  

demokrasinin unsurlarıdır. Parti önderleri, Marksizm-Leninizm’in, parti  

çizgisinin, parti tüzüğünün, partinin üstünde değildir ve asla da  

olamazlar. Özellikle de iktidarda olan bir parti, iç savaş, emperyalist  

müdahale gibi özel koşullar dışında, sosyalist demokrasi ilkesini en tam  

tutarlılıkla uygulamak zorundadır. Kuşkusuz ki proletarya kendi önderlerini  

yetiştirmek zorundadır. Önderlerin reddi anarşizmdir. Ama bu önderler daima  

sınıfın ideolojisine, sınıf bilinçli ruhuna bağlı kalmak, partiye tabii  

olmak zorundadır. Bu değerlere bağlı kalmayan önderlerin yeri, hiç  

tartışmasız çöp tenekesidir. Yanılmaz, vazgeçilemez, ulaşılamaz insan;  

başarıların yalnızca kendisine, başarısızlıkların ise daima başkasına,  

başka yerlere ait olduğunu düşünen ve bunun propagandasını yerine göre kaba  

ve yerine göre inceltilmiş bir tarzda yapan ve yaptıran zihniyet komünist  

değil, tipik bir küçük burjuva zihniyet ve tarzdır. Bu zihniyet ve tarz,  

hesap vermez ama hesap sorar. Başarısızlıkların, yenilgilerin, suçların,  

zaafların sorumluluğunu üstlenmez ama günah keçileri yaratarak aklanmayı  

bilir, iktidar koltuğunu bırakmaz; zeytinyağı gibi su üstüne çıkmasını iyi  

bilir; bu işlerin üstadıdır. Küçük burjuva kurnazlığı tipik  

özelliklerindendir. Oportünist uyanıklık bu tipin karakteridir; oportüniste  

has uyanıklıkla fırsatları kendi lehinde değerlendirme yeteneğine sahiptir.  

Bu tip, kendini her türlü yasanın, iradenin üstünde görür. Kaçacak yeri  

kalmadığında bile zeytinyağı gibi su üstüne çıkar; aynı oportünist  

uyanıklık ve irade ile fiilen yasaları deler, istediği yana çeker. Parti  

yasaları partiye karşı kullanamaz, bu suçtur. Ama söz konusu kült, parti  

yasalarına bağlı kalmamada, parti yasalarını partiye ve kadrolara karşı  

kullanmada ustalaşmıştır. Bu, onda özel bir yetenektir, kuşkusuz ki  

oportünizme has bir yetenek! Hele de nitelik zayıfsa, nitelik  

zayıflatılmışsa, değerlerin içi boşaltılmışsa, o bunları daha büyük bir  

maharetle yapar. O, kendisi amaçtır, onun için geri kalan her şey ise  

araçtır. Onun ilkesi, ahlakı, vicdanı da bundan ibarettir. O, küçük  

burjuvazidir. Ki burada, söz konusu oportünizme karşı savaşımda da  

Marksizm-Leninizm’e tam bir sadakatle bağlı kalma, tarihsel deneyimlerin  

eleştirel dersleriyle teorik ve pratik çalışmayı sistemli geliştirme,  

ideolojik donanımı kesintisiz yükseltme ve proleter kolektivizmin tüm parti  

yaşantısı ve çalışmasını belirleyip yönlendirmesi yaşamsal önemdedir…

Açık ve net bir şekilde vurguluyoruz: Parti içi demokrasinin, parti  

üyelerinin önderlerin çalışmalarına aktif katılımı olduğu düşüncesini,  

Bolşevizm’e aykırı görüyoruz. Bu, olsa olsa, Bolşevizm’in bir karikatürü  

olabilir, belki de o bile değil. Bu zihniyet, küçük burjuva  

bürokratizmidir. SBKP (B)’nin duruşunda somutlaşan Jdanov’un sözleri,  

teorik ve pratik olarak önderler kültünün meşrulaştırılmasını,  

yasallaştırılmasını, kutsanmasını ifade etmektedir.

Marksizm-Leninizm’e, partinin programına, tüzüğüne, partili mücadele  

yöntemlerine ilkeli bir bağlılıkla, bağımsız inisiyatif, eleştiri ve  

tartışma özgürlüğü birbirini bütünler. Parti çalışmasına, partinin kongre  

ve merkez komitesi gibi organlarının çalışmasına bireysel ve kolektif  

katılım organik bir birlik olan partinin, partililiğin bir gereğidir.  

Jdanov’un vurguladığı anlayış, kişi ve önder kültünün, etkin birey, etkin  

sekreter, etkin önder, etkin yönetici kültünün ifadesidir. Bu, kolektif  

aklın yerine, kolektivizmin yerine, kolektif ruhun yerine, kolektif  

önderlik yerine biçimsel bir kolektivizmin ardına saklanmış “etkin”  

bireyin, “etkin” bireylerin aklının, bireyciliğin, bireysel önderliğin  

geçirilmesidir. Bu, demokratik merkeziyetçiliğin yerine bürokratik  

merkeziyetçiliğin geçirilmesidir. Ki, SBKP (B) deneyiminden görülebileceği  

gibi, bu anlayışlar, zaaflar vb. aniden ortaya çıkmamıştır. Adım adım  

gelişerek zamanla egemenlik kurmuştur. Bu deneyim, biz komünistleri  

uyarmalıdır ve özellikle de uyarmalıdır. Marks’ın dediği gibi, savaşan bir  

parti her şeye karşı hazırlıklı olmalıdır. “İnsanlar hangi düzeyde ortam  

yaratmışlarsa, ortamda aynı düzeyde insanlar yaratır.” Bu vurgu, her  

komünist parti için de geçerlidir. (Ki, bu konuda da kendimize eleştirel  

yaklaşmak gerektiği, bu doğrultuda süreç içerisinde önemli zaafların  

geliştiği açık ve kesindir.)

Bu bağlamda, komünist yaşamda, parti yaşantısında, sosyalist inşada vb.  

daima kişi kültüne, önderlik kültüne, yanılmaz önderler ve yetkililer  

kültüne, etkin birey kültüne, dar klikçi ekipçilik kültüne, yanılmaz parti  

kültüne karşı uyanık olmak, eleştirici davranmak gerekir. Leninist eleştiri  

özeleştiri ekseninde bireyi, kadroları, önderleri idealize etmeden tamamen  

kolektivizm ruhuna sadık kolektif etkin bireyi, kolektif önderliği,  

kolektif aklı, kolektif çalışmayı demokratik merkeziyetçilik temelinde  

geliştirmek gerekir. (Zaten kolektivizmi unutan bir partide kolektif etkin  

birey falan da kalmaz.) Parti içi demokrasiyi, partili mücadele  

yöntemlerini, Bolşevik eleştiri-özeleştiri silahını yetkinleştirmek;  

kitlelerin sesine sürekli eleştirel destek vermek; başarı ve atılımlardan  

baş dönmesine tutulmamak, kibire kapılmamak, iç gözün körelmesine izin  

vermemek, tarih ve deneyin yaşamsal önemde olan bir dersi ve güçlü  

uyaranıdır biz komünistler için.

Hesap vermez, bunun ne anlama geldiğini bilmez ya da unutmuş bir bürokrat  

narsist yöneticilik tarzı ve yönetici tipinin ve kadro politikasının  

Marksizm-Leninizm’le bir ilişkisi yoktur.  Bu kültte, kültü temsil eden  

yöneticiler başarısız olsa bile yerinde oynamaz, oynatılamaz ve giderek  

böyle bir yönetici bir katman oluşur ve gelişir. Ya da kadrolar değişir ama  

aynı zihniyet, tarz, politika bu külte endeksli kendini üretir.  

Yöneticilerinin kitle ve kadrolar nezdinde ciddi bir saygınlığı kalmadığı  

koşullarda bile bu yöneticiler ve sözde önderler  “önder”liğini,  

“önder”liklerini mutlak, vazgeçilmez ve ömür boyu sayarlar. Aslında  

deneyimin gösterdiği gibi, bu zihniyet ve tip, komünist hareketteki küçük  

burjuvaziyi ifade ederler. Yeni tip burjuvaziye sıçrayan Kruşçevlerin,  

Brejnevlerin yaşamında aynı zamanda işte bu gerçekler yatar.

  Kişi ve önder kültü, bürokratizm, kariyerizm vb. gibi hastalıklar,  

komünist partilerdeki hataların, eksikliklerin, zaafların gelişip tasfiyeci  

bürokratik çürümeye dönüşmesinin ifadesidirler. Bu tablo, komünist  

hareketin ideolojik, siyasi, örgütsel-pratik olarak silahsızlandırılmasını  

yansıtır. Tarihten çıkan derslerin ışığında vurgulanması gerekir: Sorun ya  

da sorunlar, buna yol açan zihniyetle, önderlik anlayışı ve çalışma tarzı  

ve kadro politikası ile çözülemez. Sorunun kaynağı olan, sorunun kendisini  

temsil eden, bir parçası hale gelen şeyle; sorunların çözümünü ve verili  

durumun ilkeli ve köklü aşılmasını engelleyen zihniyet, tarz ve insan  

unsuru ile sorun ya da sorunlar çözülemez. Bunda direnmek, durumun  

teorisini yapmak, zevahiri kurtarmak, bürokratizmdir, tasfiyeciliktir,  

kariyerizmdir. Bu, hiçbir komünist partisini geleceğe taşıyamaz. Dünya  

deneyleri bunu yeterince kanıtlamıştır. Kuşkusuz ki, bu toprakların  

deneylerinin de derin incelenmesi gerekmektedir. Ama her halükarda mücadele  

dinamiktir. Mücadele yolunu açacaktır. Mücadelenin önünde engele dönüşmüş  

olan şeyle hesaplaşmak, derslerini çıkarmak, yeni ve daha yüksek bir  

donanım kazanmak şarttır. Küçük burjuva kirlilik ve çürüme komünist özün  

üzerine çöreklenebilir, o öz, görünmez hale gelebilir ve yaman çürümelere  

yol açabilir. Proletarya bu kirlilik ve çürümeden arınarak yoluna devam  

edebilir. Sorunun kaynağı küçük burjuvazidir; onun teorik, ideolojik,  

politik, örgütsel-pratik tasfiyeciliğidir. İşte, Uluslararası Komünist  

Hareket’in tarihinde hesap vermeyen, eleştiri ve özeleştiriyi yozlaştıran,  

tüm değerlerin köküne kibrit suyu döken ilke, ahlak, vicdan tanımayan,  

tarihi ve güncel değerler üzerinde hokkabazlık ve hovardalık yapan söz  

konusu küçük burjuvazidir. Koca tarihin gördüğü en yetkin parti olan SBKP  

(B)’yi, sosyalist sistem ve kampı bozarak çürütüp yıkan, Uluslararası  

Komünist Hareket’te acılarını bugün bile canlı olarak yaşadığımız yıkımları  

yaratan emperyalizm, faşizm vs. olmamıştır. Onların bu yıkımdaki rolü daha  

ziyade dolaylı olmuştur. Onlar bunu başaramamıştır, her saldırılarında  

yenilmiş ve geri kaçmak zorunda kalmışlardır. Söz konusu yıkımları yaratan,  

emperyalizmin, faşizm ve gericiliğin aktif desteğine sahip olmuş komünizm  

vs. kılıklı küçük burjuvazi olmuştur. Buna da yol veren zaaflar tam da  

komünist partilerin bağrında doğup gelişerek yeni tip burjuvaziye ve  

kapitalizmin restorasyonuna yol açmıştır. Demek ki, artık eski bakış  

açısıyla komünist partilerdeki, sosyalizmdeki küçük burjuvaziye,  

revizyonizm ve tasfiyeciliğe, bürokratizme karşı yeterince mücadele  

edilemez; açık ki yeni bir donanım, yeni tip bir gelişme ve savaşım çizgisi  

gerekiyor…

Teorik-ideolojik zayıflık ve gerilik, deneyim eksikliği, tarihten yeterince  

öğrenememe, sınıfın tarihsel ve güncel misyonunun arkasında ilkeli bir  

sağlamlıkla duramama, proleter kolektivizm ilkesinin güçten düşmesi vb.,  

tüm bunlar, komünist partilerde Marksist-Leninist bağışıklık sistemini  

zayıf düşürür. İşte bu durum, burjuva kuşatma altında olan komünist  

partilerdeki küçük burjuva potansiyeli etkinleştirir, oportünizme,  

revizyonizme, bürokratizme, külte uygun elverişli bir ortam yaratır.  

Böylece komünist partiler niteliksel bakımdan yavaş ya da hızla nitelik  

kaybı sürecine girer. Bu süreç ilkeli bir şekilde, teoriye ve tarihsel  

deneyime, komünist devrimci birikime dayanılarak önlenemediğinde ise sonuç,  

ölümdür. Fakat biliyoruz ki, bu bir kader değildir, devrimci proletarya  

daima kendi yolunu açmasını ve yürüyüşüne devam etmesini bilmiştir.  

Kısacası, Uluslararası Komünist Hareket’in tarihinin hem nitelikli,  

gelişkin deneyiminden, hem de zayıf, güçsüz, zaaflı yanlarından  

öğrenmesini, yeni tipte ve tarzda bir donanım geliştirmesini öğrenmek ve  

yetkinleşmek gerekli ve kaçınılmazdır. Burada da tarihin diyalektik  

materyalist, Marksist-Leninist analizi ve sentezi başköşede oturmalıdır.


Saygılarımızla,

Hasan Ozan | hasan.ozan62@gmail.com


Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.