SOSYALİZMİN DENEYİMLERİ, BÜROKRATİZM VE “KÜLT” ÜZERİNE
Hasan Ozan,
24 ARALIK 2012
Uluslararası Komünist Hareket’in, sosyalist inşanın ve kapitalizmin
restorasyonu deneyimlerinin eleştirel incelenmesi, ilkeli bir özeleştiri
hareketinin örgütlenmesi; teorinin, teorik ve pratik çalışmaların
zenginleştirilerek geliştirilmesi dünya komünistlerinin önündeki yaşamsal
görevlerdendir. Bu sorunların zamanında ele alınmaması, çözülememesi öncü
değil, artçı bir önderlik anlayışı ve çalışma tarzını ifade ettiği
vurgulanmalıdır. Bu durum, öncesi bir yana, Kruşçevci modern revizyonist
karşı devrimin 1956 yılında politik iktidarı ele geçirmesinden bu yana
geçen tarihsel kesitte, bir dizi gelişme aşamasından geçen Uluslararası
Komünist Hareket’in, yapısal ve tarihsel zafiyetleriyle bağlıdır.
Söz konusu tarihsel çizgi ve geleneğe bağlanan Türkiyeli komünistler de aynızafiyetlerle şekillenmiştir. Dar pratikçi, idareimaslahatçı önderlik
anlayışına ve çalışma tarzına bağlanmış Türkiye komünist hareketinin
teoriye hakimiyet zayıflığı, tarihsel deneyime eleştirel hakimiyet
zayıflığı, teoriyi, teorik çalışmayı ihmal zafiyeti; hareket halindeki
somut tarihsel gerçekliğin analiz ve sentezindeki ağır zafiyetler;
önderlik, önderleşme iddia ve misyonunun arkasında duramama söz konusu
tarzın bazı görünümleridir. Kuşkusuz ki Türkiye komünist hareketinin söz
konusu zaaflarının, daha geniş anlamda önderlik ve çalışma tarzındaki
zaaflarının nedenini sadece Uluslararası Komünist Hareket’e yıkmak,
objektif bir değerlendirme olmayacaktır. Dahası, sorumluluk, öncelikle
komünist hareketin omuzlarındadır. Açık ki bu bakımdan da komünist
hareketin kendi zaaflarının sorumluluğunu cesurca ve özeleştirel üstlenmesi
gerekir…
Türkiye komünist hareketinin önderlik anlayışı ve çalışma tarzı bakımından
kendi zaaflarına saldırarak aşma girişimleri daima yarım kalan, kendi
doğrultusunda istikrarlı gelişemeyen atılımlar olarak kalmıştır. Öncesi bir
yana, Birlik Devrimi atılımı kendi özgün temel ve iddiası doğrultusunda
bütüncül bir gelişme hattında ilerleyemedi; dahası, giderek kendisine
yabancılaşma sürecine girdi. Lenin’in, “…geleneklerde eskinin izlerinin
devrimden sonra belli bir süre yeninin embriyoları karşısında ağır
basacağını da biliyoruz. Yeni henüz ortaya çıkmışsa, belli bir süre eski
hep daha güçlü kalır, bu hep böyledir, gerek doğada gerekse de toplumsal
yaşamda.” vurgusu Birlik Devrimi gerçekliği için de geçerli ve yol
gösterici bir saptamadır. Yeni, özellikle de kendi özgün temellerine
oturarak istikrarlı bir gelişme çizgisinde kendisini üretecek bir gelişme
aşamasına gelinceye dek, doğal ve kaçınılmaz olarak, “eskinin izleri”ne
karşı çetin bir mücadele sürecinden geçecektir. İşte bu süreçte, eskiyle
yeni arasında sayısız biçimlere bürünen bir çetin mücadele, gelişmenin
itici gücüdür. Çünkü “Gelişme karşıtların mücadelesidir.” Yeninin zaferi,
tek bir atılımdan oluşmaz, aksine, bu mücadelede yeni, kendini, yeniden ve
yeniden daha üst düzeyde üreterek eski karşısındaki zaferini güvenceye
almak zorundadır. Tüm bu süreçte, Lenin’in dediği gibi, “Yenin
embriyonlarını özenle incelemeli, onlara en büyük itinayı göstermeli,
gelişimini tüm olanaklarla teşvik etmeli ve bu zayıf embriyonları
‘beslemeliyiz’.” İşte bu özen, teşvik, “besleme”nin zayıf düştüğü
koşullarda eskinin yeni üzerinde hegemonya kurması da kaçınılmazdır. Evet,
tarih tekerrür etmez. Tarihin tekerrürden ibaret olduğu iddiası hem
diyalektiğe, hem de materyalizme aykırıdır. Ama tarih, yeni koşullarda,
yeni bir biçimde yolunu düzleyerek akışına devam eder. Önemli olan sürecin
dersleridir, bu derslerin pratik-politik bir donanım derinliğine dönüşerek
savaşçı nitelik ve yeteneği geliştirmesi ve önderleşmenin sınıfa ait
tarihsel misyon çerçevesinde pratikleşmesidir.
Burada vurgulanması gereken şey, şudur: Birlik Devrimi ile yaratılmış olan
tarihsel sıçrama ve bu sıçramayla yaratılmış olan tarihsel fırsat, güç ve
birikim, iç ve uluslararası alanda komünist hareketin tarihsel
zafiyetlerinden köklü ve bütüncül kopuşalamadığı için yeterince
değerlendirilemedi. Gerçekleşen atılım öncüyü aştı. Yeni dönemin yeni
koşulları ve imkanları, stratejik bir bakış açısıyla değerlendirilemedi.
Yeni dönemin teorik, politik, örgütsel-pratik görevlerine yanıt
verilemeyerek geriye düşüldü. Yarı-kendiliğindenci, idareimaslahatçı tarz
baskın hale geldi. Eski zihniyet, eski gelenekler, eski zaaflar, yedi canlı
olduğunu kanıtladı. Birlik Devrimi ile gerçekleştirilen niteliksel atılıma
karşın, eski, kendisini, yeni dönemin koşulları içerisinde, yeni bir
biçimde üreterek hegemonyasını kurmayı başardı. Böylece, yeni tarihsel
dönemde, ilk atılımının ardından, eski, yeninin kendini daha yüksek bir
nitelik içinde, çözüm gücü ve savaş yeteneği olarak üreten atılımlarla
ilerlemesine ket vurdu. Bu, aynı zamanda Birlik Devrimi’nin birlik,
partileşme, politik atılımda ifadesini bulan özgün temelleri üzerinde
kendini üreterek geliştiremediğinin, hızla tutuculaşarak yeni tip
muhafazakarlığın tutsağı haline geldiğinin de tipik bir ifadesi oldu. Yeni
tip muhafazakarlığın temel karakteristik özelliği, yenilikçi söylemin içine
tutunarak gelişmeyi önlemesinde; sınıf hareketine bağlanan, teorik ve
pratik çalışmanın bütünselliğine oturan, stratejinin yönettiği bir savaşım
hattının gelişmesini önlemesinde, giderek temel çizgiden sapmasında
ifadesini buldu. 40 yıllık bir devrimci tarihin, 30 yılı aşkın bir komünist
devrimcilik tarihinin, 20 yıla yaklaşan bir birlik devrimi tarihinin
ardından geldiğimiz yer, bulunduğumuz nokta, artık kızıla bürünmüş parlak
laflar ve iddialarla, kimseyi tatmin etmeyecek “analiz”lerle, ajitatif
söylemlerle yok sayılamaz ya da görmezden gelinemez. Artık komünistler,
daha soğukkanlı bir zihniyet ve duruşla gerçeğin gözünün içine bakabilmeli,
geçmişten geleceğe gerekli dersleri çıkarabilmeli, Bolşevizm’e özgü tarzda
eleştiri ve özeleştiri silahını kuşanabilmelidirler. Tek çıkış yolu budur.
Bu girişle birlikte konuya geçebiliriz.
20. yüzyılın sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin aşılması gereken temel
zaaflarının başında önderlik kültü gelmektedir. Sorunun bu yanı da,
“SSCB’de Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları, Tarihi Dersler”
kitabımızda kapsamlı bir tarzda incelenmiştir. Dolayısıyla burada sorun,
sınırlanmış bir tarzda ele alınacaktır. Aslında bu kült, Türkiye devrimci
hareketinin temel zafiyetlerinden birisini oluşturmaktadır. Sorun, genel
bir sorundur. Türkiye devrimci hareketinin, önderlik kültü de içinde olmak
üzere, önderlik anlayışı ve çalışma tarzının deneyimlerinin, bir bütünlük
içerisinde ayrıca incelenmesi ve ideolojik mücadelenin konusu yapılması
gerekmektedir…
Önderlik kültü, önderliğin idealize edilmesi, tabulaştırılması,
putlaştırılması, tapınılması teorisi ve pratiği üzerinde yükselmektedir.
Kişi kültü, önder kültü, önderlik kültü, genel sekreterlik kültü,
yöneticiler kültü, parti kültü, devlet kültü söz konusu kültün değişik
formlarını oluşturur. Teorisi yapılsın veya yapılmasın, önderlik kültü bir
sisteme dayanır. Bürokratik elit bir kadro partinin üstünde, ayrıcalıklı,
dokunulmaz bir yerde durur. Uluslararası Komünist Hareket’in ve sosyalizmin
tarihsel deneyimlerinin de kanıtladığı gibi, bu kült Marksizm-Leninizm’e,
Bolşevik önderlik teorisi ve pratiğine; çalışma tarzı ve kadro politikasına
kesinkes aykırı ve tümüyle küçük burjuva bürokratik karakterdedir. Küçük
burjuva oportünizminin bir tezahürüdür. Tasfiyeciliğin, bürokratik
çürümenin anlatımıdır. Dolayısıyla önderlik kültüne, onun değişik
biçimlerde ortaya çıkan versiyonlarına karşı mücadele, oportünizme,
tasfiyeciliğe, bürokratizme, kariyerizme ve görüngülerine karşı mücadele
demektir.
Önderlik kültü zihniyeti ve çalışma tarzı, kadro politikası, gelişimi
önlenemediğinde, doğal ve kaçınılmaz olarak, zamanla partileri yozlaştırır,
eğer parti iktidardaysa, partinin, proletarya diktatörlüğünün, sosyalizmin
yıkımını, yenilgisini ve tasfiyesini getirir ve getirmiştir. Öncülleri ne
olursa olsun, hangi saiklerle uç verip gelişirse gelişsin, bu kült
geliştiği oranda, kendi doğasına uygun bir önderlik anlayışı ve pratiğini;
yönetme ve yönetilme ilişkisini ve kadro politikasını geliştirerek
kendisini üretir. Bu kült bir komünist partisinde iktidarlaştığında,
politik iktidara damgasını basarak hegemonyasını kurduğunda, doğal olarak,
önderlerle parti, devletle sınıf ve kitleler, yöneten yönetilen
ilişkilerinde kendisini yeniden ve yeniden ama daha üst düzeyde üreterek
inşa eder ve yetkinleştirir. Tabii ki burada önemli olan şey, tarihten
çıkarılacak eleştirel derslere dayanarak teorik ve ideolojik bakımdan
yenilenerek, ideolojik, siyasal, örgütsel bakımlardan silahlanıp, “tarihin
tekerrürünü” önlemektir. Bu ise ancak sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin
ve kapitalizmin yeni tarzda restorasyonunun deneyimlerinin eleştirel
değerlendirilmesi bağlamında çıkarılacak derslerle, bu derslerin
pratik-politik donanıma dönüştürülmesiyle başarılabilir. Bu görev henüz, iç
ve uluslararası planda, derinlikli ve bütünlüklü bir şekilde yerine
getirilmemiştir. Sorun, oldukça gecikilmiş de olsa, hala çözüm bekliyor.
Doğru olan şey, bu adımı ikircimsiz atmaktır. Hatırlatmak bile gereksiz,
idareimaslahatçılıkla yürümek daima kaybettirmiştir ve daima da
kaybettirecektir. Geçmeden, sorunu incelerken, Marks’ın, “Dış görünüş ile
şeylerin özü eğer doğrudan doğruya çakışsaydı, her türlü bilim gereksiz
olurdu.” sözlerini rehber almanın gereğine özellikle dikkat çekmek isteriz.
Önderlik kültü gelişerek yerleşiklik kazandığında partide, devlette,
ekonomide, toplumsal psikolojide, yöneten ve yönetilenler ilişkisinde vb.
ortaya çok yıkıcı sonuçlar çıkar. Yanılmazlık ve kendine tapınma, kendini
tabulaştırma, tabulaştırmayı meşrulaştırma söz konusu kültün merkezinde
durur. Bu durumda önderlik kültünü temsil eden elit, eleştiri ve
özeleştirinin dışındadır. Hem resmi hem de fiili ayrıcalıklarla donanır.
Parti ve kadroların, sınıfın ve kitlelerin denetimine tabii değildir. Hesap
vermez, hesap sorulamaz bir yüksekliğe yerleşir. Önderlik kültü üstünde
yükselen liderlik ve çalışma tarzı bürokratik merkeziyetçiliğe dayanır.
Benmerkezcilik, aşırı kibir, kadroların, örgütlerin, yerel örgütlerin,
kitlelerin küçümsenmesi, eleştirilerin bastırılması, zaafların yanılmaz
elit dışına yıkılması, hesap vermezlik, bağımsız komünist kişiliğin
tasfiyesi, kadro politikasında çifte standart bu önderlik anlayışı ve
çalışma tarzını bütünler. Bu sistemde “önder”ler kendi yandaşlarına
dayanarak yapıyı yönetirler. Bu sistemde, kolektivizm, kolektif önderlik,
kolektif parti işlerliği, parti içi demokrasi, herkesi bağlaması gereken
parti yasalarına bağlılık biçimseldir. Tüm bunlar kültü bağlamaz, kült tüm
bu değerleri kağıt üzerinde bırakır ve duruma göre de kağıt üstünde kalan
şeyi kendi lehine fütursuzca kullanır. Kişi, yönetici, önder kültü bağımsız
inisiyatifi, özerkliği boğar. Görevin gerekleri kişinin uyumu, yeteneğe
göre iş ilkesi yerini, külte tabii olan, boyun eğen, külte göre biçimlenen,
biçimlendirilen kadro ve örgüt tipine bırakır. Kadrolardan, örgütlerden,
kitlelerden istenen tek şey yanılmaz “etkin birey”lerin, “yetkin”
liderliğin, “stratejik önderlik”in, yöneticilerin kararlarına,
direktiflerine eleştirisiz ve mekanik bağımlılıktır. Partiden, alt örgüt ve
kadrolardan, tabandan ve kitlelerden istenen tek şey, bağımlılık temelli
ilişkilenmedir; bilimsel devrimci bağlılık değil, bağımlılıktır.
Eleştiriden ve hesap sormadan uzak aktivite ve bağımlılıktır. Bu kültte ve
çalışma tarzında bağımsız irade, eleştiri ve mücadele gücüne sahip kadrolar
bir tehlike kaynağı olarak görülür; tehlike kaynağı ve rakip görülen
kadrolar etkisizleştirilir. Gözdağı verme, yıpratma, burun sürtme, irade
kırma, şaibe yayma, gözden düşürme, etkisiz eleman konumlarına sürme, küçük
burjuva psikolojik savaş yöntemleriyle teslim almaya çalışma, olmadı mı
tamamen tasfiye etme bir politika düzeyine yükselir. Hedef haline getirilen
kadrolar provoke edilir. Boğucu atmosferin dayanılmaz cenderesine sokulan
ve hileli yöntemlerle bırakıp gitmesi için özellikle zorlanan kadrolardan
bu baskı ve imhaya boyun eğmeyenler ya da bu baskılara dayanamadıkları için
tepkiyle çekip giden kadrolar örnek gösterilir: Bakın işte, gördünüz değil
mi! İşte önderlik kültüne, pardon, “parti önderliğine”, “parti”ye, “parti
tarzına” karşı çıkmanın sonu…
Eleştiri ve özeleştiri, tek yanlı bir biçimde önderlik kültünün, bu kültün
yansıma biçimlerinden olan “etkin birey”lerin, “etkin yönetici”lerin aktif
ya da pasif onaylanmasına ve onayın pekiştirilmesi derekesine düşürülür.
Özü, eleştiri ve tartışma özgürlüğü olan iç demokrasi tasfiye edilir ve “iç
demokrasi”, “yetkin” önderliğin, önderlik kültünün onaylanmasının ve
meşrulaştırılmasının araçlarından birisi haline getirilir. Seçim ilkesi
biçimselleşir, atama yöntemi kural haline gelir. Demokratik danışma
mekanizması vb. işlevsizleştirilir. Kongre, konferans vb. gibi yaşamsal
araçlar giderek işlevini yitirir, düzenli toplanmamaya, düzenli işlevli
araçlar olmaktan çıkarak giderek zaman aralığı uzayacak, zamana yayılacak
tarzda toplanmaya başlar. Böylece ve bir de bu yoldan bu araçlar da
etkisizleştirilir. Etkin kolektif parti, devlet, ekonomi organları yerini
“etkin birey”lere, dar yürütme kurullarına bırakır. Disiplin, önderlik
sopasına, önderlik kültünün onaylanmasının aracına dönüşür. Tüzük, yasa,
disiplin “önder”, “önderler”, yandaşlar için değil kadrolar ve örgütler,
sıradan kitleler için geçerli ve bağlayıcıdır. “Doğru”lar, önderlik kültünü
onaylatmanın aracına döner. Biçimcilik, canlı içeriğinden koparılmış,
kopmuş doğruların biçimsel tekrarı karakteristiktir. Kağıt üzerinde başka
şeyler, hayatın içinde bambaşka şeyler yapılır. Bu bir kişilik
parçalanmasıdır, “çok dinli” insan tipinin her alan ve düzeyde ortaya
çıkışı ve yükselişidir. Devrimci otorite bürokratik otoriteye, demokratik
merkeziyetçilik bürokratik merkeziyetçiliğe dönüşür. Kolektif önderlik
bireysel önderliğe, “etkin birey”lerin, kafa dengi insanların
inisiyatifine, kolektivizm “etkin birey”lerin vasat bir uzantısına dönüşür.
Parti ve organlar, yukarıdan aşağı sözde etkin bireylere dayanan ve işleyen
bir aygıta dönüşür. Denetim bürokratik denetime dönüşerek söz konusu kültün
yerleştirilmesinin, önünün açılmasının, tasfiyeci zihniyet ve duruşun aracı
haline getirilir ve gelir.
Önderlik kültünde, önderler partiye değil parti önderlere tabiidir.
Önderlik kültü, teslimiyet ister. Bağımsız devrimci eleştiriden ve
dirençten ölesiye korkar. Her şeyi bürokratik kontrol altında tutmaya
çalışır. İktidarını içselleştirecek, sürekliliğini güvence altına alacak
bir hareket tarzı izler. Süreçleri, dönemeçleri, an’ı, başarı ve
başarısızlıkları buna göre değerlendirir. “Eleştiri”r, suçlar, şaibe
yaratır. Sorumluluklarını örter. Günah keçileri yaratır. Hesap vermez, ama
fütursuzca hesap sormaya kalkar. Özeleştiri vermez, burnundan kıl aldırmaz
ama “özeleştiri”, bir diğer ifadeyle, biat ister ve dayatır. Tabii ki
“özeleştiri” külte uygun olmalıdır. Kültü kutsayarak yüceltmelidir. Bu
kültte ölçütler, nesnel ve denetlenebilir değildir. Komünist partileri
komünist yapan, ayrımsız herkesi bağlayan ortak ölçütlere ve değerlere
dayanmaz. Kültün ölçütleri çifte standarda dayanır; kanıtlara, tanıklara,
belgelere, gerçeklere, ilkeli işlerliğe dayanmaz, ilkeli yapıcılığa ve
yoldaşça ilişkilenmeye gereksinim duymaz. Zaten bu kaygıyı da taşımaz.
Manipülasyon tipik özelliğidir. Bu zihniyette iktidar amaç, gerisi araçtır.
Önemli olan kültün iktidarına boyun eğilmesidir, iktidarın
sağlamlaşmasıdır. Burada söz konusu olan, küçük burjuvazinin özel
mülkiyetçi bireyci dünyası ve bencilce iktidarıdır. Bu iktidar hastalığının
adı, küçük burjuva kariyerizmidir. Bu kültte parti, kültün özel mülkiyeti
olarak görülür, giderek bu, küstahça ilan edilir; tabii ki tüm bunlar bir
süreç üzerinden, hazırlık, güç biriktirme, fırsatları lehine kullanma,
manevralar yapma vb. gibi bir gelişme kesitinin üzerinde yükselir. Ve
kuşkusuz ki tüm bu süreç, daima, yenilikçi lafazanlığın perdesi arkasında,
devrim, sosyalizm, komünizm suretine bürünerek gelişir, geliştirilir.
Bu kültte, kadro politikası, “empati” ve “sempati”, külte göre, külte
dayanan anti-patiye göre ayarlanır, biçimlenir, işler. Kafa dengi
kadrolarla işi götürme tipiktir. Küçük burjuva ekipçi mantık çarpıcıdır.
“Kafa dengi” görülmeyen kadrolar kolayca hedef tahtasına oturtulur ve insan
harcamada da çok oburdur bu kült. Bu kült kendi “prototip”lerini yaratmaya
dikkat eder, tabii ki kulağın boynuzu geçmemesi koşuluyla. Bu kültte
oportünizmle, bürokratizmle, tasfiyecilikle, parti çizgisinden sapmalarla
uzlaşmayan, oportünizmin ve tasfiyeciliğin bir türevi olan önderlik kültüne
karşı mücadele edenlerle, eleştirenlerle, ilkeli bağımsız devrimci kişilik
sahibi kadrolarla ilişkileniş güvensizlik ve tasfiyecilik üzerinde
yükselir. Bu zihniyet, yanılmazlığın ve mükemmelliğin karakteri olduğunu
düşünür. O olmazsa mutlaka kötü şeyler olacaktır. İşler batacak veya
batırılacaktır. O daima kurtarıcı, “en devrimci”, devrimci başarıların ve
gelişmenin tek sigortasıdır! İyi, güzel, başarılı olan ne varsa, hangi
dönemler varsa ona aittir, kötü, geri, başarısız ne varsa, hangi “dönem”ler
varsa onlar da başkasına, başkalarına ve “taktik önderlik”lere vs.
mahsustur. Yani önderlik kültü şirazesinden çıkmış bireyciliktir; ve daima
narsizmin abidesi ve karargahı olarak davranır.
Önderlik kültü, önderlik kültü söz konusu olunca stratejik düşünür. Ama
mücadelenin stratejik sorunları ve geleceği söz konusu olunca taktik
düşünür ve davranır. Kısa erimli başarılarla önderlik kültünü güvence
altına almaya çalışır. Erken baş dönmesine tutsaklık bu kültün bir
unsurudur. Stratejik başarıyı yaklaştıracak taktiksel gelişme hattında
savaşı yönetemez. Stratejiye bağlı çalışma ve gelişme hattı onda yoktur.
Taktik başarılarla tatmin olur, olunmasını ister ve bunu dayatır. Küçük
veya büyük taktik başarıları stratejik gelişme hattına, büyük geleceğe
tabii kılmayı bilmez. Erken başarı peşinde koşar. Sabırlı değildir.
Yüzeyselliği ve sabırsızlığı erdem olarak sunar. Çünkü tüm derinlik iddiası
ve gösterisine karşın ufku dardır ve yüzeysellikle şekillenmiştir. Yenilik
söylemini dilinden düşürmez ama eskiye saplanır kalır. Tarihsel gelişmeden
ve deneyimden ders çıkararak bütüncül bir yenilenme hattında kavgayı
büyütemez. Kendini tekrarla sonuçlanan bir statükoculuğun,
idareimaslahatçılığın hem temsilcisidir hem de kurbanı. Çünkü bu zihniyetin
proletaryanın Marksist-Leninist perspektifinden politik iktidar bilinci,
stratejik ufku gelişmemiştir. Yenilikçi mayası zayıftır. Yenilikçi
atılımlar karşısında coşar ve kendini kaybeder. Zafer sarhoşluğu içerisinde
kendini kaybederek “ne oldum delisi”ne döner. Yeniyi sınırlı ölçekte
bilince çıkarmıştır. Böylece eski, yeninin içinde yeni tip bir tutuculuk
olarak dar pratikçi, idareimaslahatçı ilkelliğe ve önderlik kültüne
dayanarak kendini inşa eder.
Marksist-Leninist teoriye, ilkelere, programa ve stratejiye bağlılıkta
zayıftır. Yalpalar ama bunu da erdem olarak sunma becerisine sahiptir.
Eski, ıskartaya çıkmış teorileri, tezleri “yenilik” ve “açılım” olarak
pazarlamada beceri sahibidir. Fakat zaaflarını görme ve özeleştiri
yeteneğinden yoksundur. Teorik-ideolojik altyapısı zayıftır. Stratejik
gelişmeyi güvence altına alacak bir olgunluktan uzaktır ama kendini alem-i
cihan sayar. Bu zihniyet, gemiyi karaya oturtur ama yine de o daima
kurtarıcıdır, liderdir, eşsizdir, ayrıcalıklıdır. Kendi propagandasını iyi
yapar ve yaptırır. Torpil geçmesini bilir. Konumunu besleyecek,
güçlendirecek kadrolarla iş yapar. Onlara karşı koruyucu ve kollayıcıdır.
Kariyerizm, Makyavelizm, yetki gücüne dayalı iş bitirme tipiktir onda.
İktidar hırsı onu kör eder. İktidar hastalığı onu pençesine almıştır.
Devrimci eleştiri ve önerilere karşı daima kuşkuyla yaklaşır, altında bir
şeyler arar. Komplocu düşünür. Çünkü iktidarını bir gün kaybedeceği korkusu
hep ensesindedir. Kendini sağlama alma, sorunları ve zaafları başka yerlere
yıkma, liyakatsız, dalkavuk, belkemiksiz, kendisiyle uyumlu tipleri bu
yüzden toplar çevresine, gerektiğinde de ucuza harcar. Bu zihniyet, bir
çırpıda değil ama kadroları zamanla bozar. Güçler dengesine göre oynar.
Gelişimi önünde engel olduğunu düşündüğü kadroları güç dengelerini kendi
lehine düzenleyerek, herkesi bağlayan yasaları hiçe sayarak tasfiyeye
yönelir. Külte endeksli pragmatiktir. Yeteneklerinden büyük hırsları
vardır. İçten pazarlıklıdır. Saman altında suyu akıtır. Tabii oldun mu
“empati” yeteneği insanı cezbeder. Zaten “empati”si, “zarafet”i kendisine
sempati duyana, boyun eğene, sadakat gösterenedir. Etrafında sempati halesi
oluşturmaya da daima kurnazca özen gösterir. Söz konusu küçük burjuva
kültte partiye, davaya, kavgaya, ideallere bağlılık, “etkin birey”lere,
“stratejik önderlik”e bağlılık olarak şekillendirilir. Ve bu, sistematik
bir manipülasyona dayalı tarzda geliştirilir. “Fırsat”lar buna göre
değerlendirilir. Vurgulamak gerekir; bürokratizm, elitizm, oportünizm,
tasfiyecilik bir kene gibidir; kenenin anestezi yaparak insan bedenine
sızması gibidir. İlk anda hissedilmez, kene vücuda yerleşir, beden adım
adım zehirlenir, fark edildiğinde iş işten geçmiş bile olabilir. SSCB
deneyinde, Arnavutluk deneyiminde tüm bunları çarpıcı bir tarzda
görmekteyiz.
Önderlik kültünde tek ölçü, iktidardır. Kuşkusuz ki önderlik kültüne
dayanan bir iktidar! Tabii ki küçük burjuvaziye özgü bir iktidar hırsıyla!
Enver Hoca’nın vurguladığı gibi, “Sınıfın eğitimi ve ruhuyla donanmış
olmayan bir kadro, eline fırsat geçtiğinde Parti’yi ve yığınları hiçe
saymaya hazırdır.” Tarihi tecrübelerimizden de bunu iyi biliyoruz. Biçimsel
bakımdan parti çizgisine bağlı, parti ağzıyla konuşan ama parti çizgisinin
ve direktiflerinin ideolojik-siyasi içeriğini kavramaktan uzak ya da
yüzeysel, pratikte bu çizgi ve direktiflerin devrimci ruhunu boşaltan
bürokratik tarza ve insan tipine (“Bürokratın en tehlikelisi komünist
bürokrattır.”-Stalin) karşı ısrarlı bir mücadele geliştirmek gerektiği
açıktır. Yöneticilerin, önderlerin “önce komünist sonra yönetici” (Enver
Hoca) olduklarını unutmaları oldukça sık görülen bir küçük burjuva
bürokratik ve narsist hastalıktır. Kendilerini partiden daha fazla
önemseyen “önder”ler, kendilerini yönettikleri örgütlerden daha fazla
önemseyen “yönetici”ler, Marksizm-Leninizm’i özümseyememiş önderler ve
yöneticilerdir. Bu tiplerin eline fırsat geçtiğinde, ki bu hiç de az
görülen bir durum değildir, partiyi de, sınıfı da, kitleleri de ezip
geçerler ya da ezip geçmeye çalışırlar. Bu tipler, mutlak itaat isterler,
ayrıcalık isterler, kendilerini ayrıcalıklı, her şeyin sahibi ve efendisi
gibi görürler. İlkeleri, herkesi bağlayan çizgi ve yasaları çiğnemeye daima
hazırdırlar ve ilk fırsatta da çiğner ve bambaşka mecralara doğru akar
giderler. Ama yapıp ettikleriyle verdikleri zararlar salt kendileriyle
sınırlı değildir, dahası, asıl yıkımı Uluslararası Komünist Hareket, parti
ve değerleri yaşar.
Bürokrasiye, külte karşı mücadelenin tek bir kampanyayla, salt idari ve
teknik tedbirlerle, bürokrasiye karşı gürlemekle sınırlanamayacağı ve
başarılı olunamayacağı açıktır. Bürokrasiye, küçük burjuva külte ve
bürokratik yozlaşmaya karşı mücadelenin tüm bir tarihsel süreci,
kapitalizmden komünizme geçiş sürecini kapsayacağı; bu mücadelenin bugün
ideolojik, siyasal, örgütsel, yarın yönetici bir sınıfın her cepheyi
kapsayan bir mücadelesi olacağının daima vurgulanması gerekir.
SSCB’nin deneyimlerinden biliyoruz: Bürokratikleşme, bürokratik çürüme
süreci öyle bir süreçtir ki sosyalizm adına sosyalizme yabancılaşan, çok
dinli, pragmatik, oportünist, entrikacı, komplocu, içten pazarlıklı,
yetkilerini çıkarları için kullanan, övgü bekleyen ve övülmekten hoşlanan,
ayrıcalıklı, hakları yalnızca kendisi için isteyen ve bunu kendi doğal
hakkı olarak gören, hakların kendine yükümlülüklerin “sürü”ye özgü olduğunu
düşünen makyavelist, egoist, narsist; ve parti, sosyalizm, devrim, feda,
bürokratizme karşı mücadele vb. değerleri ağzına sakız yapmış dejenere
insan tipini de yaratmıştır.
Bu aşağılık tipin sosyalizmle, yeni insan tipiyle, devrim ve sosyalizm
sürecinde harikalar yaratan, bedel ödemekten kaçınmayan, büyük atılım ve
zaferlerin altına imza atan, yeni insan tipini oluşturmaya başlayan Sovyet
komünistleri ve emekçileriyle gerçekte hiç bir ilişkisi yoktur. Ama bu tip,
çağın ve mücadelenin her aşamasında görülen bir tiptir.
Yaşam, her zaman için teoriden daha zengin ve karmaşıktır. Teori, yaşamı
ancak yaklaşık olarak yansıtabilir. “Teori gri, yaşam ağacı yeşildir”
sözlerini tam da burada anımsamakta ve üzerinde düşünmekte yarar vardır.
Sosyalizmin tarihsel deneyimleri de bu gerçeği çok daha çarpıcı bir tarzda
doğruladı. Yaşamı elbette ki ancak teori ile anlayabiliriz, ama hiçbir
zaman unutulmaması gereken bir temel gerçekte, yaşamın daima teoriden daha
zengin olduğudur. Yaşamı doğru okuduğumuz, deneyin eleştirisini teoriyi ve
pratiği geliştirmenin aracı olarak ele aldığımız oranda güçlü olacağımızı
bir an için bile unutamayız ve unutmamalıyız.
Sosyalist ülkelerin, başta da SSCB’nin kapitalizmin restorasyonu
deneyimlerinde ortak bir yön de, akıntıya karşı yüzmeyi bilen, bağımsız
kişilik sahibi, Marksizm Leninizm ve sosyalizm davası uğruna her an her
şeyini feda edecek çaplı devrimci önderlerin yetiştirilmesinde başarısız
kalınmış olmasıdır. Tarihinin bir döneminde bu bakımdan da yüksek
başarılara imza atmış devrimci proletarya, giderek bürokratik çürüme ve
tasfiyecilik sürecinde bu niteliklerini de tüketmeye başlamıştır. Yeni tip
burjuvazinin, modern revizyonist karşı devrimin söz konusu ülkelerde
iktidarı ele geçirerek kapitalizmin restorasyonu yoluna girmesine karşın
komünist partilerin önder kadrolarından bu sürecin karşısına doğru dürüst
dikilerek mücadele yürüten kadroların çıkmaması çok çarpıcı bir durumdur.
Bu olgu, bürokratizmin, bürokratik dejenerasyonun, önderlik kültünün ne
yaman çürütme gücüne sahip bir illet olduğunu göstermektedir. Bürokratizme
ve külte alışan, bürokratik yasallığın esiri ve kurbanı haline gelenlerin
beklenen devrimci komünist çıkışı yapamaması, ilkeli ve uzlaşmaz bir
mücadele yoluna girmemesi anlaşılırdır; anlaşılırdır ama çıkarılması
gereken dersler bakımından son derece uyarıcı bir deneyimdir.
“Kruşçev ve Mikoyan planlı çalıştılar ve Stalin’in ölümünden sonra,
Malenkov, Beria, Bulganin ve Voroşilovun yalnız kör değil, hırslı
olduklarının da ortaya çıkması ve her birinin iktidar için mücadele etmesi
sayesinde de faaliyetlerine açık saha buldular.
“Onlar ve başkaları, eski devrimciler ve dürüst komünistler artık
bürokratik alışkanlıkların baş gösteren bürokratik ‘yasallığın’ tipik
temsilcisi olup çıkmışlardı; bu ‘yasallığı’ Kruşçevcilerin açık komplosuna
karşı kullanmak için zayıf bir girişimde bulunduklarında iş işten
geçmişti.”(Enver Hoca)
Tarihin bu dersinin unutulmaması gerekir.
Bu olgu, bürokratik dejenerasyon tehlikesinin daha baştan engellenemezse,
komünistler, devrimci önderler, proletarya ve kitleler bu tehlike ve
yozlaşma karşısında güçlü bir donanımla silahlanmazsa ne yaman bir çürümeye
yol açtığının kanıtıdır. Bu olgu, sözde bürokrasiye karşı yaman savaşçılar
olarak ortaya çıkanların ne yaman ve ikiyüzlü bürokratlar olabileceğinin de
kanıtıdır.
Bu olgu sosyalist inşa sürecinde, yeni insan tipinin yaratılmasının nasıl
kesintiye uğrayarak, yeni insanın yetiştirmede başarısız kalınabildiğinin
göz çıkarıcı kanıtıdır.
Kuşkusuz ki, modern revizyonist bürokrat burjuva karşıdevrim ve kapitalist
restorasyon sürecinde sayısız komünistin, işçi ve emekçinin yüreği yanmış,
bir biçimde direnmişlerdir. Ama tarihin böylesine kritik an ve
dönemeçlerinde donanımsız olduklarından ve güçlü komünist devrimci önderler
ortaya çıkamadığı için karşıdevrim sürecine son tahlilde boyun eğmişlerdir.
Boyun eğmeyen ve direnenler ise zaten bin bir biçimde tasfiye edilmişlerdir.
Küçük burjuvazi, oportünizm ve tasfiyecilik, bencil iktidar hırsı bin
yüzlüdür, bin bir biçim altında ortaya çıkma yeteneğine sahiptir. Tarih,
komünistlere bir de buradan yol göstermelidir. Bu bağlamda Arnavutluk
Sosyalist Halk Cumhuriyeti’nin (ASHC) özgün deneyimlerinden de öğrenmek,
ideolojik, siyasal, örgütsel uyanıklığı keskinleştirmek gerekir.
Arnavutluk deneyimi kitabımızda incelenmiş ve ilk temel adımı oluşturan
eleştirel değerlendirmeler ve dersleri açıklanmıştır. Kuşkusuz ki bu
çalışmaların derinleştirilerek geliştirilmesi, pratik-politik bir silaha
çevrilmesi gerekir. Burada başlı başına girmeyeceğiz ama bu makale
çerçevesinde bazı olgulara işaret etmek de kaçınılamazdır.
ASHC’de kapitalizmin restorasyonu daha özgün koşullarda ve daha özgün
biçimlerde örgütlendi. Enver Hoca önderliğindeki AEP, eski sosyalist
ülkelerde gerçekleşen yeni tip restorasyonun özgün deneyimlerinden
yararlanarak sınıfı ve kitleleri eğitmeye önem vermeye çalıştı. Buna uygun
bir dizi tedbiri de yürürlüğe koydu; ancak buna rağmen, benzer bir
akıbetten, kapitalizmin restorasyonundan, kaçamadı. SSCB’de kapitalizmin
restorasyonu “Stalinizme karşı mücadele” bayrağı altında geliştirildi. Oysa
ASHC’de kapitalizmin restorasyonu Enver Hoca’nın yüceltilmesi bayrağına
sarılarak gerçekleştirildi. Evet, ASHC’de de kale içten fethedildi. ASHC
deneyinin özgün yanı, SSCB’den farklı olarak, işe Enver Hoca’nın eleştirisi
ve reddiyle başlanamadı. Görünüşte E. Hoca hep yüceltildi. Aliya ve kliği,
AEP’in, ASHC’nin Enver Hoca önderliği dönemini açık bir saldırıyla mahkum
edecek gücü kendisinde görmedi. Bu dönekler kliği, böyle bir yöntemle işe
başlamanın erken deşifre olmalarına yol açacağını ve kitlelerin desteğini
kaybedeceklerinin bilincindeydi. ASHC’de kapitalizmin restorasyonuna
girişilirken, işe hemen ve doğrudan E. Hoca’ya saldırarak girmeye cüret
edilmemesi, aslında Enver Hoca döneminde partiye, kadrolara, sınıfa ve
kitlelere verilmiş olan eğitimin etki derecesiyle, kapitalist restorasyon
deneyimlerinin sınıf savaşımında az-çok bir silaha dönüştürülmüş olmasıyla
bağlıydı. Bu gerçeği saptamak ve görmek gerekir. Kuşkusuz ki söz konusu
eğitimin yine de göreli bir anlamı olduğunu da unutmamalıyız.
Aliya revizyonizmi, kapitalist restorasyonu, “değişen koşullar”,
“dogmatizme karşı mücadele”, “tutuculuğa karşı mücadele”,
“Marksizm-Leninizmi geliştirme”, “eski ve tutucu zihniyeti aşma”, “yeni
koşulları dikkate alma”, “bürokrasiye, liberalizme karşı mücadeleyi
geliştirme”, “sosyalist demokrasiyi geliştirme”, “kitleleri yönetime
katma”, “toplumsal yaşamı demokratikleştirme”, “kapitalist restorasyonun
deneylerini geliştirme ve uygulama”, “bürokratik yozlaşmaya karşı mücadele”
vb. açıklamalar ve şiarlar altında örgütledi. Bu da ASHC’deki restorasyonun
özgün yanlarından birisini oluşturmaktadır. Restorasyon tehlikesine ve
bürokratizme, liberalizme, kapitalizmin restorasyona karşı mücadele slogan
ve propagandasının ardına gizlenerek kapitalizmi restore etmek, bu deneyin
ayırıcı niteliklerinden birisidir.
İşte bu deneyim bizlere, kapitalist restorasyonun deneylerinin daha
derinden çıkarılması gerektiğini, daha sistemli ve yetkin bir kuşanma
gerektiğini göstermektedir. Kapitalist restorasyona, bürokratik yozlaşmaya,
liberalizme, ayrıcalıklı katmanların oluşmasına, “kişi kültü”ne karşı
kükreyenlerin her zaman için doğru insanlar, izm’ler, partiler, önderler
olmayabileceğini, bir Troçkizm, bir Titoizm, bir Kruşçevizm, bir Aliya
revizyonizmi deneyiminden de görebilmekteyiz. En büyük ihanet ve
dönekliklerin, hizipçi ve kariyerist ve tasfiyeci nitelikli girişimlerin,
bireyci ve oportünist unsurların en yüce ideal ve sloganların arkasına
gizlenebileceklerinin, küçük insanların büyük amaçların ardına gizlenerek
çamur karakterlerini örtebileceklerinin vb. bilincinde olmak gerekir. Açık
ki, burada, Marksizm-Leninizm’le donanmanın, yeni derslerle kuşanmanın
yaşamsal önemini görüyoruz. Bürokratizme, bürokratik merkeziyetçiliğe,
bürokratik önderler kültüne, bürokratik çürümeye, bürokratik önderlik
anlayışı ve çalışma tarzına, bürokratik yasallığın uysal temsilcileri
haline gelmeye, vb. karşı yeni tip deneyimlerle donanıp yeniden biçimlenmek
gerekir. Bu donanım, ideolojik-teorik, siyasal ve örgütsel-pratik donanım
olmalıdır. Bu donanım ve yenilenme devrimci dinamizmi sürekli geliştirecek
bir duruşla biçimlendirilmelidir. Kolektivizmi, kolektif önderlik ve
işlerliği, kolektif aklı, proleter demokrasiyi, tabanın, alt örgütlerin,
kadroların, kitlelerin enerjik eleştiri ve denetimini ve katılımını
devrimci eylemin ateşi, örs ve çekici arasında yetkince
geliştirilebilmelidir. İlkeli komünist yenilenme, devrimci yenilik bilinç
ve ruhuyla yetkinleşme, bağımsız ideolojik ve siyasi kişiliği ve kimliği
geliştirme, fırtınalı devrimci bir parti ve kadro yaşantısına sahip olma;
önderlerin ve partilerin de kesiksiz eğitilmesi ve devrimci yenilenmesinin
büyük önemini bilince çıkarmaya dayanmalıdır.
Sosyalizmin yeni tipte restorasyonunun deneyimleri, ister muhalefette olsun
isterse iktidarda, özünde fark etmez, komünist bir partinin, proletarya
diktatörlüğünün, sosyalist inşa sürecinde ve günlük devrimci eyleminde
bürokrasiye, bürokratik deformasyona, bürokratik yozlaşmaya, idari
yöntemlerle yönetmeye, önderlik kültüne karşı demokrasiyle
merkeziyetçiliğin sentezi olan demokratik merkeziyetçilik ilkesine işlevsel
bağlı kalmanın yaşamsal önemini göstermektedir. Aynı deneyler, kadroların
bağımsız ideolojik-politik kişiliğini geliştirmenin, parti iç yaşantısının
devrimci canlılığa dayanmasının, sosyalist demokrasinin sürekli
geliştirilmesinin önemini vurgulamaktadır. Örgütlerin, kitlelerin yönetime
katılmasının, kitlelerin yönetilmesinde onların bağımsız devrimci eyleminin
geliştirilmesinin, taban ve kitlelerden gelen eleştirilerin ve denetimin
sürekli teşvik edilmesinin öneminin altını çizmektedir. Partinin,
önderlerin, yöneticilerin kitlelerin öncüsü olduğu kadar öğrencisi de
olması gerektiğinin bir an olsun bile unutulmaması gerekir. Örneğin, eski
sosyalist ülkelerin restorasyon deneyimlerinin derslerine karşın ve çok
önemli bir tarihsel deneyim, birikim ve donanımına karşın Arnavutluk’ta
partinin, kadroların, kitlelerin seviyesinin abartıldığını, bürokratik
alışkanlıkların tahrip edici ve biriktirici rolünün yeterince
görülmediğini, kadroların ve kitlelerin partiye içten sadakatinin tek yanlı
önderlere, partiye bir biçimde bürokratik bir bağımlılığa dönüşebildiğini
de görebiliyoruz.
Arnavutluk deneyimi, komünistler bakımından uyarıcı daha özgün yanları olan
bir deneyimdir. Arnavutluk’ta kapitalizmin restorasyonu, geride
kapitalizmin restorasyonunun deneyleri olmasına rağmen gerçekleşebilmiştir.
O halde sormak gerekiyor: Peki, söz konusu deneyimlere karşın, böylesine
bir ihaneti az-çok sezdikleri ve anlamaya başladıkları koşullarda Arnavutlu
komünistler nasıl oldu da ihanet ve teslimiyete karşı harekete geçerek ve
harekete geçtikleri koşullarda kitlelerin büyük kesimlerinin desteğini
alabilecekleri halde, üstelik karşı devrimin ise güçlü bir kitle temelini
kısa sürede kazanmasının olanaklı olmadığı koşullarda, neden kapitalist
restorasyonu önleyemediler? Evet, bu sorunun yanıtlanması gerekir.
Açık ki Arnavutlu komünistler, Ramiz Aliya kliğinin manevra ve
teslimiyetini zamanında bilince çıkaramamıştır. İşin bir yanı budur.
Kanımızca daha da önemli olan şey ise, iktidar ve düzen hastalığının,
evcilleşmenin, bürokratik alışkanlıkların Arnavutlu komünistleri de büyük
oranda teslim almış olmasıdır. Bizce, Enver yoldaşın ve AEP’in kapitalist
restorasyonun derslerine karşın ve bu dersler ışığında partiyi, kadroları
ve emekçileri eğitme, sosyalist demokrasiyi geliştirme ciddi çaba ve
yönelimine karşın, parti ve devlet yönetiminde, kitlelerle ilişkilerinde
ciddi bir bürokratik merkeziyetçilik gelişmiş, idari yöntemler giderek öne
çıkmıştır. Bürokratik yönetim tarzı, ciddi bir bürokratik deformasyon
komünistleri de biçimlendirmiş, kitlelerin, başta da kadroların bağımsız
inisiyatifini güçlü bir şekilde deforme etmiş, komünistler de bürokratik
yasallığın uysal temsilcileri haline gelmişlerdir. Burada söz konusu olan
bir SSCB’de olduğu gibi zafer sarhoşluğu da değildir, söz konusu olan
bürokratik alışkanlıkların, iktidar ve düzen hastalıklarının tabandan
başlayarak bağımsız kişilik ve inisiyatifi dumura uğratmış olması ve
önderlere duyulan eleştirel olmayan bağımlılık, partiye eleştirel olmayan
bağımlılık ve her şeyi üstten bekleme bürokratik alışkanlığıdır. Önder,
parti, devlet kültü ASHC’de de oluşmuştur, AEP’ten başlayarak tüm siyasal
ve toplumsal yaşamı kapsayarak bir tür ya da özgün bir felç durumu ortaya
çıkarmıştır. Bilebildiğimiz kadarıyla, AEP’in iç yaşamının yeterince
dinamik olmaması, AEP’in canlı iç ideolojik mücadeleler içerisinde yeni
teorik açılımlar yapamaması ve kadroları bir de buradan geliştirerek
yeterince donatamaması da söz konusu bürokratikleşmenin ifadeleridir. Bu
konuda, eski sosyalist ülkelerde yaşanan kapitalizmin restorasyonunun
tarihi kökleriyle birlikte esasen ortaya konamaması ve Stalin’in hata ve
eksikliklerinin eleştirel değerlendirilmemesini ise sadece anarak
geçiyoruz; ancak, bu gerçeklerin ASHC’deki restorasyon gerçeğini anlamada
yaşamsal bir önemde olduğunu da ayrıca hatırlatmak gereğini duyuyoruz.
Vurgulanması gerekir: Arnavutluk deneyi, emperyalist ve sosyal-emperyalist
kuşatma ve baskıya karşın ayakta kalınabileceğini, sosyalizmin inşa
edilebileceğini, yıkılışın bir kader olmadığını, ama önderliğin ihanetinin
önlenememesi durumunda kapitalist restorasyonun gerçekleşebileceğini
gösterdi.
Olağanüstü zorluklara karşın AEP ve ASCH Enver Hoca liderliğinde başarıyla
her türlü zorluk ve saldırıyı göğüsleyebildi. Burada önderliğin doğru
çizgide kaldığı koşullarda benzer zorlukların ve yeni ağır dönemeçlerin de
atlatılabileceğini, Aliya dönemi deneyi ise, tersi yönde duruşun yıkılış
ve tasfiyeyi kaçınılmaz kılabileceğini gösterdi. Bu olgu, kapitalizmden
komünizme geçiş döneminin çetrefilli ve zorlu karakterini göstermektedir
bizlere. Ve geçiş sürecinde önderliğin belirleyici karakterini
vurgulamaktadır. Önderliğin bu belirleyici karakteri, Marksizm-Leninizm’e
bağlı kalmanın, iç ve dış koşulların nesnel ve bilimsel tahlil edilmesinin
ve somut koşullara bağlı sürece önderlik etme ve sınıf mücadelesini iç ve
uluslar arası arenada ilke ve esnekliği birleştiren bir duruşla
geliştirmenin önemini, her bir dönemeçte nihai hedefi asla gözden
yitirmeden, nihai amacın yönlendirdiği günlük, dönemsel, taktiksel
politikalar izlemenin önemini, konjonktürel gelişmelere tek yanlı kapılarak
sürüklenme yerine, devrimci imkanlara dayanmanın, sürecin bağrında saklı
devrimci olanakları görmenin, öz güce dayalı ve dünya proletaryası ve
halklarının devrimci enternasyonal destek ve dayanışmasına güvenme ve
geliştirmeye azami önem vermenin önemini, devrim ve sosyalizm aleyhine
değişen güçler dengesinin geçici olacağını görmenin, taktiksel manevralar
yapmanın, ilkeleri sulandırmadan dayanmanın ve direnmenin önemini
göstermektedir bizlere. Burada da, ön görüde pratik materyalistlere özgü
keskin duyunun, hazırlık, güç biriktirme ve manevra yapmanın, savunma
dönemlerini saldırı dönemlerinin izleyebileceği olgusunun büyük önemini bir
kez daha görüyoruz.
Yukarıda ifade ettiğimiz ve ifade etmediğimiz pek çok nitelik, önderlik
kültünün görüngüleridir. Önderlik kültünü belirleyen şey, küçük burjuva
elitizmi ve iktidar hırsıdır. Küçük burjuvazinin kendisini evrenin merkezi
gören dar sınıfsal dünyasıdır. Kuşkusuz önderlik kültünün gelişme derecesi,
külte dayalı zaafların düzeyini belirler. Kültün uç verip geliştiği
koşullardaki etki ve yansıma düzeyi ile hızla iktidarlaşmaya gittiği ya da
iktidarlaştığı, partiyi, kadroları, bir bütün olarak yapıyı bu temelde
biçimlendirdiği koşullardaki etki ve yansıma düzeyi farklı olacaktır. Bu
zehirli tohumun gelişip gelişmeyeceği, hangi ölçüde gelişeceği, tümüyle her
partinin donanım düzeyine, ideolojik ve örgütsel uyanıklığına, iç
direncine, ideolojik mücadelenin gücüne bağlıdır. Örneğin bu kült, 30’lar
sürecinde SSCB’de hızla gelişmeye başlayarak zamanla hegemonyasını
kurmuştur. Sonuçlarını biliyoruz…
Lenin’in vurguladığı gibi, bürokratizm öyle bir hastalıktır ki, yavaşça ve
fark edilmeden gelişir ama kendini aniden gösterir. Bunu şöyle bir örnekle
de anlatabiliriz: Kaynamış su dolu tencereye atılan bir kurbağa, tehlikeyi
derhal anlar ve can havliyle dışarı sıçrayarak tehlikeden kurtulmuş olur.
Ancak, aynı deneyi, bir de içi soğuk su dolu olan bir tencereye kurbağayı
koyarak ve tencereyi yavaş yavaş ısıtarak deneyecek olursak, göreceğiz ki,
kurbağa, daha ne olduğunu anlamadan haşlanmış olacaktır. Bürokratizm ve
onun bir görünümü, belki de doruk noktası önderlik kültü hastalığı işte
böyle bir hastalıktır. Yani burada ana sorun, “iyi niyet” ya da “kötü
niyet” sorunu, tek tek bireylerin zaafları sorunu değildir. Soruna buradan
bakmak, bürokratizm olgusunu, bürokratizmi en ileri formda temsil eden
“kişi”, “önder”, “etkin birey”, “etkin sekreter”, “etkin önder”, “etkin
yönetici”, yanılmaz “stratejik önderlik”, parti, devlet kültünü
anlayamamak, dahası çarpıtmak olur. Bu kült, somut tarihsel koşullar
üzerinde yükselir ve bir sınıf temeline sahiptir. Özel mülkiyet dünyası
tarafından kuşatılmış, sürekli baskı altında olan komünist partilerin
kavrayış eksikliği, deneyim eksikliği, donanım eksikliği, başlı başına bir
rol oynayabilir. Belli dönemeçlerde mücadelenin gereksinmelerine yanıt
verememe eksikliği, yeni dönemlerde yenilenememe eksikliği çok önemli bir
rol oynayabilir. Parti yaşantılarında örneğin tarihsel bakımdan çözülememiş
“önderlik boşluğu” gibi bir sorunun çözümsüzlüğünün yarattığı sapmalar vb.
gibi pek çok sorun söz konusu kültün gelişimini etkiler ya da tetikler vb.
Kuşkusuz ki, komünist partilerdeki bürokratikleşmenin temelinde, sınıflı
toplum olgusu, kafa emeği ile kol emeği arasındaki, yönetenlerle
yönetilenler arasındaki nesnel bölünme bulunur…
Komünist partilerde bürokratikleşme tehlikesi, bürokratizm doğrultusunda
bir “eğilim” daima vardır, çünkü bunun nesnel temelleri mevcuttur. Burada
önemli olan bu gerçeği görebilmek ve bu eğilime karşı kesintisiz bir
ideolojik, siyasal, örgütsel mücadele yürütebilmek ve bu donanımı sürekli
ve sistemli geliştirebilmektir. Bu mücadele, tek bir atılımdan oluşan bir
mücadele değildir, bu mücadelenin, somut koşulların somut analizi
temelinde, her bir an’da ve dönemeçte ısrarla geliştirilmesi gerekir.
Lenin’in dediği gibi, salt kararlarla, kararnamelerle, salt idari
tedbirlerle, temennilerle bürokratizmi kovmak, ilga etmek, bürokratizme son
vermek olanaklı değildir. Bu mücadele, bugünden komünizme dek sürecek
kesintisiz bir devrim sürecinin sorunudur.
Tarihsel deneyimin gösterdiği gibi, tasfiyecilik, Marksizm-Leninizm’e ve
işçi sınıfına karşı mücadele demektir. Dolayısıyla tasfiyeci oportünizmin
görünümleri olan bürokratizme, kişi ve önder kültüne karşı mücadele etmek
her koşulda komünistlerin görevidir.
Sosyalizmin ve Uluslararası Komünist Hareketin tarihsel deneyleri ışığında
birkaç temel noktayı vurgulayarak makalemizi sonluyoruz. Bu deneyimlerden,
“şizofrenik” bir parçalanmayı görüyoruz; kağıt üzerinde kalan doğru sözler
vb., pratikte ise bambaşka bir şeyi ya da şeyleri görüyoruz; söz ile
eylemin birbirinden kopması; burada doğru sözler, laf yığınıdır,
lafazanlıktır, eyleme işlemez vs.
Komünistler, bireysel çalışmayı değil, kolektif çalışmayı temel alırlar.
Biçimsel bir örtüye dönüşen sözde kolektivizmi değil, işlevsel bir
kolektivizmi. Etkin birey değil, kolektif etkin birey. Sözde kolektif etkin
birey değil, gerçekten kolektivizm ruhuna sahip kolektif etkin birey.
Bireysel önderlik değil, etkin kolektif önderlik. Sözde kolektif önderlik
değil, işlevsel bir kolektif önderlik. Bürokratik merkeziyetçilik değil,
demokratik merkeziyetçilik. Lafta demokratik merkeziyetçilik değil,
işlevsel demokratik merkeziyetçilik. Parti çizgisine ve tüzüğüne şartsız
uyan, kendini yasaların, kadroların, örgütlerin, kongrelerin, tüzüğün
üstünde görmeyen, çifte standardı bir erdem haline getirmeyen, yetki gücünü
keyfi bir biçimde kullanmayan, kendisini değil, kendilerini değil, partiyi
ve kadroları önemseyen, eleştiri ve denetime gelen, ikna gücüne dayanarak
yetki gücü kullanan, bağımsız inisiyatif ve eleştiri gücünü boğmayan,
narsizme düşmeyen vb. bir önderlik ve çalışma tarzı. İhtiyaç budur. Burada
da belirleyici olan, söz ile eylemin parçalanmaması ya da söz ile eylemin
birliğine dayanan işlevsel bir duruştur.
“Sosyalizmin sorunları”nı incelerken, Stalin’in parti ve kitleler,
önderlik ve kitle çalışması sorunlarını işleyen harika bir makalesini
okudum. Makalenin yayınlandığı tarih, 1952’dir. Oysa makalede yazılan
şeylerle parti gerçeği nerdeyse zıt bir kutupta duruyordu; söz ile eylem
birbirinden çoktan kopmuştu(r). 1952’de parti ve devlet zaten
bürokratikleşmişti, dahası, kastlaşmış olan yeni tip küçük burjuva tabaka
fiili olarak inisiyatif merkezi haline gelmiştir. Aynı yıl içerisinde,
üstelik 13 yıl aradan sonra toplanan 19. Parti Kongresi de sorunların
kaynaklarına inmeyi, partiye yeni bir dinamizm vb. katmayı da
başaramamıştır. Bu, çok çarpıcı bir durumdur. Çarpıcılığı, bürokratik
çürümenin, teori ile pratik arasında derin bir yarılmayı ortaya çıkarmasına
karşın, bu durumun görülememesinde, daha da önemlisi, duruma alışılmış
olunmasında, sorunun köklerinin görülmemiş olmasında, görüngülere dönük
sınırlı eleştirilerle yola devam kararının verilebilmiş olmasındadır vb.
Hatırlatmak bile gereksizdir: Bürokratikleşme, bürokratik çürüme vs. önce
sıradan işçilerde, sıradan emekçilerde, sıradan kadrolarda, alt örgüt ve
kadrolarda başlayıp gelişmiyor. Bu hastalık ve giderek çürüme, önce
önderlerden, yöneticilerden başlayıp gelişiyor. Yukarıdan aşağı yayılıyor,
dal budak salıp giderek toplumu pençesine alıyor; yani balık baştan kokuyor.
Vurgulamak gerekiyor: İstisna tanımaz bir şekilde, gezegenimizin her
yerinde ve her ülkesinde ve her an’ında, kesinkes, Marksizm-Leninizm
partiye değil, parti Marksizm-Leninizm’e tabidir. Parti önderlere değil,
önderler Marksizm-Leninizm’e ve partiye tabidir. Tüm parti üyeleri ve tüm
parti önderleri ve yöneticileri parti kongresine tabidir. Sadece ve sadece
ve kesin olarak yalnızca bu temel üzerinde iki kongre arası dönemde de tüm
parti merkez komitelerine tabidir. Tarihsel deneyimin gösterdiği gibi, eğer
partiler önderlere tabi hale gelirse, sosyalist yasallık bürokratik
yasallığa dönüşürse, komünistler de “kişi kültü”nün uysal uzantıları haline
dönüşürse, bürokratik çürümenin bataklığında boğulmak kaçınılmaz hale
gelecektir. Böyle bir tükeniş çift kişilikli insan tipinin doğuşu,
gelişimiyle iç içe gelişir. Orada açıklık ilkesi, kolektivizm ilkesi,
sosyalist demokrasi, partili mücadele yöntemleri ve yoldaşça güven denen
bir şey kalmaz. Artık geçerli olan kültün ürettiği küçük burjuva değerler
sistemi içinde dar hesapçı, kliksel ve bireyci manevralardır. Ağza pelesenk
olan kızıl mı kızıl laflar artık bir örtüdür, örtüleme rolü oynar.
İdeolojik vb. değerler, tarihsel birikim kolayca tüketilir… Evet, altı
çizilmelidir: Komünistler için tek bağlayıcı ilke Marksizm-Leninizm’e ve
sınıfa bağlı kalma ilkesidir. Her an ve her dönemeçte verilmesi gereken
sınav, yalnızca ve yalnızca bu temel üzerinde anlamını bulur, bulmalı ve
pratikleşmelidir.
Jdanov’un 1939 yılında toplanan 18. Parti Kongresi’ne sunduğu Rapor’da
Stalin’e atfen dile getirdiği ve kongre tarafından onaylanan Rapor’da parti
içi demokrasinin özünün, parti üyelerinin parti önderlerinin çalışmalarına
aktif katılımı olduğu düşüncesi, kesinkes Marksizm-Leninizm’e aykırı
tasfiyeci oportünist, tasfiyeci bürokratik bir bakış açısı ve pratiktir.
Sosyalizme yıkım getiren kültün çarpıcı bir ifadesidir. Kişi ve önder
kültünün parlak bir formülasyonudur. Parti içerisinde sosyalist demokrasi,
eleştiri ve tartışma özgürlüğünde, seçim ilkesinin işlevsel
pratikleşmesinde, partinin kitlelerin eleştiri ve denetimine gelmesinde,
parti yaşantısında önderlerin, merkezi kurumların parti örgüt ve
kadrolarının eleştiri ve denetimine gelmesinde, hesap verebilmesinde ve
daha da önemlisi hesap sorulabilmesinde vb. somutlaşabilir. Ve herhangi bir
komünist partisinde, parti üyelerinin, parti örgütlerinin, parti
yöneticilerinin, parti önderlerinin Marksizm-Leninizm’e, parti çizgisine,
parti kongresine, parti tüzüğüne, tüm bunlara şartsız olarak tabi olması
temelinde iç demokrasi işleyebilir ve işlemelidir.
Tekrar vurgulamak gerekir ki, sosyalist demokrasi, parti üyelerinin parti
önderlerinin çalışmalarına katılımı değil, parti önderlerinin değil, ama
parti merkez komiteleri vb. gibi merkezi kolektif kurumların önderlik
çalışmasına bağımsız inisiyatifle, hesap sorma da dahil, eleştiri ve
tartışma özgürlüğü temelinde aktif katılımını ifade edebilir, daha doğru
ifade ile, parti içi demokrasisinin bir biçimi de budur. Evet, bu, parti
demokrasinin önemli ama sadece biçimlerinden, yöntemlerinden birisidir.
Seçim ilkesi, eleştiri ve tartışma özgürlüğü, parti içi proleter
demokrasinin unsurlarıdır. Parti önderleri, Marksizm-Leninizm’in, parti
çizgisinin, parti tüzüğünün, partinin üstünde değildir ve asla da
olamazlar. Özellikle de iktidarda olan bir parti, iç savaş, emperyalist
müdahale gibi özel koşullar dışında, sosyalist demokrasi ilkesini en tam
tutarlılıkla uygulamak zorundadır. Kuşkusuz ki proletarya kendi önderlerini
yetiştirmek zorundadır. Önderlerin reddi anarşizmdir. Ama bu önderler daima
sınıfın ideolojisine, sınıf bilinçli ruhuna bağlı kalmak, partiye tabii
olmak zorundadır. Bu değerlere bağlı kalmayan önderlerin yeri, hiç
tartışmasız çöp tenekesidir. Yanılmaz, vazgeçilemez, ulaşılamaz insan;
başarıların yalnızca kendisine, başarısızlıkların ise daima başkasına,
başka yerlere ait olduğunu düşünen ve bunun propagandasını yerine göre kaba
ve yerine göre inceltilmiş bir tarzda yapan ve yaptıran zihniyet komünist
değil, tipik bir küçük burjuva zihniyet ve tarzdır. Bu zihniyet ve tarz,
hesap vermez ama hesap sorar. Başarısızlıkların, yenilgilerin, suçların,
zaafların sorumluluğunu üstlenmez ama günah keçileri yaratarak aklanmayı
bilir, iktidar koltuğunu bırakmaz; zeytinyağı gibi su üstüne çıkmasını iyi
bilir; bu işlerin üstadıdır. Küçük burjuva kurnazlığı tipik
özelliklerindendir. Oportünist uyanıklık bu tipin karakteridir; oportüniste
has uyanıklıkla fırsatları kendi lehinde değerlendirme yeteneğine sahiptir.
Bu tip, kendini her türlü yasanın, iradenin üstünde görür. Kaçacak yeri
kalmadığında bile zeytinyağı gibi su üstüne çıkar; aynı oportünist
uyanıklık ve irade ile fiilen yasaları deler, istediği yana çeker. Parti
yasaları partiye karşı kullanamaz, bu suçtur. Ama söz konusu kült, parti
yasalarına bağlı kalmamada, parti yasalarını partiye ve kadrolara karşı
kullanmada ustalaşmıştır. Bu, onda özel bir yetenektir, kuşkusuz ki
oportünizme has bir yetenek! Hele de nitelik zayıfsa, nitelik
zayıflatılmışsa, değerlerin içi boşaltılmışsa, o bunları daha büyük bir
maharetle yapar. O, kendisi amaçtır, onun için geri kalan her şey ise
araçtır. Onun ilkesi, ahlakı, vicdanı da bundan ibarettir. O, küçük
burjuvazidir. Ki burada, söz konusu oportünizme karşı savaşımda da
Marksizm-Leninizm’e tam bir sadakatle bağlı kalma, tarihsel deneyimlerin
eleştirel dersleriyle teorik ve pratik çalışmayı sistemli geliştirme,
ideolojik donanımı kesintisiz yükseltme ve proleter kolektivizmin tüm parti
yaşantısı ve çalışmasını belirleyip yönlendirmesi yaşamsal önemdedir…
Açık ve net bir şekilde vurguluyoruz: Parti içi demokrasinin, parti
üyelerinin önderlerin çalışmalarına aktif katılımı olduğu düşüncesini,
Bolşevizm’e aykırı görüyoruz. Bu, olsa olsa, Bolşevizm’in bir karikatürü
olabilir, belki de o bile değil. Bu zihniyet, küçük burjuva
bürokratizmidir. SBKP (B)’nin duruşunda somutlaşan Jdanov’un sözleri,
teorik ve pratik olarak önderler kültünün meşrulaştırılmasını,
yasallaştırılmasını, kutsanmasını ifade etmektedir.
Marksizm-Leninizm’e, partinin programına, tüzüğüne, partili mücadele
yöntemlerine ilkeli bir bağlılıkla, bağımsız inisiyatif, eleştiri ve
tartışma özgürlüğü birbirini bütünler. Parti çalışmasına, partinin kongre
ve merkez komitesi gibi organlarının çalışmasına bireysel ve kolektif
katılım organik bir birlik olan partinin, partililiğin bir gereğidir.
Jdanov’un vurguladığı anlayış, kişi ve önder kültünün, etkin birey, etkin
sekreter, etkin önder, etkin yönetici kültünün ifadesidir. Bu, kolektif
aklın yerine, kolektivizmin yerine, kolektif ruhun yerine, kolektif
önderlik yerine biçimsel bir kolektivizmin ardına saklanmış “etkin”
bireyin, “etkin” bireylerin aklının, bireyciliğin, bireysel önderliğin
geçirilmesidir. Bu, demokratik merkeziyetçiliğin yerine bürokratik
merkeziyetçiliğin geçirilmesidir. Ki, SBKP (B) deneyiminden görülebileceği
gibi, bu anlayışlar, zaaflar vb. aniden ortaya çıkmamıştır. Adım adım
gelişerek zamanla egemenlik kurmuştur. Bu deneyim, biz komünistleri
uyarmalıdır ve özellikle de uyarmalıdır. Marks’ın dediği gibi, savaşan bir
parti her şeye karşı hazırlıklı olmalıdır. “İnsanlar hangi düzeyde ortam
yaratmışlarsa, ortamda aynı düzeyde insanlar yaratır.” Bu vurgu, her
komünist parti için de geçerlidir. (Ki, bu konuda da kendimize eleştirel
yaklaşmak gerektiği, bu doğrultuda süreç içerisinde önemli zaafların
geliştiği açık ve kesindir.)
Bu bağlamda, komünist yaşamda, parti yaşantısında, sosyalist inşada vb.
daima kişi kültüne, önderlik kültüne, yanılmaz önderler ve yetkililer
kültüne, etkin birey kültüne, dar klikçi ekipçilik kültüne, yanılmaz parti
kültüne karşı uyanık olmak, eleştirici davranmak gerekir. Leninist eleştiri
özeleştiri ekseninde bireyi, kadroları, önderleri idealize etmeden tamamen
kolektivizm ruhuna sadık kolektif etkin bireyi, kolektif önderliği,
kolektif aklı, kolektif çalışmayı demokratik merkeziyetçilik temelinde
geliştirmek gerekir. (Zaten kolektivizmi unutan bir partide kolektif etkin
birey falan da kalmaz.) Parti içi demokrasiyi, partili mücadele
yöntemlerini, Bolşevik eleştiri-özeleştiri silahını yetkinleştirmek;
kitlelerin sesine sürekli eleştirel destek vermek; başarı ve atılımlardan
baş dönmesine tutulmamak, kibire kapılmamak, iç gözün körelmesine izin
vermemek, tarih ve deneyin yaşamsal önemde olan bir dersi ve güçlü
uyaranıdır biz komünistler için.
Hesap vermez, bunun ne anlama geldiğini bilmez ya da unutmuş bir bürokrat
narsist yöneticilik tarzı ve yönetici tipinin ve kadro politikasının
Marksizm-Leninizm’le bir ilişkisi yoktur. Bu kültte, kültü temsil eden
yöneticiler başarısız olsa bile yerinde oynamaz, oynatılamaz ve giderek
böyle bir yönetici bir katman oluşur ve gelişir. Ya da kadrolar değişir ama
aynı zihniyet, tarz, politika bu külte endeksli kendini üretir.
Yöneticilerinin kitle ve kadrolar nezdinde ciddi bir saygınlığı kalmadığı
koşullarda bile bu yöneticiler ve sözde önderler “önder”liğini,
“önder”liklerini mutlak, vazgeçilmez ve ömür boyu sayarlar. Aslında
deneyimin gösterdiği gibi, bu zihniyet ve tip, komünist hareketteki küçük
burjuvaziyi ifade ederler. Yeni tip burjuvaziye sıçrayan Kruşçevlerin,
Brejnevlerin yaşamında aynı zamanda işte bu gerçekler yatar.
Kişi ve önder kültü, bürokratizm, kariyerizm vb. gibi hastalıklar,
komünist partilerdeki hataların, eksikliklerin, zaafların gelişip tasfiyeci
bürokratik çürümeye dönüşmesinin ifadesidirler. Bu tablo, komünist
hareketin ideolojik, siyasi, örgütsel-pratik olarak silahsızlandırılmasını
yansıtır. Tarihten çıkan derslerin ışığında vurgulanması gerekir: Sorun ya
da sorunlar, buna yol açan zihniyetle, önderlik anlayışı ve çalışma tarzı
ve kadro politikası ile çözülemez. Sorunun kaynağı olan, sorunun kendisini
temsil eden, bir parçası hale gelen şeyle; sorunların çözümünü ve verili
durumun ilkeli ve köklü aşılmasını engelleyen zihniyet, tarz ve insan
unsuru ile sorun ya da sorunlar çözülemez. Bunda direnmek, durumun
teorisini yapmak, zevahiri kurtarmak, bürokratizmdir, tasfiyeciliktir,
kariyerizmdir. Bu, hiçbir komünist partisini geleceğe taşıyamaz. Dünya
deneyleri bunu yeterince kanıtlamıştır. Kuşkusuz ki, bu toprakların
deneylerinin de derin incelenmesi gerekmektedir. Ama her halükarda mücadele
dinamiktir. Mücadele yolunu açacaktır. Mücadelenin önünde engele dönüşmüş
olan şeyle hesaplaşmak, derslerini çıkarmak, yeni ve daha yüksek bir
donanım kazanmak şarttır. Küçük burjuva kirlilik ve çürüme komünist özün
üzerine çöreklenebilir, o öz, görünmez hale gelebilir ve yaman çürümelere
yol açabilir. Proletarya bu kirlilik ve çürümeden arınarak yoluna devam
edebilir. Sorunun kaynağı küçük burjuvazidir; onun teorik, ideolojik,
politik, örgütsel-pratik tasfiyeciliğidir. İşte, Uluslararası Komünist
Hareket’in tarihinde hesap vermeyen, eleştiri ve özeleştiriyi yozlaştıran,
tüm değerlerin köküne kibrit suyu döken ilke, ahlak, vicdan tanımayan,
tarihi ve güncel değerler üzerinde hokkabazlık ve hovardalık yapan söz
konusu küçük burjuvazidir. Koca tarihin gördüğü en yetkin parti olan SBKP
(B)’yi, sosyalist sistem ve kampı bozarak çürütüp yıkan, Uluslararası
Komünist Hareket’te acılarını bugün bile canlı olarak yaşadığımız yıkımları
yaratan emperyalizm, faşizm vs. olmamıştır. Onların bu yıkımdaki rolü daha
ziyade dolaylı olmuştur. Onlar bunu başaramamıştır, her saldırılarında
yenilmiş ve geri kaçmak zorunda kalmışlardır. Söz konusu yıkımları yaratan,
emperyalizmin, faşizm ve gericiliğin aktif desteğine sahip olmuş komünizm
vs. kılıklı küçük burjuvazi olmuştur. Buna da yol veren zaaflar tam da
komünist partilerin bağrında doğup gelişerek yeni tip burjuvaziye ve
kapitalizmin restorasyonuna yol açmıştır. Demek ki, artık eski bakış
açısıyla komünist partilerdeki, sosyalizmdeki küçük burjuvaziye,
revizyonizm ve tasfiyeciliğe, bürokratizme karşı yeterince mücadele
edilemez; açık ki yeni bir donanım, yeni tip bir gelişme ve savaşım çizgisi
gerekiyor…
Teorik-ideolojik zayıflık ve gerilik, deneyim eksikliği, tarihten yeterince
öğrenememe, sınıfın tarihsel ve güncel misyonunun arkasında ilkeli bir
sağlamlıkla duramama, proleter kolektivizm ilkesinin güçten düşmesi vb.,
tüm bunlar, komünist partilerde Marksist-Leninist bağışıklık sistemini
zayıf düşürür. İşte bu durum, burjuva kuşatma altında olan komünist
partilerdeki küçük burjuva potansiyeli etkinleştirir, oportünizme,
revizyonizme, bürokratizme, külte uygun elverişli bir ortam yaratır.
Böylece komünist partiler niteliksel bakımdan yavaş ya da hızla nitelik
kaybı sürecine girer. Bu süreç ilkeli bir şekilde, teoriye ve tarihsel
deneyime, komünist devrimci birikime dayanılarak önlenemediğinde ise sonuç,
ölümdür. Fakat biliyoruz ki, bu bir kader değildir, devrimci proletarya
daima kendi yolunu açmasını ve yürüyüşüne devam etmesini bilmiştir.
Kısacası, Uluslararası Komünist Hareket’in tarihinin hem nitelikli,
gelişkin deneyiminden, hem de zayıf, güçsüz, zaaflı yanlarından
öğrenmesini, yeni tipte ve tarzda bir donanım geliştirmesini öğrenmek ve
yetkinleşmek gerekli ve kaçınılmazdır. Burada da tarihin diyalektik
materyalist, Marksist-Leninist analizi ve sentezi başköşede oturmalıdır.
Saygılarımızla,
Hasan Ozan | hasan.ozan62@gmail.com
Hiç yorum yok