Header Ads

Header ADS

Emek ve Demokrasi Güçlerinin Birliği Tek Seçenektir

AKP hükümeti yoksulluk ve yolsuzlukları büyüttü

Dört yıldır iktidarda bulunan AKP izlediği politikalar sonucunda; dışa olan bağımlılık derinleşirken, Kürt sorunu başta olmak üzere ülkenin temel sorunlarına hiçbir çözüm getirilememiştir. IMF güdümlü ekonomik programlar sonucu halk yoksulluğun pençesine düşmüş, işsizlik almış başını gitmiş, önceki hükümetleri aratmayacak yolsuzluklar gündeme gelmiştir. Bir süredir ise, ülke, ABD'nin Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP) çerçevesinde özellikle iran'a yönelik talepleri, İsrail saldırganlığına eklemlenme, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimi, AB ile üyelik müzakerelerinde Kıbrıs merkezli yaşanan sıkıntılar, Kürt sorunu ve ekonomide yaşanan dalgalanmanın yol açtığı gerilimleri yaşamaktadır.

Egemen güçler arasındaki çelişkiler derinleşiyor

Bu konjonktürde, gerici egemen güç odakları arasındaki "iktidar kavgaları"da giderek sertleşmektedir. Her yol ve yöntemin "mubah" görüldüğü bu kapışmada derin devlet ve çete ilişkileri ortalığa saçılmış bulunmaktadır. Şemdinli olayları, Cumhuriyet Gazetesinin bahçesine atılan bomba, Danıştay'a yapılan saldırı, Sauna çetesi, Erge-nekon örgütü ve Atabeyler çetesi gibi birbirini izleyen provokasyonlar ve çete bağlantıları, bu kapışmanın açığa çıkan yüzünü oluşturmaktadır. Filistin ve Lübnan'a yönelik emperyalist ve Siyonist saldırganlık karşısında ise egemenler birlik görüntüsü vermekte, belki yalnızca Erdoğan'ın pervasız Amerikan yanlısı görev talep eden tutumuyla İsrail ziyaretinde HAMAS'la görüşmeyerek İsrail politikalarını izleyen Cumhurbaşkanı'nın az-çok "oturaklı" tutumunda yansıyan bir ayrılık yaşanmakta; ama iç kavga askeriyenin görev devir-tes-lim törenlerindeki konuşmalarda görüldüğü gibi tüm hızıyla sürmektedir. Başta Genelkurmay olmak üzere, CHP, İlhan Selçuk ve Süleyman Demirel'e uzanan geniş bir kesim ve kendilerine "ulusalcı güçler" adını veren milliyetçi çevrelerle AKP (hükümet) arasında süren bu kapışma; yer yer sağlanan "uzlaşmalar'la kesintiye uğrasa da, sürecin, bugüne kadar olduğu gibi, sürtüşme ve provokasyonlarla ilerleyeceği görülmektedir. Geleneksel asker ve sivil bürokrasi ve milliyetçi çevreler, Türk siyasal sisteminde önemli bir mevzi oluşturan Cumhurbaşkanlığı makamını AKP'ye bırakmak istememektedirler. Bunun için her yolun deneneceği yaşanan olaylarla belli olmuştur. Nitekim bu çerçevede erken seçim istekleri gündeme getirilmekte, AKP'den Cumhurbaşkanı seçiminde kendi başına hareket etmeyeceğine dair güvence vermesi istenmektedir.Ülke seçim sathı-mailine girmiş bulunmaktadır

Bir erken seçim ihtimal dahilinde olmakla birlikte -TÜSİAD, IMF, AB gibi ekonomik ve siyasi güç merkezlerinin itirazları dikkate alındığında- seçimlerin zamanında yapılması daha güçlü olasılıktır. Ne var ki, seçim erken ya da zamanında yapılacak olsun, ülke seçim sath-ı mailine şimdiden girmiş bulunmaktadır. Ve olan bitene yakından bakıldığında, hükümet ve karşısındaki güçler arasındaki kapışmada bütün yığınakların seçimlere yönelik olarak yapıldığı, buna göre mevzi alındığı görülmektedir. Bu çerçevede şu ana kadar ortada dikkate değer iki odak görülmektedir: Bunlardan ilki; Demirel'in "manevi" liderliğinde askerlerden, Deniz BaykaPın CHP'si, İlhan Selçuk ve Cumhuriyet Gazetesi çevreleri, "laik" ve "Kemalist" çevrelerin bir bölümü, kızıl elmacılara varana dek oluşturulmak istenen cephedir. "Sol birlik" olarak da adlandırılan bu milliyetçi, gerici oluşum, seçimlerde Deniz Baykal'ın da ifade ettiği üzere "sağa açılarak" güç toplamayı hesap etmektedir.

Diğer odak ise AKP'dir. AKP'de "sola açılarak" güç toplamayı düşünmektedir. Başbakan Erdoğan, bu durumu " gerçek sosyal demokrat biziz" diyerek ifade etmektedir. Bu yönelim, halkı yedeklemek için her kılığa girileceğini göstermektedir. Görünen, çekişme halindeki iki gücün tek ortak yanı ve yanş halinde olduklan alanın,

Amerikan yanlılığı olduğudur. Aralarındaki kavgada ABD'yi "kazan-ma"ya ve desteğini almaya çalışmakta ve kuşkusuz bu tutumlanyla hem kendileri ABD'ye daha çok bağlanmakta ve onun politikalarına daha çok mahkum hale gelmekte hem de Türkiye'yi daha derin bir ulusal köleliğe itmektedirler. Bu iki odağın dışında DYP, MHP gibi geleneksel oy tabanı olan partiler, yeniden siyasete dönüş yapmak isteyen Mesut Yılmaz'ın girişimleri, Ecevit'lerin Yılmaz Bü-yükerşen etrafında sağlamaya çalıştığı "birlik" çabalan, Italya'dakine benzer "zeytin dalı" gibi "solcuların birliği"ni hedefleyen yaklaşımlar da vardır. Ancak, bunların mevcut halleriyle güçlü bir odak oluşturmaları pek olanaklı gözükmemektedir. Halk ve emekçilerin çıkarları savunmuyor, post kavgası veriyorlar AKP'nin halkın çıkarlarının karşısında olduğu hükümetteki icraatlarıyla ortadadır. Gel gelelim, AKP karşısında, "sol"u ya da "sağ"ı, sözüm ona "demokrasi" ve "ulusalcılık" adı altında birleştirmeye soyunan girişim ve oluşumların platformlarına bakıldığında da; hiçbirisinin işçilerin, emekçilerin, Türk, Kürt çeşitli milliyetler ve inanç ve düşüncelerden halkın çıkarlarına yer vermediği görülmektedir. Birbirleriyle kıyasıya iktidar mücadelesi veren bu güçler arasında, emperyalist güçlerle bağımlılık ilişkileri, halkın ekonomik ve demokratik hak talepleri, Kürt sorununun çözümü, düşünce ve inanç özgürlüğü gibi konularda, özü itibariyle, farklı bir yaklaşım bulmak mümkün değildir. Bu nedenledir ki, aralarındaki kavga da, doğal olarak, bu konularda değil, daha çok halk güçlerini bölerek yedekleyebilmeleri için elverişli laikçi-şeriatçı, üzerinden geliştirilen şovenizmle halklar arasındaki farklı-lıkları kışkırtabilecekleri Kürt sorunu gibi konular etrafında sürdürülmektedir. Başını askeriyenin çektiği, CHP'nin aralarında bulunduğu şoven milliyetçi güçler ve bir kısım "Kemalist-laikçi" çevreler; türban ve imam hatipler konusunda söyledikleri, milli eğitimde yaptıkları müfredat değişiklikleri, devletteki kadrolaşma girişimleri vb.'den hareketle, şeriat özlemi içinde olmakla suçladıkları AKP'ye güç kaybettirmeye çalışmaktadırlar. Buna karşın AKP ise, bu kesimleri laiklik görüntüsü altında din düşmanlığı yapmakla, çıkarları zedelendiği için hükümetin altını oymakla suçlamaktadır. Kısaca, işbirlikçi düzenlerini devam ettirmek isteyen egemen güçler, Kürt sorununu kışkırtarak şoven milliyetçi temelde yaratmaya yöneldikleri bölme girişimlerinin yanına bir süredir laik-şeriatçı temelde bir bölünme yaratılması için girişimlerini de ekleyerek, ayakta kalmaya çalışmaktadırlar. Kürt sorununun çözümü, gerçek laiklik, düşünce ve inanç özgürlüğü için demokrasi Halk arasında bölünme yaratmaya yönelik girişimlerin temelinde Cumhuriyet'in kuruluşundan beri çözülmeden duran iki temel problem bulunmaktadır. Bunların ilki Kürt sorunuyken, diğeri laiklik sorunu, devletin din karşısındaki tutumudur. Bu iki temel sorun, yeri geldiğinde egemen güç odaklarının kendi aralarındaki mücadelede birbirlerine karşı, ama asıl olarak yığınları yedeklemek için kullanılan sorunlar olarak, ülke gündemindeki yerini hep korumuştur.Ülkenin demokratikleşmesinin önündeki en temel engelleri de yine bu iki sorun oluşturmaktadır. Laisizm, devlet ile din işlerinin, eğitimle dinin birbirlerinden ayrıldığı bir sistem olarak düşünüldüğünde, Türkiye'de devletin gerçek anlamda laik bir yapıya hiçbir dönem kavuşmadığı görülecektir.

Diyanet İşleri Başkanlığı, devletin dine müdahale aracı olarak, yapay bir din yaratmaya çalışarak, devletle dini ayırtmak yerine birleştirir ve inançlan güderken, sadece bir mezhebe mensup on binlerce imam devletin maaşlı personeliyken, devletin laik bir yapıya sahip bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Türkiye'de büyük bir kitleyi oluşturan Alevilik, Diyanet İşleri Başkanlığı'nca "dini mezhep" sayılmayarak, dışlanmış durumdadır. CHP başta olmak üzere, "laik" olmakla övünen çevreler, laikliği bir tür "devlet dini" derekesine yükseltmek suretiyle, tersinden din sömürücülüğü yapmaktadır. Geleneksel düzen partilerininse, dindar vatandaşın dini duygularını sömürdüğü öteden beri bilinmektedir. Kürt sorunu, dışta emperyalist güçlerin Türkiye'yi istedikleri çizgiye çekmelerinin, içerde ise, egemenlerin milliyetçi temelde "böl-yönet" politikalarının temel unsuru durumundadır. Gelinen noktada, artık inkar edilemez bir gerçek olarak "Kürtlerin varlığı reddedilememektedir. Ancak "Türkiye Cum-huriyeti'ne vatandaşlık bağlarıyla bağlı olan herkes Türk'tür, Türk milletinin bir parçasıdır" şeklindeki milliyetçi şoven yaklaşım, Kürt sorununun çözümünde hiçbir anlam ifade etmemekte, Kürtlerin varlığının kabulünü sıfıra indirgemektedir. Kürt sorununu özünde eşit haklar sorunu olarak ele almadan bir çözüme ulaşmak mümkün değildir. Tek çözüm: emek ve demokrasi güçlerinin birliğidir.Gerek din ve laiklik konusunda, gerekse Kürt sorununun çekiştirilmesinden en büyük zararı Türk, Kürt her milliyetten işçiler, emekçiler ve yoksul halk kitleleri görmektedir. Halkın ekonomik, demokratik, kültürel, dil ve kimlik haklarını elde etmeleri ve özgürce kullanabilmelerinin önüne bu iki sorun sürekli biçimde egemenler tarafından bir bölme unsuru olarak çıkartılmaktadır. Öte yandan, çeyrek yüzyıldır işbaşına gelen sağ, sosyal demokrat, tek parti, koalisyon her türden hükümetler, ülke kaynaklannı yağmalayan, halkı yoksulluğun girdabına sürükleyen IMF güdümlü ekonomi politikalarının uy-gulayıcılan olmuşlardır. Özelleştirme, taşeronlaştırma, esnek çalışmanın önünü açan, işçi ve emekçilerin sağlık ve emeklilik haklarını "mezara" havale eden yasal değişiklikler, iktidar ve muhalefet işbirliğiyle yasalaşmıştır. Halkı işsiz, evsiz-barksız, aç-sefil bırakan hak gaspları ve saldırılar, emeğe ve emekçilerin çıkarlarına yönelik kapitalist saldırganlık, ülkenin gündemi ve gidişatını belirleyen üçüncü ana konuyu ve hangi milliyet ve inançtan olursa olsun emeğiyle geçinenlerle (ya da geçinmeye çalışanlarla), emekçi halkla vurguncusu, hortumcusu, spekülatörü de içinde olmak üzere kapitalist holdingler ve tekelci burjuvazi arasındaki karşıtlık Türkiye'deki temel karşıtlığı oluşturmaktadır. Emekçi halkla tekelci gericilik arasındaki karşıtlık ve tekelci yamacılık ve zorbalığın bir görünümü de, emperyalizmin, tüm dünya halklarına olduğu gibi, Türkiye ve Ortadoğu halklarına yönelttiği diz çöktürme ve teslim alma, yer altı ve yerüstü kaynaklarına el koyma ve ulusal köleliği dayatma girişimleridir. Irak işgalin ardından, başta Amerikan emperyalizminin desteğindeki İsrail Siyonizm'inin, hem kendine "alan" açmak hem de "Yeni Ortadoğu'nun doğum sancıları" olduğu ileri sürülerek "GOP"un ön adımlarını atmak üzere, Filistin ve ardından Lübnan'da giriştikleri katliamlar, tüm bölgeyi ateşe atan bir içeriğe sahiptir. Türkiye, "Barış Gücü" olarak doğrudan saf tutarak, daha ötesi İsrail'in yapamadığı yapmak ve Hizbullah'ı silahsızlandırmaya katılmak üzere Lübnan'a asker göndermeye gelinceye kadar, safını belirleyen, İran uçaklarını denetlemek, İncirlik'ten İsrail'e silah sevkıyatı vb. gibi adımları çoktan atmıştır. Yalnızca IMF dayatmalarının politika bilinmesi aracılığıyla değil, ama ABD'nin İncirlik vb.ye dayanan varlığı ve yine ABD'nin dış politikasına eklemlenme üzerinden ülke bağımsızlığından geriye kalan pek bir şey yoktur. Bu nedenlerle ülke halkının neredeyse tamamı Amerikan (ve İsrail) karşıtıdır. Yine Kürt sorununun "çözümü"nün de, Kuzey Irak'ta operasyon talepleriyle, Amerikan emperyalizmine havale edildiği bilinmektedir. Gerek Kürt sorununda inkarcılık gerekse ulusal köleliğin benimsenmesi ve iş-birlikçilikte egemenler ve partilerinin birbirleriyle yarıştığı, Kızılelmacılığın da, lafın ötesinde, Kürt düşmanlığını dayanak edinmenin dışında anti-emperyalist ve bağımsızlıkçı bir yönelime sahip olmayan iş-birlikçiliğin bir kanadını oluşturduğu, pratik olarak emperyalizme karşı parmağını oynat-mamasıyla açıktır. Bugün bu güçlerin "sol" ya da "sağ" men-seli "birlik platformlarını oluşturarak, halktan yeniden destek istemeleri; Türk, Kürt her milliyet ve inançtan emek, halk ve demokrasi güçleri bakımından yeni aldanmalara kapı açmanın ötesinde bir anlam ifade etmemektedir. Türk, Kürt her milliyet ve inançtan emek, halk ve demokrasi güçlerinin böylesi birliklere değil; Kürt sorununu eşit haklar temelinde bir çözüme kavuşturacak, tam bir inanç özgürlüğü ve gerçek temelde bir laikliği sağlayacak, söz, basın ve (sendikal-siya-sal)örgütlenme özgürlüğünün önündeki tüm engelleri kaldıracak, emekçilerin ve halkın ekonomik sosyal bakımdan yaşam koşullarını iyeleştirecek, yoksulluğu ortadan kaldıracak ve ulusal köleliğe son verecek tedbirleri derhal alacak bir oluşuma ihtiyacı vardır. Siyasi partiler, sendikalar, meslek ve kitle örgütleri başta olmak üzere, tüm demokrasi ve emek güçlerini böyle bir oluşumu elbirliğiyle inşa etmekten başka çareleri yoktur. Emek ve demokrasi güçlerinin demokrasi ortak paydasında sağlayacağı bu birlik, seçimlerde ve demokrasi mücadelesinde egemen sınıflar ve her soydan partileri karşısında gerçek halk seçeneğini oluşturacaktır. "Solcu", "laikçi", şoven içerikli birlikler değil, halkçı birlik

İhtiyaç halinde olan, halkın acil taleplerinden hareket eden ve halkın üzerinden ye-deklenmeye çalışıldığı laiklik türü sorunlar temelinde bölünmesini değil birleştirilmesini esas alan birlik yaklaşımı ve gerçek halkçı birliktir. Kuşku yok ki, din istismarcısının "din elden gidiyor" çığırtkanlığını hareket noktası edinen ve inançsızların yanında örneğin Alevileri ve gerçek laik bir toplumda yaşamak isteyenleri dışlayan din temelli birlikler öngörmenin, bu çağda bir mantığı olduğu düşünülemez. Üstelik halkın dini inançlar temelinde bölünmesinden başka bir anlamı olmayan bu yaklaşım, her şeyden önce, halkın nesnel iktisadi ve siyasal çıkar ve taleplerini birliğinin temel dayanağı olarak benimsemediği için, halka sağlayacağı bir şey yoktur. Öte yandan türban, imam hatipler vb. sorunlardan hareketle halkın dini duygu ve inançlarıyla oynama ve yurttaşlara yapay bir devlet dinini dayatmanın da halkı birleştirici içeriğinden söz edilemez. Zaten gerek din istismarcıları gerekse laikçi-lerin "derdi" halkı birleştirmek değil, ama bölmek ve kolaylıkla yönetilmek üzere zayıf düşürmektir.

Önerilen bir dizi "solcu" birlik de halkın ihtiyaçlarına yanıt oluşturma yeteneğine sahip değildir. Halkı inançlarına göre safa sokma çabası onlan birleştirmek yerine bölmekten başka sonuç vermediği/vermeyeceği gibi düşüncelerine göre safa sokma çabası da halkın nesnel çıkarlanna yanıt oluşturmayacak bir bölünmesini dayatmaktan başka sonuca yol açmayacaktır. Gerek inançlar gerekse düşünceler değişkendir; bugün başka yann başka olması kaçınılmazdır. Geleneksel inanç ve düşünceler, kuşkusuz ki, kapitalizmin ya da öncesi ilişkilerin kalıntılarının ürünüdür, burjuvazi ve gericiliğin halk üzerinde sağladığı ideolojik-kültürel etkiye işaret eder. Ve ötesinde, halka inanç ya da -sol ya da sağ- düşünceler temelinde birliği dayatmak, kendisinin olmayan ve yarın farklılaşması kaçınılmaz inanç ve düşünceler temelinde bölünmeyi dayatmak demek olmanın yanında, onun yarın da değişmeyecek nesnel çıkarlarını ve buradan kaynaklanan taleplerini görmezden gelmek demektir ki, halkı etrafından birleştirebilecek olan bunlardan başkası değildir. Aynı şekilde, şoven milliyetçi sağcı (örneğin MHP ya da benzerlerininki) ya da "solcu" (CHP ya da benzerlerininki) Kürt düşmanı birliklerin de, Kürtleri dışlayarak yalnızca Türkleri ve ötesinde halkların düşmanlaştırılmasından hiçbir nesnel çıkarı olmadığı gibi, Kürtler köle kaldıkça ken-dileri de kölelikten kurtulamayacak olan Türk emekçileri çıkarlarına aykırı olarak ve aldatılmışlıklarıyla birleştirmeye/yedekle-meye yönelik olduğu ortadadır. Bu birlik-çiliğin bölücülükten başka bir şey olmadığı açıktır. Tıpkı, dinci ya da laikçi, solcu ya da sağcı birlikçilik gibi... Geriye tek halkçı seçenek kalmaktadır: Halkın talepleri etrafında birliği, birleştirilmesi. Neredeyse tamamı emperyalizme (çoğu Amerikan karşıtlıgıyla sınırlı olarak) karşı olan halkın birliğinin başlıca dayanaklarından biri anti-emperyalizm olmak durumundadır: Somut anti-emperyalist talepler, halkçı bir birliğin olmazsa olmazıdır. İşsizliğe, sefalete, düşük ücrete, taşeron, esnek vb. çalışmaya, sosyal güvenliksizli-ğe, tarımın çökertilmesine, soyguna, talana vb. mahkum edilmiş halkın birleştirilmesinin başlıca dayanaklarından biri, kaçınılmazlıkla emek soygununa yönelik talepler olmak zorundadır. Emekçilerin sosyal, sendikal demokratik vb. talepleri halkçı bir birliğin olmazsa olmazıdır. Laikçi-dinci (şeriatçı) ve -başlıca- Küıt-Türk bölünmesi dayatmasının üstesinden de gelmek üzere, başlıca demokratik talepler durumunda olan din işleriyle devlet işlerinin (ve eğitimin din işlerinden) ayrılması ve Kürtlerin eşitlik ve özgürlük talepleri, yine halkçı bir birliğin olmazsa olmazlarındandır. Bunca zorbalığa, yasaklara ve demokrasi yoksunluğuna mahkum edilmiş her inanç ve tulması gereken tek yol budur.

Sonuç

Demokratik, halkçı, sosyalist kitlesel ve siyasal güçler, partiler ve örgütler, kuşku yok ki, ittifaklar ve birlik sorununa ancak bu temelde yaklaşmalıdırlar. Örneğin -------- ÖDP başkanının PKK'nin silah bırakması vb. şartını ileri sürerek, DTP ile ittifakı koşula bağlaması ya da bazı üniversite öğretim üyelerinin saf sosyalist ("solcu") birlikler önermesi, anti-emperyalist demokratik halkçı sürecin tabiatına uygun olmadığı gibi şoven etkilenmelerle maluldür.

Geriye bir sorun kalmaktadır: Hangi güçlerle ittifak kurulabilir ve kurulmalıdır? Soruya yanıtın hareket noktası, çeşitli güçlerin kendilerini tanımlamaları ya da soruya yanıt verenlerin bu güçlere ilişkin tanımlamaları olamaz. Kavun misali koklayarak ittifak ve birlik güçleri belirlenemez. "En sıkı sosyalist" güçler bu ittifak ve birliğin dışında kalabileceği gibi, en olmaz varsayılan güçlerle ittifak ve birlik gerçekleşebilir. Tayin edici ve kararlaştırıcı olan, çeşitli güçlerin halkın talepleri karşısındaki tutumları olacaktır. Kim ki halkın taleplerini sahiplenir; örneğin laisizm ya da Kürt sorununda demokratik bir zeminde durur, kim ki emekçilerin taleplerini savunur, kim ki ulusal köleliğin derinleştirilmesi karşı çıkar, bugünkü inanç ve düşünceleri ileri sürülerek onlarla birleşmekten kaçınılamaz. Birlik, halkın çıkar ve taleplerini savunanlar arasında kurulduğunda, çeşitli milliyet ve inançlardan halkın ve mücadelesinin birleştirilmesine ve ilerietilmesine, ülkenin demokratikleştirilmesine ve barışa, ulusal kölelikten kurtuluşa hizmet edecektir; tutulmasi gereken tek yol budur.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.