Header Ads

Header ADS

Zorunlu Stalin - 1905-1952 Temel Teorik yazıları

"Her tarihsel figür şu ya da bu sınıfın çıkarları na bağımlı olarak değerlendirilmelidir"
Bruce Franklin in giriş yazısı

Joseph Stalin i, milyonlarca insanları hapse atan ve öldüren, Rus devrimine ihanet eden, dünya çapında kurtuluş mücadelelerini satan, sonu Sovyetler Birliği ve dünya halkları tarafından nefret edilen ve korkulan yalnız bir deli olan, bir Tiran ve kasap olarak düşünürdüm. Bugün bile "Stalin” in adını biraz kötü hissetmeden söylemede sorun yaşıyorum.

Ancak bugün yaklaşık bir milyar insan için Stalin, kapitalist dünyada inanmak için programlanmış olan bizlerin tersidir. Çin, Vietnam, Kore ve Arnavutluk halkı Stalin i modern tarihin en büyük kahramanlarından biri, onların kurtuluşlarını kazanmasına bizzat yardım eden birisi olarak görürler.

 Bu inanç, Stalin’i en yakından tanıyan ve onun fikirlerini paylaşan Sovyet işçi ve köylüsü dışında, karşı taraftan aynı derecede etkili beyin yıkama ürünü olarak değerlendirilebilir, dışlanabilir. Nerdeyse yirmi yıldır Sovyet yöneticileri sistematik olarak Sovyet halkının, kapitalist dünyanın Stalin görüşünü kabul etmesi, ya da onu en azından unutması için çalıştılar. Onu tarih kitaplarından çıkarıp attılar, anıtlarını yıktılar, yok ettiler ve hatta onun vücudunu mezarından uzaklaştırdılar.

Buna rağmen, tüm açıklamalara göre, Sovyet halkının büyük çoğunluğu hala Stalin'in anısına büyük saygı duymakta ve onları (iktidarı) parça parça kabullenmelere zorlamakta. İlk önce Stalin’in büyük bir askeri lider ve Dünya Savaşı'nın ana antifaşist stratejisti olduğu onaylandı. Sonra onun Sovyet halkının maddi ilerleme sinde önemli katkılar yaptığı kabul ettirildi. Şimdi yeni bir Sovyet filmi Stalin i ölümünden birkaç yıl önce sakin, akılcı, bilge bir lider olarak gösteriyor.

Ancak Sovyetler Birliği yöneticileri hala insanları fiilen Stalin’i okumaktan uzak tutmaya çalışıyor. Başa geçtiklerinde, ilk icraatlarından biri onun yazılarına yasak koymak olmuştu. Bunlar, 1934 dönemini kapsayan on üç ciltlik yayınlanmış olan toplu eserlerin dışındakilerin yayınını durdurdular. Bu durdurma, dünya çapında Stalin’in, hayatının son yirmi yılındaki yazılarını elde etmeyi zorlaştırdı. Geçenlerde, Stanford Üniversitesinin Hoover Enstitüsü, amacının Karl Marks'ın kötü doktrinlerini göstermek için Rusçadan tamamlandığı   "böylece Stanford ekibi Anti-Komünist göçmenlerin okuması için hazırlandığı kurucusu Herbert Hoover tarafından açıklandı. (Bu volümü hazırlamada Stalin in ve Stalin hakkında Hoover koleksiyon yazılarını, sadece, doğrudan bu Özgür Dünya Kalesi'nden! mahkeme kararıyla atılma, hapse girme riski ile kullanabildim.)

ABD'de durum SSCB'deki mevcut durumdan farklı değil. Gerçekte, şimdiki volüm, Stalin'in eserlerinin yayın yetkili olduğu iki ülkenin büyük bir yayın evi, 1955 yılından bu yana ilk defa yayın hakkı izni aldı.  ABD Kapitalist yayıncıları sadece Stalin'in savaş diplomatik yazışmalarını, durumlarla ilgili bazı yazılarını genellikle çok kısaltılmış antolojilerde yayınladılar. Bu arada Stalin in düşmanları ve eleştirmenleri yaygın olarak yayımlanmaktaydı. 1920'lerin başlarından bu yana Marksizm-Leninizm’i temsil etme iddiasında temelde iki karşıt çizgi, birisi Stalin ve diğer i Troçki. Troçki'nin yazıları çok ucuza kolayca bulunmakta. Ve Kruşçev, Svetlana Stalin gibi düşmanca anılarda, aslında popüler dergilerde seri halinde yayınlandı.

Stalin'in yazılarının bastırılmaması onun okunmaya değer bir şey yazmadığı kanısını yaymaktı. Aslında Stalin açık bir şekilde, düşüncesi ve pratiği günlük yaşantımızı etkileyen, dünyada yüz milyonlarca insan tarafından gelmiş geçmiş en önde gelen siyasi teorisyenlerinden birisi olarak kabul edilen, sadece ismi her gün kullanılan güçlü duygular taşıyan, çağımızın en önemli üç tarihsel figürlerinden birisidir.  Son yarım yüzyılda Marksist-Leninist teori nin gelişimi ile aşina olan herkes Stalin’in sadece bir eylem adamı olmadığını bilir. Mao onu "Zamanımızın en büyük dehası, olarak adlandırır, kendisini” Stalin'in müriti ' olarak tanımlar ve Stalin in teorik eserlerinin hala dünya komünist devrimci stratejinin çekirdeğini oluşturmakta olduğunu savunur.

Stalin'in eserlerine erişebilmek onunla aynı fikirde olabilmenin en zor parçası değildir. Önce bizim, aynı herhangi bir önemli tarihsel figürler için olduğu gibi, Stalin’in de, sınıf mücadelesi sürecinde hiçbir "objektif" ya da "tarafsız" değerlendirmesi olamayacağını bilmemiz gerekir. Kimi sınıfların bakış açısından bakıldığında, George Washington kibirli bir hergele ve ülkesine, krala ve Tanrıya karşı haindi, kıtaya  katliam ve kaos getiren bir dönekti; Abraham Lincoln milyonlarca insanın ölümünden ve  Ham ın siyah torunları ile İncil tarafından yaptırım temelinde  ilişkisi olan , medeni, kültürlü, ve uyumlu bir toplumu yıkmaktan sorumlu idi; Oturan Öküz üstün bir medeniyetin ilerlemesi yolunda duran  bir cani vahşi idi; Eldridge Cleaver, George ve Jonathan Jackson, Ruchell Magee ve Angela Davis  vahşi katillerdir, ama Harry Truman, Nelson Rockefeller, Mayor  Daley, John F. Kennedy ve Richard Nixon ise Özgür Dünya değerlerini korumak için sadece gerektiğinde kuvvet kullanan, değerli, akılcı ve yurtseverlerdir.

Her tarihsel figür şu ya da bu sınıfın çıkarlarına bağımlı olarak değerlendirilmelidir. J. Edgar Hoover’ı ele alalım mesela. Anti-komünistler onun performansı hakkında aynı fikirde olmayabilirler, ancak onlar bizim şimdiki yöneticiler tarafından tanımlanan "yasa ve düzen" i korumak için işini ne kadar iyi yaparsa o kadar daha iyidir varsayımından başlarlar. Biz komünistler se, şüphesiz ki onun gizli polisi daha becerikli yönetseydi ve kapitalizmin korunmasında daha etkili olsaydı, Hoover "daha iyi" diye düşünmezdik. Ve böylece, Stalin ile zıt, onun işi kapitalizmi korumak değil, yıkmaktır, komünizmi bastırmak değil, geliştirmektir.  İşini iyi yaptığı oranda bu sistemden kar edenler tarafından daha kötü, bu sistemin kurbanları tarafından daha fazla takdir edilecektir.

Stalin sorunu onun amaçlarını paylaşan ve bu amaçlara karşı olanlar için farklıdır. Dünyanın devrimci halkları için Stalin'in bilimsel bir analizi kelimenin tam anlamıyla ve ölüm kalım sorunudur, çünkü o, ne de olsa, otuz kritik yıl boyunca dünya devriminin ana lideriydi.

Ben kendim Stalin’i her iki taraftan gördüm. Benim bilincime ve duyguma derinden gömülü olan Stalin görüşü Tiran ve kasap oldu. Bu, benim kapitalist toplumda öğretilen, bir köle sistemi olarak komünizm, görüşümün bir parçasıydı. Komünist toplum kırmızı değildi, ancak donuk griydi. Güçlü insanların gizli bir kliği tarafından yönetildi. Herkes bu birkaç kişi için çalışır ve seslerini çıkaramazlardı. Propaganda bütün medyadan yağdı. Gizli polis her yerdeydi, telefonlar dinleniyor, sokaktaki insanlar takip ediliyor, gece yarısı baskınları yapılıyor. Sesini çıkaran işinden oluyor, ya da hapse atılıyor, hatta polis tarafından kurşunlanıyor. Hükümetin ana amaçlarından birisi, uluslararası saldırganlık, diğer ülkeleri fethetmek için savaşlar başlatmaktı.

Tüm bu görüşlerin, noktası noktasına   kendi toplumumu tanımladığını keşfetmeye başladığımda, kafamda bir dizi soru ortaya çıktı.

Benim için, Amerika Birleşik Devletlerindeki milyonlarca diğerlerinde olduğu gibi, bu algı değişikliğini Vietnamlılar zorladı. Vietnam halkına nasıl hayran olamayız ve   Ho Chi Minhe’i günümüzün en büyük kahramanlarından biri olarak nasıl göremeyiz? Ho hakkında göze çarpmayan onun halkına olan sevgisi ve onlara hizmet için gösterdiği öz veriydi. (1965 yılında, Komünist olmadan önce, ABD bombardımanının Vietnam kurbanlarına kan talebi için bir mitingde konuştum. Ben safça HO’nun Komünistliğin üzerinde bir milliyetçi, milliyetçi olmanın üzerinde bir insan olduğunu söylediğimde, çöp yağmuruna tutuldum, benim için sürpriz olansa “Pis Komi diye çağrılmam oldu. Ama bizim, HO’nun bir "Tiran ve kasap" olduğuna inanmamız gerekiyordu. Daha önce Batista diktatörlüğüne karşı bir özgürlük savaşçısı olarak resmedilmesi rağmen, sonra Fidel Castro’nun da bir "zorba ve kasap" olması gerekiyor olduğu kafama dank etti. Daha sonra, ben, Çin devriminin okumaya başladım ve Mao'nun teorisini kendi düşünce ve eylemim için kılavuz olarak gördüm. Yine biz Mao’yu bir "Tiran ve kasap" ve aynı zamanda bir "deli" olarak görmeliydik, ancak daha derinlemesine baktığımda, bu "zorbalar ve kasaplar"-Ho, Fidel ve Mao-tüm insanlara olan derin ve fedakâr sevgilerinden esinlenen, insanlar için hizmet verme görevlileri olduğunu anladım. Bir noktada, belki de Stalin in de "zalim ve kasap” olup olmadığını merak etmeye başladım.

Bu düşünceyle bende, bir kabile mürit inin bir tabuyu ihlal ettiğinde tecrübe edebileceğine benzer, yoğun duygular kendini gösterdi.  Ama biz içinde yaşadığımız dünyayı anlamak istiyorsak, Stalin (sorunu) ile yüzleşmeliyiz.

Joseph Stalin yirminci yüzyıl tarihinin otuz yıllık önemli bir yönünü canlandırır. Çağımızın seyri hakkında önemli sorulardan herhangi birine cevap aradığımızda, Stalin bir noktada karşımıza çıkacaktır. Yoksul ve emekçi halkın bir devrim yapması ve ardından siyasi iktidarı ele geçirmesi mümkün mü? Gelişmemiş, geri bir ülkenin, yoksul, okur yazar olmayan, hastalıklı, aç, üretici güçleri geliştirmek için gerekli bütün beceriler ve araçlar dan yoksun insanların hem maddi hem de kültürel refahını sağlayabilirler mi? Bu fetih için açgözlü, sanayi ve askeri olarak çok daha ileri, düşman güçler tarafından kuşatılma, her türlü devrimci hükümete karşı fanatikçe muhalefet koşulları altında yapılabilir mi? Devrimci gelişmenin başarısı için ödenmesi gereken paha nedir? Farklı ırklar, dinler, kültürler ve dilden, ekonomik gelişme düzeyleri de farklı olan birçok halklarının yaşadığı bir ülkede ulusal birlik sağlanabilir mi?

Hükümetlerinin yoğun milliyetçilik ve savaş tehdidi ne bağımlı kaldığı birçok farklı ulusların, sömürülen ve ezilen halkları arasında uluslararası birlik sağlamak mümkün mü? Öyleyse, sonra, herhangi modern yüksek sanayileşmiş bir toplumun insanları da özgürlüğün yüksek derecesine sahip olabilirler mi, ya da devlet onların düşmanı mı olmalı? Herhangi bir toplum egemen bir çeşit elit olmadan gelişebilir mi?

Bu soruların hepsi modern (çağa) özgül, kapitalizm çağında ortaya çıkan ve onun en yüksek biçimi olan, modern emperyalizmden doğar ve içinde yaşadığımız zaman- küresel devrim dönemi -ile kritik hale gelir. Bu soruların her biri bizi kaçınılmaz olarak Stalin'e yönlendirir. Bence, Stalin’in çağımızın en önemli figürü olduğunu söylemek, fazla ileriye gitmişlik olamaz.

Sovyet devriminin tüm başarıları ve tüm hataları, tüm gücü ve bütün zayıflıkları ve aslında 1922-1953 döneminde dünya devrimi yılları, Stalin'le özetlenebilir.  Bu başarılı olan ve olmayan dan bizzat onun sorumlu olduğunu söylemek değildir, ya da başka hiç kimse onun yaptığını yapamazdı demek değildir.  Biz tarihin bir "büyük adam" teorisi ile ilgilenmiyoruz. Aslında, tam tersi. Stalin’i birazcık anlayacaksak ve onu iki büyük muhalif sınıfların bakışı açısından değerlendireceksek, biz, bütün tarihsel figürler için olduğu gibi, onu, içinde yaşadığı tarihin ve yaşadığı dönemin çelişkilerinin yarattığı birisi olarak görmemiz gerekir.

Kendisinin de itiraf ettiği gibi Stalin'in her fikri, ona sabit sınırlı olarak var olan fikirlerden ve onun tarihi olarak varlığından gelmiştir. O Paris Komünü deneyiminden öğrenmek için araştırma yapabildi, ama Çin Kültür Devrimi'nin derslerinden yararlanmak için kristal kürenin içine bakamazdı. Ve aynı zamanda aldığı kararlarında, göreceğimiz gibi, her iki taraf tada sabit ve belirlenmiş sınırlar vardı.

Stalin i değerlendirmeye başlamak için en iyi yol Sovyetler Birliği'nin ve dünyanın geri kalanının durumunu iki defa karşılaştırmaktır: liderliğe geldiğinde ve öldüğünde.  Böyle bir karşılaştırma olmadan, onun insanlığın ilerlemesine bulunduğu katkıya da (insanlığın) elinden alınanı ölçmek mümkün değildir.  Eğer Sovyet halkının durumu onun öldüğünde iktidara geldiğinden çok daha iyi idiyse, onların hayatlarını kötü yapmış olamaz. Söylenebilecek en kötü olan onların onsuz daha fazla ilerlemede olabilecekleridir. Aynı şey dünya devrimi için de geçerlidir.  Onun liderlik yıllarında dünya devrimleri geriledi mi yoksa ilerledi mi? Biz soruları bu şekilde ortaya koyduğumuz zaman, (olumsuzu) ispat etme yükümlülüğü Stalin in devrimci bir lider olarak olumlu bir rol oynadığını inkâr edenlere düşer.

Birinci Dünya Savaşı başladığında, Rusya İmparatorluğu öncelikle, gelişmemiş çeşitli diller konuşan, okur yazarlığı, verimliliği, teknoloji ve sağlık açısından çok düşük seviyede olan birçok farklı halkların yaşadığı geniş topraklardan oluşuyordu. Feodal sosyal ilişkiler bu topraklarda hâlâ hâkim durumdaydı. Çarlık gizli polisi, organize resmi ve askeri terörist grupları ve geniş bir bürokrasi, aç işçi ve köylü kitleleri hizada tutmak için görevlendirilmişti.

Savaş bu sorunları bir kriz haline getirdi. Milyonlarca insan paçavralarla örtünmüş, boş mide ile, bir tüfek ve birkaç mühimmat a sahip olabilmek için, önlerinde savaşanların ölmesini bekleyerek, ölüme gitti. Bolşevikler 1917 yılında iktidarı ele geçirdiklerinde, bütün büyük imparatorluk, Rusya’nın büyük şehirleri de dahil olmak üzere, kaos içindeydi.

Yeni hükümet yönetmeye başlayabilmeden önce, hemen toprak ağaları, kapitalistler, eski rejimin generalleri, İngiltere, Fransa, Japonya ve Polonya kombine askeri kuvvetleri, ek olarak ABD ve diğer kapitalist ülkelerden askeri birlikleri, satın alınabilir ve toparlanabilir bütün kuvvetiyle ile birlik oluşturdu. Sibirya'dan, Avrupa Rusya’sına, Beyaz Denizden Ukrayna’ya kadar yayılan kısır bir iç savaş ülkeyi üç yıl boyunca kasıp kavurdu.  1920 yılında, İç Savaşı'nın sonunda, tarımsal üretim, savaş öncesi yoksulluktan kırılan kırsal üretimin yarısından daha azdı. Daha kötüsü s sanayi sektörünün durumuydu.

Birçok madenler ve fabrikalar tahrip edilmişti. Ulaşım paramparça olmuştu. Hammadde ve yarı mamul stokları tükenmişti. Büyük ölçekli sanayi üretimi savaştan öncesinin yaklaşık yedide birine düşmüştü.  Ve yabancı askeri müdahaleye karşı savaş iki yıl daha devam etmek zorunda kalmıştı. Japon ve ABD askerleri, 1922 yılında tekrar ele geçirilene kadar, Vladivostok en önemli liman kenti de dahil olmak üzere, Sibirya’nın bir kısmını hala kontrol altında tutmuşlardı.

Lenin 1922 yılında ilk felci geçirdi.  Bu noktadan itibaren Merkez Komitesi Genel Sekreteri Stalin, Parti’nin başlıca lideri olarak ortaya çıkmaya başladı. Stalin'in politikaları en azından erken 1924lerde, Lenin'in ölüm yılında, uygulanmaya başlandı, 1927'e gelindiğinde çeşitli muhalif gruplar yenilmiş ve partiden ihraç edilmişti. Bizim karşılaştırmamız gereken dönem, erken ve orta 1920'ler le 1953 dönemleridir.

1920'lerin başlarında Sovyetler Birliği bir mahrumiyet ülkesi idi. Açlık her yerdeydi ve gerçek kitle kıtlıkları kırsal alanların çoğunluğunu kapsadı. Sanayi üretimi son derece düşüktü ve sanayinin teknolojik düzeyi o kadar geri kalmıştı ki tarımın makineleştirilmesi olasılığı yok gibi görünüyordu. Silahlı kuvvetler içinde, en önemlisi 1921 yılında Kronstadt garnizon da ciddi isyanlar patlak verdi.

1924 de geniş çaplı köylü ayaklanmaları özellikle Gürcistan’da patlak verdi. Büyük şehirlerin dışında neredeyse hiçbir yerde elektrik yoktu. Tarım, köylü işletmelerinin ve geri köylülerin kırsal kapitalistler (kulaklar) tarafından el konulan orta ölçekli çiftliklerde yeniden ücretli işçilik ve kiracılık içine zorlandığı temele dayanmaktaydı.  Sağlık bakımı ülkenin birçok yerinde neredeyse yok gibiydi. Nüfusun büyük çoğunluğu cahil, eğitimi düşünmeye zamanı olamadan, zar zor geçinmeye çalışırken, modern sanayi, tarım, sağlık bakımını ve eğitimi geliştirmek için gerekli teknik bilgi ve beceri, daha çok sosyalizme karşı bir azınlığın elinde yoğunlaşmıştı. Sovyetler Birliği fiziksel olarak onu çevreleyen, ekonomik ambargolar uygulayan, Sovyetlerin varlığını tanımayı reddeden, birbirleriyle bu kızıl tehlikeyi ortadan kaldırma vaatlerinde yarış eden, güçlü kapitalist ülkeler tarafından kontrol edilen bir dünyada izole edilmiş durumdaydı.

Karşı devrim, Avrupa genelinde, İngiltere’de ve hatta ABD' de Kızıl tehdit bir bahane olarak kullanılarak sendikaları bastırmak için büyük bir şekilde sürdürülüyordu. Kapitalist dünyanın çeşitli yerlerinde, özellikle Japonya ve Mussolini’nin 1924 yılında diktatör iktidara yükseldiği İtalya'da, Faşizm gün ışığına çıkıyordu. Dünyanın çoğunluğu Avrupa devletlerinin kolonileri ve neo-kolonilerinden oluşmaktaydı.

Stalin 1953 yılında öldüğünde, Sovyetler Birliği, dünyanın en büyük ikinci endüstriyel, bilimsel, ve askeri güç olduğunun ve tüm bu alanlarda ABD'yi sollama yolunda hızla ilerlemekte olduğunun işaretlerini gösteriyordu. Bu, Almanya, Romanya, Macaristan ve Bulgaristan faşist güçler ini mağlup ederken uğradığı yıkıcı zararlara rağmen gerçekleşmişti. Sovyetlerin çeşitli halkları birleşmişti.  Açlık ve cehalet ülke genelinde kalmamıştı. Tarım tamamen kolektifleştirilmiş ve son derece verimli hale getirilmişti. Koruyucu sağlık hizmetleri dünyanın en iyisi idi, son derece kaliteli tıbbi tedavi ücretsiz tüm vatandaşlar için geçerli idi. Her düzeyde eğitim bedava idi.  SSCB de herhangi bir ülkeden daha fazla kitap yayınlandı. İşsizlik yoktu.

Bu arada, dünyanın geri kalanında, sadece, 1922-1945 ana faşist güçleri yenilmiş olmakla kalmadı, devrim güçleri her yerde yükseliyordu. Çin Komünist Partisi, dünya nüfusunun dörtte birini yabancı emperyalizme ve yerli feodalizme ve kapitalizme karşı zaferde önderlik yapmıştı. Kore’nin yarısı sosyalistti ve Birleşmiş Milletler bayrağı altında iç savaş müdahale ye acelece kalkan ABD-İngiliz emperyalist ordusu, savunmada ve umutsuzca moralsiz idi. Vietnam'da, zaten Japon emperyalizmi yenilgiye uğratmış olan kuvvetli sosyalist güç, Fransız imparatorluğun un ordusuna son darbeler i vurmaktaydı. Doğu Avrupa'nın Monarşileri ve faşist askeri diktatörlükleri yerel Komünistler ve Sovyet Ordusu önderliğindeki partizan güçlerin cepheleri tarafından tahrip edilmişti, şimdi Yunanistan hariç her yerde dünya devrimini destekleyen ve en azından işçiler ve köylülerin hükümetleri olduğu iddia edilen yerel hükümetler vardı. Fransa ve İtalya'da en büyük siyasi parti Komünist Partisi idi.  Avrupa kolonileri ve neo-kolonilerinde ulusal kurtuluş hareketleri yükseliyordu.  Sadece 1946 ve 1949 da dünya nüfusunun yaklaşık üçte birini oluşturan ülkelerde -Burma, Endonezya, Hindistan, Pakistan, Laos, Libya, Seylan, Ürdün ve Filipinler de en azından nominal bağımsızlıklar sağlandı. Afrika kıtasının tamamı kaynıyordu.

Troçkistler hariç herkes ve hatta onların bazıları, Komünist dünya devrimi için durumun 1953 yılında erken veya orta 1920'ler le kıyaslanamaz şekilde gelişmiş olduğunu kabul eder.


Haziran 5, 2011

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.