Ufukta karşımıza çıkacak olan konu -Ulusal Özerklik
Konu üzerine yazıya başlarken özeleştiriden ve geçmişteki hataları değerlendirme zorunluluğundan bahsetmiştim. Marksizmin en güçlü silahı eleştiri mekanizmasıdır. Bu küçük burjuva takımcılık anlamında benim takımım seninkinden her zaman iyidir anlayışıyla, ya da burjuva liberallerin bu eleştiri silahını kullanarak marksizmi eleştirme darkafalılığı anlamında bir eleştiri olarak kesinlikle alınmaması gerekir. Eleştiri ve özeleştirinin amacı Mücadeleyi değerlendirmek, hataları tesbit etmek ve bu değerlendirmeler ışığında mücadeleye gerekirse örgütlenme , ve kaçınılmaz olarak strateji ve taktiksel değişikler uygulamaların neler olacağı konusunu belirlemek olması gerekir.
Bu anlamda, Nasılki Ulusların Kendi kaderini tayin hakkına yaklaşım ve uygulanan strateji ve taktik kökten yanlış sonuçlar doğurduysa, Özerklik konusuna da yaklaşımda yapılacak taktiksel hatalar, özelde Kürt emekci halkının , genelde Türkiyede emperyalizmi ve kapitalizmi hedef alan devrimci mücadelenin geleceğini daha da karanlıklar içine sürükleyecek öneme sahiptir.
Ulusların kendi kaderini tayini konusunda yapılan stratejik ve taktiksel hataların gerek önderliği yanlış değerlendirmeleri , gerekse işçi sınıfının çıkarlarının öncelik taşıması olan Marksizmin özü nden sapmanın yanında , en basit , önlenebilecek ve kontrol altına alınabilecek hata, teorinin içi boş bir slogan haline dönüştürülmesi olmuştur..
Teoriler özgül durumun ve şartların değerlendirlmesi ile bütünleştirildiği sürece taktiksel olarak *uygulanacak teori* haline gelirler. Teoriler için ,sadece bu bütünleşme temelinde, strateji ve taktikler belirlenmesi gerekir.. Türkiyede yapılan en büyük hata, bu bütünleştirme yapılmadan, yani somutlaştırılmadan, teorinin slogan haliyle içeriğinden boşaltılarak, bütün güncelliği kapsayan bir şekilde, ve sürekli tartışma , atışma ve birbirini *damgalama* konusu haline getirilmiş olmasıdır..
Tartışılması gereken teorinin SLOGAN HALİ değil, İÇERİĞİ ve özgül durumla olan objektif ilişkisidir. Bu içerik ve durumla objektif ilişki temelinde belirlenecek olan talepler, bu talepler in gerçekleştirilmesi için uygulanacak strateji ve taktiklerin belirlenmesi olması gerekir-di.
Aynı hatayı tekrarlamamak için , Özerklik konusununda temelde teorik olarak gündeme gelecek olan iki teorinin sloganlaştırılarak tartışılması değil , bu teorilerin içeriklerinin tartışılması ve bu içerik temelinde gündeme getirilmesi, öngörülen TALEPLERİN belirlenmesi tartışılmalıdır..
Yani teorinin geniş kitlelere yansımasında SLOGAN ın değil, TALEPLERİN belirlenmesi ve kitlelere kafa karışıklığına neden olmayacak, burjuvaziye malzeme vermeyecek bir şekilde kitlelere sunulması gerekir..
Bu iki teoriden şu veya bu nu SLOGANLAŞTIRARAK talepleri de bir bütün olarak SLOGANLAŞTIRMAK , gene aynı şekilde *Ulusal (Kültürel) özerklik*, *yöresel özerklik* tartışmaları kitlelerin kafasını karıştıracak ve burjuvaziye demogoji ve propaganda için malzeme verecektir...
Kısacası TALEPLER in ne olduğunu ve özelde Kürt Emekci halkının genelde Türkiyedeki işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda hangi Marksist teorinin özgül şartlara uygulandığını Marksistlerin bilmesi yeter. Bunun adının kitleler tarafından yadırganmıyacak, burjuvazi tarafından malzeme olarak kullanılamıyacak değişik bir isim le anılması, Marksizmden bir sapma değil, tam tersine uygulanmada temel alınması gerekli olan Marksist uyanıklığı ve kurnazlığı içinde taşıyan bir TAKTİK tir.
Nasılki bir partinin adının komunist olması onun Marksist Leninist olduğunun bir belirtisi değilse, adının , diyelim *Halklarımızın Demokratik talepleri* vb olarak bütünleştirildiği talepler de , onun Marksist yöresel özerklik olma-dığının bir göstergesi değildir. Yani önemli olan SLOGAN ın kendisi, adı değil ,SLOGAN ın İÇERİĞİDİR.
Bu nedenle, ÖZERKLİK konusuna yaklaşımda, özerklik teorilerinin KENDİ ADLARINDAN çok, bu teorilerin İÇERİKLERİ nin üzerinde durulması ve bu temelde TALEPLERİN belirlenmesi, uygulanacak strateji ve Taktiğin de belirlenmesi ÖNCELİK ve GÜNCELLİK taşıması gerekir.
Aksinde bir tarafta Burjuva Milliyetcileri, diğer tarafta şövenistler Sloganlaşmış teorileri durmadan tartışarak Burjuvaziye kitlelerin kafasını karıştırmak, taleplerin özünü saptırmak için istediklerinden fazla malzeme vereceklerdir, Bu da Devrimci hareketlerin kitlelere bu taleplerle ulaşma, onları örgütleme ve harekete geçirme pratiğinde etkili olabilmesi önünde en büyük engel taşıyacaktır..
Bu neden le, Burda Ulusal(kültürel) özerklik le, Yöresel Özerklik konusuna kısa ve öz olarak değinip Marksist açıdan arasındaki farkları Leninden alıntılarla özetlemekle yetineceğim.. Yinelemem gereken, arkadaşların teorinin kendisinden çok, teorinin içeriğine ve içeriğinde özelde Kürt halkının, genelde Türkiyedeki işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda olan konulara dikkat ve önem vermeleridir.
Sonuçta Marksistler hiç bir ezilen halkın en temel demokratik haklarını savunmayı ve bu haklar için mücadeleyi yadsıma gibi bir tavırları olmayacağı gibi, Türk ve Kürt işçi sınıfının çıkarlarının korunmasının onların temel sorumluluğu olduğuda yadsınmaması ve vazgeçilmemesi gereken bir olgudur., Aksi Marksistlik olamaz.. Marksist olmayan larda bu polemiğin muhatabı olarak alınamaz.
Polemiğin muhatabı olacak olan taraf ne ne burjuvazi, ne şövenistler, ne burjuva liberaller ne de burjuva milliyetcileridir. Taleplerin belirlenmesinin kaynağı ve muhatabı Kürt emekci halkı ve onların temsilcileridir.
Burda herkesin soracağı soru hepimizin aradığı defakto önderlikle ilişki konusu olacaktır. Marksistler somut gerçeklerden hareket etmek zorunda olduğuna göre , geçmişteki ilişkiler yeniden değerlendirilip desteklenmesi gereken yerde desteklenmesi, ve artık eleştirilmesi gereken yerde de eleştirilmesi gerekir. Defakto önderliğe yaklaşımda temel alınması gereken Kürt halkının çıkarlarının, Kürt burjuva ve feudal ağalarının, sistem içinde kendine yer arayanların çıkarlarından önde tutulması ve bu konuda tutarlı bir tavır içinde olmasıdır.
Yani geçmişin tersine, suskunluk, göz kapama, kulak tıkama yerine, eleştiri ve teşhir mekanizmalarını kullanmaya başlaması gerekir. Aksinde bu hareket içinde *çözümsüzlüğün* devamından çıkarları olan klik ve arkasındakiler, system içinde kendilerine iyi bir yer oluşturacak *çözümler* peşinde koşanlar , özelde Kürt halkının, genelde Türkiyedeki emekci halkın mücadelesini baltalamaya devam edeceklerdir. Bence bu konuyu, özerklik tartışması nı bulandırmaması için, ayrıca tartışmakda yarar var.
Bu önderlik konusuna değindiğimiz için demogojiye fırsat vermemek için belirtilmesi ve yinelenmesi gereken , Özerklik talebinin gündeme gelmesi yata getirilmesi halinde, istek-talep anlamında hiç bir zaman gündemde olmayan Ulusların Kendi kaderini Tayin Hakkı nın , bir Hak olarak ortadan kalktığı anlamına gelmemesidir. Bu hak olmadan ulusların özgürce birliği ve burjuvazinin oyunlarına karşı beraberliği sağlanamaz.
Karşılaşılacak ikinci soru,
Marksistler neden Ulusal Özerkliği değil Yöresel Özerkliği savunurlar..
Marksistlerin neden Ulusal yani, (ayrılıp bir devlet kurma içinde olan, ve bu anlamdaki siyasi ve ekonomik özerkliği söz konusu olmadığından) Kültürel Özerkliğe karşıdırlar, Yöresel özerkliği savunur ve desteklerler..
Herşeyden önce Ulusal (Kültürel) Özerklik, içerik olarak Kürt halkının temel olan taleplerini bütünüyle kapsamaz. Kültürel Özerklik genellikle eğitim ve dil sorunlarıyla sınırlıdır.
Önce bu konuda Marksist ve burjuva görüşlere değinelim. Ve Leninin yaklaşımlarının ne kadar güncellik taşıdığına şahit olalım...
Burjuva yaklaşımı
Lenin Rusya'da 1905'ten sonraki dönemden bahsederken, *burjuvazinin daha akıllı mensupları, salt kaba kuvvetin etkili olmadığını anladıkları zaman, her boyadan "ilerici" burjuva partileriyle grupları, işçi sınıfının savaşımını zayıflatmak için düşünülmüş, farklı burjuva görüş ve öğretilerini savunarak, işçileri bölme yöntemine daha çok başvurmaya başlamışlardır. ** der . Ve devamında vurguladığı noktalar , konunun can damarıdır..** Bu görüşlerden biri incelmiş ulusalcılıktır. Bu ulusalcılık en makul gibi görünen sahte mazeretlerle, örneğin "ulusal kültür"ün, "ulusal özerklik ya da bağımsızlığın" gereklerini koruma bahanesiyle proletaryayı bölüp parçalamayı savunur. ***
Burda Leninin belirttiği gibi burjuvazinin amacı ne demokrasi dir , ne de demokratik hakların tanınmasıdır. Bu tür özerkliğe karşı Lenin * Sınıf bilinci taşıyan işçiler, * der *kaba, vahşi, kara-yüzler ulusalcılığıyla, hem de işçi davasını, işçi örgütlerini ve işçi sınıfı hareketini ulusal-topluluklara göre bölmenin yanı sıra ulusların eşit olduğu vaazını veren bu incelmiş ulusalcılıkla, ulusalcılığın her türüyle en sert biçimde savaşırlar. *
Çünki ,der Lenin, *ulusların eşitliği istemi, burjuvazi için pratikte ulusal özgünlüğü ve şovenizmi savunmaya varır; genellikle de buna, ulusların bölünmesi ve birbirlerine yabancılaşmasının savunulması eşlik eder. Bu ise, yalnızca ulusal-topluluklar arasında daha yakın ilişkileri değil, ama onun yanı sıra, belli bir devlet içindeki bütün ulusal- topluluklar işçilerinin birleşmiş proletarya örgütlerinde bir araya gelmesini savunan proleter enternasyonalizmiyle kesinlikle bağdaşmaz...**
Marksist yaklaşım
Sözü en büyük Marksiste bırakalım
**Ulusal-kültürel özerklik, aynı yörede yaşayan, hatta aynı işletmede çalışan işçileri farklı 'ulusal kültür'lerine göre suni olarak böler: bir başka deyişle, işçilerin tek tek ulusların burjuva kültürüyle bağlarını güçlendirir, oysa sosyal-demokrasinin görevi, dünya proletaryasının uluslararası kültürünü güçlendirmektir.
Herşeyden önce marksistler, farklı ulusal toplumlar tek bir devlet içinde özgürce birleşip yaşayabildikleri sürece, ne federe bir yapılanmayı, ne de merkeziyetsiz bir yapıyı savunmazlar. Lenin in açıkca vurguladığı gibi -Merkezi bir büyük devlet, ortaçağa özgü parçalanıştan, geleceğin bütün dünyanın sosyalist birliğine götüren büyük bir tarihsel ilerlemeyi ifade eder, ve (kapitalizme çözülmez bağlarla bağlı) böyle bir devletten geçen yoldan başka sosyalizme giden yol yoktur. **
Gene Leninden alıntıyla, ***Markistlerin "kültürde ulusal (ya da basitçe "ulusal") özerklik" sloganı, veya böyle bir sloganın gerçekleştirilmesi tasarımları karşısındaki tutumları olumsuzdur.
Çünkü bu slogan,
(1) hiç kuşku yok ki, proletaryanın sınıf savaşımının enternasyonalizmiyle çatışır,
(2) proletaryanın ve emekçi halk yığınlarının, burjuva milliyetçiliğinin etkisi altına girmesini kolaylaştırır ve
(3) bir bütün olarak devletin, A'sından Z'sine demokratik bir dönüşümden geçirilmesi amacından dikkatleri kaydırma gücündedir. Oysa ulusal-topluluklar arasında (kapitalizm altında olabildiği ölçüde) barışı yalnızca bu dönüşüm güvence altına alabilir. ***
Bu nedenle , der Lenin, *Ulusal kültür sloganı doğru değildir, ulusal sorunun yalnızca sınırlı burjuva anlayışını ifade eder.**
"Ulusal kültürel özerklik" en ince, bu yüzden de en tehlikeli milliyetçiliği temsil eder; bu, ulusal kültür sloganlarıyla ve son derece zararlı, giderek anti-demokratik bir şey olan eğitimin milliyetlere göre bölünmesi yolunda propaganda ile işçilerin yozlaştırılmasıdır. Kısaca, bu program, proleter enternasyonalizmiyle mutlak olarak çelişir; ve ancak küçük-burjuva milliyetçilerin ülkülerine yanıt verir.
Dünyanın hiç bir yerinde marksistler, "kültürde ulusal özerklik" programını benimsememişlerdir
Sanırım öz olarak ve slogan olarak Ulusal Kültürel Özerklik yaklaşımında Marksist tavır ın ne olduğu konusunda temel bir bilgi sahip olmak için yukardaki alıntılar yeter ... Şimdilik bu konularda da temel görüşlerden alıntılarla devam edlim..
**Kültürde ulusal" özerklik (ya da "ulusal gelişmenin özgürlüğünü güvence altına alacak kurumların yaratılması") denen planın ya da programın özü, her ulusal-topluluk için ayrı ayrı okullar kurulmasıdır.**
EĞİTİM
Eğitim konusunda kesinlikle sorun olacak çarpıtma ve tartışmalardan birisi eğitimin dili konusunda olacaktır. Bu nedenle bu bölüme bu tür olası demogojilere karşı Lenin in şu sözlerini aktarmakta yarar var..
"Eğitim işlerini tek bir devletin içinde uluslara göre bölmeyi", "kültürde ulusal özerkliği", "eğitim işlerini devletin elinden almayı" derslerin yerli dilde okutulmasıyla karıştırmak dangalakça bir bilisizliktir. ..........Dünyanın hiçbir yerinde marksistler (hatta hatta demokratlar) derslerin yerel dilde okutulmasına karşı çıkmış değillerdir. Dünyanın hiç bir yerinde marksistler, "kültürde ulusal özerklik" programını benimsememişlerdir***
Yaklaşımın altında yatan nedenleri ve bunun günümüze uygun değerlendirmesini sanırım Leninden başka kimse yıllar önce, ama güncel , bu kadar net ortaya koyamazdı..
**Başka başka uluslar tek bir devletin sınırları içinde yaşadıkları sürece, milyonlarca, milyarlarca iktisadi, yasal, toplumsal bağla birbirlerine bağlıdırlar. Eğitim, bu bağlardan nasıl ayrı tutulabilir? .. Eğer tek bir devletin sınırları içinde yaşayan değişik ulusal-topluluklar, iktisadi bağlarla birbirlerine bağlıysalar, o ulusları "kültürel" ve özellikle eğitsel konularda sürekli olarak bölüp ayırmak saçma ve gerici bir şey olur. Tam tersine, okullar, gerçek yaşamda yapılan şeye bir hazırlık olsun diye, ulusal-toplulukları eğitim işlerinde birleştirme çabası gösterilmelidir. Bugün gördüğümüz şu: farklı ulusal-topluluklar, sahip oldukları haklar ve gelişme düzeyleri bakımından eşit değildirler. Bu koşullar altında, okulları, ulusal-topluluklara göre ayırmak, gerçekte, ister istemez, daha geri ulusların durumunu daha da kötüleştirecektir...****
Okul ve benzeri alanlardan "devletin müdahalesini ortadan kaldırmak" ve bunları ulusların eline teslim etmek, deyim uygun düşerse, en ideolojik ve "saf" ulusal kültüre .. ve şovenizmin ulusal temeli üzerinde açılıp gelişmeye en elverişli olan alanını, ulusları birbiri ile kaynaştıran ekonomiden ayırmaya çaba göstermekten başka bir şey değildir.
Gelişkin kapitalizmi yakından tanıyan ve sınıf savaşımı psikolojisini daha derinden kavrayan kent işçileri —bunu onlara tüm yaşamları öğretir, hatta belki de analarının sütüyle birlikte emerler—, evet bu işçiler, okulları ulusal-topluluklara göre ayırmanın yalnızca zararlı bir tasarım olmakla kalmadığını, üstelik kapitalistlerin hilekarca bir dolandırıcılığı olduğunu içgüdüleriyle ve mutlaka anlarlar. Böyle bir düşünceyi savunurlarken işçiler bölünebilir, parçalanabilir, zayıflatılabilir ve alelade halkın okullarını ulusal-topluluklara göre ayırarak bu bölme, parçalanma, zayıflatma daha da ileri götürülebilir. Oysa çocukları özel okullara giden, özel tutulmuş öğretmenler tarafından okutulan kapitalistlerin, "kültürde ulusal özerklik"le bölünmesi ya da zayıflatılması hiçbir biçimde sözkonusu olamaz.
Sonuç olarak Lenini in vurguladığı gibi Ulusal kültür sloganını savunmak, "ulusal kültürel özerklik" denen şeyin planını ve pratik programını bu slogana dayandırarak, gerçekte, işçi çevrelerinde burjuva milliyetçiliğini** yaymaktır. Okulların, ulusal-topluluklara göre ayrılmasına, proleter sınıf savaşımı açısından çok daha şiddetle karşı koymalıyız..
DİL KONUSU
Leninden alıntılarla ozetliyelim
"""Ulusların ve dillerin eşitliğinin kabulü, marksistler için önem taşıyor. Ama bu, yalnızca, en tutarlı demokratlar marksistler olduğu için değil. İşçilerin sınıf savaşımında, proletarya dayanışmasının ve yoldaşça birliğin istemleri de, ulusalcı güvensizliğin bütün izlerini, yabancılaşmayı, kuşku ve düşmanlığı ortadan kaldırmak üzere, ulusal-toplulukların tam eşitliğini gerektiriyor.""
Ezen ve ezilen ulusların işçilerinin tavrı üzerine Lenin, "işçiler, proleter hareketinin ortak ya da uluslararası kültürünü, propagandanın hangi dilde yapıldığı konusunda ve bu propagandayla ilgili salt yerel ya da salt ulusal ayrıntı sorunları konusunda en büyük bir hoşgörü göstererek, birlikte savunmalıdırlar ve bir tek devlet çerçevesi içinde yaşadıkları sürece, bu savunmayı, en sıkı birlik ve organik kaynaşma içinde yapmalıdırlar. Bu, marksizmin mutlak bir zorunluluğudur. Bir ulusun işçileriyle bir başka ulusun işçileri arasında her türlü ayırma girişimi, marksist "özümleme"ye karşı her saldırı, proletaryayı ilgilendiren sorunlarda bir tüm sayılarak, ulusal bir kültürü, sözde tek ve bölünmez olduğu iddia edilen bir başka ulusal kültürle karşı karşıya getirme vb., burjuva milliyetçiliğinden esinlenen davranışlardır ve bunlara karşı amansızca savaşılmalıdır
Her tür ulusalcı burjuvazinin tersine, sınıf bilinci taşıyan, işçiler, marksistlerin son kararları doğrultusunda davranarak, yalnızca ulusların ve dillerin, A'dan Z'ye, tam gerçekleştirilmiş eşitliğinden yana olmakla kalmamışlar, onun yanı sıra değişik ulusal-topluluklar işçilerinin birleşmiş her türlü proletarya örgütü içinde kaynaşmasını da savunmuşlardır. ""
SAVUNULAN ÖZERKLİK NEDİR
Kimse oturduğu yerden Özerkliğin boyutlarını ve bu temelde taleplerin ne olmasını gerektiğinin değerlendirilmesini yapamaz. Burda yapılabilecek ancak yukarda vurgulanan temel marksist yaklaşımlar temelinde , özerkliğin gerek Kürt halkının gerekse Türkiyedeki devrim mücadelenin çıkarları ile bağlantılı olarak ele alınması gereken konulara deyinebilinir. Bölgesel özerkliğin içeriğinin belirlenmesi ve değerlendirilmesi , bölgenin ve bölge içindeki yerel halkın ekonomik şartları ve durumu, yaşam biçimleri vb ile direk bağlantılı olarak, somut verilere dayanılarak bilimsel bir şekilde saptanmalıdır. Sadece sözü geçen bölgede yaşayan halk, ve onların temsilcileri bu verileri objektif olarak sağlayabilir. Bu belirlemede karşılaşılacak kaçınılmaz sorun, bölge burjuvazi ve feudal ağaların kendi çıkarlarını, yerel halkın çıkarlarına karşı ön plana çıkarması olacaktır. İşte burda Devrimci harekete düşen sorumluluk ve görev bu planları eleştiriden kaçma yerine , kitlelere teşhir etmek ve halkın çıkarlarını savunmak ve ön plana çıkarmak olacaktır...
Yıllardır kullanılması terkedilmiş teşhir politika ve taktiği sadece burjuvazinin değil, Burjuva milliyetcilerinin de, ezilen halklar ve emekci köylü halklar konusundaki iki yüzlülüğünü ortaya serecek, ve kitleleri devrimci yapılara yaklaştıracak en güçlü silahdır. Bu silah liberalizmi ve oportunizmi terkedip mücadelenin çıkarları doğrultusunda kullanılmalıdır.
Marksistler, kapitalist toplum için belirleyici konumda olan bütün ekonomik ve siyasal sorunların, özerk yerel yönetimlerin değil, ancak bir merkezi parlamentonun, bütün devletin ortak parlamentosunun yetkisine girmesi gerekliliğini savunurlar. Özerk yönetimlerin yetki alanına sadece yerel ya da bölgesel, ya da sadece ulusal sorunlar girer (Bu nun nedenleri yukardaki alıntılarda yeteri kadar net sanırım)
Özerklik konusunu, bir zorunluluk olan, ancak, sadece kendi dilini kullanma ve kendi dilinde eğitim yapma hakkına indirgemek burjuva milliyetci bir yaklaşımdır. Eğitim konusunda da yukarda sıralanan temel sorunları her zaman göz önünde bulundurmak gerekir. İnsanların *Hak* larını kullanıp kullanmaması kendi özgür iradelerine bırakılması gerekir (tabi bu sadece teoride kalacaktır, ekonomik zorunluluklar belirleyici olacaktır bu *özgür * iradede)
Özerklik isteminin, asıl olan, demokratik içeriği Engelsin şu sözleriyle özetlenebilir. "İlin, ilçenin ve belediyenin, halkın genel oyu ile seçilmiş görevliler tarafından tam özerk olarak yönetimi. Devlet tarafından tayin olunan bütün yerel yüksek memurların ve il yüksek memurlarının kaldırılması." özetlemesi bu konuda temel konulardan birine değinir . Yani özerk bölgede Hükümet tarafından atanan yüksek memurların, valisi, savcısı vb tamamen yerel halk tarafından seçilmesi.. Bu sistem altında uzlaşılmayan konularda, halkın Önerme ve kendi seçtiğini de dahil ,Veto etme hakkı.. bunlar demokratik bir özerkliğin temelini oluşturan genel taleplerdir.
Bölgedeki özellikle dini okulların *resmi*likten çıkartılıp *Özel *statüye dönüştürülmesi, Dini kurumlara Devletin kasalarının kapanması, bu bölgelere bu amaçla ayrılmış fon un , yerel halkın ekonomik, eğitim vb acil sorunları için kullanılma amacıyla yerel yönetimlere aktarılması , gerek yöre halkının çıkarları, gerekse gericiliği teşhir etme taktiksel içeriği nedeniyle önemli bir istem olabilir..
Ekonomik istemler konusunda yukarda da bahsettiğim gibi ulusal toplumun burjuvazisi ve feoda ağalarının kaçınılmaz belirleyici rolü karşısında yerel halkın çıkarlarının korunması devrimciler için olumlu bir teşhir taktiğine zemin hazırlayacaktır.
Özerklik içeriğinde belirlenecek olan istemler, yerel halkın, devrimci parti ve hareketlerin çalışmaları ile saptanacak bir konudur. Tüm hatalarına , eksikliklerine , günahlarına rağmen, Türkiyedeki Devrimci parti ve hareketler, yıllarca süren mücadelenin içinde yoğrulmuş teorik ve pratik tecrübelere sahip ve en önemlisi mücadeleye içten inanan profesyonel devrimci önderlere ve yetenekli kadrolara sahipler.
Umudumuz, (olaki) yakında, ya da gelecekte, bir Özerklik talebi öne sürüldüğünde , talebin önderliğini ele alırlar ve Marksist içeriğiyle, işçi sınıfnın mücadelesine ve EMEKCİ halklar arası birliğin ve beraberliğin sağlanması pratiğine bağımlı bir şekilde , Marksist bir strateji ve taktik oluştururlar.
SONUÇ
Girişte vurguladığım gibi , Kürt Halkının defakto önderliği başlangıcından bu yana , hiçbirzaman , samimi bir şekilde Ulusların kendi Kaderini Tayin Hakkı İSTEMİNİ-TALEBİNİ öne sürmemiş, her zaman Türkiye hakim sınıfının Devleti , onun koruma kurumu olan Askeriye ve yürütme kurumu olan hükümeti ile uzlaşma arayışları içinde olmuştur. Bu demek değildirki tabandan en temel demokratik hak ve özgürlük istemleriyle dolu bir ulusal hareket yoktu, tam tersine, daha defakto önderlik yokken bu uyanış, direniş ve mücadele vardı. Ve en önemlisi bu direniş 70 lerde Marksist Leninist öz e ve karaktere sahipti.
Defakto önderliğin (birden fazla- ve çoğu kendisinin iradesi dışında olan nedenlerle) güçlenmesi ve devrimci hareketlerin zayıflaması, Türkiyedeki devrimci hareketlerin, Kürt halkının demokratik taleplerine önderlik yapma gücünü (defakto önderliğinde baskı, saldırı, tehdit ve kitle içinde çalışmaya müsaade etmeme pratiklerinin de kaçınılmaz sonucu olarak) olumsuz etkiledi. Pratikte önderlik yerine, *takipcilik* durumuna düşme, defakto önderliğin kayıtsız şartsız desteklenmesi, eleştiri mekanizmasının tamamen terkedilmesi pratik sonucunu yarattı.
Teori pratiğe yön verir. Ancak eğer pratik teoriyle uyuşmazsa, ya teorinin özgül şartlara uygun açıklaması, marksizmin ve teorinin içeriğinden, öz ünden sapmadan belirlenir ve bütünleştirilir ve bu temelde pratiğin değerlerlendirilmesi yeniden yapılır ve teoriye uygunluğu sağlanır (bu Marksizmin ruhu, ve Marksistin sorumluluğudur),
ya da teori, marksizmin Öz teorileri ve içeriği tahrif edilerek, uygulanan pratiğe göre uyum içine sokulmaya çalışılır (bu da Liberalizmin ve oportunistin sorumluluğudur).
Ulusların kendi Hakkını Tayin Etme HAKKI ve TALEBİ arasındaki fark ve Türkiye üzerine kısa bir yorum başlıklı yazıda özetlemeye çalıştığım gibi , HAK ve bu hakkın TALEBE dönüşmesi arasındaki teorik, pratik, içerik, strateji ve taktiksel farklar unutulmuştur. Burjuva Milliyetci defakto önderliğin peşine takılınarak , pratik gerçekte, özelde Kürt halkının genelde ise Türkiyedeki tüm halkların sınıf mücadelesinin asgari ve azami talepleri asgıya alınmıştır.
Gelinen yerde UKKTH (hakkın değil) defakto önderlik tarafından, taktiksel olarak bile bir istem olarak ortadan kaldırılmış olması, *Özerklik* konusunu ufka açmıştır. Burjuva anlamda *Özerklik* talep ve önerisi ile , Marksist anlamda özerklik talebi birbirine zıt içeriğe sahiptir. Bunedenle Devrimci hareketlerin konuya yaklaşımı hayati önem taşımaktadır.
Tarih bizlere göstermiştirki emperyalistler ve onların ülkeler içindeki uzantıları kimi yerde devrimci hareketleri reformist hareketlere çevirmek için, kimi yerde, gene aynı amaç ve ilave olarak ekonomik ve ya siyasi çıkarlarının uyuşması nedenleriyle *özerklik* şampiyonluğu yapmaktan, yada bunu bizzat uygulamaya geçirmede sakınca görmemişlerdir.
Burjuva oyunlarına karşı sadece uyanık olmak yetmez, doğru strateji ve doğru taktiksel sloganları olan, özerklik konusunda kitlelere önderlik edebilecek önderliklerin olması gerekir. Önderliğin *takipci* duruma düşmesinin sonuçlarını hepimiz yaşıyoruz. Türkiyedeki Marksist Leninist partiler ve hareketler bu konuda da önderliği burjuvaziye ve Burjuva milliyetcilerine kaptırırsa, Türkiyedeki işçi sınıfı mücadelesi karanlıklara doğru yol alacaktır.
Özerklik konusuna yaklaşım, sahip çıkma ve önderlik etme, Türkiye devrimci hareketinin içinde bulunduğu bataktan çıkabilme anlamında SON SINAVI olma niteliğine sahiptir. Bu konuda alınacak tavır, Türk ve Kürt emekci halklarının biribirleriyle ilişkileri anlamında ve Türkiyedeki devrimci mücadelede onların birlik ve beraberliğinin sağlanabilmesi açısından, yani Türkiyede devrimin geleceği ve Orta Doğudaki gittikçe sıcaklanan ve Türkiye halklarını etkileyecek oyunları teşhir edebilme anlamında belirleyici bir rol oynayacak, hiç te küçümsenmemesi gereken bir niteliğe ve öneme sahiptir..
Edogan Ahmet
Haziran 5, 2010
Son soruya yanıt
Hiç yorum yok