Önderlik ve devrimci mücadelede bir sıçrama
Özerklik yazısıyla ilgili tartışmalar sonunda yönlendirilen soruya kısaca deyinelim..
Umutsuzluk ve karamsarlık kesinlikle devrimcilerin karakteri olamaz. Herkesin devrimci olduğu zaman devrimci olmak kolaydır. Önemli olan etrafının faşistlerle, Burjuva Liberallerle, Burjuva Milliyetcileri ile, Trockizmin her türlü çeşidi ile sarıldığında ve azınlıkta olduğunda devrimci olabilmek.. Bu da tabiki marksist- Lenininst olmak ya da olmamanın belirleyici olacağı konu.
Doğru, Türkiyedeki örgütlü devrimci kadroları ve potansiyeli abartamayız, ama bunu kesinlikle de küçümseme yanlışlığına düşmemek gerekir. Ancak, doğru ve tutarlı bir önderlik, ya da böylesine bir birlik-cephe, bu kadroları ve potansiyeli çok kısa zamanda , bu günden abartmış olacağımız bir seviyeye getirebilir..ve bu nun olasılığına inanıyorum, duygusal nedenlerle değil, tarihi örneklere dayanarak..
Türkiyedeki devrimci mücadelenin geçmiş tarihine bakıp bir karşılaştırma ve değerlendirme yaparsak açıkca göreceğizki 1971 den sonra geriye kalan devrimciler bir avuç kararlı insandı, ve kitlelerde siyasi bilinç yok denilecek kadar azdı. 1973 -76 arasındaki sıçrama bu gerçeğe ve hepimizin yaşayarak tecrübe ettiği zor şartlara rağmen ve o şartlar altında gerçekleştirilmişdi...Günümüzde, yılların, gerek teorik, gerek pratik ve gerekse örgütlenme anlamında tecrübesi olan sayısız devrimciler, ve bunların bir kısmının oluşturduğu partiler ve örgütlenmeler var Türkiyede, ve buna ilave olarak çarpıkda olsa sol a yatkın, yaygın ve belirli bir siyasi bilinç var...
Türkiyede ki sorun tutarlı ve güçlü bir Önderliğin olmamasıdır. Kimi hareketlerin ve partiler in soruna yaklaşımı bilinçli yada bilinçsiz Burjuva milliyetciliği ile kayıtsız şartsız uzlaşma , ve hatta kuyrukculuğu peşinde giderken, kimisinin de gene bir önceki gibi taktiksizlik anlayışı nedeniyle şövenizmin batağına batmış olması Türkiyedeki devrimci mücadeleyi ve genis kitleleri öndersiz ve kendiliğine bırakmıştır.
Bu dönem içinde, Türkiyede tutarlı bir tavır alan önderlik, hangisi olursa olsun, 1973-76 dönemindeki sıçramadan daha da güçlü bir atılımın nedeni ve öncüsü olabilir. Hatta bu tutarlı tavırlar için atılan somut ciddi adımlar bile bir sıçramanın öncüsü olabilir. Ve eğer bu temelde (burjuva liberalleri ve Troçkistlerin her türlü varyasyonların dışında) ciddi bir şekilde asgaride bir pratik birliği girişimleri de aynı tutarlılıkla başlarsa, sanırım örgütsüzlük, şövenizm ve burjuva milliyetciliğine karşı beklenilenden de fazla olumlu gelişmeler elde edilinebilir.
Şunu artık kesinlikle anlamak gerekirki , özelde Türkiyede gerek burjuvazinin ve gerekse burjuva milliyetci önderliğin içinde sorun un *çözümsüzlüğü* nün devam etmesinden farklı biçimde de de olsa ortak çıkarı olanlar hakim durumda. Bir tarafta çözümsüzlük , reformizmin kaynağı olan bıkkınlık ve yılgınlığın nedeni dir, bu nedenle burjuvazinin çıkarlarıyla , diğer tarafta gerek *çözüm* de kendisine iyi yer arıyanların, ve hatta çözümle yaşam biçimini kaybedecek olanların çıkarlarıyla uyuşmaktadır... Emperyalistleri ,ABD-AB ve İsraili, bir tarafa bırakalım, bu *çözümsüzlüğün* uzatılmasının ve devamının ana nedeni , burjuvazinin sınıf mücadelesini unuttuğundan, devrimci mücadeleyi ciddiye almadığından değil, tam tersine Türkiyedeki Devrimci mücadeleyi bir asır geriye göndermek için , ya da en iyisinden !! reformist bir yapıya döndürmeye çalıştığındandır.
Bu nedenle,bana göre Türkiyedeki Devrimci mücadelenin gelişmesinin önündeki (dış etken olarak) en büyük engel bu suni, bilincli, planli *çözümsüz* lüktür. Devrimci parti ve örgütler bu sorunun önderliğini alamadıkları sürecede bu çözümsüzlük, taki burjuvazi istediğini elde edene kadar, çözümden çıkarı olana kadar devam edecektir. . Eğer konuyu Garbis Altınoğlunun , emperyalizmin İran üzerine oyunları ile ilgili güncel yazısının içeriğiyle bütünleştirip ele alırsak, karşımıza Burjuvazinin devrimci hareketleri pasifize etme amaçlarında sadece iç sınıfsal çatışmanın değil , uşaklık yaptıkları emperyalizminde oyunlarında aktif olarak rol alma istek ve planları olduğunuda bu planlara ilave edebiliriz.
Sonuçta Devrimci parti ve hareketlerin önderlikleri tarihi ve acil bir sorumlulukla karşı karşıyalar. Basitce ya, (marksist olarak derecesinin hiç önemli olmadığı) kiminin az kiminin çok yakalandıkları burjuva milliyetci, Liberal, şövenist, hastalıklardan silkinip, Marksizmin ÖZ üne dönecekler, ve sorumluluklarını yerine getirip tarihe öyle geçecekler, ya da hala aynı yolda devam edip, tarihe sorumsuzluklarıyla geçecekler...
Türkiyede devrimci mücadelede bir sıçrama yapabilmek için örgütlü (ve örgütsüz) gerekli kadrolar ve potansiyel var. Önemli olan var olan (en azından teorik olarak Marksizmin özünden sapmamış) parti ya da partiler ve örgütlerin tutarlı bir şekilde pratik bir birlik-cephe sağlayarak bu kadroları kazanması ve potansiyeli gerici etkilerin altından kurtararak örgütleyebilmesi...
Gelinen yerde içinde bulunan durumu ve olasılığı ufukta görünen iç ve dış olumsuz gelişmeleri ciddiye almayan, ve bu konuda samimi ve tutarlı adımlar atmıyan hiç bir önderlik, Marksist olamaz.
Erdoğan Ahmet
6 Haziran 2010
Hiç yorum yok