TDKP BİRİNCİ (KURULUŞ) KONGRESİ BELGELERİ -1980 - FAŞİZM ÜZERİNE
KONGRE KARARLARI: 1
ÖRGÜTÜN SİYASAL TEZLERİNİN ONAYLANMASI
FAŞİZM ÜZERİNE
Devletin bir veya birkaç sınıfın ezilen sınıflar üzerindeki egemenliğinin devamını sağlayan bir şiddet aleti olduğu bilinmektedir. Devlet sınıfların ortaya çıkmasıyla birlikte silahlı özel grupların temelini oluşturduğu bir şiddet aleti olarak oluşmuştur ve sınıfların ortadan kalkmasıyla birlikte sönüp yok olacaktır. Köleci, feodal ve kapitalist toplumlarda devlet; köle sahiplerinin, feodallerin ve kapitalistlerin uzlaşmaz karşıtları olan emekçi sınıflar üzerindeki diktatörlüğüdür, egemen sınıfın karşıtı üzerinde uyguladığı şu veya bu biçim alan şiddetin aracıdır. Bu, devletin özüdür ve devlet kavramı şiddet kavramından ayrılmaz.
Devlet her zaman bir şiddet aleti olmasına karşın, bu şiddet, çeşitli dönemlerde içinde bulunulan ekonomik, siyasi ve sosyal koşullara ve esas olarak devrimle karşı-devrim arasındaki mücadelenin gelişmesine ve ilişkisine bağlı olarak çeşitli biçimler alır. Ve şiddetin uygulanma yöntemlerinde ortaya çıkan bu değişiklikler, devletin biçiminin değişmesine yol açar. Dolayısıyla devletin özü ve sınıfsal niteliği değişmeden, şiddet yöntemleri, yani devletin biçimi değişebilir ve tarih köleci, feodal ve kapitalist devletin aldığı çeşitli biçimlerin birçok örneğini sunmuştur.
Kapitalist burjuvazi de sınıf egemenliğini çeşitli biçimler altında sürdürmüştür. Ve emperyalizm dönemine girilip burjuva devletin muhtevasında bir değişiklik ortaya çıktığında, genel olarak burjuvazinin devletinin yerini, onun bir zümresinin, tekelci burjuvazinin devleti aldığında, yani burjuva diktatörlüğü mali sermayenin oligarşik diktatörlüğüne dönüştüğünde, oligarşik devlet yine çeşitli biçimler almaya devam etmiştir.
Emperyalizm döneminde ortaya çıkmakla kalmayan aynı zamanda Ekim Devrimi sonrası dolayısıyla proleter devrimleri döneminin bir olgusu olan faşist diktatörlük, burjuva demokrasisinin yanı sıra tekelci burjuvazinin diktatörlüğünün iki başlıca biçimimden birisi olmuştur. O, emperyalizm ve proleter devrimleri çağında tekelci burjuvazinin son egemenlik sistemidir.
Faşizmin kaynağı tekelci kapitalist ekonomi, sınıfsal dayanağı tekelci burjuvazidir.
Tekeller yalnızca ekonomik hayatta egemenliklerini sağlayıp üretimi, pazarları, hammadde kaynaklarını vb. denetimleri altına almakla, en gerici üretim ilişkileriyle uyum sağlayıp bir arada bulunmakla ve üretici güçlerin gelişmesini önlemekle kalmazlar. Bu temelde tekelci burjuvazi siyasi bakımdan gericiliğin esas kaynağını oluşturur. O, proletarya ve ezilen halkların ve ulusların mücadelesini ezmeye yönelen ve tüm gericileri etrafında toplayan esas güç haline gelmiştir. Feodalizme karşı ilerici bir rol oynayan sanayi burjuvazisinden farklı olarak tekelci burjuvazi, can çekişmekte olan kapitalizmin temsilcisi, çağın gündeminde olan sosyal devrimin hedefi gerici bir burjuvazidir. Tekellerin, mali sermayenin eğilimi her yere egemen olma, siyasi alanda da tekel kurma, çürüme ve gericilik eğilimidir. Emperyalizm, tekeller, genel olarak demokrasi ile çelişir, hem iç ve hem de dış siyasette demokrasiyi yıkmaya ve gericiliğe eğilim gösterir. Lenin'in dediği gibi, tekelci kapitalizmin üst yapısı demokrasiden siyasi gericiliğe değişimdir. Demokrasi serbest rekabete tekabül eder, siyasi gericilik tekele tekabül eder.
Bu gericilik ve demokrasinin inkarı eğilimi, tekelci kapitalist ekonomiden kaynaklanır. Çağımızda yalnızca bazı tekeller ya da tekel grupları değil, gene! olarak tekeller mali sermaye, siyasi gericiliğin kaynağıdır ve demokrat ya da liberal bir eğilim taşıyamazlar. Kuşkusuz tekeller ve mali sermaye grupları ekonomik alanda olduğu gibi siyasi alanda da birbirleriyle çelişir, rekabete girişir ve çalışırlar ama bu çekişme ve çatışma gericiler arası çelişme ve çatışmalardır. Gericilik ile demokrasi eğilimi arasındaki çelişme ve çatışmalar değil.
İşte faşizm tekellerin bu gericilik eğiliminin proleter devrimlerinin (ve proletarya önderliğindeki demokratik devrimlerin) gündemde olduğu çağımızda yoğunlaşmış ifadesinden başka bir şey değildir. (Faşizm için söylenen her şey sosyal-faşizm açısından da geçerlidir). Faşist diktatörlük, gerekli iç ve dış koşulların olgunlaşmasıyla tekellerin gericilik eğiliminin bir devlet biçimi haline gelmesidir.
Faşist diktatörlük, tekellerin «bir kesiminin diktatörlüğü», doğru deyimiyle salt bir hükümet biçimi değildir. O, yoğunlaşan buhran koşullarında, eski yöntemlerle yönetemez ve kapitalizmin istikrarını sağlayamaz duruma gelen tekelci burjuvazinin sosyal devrim ihtimali karşısında ve buhranın yüklerini proletaryanın ve ezilen halkların ve ulusların sırtına yıkmak için başvurduğu ve çürümeyi geliştirip genelleştiren ve burjuvazinin zaafının ifadesi olan bir sözde çıkış yoludur; tekelci burjuvazinin proletaryaya ve ezilen halklara yönelttiği top yekün bir saldırışıdır. Faşist diktatörlük tekelci burjuvazinin gelişen işçi (ve halk) devrimlerini kana boğmak için ve demokratik özgürlükleri yok etmeye yönelen açık terörcü diktatörlüğüdür.
Faşizm, emperyalistler ve tekeller arası çelişmenin bir ürünü, onların bir kesiminin sözde diğer kesimi üze rinde bir diktatörlüğü değildir. O, devrim ile karşı-devrim arasındaki çelişme ve çatışmanın ürünüdür. Ve emperyalist ülkelerde faşist diktatörlükler, ekonomik ve siyasi bunalımın ve sınıf mücadelelerinin yoğunlaştığı koşullarda emekçilerin kitlevi hareketinin tekelci burjuvazinin saldırısıyla yenilgiye uğratılması ve siyasi özgürlüklerin ortaçtan kaldırılmasına bağlı olarak kurulabilir ve kurulduğu yerlerde böyle olmuştur.
Faşizmin genel olarak tekellerin eğilimi ve bir diktatörlük biçimi olması, tüm tekelci grupların belirli bir anda faşizm yanlısı olması anlamına gelmez. Derinleşen ve dengesiz olarak gelişen kapitalizmin buhranının ilk planda ve öncelikle etkilediği tekeller ve mali sermaye grupları, faşist diktatörlüğün kurulmasında önder bir rol oynar. Buhranın derinleşmesi ve sınıf mücadelesinin keskinleşmesine bağlı olarak, genel olarak tüm mali sermaye gruplarının eğilimi faşist bir diktatörlüğün kurulması yönüne doğru gelişmesine karşın; buhrandan en çok etkilenen gruplar, faşist yönetim biçiminin oluşturulması için mücadele ederlerken, öteki bazı gruplar o somut durumda henüz eski yönetim biçimlerinde ısrar edebilirler. Bu, siyasi arenada çeşitli gerici burjuva partilerin en azgınlarıyla diğerleri arasında silahlı çatışmaya varan bir dizi çatışmaya yol açabilir. Ama bu durum bazı tekel grupları ve tekelci burjuvazinin temsilcisi bazı partilerin anti-faşist konumda bulunmalarından kaynaklanmaz. Bu, belirli anda karşı-devrimci şiddetin yöntemleriyle bunlardan hangisinin kullanılacağıyla ilgili bir çatışmadır. Buhranın ve emekçi sınıfların devrimci mücadelesinin gelişmesi faşizm yanlısı tekelci grup ve partilerin sayısını kabartır, önce faşizmi hazırlayan gerici tedbirler yoğunlaşır ve sonunda faşizm tüm gericiliğin benimsediği bir yönetim biçimi haline gelir.
Faşizmi, gerici tekelci burjuvazi arasındaki çelişmelerin ürünü olarak gösteren ve onun kaynağının bazı tekelci gruplarda olduğunu, örneğin 'savaş tekelleri' ya da yükselen emperyalistlerde olduğunu ilen süren bütün görüşler gericidir ve faşizme hizmet eder.
Faşizmin genel olarak tekellerin eğilimi ve onların bir diktatörlük biçimi olmasına karşın, mali sermaye egemenliği koşullarında o, tek devlet biçimi değildir. Mali sermaye egemenliği koşullarında oligarşik devlet, bizzat bu oligarşik karakteri dolayısıyla güdükleştirilmiş de olsa, demokratik bir biçim alması, onun örneğin belirli gruplarının liberalizm gibi anti-faşizm gibi sınıfsal özelliklerinden kaynaklanmaz. Böyle özelliklere hiçbir tekelci grup sahip değildir. Buna karşın devletin demokratik bir biçim alması, doğrudan anti-faşist sınıfların mücadelesinin, devrimle karşı-devrim arasındaki ilişkinin sonucudur. Anti-faşist sınıfların yükselen mücadelesiyle baş edemeyen, bu mücadeleyi bastırmada tavizler yolunu seçmeye zorunlu kalan tekelci burjuvazi, demokrat olduğu için değil ama kendisine karşın varolan durumu kabullenir. Burjuva demokrasisi,tekelci burjuvaziye karşın, onun geçici olarak demokrasiye katlanmayı egemenliğini sürdürme bakımından çıkarına görmesiyle var olur. Ekonomi ile siyaset arasında mutlak bir eşit işareti konulamaz. Mali sermaye ekonomik egemenliğini siyasi bakımdan tam tekelini kuramadığı koşullarda, burjuva demokrasisine katlanmak zorunda kalarak da sürdürebilir..Onun ekonomik ve mali egemenliği siyasi rejimlerden bağımsızdır ve o dev ekonomik mali gücüne dayanarak burjuva devletin herhangi bir biçimi altında ekonomik ve siyasi egemenliğini sürdürebilir. Bu yüzden «sürekli faşizm» vb. gibi ekonomist teoriler de Marksist’tir.
Yarı-sömürge ülkelerin, faşizm sorunu açısından özgül durumunu, bu ülkelerin demokratik devrimi tamamlamamış olması ve bu ülkelerde tekelci kapitalizmin tem silcisinin, feodallerle İttifak halinde olan emperyalizmin uzantısı komprador-burjuvazi olmasıdır.
Bu ülkelerde de faşizmin kaynağı tekelci kapitalizmdir. Komprador-tekelci kapitalizmi gerici bir kapitalizmdir. Her gittiği yere gericilik eğilimlini taşıyan tekellerin .emperyalizmin uzantısı olarak oluşan ve gelişen komprador-kapitalizme, bu ülkelerde gericiliğin temellerinden birisini, feodal gericiliğin yanında kapitalist gericiliği, faşizmi taşır.
Geri ülkelerde demokratik devrimin tamamlanmamış ve feodalizmin tasfiye edilmemiş olmasından dolayı gericiliğin sosyal temeli metropol ülkelerden daha yaygındır. Emperyalizm tarafından beslenen ve yaşatılan, komprador- kapitalizmiyle içice varlığını sürdüren feodalizm, siyasi olarak gericilikten başka bir şeye yol açmaz. Çünkü o ömrünü tarihi olarak çoktan doldurmuştur.
Bu ülkelerin komprador-feodal ekonomisi üst yapıda kapitalist gericiliğin yanı sıra feodal gericiliğin de önemli bir yere sahip olmasına yol açar.
Ve bunlara ek olarak bu ülkelerin emperyalizmin ulusal sömürüsünün de alanı olması dolayısıyla komprador-feodal egemen sınıfların tavizler siyaseti izleme olanağına pek fazla sahip olmaması, kapitalizmin bunalımının bu ülkelerde daha yoğun bir biçimde yansıması vb. gibi etkenler egemen sınıfların gericilik eğilimini daha da güçlendirir.
Sonuç olarak, bu ülkelerde burjuva demokratik devlet biçiminin ortaya çıkması ve yaşaması İçin koşullar elverişsizdir. Ve yalnızca şu veya bu kesimi bakımından değil, genel olarak gericiliği temsil eden emperyalizmin desteklediği komprador ve feodal sınıflar faşist-feodal bir diktatörlüğe yoğun bir eğilim içindedirler ve onların sınıf olarak tasfiyesi demokratik bir devrimi zorunlu kılar.
Ancak bu ülkelerde hiç bir zaman demokratik bir rejimin varolmayacağını- söylemek yanlıştır. Metropol ülkelere oranla oldukça geçici bir süre için yaşayabilmesine karşın, geri ülkelerde demokratik bir burjuva diktatörlüğü, yine egemen sınıflara karşın ve halkın demokratik mücadelesine bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bu durumda, geri ülkelerde faşist diktatörlük, bu geçici durumun ortadan kaldırılması ve zaten tümüyle demokratikleşmemiş toplumsal yapı temelinde, genel olarak da devletin yukarıdan aşağıya faşistleştirilmesi yoluyla kurulur. Bu da en Başta demokratik halk hareketinin ezilmesini gerektirir.
Burjuva demokratik devrimimi tamamlayamayan ve dolayısıyla burjuva demokrasisinin yerleşmediği, köylülerin ve genel olarak halkın burjuva-feodal baskı altında olduğu ülkelerde örneğin komprador-kapitalizmin yeni gelişmekte olduğu 1920'fer Türkiye’si gibi ülkelerde, egemen sınıfların faşist bir diktatörlük kurmak için yok etmeleri gereken demokratik bir rejim ve işçi ve köylülerin yararlandıkları demokratik özgürlükler zaten yoktur. Genellikle tefeci-ticaret burjuvazisi ve toprak ağalarının egemen sınıfları oluşturduğu ve bir yandan da emperyalizmin uzantısı bir komprador kapitalizmin gelişmekte olduğu bu ülkelerde büyük burjuvazinin ve toprak ağalarının burjuva feodal despotluğunun faşist diktatörlüğe dönüşmesi süreci yaşanır. Bu sürecin ekonomik teme|i komprador kapitalizmin gelişmesidir. Bu, ulusal büyük burjuvazi ve toprak ağaları diktatörlüğünün yerini komprador-burjuvazi ve toprak ağalarının diktatörlüğünün almasına yol "açar. Zaten demokratik olmayan bir despotluk durumundaki burjuva-feodal bir diktatörlüğe dönüştürülme eğilimindedir. Onlar kuşkusuz, demokrasiye doğru bir eğilim göstermeyecek aksine gelişme durumundaki ya da böyle bir potansiyel taşıyan işçi ve köylü hareketini ezmeye, işçilerin ve köylülerin siyasi hayata katılmalarını engellemeye yönele çeklerdir. Demokrasi düşmanı bu sınıfların yetersiz duruma gelen feodal baskıyı, faşist baskıyla tamamlamaya çalışmaktan başka alternatifleri yoktur. Bu zaten demokratik olmayan devlet biçiminin faşist şiddet ve terör yöntem/ terinin sistemleştirilmesiyle faşist diktatörlüğe dönüştürülmesi çabasında ifadesini bulur.
Türkiye 1930'larda böyle bir süreç yaşamış ve ulusal büyük burjuvazi ve toprak ağaları diktatörlüğünün komprador-burjuvazinin ve toprak ağalarının diktatörlüğüne dönüşmesine paralel olarak 1929 buhranının yarattığı koşulların etkisi ve gelişen demokratik ve özellikle ulusal hareketlerin artan bastırılma ihtiyacı temelinde ülkemizde Kemalist faşist bir diktatörlük kurulmuştur. Bu diktatörlük zaman zaman parlamenter ya da askeri ve yan-askeri görünümler alarak, zaman zaman güç yitirip sağlamlaşarak günümüze kadar varlığını sürdürmüştür ve bugün dek sürdürmektedir.
Geri ülkelerde komprador-tekelci burjuvazinin yanı sıra feodal gericiliğin de sosyal temelini oluşturduğu faşist (feodal-faşist )diktatörlük. emperyalist kapitalizmin sömürge, yarı-sömürge halklara yönelttiği saldırı temelinde, bu saldırıların araçlarından biri olarak şekillendi. Şu veya 'bu saldırıların araçlarından biri olarak şekillendi. Şu veya genel olarak komprador-feodal sınıfların bir diktatörlük biçimi olan faşist diktatörlükler, aynı zamanda, yalnızca faşist yönetim altındaki emperyalist devletlere bağlı olarak ortaya çıkmaz. Genel olarak emperyalizm, işçi sınıfına ve sosyal devrime karşı saldın halinde olduğu gibi, ezilen uluslara, sömürge, yarı-sömürge, bağımlı halklara ve ulusal kurtuluş hareketlerine karşı da saldırı durumundadır. O genel olarak, tüm geri ülkeleri yağmalama ve siyasi tekeline alma eğilimindedir. Dolayısıyla faşist yönetim altında olsun veya olmasın tüm emperyalist devletler geri ülkelerde faşizmi desteklemeye eğilimlidir. Kendi ülkesinde demokrasiye katlanmak zorunda kalan tekelci burjuvazi geri ülkelerde de demokratik bir yönetim yanlısı olmak durumunda değildir.
Gericilikle halk arasındaki, faşizm yanlısı güçlerle demokratik güçler arasındaki çelişmeye ve mücadeleye bağlı olarak kurulan faşist diktatörlükler, yine bu temelde yıkılabilirler. Gericiler arasındaki çelişmeye bağlı olarak faşist diktatörlüklerin yıkılabileceği ya da gerici sınıfların kendiliklerinden demokratik bir yönetime geçeceklerini sanmak hayaldir. Ne metropollerde tekelci burjuvazinin herhangi bir kesimi ne de geri ülkelerde komprador-burjuvazi ve toprak ağalarının bazı kesimleri anti-faşist mücadele potansiyeli taşımazlar, Anti-faşist mücadele, faşizmin sınıf dayanaklarına karşı mücadeleden ayrılmaz. Bir mücadele, mevcut düzenin bir hükümeti uğruna mücadele değildir. Anti-faşist halk cephesi hükümetleri gibi, burjuva diktatörlüğün çalışamaz duruma gelmesi halinde ortaya çıkabilecek geçiş durumları da dikkate alınmak kaydıyla, faşizme karşı mücadele, metropollerde sosyalist devrim uğruna mücadelenin, geri ülkelerde demokratik devrim uğruna mücadelenin bir yönü ve parçasıdır. Anti-faşist mücadele, proletaryanın bakış açısından demokratik burjuva diktatörlüğünün kurulmasını hedefleyen' bir mücadele olamaz; o, proletarya diktatörlüğü ya da devrimci işçi-köylü diktatörlüğü hedefine yönelmelidir. Aksi halde, sınıf dayanaklarına karşı yönelmeyen bir mücadele, ancak sözde bir «anti-fasist» mücadele olabilir ve böylelikle faşizm tehlikesi ortadan kaldırılamaz.
Faşizm tehlikesini de ortadan kaldırarak faşist diktatörlüğü yıkacak olan proletarya Önderliğindeki mücadelelerin zaferidir.
Geri ülkelerde ve bu arada böyle bir ülke olan Türkiye’de faşist diktatörlük proletarya önderliğindeki halk kitlelerinin mücadelesi ve devrimci demokratik işçi-köylü diktatörlüğünün kurulmasıyla yıkılabilir ve devrimci proletarya bunun için çalışır.
Ama bu, şüphesiz faşist diktatörlüğün yıkılmasının tek yolu değildir. Özellikle işçi sınıfının bağımsız hareketinin gelişmediği geri ülkelerde, faşist diktatörlük ulusal, burjuvazi önderliğinde de yıkılabilir. Ulusal burjuvazinin anti-faşist mücadelenin zaferi ve bir ulusal burjuva diktatörlüğünün kurulması, faşist diktatörlüğün yıkılmasına yol açabilir .Ama bu durumda faşizm tehlikesi ortadan kaldırılamaz; çünkü böyle bir diktatörlük, ancak geçici olarak gerçekleşebilir ve faşizmin sınıf dayanaklarının kökten tasfiyesinin gerçekleşmediği koşullarda -ki en radikal burjuvazi bile mali sermayenin ekonomik egemenliğine son vermez, onun ekonomik ve siyasi egemenliğini ancak kısıtlayabilir- faşizm bütünüyle mezara gömülemez.
Son olarak faşist diktatörlük, devrimci sınıfların diktatörlüğünün kurulmasıyla sonuçlanmasa da ve komprador-burjuvazinin ve toprak ağalarının diktatörlüğü varlığını sürdürmeye devam etse de, anti-faşist sınıfların aktif mücadeleleriyle yıkılabilir. Böyle bir mücadelenin zoruyla, egemen sınıflar demokrasiye katlanmak zorunda kalabilirler, Bu takdirde onların ekonomik ve siyasi egemenlikleri devam eder. Çünkü, hiçbir burjuva rejim ve siyasi tedbir milli sermaye egemenliğini engelleyemez. Bu durumda faşist diktatörlük işlemez duruma gelmiş, kitlelerin mücadeleyle koparıp aldıkları demokratik hak ve özgürlükler temelinde demokratik bir rejim gerçekleşmiş demektir- Ama_böyle bir durum geri ülkeler açısından son derece geçici ve istikrarsızdır.-Sonuçta gericilik halk güçleri arasındaki ilişki ve mücadelenin gelişmesine bağlı olarak ya güç toplayan egemen sınıflar gedikler veren çözülüp dağılmakta olan faşist diktatörlükleri tamir ederek yeniden kuracaklar, ya da devrimci sınıfların diktatörlüğü kurutacaktır.
Faşist diktatörlük, bu üç belli başlı yolla yıkılabilir, ama o hiçbir zaman kendiliğinden ya da yine bu anlama gelmek üzere egemen sınıflar arasındaki çelişme ve mücadelelere bağlı olarak yıkılmayacaktır, yıkılamaz. Faşist diktatörlüğün yıkılması doğrudan devrimle karşı-devrim arasındaki mücadelenin_ürünüdür. Bu mücadelenin devrim lehine sonuçlanmasının ürünüdür .Gericiler arasındaki çatışmalar, ancak bu diktatörlüğü zayıflatma yönünde bir etki yapabilir. Devletin biçiminin faşist ya da burjuva demokratik olmasının egemen sınıfların sözde «anti-faşist» ya da faşist «kesimleri»nin devlet iktidarını elinde tutması belirlemediği gibi; faşist diktatörlüğün kurulması ya da yıkılması da kesinlikle devrimci ve karşı-devrimci sınıflar arasındaki ilişki tarafından belirlenir.
Türkiye Devrimci Komünist Partisi, işçi sınıfı ve tüm emekçilerin devrimci mücadelesine önderlik ederek, faşist diktatörlüğü yıkacak; sosyal-faşizm de dahil olmak üzere tüm gerici, faşist siyasi akımların kökünü kurutacaktır.

Hiç yorum yok