Header Ads

Header ADS

Günümüz Mücadelesinde Taktikler üzerine; Ateizm, Din ve Dindarlar

“Emperyalist Laik anlayışı” yazısı üzerine (bir “hızlı Marksist”in dışında) gelen olumlu yorumların çoğundan sezinlediğim, “taktik” konusunda yeteri kadar “net” bir anlayışın olmadığı yönünde yoğunlaştığından konuya bir defa daha “taktik” le bağlantılı olarak değinme gereği duydum.


1- Taktik üzerine
2- Etik ve Taktik
3- Uzlaşma üzerine
4- Gramskinin Düşmanı doğru tahlil etme ve anlama temelinde özet
5- Gramskinin Kendi durumunu doğru tahlil etme ve anlama temelinde özet
6- Saflara katılması gereken emekciler ve Din
7- Marksa göre din ve yabancılaşma
8- Yabancılaşma ve Devrimci Demokrasi
9- Ateizm ve Marks
10- Dine ve Dinsel kurumlara karşı tavır
11- sonuç

Genel Anlamda Taktik

Var olan şartların, güçlerin ve durumun tahlili, ulaşılmak istenen amacın gerçekleşmesinin önündeki engelleri ortaya çıkartmanın ilk şartıdır. Bu tesbiti engelleri aşma yolunda uygulanacak politika ve uygulanacak pratiğin yani “taktiklerin” tesbiti ve hayata geçirilmesi takip eder.

Mücadele doğrultusunda uygulanacak Taktikler önderliğin belirlemesi gereken bir sorundur ve kadroların dışına çıktıkca detaysız-laşır (laşması gerekir) ve taktikleri belirlemede temel alınan somut durum ve tahlillerin özü-özeti halinde tabana ulaşır. (Belki bu burjuva “etiğine” ters düşebilir, ama burjuvanın sorunudur ve burjuva sorunu olarakda kalsın.) Bunun yanında emperyalistlerin taktiklerinide su yüzüne çıkarmak, deşifre etmek ve etkisiz kılmak kaçınılmaz ve zorunlu “Etik” bir görevdir.


Yukarda bahsettiğim, `konu özü-özeti`, temel bir anlayış ve tavır oluşturmayı hedeflemesi ve bu anlayış ve tavrı kadrolarında katkısıyla başarabilecek içerik ve nitelikte olması gerekir.

Bu anlamda bir çok konuda “taktik” olarak “reçeteler” yazmak, mücadeleye hizmet etmek değil kösteklemektir. Karşı tarafın “taktikleri” konusunda VARSAYIMLI örnekler vererek “reçete”nin neden zararlı olduğuna açıklık getirebiliriz.

Örneğin Irakta bir anlamda Şiileri büyük ölçüde tarafsızlaştıran İşgalciler başlangıçta büyük kayıplar vermeye devam ettiler. Diyelimki, Durum tahlili (varsayım olarak) ulaşılmak istenen amacın gerçekleşmesinin önündeki engelin aşılması için, teorik olarak Şiilerin tarafsızlığına devamı ama pratikte , Sunni savaşcılara karşı savaşmalarını sağlamak gerektirdi. Bunu sağlama yolunda uygulanacak “taktikler” gerekli üst kademeler tarafından belirlendi ve hayata geçirildi. Gene Varsayım olarak; “Teorıde” var olan Sunni bir örgütün adı kullanılarak Şii camileri bombalandı, Şiilere saldırıldı, işkencede artık ölmüş olanlar gece yarısı planlanan yerlerde araba içine bombalarla beraber yerleştirildi, gündüz de sivillerin olduğu bir zamanda uzaktan kumandayla havaya uçuruldu…Bu ve buna benzer taktikler uygulanarak “ulaşılmak istenen” amac önündeki engel (yada amacın kendisi) yani Şiilerin “pratik” tarafsızlığı bir ölçüde ortadan kaldırılmış oldu. Bazı efsaneleşen “teroristlerin”!! hiç canlı yakalanmaması!!! , gene bu “teröristlerin”!! işgalci kuvvetler karşı hiç bir saldırısı olmaması bu “varsayımı” yapmama bir neden oldu.

Bunun gibi yüzlerce tahlıl ve taktık örnekleri verilebilir. ” Anarşizm ve Terrorizm; Bireysel Terör ve Devlet Terörü” başlıklı yazıda bunlara belgelenmiş örnekler var.

Bu örnekten de anlaşılabileceği gibi “taktikler” burjuva anlamında bile “etik” olmayabilen pratiklerdir. Gerçi bu Devrimcilerin “taktik” leriyle uzaktan yakından ilişkisi olmayan, tam tersine aradaki “farkın “özünü oluşturan, yani ınsanlıkla- insanlık dışı olmanın, insana değer verme ve onların kurtuluşu için mücadele vermeyle, insanı çıkarlar doğrusunda harcanabilecek değersiz bir meta olarak gören ideolojik ve pratik fark. Ancak taktığin gizlilik içeriğini ve nedenini en net bir şekilde ortaya koyan emperyalistlerden bir örnek olduğundan bu varsayımlı örneği seçtim.


Etik ve Taktik

Anlamları birbirine karıştırılmış olan “Etik”, “Değer” ve “Ahlak” ne kadarda aynı gibi görünselerde ve birbirleri ile bağlantılı olsalarda, birbirinden farklı kavramlardır. Savaşa karşı olmak yada olmamak bir “değer” anlayışıdır, Savaşta yaralıyı öldürmek yada öldürmemek “etik” bir sorundur, savaşın yarattığı ortamdan yararlanıp çalmak, ırza geçmek vb “ahlak” sorunudur. Bu anlamda dışa dönük, kültürel “ahlak” dan değil, içe dönük, grupsal, profesyonel vb ile ilgili olan, “etik” den bahsediyorum. Devrimci Demokratların “etiği”, taktiksel alanda bile taviz verilmeyecek etiklerdir. Ama burjuva “etiği “mücadele çıkarları doğrultusunda her gerektiğinde çiğnenmesi ve tanınmaması gereken etiklerdir. Bu anlamda uygulanacak “taktikler” burjuva etiği sınırları içerisinde olamaz.

"Engels, ...... burjuvazinin yasaları çiğnemesinden sonra bizim de yasaları çiğnememiz gereğine değinerek, "İlk silahı patlatan siz olunuz bay burjuvalar!"diye yazıyordu. İçinde bulunduğumuz bunalımlar, burjuvazinin, bütün ülkelerde, en özgür ülkelerde bile, yasaları ayaklar altına aldığını göstermektedir;.. "" lenin Sosyalizm ve savas

1980 lerden başlayarak büyük darbeler yiyen ve “devrimci demokrasi şartların olgun luğu” nun büyük ölçüde “solduğu” Devrimci Demokrasi mücadelesi seneler sonra büyük bir sıçrama yapabilme ve güçlenebilme potansiyel ve şartlarıyla karşı karşıya. Marxında belirttiği gibi ````baskı yöntemlerinin, “amaç/dava”nın kendisi için ajıtasyonlardan, “amaç/davay” a daha olumlu etkileri vardır.”” Emperyalizmin karar ve kontrol merkezinin odaklaştığı, demokrasi yayma maskesi altında baskı ve zulmünü herkesimden insanın artık görebileceği bariz şekilde gözleri önüne serdiği bu dönem en geniş emekci ve antı-emperyalist kitleleri saflara çekebilme ortamını yarattı. Bu da net bir politika (parti programı demiyorum, kitleleri kazanmada uygulanacak politika) ve devrimci etik sınırları içinde uygulanması gereken “taktiklerin” belirlenip hayata geçirilmesini acil kılmaktadir.


Uzlaşma?
İçinde bulunduğumuz dönemde kitlelerin uyandırılması, ortak bir hedef doğrultusunda örgütlenmesi ,ve anti emperyalist Demokrasi mücadelesi için harekete geçirilmesi en temel görevdir. ```, yığınların eylemi …sadece devrim sırasında ya da devrimci bir durumda değil, her zaman parlamenter eylemden daha önemlidir”” . Marks . Emekçi Kitleleri uyandırabilmek ve örgütleyebilmek içinse en temel şart “onlardan birisi” olmak, yani “yabancı” olma yerine “aynı” laşmak, yada en azından onlarla var olan “soyut” yüzeysel çelişkileri ” Uzlaşmaz” lıktan çıkarıp, uzlaşan “doğal” yada kapitalist dönemin “kaçınılmaz” ama uzlaşır çelişkileri haline dönüştürmek gerekir. Bu yönde uygulanacak taktikler temel politika ve hedefden tavizler vermeyen bunula beraber safları genişletmeyi ve güçlendirmeyi hedefleme yönünde olmalıdir.

“””Her duruma uyan bir reçete, ya da ("hiç bir zaman uzlaşılmayacak"!) biçiminde bir genel kural bulmaya kalkışmak saçmadır. Her özel durumda doğru yolu bulabilmek için kafayı işletmek gerekir. Parti örgütünün ve adına layık parti önderlerinin varlığının nedenlerinden biri, uzun vadeli, kararlı ve çok yönlü bir çalışmayla, sözkonusu olan sınıfın düşünen bütün temsilcilerinin katıldığı bir çalışmayla, çapraşık siyasi sorunların doğru olarak ve zamanında çözüme bağlanması için gerekli bilgileri, gerekli tecrübeleri ve üstelik gerekli siyasi seziş yeteneğini edinme zorunluğudur "Sol" Komünizm Bir Çocukluk Hastalıği Lenin

Emekci halk arasındaki farkların uzlaşan mı yada uzlaşmaz farklarmı olduğu konusunda yoruma gerek yok sanırım

Her bireyden kendin gibi “hızlı Marksist” olmasını şart koşmak, “hızlı Marksistlik gibi hayalciliktir ve sekterliktir. Mücadeleye faydası değil zararı dokunur. Mücadeleye şu veya bu şekilde, az yada çok katkısı bulunanları damgalamak ve dışlamak en yanlış taktiktir.

Düşüncesi bizden biraz farklı olan anti-emperyalistlere saygı göstermemiz, onlara saldırmamamız için onların illa Yılmaz Güney, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Uğur Mumcu vb gibi MEŞHUR olmaları mı gerekiyor? Yani meşhursan sana hoşgörülüyüz emekçiysen yada meşhur değilsen değiliz. Pratikteki bu tavır ve anlayış gerçeği Burjuva anlayış ve tavrın tavanda ve tabanda yansımasından başka bir şey değildir.

Yakın tarihe baktığımızda emperyalist taktikleri onların iç yüzünü, oyunlarını katliamlarını vb geniş kitleler önüne onların anlıyabileceği dilde döken büyük çoğunluk “hızlı Marksistler” değil, kendisini Marksizmden etkilenmiş entellektüeller olarak gören anti-emperyalistler olmuştur. Yazılarını daha lise çağında okuduğum, Emperyalist medyanın insan beynini nasıl yıkadığı ve manipule ettiği konusunda yazılarıyla çığır açan, ölmeden once tanışma ve tartışma şansını bulduğum Herbert Schiller, ayni şekilde Ben Bagdikian, Noam Chomsky vb kitleleri uyandırmada çok büyük katkıları olan (bana göre) burjuva liberal aydınlar olmalarına rağmen mücadeleye katkılarının değeri ölçülemez derecede büyüktur. Ayni şekilde çoğunun Marksistlikle ilgisi olmayan, hapse girmeyi, işlerinden olmayı göze alarak savaşa karşı sokaklara dökülen yüz binlerce insanında mücadeleye katkısı ölçülemez derecede büyüktür. Yani mücadeleye katılmak ve katkıda bulunmak için herkesin Marksist Leninist olması gerekmiyor. Saflardan bahsediyoruz, önderliktenö, partiden değil. Tabandaki her sempatizanın yada alt kadronun parti genel sekreteri gibi tavır alması, önderliğin yanlış ve hatalı politika ve “taktik” lerinin, yada politika ve taktik anlayışının olmayışının bir sonucudur.

Doğru önderlik, tabanında en geniş anti emperyalist kitleleri toparlamayı , örgütlemeyi ve bu süreç içinde eğitmeyi hedef alan, bu hedef doğrultusunda doğru tahliller yapan ve bu tahliller temelinde politika ve taktiklerini belirleyen önderliktir.

Düşmanı Doğru tahlil etmek ve anlamak

Emperyalizmin kendi çöküşünü getirecek içinde bulunduğumuz dönemi ve onların hedef/amaç ve taktiklerini iyi tahlil ettiğimizde Gramski nin de vurguladığı gibi zaten zafer için gerekli bir şarta sahip olmuşuz demektir. Bu tahlil doğru yapılmazsa bu zafer için temel şartlardan birinden yoksunuz demektir.

İçinde bulunduğumuz dönemin tahlilini yaparken Leninin sözüyle “”neyin “gerçek “ olduğundan yola çıkmamız gerekir”””. Emperyalizmin halkların köleleştirilmesi yönündeki geçmiş ve günümüz gerçekleri/taktikleri büyük ölçüde gözler önünde.

Özetlersek; İşgallerini ve diğer ülkeler üzerine hakimiyetlerini (taktik olarak) ırkçı kılıflarla haklı göstermeye çalışan emperyalistler, günümüzde sadece bu ırkçılıkda kullandıkları kavramları değiştirdi.Sömürgeci Batının adı “Batı medeniyeti” oldu. “Barbarlar”, “vahşiler”, yani, “diğerleri” nin yerini “diğer kültürler”e bıraktı, ve emperyalizmin kılıfı da (taktik olarak) bu “kültürler”in , özellikle müslüman ülkelerin, zorla “demokratikleştirilmesi” oldu.

Politik alanda, soğuk savaş döneminde emperyalistlerin dünya halklarının bağımsızlık mücadelelerini bastırabilmesi yeni bir düşünce ve tavır üretimine geçmesini gerektiriyordu. Bu "düşünce ve tavır" oluşturma, onların dünya halklarının bağımsızlık mücadelelerini bastırmak için uyguladıkları katliamları, kendi ve dünya kamu oyunda “haklı kılacak” ve “onaylayacak” kılıfları olması gerekiyordu. Aynı şekilde bu ülkelerde işlerini kolaylaştırmak için bu “düşünce üretim”inin ülke halkını bölüp parçalama ve birbirlerine düşürebilmesini de gerekiyordu.Bu doğrultuda emperyalistler kendilerine “dost” olabilecek taraf-ları ve “düşman” hedefi belirleyerek düşünce üretiminin hedeflerini tesbit ederek, bu plan çerçevesinde yoğun provokasyon ve propogandalarına başlamışlardı. Seçilen taraftar temelde “Dindar” kesimler, din (islam) ve dindarlar(müslümanlar) “dost”, hedef; bağımsızlık mücadelesi veren herkes..

Günümüzde, din i (İslamı) ve dindarları “düşman” hedefleri ve pratikleri içine alan emperyalistler, “İslami Faşizm”, ve “İslami terörizm”, “laiklik” yaygaraları ve taktikleri içine girdiler..Eski “Din elden gidecek!!!”” yaygara ve taktikleri yerini “laiklik” elden gidecek yaygarave taktiklerine bıraktı. Burda eski dost düşman oldu , eski düşmanlardan da “dost” arayış ve pratiği içerisindeler. Bugün bir sürü ülkede bırakın sosyal demokratları, sözde aşırı solcu yada Komünist sayısı hiçte az olmayan, bazı örgüt ve bireylerin İsrail Lübnan-Hızbullah çatışmasında İsrail tarafını tutması bu emperyalist pratiklerin meyvasıdır.

Birinci sonuç olarak emperyalistlerin günümüz pratikleri eskinin tersine Dini ve Dindarları (sadece İslam) düşman cepheye itme, karşılığında eski düşman Sosyal Demokrat ve Sol kesimleri kendi tarafına çekme yada en azından Tarafsızlaştırma taktiklerini görmemiz gereklidir.

Dine (İslama) savaş açarak “medeniyet” ve “laik demokrasi” yayma kılıfında olan emperyalistlerin asıl amacı bu saldırı sonucu müslümanları savunmaya iterek dindar olmayanları bile fanatikleştirmektir. Saldırıya karşı savunma doğanın yapısında iç güdüsel ve kaçınılmaz olduğu, bu savunma içinde biçimsel değişiklikler ve pratikler yaratabileceği gibi, özünde katılığı yani fanatikliği de doğuracaktır.

Engels…… dine savaş açmalarını budalalık olarak nitelemiş ve böylesi bir savaş açmanın dine karşı yeniden ilgi duyulmasını sağlamak ve dinin gerçekten ortadan kalkmasını engellemek için en iyi yol olduğunu belirtmiştir. Lenın

İkinci sonuç olarak Emperyalistler İslama savaş açarak onu “medenileştirme” hedefini değil tam tersine onu fanatikleştirmeyi hedefliyen bir taktik içindedir.

Saudı Arabistana ve diğerlerine bakarak, ve emperyalistlerin Dini fanatic örgüt ve kuruluşları masa altından, bazende açıkça destekledikleri gerçeklerinden yola çıkarsak, Emperyalistlerin laiklik şampiyonluğu çığırtkanlıklarının sadece bir taktik olduğu gerçeğini görmek için Marksist olmaya gerek yok sanırım.

Sonuç olarak, bir taraftan müslümanları fanatikleştirmeye çalişan ve bu fanatikleşmeyi ayrıca parasal vb olarak destekleyen, diğer taraftan laiklik elden gidiyor yaygaralarını yaratan ve destekleyen emperyalistlerin bu taktiklerinin;

a) dünyaki asıl sorun ve çatışmanın ezilen halklarla ve bağımsızlık mücadelesi veren ülkelerle emperyalistler arasında olduğunu gizlemek, dikkatleri başka yöne çekmek
b) Ülkeler içinde oluşabilecek antiemperyalist güçleri bölüp birbirlerine düşürerek güçler dengesini kendi yönlerinde ağırlaştırmak,
c) İslami faşizm e karşı savunma adı altında provokasyonlar sonucu istediği ülkeye “müdahele etme”, ülkeleri bu “tehlike” den kurtarma “hakkını” ve kılıfını yaratma ,
amaçları doğrultusunda olduğu gerçeğini görmek gereklidir.

Kendi gücünü ve mücadele alanındaki durumunu tahlil

Birinci şart olan düşmanın doğru tahlil edilmesi ve öğrenilmesi, yani onun amaç ve bu amaçları doğrultusunda kullandıkları taktiklerin tahlili ve öğrenilmesinden sonra gerekli olan Gramskinin vurguladigi ikinci “çok önemli başka bir şart olan, kendi gücün ve mücadele alanındaki durumun tahlili ve öğrenilmesi” ne geçelim.

Belkide günümüz mücadelesinin en önemli eksikliklerinden, ilerleme ve gelişmenin önündeki engelleri oluşturan en önemli sorunlardan birisi bu kendi gücünü ve durumunu doğru tahlil edemeyip, doğru politika ve taktikler seçimi yapamamaktir.

“””Marksizm bizlere kesinlikle tam ve objektif olarak doğrulanabilir ve her tarihi duruma özel somut karakterleri olan sınıfsal ilişkiler analizi yapmamızı gerektirir Biz Bolşevikler, her zaman, politikamıza bilimsel temel vermek için kesinlikle zorunlu olan, bu gerekliliği uygulamaya çalıştık.”” Lenin.


Tarihi durum özelde ülkemizde genelde dünyada yıllardır eşine rastlanmayan bir anti emperyalist potansiyel, ve mücadelelerin saflarını genişletecek, güçler dengesini ezilen halklar yönünde değiştirebilecek bir ortam yaratmıştır. Günümüz devrimci demokrasi mücadelesinin yüzleştiği iki alternatif vardır;
1) bu yaratılmış olan potansiyel ve ortamdan yararlanıp doğru politika ve taktiklerle kitlelere ulaşmak, onları anti emperyalist Devrimci Demokrasi saflarına katmak ve böylece varolan güçler dengesini ezilen halklar doğrultusunda değiştirmek
2) emperyalistlerin ve uzantılarının provokasyon, demogoji ve taktiklerine seyirci kalarak hatta bu tuzağa düşerek kitlelerin emperyalistlerin çıkarları doğrultusundaki saflara kaymasını sağlayarak güçler dengesini belkide bir asır onların yönünde gelişmesine katkıda bulunmak.

Ezilen halkların mücadelesinin içinde bulunduğu bu hayati durumu görememek, zafer değil yenilginin şartlarından birisi olacaktır. Üzerinde fazla durmaya gerek duymadığım tehlike gerçeği şudur ki, geçmişte, pratik anlamda, sadece emperyalistlerin bir uzantısı olan kendi burjuvazisi ve onların yerel gücüne karşı savaşmakla sınırlı olan güçler dengesi, günümüzde temelleri atılan ve gerçekleştirilmek istenen, emperyalistlerin direk askeri müdahelesi ile, pratik anlamda “savaş” sadece yerel güçleri değil, bütün emperyalist güçleri içine alan bir güçler dengesi olacaktır. Burdada objektif olarak hem düşmanın gücünün, hemde var olan kendi gücünün tahlilini yaptığımızda verilecek olan cevabın , “bir Türk dünyaya bedeldir” cinsinden “bir emekci dünyaya bedeldir” gibi duygusal, ancak bilimsel temele dayanmayan bir tahlil dışındaki cevabın, ne olduğu bellidir.

O zaman politika ve taktiklerin bu en geniş kitleleri saflarda birleştirme temelinde ve doğrultusunda olması gerekir.

Saflara kazanılması gereken emekciler ve Din

Sınıf mücadlesinde etik başlıklı yazıda üzerine değindiğim, özde vurgulamak istediğim emperyalizme karşı savaşta etik (yani içe dönük, grupsal, profesyonel.. neyin doğru neyin yanlış olduğu incelemesi ve kararı) teoride etiktir ve pratikte emperyalistler tarafından her zaman çiğnenen, ezilen halklar tarafından uyulması beklenen ve onların “savaşı” nı sınırlayan emperyalist kurallardır. Örneğin teknolojiye sahip olan emperyalistlerin uçaktan siviller üzerine binlerce bomba yağdırması etik dışı değildir, ama teknolojiye sahip olmayan bir kurtuluş savaşcısının elindeki bir tane bombayla işgalci askeri bir konvoya saldırması “Etik “ dışıdır. Bütün emperyalist medyanın savaşı filim gibi göreselleştirmesi ve ölenleri göstermemesi bir Etik dir, ama başka medyanın bu savaş sonucu öldürülenleri göstermesi “etik” dışıdır. Kısacası Doğru ve yanlışın zıtlığı, yani neyin yanlış neyin doğru olduğu, Marx a göre “iyi ve kötünün zıtlığı” diyalektik değil sadece Burjuva etiğin bir esrarıdır.Bu anlamda Leninin sözleriyle “” bizim etiğimiz tamamıyle işçi sınıfının sınıf mücadelesi çıkarları doğrultusundadır. Bizim etiğimiz işçi sınıfının sınıf mucadelesinin çıkarlarından kaynaklanır. Burjuva etiği mücadelenin önüne konulmuş “soyut”, “subjektif “ bir etiktir, bilinçli bir şekilde aşılması gereken bir engeldir.

Burjuva etiği genel anlamda “ahlak” anlayışı ile karıştırılarak günlük yaşamda kitle içinde emekçiler arasındaki ilişkilere, düşünceye ve yaklaşıma kadar değişik biçimlerde yansımış ve benimsenmiş.Burjuva anlamda neyin doğru neyin yanlış olduğu , kimin iyi kimin kötü olduğu ideolojik yaklaşımlara, ve hatta “hızlı Marksist”lerin kitlelere yaklaşımına kadar “önyargı” olarak yansımıştır. Türkiye özelinde büyük şehirlerin dışına çıkmamış, ve belkide Türkiyede doğru dürüst zaman harcamamış bazı “Hızlı Marksistler”in , Türkiyenin sadece İstanbul, İzmir ve Ankara olmadığı , geri kalan nüfüsun büyük şehirlere nazaran daha da dini kültürüne bağlı olduğu SOMUT TAHLİLİ yapamamalarının temelinde Marksizm değil bu “önyargı etiği” yatmaktadır. Şüphesizki Dine karşı çıkarken Marksın her kelimesini Dindar bir şekilde bütünden ayırarak, yada içinde bulunan yerin ve tarihi konumun bilimsel tahlili yapılmadan olduğu gibi uygulanmaya çalışılması, karşı çıktığı dindarın dindarca pratiğinden çok farklı bir pratik değildir.

Günümüzde emperyalist tezgahların kaçınılmaz bir reaksiyonu olarak anti-emperyalist niteliği oluşan dindar kitlelerin saflara katılması gerekliliği zafer için çok önemli şartlardan diğerini oluşturmakta. Bu konuya Dimitrovun, faşizme karşı gençlikteki satırlarıyla başlıyalım;

""""Kapitalizmin dayanılmaz yaşam şartları yarattığı, kimisi tamamıyle hiç bir örgütlenme içinde olmayan, kimisi sınıf düşmanları tarafından yönlendirilen örgütlenmeler içinde olan, milyonlarca genç kadın ve erkekler, ısrarlı çalışmayla.. kazanabileceğiniz ve kazanmanız gereken,kardeşleriniz ve bacılarınızdır...""""
Tabandaki insanların sekter ve önyargılı bir şekilde “damgalanarak” saflardan uzaklaştırılması taktik bir hata değil, “taktik” anlayışı yoksunluğunun ve yokluğunun bir sonucudur. Bu sekterlik ve taktiksizlik mücadeleye hiç bir yarar sağlamadığı gibi , mücadeleyi hasta hale getiren kanser tümürünün kendisi ve tedavisiz bırakılmasıdır.


Bu konuya temel bir anlayış ve yaklaşım getirme amacıyla yazdığım Emperyalist laik anlayışı başlıklı yazıda “yabancılaşmaya” neden olan sosyal şartların bizim gibi geliştirilmesi engellenmiş ülkelerde ağır bir şekilde var olması, örgütlenmesi gereken, ve devrimci demokrasiyi gerçekleştirecek emekçi kesimin dinine bağlılığı gerçeğini ortaya koyar. Aklı başında Devrimciler emekçisiz devrimci Demokrasi kurulamıyacağının bilincinde olduğu için, geniş halk kitlelerinin dindar olduğunun da bilincinde olması gerekir, ve bu yüzden konuya yaklaşımda hassas, anlayışlı, saygılı ve hoşgörülü olması gerekir” demiştim. Yaklaşımda hassas, anlayışlı, saygılı ve hoşgörülü olma, uygulanması gereken politika ve taktiğin başlangıç ve temel öğelerini oluşturur. Bu bir Devrimci için hiçte zor olması gerekmeyen öğeler olması gerekir çünki aynı zamanda bu öğeler Devrimci ahlak ve tavrın kitlelerle olan ilişkilerindeki temel öğelerdir. Yani sadece politikamızı “devrimcileştirmek” zaten kitlelerle kaynaşma ve bağdaşmada en büyük adımı atmak demektir.

Marksa göre din ve yabancılaşma

Biraz daha teorik derinliklere inelim. Marks dinle ilgili sosyal şartların sebep olduğu yabancılaşmadan bahsederken “kökden” bir yabancılaşmadan değil, bu kökden yabancılaşmanın yan ürünlerinden biri olan yabancılaşma dan bahseder. Yani dinden bahsederken onu “hastalıkları yaratan ortam” değil” bu ortamın yarattığı hastalıklardan biri” olarak görür. Hastalığı yaratan ortamı kaldırma yerine hastalığı ortadan kaldırmaya uğraşmak emperyalistlerin her zaman uyguladığı hedef şaşırtma ve ceplerini doldurma pratiğinden pek farklı değildir, ve sonuca ulaşmayacak bir “aldatmaca” yada maceradır.

Marksa göre , Hegel ve Feurbach ın görüşlerinin tersine, yabancılaşma Leninin sözleriyle “.. düşüncede yada dinde kök salmış bir yabancılaşma değildir..Yabancılaşma, kontrölün kaybı, özellikle emeğin üzerindeki kontrolün kaybı demektir.
Yani temel “yabancılaşmanın” nedenlerini ortadan kaldırmak zaten onun yan ürünleri olan “yabancılaşmaları” da beraberinde ortadan kaldıracak ortam ve şartları yaratacaktır. Yani hastalığın ortamını ve şartlarını hedef alıp ortadan kaldırınca hastalıkların tedavisi için gerekli ortam ve şartlar oluşacaktır.

Dinine inanan insanların doğasal olarak devrimci demokrasiye karşı olacağını iddia etmek Marksizmi anlamamak yada inkar etmektir. Marks kalıplaşmış, insanların içinde yaşadığı toplum ve çevreden soyutlanmış “insan doğası” anlayış ve fikrine her zaman karşı çıkmıştır. Marksa göre insan ihtiyaclarını karşılamak için doğa üzerine harcanan emek ihtiyacı bütün insan toplumlarının tek değişmeyen doğasal özelliği olmuştur, ve doğanın insanın varoluşu üzerine koyduğu hiç bitmeyecek şartıdır.

Yani dindar olsun olmasın onun “insan doğası” emek ve ekmekle ilgilidir, onun “doğası” içinde bulunduğu ve yaşadığı toplumdan, gelişmelerden soyutlanarak düşünülemez. Emeğiyle doğayı değiştiren emekçiler ayni zamanda kendilerini de sürekli değiştirmekte yada değişime hazır duruma getirmekte. Marksın kapitalden sözleriyle “..insan ..dışındaki dünyayı değiştirerek, o (insan-emekçi) ayni zamanda kendi doğasını da değiştirir.””
Sömürü düzeninin yarattığı yabancılaşma emekcinin sadece emeğine ve emeğinin yarattığı ürüne, emeğini sömürenlere değil, hem kendine, hemde kendi gibi olanlara yabancılaşmayı da beraberinde getirmiştir. Örneğin toplumu oluşturan bireylerin değişik biçimde categorize edilmesi, damgalanması onların üretim araçlarına olan ilişkileri ve üretim ilişkilerindeki rolleri yerleri yada yersizlikleri ile ilişkili. Bireyler arasındaki ilişkilerde birbirinden bağımsız olan bireylerlerin bu “damgalanma” dan bağımsız bir “kimlik” leri olmazken, üretim ilişkilerinde “araç” olan sermaye kendi başına bağımsız bir “kimlik” sahibi olur. Ancak bu emeğine, kendine ve kendi gibilerine yabancılaşma, değişime ve değiştirmeye eğilimide kaçınılmaz hale getirmiştir.

Kısacası yabancılaşan (Marksistlerin umrunda olması gereken kesim olarak) emekcileri damgalayarak ve dışlayarak emekcilerin hakları savunulamaz. Onların aktif örgütlenmesi ve katılımı olmadanda Devrimci Demokrasiden bahsetmek hipokratlıktır.

İnsanlar sosyal yapıya sahip yaratıklardır. Bu karakter onların “toplu-m“ olarak temel çıkarları doğrultusunda hareket etme yetenek ve gücünü sağlayan bir özelliğidir. Bu anlamda sınıf mücadelesi emekcilerin kendilerini birbirinden soyutlanmış bireyler olarak görmeyi bırakıp toplu olarak mücadele vermesi demektir.

Yabancılaşma ve Devrimci Demokrasi

Emekcinin yabancılaşmış bir birey olarak yaşam içindeki pratiği, gerek din, politika, gerek aile ilişkileri vs aynen onun üretici pratiği gibi kendine yabancılaştırılmıştır. Ancak bu yabancılaşmalar kökten ve değişmez yabancılaşmalar değildir ve Devrimci Demokrasi için bir engel olamaz. Bu anlamda Marks Bauer in, ateist bir bakış açısıyla yazdığı “ din Yahudi ve Hristiyan (dininde olan insan) ların kurtuluşları önünde engeldir “ yazısına Marksın cevabı siyasi kurtuluşun dinin varlığının devamıyla bir çelişkisi olmadığıdır, bu konudada o zamanki ABD yi örnek vermiştir. Bir anlamda Marks siyasi kurtuluşun tek başına insanlığın kurtuluşunu sağlaması için yeterli olmadığı görüşündedir ki bu şimdiki konumuz değil.

Konumuz açısından Marksa göre din maddeci dünyaya yabancılaşmanın bir yansımasıdır ve insanın “maddeci yaşamı” ortadan kalkmadan Dinin ortadan kalkması mümkün değildir. Yani bu proleterya, yada işçi köylü diktatörlüğü dönemindede ortadan kalkacak bir “yabancılaşma” değildir. Yani hastalık, “hastalıkların” ortamını ortadan kaldırma ve devamındaki süreçtede varolacaktır.


Ateizm ve Marks

Ateizmi Marksizmle özdeşleştiren, Devrimci olmak için ateist olmanın şart olduğu gibi çarpık ve “modacı” bir anlayış ve tavıra sahip olanlar, dindar kitlelerle (olmayan) ilişkilerinde itici ve soyutlayıcı bir sonuç yarattıklarından, yabancılaşmış emekcileri mücadeledende soyutlama ve karşı saflara itme Karşı Devrimci pratiğinde son bulmaktalar.

Marksın yazılarını okuduğumuzda onun kendsini kesin bir şekilde Ateist olarak nitelendirmediğini göreceğimiz gibi, onun bu konuyu tamaman “ilgisiz” bulduğunu görürüz.

“Ne zamanki insanın ve doğanın özü, İnsan doğal bir yaratık olarak ve doğa bir insan gerçeği olarak pratik hayatta aşikar oldu …., yabancı yaratık arayışı, doğanın ve insanın üzerinde bir yaratık arayışı ( insanın ve doğanın gerçek dışılığının itirafının arayışı) pratikte imkansızlaşdı. Bu gerçek dışılığının reddi olan ATEIZM, artık anlamsızdır,Ateizm Tanrının varlığının reddidir ve bu redle insanın varlığının açıklanmasını arar. Sosyalizm böyle dolambaçlı yöntemler gerektirmez; o insanın ve doğanın temel varlık olduğu teorik ve pratik düşünce bakış açısından yola çıkar. O gerçek insan bilincidir, dinin reddedilmesiyle erişilen bir bilinç değildir.”” “Economic and Philosophical Manuscripts” (1844), Marx.

Bu yazısından Marksın, yabancılaşmanın bir yan ürünü olarak dine karşı olduğu kadar Ateizme ve Ateistlere de karşı olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Ve/yada Marks için Tanrının varlığını inkar etmenin o kadar önemli olmadığını anlarız. Çünki Marksizm Tanrıdan kurtulmak için açılmış bir savaşın teorisi değildir. Marksizm insanlığı sömürüden ve kölelikten kurtarma teori ve pratiğidir. İnsanı tanrıdan değil kendi yabancılaşmasından ve onun bu yabancılaşma içerisinde kendi yarattığı bir diğer yabancılaşmaya köleliğinden kurtarma teori ve pratiğidir. Nihai özgürlük için Tanrı nın değil, Tanrıya inancın şartlarının ve ortamının ortadan kaldırılması gerekir.


Sonuç olarak Marksistin kısa yada uzun vadeli sorunu Tanrıyı ortadan kaldırmak değildir. Onun kısa vadeli sorunu emeğin “yabancılaşma” ortam ve şartlarını ortadan kaldırmak, uzun vadede de bu yabancılaşmanın sureç ve/yada sonucunda oluşan diğer “yabancılaşma” ları tedavi altına alarak bütün izlerini ortadan kaldırmaktır.

Dine ve dinsel kurumlara karşı tavir

Marksın “İnsanın HAYALİ mutluluğu olarak dinin ortadan kalkması, onların gerçek mutlulukları için bir talepdir.(ancak) Onların içinde bulunduğu toplumsal durum la ilgili hayallerini terk etmeleri çağrısı , Hayaller gerektiren bir toplumsal durumu terketme çağrısıdır” sözleri bu “gerçek mutluluk” talebinin gerçekleştirme talebinin “toplumsal” durumun, yani hayalciliğin ve hayallerin kaynağı olan “ortam ve şartların” ortadan kaldırılmadan olmasını beklemenin HAYALCİLİK olduğunu çok güzel anlatır.


Marksa göre din insanın özünü HAYALCİ bir şekilde içinde taşır, insanın içinde bulunduğu yaşadığı ıstıraba bir isyandır . İnsanın özünü gerçekleştirecek, Devrimci Demokrasi ortam ve şartlar yaratılmadan bu “isyanı” bastırmağa kalkmak “ıstıraba” katkıda bulunarak “isyan”ın yaygınlaşmasını ve güçlenmesini sağlayacaktır. Bu ıstırabın kök nedenlerini hedef alma niteliğine sahip olmayan bireysel “isyan” lar , emperyalistlerle sonuçta bir şekilde uzlaşacak olan kurumsal din tüccarları tarafından sürekli bir ıstırabın ve hayalciliğin içine itilecektir.

Yani devrimci Demokratların yaklaşımı dine ve dindar bireylere hassas, saygılı ve hoş görülü olduğu derecede, kurumsal din tüccarlarına tavizsiz ve uzlaşmasız olması gerekir.


"Vatikan gericiliğin merkezidir” dedi yoldaş Stalin.. o (Vatikan) sermayenin ve dünya gericiliğinin elinde bir aletdir..Şu bir gerçektirki bir sürü katolik papazlar ve misyonerler dünya çapında ajanlık yapıyorlar….Emperyalizm onların vasıtasıyla amaçlarını gerçekleştirmeyi denediler ve denemekteler.. Enver Hojanın Stalinle konuşmalarından.


Dini inanışı olan insanların, emperyalizme karşı, Devrimci Demokrasi mücadelesine katkıda bulunamayacağı, saflarda yer alamıyacağı görüşünde olanlar, Marksizmi dört duvar içinde okuyup başını kaldırıp pencereden dışarı bakmayan, tarihi diyalektik materyalizmden bahsedip en yakın Latin Amerika tarihinden ve orda bireylerden papazlara kadar dindarların devrim mücadeledesindeki etkinlikliklerini ve kararlılıklarını, bu uğurda katledilmelerini öğrenme gereği duymadan tahliller ve yorumlar yapan dar görüşlü burjuva aydın!!! olma niteliğini aşamazlar.

Taktikler olarak Enver Hocadan ve Stalinden alıntılarla yazıyı tamamlayalım.

Enver Hojanın Stalinle konuşmalarından

“”Biz onları (dindarları) kendimize yakın tuttuk. ….bağımsızlık ve özgürlük savaşında ……bütün kitlelere, dindar kesimede çağrı yaptık….. .Çoğu saflara katıldı… anavatanın kurtuluşuna değerli katkıda bulundular. Kurtuluş savaşından sonra parti politikasını benimsediler ve anavatanın yeniden inşası için çalışmalarına devam ettiler….dinini terk etti , komünist ideolojiyi benimsedi “”” .. Enver Hoca
“”………..dindar halk kesimi,..gerçekler ve tartışmayla ikna edilmeli…, düşman olan rahip(ruhban) sınıfına karşı mucadele etmeli…. SADECE Hükümete itaat etmeyen, devlete karşı suç işleyen.. rahipleri (din adamlari) tecrit ve mahkum etmelisin..”””Stalin..

.
Stalin bunları Sosyalist Arnavutlukta dindarlara karşı alınması gereken tavır olarak söylüyor. Faşist diktatörlük, yada (“Devlet” kavramının da daha kafalarda netleşmemiş olduğu gerçeğini göz önüne alalım) sosyalist olmayan her ne tip devletse, o system altında bir ülkede devrimcilerin dindarlara karşı yaklaşımı ve alınması gereken tavırdan bahsetmiyor. Bu aradaki system farkı temelinde; en azından benzermi, yoksa oraya ulaşabilmek için mücadele çıkarları doğrultusunda daha hassas ve duyarlı olan bir yaklaşım ve tavırmı olması gerekir sorusuna yorum yapmaya gerek görmüyorum.

Sonuç

Içinde bulunduğumuz tarihi dönemin gerçeklerinin tahliline bağlı olarak uygulanacak politikanın hassasiyeti ve duyarlılığı seçmesi Marksizmden taviz vermek değil tam tersine onu uygulamaktır. “Daha Devrimci” , “ daha Marksist” görünmek yada kendini bu şekilde tatmin etmek için doğru tahlil ve sonuçta doğru politika uygulamayı Marksizmden sapma olarak görenlere Lenin “Proletarya Partisinin Din Konusundaki Tutumu” yazısında (gene Sosyalist bir ülke şartları altında) ( bir bütün içinde ) cevabını vermiştir.

17 Eylül 2006
Erdogan Ahmet

2 yorum:

  1. Good

    Marxism never considers tactics abstractly. Tactics and their efficacy are determined by concrete circumstances. They are embedded in a particular set of political, economic, and social processes.

    They can’t be elaborated independently of a sober and objective estimate of the class and social forces at a national and international level. Marxism doesn’t absolutize any one form of struggle as suitable for all occasions.

    YanıtlaSil
  2. collective-farm women come to the library and say: "You always give me books that simply say that there is no God. I know that without reading books. Give me a book that will tell me how and why religion arose and how and why it will die away."

    November 30, 1933
    N. Krupskaya

    YanıtlaSil

Blogger tarafından desteklenmektedir.