İran'a karşı ABD-İsrail savaşı; Neo-Kon'ların yanılsamalarından dolayı bir başka başarısızlığı:
Çok kutuplu dünya düzeninin ortaya çıkacağını, özellikle Ukrayna savaşı
konusundaki ilk değerlendirmelerimizde net bir şekilde öngörmüştük. Bu
değerlendirme, Lenin'in Kautsky'ye yönelik eleştirisinde (ultra-emperyalizm-tek
kutuplu dünya düzeni üzerine) ana hatlarıyla belirttiği özgül teorilerine ve
dünya arenasındaki mevcut somut ekonomik gelişmelere dayanıyordu. Mevcut
birleşimdeki güçler dengesine bakıldığında, Lenin'in "eşitsiz
ekonomik gelişme yasası" teorisinin doğruluğu bir kez daha kanıtlandı.
Bu yukarda belirtilen temel nedenler ışığında, ABD-Batı egemen ideolojik grubunun, dünyanın somut gerçeklerinden kopuk, özellikle genel olarak bu dönüşümü görmezden gelmeleri, özel olarak da askeri ve ekonomik güçlerini abartılı bir şekilde yüceltmeleri gibi bir hayal dünyasında yaşadığını iddia etmiştik. Gramsci'nin dediği gibi; bir çatışma-savaşta zafer kazanma şansınızda düşmanınızın gücünü bilmek %50 sini, kendi gücünüzü bilmek diğer %50'sini oluşturur, Neo-Kon'lar her iki kategoride de hayal görüyordu. Bu nedenle de, kaçınılmaz olarak onların çatışmalarının çoğunu kaybedecekleri anlamına geliyordu. Bu, ABD ve AB'nin Ukrayna'daki vekilleri aracılığıyla Rusya'ya karşı yürüttüğü savaş ’ta kendini gösterdi ve doğruluğunu kanıtladı. Neo-Kon'ların bu yanılgısı ve yanlış hesapları aslında dünyanın tek kutupluluktan çok kutupluluğa dönüşümünü kolaylaştırmış, pekiştirmiş ve hızlandırmıştır. Çünkü ekonomik yaptırımlar yoluyla Rusya gibi tekelci kapitalist bir ülkenin ekonomisini geliştirmesi için zorladılar ve bunun koşullarını yarattılar ve savaş yoluyla da Rusya'yı dünyanın en deneyimli ve güçlü ülkesi olmaya zorladılar ve buna neden oldular. Yani tek kutuplu dünya düzeninde güçler dengesine dayalı olarak yaptıkları yanıltıcı hesaplar, düşmanlarını ekonomik, askeri ve siyasi olarak güçlendirmiştir. Aslında kendi savaşçı, saldırgan emperyalist ülkelerine karşı artık bilimsel "emperyalist" tanımına uyan bir ülke yaratmış oldular. Rusya'nın kendisini ne zaman savaşçı bir emperyalist kategoriye dönüştüreceğini bekleyip görmemiz gerekecek.
ABD-Batı çatışma pratiğinin ikinci girişimi, İran'a karşı ABD-İsrail
savaşı aracılığıyla kendini gösterdi. Bu savaş yine 1990'lı yıllardaki güçler
dengesinin değerlendirilmesi ve hesaplanmasına dayanan strateji ve taktiklerin
uygulanmasıydı. O zaman "şer ekseni" "Irak-İran-Kuzey
Kore" idi. Bu dönemde bu ülkeler şeytanlaştırılarak, yoğun
propaganda ve zihin manipülasyonları yapılarak bu ülkeler hakkında sahte
gerçekler yaratılmış ve böylece bu "eksene” karşı savaşlara rıza üretebilmişlerdi.
Ortaya çıkan sorun, tek kutuplu dünya düzeni döneminin anlatılarıyla çok
fazla yalan söylemiş olmaları, devamında
kendi yalanlarına inanmaya başlamaları ve böylece stratejilerini çok
kutuplu dünya düzeninin koşullarına ve güçler dengesine yanlış bir şekilde
uygulamış olmalarıdır.
Çoğu liberalin ve bazı yoldaşlarımızın bakış açısının aksine, emperyalistler tek
kutuplu dünya düzeni koşullarında Irak'ta ve diğer bölgelerde başarılı oldular.
“Zafer", sömürge ya da yeni-sömürge döneminin koşullarına göre değil,
stratejik hedeflere ulaşılmasının zaferi tanımladığı mevcut çağa göre
tanımlanmalıdır. Gerçekte, emperyalistler Afrika'da, Batı Asya'da stratejik
hedeflerinin çoğuna ulaşmada başarılı oldular, ancak Asya ve Doğu Asya'da
hepsini kaybettiler; Kore, Vietnam, Laos, Kamboçya ve Afganistan. Libya’nın
petrol ticaretini dolarsız-laştırmasını, "uluslararası finans
örgütleri" ile bağlarını kesmelerini engellediler (aslında bunlar yeni
BRICS'in yapmaya çalıştığı şeyler) ve gelinen yerde "köleliğin" bile
bir norm haline geldiği istikrarsız bir ülke olmaya devam eden Libya’yı yok
ettiler. Irak'ın altın ve petrolünü
yağmaladılar, onu yeni-sömürgeye dönüştürdüler ve son olarak "açık-gizli"
operasyonlarla Suriye'nin petrolünü yağmaladılar ve şimdi de onu
istikrarsız bir ülkeye dönüştürdüler.
Bu anlamda ve stratejik hedeflere ulaşılması açısından emperyalistler bu
savaşlardan galip çıkmışlardır.
Stalin'in
tanımladığı "saldırgan emperyalist" siyaseti, bütün tarih boyunca, özellikle geçen ve içinde
bulunduğumuz yüzyılda, örtülü operasyonlar ve doğrudan (açık) saldırılar stratejisi
ve taktiği izlemiş ve her birinin sonuçlarına bağlı olarak, "örtülü
ve açık" harekâtların birbirini değiştiren bir çizgisini izlemiştir.
İran'a karşı savaş da aynı çizgiyi izledi ve bu, ya İran'da bir
hükümet değişikliği sağlanana ya da İran çeşitli nedenlerle saldırıya
uğramaz ve/veya yenilmez hale gelene kadar devam edecektir.
ABD'li yetkililerin açıklamalarını ve özellikle Neo-Kon düşünce kuruluşunun
("Hangi Yoldan İran'a" başlığıyla yayınlanan) makalelerini ve
özellikle raporlarını okursak, İran'a karşı savaş hazırlığı 20 yılı aşkın bir
süredir devam ediyordu. Olayların basit bir analizi, aslında ABD'nin
yukarıda belirtilen raporu harfiyen takip ediyor olması bunun kanıtı olabilir.
Gizliden aleniye
Ardından da kısa sürede bir rejim değişikliği ayaklanması
gerçekleştirebilecekleri umuduyla füze saldırılarına başladılar. Eş
zamanlı olarak, askeri ve bilimsel liderlerin "başlarını kesmeyi"
hedeflediler ve böylece yerel ajanlarını ve varlıklarını harekete geçirdiler.
İlk “baş kesme” hedeflerinde başarılı oldular.
İran'ın 'güvenlik' aygıtı içindeki gözle görülür "eksiklik"
büyük ölçüde kamuoyuna duyuruldu. Ancak kısa vadede elde edilen
başarı, istihbarat servisleri ve yerel
varlıkları için dünya çapında uzun vadeli bir yenilgi olasılığını
beraberinde getirdi. İsrail'in İran gibi sıkı bir şekilde kontrol edilen bir
ülkede ajanları ve varlıkları olması, pek çok ülkeyi bu konuda uyandırdı.
İsraillileri ve İsrail'i ziyaret edenleri yasaklayan ülkelerin sayısı, Yahudi
turistlerin genel olarak pek çok başka ülkeye "ilan edilmeyen"
nedenlerle incelenmesi, şimdiden dünya ülkelerinin üçte birine ulaştı ve
artmaya devam edecek. Bu yasaklama ve inceleme İsrail istihbaratına büyük
bir darbe vuracak ve uzun vadede yerel varlıklarına korku salacaktır.
İran’ın misillemeleri İsrail'e hem psikolojik hem de fiziksel olarak
zarar verdi. İsrail tarihinde ilk kez "kendi ilacını
tadıyordu"; binalar çöküyor, bombalar yağıyordu, insanlar ölüyordu,
gecelerini "sığınaklarda" geçiriyorlardı, sosyal ve ekonomik
faaliyetler kelimenin tam anlamıyla durmuştu... Üstünlükçü ruh halleriyle,
böyle bir şeyin kendi başlarına asla gelemeyeceğini hiç düşünmediler çünkü
"efsanevi "demir kubbeye" sahiplerdi ve orduları dünyanın
"en güçlüsü" idi. Bu efsane-yanılsama paramparça oldu ve sahte
üstünlük duygularında kaçınılmaz kalıcı bir değişikliğe yol açtı. Bunu yüz
binlerce İsraillinin İsrail'den kaçması izledi. İsrail'den ayrılma yasağına
rağmen, giderek daha fazla vatandaş İsrail'i yasadışı yollardan terk etmenin
yollarını arıyor ve buluyor. Gazze'ye ve diğer komşu ülkelere
yaptıklarının hiçbir zaman kendi başlarına gelmeyeceğine dair yanılsamaların
paramparça olmasıyla, İsrail'den "göçün” kalıcı olduğu, içeriye "göçün”
ise daha uzun bir süre hayal olarak kalacağı anlaşılıyor. Bu gerçek tek
başına İsrail'in geleceği için belirleyici bir rol oynayacaktır; ya
sistemde yapısal bir değişiklik ya da İsrail'in uzun süredir baskı
altına aldığı, bastırdığı, kullandığı, istismar ettiği komşu ülke ve örgütler
tarafından uzun vadede yok edilmesi. Elbette İsrail'in dünya çapında
siyasi ve ekonomik izolasyonu, onun ırkçı yapısına karşı duyduğu nefret ve onların
işlediği soykırım bu sonucun kolaylaştırılmasında belirleyici bir rol
oynayacaktır.
İran'ın yıkıcı misillemesi ve
yukarıda bahsedilen açık ve öngörülebilir gerçekler Siyonistler tarafından
kabul edildi ve onaylandı ve ABD daimi bürokrasisini Trump
yönetiminin şahin söylemini durdurmaya ve hem İsrail'i hem de ABD'yi farklı
bağlamlarda kurtarmak için harekete geçmeye zorladı.
Batı medyasında yayınlanan ve basılan tüm "Hollywood" tipi
senaryolara ve ABD başkanı ve ortaklarının kendini beğenmiş açıklamalarına
rağmen, ABD'nin İran'a yönelik bir saldırı hazırlığı, başta Rusya ve Çin olmak
üzere, eleştirel düşünen herkes için çok açıktı. Başka bir deyişle ABD, İran'ın
gerekli önlemleri alması için saldırısını adeta önceden 'bildiriyordu'.
Açıktan gizliye
ABD'nin bu eylemi, Katar’ın eylemden haberdar edilmesinden sonra
ABD'nin en büyük askeri üssünü ve Ortadoğu komuta merkezini bombalayarak
İran tarafından karşılık buldu. İran ABD'yi doğrudan bilgilendirmek zorunda
değildi ve değil, Katar üzerinden bilgilendirmişti. İran ve ABD arasındaki bu
karşılıklı saldırılar, ABD'nin İran'daki direk çatışması sorununu çözdü.
Bu her iki ülkenin de ekonomik ve siyasi yararınaydı.
ABD, İsrail'in ne kendisinin ne de ABD'nin stratejik hedeflerini
gerçekleştirebildiği gerçeğini anlamıştı. Beklentilerin aksine İsrail
yeniliyor ve ABD'yi de beraberinde sürüklüyordu. İsrail'in yıkımdan
kurtarılması ve ABD'nin İran'a karşı açık savaşının örtülü biçimine
kaydırılması gerekiyordu. Gelişmeler , Azerilerin, Kürtlerin, Beluçların
ve diğer cihatçı vekillerin ayaklanma beklentisinin ütopik olduğunu, olgun bir düzeye çıkarmak için daha fazla
örtülü operasyona ihtiyaç olduğunu kanıtlamış oldu. O zamana kadar
İran'daki "rejim değişikliği" pratiği bir fantezi olarak kabul
edildi. ABD için bu, açık eylemin sonu ve stratejik hedeflerine
ulaşmak için gizli eylemlerin başlangıcıdır.
İran'ın Rusya'nın askeri yardımını reddetmesi (ki Putin de bunu dile
getirmişti) İran’da Rusya’dan rahatsız olan ve onlarla ilişkilerini
sınırlamak isteyen güçlü grupların varlığının bir göstergesi olarak
değerlendirilebilir. Bunlar ABD’nin örtülü operasyonlarının hedef alması için
harika adaylar.
Ne ABD ne de İsrail genel olarak stratejik hedeflerine ulaşamamış
olsalar da, temel hedeflerinden birinde başarılı oldular: dikkatleri
Gazze'de devam eden soykırımdan uzaklaştırmak. Gazze'de devam eden
soykırım neredeyse unutuldu ya da en azından Gazze'de olup bitenlere olan
ilgi, insanların dikkatinden uzaklaştırıldı, soykırımla ilgili haberler ve
yorumlar Ana Akım medya sayfalarından ve yayınlarından kayboldu. Özellikle bu
çatışmalar sırasında Gazze'deki soykırım daha yoğun ve acımasız bir şekilde
devam etti ve Filistin halkına sağlanan gıda ve su temini sivilleri çekmek ve
onları kitlesel olarak vurmak için bir tuzak olarak kullanıldı.
Hatta asıl amacın bu "dikkat dağıtma" olduğu da ileri
sürülebilir, bununla birlikte İran'la uzun süreli bir füze maçının
yapılması umudu ile İran'da bir iç kaos ve çatışmaların manşetlere çıkması ve Gazze
soykırımının haberlerden kaybolması umudu vardı. Çünkü İsrail ve ABD'nin
dünya nüfusunun geniş kesimlerinden tecrit edilmesi, Gazze'de yaşanan soykırım
nedeniyle zirveye ulaşmıştı. Hasarın onarılması için taktiksel bir çözüm
bulmaları ve dikkatleri Gazze'de yaşanan soykırımdan uzaklaştırmaları,
dünyanın tüm dikkati başka bir şeye odaklanmışken soykırımı hızlandırıp
sonuçlandırmaları gerekiyordu. Gerici bir hükümete sahip olan ve neredeyse
herkes tarafından sevilmeyen bir ülkeden daha iyi başka ne dikkat dağıtıcı
olabilirdi? Bu ülke hakkında, çoğu durumda Batı'nın on yıllardır süren
dezenformasyonu, ucuz propagandası, çarpıtmaları ve yanlış anlatıları
nedeniyle, olumsuz bir görüş zaten üretilmişti. İran'la ilgili
anlatıları, özellikle de "kadın meselesi" dünya halkı tarafından
o kadar güçlü bir şekilde kabul edildi ki, insanlar İran'daki gerçeklere ve
olumlu gelişmelere gözlerini ve kulaklarını kapattılar. Dolayısıyla
ABD ve İsrail için İran, kendi zedelenen itibarlarını onarmak,
"ilerici" görünmek ve dikkatleri Gazze'den uzaklaştırmak için en iyi
seçenekti. Bu amaç aynı zamanda ABD'nin İran'da rejim değişikliği ve İran'ı ABD
ve Çin'e karşı bir baskı üssü haline getirmek için kendi hükümetini yerleştirme
hedefiyle de uyumluydu. Bu şekilde ABD, İran petrolünü kontrol
edebilecek, Çin'e ekonomik olarak baskı yapabilecek, İran'da askeri üs
kurabilecek ve bu üs aracılığıyla Kafkasya'da Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan
ve ötesinde güçlerini ve etkisini genişletebilecek ve böylece bu bölgede yeni
"Ukrayna" cepheleri yaratabilecekti.
Hem İsrail hem de ABD, İran 'a yönelik açık operasyonlarında sefil bir
şekilde başarısız oldular, İran'daki gizli operasyonları bir dereceye kadar
başarılı oldu, ancak bu belirleyici değildi. olmadı. Bu, İsrail medyasının
yarattığı efsanevi imaja tarihi bir darbe oldu. İsrail' in
"demir kubbe efsanesi" paramparça oldu. İsrail ordusunun
en güçlü ordu olduğu efsanesi yerle bir oldu. Efsanevi İsrail ordusu,
Filistin'de hava savunması olmayan, ağır askeri teçhizatı olmayan bir örgüte
karşı iki yıla yakın bir süredir zafer kazanamayarak savaşıyordu. Sivillerin
bombalanması ve vurulması, Gazze'deki soykırım, İsrail ordusunun "dünyanın en insancıl
ordusu" olduğu yalanını, bir başka yalanı ortaya çıkardı, tersine onların
insanlık dışı ve korkak karakterlerini ortaya çıkardı ve doğruladı. Halkların gözünde
İsrail’in dünya görüşü hemen hemen her yönüyle en olumsuz karaktere,
tersine çevrildi. Bu operasyon şu ana kadar İsrail için ve dolaylı olarak ABD
için her açıdan bir yenilgi olmuştur.
Sonuç
ABD-Israil büyük ölçüde ilk temel amaçlarında başarılı oldular, ancak İran'ın askeri gücünü ve İran halkının direncini küçümsemeleri nedeniyle umdukları kadar uzun sürmedi. Hem İsrail hem de ABD bu çatışmadan mağlup olarak çıktılar.ABD'nin "itibar kurtarma" ve "yenilgiden zafer ilan
etme" taktikleri, İran'ı ciddi bir hasar vermeden bombalayarak kendini
gösterdi. Çünkü ABD'nin geniş çaplı ve uzun vadeli herhangi bir doğrudan
müdahalesi sadece askeri olarak değil, ekonomik ve siyasi olarak da intihar
anlamına gelecekti. ABD-İsrail ve Batı, artık bu çatışmadaki Rusya, Çin,
Kuzey Kore (ve şimdi Pakistan) faktörünün çok iyi farkındalar. Ukrayna onlar
için her açıdan bir yenilgi olduğu gibi, bu kadar uzun vadeli bir doğrudan
müdahil olmak da muhtemelen onlar için aynı sonuçları doğurabilirdi.
Bu gelişmeler, ABD'nin "yumuşak güç" stratejisi ve
taktiklerinde eşsiz olduğunun, ancak "sert gücünün" önemli
ölçüde azaldığının bir başka teyidi olmuştur. Gerçeği kabul etmeliyiz
ki, ABD ve özellikle İsrail, "yumuşak güç" kullanımında, propaganda
alanında, herhangi bir konuda insanların bakış açılarını manipüle etmede,
dikkatlerini başka yöne çekmede ve yasadışı, haksız ve suç teşkil eden
eylemlerine rıza üretmede strateji ve taktiklerde rakipsizdir.
İran’da “rejim değişikliği" amacıyla aleni pratiklerin örtülü pratiklere
dönüştürülmesi, tek kutuplu dünya
düzeni sırasında başarılı olmuş olabilir. Bununla birlikte, çok kutuplu dünya
düzeni sürecinde, özellikle rejim değişikliği için seçilen ülkenin diğer
süper güçlere komşu olup olmadığı ve/veya onlar için stratejik olarak
önemli olup olmadığı hesaba katılması gereken, tartışma sorunudur. Çin,
"karışmama", "yatıştırma" ve "uzlaşma" yolunu
seçmiştir, bu nedenle duruşu ve pratiği, başka seçenek kalmadığı ve harekete
geçmeye zorlandığı sürece pasif kalacaktır. Ancak Rusya, Ukrayna
savaşının ikinci aşamasında yatıştırma politikasından vazgeçmiştir. ABD,
İran'da veya Rusya'nın komşu herhangi bir ülkesinde bir hükümet değişikliği
için yumuşak gücünü kullanırsa, Rusya sessiz kalmayacak ve komşu
ülkelerde herhangi bir hükümet değişikliğini önlemek için harekete
geçecektir.
İnsanlar artık 1990'lı yılların tek kutuplu dünya düzeni görüşlerinden
ziyade, dünyanın çok kutuplu bir dünya düzeninin oluşum ve güçlenme sürecinden
geçtiğini dikkate alarak düşünmeye, bakış açısı ve analiz oluşturmaya
başlamalıdır.
Bu anlamda ve bu nedenlerle, "rejim değişikliği" söz konusu
olduğunda, İran'da bir "rejim değişikliği” olmayacak, ancak hayatta
kalabilmek için İsrail'de bir "rejim değişikliği" olması daha muhtemeldir.
İsrail'in önünde iki yol var: Ya yıkım ya da yeniden inşa.
ABD söz konusu olduğunda, bir makalemde belirttiğim gibi; "ABD dış politikasını İsrail kontrol
ediyor" iddiası, bilinçli ya da bilinçsiz, doğrudan ya da dolaylı olarak
ABD’nin uzun bir "hasar kontrolü" siyaset ve pratik sürecinin
parçasıdır. ABD, tek taraflı, haksız savaşlar, ekonomik yaptırımlar
ve Filistin'deki soykırım savaşına verdiği destek nedeniyle dünyadan giderek
daha fazla tecrit ediliyor. "ABD
hükümetinin İsrail Lobisi tarafından kontrol edildiği" şeklindeki
tekrarlanan ve yaygın olan argüman, ABD halkı arasında ilgi kazanıyor ve
İsrail'e karşı büyüyen bir muhalefet var. Bu argüman eninde sonunda ABD’nin
tüm savaş kışkırtıcısı politikasının ve haksız savaşlarının günahlarını
İsrail'e kaydırmak için kullanılabilir. Bu argüman dünya çapında ne kadar
çok ilgi görürse, dünyayı tüm bu
savaşların ve dünya çapında milyonlarca insanın öldürülmesinin ve ülkelerin yok
edilmesinin arkasında ABD değil, İsrail (ABD hükümetlerini kontrol eden)
olduğuna ikna etmek o kadar kolay
olur " .
MLDG beyin fırtınası tartışmalarından özet
Erdoğan A
Haziran 26, 2025
Hiç yorum yok