Header Ads

Header ADS

Kurumsal Faşizm ve Tek adam Faşizmi birbirinden farklı şeyler mi? Faşizmin siyasi içeriğinin boşaltılması.

Secim sonuçları ve Kanıtladıkları” başlıklı yazıda, “  (AKP ve CHP) ikisi arasında bir fark yok” ikisi de “faşist” o nedenle “karışmayalım”, kenarda duralım, “devrimi bekleyelim” anlayışının Marksizm Leninizm ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. …Bilinçsizce yapılan bu iddianın altında yatan ise teorik yetersizlik, tekelci kapitalizmin bir ürünü olan Faşist siyasi sistem ile temeli yine baskıya dayanan “burjuva demokrat” sistemi ve taraftarlarını birbirine karıştırmaktır. Bu yanlış anlayış kitleleri faşizme karşı örgütleme ve harekete geçirme, faşizme karşı cephe oluşturmanın önünde ciddi engeller koyan tehlikeli bir anlayıştır.  “Kapitalist egemenliğin sürdürülmesi, işçi sınıfının bölünmesine bağlıdır. Dolayısıyla burjuvazi için “asıl tehlike, birleşik işçi sınıfı cephesidir” demiştim. 

Faşizmin ne olduğu konusunda var olan bu kafa karışıklığı kendisini CHP’yi “kurumsal faşizm”, Erdoğan AKP’sini de “tek adam faşizmi” olarak tanımlama pratiğinde göstermektedir.

Bu türden bir ayırım kendi içinde çelişkili ve Faşizmin Marksist Leninist tanımlamasıyla uyuşmayan Bundist, anarşist ve anarcho-Trockist bir tanımlamada kendisini bulur.

Her şeyden önce, böylesine bir tanımlama sanki “tek adam faşizminin” kurumsal olmadığı çarpık ve anti-Marksist anlayışa zemin hazırlar.  Tam tersine, faşizmin, özellikle kaçınılmaz ve tarihi olarak tek adamda odaklanan faşizmin öncellik taşıyan pratiği, devlet yapısının bütün kurumlarının ele geçirilmesi ve faşizmin hizmetine uygun yapıyı ve idari personeli oluşturulması olmuştur ve olmak zorundadır. Bu anlamda “tek adam faşizmi” sadece teorik değil pratik olarak da “faşizmin kurumsal” biçimidir.  

“Kurumsallaşma” pratiği iktidarı ele geçirmiş ve “iktidarda olma” gerçeğini gerektirir. İktidar siyasi olarak “faşist” iken, yani zaten faşizmi “kurumsallaştırmış” iken iktidarda olmayan bir partiyi “kurumsallaşmış faşizmin” temsilcisi olarak tanımlamanın ne mantıksal olarak bir açıklaması olabilir, ne de Marksizm Leninizm’in, ve onun Marksist diyalektiğinin uygulanması açısından bir değeri olabilir.

Faşizm kapitalist gelişmenin ve çürümenin özgül bir tarihsel aşamasına (tekelci kapitalizme) karşılık gelen somut gerçekliğiyle değerlendirilebilir. Faşizmin sınıfsal analizini yapmaya çalışmadan herhangi bir özgülü değerlendirmeye çabalarsak, kendimizi iki taban tabana zıt, anarşist bakış açısıyla buluştururuz. Elbetteki Marksist Leninistler Faşizmi onun atasından - burjuva diktatörlüğünden -ayırmaya yönelik herhangi bir girişimde bulundurmazlar. Ama bu demek değildir ki Marksist Leninistler anarşistler gibi Burjuva diktatörlüğünün biçimlerinin emekçi halklar ve onların sosyalizm mücadelesi açısından hiçbir önemi olmadığı dar kafalı anlayışıyla hepsini “faşizm” olarak tanımlamazlar.  Türkiye’deki Bundistler Türkiye’de başlangıçtan bu yana hep “faşizm” vardı ve hep faşizm olacak anti Marksist anlayışını yaymakta oldukça ileri adim attılar.

Ezberciliğin ve Marksizm'in diyalektiğinin anlaşılıp uygulanmamasının bir sonucu olarak her burjuva diktatörlüğünü faşist olarak tanımlamanın, Faşizm ile Parlamenter Cumhuriyet biçimindeki burjuva diktatörlüğü arasında hiçbir fark olmadığı argümanının Marksizm-Leninizm ve onun diyalektiği ile hiçbir ilgisi yoktur.  Lenin, ”evet Marksistler için, Engelsin vurguladığı gibi ”tıpkı bir krallıkta olduğu kadar", demokratik bir cumhuriyette de, devletin "bir sınıfın bir başka sınıfı baskı altında tutmasına yarayan bir makine "den başka bir şey”” değildir" diyor ve genellikle alıntılarda ıska geçilen cümlenin geri kalanıyla şöyle devam ediyordu;

"Ancak Engels, bunu söylerken, “bu sözleriyle hiçbir zaman, bazı anarşistlerin "anlamlaştırdıkları "gibi,  baskı biçiminin şöyle ya da böyle olmasının proletarya bakımından önem taşımadığını anlatmak istemez. Sınıf mücadelesinin ve sınıf baskısının daha geniş, daha özgür ve daha açık bir biçimi, genel olarak sınıfların ortadan kaldırılması için mücadelesinde proletaryaya büyük ölçüde yardımcı olur... Partimizin ve işçi sınıfının, egemenliğe ancak demokratik bir cumhuriyet biçimi altında ulaşabileceği son derece açık bir şeydir. Demokratik cumhuriyet..., proletarya diktatoryası’nın da özgül biçimidir..."

Yani emekçi halklar ve onların mücadelesinin çıkarları açısından ikisi de ayni şey değildir. Faşizm, emekçi kitleleri zincirleyen kapitalist biçimler ile üretici güçler arasındaki aşırı çatışma aşamasının bir ifadesidir, özgül koşullar altında modern tekelci kapitalizmin özgün bir biçimidir. Faşizm genel olarak burjuva açısından  “kaçınılmaz” bir sistem biçimi değildir. Özel durumlarla “kaçınılmaz” hale gelir. Aynı şekilde – onu zorunlu kılan özgül siyasal bunalımın çözülme sürecine bağımlı olarak – sonsuza kadar “kalıcı” bir sistem biçimi değildir. Faşizm ya sermayenin siyasi amacını yerine getirdiğinde, ya sermaye içi çelişkilerin derinleştiğinde geldiği gibi gitmesinin yolu açılır, ya da – kendi kısa vadeli ekonomik amacına büyük ölçüde ulaşsa bile ekonomik sorunları daha da kötüleştireceğinden - emekçi halkların mücadelesinin sonucunda yıkılır. Faşizmin geliş biçimi ve süreci de gidiş biçimi ve süreci de güçler dengesine ve güçler dengesindeki değişimlere bağlıdır.

Faşizmin genel ve mutlak olan tek doğru tanımlaması onun; “tekelci emperyalizme özgün”, “herhangi bir ekonomik-siyasi kriz karşısında sermayenin -en azından bir kısmının- var olan sistem biçimiyle politikalarını devam ettiremeyip, daha da baskıcı olan yeni bir sistem biçimi getirmeye zorunlu kalmaları” sınıfsal değerlendirmesidir. Burjuva diktatörlüğü ve Faşizm arasındaki belirgin fark Faşizmin, aldatmanın yanı sıra temel olarak BASKI   ve ZOR yöntemiyle çalışması. Burjuva (diktatörlüğünün)  Demokrasinin ise, zorlamanın yanı sıra öncelikle ALDATMA yöntemiyle çalışmasında kendisini gösterir.

Faşizmin tanımlanmasındaki kafa karışıklığı genel olarak faşizmin ortaya çıkışının ekonomik, toplumsal,  ve ideolojik etkenlerin diyalektik bağlantılarından koparılarak analiz edilmesi ve-ya da sadece toplumsal yaşama yansıyan pratikleri temelinde değerlendirme yapılmaya kalkılmasındandır.

Komintern de ki tartışmalardan da anlaşılabileceği gibi Faşizm, öncelinde ortaya çıkmış olan tüm baskı rejimlerinin özelliklerden farklı olarak, “yeni bir ideolojiyi”  egemen kılarak toplumun çeşitli katmanlarını peşine takma ve onları kendi siyasal hedeflere yönlendirerek, toplumsal yaşamın her alanını kuşatan, tekelci kapitalizme özgün “yeni bir otoriter” sistemdir.

Faşizm, gerek herhangi bir ülkede ekonominin dengesiz gelişmesi sonucu ortaya çıkan krizler (Brezilya ve Türkiye örneği), gerekse genelde ekonomik krizlerin yaşandığı herhangi bir özgülde, burjuvazinin gerekli gördüğü “yeni politikaları “ uygulamayı, “yeni ideolojiyi” egemen kılmayı ve var olan  “demokratik” yöntem ve “araçlarla” yönetmeyi imkânsız gördüğünde uygulamaya koyduğu bir sistem biçimidir.

Gördüğümüz gibi, Marksist Leninistler ve emekçi halkların mücadelesi çıkarları doğrultusunda bir bakış açısından Burjuva diktatörlüğünün Faşist biçimi ile burjuva demokratik biçimi ayni şey değildir.

İktidarda olmayan, hiçbir devlet kurumunda etkinliği olmayan bir partinin “kurumsallaşmış Faşizm” olduğu iddiası, kaçınılmaz olarak “tek adam faşizminin”  “kurumsallaşmamış faşizm” olduğu çıkarımını yapmak demektir.  Bu ayırım bir bakıma devlet ve sermaye ilişkisini gölgeleyen, sanki sermayenin dışında kurumsallaşmış ve kurumsallaşmamış Faşizmin ayni anda birbirinden bağımsız olarak var olduğu gibi garip ve saçma bir anlayışa tezgah açmaktadır.  Faşizm gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde sermayenin en gerici kesiminin iktidarı, sistem biçimidir.  Onun en önemli görevlerinden birisi (Almanya ve İtalya’da olduğu gibi) sermaye içi çelişkileri yumuşatmak ve aralarında uyum sağlamaktır. Yani faşizm altında ayni anda birden fazla, birbirine karşı faşist  “kurumsallaşma” dan bahsedilemez. Hele de “tek adam faşizminin” (Faşizmin genel olarak tek adamda odaklandığını da unutmayalım bu arada) “kurumsallaşmamış faşizm” olduğu imajını yaratmanın Marksizm Leninizm ile bağdaşığı olamaz.

Bu türden garip ve kendi içinde çelişki dolu tanımlamalardan yola çıkarak seçimleri boykot etmeye teorik kılıf hazırlamanın da Marksizm Leninizm ile bağdaşığı olamaz. Yukarda sözünü ettiğim yazıda da vurguladığım gibi;

“Seçim sonuçlarının gösterdiği reddedilemeyecek gerçek; Türkiye’nin bırakın bir devrime hazır olmasını, burjuva demokrasisine bile hazır olmayan, nüfusunun %60'ından fazlasının gerici ve karşı devrimci, % 90'ından fazlasının parlamentodan umut beklediği bir ülke olduğu kanıtlanmış gerçeğidir. İstisnai olası durumlar hariç böylesine bir ülkede “boykot” tan bahsetmek, “parlamenter mücadeleyi” reddetmek Stalin’in sözleriyle “aptallık”, pratik gerçekte ise var olan otokratik sistemin “destekçiliğini” yapmak demektir.”

Lenin’in sözlerini tekrarlarsak; “Nesnel koşullar, parlamenter mücadeleyi temel mücadele biçimi haline getirdiğinde, parlamenter mücadele aygıtının özellikleri kaçınılmaz olarak Partide daha belirgin hale gelir.

Öte yandan, nesnel koşullar kitlelerin politik kitle grevleri ve ayaklanmaları biçiminde bir mücadelesine yol açtığında, proletaryanın partisinin bu mücadele biçimlerine “hizmet edecek” bir “aygıtı” olmalıdır ve elbette bu, parlamenter cihaza benzemeyen özel bir “cihaz” olmalıdır.

Lenin, “Boykot sorununda devrimci sosyal-demokrasi ile oportünist sosyal-demokrasi arasındaki temel fark şudur: oportünistler her koşulda kendilerini Alman sosyalizminin tarihindeki belirli bir dönemden kopyalanan basmakalıp yöntemi uygulamakla sınırlarlar...Devrimci sosyal-demokratlar, tersine, somut siyasi durumu dikkatle değerlendirmenin gerekliliğine büyük önem verirler. ...gerçeklere gözlerimizi kapatmak gülünç olur... Artık Devrimci Sosyal-Demokratların boykotçu olmaktan vazgeçmeleri gereken zaman gelmiştir” diyordu.

Ve Lenin ayni şekilde;  “Aktif boykot, deneyimin gösterdiği gibi, doğru taktiktir ... yalnızca devrimin kapsamlı, evrensel ve hızlı yükselişinin, silahlı bir ayaklanmaya dönüşmesinin koşulları altında ve yalnızca eski rejim tarafından ilk temsili meclisin toplanmasından kaynaklanan anayasal yanılsamalara karşı mücadelenin ideolojik amaçlarıyla bağlantılı olarak doğru taktiktir...boykot taktiği, ancak sendikal yükselişi devrimci bir saldırıya dönüştürme çabalarımız başarılı olursa uygun olabilir" diyordu.

Stalin’in önerileri de bu tür boykotçulara değinen biçimde oldukça açık ve net;

"Boykot, seçimlerin başarısız olmasına neden olduğunda mantıklıdır. Aksi takdirde boykot aptalca bir şeydir."

Simdi, bırakalım gündemde acil olan otokrasinin yıkılması demokratik görevini bir yana, nüfusun % 90'ına ulaşan bir kesiminin seçimlere katılımının olduğu bir ülkede “seçimleri başarısız kılma” olasılığı var mı diye sormak abes olur sanırım. Ne “kurumsallaşmış” faşizm teorileri ne de başka bir safsata, içinde bulunduğumuz şartlarda boykot taktiğinin AKP faşizmine koltuk değnekliği yapmak nihai sonucunda buluşacağı gerçeğini gizleyemez.

Erdogan A

25 Mayıs 2023

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.