Header Ads

Header ADS

“İlahi Adalet” mi, “Ebedi Adalet” mi, Yoksa Ne? Sosyalizmde Ücretlendirme İlkesi ve Adaletin Terazisi

9 Ocak 2023

Okcuoglu

Ücret Konusunda Marks, Engels, Troçki, Proudhon, Lassalle ve Dühring’i Anlamak!

Eşitlemeciler, ”ilahi adalet”çilerin veya “sonsuz adalet”çilerin, ütopik sosyalistlerin dünyasında, örneğin Robert Owen’ın komünal sisteminde, Pierre-Joseph Proudhon’un “ebedi adalet” dünyasında veya daha somut olarak Eugen Karl Dühring’in komününde yaşamaları gerekirdi. Yaşamaları gerekirdi diyorum, çünkü ne eşitlemecilerin ne de her türden tembellik hakı kullanmak isteyenlerin emperyalizm çağında yaşayabilecekleri bir yer yoktur. Paylaşımda (sosyalizmde) “ebedi adalet” arayanların, yani eşitçilik arayanların dünyası, küçük burjuva hayal dünyasıyla süslenmiştir. Bunun nasıl bir dünya olduğunu Marks, Engels, Lenin ve SSCB’ pratiğinde de Stalin gözler önüne sermişlerdir.

Şüphesiz, “tembellik hakkı”nı kullanmak isteyenler vardır ve var olacaklardır. Ancak, “tembellik hakkı”nın aynı zamanda “aç kalma”, yememe, giyinmeme, konutsuz kalma, sosyal (yanlış oldu,) yalın haliyle insan olmama hakkı olduğunu bilmeleri gerekir. Ütopik sosyalistlerde, Proudhon’da, “bilimi altüst eden Dühring”de en azından üretime; var olana, üretilmiş olana katılmışlık söz konusudur. “Tembellik hakkı” kullanmak isteyenler ise tamamen asalaktır; başkalarının hakkına el koymak isteyenlerdir. Bırakalım sosyalizmi, bu anlayışın sosyal olmakla dahi uzaktan yakında bir ilişkisi yoktur. Paul Lafargue’ın kapitalizm bağlamında öne sürdüğü düşüncelerini sosyalizmde “tembellik hakkı” diye sahiplenmek bir insanı, en hafif deyimle ifade edecek olursak asosyal yapar. Böylesi asosyallerin sayısını küçümsememek gerekir.

Sosyalizm bir “cennet” değildir, “Eden Bahçesi” değildir. Sosyalizmde Tanrının her türden “nimetleri” servis edilmez. Sanılıyor ki veya sosyalizm denince bazılarının aklına ilk gelen “yan gelir yan yatarım”, çalışmak zorunda değilim, tembellik hakkını kullanırım, nasıl olsa eşitlik var, “ilahi adalet”, “sonsuz adalet” var...

Sıkça duyulan bu türden söylemlerin sosyalizm bağlamında maddi bir temeli olmasa da paylaşımda eşitlik ve adalet adına örneğin Stirner’den, Proudhon’dan, Dühring’den Troçki’ye kadar uzanan bir küçük burjuva adalet ve eşitçilik anlayışı vardır.

Birkaç örnek verecek olursak:

“Cesur Proudhon”un “ebedi adalet”i

Ücretlendirmede eşitlikten bahsedenler sorunu ekonomi dışı ilişkilerde arayıp hep “ebedi adalet”e sığınmışlardır. Bunlardan birisi de Proudhon’dur. “Cesur Proudhon ekonomik bağlantıyı yitirdiği her zaman (her ciddi sorunda onun başına gelmektedir) yasalar alanına sığınmakta ve ebedi adalete başvurmaktadır.”(1) “Proudhon ‘ebedi adalet’ istiyor, başka bir şey değil. Herkes, ürününün karşılığında emeğinin tam karşılığını, emeğinin tam değerini almalıdır. ...Üretici gücümüzü büyük oranda kaybedecekmişiz. Bütün insanlık mümkün olan en kötü emek esaretine mahkum olacakmış, açlık genel bir kural haline gelecekmiş, değişimi herkesin emeğinin tam karşılığını alacak şekilde düzenledikten, “ebedi adalet” gerçekleştikten sonra bütün bunların ne önemi var? Bütün dünya yok olsa da adalet yerine gelsin. Uygulanması herhangi bir şekilde mümkün olsaydı, bu Proudhoncu karşı devrimde dünya yok olacaktı.” (2)

Bütün eşitlemeciler gibi Proudhon’a da yol gösteren şudur: Bütün ekonomik ilişkileri, ekonomik kurallar uyarınca değil, ama sonsuz adalet kavramına uyup uymamasıyla değerlendirerek gizlemek. (3)

Lassalle’ın “küçük burjuva, bulanık genel “eşitlik” ve “adalet safsatası”

“Lassalle'ın "ücretin tunçtan yasası”- “Peygamberin her derede deva ilacı”!

Lenin’in deyimiyle Lassalle’ın “küçük burjuva, bulanık genel "eşitlik" ve "adalet" safsatası”nı Marks “Gotha Programı Eleştirisi”nde topu topu birkaç paragrafta bütün çıplaklığıyla açıklar. Lassalle’ın “emeğin geliri”, “adaletli dağıtımı” konularındaki düşüncelerinin bir biçimde ücret konusunda “adalet”ten bahseden Proudhon’dan, Dühring’den ve Troçki’den pek de farklı olmadığını Marks’ın bu konudaki değerlendirmesi ortaya koymaktadır. Bu değerlendirmeyi buraya aktarıyorum.

Marks, Lassalle’Iın bir kavramsal sorunu olduğunu belirtir ve bunu düzeltmekle başlar:

“Emeğin geliri”” nedir? Emeğin ürünü mü, yoksa onun değeri mi? Ve bu sonuncu durumda da, ürünün tüm değeri mi yaksa sadece emeğin tüketilen üretim araçlarının değerine eklemiş olduğu yeni değer kısmı mı?

Emek geliri, Lassalle’ın, belirli iktisadi kavramların yerine koyduğu belirsiz bir kavramdır.

(Paylaşım konusunda da kavram sorunu devam eder, İ. Okçuoğlu):

Adaletli biçimde “dağıtım” ne demektir?

Burjuvalar bugünkü paylaşımın adaletli olduğunu iddia etmiyorlar mı? Ve gerçekten de bugünkü üretim biçimi esasına göre bu paylaşım, biricik adaletli paylaşım değil midir? İktisadi ilişkiler, hukuksal kavramlar tarafından mı düzenlenmiştir, yoksa tersine, hukuksal ilişkiler iktisadi kavramlardan mı doğar? Sosyalist sekterlerin de bu “adaletli” paylaşım hakkında son derece çeşitli görüşleri yok mudur?

Burada bu “”adaletli paylaşım”” deyimi ile ne kastedildiğini bilmek için, birinci paragrafı bu paragrafla birlikte ele almamız gerekir. Bu son paragraf “”iş araçlarının ortak mülkiyette olduğu ve toplam çalışmanın topluluk tarafından düzenlendiği”” bir toplum varsayıyor, birinci paragraftan da “emeğin gelirinin, kesintisiz olarak, eşit hakla toplumun bütün üyelerine ait olduğunu”” öğreniyoruz.

(Yani Lassalle bol keseden dağıtıyor, diyor Marks, İ. Okçuoğlu):


“Toplumun bütün üyelerine mi? Çalışmayanlara da mı? O zaman “’kesintisiz iş gelirinin tümü’ ne oluyor? Toplumun yalnız çalışan üyelerine mi gidiyor? O zaman toplumun bütün üyelerinin ‘eşit hakkı’ ne olacak?


Anlaşıldı,“’toplumun bütün üyeleri’ ve ‘eşit hak’, açık ki, gelişigüzel söylenmiş şeyler. Bu, komünist toplumda her işçinin, Lassalle-vari “’iş geliri’ni ‘kesintisiz’ alması sorunun özünü oluşturmaktadır.


Önce “’iş geliri’” sözünü, işin ürünü anlamında ele alırsak, bu durumda kolektif çalışma geliri toplam toplumsal üründür.

Bundan şunlar çıkarılmalıdır:

Birincisi, kullanılmış olan üretim araçlarının yerine konması.

İkincisi, üretimin genişletilmesi için ek kısım.

Üçüncüsü, doğa olaylarının vb. neden olduğu sıkıntılar ve aksaklıklar için yedek veya da sigorta fonları.

‘Kesintisiz iş geliri’nden yapılacak olan bu çıkarmalar, iktisadi bir zorunluktur ve bunların büyüklüğü varolan araçlara ve güçlere göre, kısmen de olasılık hesabı ile belirlenebilir, ama hiçbir biçimde adaletten hareketle hesaplanamaz.

Geriye, toplam ürünün tüketim aracı olarak iş görecek öteki kısmı kalır.

Buradan, bireyler arasında paylaşılmadan önce, gene şu çıkarmalar da yapılmalıdır:

Birincisi, doğrudan üretime ait olmayan genel yönetim giderleri.

Bu kısım, daha baştan bugünkü topluma kıyasla çok sınırlıdır ve yeni toplum geliştiği ölçüde azalır.

İkincisi, okullar, sağlık hizmetleri, vb. gibi gereksinmelerin ortaklaşa karşılanmasına ayrılan kısım.

Bu kısım, daha baştan bugünkü topluma kıyasla önemli ölçüde artmaktadır ve yeni toplum geliştiği ölçüde de artar.

Üçüncüsü, çalışamayanların vb. geçimi için gerekli fonlar, yani bugün resmi olarak yoksullara yardım diye adlandırılan şeyin kapsamına girenler.


Ancak şimdi programın Lassalle’cı etkinin altında, tek başına dar bir görüşle ele aldığı ‘paylaşıma’, yani ortaklaşa toplumun üreticileri arasında bireysel olarak paylaşılan tüketim araçları kısmına varmış oluruz.

Her ne kadar özel bir birey niteliği ile üreticinin elinden alınandan, toplumun bir üyesi niteliği ile dolaylı veya da dolaysız olarak yararlanmakta ise de, ‘kesintisiz iş geliri’ zaten farkedilemez bir biçimde ‘kesintili’ (gelire) dönüşmüş bulunmaktadır.

Tıpkı ‘kesintisiz iş geliri’ sözünün gözden kaybolması gibi, ‘iş geliri’ sözü de şimdi tamamen gözden kaybolmaktadır.

Üretim araçlarının ortak mülkiyeti üzerine kurulu ortaklaşa toplum içinde, üreticiler ürünlerini değişmezler; aynı biçimde, ürünler için kullanılmış iş, burada, bu ürünlerin değeri olarak, onların taşıdığı maddi bir nitelik olarak pek görünmez, çünkü şimdi, kapitalist toplumun tersine, bireysel iş, artık dolaylı bir biçimde değil, toplam işin bir kısmı olarak doğrudan vardır. Belirsizliğinden dolayı bugün bile yersiz bulunabilen ‘iş geliri’ deyimi, böylelikle bütün anlamını yitirmiş olmaktadır.”(4)

Ne diyor Lassalle?

Sosyalizmi bir “cennet” olarak anlatmaya çalışıyor. “Adalet”, harcadığın işin tam karşılığını almaktır diye anlatıyor sosyalizmi işçi sınıfına.

Lassalle’ın anlattıkları, paylaşımdan anladığı Lenin’in deyimiyle bir “küçük burjuva, bulanık genel "eşitlik" ve "adalet" safsatası”ndan başka bir şey değildi. Aynı “küçük burjuva, bulanık genel "eşitlik" ve "adalet" safsatası”nı, başka kavramlar ve anlatımlarla Proudhon’da, Dühring’de ve Troçki’de de görüyoruz.

Lassalle, “ücretin tunçtan yasası”yla Alman İşçi Partisini ve dolayısıyla Alman işçi sınıfının kendisine inanmasını, doğru yolu, sömürüden kurtuluşun yolunu gösterdiğine inanmasını istedi.

Yasayla, “ücretin tunçtan yasası”yla ücretli iş sistemini, Lassalle’a göre “ücret sistemini” ortadan kaldırmak gibi saçmalıktan bahsedildi. Sistemi (ücret sistemini) ortadan kaldırınca, ister tunç, isterse de sünger gibi olsun yasasına da gerek kalmaz, onu da ortadan kaldırmış olursun.

Burada sorun sadece Lassalle değildir. Sosyalizmde ücret, eşitlik meselesinin yasayla bağlam içerisinde, her biri kendi kavramlarıyla ücret sorununu “adalet”le, “ilahi adalet”le, “sonsuz adalet”le, “eşitlemecilik”le, “her türden emeğe eşit ücret”le ve bunu toplumsal gelişmenin nesnel gerçekliklerinden hareketle değil yasalarla çözmek isteyen bütün küçük burjuva hayalperestlerde görebiliriz. Burada belirttiğimiz örnekler (Proudhon, Dühring, Troçki, Lassalle) hukuku “toplumun iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı kültürel gelişmeden daha yüksek” seviyeye koyuyorlar, sorunu hukuksal belirlemelerle çözeceklerine, eşitliği sağlayacaklarına inanıyorlar. Bunların ücret konusunda anladıkları ile “Her türlü toplumsal ve siyasal eşitsizliğin giderilmesi” (için) “sınıf farklarının ortadan kaldırılması” (ve bununla da), “bu farklardan doğan her türlü toplumsal ve siyasal eşitsizliğin kendiliğinden ortadan kalkacağı” (Marks, “Gotha Programı Eleştirisi”) arasında ideolojik bir fark vardır.


Bay Dühring’in sunduğu “ebedi adalet”

“...Bay Dühring'in teorisine göre, hatta iktisadi komünde bile, iktisadi nesnelerin değerini sadece kullanılan çalışma-zamanı ölçebilir, ama orada herkesin çalışma-zamanını önsel olarak tamamen eşit olarak değerlendirmek gerekecektir; bütün çalışma-zamanları, istisnasız ve ilke olarak ve ilkin bir ortalama alınmasına gerek kalmaksızın, tamamen eşdeğerdedir. Şimdi bu radikal eşitçi sosyalizmden… Bütün çalışma-zamanları, niteliksiz işçinin çalışma-zamanı ile mimarın çalışma-zamanı tamamen eşittir.“ (5)

“(Meslekten niteliksiz işçileri) ölmezleştiren sosyalizm, ne güzel bir sosyalizm!” (6)

“Bay Dühring'in sosyalizmi, son çözümlemede kesin bir doğruluktur; ‘toplumun doğal sistemi’dir, köklerini ‘evrensel bir adalet ilkesi’nde bulur ve eğer bay Dühring onu iyileştirmek için geçmişin günahkar tarihi tarafından yaratılmış kurulu düzeni hesaba katmaktan kendini alamazsa bu, duru adalet ilkesi bakımından daha çok bir mutsuzluk olarak düşünülmesi gereken bir durumdur. Bay Dühring, her şeyi olduğu gibi sosyalizmini de o iki ünlü adamcağızının yardımı ile kurar. Ama bu iki kukla bundan önce olduğu gibi efendi ve uşak rollerini oynayacak yerde, değişiklik olsun diye bu kez hak eşitliği oyununu oynarlar — ve böylece Dühring-vari sosyalizmin temelleri dörtbaşı mamur bir biçimde ortaya çıkar.” (7)


“...Dühring-vari iktisadın şu teze vardığını görmüştük: Kapitalist üretim biçimi tamamen iyidir ve varlığını sürdürebilir, ama kapitalist bölüşüm biçimi metelik etmez ve ortadan kalkması gerekir… Bay Dühring'in görüşlerine göre üretim ile hiçbir ilişkisi olmayan, ona göre üretim tarafından değil, ama duru bir istenç eylemi tarafından belirlenen bölüşüm, onun ‘toplumsal ilmi simya’sının öz alanıdır.

‘Ekonomik komünde ve birçok ekonomik komün içeren ticari komünde örgütlenmiş eşit üretim görevine karşılık eşit tüketim hakkı var. Burada ‘emek... eşit değerlendirme ilkesine göre bir başka emek ile değişilir. ... Edim ve karşı-edim burada, emek büyüklüklerinin gerçek bir eşitliğini simgelerler. (Ve) insan güçlerinin (bu) eşitlenişini (uygulama bakımından), bu güçlerin az ya da çok üretmiş veya da raslantısal olarak hiçbir şey üretmemiş olması o denli önemli değildir’; çünkü zaman ve güç istemeleri ölçüsünde, öyleyse tüymek ve gezinti yapmak dahil her türlü iş, çalışma edimi olarak kabul edilebilir.” (8)

“...Komün, herkese emeğinin karşı-edimi olarak, herkes için eşit olacak günlük, haftalık veya da aylık bir para tutarı vererek, bireyleri üretilen maddeleri kendisinden satın alma durumuna getirme zorunda da kalacaktır.

"Öyleyse, sosyalite bakımından, ücret ortadan kalkar veya da zorunlu olarak ekonomik gelirlerin tek biçimi durumuna gelir demek arasında bir fark yoktur.

Oysa eşit ücretler ile eşit fiyatlar ‘tüketimin, nitel değilse de, nicel eşitliği’ni meydana getirirler ve böylece de ‘evrensel adalet ilkesi’ ekonomik bakımdan gerçekleşmiş olur. Geleceğin bu ücretinin düzeyinin belirlenmesi üzerine bay Dühring, bize, burada, yalnızca bütün öteki durumlarda olduğu gibi, ‘eşit emeğe karşı eşit emek’ verildiğini söyler. Buna göre altı saatlik bir emek için, kendinde altı saatlik emeği cisimleştiren bir para tutarının ödenmesi gerekecektir.

Bununla birlikte ‘evrensel adalet ilkesi’ni, burjuvayı her çeşit komünizm karşısına, özellikle ilkel işçi komünizmi karşısına çıkaran o kaba eşitçilik ile karıştırmamak gerek. Bu ilke, o kaba eşitçiliğin onu göstermek istediği denli acımasız olmaktan uzaktır.”(9)

“İki şeyden biri: Ya ekonomik komün ‘eşit emeğe karşı eşit emek’ verir ve bu durumda, üretimin sürdürülmesi ve genişletilmesi için bir fonu o değil, ancak özel kişiler biriktirebilir. Veya da bu fonu o oluşturur; ama bu durumda artık ‘eşit emeğe karşı eşit emek’ vermez.
Ekonomik komündeki değişimin içeriğinin içyüzü, işte bu.”(10)

Troçki’nin Fantezisi

Troçki ücret konusunda bir teori üretmez, “uzun sözün kısası” der:

“SSCB'de devrimin yeni bir yükselişi açık ki, toplumsal eşitsizliğe ve siyasi baskıya karşı mücadele bayrağı altında başlayacaktır...Her türlü emek için eşitlenmiş ücret!” veya “Her tür ücret için ücretlerin eşitlenmesi” (11) Böylece Troçki, bir biçimde ütopik sosyalistlerin, Proudhon’un, Dühring’in “ilahi adalet” anlayışlarını yeniden formüle etmiş olur.

Yukarıda verdiğimiz Proudhon, Dühring ve Troçki örneklerinde “hukuk” bağlamında bir sorun ortaya çıkmaktadır. Bu örneklerde nesnel ekonomik ilişkiler dikkate alınmamakta veya ücretlendirmenin nasıl olması gerektiği bağlamında bir kenara itilmekte ve sorun “hukuk”, “ebedi adalet” çerçevesinde çözülmeye çalışılmaktadır. Bu eşitlemeciler, “ilahi, sonsuz adaletçiler” hukuku ekonomik gelişmenin önüne koymaktalar. Ortaya çıkanın ise sosyalizmle, sosyalizmde ücretlendirme ile uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur.

Troçki, proletarya diktatörlüğü, sosyalizm, sosyalizmde ücretlendirme, hukuk konularında bir çelişkiler yumağıdır. Bir taraftan Marks ve Lenin; bunların sözü edilen konulardaki tartışma götürmeyen açık seçik tanımlamaları (bunlara katılmayabilirsiniz), diğer taraftan Marks ve Lenin’in takipçisi olduğunu söyleyen Troçki’nin, kah öyle kah böyle diyerek kendi görüşlerini Marks ve Lenin’e kabul ettirmeye hizmet eden açıklama ve yorumları, kendisinden sonra Troçkistleri çok zor durumda bırakmıştır. Troçkistler sözü geçen konularda hala ortak bir görüşe sahip değiller. Kim bilir, belki de bundan dolayı her bir Troçkist eğilimin kendine göre bir Troçki’si vardır. Her neyse, açık olan sosyalizm, proletarya diktatörlüğü, devlet, hukuk ve ücretlendirme konuları dün olduğu gibi bugün de demagojisiz, çarpıtmasız ele alınamayacak, ele alamadıkları konulardır.

Trockistler çok rahatlıkla Marks, Engels ve Lenin’e göre sosyalizm sınıfsız, devletsiz bir toplumdur derler. Bunu, hiçbir kantı olmadığı halde çok pişkin bir biçimde anlatırlar. Marks, Engels ve Lenin’in tam da Troçki ve Troçkistlerin savunduklarının tersini savunuyor olmaları, bu savlarını temellendirmeleri bu “yaman” “Leninistleri”, daha doğrusu “Bolşevik-Leninistleri” hiç mi hiç ilgilendirmez.

Yaşam Trockistlere, eşit değerlerin değişimi ilkesini, yani sosyalizmde burjuva hukukun geçerli olduğunu kabul ettirmiştir. Hani sosyalizmde devlet yoktu; sosyalizm devletsiz bir düzendi? Öyle ki, Troçkistler sosyalizmde devletin varlığını kabul etmekle, bu düzende (sosyalizmde) burjuva hukukun kaçınılmaz olduğunu da kabul etmiş oluyorlar. Ne yaman bir çelişkiler yumağı değil mi şu Troçkizm?

Hukuk, üretim ilişkilerine, ekonomik ilişkilere ve kültürel gelişme seviyesine bağlıdır. Bunların üzerinde değildir, bunlara tabidir ve mevcut ekonomik düzenin işlerliğini sürdürmeye yarar. Bu anlamda hukukun olduğu yerde yöneten ve yönetilen vardır. Sosyalizmde de böyledir; sosyalizmde hukuksuzluk, devletsizlik değil, sınıflar, onların yönetimi, onları yöneten (proletarya diktatörlüğü) vardır. Şu olmaz: Sosyalizmde burjuva hukuku kabul ederim ama devletin varlığını kabul etmem. Tabii, aklı başında olan hiç kimse böyle bir çelişkiye düşmez. Ancak, bu çelişkili durum, anlayış Troçkistlere özgüdür.

Bu arada, Marks’tan “esinlenerek” Lenin’in, “burjuva hukuk”, konumuz açısından anlamı olan sosyalizmde paylaşım ilkesi, komünizmin üst evresine geçene kadar devam edecektir, var olacaktır demiş olması pek de önemli değildir! Lenin’in, sosyalizmde paylaşım ilkesine damgasını vuran “burjuva hukuk” var olduğu, etkide bulunduğu sürece komünizmin üst evresine geçilemeyeceğini söylemiş olması da pek önemli değildir!

Peki, bu çelişkiler yumağının müsebbibi kimdir? Marks mı, Engels mi, Lenin mi yoksa Stalin mi? Bunların; dünya proletaryası önderlerinin hiçbirisi değil. Bu çelişkiler yumağının tek bir müsebbibi var, o da Troçki’nin kendisidir. Troçki’nin her bir anlayışı, “teorisi” dipsiz kuyuya atılan bir taştır ve Troçkistler hala o taşları çıkartmakla meşguller. Şimdiye kadar çıkarttıkları bir taş örneği de yok. Bu nedenle bölünüp parçalanmaktan kurtulamıyorlar. Bu nedenle her biri kendisi için bir Troçki yaratıyor. Neyse...

Demagoji söz konusu olduğunda Troçki “yaman” birisidir, Lenin’in deyimiyle yaman bir “hergele”dir. İşine gelince burjuva hukukun sosyalizmde bir kaçınılmazlık olduğunu söyler, ama aynı zamanda proletarya diktatörlüğünde de burjuva hukuku zorunludur, kaçınılmazdır der. Bu anlatımıyla, sosyalizmde devlet olmaz, burjuva hukuku hiç olmaz, sosyalizm sınıfsızdır temel tezini çöpe atar. Ve sosyalizmde burjuva hukukun yeri yoktur diye SSCB’yi eleştiride sınır tanımaz.

Troçki ve Troçkizm, Marksizm-Leninizm’e karşı mücadelenin, karşı devrimciliğin bir ürünüdür. Her konuda olduğu gibi, Stalin, SSCB, bu ülkede sosyalizmin inşası veya genel olarak sosyalizm söz konusu olduğunda da Troçki’nin yapamayacağı demagoji, çarpıtma yoktur. Buna başta Stalin olmak üzere Bolşevikleri ve partinin faaliyetlerini küçümsemesini de eklemeliyiz. Şu sözleri Troçki’nin ne denli cahil olduğunu değil, ama gözü dönmüşçesine demagoji yaptığını gösterir:

“... ‘Herkesten yeteneğine göre, herkese işine göre’. İster inanın ister inanmayın bu, haydi anlamsız demeyelim, kendi içinde çelişkili formül, söylev ve gazete makalelerinden, temel devlet yasasının titizlikle hazırlanmış metnine geçirilmiştir. Yalnızca yasa yapanların düşük teorik düzeylerini değil, aynı zamanda iktidar tabakasının bir aynası olan yeni anayasanın içine işlemiş yalana da tanıklık eder bu ifade. Yeni ‘ilke’nin kökenini tahmin etmek zor değildir. Komünist toplumun karakterine ilişkin olarak Marks şu ünlü formülü kullanmıştı: ‘Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinimlerine göre’. Bu formülün iki parçası birbirinden ayrılmaz.” (12)

Troçki’ye göre böyle bir şey yok. Bu, Stalin ve Bolşeviklerin bir uydurmasıdır, Marks’ın paylaşım konusunda formüle ettiği anlayışın bir çarpıtmasıdır:

“Sovyetler Birliği’nde burjuva emek ve bölüşüm normlarının hala hüküm sürmekte olduğunu açık sözlülükle kabul etmek yerine anayasanın yazarları, bir bütün olan bu komünist ilkeyi ikiye bölmüş, ikinci yarısını belirsiz bir geleceğe ertelemiş, birinci yarısının zaten gerçekleşmiş olduğunu ilan etmiş, kapitalist parça başı ödeme biçimini mekanik olarak buna yamamış, hepsine birden ‘Sosyalizm ilkesi’ adını vermiş ve bu tahrifat üzerine anayasalarının yapısını dikmişlerdir!” (13)

Bu kadar da olmaz diyebilirsiniz, ama görüyorsunuz ki oluyor. Troçki, demagoji söz konusu olunca -burada söz konusu- bir biçimde “üç maymunları” oynuyor: ‘Görmedim, duymadım, okumadım’!

Troçki’nin Marks’ın “Gotha Programı Eleştirisi”nde komünist toplumu alt ve üst evreleri diye iki aşamalı olarak açıkladığını, paylaşım ilkelerinin her birinde farklı olduğunu bilmiyor olamaz. Zaten kendisi de bu ayrımdan bahsediyor. Ancak SSCB söz konusu olduğunda kendini de inkar etme pahasına demagoji yapmaktan geri kalmıyor.

Troçki, uydurma dediği ilkenin Marks’tan kaynaklandığı, SSCB’de olanın da aynı ilkenin pratikte uygulanmasından başka bir şey olmadığı gerçeğine iki gözünü birden kapatıyor ve bu ilkeyi/sosyalizmde ücretlendirme yasallığını Sovyet “yasa yapıcılarının düşük teorik düzeylerine” bağlıyor.

“Bir bütün olan bu komünist ilkeyi ikiye bölen” Marks’tır.

Bu ilkenin ikinci yarısının komünist toplumun üst evresinde geçerli olacağını söyleyen de Marks’tır. Doğrudur “Birinci yarısının zaten gerçekleşmiş olduğunu ilan etmiş” olanlar Bolşeviklerdir. Ancak bu ilan, buradaki gerçekleşme, komünizmin üst evresine geçiş anlamındaki bir ilan değildir. Bunun henüz mümkün olmadığını açıklayan da Stalin’dir. Peki, o zaman Troçki’nin derdi ne? Bunu Troçkistlere sormak gerekir.

Ama işine geldiği zaman “bir bütün olan bu komünist ilkeyi ikiye bölen” bizzat kendisi olabiliyor. Belki de “bir bütün olan bu komünist ilkeyi ikiye bölmek” gerekiyorsa onu da ben yaparım demek istemiş olabilir. Şöyle bölüyor:

“Kapitalizm, toplumsal bir devrimin koşullarını ve güçlerini hazırlamıştır: teknoloji, bilim ve proletarya. Ama komünist yapı burjuva toplumun yerini derhal alamaz. Geçmişin maddi ve kültürel mirası bunun için tümüyle yetersizdir. İşçi devleti henüz ilk adımlarını atarken herkesin yeteneklerine göre - yani çalışabileceği ve çalışmak istediği kadar - çalışmasını sağlayamayacağı gibi herkesi, yaptığı işten bağımsız olarak ‘ihtiyaçlarına göre’ ödüllendiremez. Üretici güçleri geliştirmek için alışılmış işçi ücreti normlarına, yani tüketim mallarının bireysel emeğin niceliğine ve niteliğine göre bölüşümüne başvurmak gerekir.

Marks yeni toplumun bu ilk aşamasına ‘komünizmin alt aşaması’ adını vermiştir; bu aşama, yokluğun son hayaletleriyle birlikte maddi eşitsizliğin ortadan kalkacağı üst aşamadan kesin çizgilerle ayrılıyordu.” (14)

Bunu yazan, bölüşüm ilkesini “kesin çizgileriyle ayıran”, ikiye bölen Troçki’den başkası değil. Yanlış yapmıyor, doğru bir tespit yapıyor. Troçki, Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in yolundan giderek “işçi devleti” komünizmin üst aşamasındaki paylaşım ilkesini, yani “herkesten yeteneğine göre herkese ihtiyacına göre” ilkesini uygulayacak durumda olmadığını, olamayacağını, bu nedenle komünizmin alt aşamasında, yani sosyalizmde burjuva hukukun devam edeceğini söylüyor. Tamamen doğru bir anlayış. Ama burada bir “ancak”ın olması gerekir değil mi? Troçki, proletarya diktatörlüğünden, sosyalizmden Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in anladığı proletarya diktatörlüğünü, sosyalizmi anlamıyor.

“Marks’ın yazdığı ... şu satırlar: ‘Burjuva hukuku... komünist toplumun, uzun doğum sancılarından sonra kapitalist toplumun içinden çıktığı biçimiyle ilk aşamasında kaçınılmazdır. Hukuk hiçbir zaman, toplumun ekonomik yapısından ve bu yapının koşullandırdığı kültürel düzeyden üstün olamaz’

Bu çok önemli satırları açıklarken Lenin şunu ekler:

“Tüketim mallarının bölüşümüne ilişkin olarak burjuva hukuku doğal ve kaçınılmaz olarak bir burjuva devleti varsayar, çünkü kurallarının uygulanmasını zorlama kapasitesine sahip bir aygıt olmaksızın hukuk hiçbir işe yaramaz. Bundan dolayı komünizm altında sadece burjuva hukuk değil burjuvazisiz bir burjuva devleti bile bir süre varlığını sürdürecektir.”

Günümüzün resmi teorisyenlerince görmezlikten gelinen bu çok anlamlı sonuç, Sovyet devletinin doğasının anlaşılması açısından, daha dorusu böyle bir kavrayışa bir ilk yaklaşım açısından büyük önem taşır. Sosyalist dönüşüm görevini üstlenen devlet, eşitsizliği, yani bir azınlığın ayrıcalıklarını zor yoluyla savunmaya itildiği ölçüde, bir burjuvazisi olmasa bile bir ‘burjuva’ devlet olarak kalır. Bu sözler ne övgüdür ne de sövgü; sadece şeyleri gerçek adlarıyla anmaktır.

“... Devlet daha baştan dolaysız biçimde ikili bir karakter taşır: Üretim araçlarında toplumsal mülkiyeti savunduğu ölçüde sosyalisttir; tüketim maddelerinin bölüşümü kapitalist bir değer ölçüsüne ve bundan doğan bütün sonuçlara uygun biçimde yapıldığı ölçüde burjuvadır. Böylesine çelişik bir niteleme, dogmatik ve skolastik kafaları dehşete düşürebilir; onlara sadece üzüntülerini paylaştığımızı söylemekle yetineceğiz. (abç)

Sonunda işçi devletinin fizyonomisi burjuva ve sosyalist eğilimler arasındaki değişen ilişkiler tarafından belirlenecektir.” (15)

Söylenecek fazla bir şey yok:

Troçki, komünist toplumun alt evresi olarak sosyalizmde paylaşım ilkesinin, bu paylaşımda burjuva hukukun rolünü Marks, Engels, Lenin ve Stalin gibi kabul ediyor ve Sovyet pratiğinin doğruluğunu kabul ediyor.

Ancak, aynı Troçki, kendine göre bazen “işçi devleti”nden, bazen sosyalist devletten bahsederek, komünizmin alt evresi olan sosyalizmde devletin, sınıfların var olup olmadığı konusunda, bugün Troçkşistlerin de hala içinden çıkamadıkları bir çelişkiler yumağı ortaya koyuyor.

İşin açığı veya gerçek olan şu ki, Troçki’nin “Böylesine çelişik bir niteleme, dogmatik ve skolastik kafaları dehşete düşürebilir; onlara sadece üzüntülerini paylaştığımızı söylemekle yetineceğiz.” tanımlaması doğrudan kendisi ve Troçkistler için geçerlidir.

Bu “dogmatik, skolastik kafa” yapılarına bakmaksızın bizzat Troçki ve bugün Troçkistler, sosyalizm-proletarya diktatörlüğü ayrımı yaparak; sosyalizm sınıfsızdır, devletsizdir, ama proletarya diktatörlüğü sınıflıdır, bir devlet yapılanmasıdır türünden, bu konuda Marks ve Lenin’in öğretilerine ve Sovyet pratiğine fanatik bir biçimde saldırıyorlar ve çarpıtıyorlar. Bu saldırılar, “sol” içi bir mücadelenin ifadesi değildir. Bu saldırılar, Marksizm-Leninizm’e karşı, sosyalizme karşı yapılan ideolojik saldırılardır ve son kertede emperyalist burjuvazinin işine yaramaktadır. Burjuvazinin ve tasfiyecilerin Marksizm-Leninizm’e, sosyalizme, SSCB’de sosyalizmin inşasına karşı savlarının ana kaynağı Troçki’nin uydurmaları olmuştur ve bu uydurmaları bugün bir taraftan Troçkistler, diğer taraftan da dünya burjuvazisi ve bilumum tasfiyeciler tekrar etmekteler.

Troçki’nin proletarya diktatörlüğü, sosyalizmde devlet ve ücretlendirme çelişkiler yumağını aşağıda bir daha ele alacağız.

Yine aynı soru karşımıza çıkıyor: Kime inanalım?

Bir taraftan Marks, Engels, Lenin, Stalin ve ücretlendirmede eşitsizlik, sosyalizmde burjuva “hukuk”un geçerliliği, diğer taraftan da eşitlemeciler! Gotha Programı'nda bahsedilen ve SSCB'de uygulanan bu hak/hukuk, eşitsizliğe dayana bir haktır/hukuktur. Bu anlamda sosyalizmde herkes çalışma hakkı bakımından eşit iken, ücret bakımından hiç de eşit değildir. Bu eşitsizliğin nedenlerini Marks'ın yukarıya aktardığımız sözlerinde görüyoruz. Sosyalizm bu eşitsizliği, bu farkları ortadan kaldırmadığı müddetçe inşası devam ediyor; bu anlamda da ücretlerde eşitsizlik devam ediyor demektir.

Bu konuda başta Stalin olmak üzere Bolşeviklerin bütün “günahı”, Marks'ın bu görüşünü uygulamaktan ibarettir.

Peki, Troçki ve SSCB'de ücretlendirmenin eleştirmenleri ne diyorlar? Ürünlerin paylaşımında, gelirde tam eşitlik! Belki de “hukuken” eşitlik diyorlardır! Böyle diyorlarsa bu sefer de hukuku “toplumun iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı kültürel gelişmeden daha yüksek” seviyeye koyuyorlar. Nesnel gerçekliği, bu durumda toplumun nesnel iktisadi yapısını ve bundan kaynaklanan kültürel gelişmesini yansıtmayan, ifade etmeyen bir hukukun da beş paralık bir değeri yoktur. Troçki, eşitlemecilerin ve günümüzde Troçkistlerin eşitlik anlayışı, böyle bir hukuk anlayışına dayanmaktadır. Bu durumda böyle bir anlayışın “kıymet-i harbisi”nin ne olacağını SSCB'de ücretlendirme gerçeğini anlamayanların bir daha düşünmeleri gerekmez mi?

Yukarıda defalarca söz konusu olan “Geçiş Programı'nda Troçki şöyle yazıyor: “SSCB'de devrimin yeni bir yükselişi açık ki, toplumsal eşitsizliğe ve siyasi baskıya karşı mücadele bayrağı altında başlayacaktır...Her türlü emek için eşitlenmiş ücret!”(abç).(16)

Şimdi sosyalizmde ücretlendirme sorununu basitleştirelim ve iki anlayışa indirgeyelim:

1. Anlayış: Sosyalizmde bireysel üretici “Topluma verdiği kadar toplumdan alır“. Sosyalizmde başka bir paylaşım yoktur.

2. Anlayış: Sosyalizmde her bir bireysel üreticinin “kişisel (bireysel, çn.) emek miktarı” ücretlendirmenin olmazsa olmaz kıstasıdır.

Şimdi bu iki noktayı anlamak için, tekrar pahasında da olsa hatırlatalım. Marks, önce ücretlendirmenin yapılacağı sosyalist toplumun; komünizmin ilk aşaması olan toplumun nasıl bir toplum olduğunun genel çerçevesini şöyle çiziyor: “Burada ele almamız gereken, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur” (Gotha Programı Eleştirisi).

Sanırım burada yanlış anlaşılma, yani Marks'ı yanlış-farklı anlama diye bir sorunumuz yoktur.

Alıntının hemen devamında Marks şöyle der: “Bu duruma göre her bir üretici -kesintiler yapıldıktan sonra- topluma vermiş olduğunun tamı tamına (eksiksiz, İ. Okçuoğlu) karşılığını alır”.

Sanırsam burada da anlaşılmayan bir durum yoktur: Marks, burada sosyalizmde her bir üretici işgücü harcamasının eksiksiz, tam karşılığını alır diyor.

Bu durumda soralım: Toplumdan neyin karşılığını alıyor? Bu soruya Marks şu cevabı veriyor: “Topluma verdiğinin”. Yani tekil üretici olarak, “kendi emek miktarı”nı toplumdan alıyor. Cümlenin tamamı şöyle: “Tekil üreticinin topluma verdiği şey, onun bireysel emek miktarıdır” (Gotha Programı Eleştirisi). (Çevride anlamayı zorlaştıran bazı kavramlar kullanılmış. Onları değiştirdim...İ.O.).

Anlaşılmayan bir durum var mı? Olmaması gerekir: Devrimi gerçekleştirdiğimizi ve sosyalist toplumda çalışıyor olduğumuzu düşünelim: Her birimiz bireysel üretici (emekçi) olarak farklı yeteneklere, farklı özelliklere, sınıf bilincine sahibiz, evli olanımız, değişik sayıda çocuk sahibi olanımız, bekar olanımız var. Aramızda komünistler, komünist olmayanlar, fırsatçılar, gericiler, burjuva dünya görüşünün etkisinde olanlarımız vb. var. Marks bunu Gotha Programı Eleştirisi'nde anlatıyor. Diyelim ki, sabah 7'de yukarıda belirttiğimiz bireysel özelliklerimizle işbaşı yapıyoruz. Diyelim ki, 8 saat çalıştık; işgücü harcadık ve bu işgücü harcaması ürüne dönüştü (emek). Peki, topluma bu bireysel katkımız eşit olabilir mi? Marks olamaz diyor ve neden olamayacağını da açıklıyor. Bu durumda sosyalizmde “Her türlü emek için eşitlenmiş ücret!” talep etmek, Marks'ın bu açık-seçik anlatımı karşısında Marksizm adına bir “halt etmek” değil mi? Troçki eşitlemecilik anlayışıyla halt etmiştir.

Troçki demagogu; bu devrim, sosyalim ve komünizm düşmanı, emperyalizmin bu işbirlikçisi “her türlü emek için eşitlenmiş ücret” talep ediyor. Ama Marks tam tersini öğretiyor, savunuyor.

Sosyalizmde, yani komünizmin alt aşamasında ücret makası açılıyor-kapanıyor, ücretlendirmeden kaynaklanan imtiyazlar türünden, SSCB'de ücretlendirme gerçeğiyle ilişkisi olmayan görüşlerin nereden kaynaklandığı açık değil mi? Sosyalizmde ücretlendirmeden bu kadar mı anlıyoruz? Ücret konusunda makasın ne kadar açıldığı, ücret politikasında doğru ve yanlışın ölçüsüyse vay halimize! Makas az da açılabilir, çok da açılabilir. Bunu belirleyen teknolojik gelişme ve bilinçlenme seviyesidir, kültürel gelişmedir, yani bir bütün olarak sosyalizmin inşasına zemin teşkil eden sosyo-ekonomik yapının ne denli sosyalizmin kurulmasına hazır hale getirilebildiğidir. Bütün bunlar makasın açılma-kapanma hareketini belirler. Ancak, son kertede teoride Marks, pratikte de Stalin makası ardına kadar açıyorlar, Troçki ise kapatıyor! Eşitlemecilik!

Troçki'nin sosyalizmde “emek” ve ücretlendirme konusunda anladığı bu kadar! “Her türlü emek”, ücret bakımından eşitlendirilecek. Ağır işe, hafif işe, karmaşık işe veya bir bütün olarak çalışmanın niteliğine bakmayacaksın, en fazlasıyla niceliğine bakacaksın ve o niceliği de ücret bağlamında denkleştireceksin, eşitleyeceksin!

Böylece Troçki’ye göre nihayetinde sosyalizm değil, ama “ilahi adalet”, o “sonsuz adalet” gerçekleşecek!

Troçki'nin aklına uyulsaydı acaba SSCB ne olurdu? Bir düşünelim!

Troçki'nin, SSCB'de ücret eşitliğini savunanların veya ücret makasının açılmasından yakınanların Sovyet toplumu değerlendirmelerindeki saçmalığı göstermek için Marks ile devam edelim.

Ne diyorlar veya düşüncenin kaynağı olarak ne diyordu Troçki? Ürünlerin emeğe göre paylaşımı sosyalist bir paylaşım değildir, anti-marksisttir ve kaçınılmaz olarak sınıf oluşumuna neden olur! Troçki “eşitçilik” oyunu oynuyor. Ama Marks, sosyalizmi inşa eden ülkeleri ve bu ülkelerde Troçki gibilerin de olabileceğini göz önünde tutarak “eşitçilik” oyununa gönderme yapıyor. Aynı yazısından okuyalım: “Bir yanda belli bir süre için bir anlamı olmuş, ama şimdi eskimiş laf salatası haline gelmiş görüşlerin partimize dogmalar olarak zorla kabul ettirilmek istenmesiyle, öte yanda ise partiye bin bir zahmetle kazandırılmış ve artık onda kök salmış gerçek görüşü, ideolojik hukuk saçmalıkları ve demokratlarla Fransız sosyalistleri için çok geçerli olan saçmalıklar yoluyla tersine çevirmekle nasıl büyük bir suç işlendiğini göstermek için, bir yandan ‘emeğin tüm geliri’ni, bir yandan da ‘eşit hak’kı, ‘adaletli dağıtım’ını uzun uzun ele aldım.

Buraya kadar yapılmış olan tahliller bir yana, gene de şu dağıtım diye adlandırılan şey üzerinde bu kadar laf edilmesi ve bunun vurgulanması bir hatadır”.(17)

 

Komünizmin ilk aşamasında, sosyalizmde belirleyici olan, ürünlerin paylaşımı değildir; belirleyici olan üretim ilişkileridir, üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olmasıdır.

Troçki, SSCB'de üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olduğunu kabul ediyor, ama bu aşamada ürünlerin dağıtımının nasıl ele alınması gerektiği konusunda anti-marksist, küçük burjuva eşitçi bir görüş savunuyor ve SSCB'yi de bu saçma görüşüne göre eleştiriyor.

'Ücretlerde eşitlemecilik olmadığı, ücret makası giderek açıldığı için, ekonomik yükselişten dolayı bir taraftan yavaş yavaş da olsa emekçilerin durumunda iyileşme olurken, diğer taraftan da ayrıcalıklı bir tabakanın oluşması hızlanır. Bunun nedeni de yükselen bir sosyalist ekonomide paylaşım normlarının burjuva karakterli olmasıdır. Ücret eşitlemeciliği olmazsa ayrıcalıklı tabaka gelişimi kaçınılmazdır. Bu nedenle sosyalizmde paylaşım normları daha baştan komünist normlar olmalıdır, yani ücretlerde eşitlemecilik daha baştan uygulanmalıdır'. Bu düşünceleri savunan, Troçki'den başkası değildir. Peki, günümüzde Troçkistler, Troçki'nin görüşlerini ilkeselleştirenler neyi savunmuş oluyorlar? Marks'ın “Gotha Programı Eleştirisi”nde komünizmin ilk evresinde, yani sosyalizmde, somutta da SSCB'de ücretlerde eşitsizliğin kaçınılmaz olduğunu değil, ücret eşitlemeciliğinin kaçınılmaz olması gerektiğini; Troçki'nin bu “deli saçması” görüşünün doğru olduğunu savunmuş oluyorlar.

‘SSCB'de bürokrasi, toplumsal çelişkileri kullanarak sosyalizme yabancı, denetimsiz bir kasta dönüşmüştür’ anlayışı da Troçki'nin yukarıdaki düşüncelerinin mantıksal sonucudur; ekonomi yükseliyor, bu yükseliş ayrıcalıklı tabakanın oluşmasını körüklüyor ve sonunda da bu tabaka bir kasta dönüşüyor! Burada soru şu: SSCB'de ücretlendirmenin yanlışlığından dolayı işçi sınıfı, emekçi köylülük; kolhoz köylüleri arasında sınıfsal bir farklılaşma olmuş mudur? SSCB'de geriye dönüşün nedeni, en azından bir nedeni burada aranabilir mi? Teorik olarak bu mümkündür, ama SSCB'de sosyalizmin inşa sürecinde böyle bir farklılaşma olmamıştır ve geriye dönüşün bir nedeni de burada aranmamalıdır. Geriye dönüşün nedeni üstyapıda aranmalıdır.(18)

Sorun, 20. Kongre öncesi ile sonrası birbirine karıştırmadan ele alınırsa; SSCB'de ücretlendirmenin doğru olduğu, ama uygulamasında aksaklıklar olduğu; bunun da Stalin ve Bolşevik Parti tarafından sürekli dile getirildiği görülecektir.

Peki, sosyalizmde ücrette eşitlik ne zaman olur ve ücretlendirme ne zaman tarihe karışır? Önce şunu bilelim: Sosyalizm var olduğu müddetçe; yani toplum sosyalizm aşamasından komünist aşamaya geçmediği müddetçe eşit işe eşit ücret, ücretlendirmede eşitsizlik devam edecektir. Dahası, üretimde kullanılan teknolojinin gelişmesine paralel olarak ücretlendirmede eşitsizlik önce gelişecektir; makas daha da açılacaktır. Ama sosyalizm olgunlaştıkça ücrette farklılık da azalacaktır, makas açıklığı daralacaktır. Bunu ben söylemiyorum. Bunu Marks Gotha Programı'nda açık seçik söylüyor. Bunu, komünizmin ilk aşamasının (sosyalizm) ve ikinci aşamasının özelliklerini açıklarken söylüyor. Bu konuda Marks: “Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde, bireylerin işbölümüne kölece boyun eğmesinin ve onunla birlikte de kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasından sonra; emek, yalnızca yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline gelmesinden sonra; bireylerin her yönüyle gelişmesiyle birlikte, üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının gürül gürül fışkırmasından sonra - ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir: "Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre!"(19)

Bu anlayıştan iki sonuç çıkartabiliriz: Birincisi, komünizmin her bir aşamasında ürün paylaşımının ilkesi farklıdır. Sosyalizmde paylaşım "Herkesten yeteneğine göre, herkese emeğine göre” ve komünizmde de "Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre!" ilkesine göre düzenlenmektedir. Marks, yukarıya aktardığımız anlayışında sosyalizmde söz konusu olan bu eşitsizliğin "Herkesten yeteneğine göre, herkese emeğine göre” paylaşım ilkesinin yerini "Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre!" paylaşım ilkesinin hangi koşullarda alabileceğini; bu anlamda da komünizme hangi koşullarda geçilebileceğini anlatıyor. Bu değişimi “Büyük Sovyet Ansiklopedisi” şöyle açıklar:

“Emeğe tekabül eden paylaşım, komünizmin ilk aşaması olan sosyalizmin entegre bir bileşenidir. Hem Marks hem de Engels, sosyalizmde şekli bir eşitliğin hakim olduğunu vurgulamışlardır: Eşit işe eşit ücret. Bu şekli eşitlik aslında eşitsizliktir. Çünkü burada farklı insanlar için; farklı yetenekleri, farklı çalışma gücü, farklı gereksinimleri olan insanlar için bütünlüklü bir ölçek belirlenmiştir. Ödeme insanların emeğine göre yapıldığı için, gereksinimlerini oldukça çeşitli ve bütünselliği olmayan ölçüde tatmin edebilirler. Böylece eşit hak, içeriğine göre eşitsizliğin hakkı olarak ortaya çıkar” (Buraya kadar sosyalizm, İ. Okçuoğlu).

“Sonuncusu, ancak, insanlar yeteneklerine göre çalıştıklarında ve gereksinimlerine göre aldıklarında yok edilir; ama bu, ancak üretici güçlerin gelişme seviyesi devasa bir yükseliş gösterdiğinde, toplumun maddi refahı oldukça arttığında ve bizzat işin karakteri değiştiğinde, yaşamak için araç olmaktan çıkıp insanların öncelikli yaşam gereksinimine dönüştüğünde mümkün olur” (Burası da komünizm, İ. Okçuoğlu). (20)

Şimdi Sovyet pratiğini, Lenin ve özellikle de Stalin'i bu perspektifle eleştirebiliriz!

Bu anlayıştan çıkartılması gereken ikinci sonuç doğrudan teknolojinin üretimde kullanılmasıyla ilgilidir. Bu anlamda sosyalizmde teknolojik gelişme aynı zamanda ücret farklılığına zemin oluşturan nedenlerden, yasallıklardan birisidir. Bunu da aşağıda ele alacağız.

Demek ki, sosyalizmde ücrette eşitsizlik söz konusudur ve bu eşitsizlik giderek artar. Hani, “ücret makası” açılıyor deniyor ya! İşte sosyalizmde tam da bu gerçekleşir. Bunun aksini iddia etmek; yani sosyalizmde ücret makasının kapanmasını, ücret farklılığının ortadan kaldırılmasını veya ortalama ücret verilmesini talep etmek kişinin durumuna göre ya cehaletin ta kendisidir veya da açık veya kapalı olarak eşitlemeciliği savunmaktır, “ilahi adalet”, “sonsuz adalet” talep etmektir, Prodhoun’un, Dühring’in yolunda yürümektir. Bu yolculardan birisi de Troçki olmuştur.

Anlayamadığım sorun şu: Marks'ın, (hani onun yolundan gidiyoruz ya!) Gotha Programı'nda hepimizin kabul ettiği yukarıdaki anlayışını SSCB'de Bolşevikler uyguluyorlar. Şayet bu uygulama yanlışsa o zaman, Troçki ve Troçkistlerin, teorisi, çıkış noktası doğrudur, ama Bolşevikler bunu SSCB koşullarında yanlış uygulamışlardır, ücret makası açılmıştır vb. diyebilirlerdi, diyebilirler; SSCB'de ücretlendirme pratiğini böyle eleştirebilirlerdi, eleştirebilirler. Bu yapılmadı, yapılmıyor. Ama açık veya örtülü olarak, Marks'ın Gotha Programı'nda kesinkes reddettiği bir eşitlemecilik savunuluyor. Sonuçta SBKP (B) ve Stalin ücret konusunda “günah keçisi” yapılıyor.

Troçki ve günümüzde Troçkistler, ücretlendirmede açıktan eşitlemeciliği savunanlar, ücret konusunda Ekim Devriminden sonra SSCB'de sürdürülen o çetin mücadeleyi; SSCB'de “emeğe göre ücret”te karar kılına kadar sürdürülen mücadeleyi acaba analiz etmişler midir? Analiz etmiş olsalardı sosyalizmde ücrette eşitlemeciliğin olamayacağı; bunun sosyalizmin ruhuna aykırı olduğu sonucuna varırlardı. Bu sonuca Troçki de varırdı, günümüz Troçkistleri de varırlardı.

Marks, Gotha Programı'nda sosyalizmde ücret eşitçiliğe dayanmaz, aksine işgücünün toplumsal harcanmasının (emeğin) sonucuna bağlıdır; yani işgücünün toplumsal harcanmasının niceliğine ve niteliğine bağlıdır diyor ve Bolşevikler de devrimin ilk yıllarındaki bu konu üzerine sürdürülen yoğun tartışmalardan ve tecrübesizlikten dolayı deneme-yanılma sürecinden sonra -teoriyi başından beri bilmelerine ve yaklaşımları doğru olmasına rağmen- ancak belli bir zaman sonra uygulamaya başlayabiliyorlar.

“Emeğe göre ücretlendirmenin sosyalist ilkesinin pratik uygulanması için sistematik mücadele daha Büyük Ekim Devriminin sonrasındaki ilk günlerde başlamıştı. Lenin’in görüşleri karşıtlarının şiddetli direncine çarptı. Troçkistler, provokatörce, tüketim alanında eşitlemecilik çizgisinde ısrar ettiler. Lenin, daha o zaman, işçi sınıfına yabancı olan bu talebin bütün sahteliğini teşhir etti... Ücretlendirmenin bütün yeniden yapılandırılması, emeğe göre ödeme sosyalist ilkesi ile sıkı uyumluluk içinde gerçekleştirildi. Ücretin yüksekliği, işin niceliğine ve niteliğine doğrudan bağımlı yapıldı. Sonradan görüldüğü gibi, ücret sisteminin 1931/1932’de gerçekleştirilen yeniden yapılandırılması, çalışma disiplininin önemli derecede pekiştirilmesine, toplam iş örgütlenmesinin düzelmesine ve daha da iyileşmesine, iş verimliliğinin artmasına ve dolayısıyla ücretin de artmasına neden olmuştur. Eşitlemeciliğe büyük bir darbe vurulmuştur.”. (21)

Sonuç itibariyle:

Sosyalizmde ücret konusunda Marks-Engels-Lenin ve Stalin'in görüşleri arasında bir fark yoktur. Bolşevikler, Marks'ın sosyalizmde ücret konusunda “Gotha Programı Eleştirisi”ndeki anlayışını SSCB'de sosyalizmin inşa sürecinde uygulayarak soyut olmaktan çıkartarak somutlaştırmışlardır; Marks'a dayanarak sosyalizmde ücretlendirmenin teorisini geliştirmişlerdir.

Sovyet pratiğinde ücret makasının “açılıp-kapanması” veya sürekli açılmış olması konusunda Troçki ve günümüz Troçkistleri, görüş açıklamadan önce Ekim Devrimiyle bu konuda son noktanın konulduğu 1931/'32 arasında Bolşeviklerin deneylerini analiz etselerdi, belki de farklı sonuçlara varabilirlerdi.

Ne isteniyor? Proletarya diktatörlüğü hakim, o halde ücret sorunu da hemen, Troçki hızıyla şip-şak çözülsün! Hem de '20'li yıllar içinde. Peki Troçki ve günümüzde Troçkistler kafalarında neyi idealize ediyorlar? Marks'ın Gotha Programı Eleitirisi'nde hiçbir zaman söylemediğini idealize ediyorlar. Marks, Gotha Programı'nda sosyalizmde, kapitalizmin devam eden, toplumsal ve ekonomik yapıda etkili olan kalıntılarının var olduğu koşullarda, ücretlerin işin niteliğine göre farklı olacağını, bunun kaçınılmaz olduğunu yazar. Hiç kimse, Marks, sosyalizmde ücret konusunda teorik olarak makası bayağı açmış demiyor. (Sadece Troçki diyor, hem de Gotha Programı Eleştirisi'ne sarılarak diyor) İş bunun uygulanmasına gelince (Uygulayanlar da Bolşevikler) ücret makası da bayağı açılmış ha diye veryansın ediyor. Ne Troçki ne de günümüzde Troçkistler, bu konuda ne Marks'ın Gotha Programı Eleştirisi'nde söylediğini ve ne de onun görüşünü ilkeselleştirerek uygulayan Bolşevik Parti'yi anlamışlar. Sovyet pratiğini eleştirirken, Marks'ın reddettiğini idealize ediyorlar. O da şu: 1921-1922'de SSCB'de uygulanan eşitlemecilik.

Troçki ve Troçkistler ücretlendirmede farklılığın sınıf bilincinin gelişme seviyesinin (Sınıf bilinci, ücret farklılığına neden olan yasallıklardan biridir) yanı sıra teknolojik gelişmeye (Teknolojik gelişme, ücret farklılığına neden olan yasallıklardan bir diğeridir) ve bu teknolojinin ekonomide kullanılma yaygınlığına (Bu da ücret farklılığına neden olan bir yasallıktır) bağlı olduğunu anlamadılar, anlamıyorlar: Teknolojinin üretimde yoğun kullanımı sonuçta işin ağırlığı/hafifliği; nitelik ve nicelik farklarını ortadan kaldırabilir/kaldırır ve böylece de farklı ücretlendirmenin maddi zemini ortadan kalkar; bu da son kertede ücret makasının kapamasına neden olur; daha önce teknoloji bağımlı olarak farklı nitelikte olan işteki farklılık, teknoloji ile ortadan kalkınca daha önce farklı iş sürecinde olan işçiler, üretimi “düğmeye basarak” yapabilirler.

Şöyle: Teknoloji, toplumun gelişmesinden kaynaklanan gereksinimleri ve bunların üretimi, başlangıçta daha çok farklı ücretlendirme tarifelerinin uygulanmasına neden olacaktır. Bu farklılıkları ortadan kaldırmak, komünizme doğru ilerlemenin en önemli kıstaslarından birisidir. Sınıf bilincinin yanı sıra giderek yüksek teknolojinin üretimde kullanılması, niceliği ve niteliği farklı olan (ağır iş-hafif iş vs.) işler (üretim) “düğmeye basmaya” indirgenmiş olur ve düğme büyüklüğüne göre de ücret farkı olmayacağına göre eşitlenme sağlanmış olur, bu alanda da böylece ücrette farklılık ortadan kalkar, eşitlik sağlanır.

Ücretlendirme işin nitelik-nicelik çeşitliliğiyle de ilgilidir; ne kadar az iş türü var ise o kadar az ücretlendirme farklılığı; ne kadar çok iş türü var ise o kadar çok ücretlendirme farklılığı vardır. Buna bir de işin niteliğini eklemek gerekir; ne kadar az sayıda farklı iş nitelikleri var ise o kadar az ücretlendirme farklılığı ve tersi söz konusu olur. (Bunlar da ücret farklılığına neden olan birer yasallıktır)

İş çeşitliliği neden kaynaklanır? Ekonominin ve toplumun gelişmesinden kaynaklanır. Bu gelişmeye teknolojik gelişme eşlik etmezse ücretlendirme makası açılır da açılır (başlangıç yasallığı), ederse teknoloji, iş türlerini nitelik ve nicelik bakımından zamanla aynı seviyeye getirir; bu da ücret makasının daralması demektir (yasallığın yokoluşu).

SSCB'de ücret makası açıldı diye eleştirenler, Troçkistler, 1917-1931/32 arasında ücret makasının, tarife bazında ne kadar daraltıldığını biliyorlar mı? SB'de sosyalizmin inşasındaki gelişmeyi, ücret konusunda sürdürülen çetin mücadeleyi analiz etmiş olsalar böyle düşünmezler.

Öyle anlatılıyor ki, ücretlendirme makasını açan sanki Stalin'dir. Hayır, bu makasın sosyalizmde önce açılacağını (başlangıç yasallığı), komünizme doğru da kapanmaya başlayacağını (yasallığın yokoluşu) Mark söylemiş ve Lenin de yorumlamıştır; uygulayan da Stalin olmuştur.

Sosyalizmde ücretlendirme konusunda şunu unutmamak gerekir: Eşit işe eşit ücret, eşitsizliğin esas kaynağıdır. Normların çokluğu, detaylı olması eşit işe eşit ücret ilkesinin nedenidir; eşit işe eşit ücreti gerçekleştirmek içindir. Bu da eşitsizliği beraberinde getirir. (22)

 

Devam edecek

IV. Makale (Son)

Proletarya Diktatörlüğü ve Sosyalizm Ayrımı Ücretlendirme Bakımından Ne Anlama Gelir?

Ücret Konusunda Lenin ve Troçki’yi Anlamak


*

Kaynak/Açıklama:

1) METE (Marks-Engels Toplu Eserleri); C. 18, s. 218, F. Engels; “Konut Sorunu Üzerine”.

2) METE; C. 18, agk., s. 221/222.

3) Agk., s. 218.

4) METE; C. 19, 19/20. Marks; “Kritik des Gothaer Programms”.

5)METE; C: 20, s. 184-185, F. Engels; “Anti-Dühring...”.

6) Agk., , s. 186.

7) Agk., s. 265.

8) Agk., s. 278/279.

9) Agk., s. 279/280.

10) Agk., s. 281.

11)Troçki; “Das Übergangsprogramm”, s. 24. Türkçesi; s. 42.

12) Trocki, “İhanete Uğrayan Devrim”, s. 358.

13) Trocki, “İhanete Uğrayan Devrim”, s. 359.

14) Troçki, “İhanete Uğrayan Devrim”, s. 66.

15) Troçki, agk., s. 72/73.

16) Troçki; “Das Übergangsprogramm”, s. 24. Türkçesi; s. 42.

17) METE; C. 19, s. 21-22, “Gotha Programı Eleştirisi”.

18) Bkz.: İbrahim Okçuoğlu; “SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası” Sorunları, Akademi Yayınları, Temmuz 2011.

19) METE; C. 19, s. 21, “Gotha Programı”.

20) “Grosse Sowjet-Enzyklopädie”-“Büyük Sovyet Ansiklopedisi”,, C. I, s. 1167/1168, Berlin 1952.

21) “Büyük Sovyet Ansiklopedisi”, s. 1171, 1173.

22) Bkz.: METE; C. 19, s. 20, “Gotha Programı Eleştirisi”.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.