Header Ads

Header ADS

NATO, “KURALLARA DAYALI ULUSLARARASI DÜZEN”İN JANDARMASIDIR!

NATO, DEĞİŞEN JEOPOLİTİK DENGELERE GÖRE GÖREVLENMEK ZORUNDADIR

NATO, “KURALLARA DAYALI ULUSLARARASI DÜZEN” İN BEKÇİSİDİR, ZABITASIDIR,

JANDARMASIDIR, 
ORDUSUDUR, GLADYOSUDUR!

Okçuoğlu,

1 Ağustos 2022

Neden Kuruldu?

Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO), II. Dünya Savaşı sonrasında başlayan Soğuk Savaş döneminin askeri örgütlenmesidir. Savaş, faşizmin yenilgisiyle sonuçlanmıştı. Ancak, savaşın galipleri ABD ve SSCB arasında faşizme karşı kurulan koalisyondan geriye hiçbir şey kalmamıştı. Kapitalist dünyanın yeni hegemonu Amerikan emperyalizmi, kapitalist sistemin varlığını tehdit eden güç olarak Sovyetler Birliği’ne (SB) karşı mücadeleyi örgütlemeye koyulmuştu. Savaşın galiplerinden olan SB, dünya çapında işçi sınıfı ve emekçi yığınların, ezilen ulusların, kurtuluş mücadelesi veren halkların umudu olarak devasa bir prestije sahip olmuştu. Aslında muzaffer olan sosyalizmdi. Savaş sonrasında Amerikan emperyalizmi bu tehlikeyi görmüş ve kendi hegemonyası altına aldığı kapitalist dünyayı bu tehlikeye karşı mücadele için örgütlemeye başlamıştı. İlk atılan adımlardan birisi de NATO’nun kurulması olmuştur. 

Bu örgüt 4 Nisan 1949’da ABD önderliğinde 12 ülkenin katılımıyla kurulmuş ve günümüze kadar da genişlemesi sürmüştür. Kurucu üyeler dünyasına (Belçika, Kanada, Danimarka, Fransa, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, Birleşik Krallık, ABD) 1952 yılında Türkiye ve Yunanistan; 1955 yılında Federal Almanya Cumhuriyeti; 1982 yılında İspanya; 1999 yılında Çekya, Macaristan, Polonya; 2004 yılında Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya, Slovenya; 2009 yılında Arnavutluk ve Hırvatistan; 2017 yılında Karadağ ve 2020 yılında da Kuzey Makedonya katılmıştır.

Muhtemel yeni üyeler İsveç ve Finlandiya’dır. NATO, kuruluşundan bu yana sürekli büyüyerek bugün 30, katılması muhtemel Finlandiya ve İsveç ile birlikte 32 üyeli bir gladyo örgütlenmesidir.

Soğuk Savaş Döneminde NATO

Soğuk Savaş diye tanımlanan dönem II. Dünya Savaşı sonundan 1990/1991’e kadar süren dönemdir. Bu dönemde NATO’nun temel iki varlık nedeni, görevi vardı. 1956’ya, SSCB’de SBKP (B)’nin XX. Kongresinde Kurşçev revizyonistlerinin siyasi iktidarı gasp etmesine ve sosyalizmi yıkmasına kadar olan dönemde kapitalist dünyayı sosyalizme, Kruşçev dönemiyle birlikte (1956 sonrasında) bu ülke ve Varşova Paktı dağılana kadar da kapitalist dünyayı bürokratik kapitalist, sosyal emperyalist SSCB’ye karşı korumak, savunmaktı. Bu dönemin temel savı “komünizme” karşı mücadeledir.

Bu dönemde NATO’nun, birçok ülkede patlak veren ve sistem için tehlike arz eden sınıf mücadelelerine karşı kalkan olma ve aynı zamanda devlet-mafya-faşist örgütlemeler (Gladyo) yoluyla darbe tezgahlama görevi de vardı.

Varşova Paktı’nın Dağılmasından Sonra NATO

Revizyonist blokun dağılmasından sonra NATO, işlevsiz kaldı. Esas kuruluş nedeni ortadan kalkmıştı ve bu nedenle de NATO’nun varlık nedeni tartışma konusu olmuştu. Ancak, NATO kendisine görev bulacaktı. Öyle de oldu.

1990’lı yıllar özellikle Balkanlar’da kışkırtılan şovenizmin sonucu o zamana kadar farklı ulusal-etnik ve dinsel-etnik gruplar arasında başlayan ve soy kırımına kadar varan savaşlara müdahil olmuştur; Balkanlar’da Amerikan çıkarlarının doğrudan savunucusu olarak hareket etmiştir.

Balkanlar’da 1992’de başlayan ve adı savaş konan katliam sonucunda BM ve NATO gelişmelere müdahil oldu. BM ve NATO demek, Balkanlar’da sadece ABD demek değildi. İşin içinde başta Almanya olmak üzere AB de vardı.

Sonuçta 1995’in Aralık ayında BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı karar doğrultusunda NATO, “barış gücü” olarak Bosna-Hersek’e girer. Böylece NATO, 1991-1995 yılları arasında Bosna-Hersek, Sırbistan ve Hırvatistan arasında savaş adı verilen katliamları, soykırımını sonlandıran Dayton anlaşmasının uygulanması NATO’ya bırakılmış olur.

1999’da da ABD ve NATO’yu Sırplarla UÇK (Kosova Kurtuluş Ordusu) arasındaki çatışmalarda (Kosovalı Arnavutların bağımsızlık mücadelesi) görüyoruz.

NATO, Balkanlar’da hiçbir sorunu çözmedi, sadece birtakım anlaşmalarla dondurdu. Ama Bosna-Hersek’i, Kosova’yı, Sırbistan’ı bombaladı, yaktı, yıktı, on binlerce insanın ölümüne ve öldürülmesine neden oldu.

21. Yüzyıln İlk Çeyreğinde NATO

11 Eylül 2001 saldırısı NATO için, kuruluş nedeni kadar önemli bir neden olmuştur. NATO, adeta ikinci kez, ama bu sefer küllerinden yeniden doğmuştur. Nerede görülürse görülsün “terörizme karşı savaş” veya uluslararasılaşmış terörizme karşı savaş.

11 Eylül 2001’de El-Kaide “İkiz Kulelere” saldırır. Bu saldırıyı Amerikan emperyalizmi “terörizme karşı savaş”ı kendine itaat etmeyen ülkelere karşı savaş için bahane yapar. Bu saldırıyla birlikte NATO yeni bir varlık nedenine kavuşmuştur. ABD Başkanı G. Bush 20 Eylül 2001’de Kongrede yaptığı bir konuşmada sonraki yıllarda olacakları bir cümlede özetler: “Her bölgedeki her devlet, şimdi karar vermelidir. Ya bizlesiniz ya da teröristlerle.’’

7 Ekim 2001’de NATO güçleri Afganistan’ı işgal etmeye başlar. Amaç, El Kaide lideri Usame Bin Ladin’i yakalamaktır. Usame Bin Ladin Pakistan'da 2 Mayıs 2011'de öldürülür, ama Afganistan’da Taliban’a karşı savaş, ülkenin işgal edilmesi devam eder. Ancak 20 yıl sonra Ağustos 2021’de ABD/NATO arkasına bakmadan Afganistan’dan çekilir. Önce iktidarı Taliban’dan alır, işbirlikçilerine verir, sonra Taliban’a yenilir ve anlaşır. Bu arada Afganistan bombalanmıştır, yakılıp yıkılmıştır, on binlerce insan katledilmiştir.

ABD/NATO, Afganistan’da “terörizme karşı savaş”ında hedef aldığı Taliban’a yenilmiş ve Afgan halkını Taliban karanlığına terk ederek kaçmıştır.

Sıra Irak’a, Saddam’a gelmişti

Kuveyt’in işgali vesilesiyle Irak 1991’de bombalandı. Ancak bu savaş Saddam rejimini devirmeye kadar götürülmedi. Elinde kitle imha silahları var demagojisiyle Irak’ın işgali 20 Mart 2003’te ABD ve İngiltere önderliğinde çok uluslu koalisyon kuvvetleri tarafından başlatıldı. Kitle imha silahlarının bir demagoji olduğunu o zaman İngiltere’nin Başbakanı olan T. Blair çok sonraları açıklayacaktı. Saddam devrildi, Irak parçalandı, 100 binler öldü. Devletsel yapının dağılması sonuçta etnik ve dini kimlik zemininde çatışmaları alevlendirdi. Bu sorun hala devam etmektedir.

Irak işgali sürecinde bir milyon insan öldü ve işgal koşullarında, Amerikan emperyalizminin yol göstermesiyle cihatçı örgütler kuruldu ve güçlendi. Bu örgütlerin en önemlisi IŞİD’dir.

Irak Savaşı Avrupa’yı (AB) ikiye böldü. Gönüllü arayan ABD/NATO Avrupa’da umduğunu bulamadı. Bunun üzerinedir ki, ABD Avrupa’yı “eski” (savaşmaya gönülsüz olanlar) ve “yeni” (savaşmaya gönüllü olanlar) diye ayırdı.

Irak’tan sonra NATO boş durmadı, Amerikan jeopolitkası doğrultusunda faaliyetini sürdürdü.

Sıra Gürcistan’a gelmişti. Amerikan yetiştirmesi Mikail Saakaşvili 2004’deki seçimde Gürcistan başkanı seçildi. Saakaşvili şımartılacak derecede ABD ve AB tarafından teşvik edildi, NATO üyeliği konusunda adımlar atıldı. Batı’ya güvenen Saakaşvili bağımsızlığını ilan eden Güney Osetya’yı 2008’in Ağustos ayında işgale kalkıştı. Buna karşın Rusya’nın hamlesi Gürcistan’a savaş açmak ve işgal etmek oldu. Batı (ABD/AB/NATO) bu şımarık çocuğunu Gürcistan’da yalnız bıraktı. Rusya, NATO’nun sınırlarına dayanmasına müsaade etmeyeceğini gösterdi.

Rusya ile ilişkilerinde eski Varşova Paktı ülkelerinin üye edilmeyeceği anlaşmasına varılmış olsa da Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri 2004-2017 arasında NATO üyeliğine kabul edildiler. Ukrayna ise NATO üyeliği konusunda bardağı taşıran son damla oldu Rusya için adeta.

Bu ülkelerin NATO üyesi olmaları, Rusya’nın Avrupa sınırları boyunca çembere alınmaları anlamına geliyordu.

NATO, 2011’de Libya’yı bombalamaya başladı. “NATO’nun Libya’da ne işi var” diyen diktatör de birkaç gün içinde fikir değiştirerek NATO’nun Libya yıkımına katıldı.

Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra NATO, Doğu ve Orta Avrupa'daki 14 ülkenin üyeliğini kabul ederek varlığını genişletti ve Moskova'ya verdiği sözleri çiğnemiş oldu.

Kuruluşundan bu yana NATO, doğrudan veya dolaylı olarak Avrupa, Orta Doğu, Latin Amerika, Afrika ve Asya'da Amerikan jeopolitikasının açık destekçisi olarak uluslararası bir savaş makinesi haline geldi.

NATO, Afganistan, Irak, Suriye ve Libya'da yaklaşık bir milyon insanın ölümüne mal olan, 38 milyon kadar insanı evinden eden, bir kısmını göç yollarına düşüren, bu ülkeleri yakıp yıkan savaşları körükledi, bizzat içinde yer aldı.

NATO, Afrika ve Asya'da askeri olarak varlık gösteriyor/konuşlanıyor. Asya-Pasifik Dörtlüsü olarak adlandırılan Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda ve Güney Kore'yi Haziran sonunda Madrid'deki en son zirvesine davet etti. NATO, eylem alanını güney yarım küreye kadar genişletti ve Aralık 2021'de Kolombiya ile askeri eğitim ortaklığı anlaşması imzalayarak Güney Amerika’nın bu ucuna da el attı.

NATO’nun, “NATO 2030: United for a New Era” belgesinde ana hatlarıyla belirtildiği gibi, geleceği, başta Çin olmak üzere rakip devletlerle üstünlük mücadelesi olarak görmekte ve uzun süreli bir küresel çatışmaya hazırlık çağrısında bulunmaktadır. NATO'nun 2030 Girişimi’nde “Çin, ekonomik ve askeri gücüyle desteklenen, giderek artan bir küresel stratejik gündem peşinde koşuyor” tespiti yapılıyor.

“NATO 2030: United for a New Era” belgesinde Çin kastedilerek şu tespit yapılıyor: “Komşularına karşı şiddet, ekonomik zorlama ve göz korkutucu diplomasiyi Hint-Pasifik bölgesinin çok ötesinde kullanmaya istekli olduğunu gösterdi. Önümüzdeki on yılda Çin, NATO' nun toplu dayanıklılık oluşturma, kritik altyapıyı koruma, 5G gibi yeni ve gelişmekte olan teknolojileri ele alma ve tedarik zincirleri de dahil olmak üzere hassas ekonomik sektörleri koruma yeteneğini de sorgulayacaktır. Uzun vadede Çin'in, muhtemelen Avrupa-Atlantik bölgesi de dahil olmak üzere, askeri gücünü dünya çapında genişletme olasılığı giderek artıyor.”

NATO’nun “beyin ölümü” ayrı bir hikaye. Şimdi hiç kimse bundan bahsetmiyor. Şimdi Macron da ‘NATO öldü, yaşasın NAO!’ modunda.

NATO’nun kendisi veya stratejisi en azından 70 senelik dünya tarihinde birkaç perdelik bir drama oyununa benzer. Kuruluşundan (1949) bu yana rolünü birkaç cümlede toparlayabiliriz:

NATO kuruluşundan bu yana ABD sultasında Batı’nın silahlı vurucu gücüdür.

Birinci perde: Kuruluşunda, NATO’nun kuruluş nedeni olan açık bir düşmanı vardı: Sovyetler Birliği nezdinde sosyalizm.

İkinci perde: Sovyetler Birliği’nin revizyonistleşmesi de durumu değiştirmedi: NATO, Sovyetler Birliği ve Varşova Paktının 1990’ların başında dağılmasına kadar komünizme karşı mücadeleyi, “anti-komünizm’’i varoluş nedeni olarak gördü.

Üçüncü perde: Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra var olabilmek için yeni düşman arayışı başlar.

Dördüncü perde: Öngörülebilir (Sovyetler Birliği, revizyonist blok) yok olmuştur, yaşasın “çok yönlü” tehditler! Dünya artık iki kutuplu değil, çok rekabet merkezli bir dünya olmuştur ve çok rekabet merkezli koşullar “çok yönlü” tehditler üretmeye oldukça uygundur.

Beşinci perde: “Çok yönlü” tehditler, NATO'nun “savunma ittifakı”ndan ittifakın toprakları dışında misyonlar için müdahale/saldırı/işgal ittifakına dönüşmesine uygun koşullar oluşturmuştur.

Nisan 1999'da yeni bir strateji konsepti kararı alınır.

Altıncı perde: Artık NATO, Amerikan emperyalizminin dünya hegemonyası jeopolitikasına hizmet eden her adımı dünyanın neresinde olursa olsun atabilir. (Balkanlar, Irak, Libya vs.) NATO bu görevlerini icra edebilmek için BM’den izin almaya dahi gerek duymaz.

Yeni düşman bulunmuştur. “Uluslararası terörizme karşı” mücadele.

Yedinci perde: Kasım 2010’da üçüncü stratejik belge kabul edilir. Rusya ile ilişkiler henüz bugünkü gibi gergin değildir. Çin ise hesapta yoktur. Esas itibariyle geçmiş savaşlardaki (Afganistan, Irak, müdahale anlayışları) başarısızlıklar ve bu türden müdahalelerin gelecekte nasıl daha "başarılı" bir şekilde gerçekleştirilebileceği ele alınır.

Sekizinci perde: Yeni bir stratejiyle NATO’nun kendini yenileme çabaları sonuç vermez. NATO’nun girdiği 21. yüzyılın savaşlarındaki yenilgileri İttifak’ın geleceği açısından sorun olur. Ancak Rusya ile ilişkilerin 2014'ten itibaren tırmanması NATO için varoluşu bakımından adeta bir umut olur.

Dokuzuncu perde: Çok rekabet merkezli dünyada büyük güçler arasında rekabetin NATO stratejisinde merkez konumuna gelmesi uzun sürmez. Artık Rusya ve Çin, düşman tespitinde odaklanacak noktalar olarak görülmeye başlanmıştır. Yapılması gereken bu anlayışın NATO’nun yeni stratejisinde yer almasıdır. "NATO 2030" raporunda şu tespit yapılır: “Önümüzdeki 10 yıl içinde, NATO dünyası eskisinden, hem Soğuk Savaş sırasında hem de hemen takip eden on yıllarda olduğundan farklı olacak. Revizyonist dış politika gündemlerine sahip saldırgan otoriter devletlerin güçlerini ve etkilerini genişletmeyi hedefledikleri, rekabet halindeki büyük güçlerin dünyası olacak.”

Onuncu perde: Yeni stratejisine göre NATO, resmi olarak bir saldırı İttifakı olmalıdır. Bu anlayış bir NATO uzman konseyi tarafından oluşturuldu; NATO, önümüzdeki on yıl içinde sözde bir savunma ittifakı olmaktan çıkarak saldıran bir ittifaka dönüşmesi resmi ve kesin olarak ilan edilmelidir. Bu da 29-30 Haziranda gerçekleşen Madrid Zirvesinde ilan edildi. NATO’nun Madrid Zirvesinde yeni “Stratejik Konsept” kabul edildi. Bu konsepte göre Çin ilk defa tehdit unsuru olarak olarak tanımlandı. Rusya ise ise "en önemli ve doğrudan tehdit" olarak sınıflandırıldı.

Artık ABD ve NATO’nun gözünde Rusya çerezdir, Çin ise ana yemektir.

Oldukça çok perdeli bir drama oldu. Ama perde sayısını dörde de indirgeyebiliriz:

Birinci perde: 1946-1956 arası):

Düşman ve argüman belli: Sovyetler Birliği ve sosyalizm/komünizm.

İkinci perde (1956-1991):

Düşman ve argüman belli: Sovyetler Birliği -Varşova Paktı ve “sosyalizm”/”komünizm”.

Üçüncü perde (1990-2022):

Düşman arayışı ve keşfi: “Uluslararası alanda terörizme karşı mücadele”.

Dördüncü perde (2022...):

Düşman ve argüman belli: Otoriter aktörlere; Rusya ve Çin’e karşı “kurallara dayalı uluslararası düzen”in savunulması.

Kurallara Dayalı Uluslararası Düzen”in Savunucusu NATO

Madrid zirvesine NATO üyesi olmayan Uzak Doğunun Japonya, Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda gibi ülkeleri de katılmışlardı. Salt bu ülkelerin katılımı bu seferki zirvenin diğerlerinden çok farlı olacağına açık bir işaretti. Ayrıca yeni “Stratejik Konsept”te “Bosna-Hersek, Gürcistan ve Ukrayna ile ortaklıklarımızı geliştirmeye devam edeceğiz”; Batı Balkanlar ve Karadeniz bölgesi NATO için stratejik öneme sahiptir”; Afrika gibi tanımlamaların yer alması NATO’nun bundan sonraki görevinin sınırlarını çiziyordu. Bu sınırlar bütün dünyadır. Bütün dünya da “kurallara dayalı uluslararası düzen” olmalıdır.

Dünya hakimiyeti üzerine kurgulanan ve sürdürülen jeopolitik rekabette Amerikan emperyalizmi önderliğinde NATO’nun “kurallara dayalı uluslararası düzen”i savunacak birtakım argümanları var. Batı cephesi eskiden olduğu gibi “demokrasi”den, “özgürlük”ten, “insan hakları”ndan bahsederek yol alamayacaktır. Hele hele “sosyalizm”den, “komünizm”den, komünizme karşı mücadelenin “erdem”lerinden bahsederek hiç yol alamayacaktır. Bütün bu ve benzer savları kullanmasına kullanabilir. Ancak, bu sefer durum eski döneme göre oldukça farklı. Eski dönemde Batı dünyası ile sosyalizm dünyası arasında sınıfsal, ideolojik bir fark vardı. Kamplaşma 1956’ya kadar sınıfsaldı. Şimdi ise aynı üretim biçimi koşullarında dünya ikiye bölünüyor. Dolayısıyla kamplaşma sınıfsal çelişkiler üzerinde yükselmiyor. NATO, bunun farkında olmuş olacak ki, bu sefer düşmanı otoriter aktörler, düşman politikalar, düzenimizi yıkmayı hedefleyen vb. kavramlarla tanımlamaktadır.

Dünya kimden sorulur? Batı’ya göre açık ki, artık NATO’dan sorulur.

NATO’nun yeni “Stratejik Konsept”inde “kurallara dayalı uluslararası düzen”i koruması için NATO’nun üstlendiği görev alanları dünyasal olsa da önem ve çelişkilerin keskinleşme durumuna göre birkaç alanla sınırlandırılmış gözükmektedir. NATO’nun Madrid zirvesinde vardığı bu sonuç, aslında 29. zirvesinde (14 Haziran 2021, Brüksel) aldığı kararların, değindiği sorunların sadece ve sadece bir özetidir, daha sarih bir tanımlanmasıdır. NATO, Madrid zirvesindeki sonuçlara adım adım gelmiştir.

2021’deki 79 maddelik NATO bildirgesinde NATO’nun işbirliği uluslararasılaşıyor, “düşman” tanımı somutlaşıyor. Bu bildirge, NATO’nun dünyanın her tarafında örgütlenmesine ve mücadele etmesine zemin hazırlayan bir bildirge.

Karadeniz’de güçlendirilmiş NATO varlığı; Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliği; Kırım, Osetya, Abhazya, Moldova; İsveç ve Finlandiya; “Güney” diye tanımlanan Ortadoğu ve Kuzey Afrika; Suriye; Ürdün; Kuveyt; Tunus; Afrika Birliği; Arap Birliği; Körfez İşbirliği Konseyi ile güvenlik alanında işbirliği; Ortadoğu ile savunma ve güvenlik ilişkilerinin artırılması için Akdeniz Diyaloğu ve İstanbul İşbirliği Girişimi; Sahel bölgesi (Afrika); Moritanya/Sahel bölgesi; Çin’in Uygur bölgesi; Batı Balkanlar (Sırbistan ve Bosna-Hersek’in NATO üyeliği, Kosova’daki NATO gücünün devam etmesi); Asya’da NATO ortakları Japonya, Yeni Zelanda, Avustralya ve Güney Kore; Latin Amerika’da Kolombiya.

NATO, son zirvesindeki tanımlamayla “kurallara dayalı uluslararası düzeni” korunak/savunmak için dünyanın hemen her tarafında Rusya ve Çin’e karşı müttefiklik ilişkilerini, öncelikle ele alınması gereken ülke ve bölgeleri tanımlamıştır. Bu, bir önceki zirvesinde yukarıya aktardığımız ülke ve bölgelerin güncellik durumuna göre yeniden tanımlanmasıdır.

Bu anlamda:

1-Karadeniz NATO’dan Sorulur

Yeni jeopolitik kamplaşmada Karadeniz her iki taraf için de oldukça önemli bir stratejik konuma sahiptir. ABD/NATO’nun Karadeniz’e hakim olması durumunda bu deniz bir ABD/NATO denizine dönüşecektir ve Rusya bu alanda da çevrelenmiş olacaktır.

Ancak, bunun gerçekleştirilmesi için Türkiye’nin çıkarlarını dikkate alınması gerekir. ABD’nin jeopolitik doktrininde ise bunun yeri yok.

ABD, Lozan Barış Antlaşmasını tanımayan bir ülkedir. Aynı zamanda Montrö Boğazlar Sözleşmesini de delmek için elinden geleni yapmaktadır. Ancak, Türkiye devam eden Ukrayna-Rusya savaşı sürecinde Boğazlar anlaşmasına uygun hareket edeceğini açıklamıştır.

ABD/NATO’nun Karadeniz’i hakimiyetine almasının anahtarı Türk burjuvazisinin elindedir.

2-Kafkasya (Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan) Nato’dan Sorulur

Sorulmasına sorulur da, önce buraya girmek gerekir. Gürcistan üzerinden ilk denemede başarısız olundu (2008 Gürcistan-Rusya savaşı). Kafkasya’da nüfuz sahibi olmak ve bu sahayı Orta Asya’ya sıçrama tahtası olarak kullanmak için örneğin Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan ile hava yolu üzerinden geliştirilen ilişkiler yetmez. Bu yol, Türk Boğazlarından ve Karadeniz’den veya Türkiye üzerinden geçmektedir. Bu yolun açılması Türkiye-ABD-NATO ilişkilerinin nasıl gelişeceğine bağlıdır.

3-Kuzey Kutbu Nato’dan Sorulur

Kuzey Kutbu iki açıdan önemlidir. Bu bölgede devasa enerji ve kıymetli maden yatakları var. Batı’nın önde gelen emperyalist ülkeleri, Rusya’yı bu bölgeden öteleyerek ve kendi aralarında rekabet içinde bu yataklara çökmek istiyorlar.

İkincisi jeopolitiktir. ABD/NATO, Rusya ve özellikle Çin’i çevrelemek için Finlandiya ve İsveç’i NATO üyesi yaparak ve bunlar üzerinden buzların erdiği dönemde Çin’in burayı Bir Yol Bir Kuşak projesinin Kuzey Rotası olarak kullanarak Avrupa/dünya pazarlarına ulaşımını engellemek peşinde.

Bu iki nedenden dolayı, NATO, “kurallara dayalı uluslararası düzeni” korumak/savunmak için Kuzey Kutbunda konuşlanmak zorundadır.

4-AB (Avrupa) Nato’dan Sorulur

Z. Brezinski’nin Amerikan emperyalizminin dünya hakimiyeti için kurguladığı Avrasya jeopolitiğinde (“Die einzige Weltmacht, Amerikas Strategie der Vorherrschaft”) Avrupa/AB “demokratik” AB, bir köprübaşıdır.

ABD’nin Avrupa’ya kendi, jeopolitik çıkarları açısından bakışında ne değişip değişmediğini göstermek için buraya “Emperyalist Küreselleşme ve Jeopolitika” çalışmamdan birkaç paragraf aktarmak isterim:

AB’nin ve ABD’nin Doğu ve Orta Avrupa politikaları (özellikle NATO’nun genişlemesi açısından), Balkan politikaları, Ortadoğu ve Yakındoğu politikaları, Rusya, Kafkasya, Hazar Havzası politikaları, Çin politikaları vs. çelişkilidir. Bu alanlarda ABD ve AB, rekabet merkezleri olarak karşı karşıya geliyorlar. Buna rağmen Amerikan emperyalizmi, AB’yi Avrasya jeostratejisinde “demokratik köprübaşı” olarak görüyor.

Brezinski, Amerika’nın istediği ve teşvik ettiği Avrupa için üç merkezi amaçtan bahsediyor:

1- Avrupalılardaki yaygın şüpheyi; Amerika, nihai olarak gerçek Avrupa birliğini ABD’nin istediği Rusya istemiyor anlayışını etkisizleştirmek... için ABD, Avrupa Birliği davası için angaje olmalıdır. ... Amerika, Avrupa’yı global ortak olarak gördüğünü açıklamalıdır...

2- Kısa vadeli olarak Fransız politikasına karşı taktik bir muhalefet ve Alman önderlik rolünün desteklenmesi doğrudur; hakiki bir Avrupa, gerçekten gerçeklik olmak istiyorsa, uzun vadede birleşik bir Avrupa oldukça açık siyasi ve askeri kimliğini bulmak zorundadır. Bu, transatlantik kurumlarındaki güç dağılımı bakımından Fransız bakış açısına belli bir yakınlaşmayı gerekli kılar.

3- Ne Fransa ne de Almanya, Avrupa’yı kendi görüşlerine göre inşa edecek veya Rusya’yla tartışmalı sorunları çözecek güçtedirler. Bu, Avrupa’nın genişlemesini belirlemek için ve Baltık devletlerinin ve Ukrayna’nın Avrupa devletler birliğindeki statüsü gibi Rusya açısından nazik meseleleri çözmek için Amerika’nın, özellikle Almanlar üzerinde enerjik ve kararlı etkide bulunmasını gerekli kılar.”

Demek oluyor ki, Amerikan emperyalizmi, Avrupalıların anti-Amerikancılığını hesaba katmalı, Avrupa’nın birliğinden yana olduğunu sürekli vurgulamalıdır. Bunun ötesinde Amerika, Avrupa’yı ortak olarak gördüğünü kanıtlamalıdır.

Bu moral takviyesinden sonra gerçek niyet sırıtıyor: Amerika, kendi çıkarlarını geçerli kılmak, Avrupa’yı veya AB’yi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek için somut durumun dayatmalarına tekabül eden taktikler geliştirmelidir; duruma göre Fransa’yı, duruma göre Almanya’yı desteklemelidir. Önemli olan AB’nin, Amerika’nın çıkarları doğrultusunda hareket etmesidir.

Üçüncü noktada ise asıl amaç deşifre ediliyor; AB’nin yönlendiricisi Fransa ve Almanya, Avrupa’yı kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirecek ve Rusya’yla baş edecek güçte değildir. Bunun için ABD, Avrupa’da etkisini sürdürmelidir.

Ancak bu koşullarda, ABD’nin etkili olduğu koşullarda AB, “Avrasya satranç tahtası” için bir köprübaşı olur. Böyle bir AB, Amerika’nın çıkarlarına en iyi hizmet eden bir AB’dir.

Bütün Avrupa’yı kapsayan birlik, somutta da AB’nin Avrupa’yı birleştirmesi hayata geçirilmelidir. Bu alanda; AB’nin genişlemesi alanında bir tıkanıklık, ülkelerin kendi başlarına hareketini veya olası başka ittifaklaşmaları gündeme getirebilir. Brezinski, bunun mutlaka engellenmesini öneriyor. Aksi takdirde eski güç mücadeleleri, “Alman çıkarlarının ulusal izler taşıması” kaçınılmaz olur, diyor.

Emperyalizmin “böl ve yönet” taktiğini ABD, Avrupa için “birleştir ve yönet” taktiğine dönüştürmüş. AB’de birleşen Avrupa, ulusal çıkarların törpülendiği, ortaklıktan doğan çıkarların ön planda olduğu bir Avrupa’dır. Böyle bir Avrupa’da ulusal çıkardan kaynaklanan dinamik ölür, ulusal çıkar için jeopolitika ve strateji geliştirilemez. Bütün üyelere hitap eden uzlaşmalar üzerine kurulan gelişmeler olur. Bu da en fazlasıyla iktisadi alanda olur. Siyasi ve askeri açıdan böyle bir Avrupa veya AB, iddiasızdır. Ve yapısından dolayı da iddiasız kalmak zorundadır. ABD, işte böyle bir AB’yi istiyor, teşvik ediyor. İşte böyle bir AB’yi global ortak olarak görüyor.

Brezinski şöyle yazıyor:

Yeni Avrupa, şekillenmeye başladı. Şayet bu yeni Avrupa ‘Avrupa-Atlantik’ alanının jeopolitik bir parçası kalmak istiyorsa, NATO’nun genişlemesinin belirleyici önemi haizdir. Birleşik Devletler tarafından başlatılan NATO -genişlemesi tıkanırsa, bu, bütün Avrasya için kapsamlı bir Amerikan politikasının sonu demektir. Böyle bir başarısızlık, Amerikan önderlik rolünü gözden düşürür, genişleyen bir Avrupa planını yok eder, orta Avrupalıların moralini bozar ve olası ki, Rusya’nın şimdi uykuda olan veya körelmiş jeopolitik hırsını yeniden ateşler. Bu, Batı için, Avrasya güvenlik mimarisinde gerçek Avrupa temel direği şansını yok eder -bizzat oluşturulmuş yara olur ve Amerika için de sadece bölgesel değil, bilakis global bir hezimet olur.”

Yani NATO’nun, Doğu ve Orta Avrupa’ya doğru genişlemesine karşı çıkılmamalıdır. Doğu ve Orta Avrupa’ya doğru genişlemiş ve Rusya’yı içine almaması gereken, ama “barış için işbirliği” yapan bir NATO; bütün Avrupa’nın; batı, doğu, orta, güney ve kuzey, veya Rusya dışında bütün Avrupa’nın askeri olarak Amerikan hegemonyasında olması demektir.”(İbrahim Okçuoğlu; Emperyalist Küreselleşme ve Jeopolitika, s. 191-194, , Ceylan Yayınları, Şubat 2009)

Aslında değişen bir şey yok; AB kendi içinde çelişkili, ABD ile çelişkili. Ancak, bu sefer, Ukrayna-Rusya savaşında ve Rusya’ya karşı politikalarda Irak savaşı dönemindeki ikiye bölünmüş AB yerine, NATO’da bütünleşmiş bir AB görüyoruz. Ancak, bu bütünleşme geçicidir, yanıltıcıdır. AB’yi derinden etkileyecek olan enerji krizi, Polonya ve Baltık ülkeleri gibi birkaç savaş çığırtkanlığı yapan ülke dışında AB ve ABD’yi karşı karşıya getirecektir.

Dün olduğu gibi bugün de AB, Amerikan jeopolitikası için bir sıçrama tahtası, bir “demokratik köprübaşı” olmaya niyetli değildir. Karşımızda “kurallara dayalı uluslararası düzen”in kuruluş yıllarındaki AB yok.

5- Asya-Pasifik Nato’dan Sorulur

NATO’nun Madrid zirvesinde kararlaştırılan yeni “Stratejik Konsept”inde zaten “Hint-Pasifik’teki yeni ve mevcut ortaklarla diyalog ve işbirliğini güçlendireceğiz” tanımlaması yer almaktadır. Bu anlayış yeni değildir. Özellikle Trump döneminde QUAD, Asya’nın NATO’su olarak tarif edilmeye çalışıldı. Hint-Pasifik ile ilişkiler bugün daha da güçlendirilmiştir. Ancak, Asya’nın NATO’su QUAD mı, yoksa daha sonra kurulan AUKUS mu olur, bunu zaman gösterecektir. Önemli olan, Çin’in çevrelenmesi için dünyanın bu bölgesindeki ülkelerin bir biçimde natolaştırılmasıdır.

6- Afrika Nato’dan Sorulur

Batı’nın, NATO’nun, Afrika için yaptıkları atıflar, Sahel bölgesi vurgusu, Libya’yı yakıp yıkması, Fas ile imzalanan silah anlaşması vb. aslında Afrika kıtası genelinde bir taraftan Çin ve Rusya, diğer taraftan Batı’nın emperyalist ülkeleri, en başta da ABD, Fransa, Almanya (bir bütün olarak AB) ve NATO arasındaki rekabeti göstermektedir. Afrika’yı Çin’e kaptırmamak “kurallara dayalı uluslararası düzen” için hayati önem taşımaktadır. Aynı önem Çin emperyalizmi için de geçerlidir.

Her iki taraf keskinleşen çelişkiler zemininde şimdilik rekabetin gereği neyse onu yerine getiriyor.

Peki, yukarıda merkez ve kenar kuşak alanlarını belirttiğimiz bu jeopolitik doktrinde savunulması gerektiği vurgulanan “kurallara dayalı uluslararası düzen” nasıl bir düzendir?

Batı, Rusya ve Çin’e karşı mücadelenin nedenini bu ülkelerin "kurallara dayalı uluslararası düzen”e karşı olmalarıyla açıklıyor. Bu da “kurallara dayalı uluslararası düzen”inin gerçekte ne menem bir düzen olduğu sorusunu gündeme getiriyor. Aslında bu düzenin nasıl bir düzen olduğu oldukça açık: İkinci Dünya Savaşından sonra Amerikan emperyalizminin dünya çapında hegemonyasının gerçekleştirilmesi ve devamının sağlanması için kurulmuş bir düzendir. Bunda yeni olan bir şey yok. Bu kapitalist bir düzendir. Aynı dönemde buna karşın başka bir düzen oluşmaya başlamıştır. O da sosyalist Sovyetler Birliği etrafında toplanan ülkelerden oluşan düzendir. Dünya II. Dünya Savaşından Sovyetler Birliği ve Revizyonist Blokun dağılmasına kadar iki düzenli bir dünya idi. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra tek düzenli dünya oldu. Bugün Amerikan emperyalizmi kendi çıkarlarına göre kurguladığı düzeni “kurallara dayalı uluslararası düzen” olarak bütün dünyaya, bu arada Rusya ve Çin’e de kabul ettirmeye çalışıyor.

Bu düzen, savaşsız, sömürüsüz, talansız, mafyasız, askeri örgütsüz, sürekli rekabetsiz vb. var olması mümkün olmayan bir düzendir. Bu düzen, özel mülkiyet ilişkileri zemininde kurulmuştur; toplumu işçi/emekçi ve kapitalist sınıf veya işgücü-sermaye ayrımından beslenen, bu çelişkilerin varlığından dolayı var olabilen bir düzendir.

Ortada yeni bir şey yok. Ancak, Batı dünyasından birkaç seneden bu yana “kurallara dayalı uluslararası düzen” çağrısı yapılıyor. Ama kuralların ne olduğu, kuralları kimin tespit edeceği konusunda hiçbir şey söylenmiyor, daha doğrusu söylenmiyordu. Aslında kapitalist sistemin ve burjuva düzenin çürümüşlüğü, bir taraftan çaresizliği üretirken, diğer taraftan da kurallar çağrısını güçlendiriyor.

Batı’ya göre artık geçerli olmayan kurallar kaldırılmalı, yerine yeni kurallar konmalı. Örneğin keynesçi kurallar kaldırılmalı, yerine neoliberal kurallar getirilmeli. Örneğin, emperyalist ülkeler bütün dünyaya gümrüksüz ihracat yapmalı, ama sıra kendi ithalatına gelince gümrük duvarları yükseltilmeli. Örneğin, çıkarıma ters düştün diye ülkelere yaptırım uygulanmalı. Batı, kuralları biz çıkarlarımıza göre koruz, gerekirse kaldırırız, yenisini koruz, denetlemesini biz yaparız, kural koyma işi bizim işimizdir. Bütün dünyaya dayatılan budur.

Söz konusu Madrid zirvesinde kararlaştırılan “Stratejik Konsept”in girişinde şöyle deniyor:

Bir milyar vatandaşımızı korumaya, topraklarımızı savunmaya ve özgürlüğümüzü ve demokrasimizi korumaya kararlıyız. Uluslarımız arasında süregelen transatlantik bağı ve ortak demokratik değerlerimizin gücünü inşa ederek birlik, beraberlik ve dayanışmamızı güçlendireceğiz. Kuzey Atlantik Antlaşmasına ve kaynağı ne olursa olsun tüm tehditlere karşı karşılıklı savunmaya olan kesin bağlılığımızı yineliyoruz.”

Burada çok açık bir ayrım yapıyorlar. ABD ve Avrupa’nın toplam nüfusu bir milyarın üzerindedir. Bu nüfusun içinde Asya ülkeleri, hele hele askeri olarak örgütlemeye çalışılan Hindistan yok. Açık ki, NATO, bu kadar insanı; “Bir milyar vatandaşımızı” korumalıdır deniyor. Açık ki, bahsedilen “kurallara dayalı uluslararası düzen”in sınırları bu nüfusla; Avrupa ve ABD ile sınırlıdır. Şimdiye kadar sürdürdükleri bütün haksız savaşlar, darbeler, başka ülkeleri talan etmeleri, “Kurallara dayalı uluslararası düzen”leri dünya nüfusunun yedide biri için geçerlidir.

NATO, bu bir milyar insanın dışında kalan üye ülkelerdeki insanların da bu bir milyar insanın refahı için çalışmalılar diyor.

NATO için savunulması gereken topraklar bu bir milyar insanın yaşadıkları topraklardır.

NATO için korunması gereken özgürlük ve demokrasi bu bir milyar insan için geçerlidir.

NATO, bütün dünya, bütün insanlık kendini bu bir milyar insan için feda etmelidir diyor.

Bu anlayışı, bir de müttefiklerden bahsetmeyi, ikiyüzlülükle tanımlamak çok hafif olur herhalde.

Bu düzen bitmiş, çürümüş bir düzendir. Şüphesiz ki, bu düzeni yıkacak olan “otoriter aktörler” diye tanımladıkları Rusya ve Çin olmayacaktır. Yıksalar da Batı’nın “kurallara dayalı uluslararası düzen”ini yıkmış ve yerine kendi “kurallara dayalı uluslararası düzen”lerini kurmuş olacaklar. Her ikisi de kapitalist düzendir.

Demokratik” – “Otoriterlik” ve NATO

ABD, Çin'i, Rusya’yı ve başkaca ekonomik ve siyasi bağımsızlığını korumaya çalışan ülkeleri “otokratik” olmakla suçluyor. Burada hile çok açık: Bir hokuspokusla, kavram oyunuyla “demokrasi” ve “otokrasi” karşılaştırması yapılıyor. ABD’nin, bütün Batı’nın demokrasiden ne anladığını anlamak isteyen sadece ve sadece Afganistan, Irak savaşına bakmalı. Bu bakış Batı demokrasisini anlamaya yeter de artar bile. Burada “demokrasi”-”otoriterlik” karşılaştırması zeminine oturtulan bir müttefikleşme, ötekileştirme, şeytanlaştırma, “kurallara dayalı uluslararası düzen”in korunması ve savunulması için yeterli olmayacaktır. Ancak, Batı’nın amacı dünyayı iki “farklı” sisteme bölmektir. Ya bendensin ya da düşmansın, diğer taraftansın dayatmasıyla yol almaya çalışmaktır.

NATO’ya verilen görev, çürümüş kapitalist sistemi/düzeni veya “kurallara dayalı uluslararası düzen”i savunmak, ayakta tutmak için savaşma görevidir. Bu anlamda NATO, eskimiş dünyanın jandarmasıdır.

Veya NATO’nun görevi, sonu gelmiş “Batı medeniyeti”nin ömrünü uzatmaktır.

ABD önderliğinde Batı, müttefiklik adı altında ülkelere ‘ya NATO’cusun ya da düşmansın’ dayatması yapıyor. ABD, koyduğu kurallarına uymayan ülkeler mutlaka cezalandırılacaktır. NATO da zabıta memuru gibi cezayı kesecektir. Bu anlamda “Kurallara dayalı uluslararası düzen” gerçek anlamda “Ali kıran baş kesen düzeni” olacaktır.

Açık ki, bu “Stratejik Konsept” üzerinden ABD, Çin ve Rusya’ya karşı her biçimde savaş ilan ediyor, ama savaşacak olan NATO’dur diyor.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.