Header Ads

Header ADS

YENİ BİR DÜNYA DÜZENİNE DOĞRU DÖRTNALA

27 Temmuz 2022

Okçuoğlu,

Marksist-Leninist teori son birkaç yıl içinde birçok badire atlatarak bugüne geldi. Elini soğuktan sıcağa vurmadan Erdoğan rejimini bir ekonomik krizle devirmeye umut bağlayanlardan geçilmiyordu bir ara. Sonra ve aynı zamanda kapitalizmi “sistem krizi” içinde boğmaya çalışanlar da bayağı bir bahar yaşadılar. Ortalık “Geçiş dönemi” hayallerinden geçilmez oldu desek hiç de abartmış olmayız. Bu arada, tabii bu “Geçiş Dönemi” teori ve hayalleriyle bağlam içinde kapitalizmi kaosa mahkum edenler de az değildi. “Allaha şükür” şimdi bütün bu “sevimsiz”, Marksizm-Leninizme yabancı ideolojiden kaynaklı teori kırıntılarından kurtulduk. Bu düşünceler ayrık otu gibi şimdilik yeraltına çekildiler. Eminim, yeni bir ekonomik kriz geldiğinde, dünya genelinde yeni bir halk ayaklanmalarını yükseldiğinde bunlar yeniden yeşerecektir. Ama onlar yeniden yeşermeye başlayana kadar zamanımız var. Neydi o hal öyle! Neredeyse bizi, kapitalizmin bile kendi kendine çökeceğine az kalsın inandıracaklardı!

Şimdi, kapitalist sistemin, mevcut dünya düzeninin dinamiklerini; güçler dengesindeki nicel gelişmenin hangi nitel değişime evrildiğini analiz etme vaktimiz var. Bu gelişmenin hangi ezberleri bozacağını da belirtelim:

1)Çok rekabet merkezli dünyanın yerini iki kutuplu dünya alıyor.

2)Bütünlüklü dünya ekonomisi parçalarına bölünmüş dünya ekonomisine dönüşüyor.

3)Sermaye ve üretimin uluslararasılaşması geriye dönüşümü olmayan bir süreç değildir.

4)Tedarik zincirlerinin kopması ne anlama gelir?

5)Yeni kutuplaşmanın aktörleri ve jeopolitik doktrinleri.

Burada beş ana başlık belirttik, ama duruma göre daha fazla da olabilir.

Bu makalede NATO’nun Madrid Zirvesinde kabul edilen yeni “Stratejik Konsept”inde yer alan temel anlayışları analiz edeceğiz.

Önce NATO’nun neyi savunduğuna ve savunacağına bakalım:

-“Biz... kurallara dayalı uluslararası sistemin bir kalesi olmaya devam ediyoruz.” (s. 1)

-“Avrupa güvenlik düzeni”(s. 2)

-“Kurallara dayalı uluslararası düzen” (s. 3)

-“Kurallara dayalı uluslararası düzen” (s. 4)

-“Kurallara dayalı uluslararası düzen” (s. 4)

-“Kurallara dayalı uluslararası düzen” (s. 4)

-“Kurallara dayalı uluslararası düzen” (s. 10)

-“Kurallara dayalı uluslararası düzen” (s. 10)

-“Bu düzen” (s. 10)

-“Güvenlik düzeni” (s. 11)

(Sayfa numaraları metnin Almancasına göredir.)

Peki, bu düzeni kim tehdit ediyor? NATO’nun bu yeni konseptine göre “kurallara dayalı uluslararası düzeni” Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti tehdit ediyorlar.

Nasıl tehdit ediyorlar veya ne yapıyorlar ki, NATO onların eylemini/hareketini tehdit olarak algılıyor?

Rusya Federasyonu açısından:

-“Rusya Federasyonunun Ukrayna'ya yönelik saldırganlık savaşı barışı paramparça etti ve güvenlik ortamımızı ciddi şekilde değiştirdi.” (s. 1)

-“Rusya Federasyonu, istikrarlı ve öngörülebilir bir Avrupa güvenlik düzenine katkıda bulunan normları ve ilkeleri ihlal etti.” (Madde 6, s. 2)

-“Rusya Federasyonu, Avrupa-Atlantik bölgesindeki müttefiklerin güvenliğine ve barış ve istikrara yönelik en büyük ve en güncel tehdittir.” (Madde 8, s. 3)

-“Rusya Federasyonu, nükleer kuvvetlerini modernize ediyor ve yeni ve yıkıcı çift konuşlu taşıyıcı sistemlerini genişletirken, zorlama için nükleer önlemlere işaret ediyor.”(Madde 8, s. 3)

-“NATO çatışmak istemiyor ve Rusya Federasyonuna tehdit oluşturmuyor. Rusya'nın tehditlerine ve düşmanca eylemlerine birleşik ve sorumlu bir şekilde yanıt vermeye devam edeceğiz.” (Madde 9, s. 4)

-“Düşmanca politikaları ve eylemleri göz önüne alındığında, Rusya Federasyonunu ortağımız olarak kabul edemeyiz.” (agy.)

-“Avrupa-Atlantik bölgesinde ve NATO ile Rusya Federasyonu arasında istikrar ve öngörülebilirlik için çalışıyoruz. İlişkilerimiz, Rusya Federasyonu saldırgan davranışına son vermedikçe ve uluslararası hukuka tam olarak uymadıkça değişemez.” (agy.)

Çin Halk Cumhuriyeti açısından:

“Çin Halk Cumhuriyet'nin kötü niyetli hibrit ve siber operasyonları ve çatışmacı söylemi ve dezenformasyonu müttefikleri hedef alıyor ve İttifak'ın güvenliğine zarar veriyor. Çin Halk Cumhuriyeti, kilit teknoloji ve endüstriyel sektörlerin, kritik altyapının ve stratejik malzemelerin ve tedarik zincirlerinin kontrolünü ele geçirmeye çalışıyor...

Uzay, siber ve deniz boyutları da dahil olmak üzere, kurallara dayalı uluslararası düzeni baltalamayı amaçlamaktadır.” (Madde 13, s. 4)

-“Çin Halk Cumhuriyeti'nin Avrupa-Atlantik güvenliğine yönelik sistemik tehditlerini ele almak ve NATO'nun müttefiklerin savunmasını ve güvenliğini garanti etme yeteneğini sürdürmesini sağlamak için müttefikler olarak sorumlu bir şekilde çalışacağız...

Çin Halk Cumhuriyet'nin İttifak'ı bölmeye yönelik zorlayıcı taktiklerine ve girişimlerine karşı savunma yapacağız. Ortak değerlerimiz ve kurallara dayalı uluslararası düzen için mücadele edeceğiz.” (Madde 14, s. 4)

-“... Çin Halk Cumhuriyeti'nin Avrupa-Atlantik güvenliğine yönelik sistematik meydan okumalarına karşı koyacağız.” (Madde 43, s. 10)

“Stratejik Konsept”, nasıl bir düzenin kime karşı korunacağını böyle açıklıyor.

“Stratejik Konsept”e göre, “Kurallara dayalı uluslararası düzen”in esas savunucusu NATO’dur ve NATO bunu Çin ve Rusya’ya karşı eski ve yeni müttefiklerle birlikte yapacaktır

“Adil, kapsayıcı ve kalıcı barış için çalışmaya ve kurallara dayalı uluslararası düzenin kalesi olmaya devam edeceğiz. Küresel bir bakış açısını sürdüreceğiz ve dünya barışına ve güvenliğine katkıda bulunmak için ortaklarımız, diğer ülkeler ve Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlarla yakın işbirliği içinde çalışacağız.” (s. 1)

“Stratejik Konseptimiz, NATO'nun temel görevinin 360 derecelik bir yaklaşıma dayalı toplu savunmamızı sağlamak olduğunu bir kez daha teyit etmektedir.” (s. 1)

“Stratejik Konsept,... uluslarımızı, toplumlarımızı ve ortak değerlerimizi korumayı vurgular.” (s. 2)

“Vizyonumuz açıktır: Egemenliğe, toprak bütünlüğüne, insan haklarına ve uluslararası hukuka saygı duyulan ve her ülkenin saldırganlık, zorlama veya yıkımdan uzak kendi yolunu seçebildiği bir dünyada yaşamak istiyoruz. Bu hedefleri paylaşan herkesle birlikte çalışıyoruz. Müttefikler olarak, özgürlüğümüzü savunmak ve daha barışçıl bir dünyaya katkıda bulunmak için bir aradayız.” (s. 2)

“Avrupa-Atlantik bölgesinde barış yoktur. Rusya Federasyonu, istikrarlı ve öngörülebilir bir Avrupa güvenlik düzenine katkıda bulunan normları ve ilkeleri ihlal etti. Müttefiklerin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne yönelik bir saldırı olasılığını dışlayamayız. Stratejik rekabet, yaygın istikrarsızlık ve tekrarlayan şoklar, daha geniş güvenlik ortamımızı şekillendiriyor. Karşılaştığımız tehditler küresel ve birbirine bağlıdır.” (Madde 6, s.2/3)

“Otoriter aktörler çıkarlarımızı, değerlerimizi ve demokratik yaşam biçimimizi sorguluyorlar.”( Madde 7, s. 3)

“Rusya Federasyonu, Avrupa-Atlantik bölgesindeki müttefiklerin güvenliğine ve barış ve istikrara yönelik en büyük ve en güncel tehdittir.” (Madde 8, s. 3)

“Afrika ve Orta Doğu'daki çatışma, kırılganlık ve istikrarsızlık, güvenliğimiz ve ortaklarımızın güvenliği üzerinde doğrudan bir etkiye sahiptir. NATO'nun güney komşuları, özellikle Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Sahel Bölgesi, birbirine bağlı güvenlik, demografik, ekonomik ve siyasi zorluklarla karşı karşıyadır.” (Madde 11, s. 4)

“Çin Halk Cumhuriyeti'nin belirtilen amaçları ve zorlama politikası, çıkarlarımıza, güvenliğimize ve değerlerimize meydan okuyor... Çin Halk Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu arasındaki her zamankinden daha yakın olan stratejik ortaklık ve kurallara dayalı uluslararası düzeni baltalamaya yönelik karşılıklı güçlendirici girişimleri, değerlerimize ve çıkarlarımıza aykırıdır.”(Madde 13, s. 4)

“...Çin Halk Cumhuriyeti'nin Avrupa-Atlantik güvenliğine yönelik sistematik tehditlerini ele almak ve NATO'nun sürekliliğini sağlamak için müttefikler olarak sorumlu bir şekilde çalışacağız... Bu nedenle NATO sürekli, Müttefiklerimizin güvenliğini ve savunmasını garanti altına alacak durumda kalacaktır ve ÇHC'nin İttifak'ı bölmeye yönelik zorlayıcı taktiklerine ve girişimlerine karşı savunma yapacağız. Ortak değerlerimiz ve hareket özgürlüğü de dahil olmak üzere kurallara dayalı uluslararası düzen için mücadele edeceğiz.” (Madde 14, s. 4)

“Ortaklıklar, küresel ortak varlıkları korumak, direncimizi artırmak ve kurallara dayalı uluslararası düzeni korumak için merkezi önemdedir.”(Madde 42, s. 10)

“Avrupa Birliği, NATO için eşsiz ve vazgeçilmez bir ortaktır. NATO müttefikleri ve AB üyeleri aynı değerleri paylaşıyor. NATO ve AB, dünya barışını ve güvenliğini geliştirmede tamamlayıcı, tutarlı ve karşılıklı olarak güçlendirici roller oynamaktadır.” (Madde 43, s. 10)

“İttifak değerlerini paylaşan ve İttifak gibi kurallara dayalı uluslararası düzeni korumaktan çıkarı olan ortaklarla ilişkilerimizi güçlendireceğiz. Bu düzeni savunmak, değerlerimizi sürdürmek ve bağlı oldukları sistemleri, standartları ve teknolojiyi korumak için diyaloğu ve işbirliğini güçlendireceğiz.” (Madde 44, s. 10)

“Batı Balkanlar ve Karadeniz bölgesi İttifak için stratejik öneme sahiptir. Bu bölgelerdeki ilgili ülkelerin Avrupa-Atlantik emellerini desteklemeye devam edeceğiz...

Orta Doğu ve Kuzey Afrika ve Sahel Bölgesi de dahil olmak üzere İttifak'ın stratejik çıkarlarına sahip bölgelerdeki ortak tehditleri ve güvenlik sorunlarını ele almak için ortaklarla birlikte çalışacağız.

Hint-Pasifik NATO için önemlidir, çünkü bu bölgedeki gelişmeler Avrupa-Atlantik güvenliği üzerinde anında etki yapabilir. Bölgeler arası zorlukları ele almak ve ortak güvenlik çıkarlarını sürdürmek için Hint-Pasifik'teki yeni ve mevcut ortaklarla diyalog ve işbirliğini güçlendireceğiz.” (Madde 45, s. 11)

NATO’nun yeni “Stratejik Konsept”inden yukarıya aktardığımız anlayışları teker teker yorumlamaya kalkışırsak en azından bir kitap çalışması yapmış oluruz. Bu nedenle buraya aktardığım anlayışlarını nasıl bir düzeni kime karşı nasıl ve kimlerle beraber savunmak istediğini gösteren anlayışlar olarak kabul edilmelidir.

“Kurallara dayalı uluslararası düzen” tartışması henüz başlamıştır. Yani bu konu çokça tartışılacaktır.

Buraya kadar aktardıklarımızdan yoruma gerek bırakmayan bir açıklıkla NATO çerçevesinde ve Amerikan emperyalizmi önderliğinde Batı cephesi, en azından mevcut statükoyu korumak için yeni bir dünya düzenine geçileceğini, bunun için topyekun bir mücadelenin verilmesi gerektiğini savunmaktadır.

Aslında burada söz konusu olan yeni bir düzenin savunulması değil, mevcut düzenin, dünya müesses nizamının; yeni tanımlanmasıyla “kurallara dayalı uluslararası düzen”in savunulmasıdır. Bu düzenin savunucusu olarak NATO, dolayısıyla Amerikan emperyalizmi, bu düzeni yıkmaya, kendi düzenini kurmaya çalışan düşman ve düşmanlar tespit ediyor ve tanımlıyor: Çin ve Rusya.

O halde bu düzeni savunmak demek, yaşamın her alanında bu iki düşmana karşı bütün imkanları kullanarak mücadele etmek demektir. Esas meydan okuyan Çin’dir. O halde Çin durdurulmalıdır. Onunla beraber hareket eden Rusya’dır. O halde o da durdurulmalı veya Çin’den koparılmalıdır.

ABD önderliğinde Batı dünyası, Çin ve Rusya’nın hegemonyası altında başka bir dünyadan bahsederek dünyayı iki kampa, iki kutba bölmektedir. Sorun sadece dünyanın iki kutba bölünmesiyle kalsa o kadar da önemli değil diyebiliriz. Burada söz konusu olan dünya çapında jeopolitika veya dünya jeopolitikasını doğrudan etkileyecek jeopolitika geliştirme yeteneğine ve imkanına sahip olan üç ülkenin, yani ABD, Çin ve Rusya’nın dünya hakimiyeti için kendi aralarında rekabet etmesidir. Meydan okuyan Çin’dir. “Kurallara dayalı uluslararası düzen”den dışlanan Çin ve Rusya’dır, İran’dır ve bu sayı giderek artacaktır.

Batı, kendi düzenini savunmak için kendi “değerler”ini, kendi demokrasi, barış, özgürlük anlayışını savunan yeni müttefikler kazanması gerektiğini döne döne anlatmaktadır.

Bu demektir ki, NATO bu “Stratejik Konsept”ine göre mevcut sorumluluk alanının dışında başka ülkeleri üye yapabilir veya kendi kontrolünde yeni askeri örgütler kurabilir. Sık sık bahsedilen kendi değerlerini, barış, özgürlük, demokrasi anlayışlarını paylaşan ülkelerle kurulacak yeni ilişkiler.

NATO, üye olmayan ülkeleri başka dünya, otoriter bir dünya, yani Çin ve Rusya ile tehdit ediyor. Ya bizimle birlikte “kurallara dayalı uluslararası düzen”imizi savunursunuz veya da düşmanımızsınız. Bu anlayış hiç de yeni değil. 20 Eylül 2001 tarihinde Kongrede yaptığı bir konuşmada ABD Başkanı George Bush “Her bölgedeki her devlet, şimdi karar vermelidir. Ya bizlesiniz ya da teröristlerle’’ diyordu. 21 yıl sonra aynı tehdit yeniden savruluyor.

Biden’ın “demokrasi zirvesi” hakkında Beyaz Saray’dan 11 Ağustos’ta (2021) yapılan açıklamada neyin amaçlandığına yer veriliyordu: "9 ve 10 Aralık'ta gerçekleşecek olan sanal zirve, üç ana temadaki taahhütleri ve girişimleri canlandıracak: Otoriterliğe karşı savunma, yolsuzlukla mücadele ve insan haklarına saygının teşvik edilmesi.”

Hedef, düşünce tarzı hep aynı...

NATO, “kurallara dayalı uluslararası düzen”ini savunmak için öncelikle nerede nasıl hareket edeceğini de tarif ediyor. Batı Balkanlar, Karadeniz-Kafkasya, Afrika (Kuzey Afrika, Sahel Bölgesi), Hint-Pasifik bölgesi. Bu bölgeleri birbiriyle ilişkilendirdiğimizde Çin ve Rusya’nın kenar-kuşak teorisine göre çevrelenmek istendiği görülür. Bu jeopolitik teoriye göre Avrasya’yı çevrelemek (yani Rusya ve Çin’i) için kenar-kuşak denen Batı bölgesinin ( Doğu sınırı Türkiye-Trakya’dan Kuzey kutbuna -Finlandiya/İsveç- uzanan Avrupa), Güney bölgesinin (Türkiye-Kafkasya/Hazar Havzası-Ortadoğu) ve Doğu bölgesinin (Hint-Pasifik alanı) tutulması gerekir.

NATO’nun yeni “Stratejik Konsepti” tam da bu jeopolitik oyunu gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Bu da ancak ve ancak her alanda; bu jeopoklitikaya hizmet eden her stratejik alanda mücadele demektir.

Yeni bir düzeni oluşurken her şey istenildiği, planlandığı gibi ilerlemeyecektir

Yeni dünya düzeni çatışmasız oluşmayacaktır. Ukrayna-Rusya savaşı, “kurallara dayalı uluslararası düzen”i savunmak için Batı dünyasının oluşturduğu ilk “kenar-kuşak” jeopolitik hattır.


ABD/NATO, Finlandiya ve İsveç’in de üye olmasıyla bu NATO jeopolitik hattını Kuzey kutbundan Girit adasına kadar uzatacak ve tahkim etmeye devam edecektir. Buna karşın Rusya da bu hattı kendi açısından Karadeniz-Kuzey kutbu arasında savunma hattı olarak takim edecektir; bir kısım askeri ve ekonomik gücünü bu nedenle buraya ayırmak zorunda kalacaktır.

Rusya-Çin arasında göz ardı edilemez çelişkiler var: Sibirya ve Orta Asya’nın Kazakistan bölgesi göz önünde tutulursa Çin-Rusya ittifakının oldukça aldatmaca, ABD/NATO tarafından zorlanmanın ortaya koyduğu taktiksel bir yaklaşım olduğu; bu iki gücün birbirine güvenmesinin maddi zemininin olmadığı anlaşılır.

-ABD-Çin ve ABD-Rusya arasındaki güvensizlik ne derece ise Çin ve Rusya arasındaki güvensizlik de o derecededir dersek abartmış olmayız. Çin ve Rusya arasındaki zoraki müttefiklik oldukça kırılgandır. ABD’nin saldırganlığının bir sonucudur. ABD, Rusya-Çin arasında çelişkilerin kapsam ve derinliğini bildiği için bu saldırganlığıyla aynı zamanda Rusya’yı taraf olmaya zorlamaktadır.

ABD, NATO-AB saflaşmasını sıklaştırdı, canlandırdı. Ancak, bilinmeli ki, bu oldukça sahtedir. ABD’nin talepleri, AB’nin, örneğin enerji krizinin ortaya çıkardığı gibi ABD-AB ilişkilerini yeniden gerecektir. AB’nin Polonya, Baltık ülkeleri Amerikan çıkarları için NATO şemsiyesi altında Rusya’ya karşı savaşmak isteyebilirler. Ancak, aynı tavrı Almanya’nın, Fransa’nın benimseyeceğine, Amerikan çıkarları için savaşa katılabileceklerine inanmak safdillik olur.

Almanya’nın gönülsüzlüğünün ateşli bir gönüllülüğe dönüşmesi oldukça düşündürücü: Belki de Biden ile son konuşmasında Olaf Scholz’a “yeni” Almanya’nın AB’nin yanı sıra Avrupa’da NATO’nun sorumlusu olma görevi verilmiş olabilir. Bu nedenle apar topar silahlanma gündeme getirilmiş olabilir. Bu durumda Fransa Pasifik’te olduğu gibi Avrupa’da da geri plana itilmiş olur. Alman emperyalizminin bu “heyecan”ının ne anlama geldiğini yakında görürüz.

Şunu da bilmek gerekir: Almanya 1. ve 2. dünya savaşlarında olduğu gibi yayılma imkanına pek sahip değildir. AB üzerindeki ekonomik ve siyasi etkisi şüphesiz ki tartışılmaz. Ancak jeopolitik olarak Avrupa’da Rusya, ABD-İngiltere (NATO) tarafından kuşatılmış durumdadır; kıpırdayacak hali yoktur.

Bu jeopolitik oyunda sorun, sadece Ukrayna-Rusya savaşı ve Doğu Avrupa jeopolitik hattında güç yığınağıyla sınırlı kalmayacaktır. Yeni “Stratejik Konsept”te belirtildiği gibi başka cepheler de açılacaktır. Örneğin Kafkasya, Orta Asya. ABD, gücünü dağıtmış bir Rusya istiyor.

Artık çok rekabet merkezli dünya yerini iki kutuplu dünyaya bırakacaktır. Bu geçiş, kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasının işlerliğinin ve sonuçlarının doğrudan karşımıza çıkmasıdır. Kabul edelim veya etmeyelim, NATO’nun Madrid zirvesinde kabul edilen yeni “Stratejik Konsept”i ve bu konsepte göre tarif edilen “kurallara dayalı uluslararası düzen” ancak ve ancak Batı’nın ‘çıkarlarını, değerlerini ve demokratik yaşam biçimini sorgulayan’ “Otoriter aktörler”e karşı savunulabilir.

O halde karşımızda iki kutup, iki dünya var:

Biri demokratik, barışçıl, özgürlükçü” olan Amerikan emperyalizmi önderliğindeki kutup, yani “kurallara dayalı uluslararası düzen”.

İkincisi de “Düşmanca politikaları ve eylemlerinden dolayı ilk kutbun ortağı olamayacak olan Rusya ve Avrupa-Atlantik güvenliğine yönelik sistematik meydan okuyan Çin’den oluşan kutup.

“Rusya Federasyonu, Avrupa-Atlantik bölgesindeki müttefiklerin güvenliğine ve barış ve istikrara yönelik en büyük ve en güncel tehdit” iken Çin de Batı’nın, yani ilk kutbun “çıkarlarına, güvenliğine ve değerlerine meydan okuyan” güçtür.

Bu kavramlarla oluşturulan kutupların mimarı Amerikan emperyalizmidir, savunucusu da NATO’dur.

Emperyalizm çağının gelişme seyrine, yani 1900’lerden günümüze baktığımızda dünyanın zamansal bakımdan büyük ölçüde kutuplu olduğunu görürüz.

1900-1917 dönemi

Lenin bu dönemin emperyalizmini analiz etmiştir. Dünya hakimiyeti için rekabet eden birkaç emperyalist ülke ve çok rekabet merkezli bir dünya ve dünya ekonomisi.

Sermaye ve üretimin uluslararasılaşması önünde ülke bazlı tedbirlerin ötesinde engel yoktu.

Lenin emperyalizm analizinde emperyalist ülkeleri de gücüne göre sınıflandırır:

“Kapitalizmin en üst (en modern) aşaması olarak emperyalizm”:

1. Belirleyici (tamamen bağımsız) üç ülke: İngiltere, Almanya, Birleşik Devletler.

2. İkincil (birinci sınıf, ama tam bağımsız değil) ülkeler: Fransa, Rusya, Japonya.

3. (3. sırada yer alanlar): İtalya, Avusturya-Macaristan.” (1)

Bu sınıflandırmayı ve Rusya, Çin emperyalist mi tartışmasını bir kenara koyalım. Ama şunu bilelim: Bir ülkenin emperyalist olması veya sayılması için birinci sınıf bir emperyalist ülkenin bütün özelliklerine sahip olmasına gerek yok. Bu birinci sınıf bugün ABD’dir. ‘Emperyalist dediğin ABD gibi olur’a dayanarak, bunu kıstas alarak ne günümüzde emperyalizmin gelişmişliğine ne de hangi ülkelerin emperyalist olacağına cevap verilmiş olunmaz. Lenin’in bu tanımlaması burada “yersiz” gibi gözüküyor, ama yeni kutuplaşma süreci bağlamındaki analizlerde sık sık gündeme gelecektir. Neyse...

Çok rekabet merkezli dünya dönemi Ekim Devrimiyle sonlanır.

1917-1956 dönemi

Rusya’da Ekim Devrimi dünya pazarını böler, SSCB bu pazarın dışındadır. SSCB’nin varlığı, gelişmesi sosyalist sistemin, sosyalist üretim biçimi ve dünyanın gelişmesidir. Dolayısıyla bu zaman dilimi arasında dünya birbirini dışlayan, birbirine düşman olana iki sisteme; iki kutba bölünmüştür. İki sistem arasında rekabet değil, sınıfsal düşmanlık hakimdir.

Sermaye ve üretimin uluslararasılaşma sınırı, diğer kutbun sınırıdır; yani bütün dünyayı kapsayan bir pazar, bütünleşmiş dünya pazarı yoktur.

1956-1991 dönemi

1956’da SBKP(B)’nin XX. Kongresinde sosyalizme ihanet, siyasi iktidarın Kurşçev revizyonizmi tarafından gasp edilmesi ve yıkılan sosyalizmin yerini bürokratik kapitalizmin alması ve SSCB’nin sosyal emperyalist bir ülkeye dönüşmesi aynı zamanda dünya çapında iki kutupluluğun devamı anlamına gelir. Bu dönemde “özgürlüğü”, “demokrasi”yi, “değerler”i temsil ettiğini sanan Batı dünyasının veya kapitalist dünyanın baş temsilcisi Amerikan emperyalizmidir. Batı dünyasını kendine bağlayan ABD, SSCB’nin sosyalist olmadığını bile bile ona karşı ideolojik mücadelesinde “anti-komünizm”i belirleyici silah olarak kullanır.

İdeolojik olarak “özgürlük” ve “komünizm” kavramlarının karşı karşıya olduğu bir kutuplu dünya. Bu dünyada baş aktörler bir yandan ABD/NATO/şimdiki adıyla AB, diğer taraftan SSCB, Varşova paktı ve “Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi”.

Sermaye ve üretimin uluslararasılaşma sınırı, diğer kutbun sınırıdır; yani bütün dünyayı kapsayan bir pazar, bütünleşmiş dünya pazarı yoktur.

İki kutuplu, iki süper güçlü bu dünya SSCB’nin dağılmasıyla sonlanmıştır.

1991-2022 dönemi

1990’lı yılların başından itibaren iki kutuplu dünya yıkılır. Yıkılanın yerini çok rekabet merkezli dünya alır.

Neoliberalizm hakimiyetinde sermaye ve üretimin uluslararasılaşması önünde hemen hemen bütün engeller kalkar. Bütünleşmiş bir dünya ekonomisi oluşur. Bu ekonomi çok rekabet merkezlidir. Bu süreçte emperyalistleşen ülkeler de oluşur.

Yeni dönem

Yeni dönem, yeniden iki kutupluluk, hangi tarihle başlatılır, bu ayrı bir tartışma. Ama herhalde 2022 yılıyla başlatılır. Gelişmenin yönü yıllar öncesinden beri izlense de geriye dönüşümü olmayan adımlar 2022’de atılmıştır. Hangi adımlar atılmıştır sorusuna burada cevap vermeyeceğim. (2)

NATO’nun Madrid zirvesi kararları; yukarıya aktardığımız tespitler artık yeni bir dünyaya geçişten, bu dünyanın da iki kutuplu olduğundan bahsediyor. Bir tarafta ABD/NATO önderliğinde savunulması gereken bir “kurallara dayalı uluslararası düzen” var, diğer tarafta da bu düzen karşısında düşmanca politikaları ve eylemleri olan Rusya ve Avrupa-Atlantik dünyasının güvenliğine yönelik sistematik meydan okuyan Çin var. Hedef ve düşman belli.

Batı dünyası, daha önceki kutuplu dünya koşullarında olduğu gibi şimdi dünyayı ideolojik olarak ikiye bölme koşullarına sahip değil. “Kurallara dayalı uluslararası düzen” kapitalist bir düzendir. Karşı kutup, düşman diye tespit edilen ülkeler de kapitalist ülkelerdir; etkiledikleri ülkeler de kapitalisttir. Sürekli ve sonuna kadar kullanacakları tek ayrım şudur: Batı dünyası demokrasiden, özgürlüklerden, birtakım değerlerden bahsediyor. Diğer tarafı ise Batı’nın ‘çıkarlarını, değerlerini ve demokratik yaşam biçimini sorgulayan’ “otoriter aktörler” diye tanımlıyor.

“Kurallara dayalı uluslararası düzen” savunucuları, başta da Amerikan emperyalizmi, artık diğer kampa karşı “anti-komünizm” savını kullanamayacak, en fazlasıyla “otoriter”siniz diyebilecek. Jeopolitika “demokratik”, özgürlük”çü olmak ile “otoriter” olmak kavramları arasına sıkıştırılıyor. İsteniyor ki, insanlar buna inansın, “kurallara dayalı uluslararası düzen” için mücadelenin ne denli yerinde ve haklı bir mücadele olduğunu görsünler. Oysa burada söz konusu olan, Amerikan emperyalizmi önderliğinde, hakimiyetinde bir devrin yıkılıyor ve muhtemelen/açık ki, Çin emperyalizmi önderliğinde yeni bir devrin başlıyor olmasıdır. Burada söz konusu olan, her iki tarafın bu rekabet için oluşturdukları jeopolitik doktrinlerin çatışmasıdır.

Her iki kutup varlığını kapitalist üretim biçimi çerçevesinde devam ettirecek. Aralarında kutup olarak nasıl ilişkiler gelişir, bunu göreceğiz. Ama şu kadarı açık: Her bir kutbun kendi dünya ekonomisi, kendi dünya pazarı, kendi dünya ticareti, başkaca örgütlenmeleri olacaktır.

Her iki taraf dışında kalan tarafsız ülkeler de mutlaka olacaktır. Ayrı bir örgütlenmeleri olur mu, kendi aralarında bir “tarafsızlar bloku” oluştururlar mı, bunu zaman içinde göreceğiz. Ancak, kesin olan şu ki, bu ülkeler, her iki kutup tarafında “havuç-sopa” taktiğiyle taraf olmaya zorlanacaklardır, darbelere maruz kalacaklardır, birbirleriyle savaştırılacaklardır vs.

“Kurallara dayalı uluslararası düzen”in kurumları ve Çin’in bu kurumlara paralel uluslararası kurumları

Çin emperyalizmi ne denli uyanık olduğunu gösterdi. Revizyonist- sosyal emperyalist SSCB’nin tecrübelerinden dersler çıkardı. İddiasız görünerek hazırlık yaptı. “Kurallara dayalı uluslararası düzen”in kurumlarına karşı, onlara paralel kurumlar kurdu. Aşağıdaki listede Batı dünyasının ve “otoriter” dünyanın kurumlarını görüyoruz:

Aşağıdaki grafik ve iki liste merics’in (Mercator Institute for China Studies) 23 Eylül 2014’te yayımlanan 18. sayısından alınmıştır. Yeni değil. Demek ki, Çin, Batı dünyasının kurumlarına denk düşen paralel yapıları oluşturmaya yeni başlamamış. Bir tarafta “kurallara dayalı uluslararası düzen”in kurumları, diğer tarafta da Çin’in dış politikada ve dünya ekonomisinde Batı’yı gölge gibi takip ve taklit etmek için teşvik ettiği uluslararası ve aynı zamanda manevra yapmasına olanak sağlayan paralel yapılar var. Örneğin G7’nin karşılığı BRICS’dir. Moody’s’in karşılığı “Universal Credit Rating Group’dur vs.



 

 

 

Görüyoruz ki Çin, yeni bir kutuplaşmanın kaçınılmaz olacağında hareketle hazırlanmış.

Şimdi istediğimiz kadar ‘ince elenip sık dokuyabiliriz’. Artık ne emperyalist küreselleşme ne sermaye ve üretimin geriye dönüşümü olmayan uluslararasılaşması ne şu veya bu uluslararası tekelin veya bir avuç tekelin dünya ekonomisindeki rolü tartışılıyor. Çok rekabet merkezli dünyanın bu kavramları eskidi. Şimdi kutuplara bölünmüş dünyayı tartışmakla karşı karşıyayız.

I. Dünya Savaşından sonra İngiltere’ye meydan okuyan (birçok alanda meydan okuması daha eskiye gider) Amerikan emperyalizmiydi. Bu meydan okuma İngiltere’yi tahtından etti.

Şimdi ABD’ye meydan okuyan Çin’dir. Bu gidişle Çin, ABD’yi yakında tahtından edecektir.

Emperyalizm, dünya ekonomisi, emperyalistler arası, emperyalist ülkeler arası rekabet/çelişkiler dendiğinde bütün bunları iki kutuplu dünya koşullarında tartışıyor olacağız. O koşullar, bütünleşmiş dünya ekonomisini, geriye dönüşümü olmayan emperyalist küreselleşmeyi, yani sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasını, çöken, kaosa sürüklenen kapitalizmi; bu kavramlar bağlamında kopartılan fırtınaları geride bıraktı.

Sermaye ve üretimin uluslararasılaşma diyalektiği, kapitalist üretim biçiminin bu nesnel yasası, kendiliğinden çökerttiğimiz kapitalizmi, emperyalizmi anlamamız için bize hala yol göstermektedir. İkiye bölünüyor olan bu dünyada bu yasa nasıl işlerlik bulacaktır? Her iki kampın ekonomisi kapitalist ama ayrışma var. Ayrışma jeopolitik. Her iki tarafta sermaye kendi tarafındaki hakim jeoplitikaya uymak zorundadır. Bakalım nasıl olacak!

Ama önce kırıp döktüğümüz, yok saydığımız Marksist-Leninist politik ekonomi öğretisine bakmak gerekir.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.