Header Ads

Header ADS

TROÇKİZM BALTASI, MAHİR SAYIN, SAVRAN... IV. BÖLÜM

Hasan Ozan

24 EYLÜL 2021

 "Proletarya diktatörlüğü, eski toplumun güçlerine ve geleneklerine karşı inatçı bir mücadele, kanlı ve kansız, şiddetli ve barışçıl, askeri ve iktisadi, eğitsel ve yönetsel bir mücadeledir." (Lenin)

''Diktatörlüğün zorunlu belirtisi, zorunlu önkoşulu, sınıf olarak sömürücülerin şiddet yoluyla bastırılması ve dolayısıyla bu sınıfa karşı 'saf demokrasi'nin, yani eşitlik ve özgürlüğün çiğnenmesidir... Sorun teorik olarak böyle ve yalnızca böyle konabilir.'' ''Teorik sorun farklıdır. Şöyledir; Sömürücüler sınıfına karşı demokrasi çiğnenmeden proletarya diktatörlüğü mümkün müdür?'' (Lenin, iLa.)

Yukarıdaki alıntılar, Lenin'in teorisinin özünü yansıtmaktadır. Bu teoriyi içselleştirmeyen, teorinin pratik-politikada ifadesini bulan ve bulacak olan dolayımını yadsıyan her renkten akım ve birey kaçınılmaz olarak burjuva liberalizminin propagandisti haline gelmektedir.

Burjuva ve küçük burjuva ideologlar Marksizm-Leninizm'e, sosyalizme, sosyalist inşanın tarihsel deneyimine ideolojik olarak saldırırken özenle proletarya diktatörlüğünü salt zora indirgemektedirler. Dün olduğu gibi bugün de aynı ideolojik saldırı ve siyasi teşhir kampanyası bütün yoğunluğuyla devam etmektedir. Böylece proletarya diktatörlüğü teorisi, Lenin ve Stalin'in sosyalist devleti, ''Stalinizm''* terörle aynılaştırarak/indirgenerek teşhir edilmektedir. Sosyalizm, Marksizm maskeli akımlar da bu propagandanın ''sol'' sac ayağı ve emniyet subabı olarak kullanılmaktadır. Aynı demagoji ve manipülasyon ''Troçki Dosyası''na da (''Troçki Cinayeti'') damgasını basmıştır. Kuşkusuz ki, dosyanın fikirsel liderliğini Troçki ve ''Dosya''ya makale yazmış olan Sungur Savran'lar yapmaktadır. Sayıngiller çok sonra hidayete erdikleri için Troçkist propagandaya geç yedeklenmiştir. Tıpkı komünist hareketin/öncünün saflarında ortaya çıkan Troçkistler gibi. Haksızlık etmeyelim Sayın, bizimkilerden farklı olarak tipik bir Troçkist falan değildir.

''Demokratik sosyalizm'', ''özgürlükçü sosyalizm'', ''işçi demokrasisi'', ''doğrudan demokrasi'', ''radikal demokrasi'' vbg. kavramlar ardına sığınarak ağızlarına proletarya diktatörlüğünü almayan, proletarya diktatörlüğünün teorisine ve tarihsel deneyimine öfkeyle saldıranlar, burjuva liberal ideolojinin değişik varyantlarına tekabül etmektedir. Böylece aynı zamanda ''terör''le, devrimle, proletarya diktatörlüğü ile araya sınır çektiklerini ve ne yaman özgürlükçüler, demokratlar olduklarını kanıtlamaya çalışmaktadır.

Proletarya diktatörlüğü, devrilmiş sınıflar ve onlarla birleşenler için diktatörlük, proletarya ve halklar için demokrasidir. Ve proletarya diktatörlüğü, partinin önderliğinde ekonomik devrimi, siyasi devrimi, kültürel devrimi geliştirmekle yükümlü tarihsel olarak geçici bir araçtır. Bu devrim bütünleşik ve kesintisiz bir devrim sürecidir ve tüm bu tarihsel geçiş sürecinde sınıf mücadelesi iç ve küresel alanda dünya proleter devrimine ve nihai amaç olan komünizm amacına bağlanmış tarzda sürer. Sosyalist inşa sürecinde, somut koşullara bağlı olarak kesintisiz devrimin ve inşanın önüne şu veya bu alandaki görev ya da görevler çıkabilir. Demokrasi ve diktatörlük bu koşullara bağlı olarak yeniden ve yeniden şekillenerek gelişir. Ve bu süreç mekanik değil, diyalektik bir süreçtir. Sosyalist demokrasi bütün bu geçiş sürecin ruhunu oluşturur ve devrimci zor, sosyalist demokrasinin olmazsa olmaz bir bileşenidir. Demokrasi ile diktatörlüğü karşı karşıya koyan iki yüzlü burjuvazidir ve onu izleyen küçük burjuva demokratlarıdır. Gösterilmek istendiği gibi proletarya diktatörlüğü milyonları, on milyonları, kendi nüfusunu yok etmek için değil, aksine SSCB örneğinde de görüldüğü gibi, toplumun maddi ve tinsel gereksinmeleri için azami gelişme sağlamak, sosyalist sistemin meşruiyetini, sosyalist yasallığı yıkmak isteyen ama toplam nüfusun ancak küçük bir kesimi oluşturan gericiliği, karşı-devrimi ezmek için vardır. Kapitalizmden komünizme geçiş sürecinin küresel ölçekte tamamlandığı koşularda artık demokrasiden de bahsedilemez. Sınıflarla birlikte sınıf mücadelesinin aracı ve simgesi olan tüm araçlar ve biçimler gibi o arada demokrasi de asar-ı atika müzesinde yerini alır ve böylece, yeni bir çağ başlar; özgürlükler çağı, özgürlük çağı yeni tarihsel sürece damgasını basar.

SSCB sürecinde ortaya çıkan ağır zaaflar, olağanüstü koşullarla kuşatılmış ve tarihte ilk olan, geride herhangi bir sosyalist inşa deneyiminin olmadığı, teorinin (ve pratik-politikanın) acilen geliştirilmesi gerektiği bir tarih kesitinde kurulmaya çalışılan sosyalizm gerçeğiyle bağlıdır. Hele de tarihte bir ilk olan sosyalist kurucu çalışmada zaaflardan azade bir sosyalizm kurulabileceğini düşünmek sadece idealist bir ütopyadır. Fakat liberal ve Troçkist propagandanın göstermek istediği gibi, proletarya diktatörlüğü proletarya ve halka karşı değil, dar anlamda kullanacak olursak, devrilmiş gericiliğe ve süreç içinde onlarla birleşerek sosyalist iktidarı yıkmak için savaşan kesimlere karşı zordur. Ki bu sorunun temelinde bir bütün olarak özel mülkiyet dünyasının iç ve küresel alanda kesintisiz/sürekli devrimle her cephede tasfiyesi durur. Tarihte zorun, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde sosyalist zorun uygulanması olgusu, bu temelde yükselir, işlevselleşir ve söner.

SSCB'de ''milyonların katledilmesi'' demagojisinin en önemli ve belirleyici unsurunu kır burjuvazisinin mülksüzleştirilmesi ve siyasal bakımdan ezilmesi durmaktadır. (Bilindiği gibi Rusya'da Ekim Devrimi'nin zafer kazandığı dönemde nüfusun %80'nini köylülük oluşturmaktaydı.) Kırların burjuvazisi olan kulak sınıfına karşı kısıtlama politikasından sınıf olarak yok etme politikasına (1929) geçiş ve bu geçiş sürecinde kır burjuvazisinin mülksüzleştirilmesi, devlet ve kitlelerin devrimci zoruyla ezilmesi tarihsel ve politik bakımdan haklı, meşru, kaçınılmaz bir hak ve zordu. Kırlarda başlayan devrimin İkinci Ekim Devrimi olarak tanımlanması tarihsel bir gerçeği dile getirmektedir. Kulak sınıfı her fırsatta proletarya diktatörlüğünü yıkmak için savaşmış, hele de sınıf olarak yok edilme aşamasında her türlü gerici terörü kullanmış, katliamlar gerçekleştirmiş, parti ve devlet yöneticilerine, yerel sovyetlere ve kitlelere karşı suikast dahil her türlü kirli saldırıyı gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla sosyalist devletin, proleter ve emekçi köylülüğün devrimci zoru tümüyle gerekli, vazgeçilemez bir zorunluluktu. Üstelik daha sonra üzerinde duracağımız gibi, ölüm cezasıyla yok edilenler mülksüzleştirilen kulakların daha dar kategorisidir. Kulakların devrimci tasfiyesi, gösterilmek istendiği gibi tüm kulakların devrimci terörle yok edilmesi/öldürülmesi falan değildir. Bu sahte ve kirli propaganda, aşağılık burjuvazi ve yandaşlarının propagandasıdır. Kuşkusuz ki, kır burjuvazisi olan, kırsal kapitalizm olan kulak sınıfı (zengin köylülük) gönüllü olarak ayrıcalıklarından vazgeçseydi, sosyalist meşruiyete ve yasallığa sadık kalsaydı, bu durumda, bu sınıfa karşı zor uygulamak saçma olurdu. Fakat durumun tam tersi olduğunu biliyoruz. Dünyanın neresinde olursa olsun, cenneti yaşayan ama milyonlara, milyarlara cehennemi yaşatan sömürücü sınıflar ayrıcalıklarından ve üstünlüklerinden gönüllü olarak vazgeçtikleri koşullarda, bu durumda, onlara karşı, devrimci zor uygulanmak gibi bir sorun olmayacaktır.

(Nazi Almanyası tarafından Rusça hazırlanan propaganda posteri-''Kahrolsun Bolşevizm!'')

Marksizm-Leninizm'e, sosyalist inşaya, sosyalist deneyime, ''Stalinizm''e fütursuzca saldıranlar buyursun gitsin enerjilerini, yeteneklerini, politik dehalarını dünya burjuvazini ikna etmeyi adasınlar. Bu denemeden çıkacak sonuç, evet kardeşler, özgürlükçü demokratlar haklısınız, biz cennetimizden vazgeçerek tüm toplumsal zenginliklerimizi proletaryaya, onun önderliğindeki milyarlara devredeceğiz, bugüne kadar bunu yapmamakla suç işledik, ama artık pişmanız derse ve pratik olarak mülksüzleştirilmeyi, iktidarı terk etmeyi, tüm ayrıcalıklarından vazgeçmeyi ve proletarya diktatörlüğüne karşı bir direniş göstermeyeceklerini kabul ederse, bu durumda komünistler ve devrimciler de devrimci ezme politikasından vazgeçeceklerdir. Eğer önerdiğimiz (burjuvaziyi ikna) gibi bu duruşu sergileyecek ''özgürlükçü sosyalist''ler haklı çıkarsa, yapılacak tek şey, ''özgürlükçü sosyalist''lere özeleştiri yapmak olacak ve bu dahiyane yol göstericilikleri örnek alınacak ve onaylanacaktır. Böylece ''Marksizm'', ''Marksizm-Leninizm'' yenilenip geliştirilecektir vs.

(Almanya'da Spartakis Birliği karşıtı bir poster, 1919)

Ama bu liberal gerici bir düştür, tarihsel gelişmenin, sınıflar mücadelesinin, sosyalist inşanın deneyimi bu gerçeği kanıtlamıştır ve her gün değil, her salisya kanıtlamaya da devam etmektedir. ''Stalinizm'', yani Marksizm-Leninizm düşmanlığı yapanların da bunun olanklı olamadığını bilmediklerini düşünmek ise, gerçeklerle bağdaşmaz.

Doğrudur kırların sosyalist dönüşümü sürecinde ağır zaaflar da sergilenmiştir. Başlangıçta, parti politikasına aykırı olarak orta köylülüğün önemli bir kesimi de hedef alınmıştır ama bunun önüne hızla geçen de, bu uygulamaları mahkum eden de, kamuoyu nezdinde özeleştirisini yapan da Stalin ve partisi olmuştur.

Bu gerçekleri kavramayan, dahası ''köylülüğün terörle'' cezalandırıldığı, on milyonlarca ''köylü''nün yok edildiği vs. propagandasına ortak olanlar gerçekte burjuvaziye, onun yalan fırtınasına ortak olmaktadırlar. Bu demagoji ve manipülasyonun sözde sosyalist sahiplenicileri, kulaklara karşı uygulanan ekonomik ve siyasi baskıyı ve devrimci zoru tüm köylülüğü hedef almış gibi lanse ederek burjuvazinin, Troçkizm'in, sosyal demokrasinin, Kruşçevciliğin gerici ideolojik saldırısını tekrarlamaktadırlar. Stalin önderliğinde parti ve devlet, köylülüğün nispeten geniş ama küçük bölümünü oluşturan kulaklara karşı, 1929'da başlatılan atılım ve devrimin zaferinin kanıtladığı gibi, proletarya ve emekçi köylülükle sağlam bir bağlaşma kurmayı başararak kırları sosyalist temelde örgütlemiştir. Zaten SSCB nüfusunun en büyük bölümünü oluşturan emekçi köylülüğün desteği kazanılmamış olsaydı ne Ekim Devrimi ayakta kalabilir ne de kırların sosyalist dönüşümü başarılabilirdi.

Proletarya diktatörlüğü sınıflı toplumun ifadesidir. Sosyalist inşa sürecinde burjuvazinin ve küçük burjuvazinin proletarya diktatörlüğüne karşı sınıf mücadelesi yürütmesi nesnel ve kaçınılmaz bir olgudur. Uzlaşmaz karşıtlığa dayanan kapitalist yolla sosyalist yol arasında süren sınıf mücadelesi, sosyalist inşanın ve proletarya diktatörlüğünün içerisinde geçtiği somut tarihsel koşullara ve güç dengelerine göre şekillenir. Sınıf mücadelesi kaçınılmaz olarak yeni tarihsel koşullarda yeni biçimler alarak gelişir. Komünist partisi tam da bu keskin mücadelenin merkezindedir. Dolayısıyla bu nesnel durumun parti içerisine yansımaları da kaçınılmazdır. Bu olgu, parti içerisinde de keskin mücadelelerin patlak vermesini koşullar, biçimlendirir. Sözgelimi 30'lu yıllarda Buharincilik kırsal kapitalizmin ikinci bir Ekim Devrimi ile yok edilmesine karşı bir mücadele platformu olarak şekillenmiştir. Kırsal kapitalizmin yıkılması/tasfiyesi, buna eşlik eden küçük ölçekli mülkiyetin büyük ölçekli kolektif çiftlik harekatı içerisine çekilmesine karşı geliştirilen mücadele, o koşullarda Troçki ve Buharin çizgisinde somutlaşmıştır. Sınıf çıkarları nesneldir, özel mülkiyetçi temele oturan her sınıf ve tabaka kendi bu nesnel sınıfsal çıkarlarına bağlı olarak direnir, savaşır. Bunda anormal olan bir şey de yoktur. SSCB gerçeğinde de bu olgu, Ekim Devrim'in zaferi ve proletarya diktatörlüğünün kurulmasından sonra da (''Savaş komünizmi'', NEP, sosyalist sanayileşme vb.) çarpıcı biçimler alarak devam etmiştir. Ve kapitalist yolun temsilcileri, farklı biçimler alarak ortaya çıkan yönelimlerle, programlarla, pratik-politik duruşlarla temsil ettikleri sınıfın gereksinmelerine kendince yanıt olmaya çalışmıştır. Bu mücadelede kazanan Marksizm-Leninizm, proletarya, proletarya diktatörlüğü ve sosyalist inşa çizgisi olmuştur. Yenilenler çizgilerinin nesnel karakteri, gereği, gereksinmeleri temelinde giderek uluslararası sermaye ile, değişik burjuva devletlerle birleşerek sosyalist devleti yıkmak, sosyalizmi tasfiye etmek için kaynaştılar. Olabilir, kendi siyasi çizgilerinin ''sosyalizmin sorunları''na çözüm getireceğine inanmış olabilirler ama inanmakla, izledikleri çizginin nesnel karakteri ve bu olgunun onları sürükleyip götürdüğü yer farklıdır. Ne Troçki, Zinovyev, Kamenev ne de Buharin baştan beri emperyalizminin ajanlarıydı. Fikirlerin, iktidar mücadelesinin nesnel karakteri var, sosyalist geçiş toplumunda da sosyalizm adına ileri sürülen, geliştirilen programlar iktidarlaşmak ister, bu amaçla mücadele eder.

Fikirler salt fikirler olarak kalmaz. Örneğin, bu fikirlerin temsilcileri, zalim mi zalim ''Stalinist diktatörlüğü'' yıkmak için politik hamleler yapar, yenilgi üstüne yenilgi alır ama bu, küçük burjuvazinin sözcülerini, liderlerini daha da kinlendirir, sosyalist meşruluk ve yasallıkla bağdaşmayan, onu yadsıyan yıkıcı-gerici mücadeleye yöneltir ve süreç, kaçınılmaz olarak iç ve uluslararası burjuvazinin saflarına geçişi getirir, getirmiştir. Bu gerçek bilince çıkarılmadıktan sonra, iyilik ve kötülük üzerine söylenen sözler, analizler vs. boş laftan ibarettir.

Yalnız Buharin değil, emekçi köylülüğe en ufak sempatisi bile olmayan Troçki de zengin köylülüğün tasfiyesini bir bütün olarak köylülüğün terörle tasfiyesi, köylü sınıfının ''Stalinist terör''le vs. cezalandırması olarak olarak lanse eder.

Burjuvaziye karşı uzlaşmaz savaşçı, Ekim Devrimi’nin önderi, ''sürekli devrimi''le dünya burjuvazisini amansızca yok edeceğini söyleyen ve söylenen sözde Bolşevik-Leninist Troçki, Stalin ve SBKP (B) önderliğinde başlatılan ve ikinci bir Ekim Devrimini ifade eden tarımın kolektifleştirilmesini, kır burjuvazisinin tasfiye tarihsel eylemini, İ. Deutscher'in anlatımıyla, ''yani ‘kulak’ların tasfiyesini’ bir felaket sayıyordu.' Tarımın kolektifleştirilmesini Stalinci bürokrasinin köylülüğü hedef alan gerici zor ve şiddet eylemi olarak lanse ediyordu. 'Kolektif çiftlik yapısının ikide birde çökme tehlikesiyle karşılaştığına inanmaktaydı.'Troçki sürgün yerinden boyuna Stalinci Politbüro’ya sesleniyor, bu yaban teşebbüsten vazgeçilmesini, köylerdeki barbarlığa karşı yine barbarca yapılan savaşın durdurulmasını, Marksist-Leninist geleneğin zorunlu kıldığı daha uygar bir yol seçilmesini istiyordu: Politbüro, köylü ile geniş bir anlaşmaya (ki, siz kulak sınıfı ile diye okuyun-bn.) doğru gitmeli, köylüyü kolektifleştirmeye zorlamakla (yani ikinci bir Ekim Devrimi yapmakla diye okuyun-bn.) bir hata işlediklerini bütün ulus (siz kulak sınıfı ve dünya burjuvazisi karşısında diye okuyun-bn.) karşısında itiraf etmeli ve kolektif çiftliklerden ayrılmak, özel çiftçiliğe dönmek isteyenlerin bunu yapmakta serbest olduklarını ilan etmeliydiTroçki böyle bir davranışın birçok kolektif çiftliğin ve belki de çoğunluğunun dağılmasıyla sonuçlanacağını elbette biliyordu;…Troçki Muhalefetin iktidara geçmesi halinde bu politikayı uygulayacağını söylüyordu.' İşte size kapitalizmin ve burjuvazinin sözde amansız düşmanı Troçki’nin gerçek yüzü!!!

Ama sadece bu kadar da değil; peki Troçki, uluslararası sermayenin ve devrilmiş gericiliğin SSCB’deki öncü birliği, en önemli sınıfsal dayanağı durumunda olan kır burjuvazisini bu şekilde destekler ve tarımın sosyalistleştirilmesine karşı böylesine gerici, karşı-devrimci, sınıf işbirlikçisi bir politika izler ve yukarıdaki çağrıyı yaparken acaba hedefi neydi?

Onu da, yine I. Deutscher’den birlikte okuyalım:

'Stalinci Politbüro’ya göre, köylü ile (köylü ile değil, kulaklar!-bn.) böyle bir uzlaşmaya gitmenin artık vakti geçmişti. 1929 sonbaharından beri parti ve devlet bütün gücüyle bu mücadeleye katılmıştı; derinlemesine bir geri çekilme büyük bir bozgunla sona erebilirdi…imkansızdı. Hükümet, köylülerin kolektif çiftliklerden ayrılmasını serbest bırakmış olsaydı bütün bir tarım yapısı birdenbire çöker ve ortada kolektif çiftlik diye bir şey kalmazdı. Sonra da özel çiftliğin eski biçimine girebilmesi ve alışılagelen yolda işlemeye başlaması için de zaman lazımdı. Bu arada üretim ve yiyecek maddeleri arzı yeniden azalır ve sanayi kalkınması da birdenbire gerilerdi…Kolektifleştirmeden vazgeçme hareketi kolektifleştirme zamanındaki kadar çılgınca ve şiddetli hareketlere yol açardı.' Yani tam bir kaos ve yıkım! Devrilmiş gericiliğin ayaklanması! Muhtemelen proletarya diktatörlüğünün yıkımı ve yenilgisi! İşte Troçki’nin istediği şey de bu!!! Deutscher, devamla şunları yazar: 'Belki de, ülkeyi karşı-ihtilale kadar gitmeden yatıştırabilmek için, geçmişi temiz insanlardan ve Muhalefetten kurulu bir hükümetin iş başına gelmesi gerekirdi: İşte Troçki buna inanıyordu.” (Troçki, Kovulan Sosyalist, s.133-134-135, iba.)

Demek ki Troçki’nin derdi iktidarı ele geçirebilmek. Demek ki Troçki için iktidar her şeydir. Proletarya diktatörlüğünün ve sosyalizmin yıkılması için derin bir kriz çıkartmak, bunun için her türlü provokasyon, manipülasyon, entrika, vs. vs., işte makyavelist Troçki’nin ve Troçkizm’in gerçek yüzü! Fazla söze gerek var mı!'' (Alıntılar, Hasan Ozan, SSCB'de Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları, Tarihi Dersler)

Acaba Mahir Sayın'ın Troçki'nin bu sözde analizlerinden haberi haberi yok mu? Olmadığını düşünmek saflık olur. Ki Sayın da SSCB'de olan bitenleri ''uygarlık''la bağdaşmaz buluyor. Olmaz olsaydı bu ''milyonların kanını döken'' sosyalizm, başımıza neler açtı neler vs. diyor. Stalin deyince artık aklına otomatik olarak kan dökücülük, vahşet, dehşet geliyor. Ve SSCB'nin Stalin liderliğinde terör ve katliamlarla yönetildiğini savunuyor. İnsanlar, partiler bir kere burjuvazinin, Troçkizm'in, Kruşçevciliğin, Gorbaçovculuğun, Avro-komünizmin yalanlarını gerçek kabul etmesin, etti mi gidilecek yer, yapılacak propaganda ve ajitasyon zaten baştan bellidir.

Burjuvazinin insandan, toplumsan, insan haklarından, demokrasiden, adaletten, uygarlıktan anladığı tek şey, kendi sınıfsal çıkarıdır, devrilmiş gericiliğe ve kulaklara özgürlüktür. Yani sömürücü sınıflara karşı mücadele eden, burjuva egemenliği yıkan, sosyalist inşaya girişen herkes insan haklarına, demokrasi ve özgürlüğe, adalet ve eşitliğe düşmandır. ''Stalinizm''in, ''Stalinist diktatörlüğün'' milyonların kanını dökmesi meselesinin özü ve özeti de burada yatmaktadır; fakat ileride üzerinde duracağımız gibi, bu sorun, daha kapsamlıdır. Bu tartışmalarda ve ideolojik saldırılarda söz konusu olan, örneğin, sosyalist inşa sürecinde yapılan haksızlıklar, aşırılıklar, sosyalist demokrasinin işlemesindeki ağır kusurlar ve yetersizlikler, politik yabancılaşma, parti ve devlet kültü sapması, ayrıcalıklı yeni tip bir küçük burjuva tabakanın doğuşu ve gelişmesi, bürokratlaşma vs. değil, gerçeklerin sayısız biçimlerde çarpıtılarak sosyalizmin vahşet, dehşet, katliam, soykırım toplumu ve rejimi olarak gösterilmesidir. Bu gerçek bir an olsun bile unutulmamalıdır.

Lenin zamanında şu gerçeği boşu boşuna ısrarla vurgulamamıştı;

''ÇOK ZORLUKLARI AŞMAMIZ GEREKECEK, ÇOK ÖZVERİDE BULUNACAK VE ÇOK HATA YAPACAĞIZ ÇÜNKÜ BU, KİTAPLARDA HİÇBİR ŞEY BULUNMAYAN, TARİHTE ÖRNEĞİ OLMAYAN YENİ BİR ESERDİR. ELBETTE BU TARİHTEKİ EN BÜYÜK VE EN ZOR GEÇİŞTİR, FAKAT BAŞKA TÜRLÜ BU DEV GEÇİŞ GERÇEKLEŞTİRİLEMEZ.'' (SEÇME ESERLER, C. 7, S. 282)

Keza Lenin;

Sorunun özünü ele aldığımızda ise-tarihte hiçbir yeni üretim tarzının, uzun bir başarısızlıklar, hatalar, geri tepmeler dizisi olmadan bir çırpıda kök saldığı görülmüş müdür…'' der.

Yaşadığımız tarihsel deneyimler Lenin'i haklı çıkardığı gibi aynı zamanda ''tatlı su sosyalistleri''nin, yenilgiye teslim olmuş tasfiyeci siyasi çevrelerin gerçeğini kavramamıza da yol göstermektedir.

Bernsteincı, Kautskyci, Troçkist, Frankfurtçu, Titocu, Kruşçevci, Lacluacı, Negrici, Çavezci vs. ''Marksizm''lerin, ''sosyalizm''lerin burjuva liberal demokrasi ve diktatörlük teorileri peşinde koşanların, onların teori ve politikalarını yenilik olarak pazarlayanların sosyalizm ve komünizm, dünya proleter devrimi gibi herhangi bir sorunu yoktur. Nesnel gerçek budur. İlgilendiğimiz olgu da budur. ''Marksist'', ''sosyalist'' lafazanlıkla bu gerçeklerin üstünün örtülmesine izin verilemez. Burada iyi ya da kötü niyet meselesinin bir önemi yoktur. Ve Lenin'in, ''Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir.'' sözlerini, ''iyi niyetli oportünistlerin'' bilinçli oportünistlerden daha tehlikeli olduğu uyarısını da asla unutmamalıyız.

Mahir Sayın'a göre, özellikle Stalin tarafından milyonlar (kimilerine göre de on milyon, 60 milyon, hatta 100 milyon!) yok edilmiş. Bu da SSCB'de gerçekleşen sosyalist inşanın ve proletarya diktatörlüğünün kanlı mı kanlı bir diktatörlük olduğunu göstermişmiş. Bu propaganda ve ajitasyon, burjuvazi ve Troçkizm, sosyal demokrasi ve Kruşçevcilik vs. tarafından örgütlenegelmiş sahte propagandadır. Eh Mahir Sayın da, olmaz olsun böyle sosyalizm, başımıza neler açtı neler, bari Çarlık yıkılmasaydı da... demektedir. Milyonları korumak için milyonlar yok edildi iddiasında bulunmaktadır. ''Tasfiye partiden çıkarma değil fiziken yok etme anlamına gelmektedir onun (Stalin-bn.) için.''  sahte iddiasında olduğu gibi Mahir Sayın yeni hiç bir şey söylememektedir; zaten onlarca yıl önce söylenenleri tekrarlamaktadır. Biliyoruz ki şu veya bu burjuva, burjuva revizyonist tarihçinin, Kruşçevciliğin vs. sözde iddialarına dayanarak bilmem ne kadar milyonun kanı akıtıldığını ileri sürmek sistematik bir şekilde 'kanıt'' olarak lanse edilmektedir. Bu bir ''toplum mühendisliği'', ''halkla ilişkiler uzmanlığı'', manipülasyon sanatının operasyonudur. Sözgelimi bu bakımdan Grover Furr'un ''Hruşçov'un Yalanları'' kitabını incelemek de son derece aydınlatıcıdır. 1930'lu yıllarda yapılan yargılamalar meselesini başlı başına daha ilerde ele alacağımızı hatırlatıp şimdilik geçiyoruz.

Beşinci dipnotta şunları yazmış Sayın;

'' Bu çok netameli, tehlikeli bir kavramdır. Çoğunlukla bu laf 'sosyalizmi emperyalist saldırıya karşı korumak' perdesi arkasına gizlense de bunu arada bir ama halkı denetleme ve 'sosyalizmi onlara karsı koruma' işini sürekli olarak yapar. Bu mantıkta olan General Jaruselski Polonya’da 'sosyalizmi korumak için' askeri darbeye bile başvurabildi. Eğer sosyalist devlet dediğimiz işçi sınıfının Sovyetler aracılığıyla egemen sınıf olarak örgütlenmesi ise ve bu koruma sokaklara dökülen işçilere karşı gerçekleşiyor ise, diğer korunan 'sosyalizm' ne olmaktadır?''

''General Jaruselski'', 1981 yılında Polonya proletaryasına karşı sosyal faşist askeri darbe gerçekleştiren zat-ı muhteremdir. Kruşçevci kızıl maskeli karşı devrim sonrası Polonya'da sosyalizm çoktan tasfiye edilmişti**. Kaldı ki, yaşamınız boyu revizyonist/kapitalist kampı ve sosyal emperyalizmi sosyalizm olarak ilan eden, savunan sizlerdiniz, orta yolcu cepheydi. Kalkıp sosyal faşist askeri darbeyi anti-Leninist, anti-Stalinist kampanyaya dayanak yapmak baştan aşağı yanlıştır.

Evet, ''Halk düşmanı'', ''sosyalizmi emperyalist saldırıya karşı korumak'', ''Bu çok netameli, tehlikeli bir kavramdır.'' Öncelikle emperyalist saldırıya ve kuşatmaya karşı sosyalizmi korumak ve geliştirmek proletaryanın, her sosyalist sistemin, proletarya diktatörlüğünün görevidir. Bu saldırılar hep oldu ve olacak. Sosyalist inşa sürecinde emperyalizme, kapitalizme, faşizme karşı mücadele maskesi giyerek Sovyet proletaryasına ve halkına zarar veren sapmalar, eğilimler, kışkıtmalar ortaya çıktı. Fakat bu doğru yaklaşımın proletarya ve halka karşı bir baskıya dönüşme olasılığı ile dönüşmüş olması iki farklı durumdur. Lenin ve Stalin döneminde birinci olasılık/tehlike SSCB somutunda da bir olguydu ama teorik ve pratik olarak bu olasılığın ve bu doğrultudaki sapmaların, aşırılıkların önüne geçilebildi. İkinci durum ise, başlıca olarak SSCB'de ve sosyalist kampta proletarya diktatörlüğünün ve sosyalizmin tasfiyesi sürecinde giderek egemen hale geldi. Bu olgunun temelinde Kruşçevci modern revizyonist karşı devrimle başlayan ve giderek bir olguya dönüşen kapitalizmin restorasyonu realitesi bulunmaktadır. Bu iki tarihsel dönemi sosyalizm olarak kabul etmek nesnel gerçeğe, tarihsel deneyime aykırıdır. Her iki tarihsel kesiti sosyalizm olarak görenlerin yeni tip SSCB burjuva devletinin yönlendirmesiyle Jaruselski önderliğinde yapılan askeri darbeyi proletarya diktatörlüğünün işçi sınıfına ve kitlelere baskısı ve saldırısı olarak görmesi ya da benzer bir yaklaşım sergilemesi anlaşılırdır ama yanlıştır. Söz konusu askeri darbe Polonya proletaryasından ve halkından kopmuş yeni tip burjuvazinin ve devletinin gerici, karşı devrimci, sosyal faşist darbesiydi. Gerçek budur. 1956 sonrası kapitalizmin yeni tipten restorasyonu ile açılan ve gelişen sürecin günahları Leninci, Stalinci sosyalist geçmişe fatura edilemez. Aslında bu fatura, aynı zamanda bu nesnel gerçekleri kavramayarak revizyonist/kapitalist sistemi onlarca yıl sosyalizm olarak lanse edilenlere de kesilmelidir.

DEVAM EDECEK

* ''Çıkış kaynağı hakkındaki şüpheler ne olursa olsun, soğuk savaşın, 1947 yılı boyunca, 'Britanya’da ve yurtdışında anti-komünist propagandayı yaymak' amacıyla, Dışişleri bünyesinde, Enformasyon Araştırma Departmanı (IRD) olarak bilinen özel bir departman oluşturan İşçi Partisi hükümeti tarafından İngiltere’de kurumsallaştırılmış olduğu konusunda hiçbir şüpheye yer yoktur.''

''1947’de kurulan Departmanın fikir babası Dış İşleri Bakanı Cristopher Mayhew’di. Mayhew, Ernest Bevin’e 17 Ekim 1947 tarihli mektubunda, Ruslara karşı özellikle bu amaç için kurulmuş olan dış işleri bürosu eliyle yürütülecek gizli bir 'karşı propaganda saldırısı' öneriyordu.  ''

''Mayhew bu toplantıda görüşlerini şu şekilde sundu: kampanya mümkün olduğu kadar sosyal demokratların yararına sonuç vermeliydi, ama, diyordu, 'statükonun savunucuları olarak görünmemeliyiz ve bundan kaçınmak için Rus komünizmine olduğu kadar kapitalizme ve emperyalizme de saldırmalıyız.' ''

''Bu olaydan sonra, IRD dışişleri konularına yoğunlaştı, 1948 Ekim’inde, 'Stalinist tiranlık ve çalışma kampları' temalı bir saldırı kampanyası başlatıldı. Bu ve benzer 'enformasyonlar' gazetecilere ve yayıncılara özel zarflarda yollanıyordu, böylece bunların kaynağı konusunda hiçbir şüpheleri olmuyordu.' Ancak bu dokümanların resmi politikayı temsil etmediği ve gerekli yerlerde kullanıldıktan sonra ihtiyaç kalmayınca yok edilmeleri özenle belirtiliyordu. '' (Soğuk Savaşın Kökenleri, Ernie Trory. İlk kez Stalin Arşivi tarafından Türkçeleştirilmiştir.)

''CIA; Sidney Hook ve Melvin Lasky’nin önayak olmasıyla Kültürel Özgürlük Kongresi’ne kaynak sağlayan bir aygıt, her türden 'anti-Stalinist' solcu ve sağcıyı bir araya getiren bir çeşit kültürel NATO işlevi görmekteydi. Bunlar Batı’nın kültürel ve siyasal değerlerini savunmakta, 'Stalinist totalitaryanizme' saldırmakta ve ABD ırkçılığı ve emperyalizminin dolayında dans etmekte tamamen özgür bırakılmışlardı. CIA destekli gazetelerde ABD toplumuna yönelik ucundan kıyısından ayrıntıya ilişkin eleştiriler getiren yazılar ancak istisnai olarak yer bulabilirdi.

CIA’in kaynak sağladığı bu aydınlar koleksiyonuna ilişkin özellikle tuhaf olan yalnızca bunların aşırı politik taraflılıkları değildi, bunlar kendilerini aynı zamanda, Stalinist aygıtın çürümüş 'uşak' ruhlu 'ucuz kiralık yazarları' karşısında, tarafsız araştırmacılar, putları yıkan hümanistler, özgür ruhlu aydınlar ya da sanat için sanat yapan sanatçılar olarak gösteriyorlardı.''

Tom Braden CIA’in Uluslararası Örgütler Şube yöneticisidir;

''Braden’a göre CIA, yine CIA’den Cord Meyer’in, Hook, Kristol ve Lasky’nin anti-Stalinist entelektüel çalışmalarından söz ederken kullandığı deyimle 'edebi gevezeliklerini' finanse etti. Kendinden menkul 'Demokratik Sol' yayınlardan (Encounter, New Leader, Partisan Review gibi) en saygın ve ünlü olanlarına gelince, Braden, onlara ayrılan paranın CIA’den geldiğini ve 'Encounter dergisinin editörünün bir ajan olduğunu' yazdı. Braden 1953 yılında 'her alanda faaliyet gösteren uluslararası örgütlere müdahale ettik ya da bunları etkiledik' diyordu.''

''Saunders, Hook, Kristol ve Lasky tarafından ileri sürülen iddiaları çürütmektedir; bu iddialar CIA ve onun hayırsever vakıflarının hiçbir karşılık beklemeden yardımda bulunduğu şeklindedir. Yazar 'CIA’in sübvanse ettiği birey ve kurumlardan bir propaganda savaşının … parçası gibi davranmalarını beklediğini' kanıtlamaktadır. CIA’e göre en etkili propaganda 'bireyin CIA görüşlerini kendi görüşleri sanarak hareket etmesidir.' CIA, zaman zaman sosyal reformlar konusunda gevezelik yapsınlar diye bu gibilerin 'Demokratik Sol' varlıklarına izin verirken, asıl ilgilendiği Batılı Marksistlere, Sovyet yazar ve sanatçılara karşı 'anti-Stalinist' polemikler yürüten ve edebiyat tartışmalarına girişen aydınlardı; onlara bol miktarda para veriyor, bazılarını açık açık ödüllendiriyordu. Braden bu durumu, komünizme karşı savaşta CIA ile Avrupa 'Demokratik Solu' arasındaki 'ittifak' olarak niteliyordu. 'Demokratik Sol” ile CIA arasındaki işbirliğine Fransa’daki grev kırıcılığı, Stalinistlerin (George Orwell ve Sidney Hook tarafından) ihbar edilmeleri ve solcu sanatçıların kabul görmesini engellemek için iftira kampanyaları düzenlemek de dahildi (Pablo Neruda’ya 1964 yılında Nobel Ödülü verilmesini önlemeleri örneğinde görüldüğü gibi).'' (CIA ve Kültürel Soğuk Savaş - James Petras, Stalin Arşivi )

** Bkz. Hasan Ozan, SSCB'de Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları, Tarihi Dersler, ''J. Kuron ve K. Modzelewski'nin Revizyonist Görüşlerinin Eleştirisi'', s. 432)

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.