Header Ads

Header ADS

TROÇKİST KARŞI DEVRİM VE ANTİKOMÜNİZM BÖYLE SALDIRIYOR

İ. Okçuoğlu
23 Ekim 2021 

“SSCB’nin Yıkılışından Küba’da Kapitalist Restorasyona” başlıklı 10 Ekim 2021 tarihli yazısında Oktay Baran, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılışı vesilesiyle Troçkizm’in gerçek yüzünü bir kere daha sergiliyor. Yazının ana konusu, SSCB’nin yıkılışını vesile ederek, Marksizm-Leninizm’e, sosyalist devrime, sosyalizmin inşasına, Bolşevik Partiye, proletarya diktatörlüğüne ve nihayetinde dünya proletaryasının dört önderinden sonuncusu olan Stalin’e saldırmaktan ibarettir.

Bu yazı Marksizm-Leninizm’e ideolojik bir saldırıdır.

Şimdi bunu nasıl yaptığına bakalım.

Sovyetler Birliği 1991’de yıkılmadı, daha önce yıkıldı anlamında şu savunulmaktadır:

Aslında Sovyet devleti, bir işçi devleti olarak çok daha önce tarihe karışmıştı. Şu ana dek tarihin gördüğü en büyük ve en önemli devrimle kurulan Sovyet işçi devleti, dünya devrimi dalgasının geri çekilmesinin, iç savaşın getirdiği yıkımın ve geri bir ülkede yalıtık kalmanın bedelini ödemekten kurtulamamıştı. Bu bedel, devletin proleter sınıfsal temelinin bürokratikleşme nedeniyle hızla aşınması, ardından da iktidarı tümüyle ele geçiren bürokrasi tarafından bir karşı-devrimle yok edilmesi olmuştu. 1920’lerin sonlarında ortaya çıkan garabet (proletarya diktatörlüğü “garabet” oluyor b.n.), 1917 devriminin kimi biçimsel izlerini bir kabuk olarak taşısa bile öz olarak farklılaşmış bir gerçekliğin ifadesi idi.” (https://marksist.net/oktay-baran/sscbnin-yikilisindan-kubada-kapitalist-restorasyona)

Ne diyor Oktay Baran? 

“Şu ana dek tarihin gördüğü en büyük ve en önemli devrimle kurulan Sovyet işçi devleti 

1) dünya devrimi dalgasının geri çekilmesinin,
 
2) iç savaşın getirdiği yıkımın,
 
3) geri bir ülkede yalıtık kalmanın bedelini ödemekten kurtulamamıştı.”

 Söz konusu “bedel”in anlamı da şu oluyor:

1) Devletin proleter sınıfsal temeli bürokratikleşme nedeniyle hızla aşınıyor.
2) Ardından da bürokrasi iktidarı tümüyle ele geçiriyor.

3) Ve nihayetinde bu “bürokrasi”, devleti ‘karşı-devrimle yok ediyor.

Bu “karşı-devrim” 1920’li yıllarda gerçekleşiyor. Ama “1920’lerin sonlarında ortaya çıkan garabet, 1917 devriminin kimi biçimsel izlerini bir kabuk olarak taşısa bile öz olarak farklılaşmış bir gerçekliğin ifadesi” oluyor.

“Garabet” denilen de proletarya diktatörlüğüdür.

Peki, Oktay Baran’a böyle yazdıran anlayış nedir? Ona böyle yazdıran Troçkizm’dir. Troçki’nin anlayışlarının dile getirilmesidir. Diyor ki, O. Baran ‘dünya devrimi dalgasının geri çekilmesini’, ‘iç savaşın getirdiği yıkımı’ ve ‘geri bir ülkede yalıtık kalmanın bedelini ödeyeceğini’ daha önceden düşünmeliydin; öyle Lenin ve Stalin’in; bir bütün olarak Bolşevik Partinin arkasına takılıp, kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasını öne sürerek tek ülkede devrim, tek ülkede sosyalizmin inşası gibi saçmalıklara inanmak ve o doğrultuda hareket etmek yerine Troçki’yi dinleyecektin, diyor. Ne diyordu Troçki? Tek ülkede devrim olsa da sonu hüsrandır. Hele Rusya gibi geri bir ülkede devrim ve onun ayakta tutulması, dış destek; Avrupa’da devrimler olmaksızın mümkün değildir. Yani bu sevdadan vazgeçilmelidir.

O. Baran, bedel ödenmesin diye Troçki uyarmıştı, o dinlenmedi diyor. Peki, Troçki dinlense, dediğine göre hareket edilse ne olacaktı? Ekim Devrimi Troçki’ye rağmen gerçekleşecekti. Ancak, ondan sonrası felaket olacaktı. Troçki, ‘dünya devrimi dalgası geri çekildi’, ‘iç savaşın getirdiği yıkım’ ve ‘geri bir ülkede yalıtık kalmanın bedeli’ ağır olur diye; yani Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde bize yardım edecek devrimler gerçekleşmediği için sosyalizm kurma sevdasından vazgeçelim, diyecekti. Bunu bir biçimde demiştir de.

Bence O. Baran, Troçki ve başka Troçkist “eğilim”lere saygısızlık ediyor. Sovyetler Birliği’nde “karşı-devrim”in gerçekleşme tarihi olarak 1920’li yılların sonunu tarif ediyor. Aslında gerçek bir Troçkist eğip bükmeden 1924’dü söylerdi; Troçki ve hempalarının hezimete uğratıldığı bu tarihi “karşı-devrim”in başlangıcı olarak not ederdi.

Burada O, Baran’ın “karşı-devrim”ini anlamak için yeni kurulan proletarya diktatörlüğü; yeni kurulan genç Sovyetler Birliği koşullarında devrim ve “karşı-devrim” güçlerinin kimlerden oluştuğuna bakmamız gerekir.

O. Baran’ın “karşı-devrim” güçleri Bolşevik Partiden, henüz oluşmuş Kızıl Ordudan, proletarya diktatörlüğünden ve nihayetinde bu kurumları canlı organizma yapan işçi sınıfından, onun müttefiki olan kır proletaryasından, yoksul köylülerden, sosyalizme gönül vermiş aydınlardan oluşmaktadır. Tabii, bunların başını çeken de Stalin’dir. Öyle ki, Merkezi Kontrol Komisyonu da doğal olarak bu “karşı-devrim”in bir parçasıdır.

Peki, “devrim” güçleri kimlerden oluşmaktadır? Troçki ve bir avuç taraftarlarından, sabotajcılardan, zarar vericilerden, sosyalizm düşmanlarından ve nihayet Avrupa burjuvazisinden.

Proletarya diktatörlüğüne “garabet”, “bürokrasi”, “karşı-devrim”i gerçekleştiren güç derseniz karşınıza devrim ve “karşı-devrim”in sınıfsal güçleri çıkartılır. Bu da yukarıdaki gibidir.

Peki, o dönem, “garabet” denen proletarya diktatörlüğü gerçekten kime karşı mücadele ediyordu, bu diktatörlük kimlerle kime karşı sınıf mücadelesi sürdürüyordu, o ölüm-kalım, var olmak-yok olmak mücadelesinin taraflarının sınıfsal içeriği neydi?

O. Baran’ı anlamak için buna bakmakta yarar vardır:

1917’de Ekim Devrimi, Rusya’da hakim baskı ve sömürü rejimini yıkıyor.

İç savaş başlıyor. Bu savaşta devrim güçleri hem iç gericiliğe hem de dış müdahalecilere karşı savaşıyor. Bu savaştan da muzaffer çıkan devrim güçleridir.

Yetmiyor, içeride, dış karşı devrim güçlerinin (emperyalist burjuvazinin, sermayenin) desteğiyle proletarya diktatörlüğünü yıkmak için burjuvazi, büyük toprak sahipleri, zengin köylülük (kulaklar) her türden sabotaj ve zarar verici eylemlerini sürdürmeye çalışıyorlar. Proletarya diktatörlüğü bu karşı devrimci güçleri de yenilgiye uğratıyor.

Peki, O. Baran’ın bu konuda söyleyeceği bir şey var mıdır? Herhalde yoktur.

Peki, O. Baran aslında neyi söylemek istiyor da söyleyemiyor? Söyleyemediğini biz söyleyelim:

Proletarya diktatörlüğü sosyalizm değildir.

Proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden sosyalizme geçiştir.

Proletarya diktatörlüğü çok partilidir.

Sosyalizmde para, meta üretimi, devlet, sınıf ortadan kalkmıştır.

Bu anlayışlar Troçki’nin kapitalizmden komünizme geçmek için ortaya sürdüğü, doğrudan Marksizm-Leninizm’e karşı cepheden saldırıdır. Bu şu anlama gelir: Marksizm-Leninizm’in veya Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in sosyalizm, komünizm; kapitalizmden komünizme geçiş anlayışıyla Troçki’nin bu konudaki anlayışı birbirini dışlar; birisi devrimciyse diğeri karşı devrimcidir. O. Baran da bunu açıkça söylüyor. Şunu diyor: Sizin sosyalizm dediğiniz, Marksizm-Leninizm dediğiniz, proletarya diktatörlüğü dediğiniz “karşı-devrim”dir.

“SSCB’nin sınıfsal tabiatının ne olduğu sorusu, ... sosyalistler arasında ciddi bir tartışma ve ayrışma konusu olmuştu. Moskova çizgisindeki resmi komünist hareket onu “sosyalist bir devlet” olarak görmüştü.”

“SSCB ekseni dışında kalan Stalinist hareketlerse, SSCB’nin tabiatının Stalin’in ölümüyle birlikte değiştiğini, o tarihten itibaren modern revizyonizm olduğunu savunuyorlardı.”

Hayır, pek de öyle değil. SSCB’nin sınıfsal karakteri üzerine O. Baran’ın “sosyalistleri” arasında tartışma olmuştur ve bu tartışma hala da devam etmektedir. SSCB’nin sınıfsal karakteri üzerine tartışmaya bir türlü doymayanların ve bu yüzden bölünenlerin başında Troçkistler gelir.

Diğer taraftan SSCB’nin sınıfsal karakteri Stalin’in ölümüyle (1953) değişmemiştir. Bu değişim, O. Baran’ın kavramıyla ifade edecek olursak “karşı-devrim” SBKP(B)’in 20. kongresinde (1956) gerçekleşmiştir. Bu kongrede Kruşçev revizyonizmi veya iktidara gelen Sovyet modern revizyonizmi, proletarya diktatörlüğünü, dolayısıyla sosyalizmi yıkmıştır.

Bir kısım Troçkist “eğilimler” (örgütler), emperyalist merkezlerden kaynaklanan etkili antikomünist propagandayla SSCB’nin 1991’de dağılana kadar sosyalist, “yozlaşmış işçi devleti” olduğunu ısrarlı bir biçimde savunmuşlardır ve bu savunu hala da devam etmektedir.

SSCB tarihi, SBKP(B) 20. kongresi (1956) öncesi ve sonrası olarak ayrıştırılmazsa ne devrim, sosyalizm, kapitalizmden sosyalizme, sosyalizmden komünizme geçiş anlaşılabilir ne de bu mücadeleyi örgütleyecek partinin ve bu tarihsel görevi omuzlaması gereken sınıfın rolü kavranır.

Söz konusu kongre öncesi; yani Ekim Devriminden (1917) 20. kongreye (1956) kadar SSCB tarihi devrim tarihidir; proletarya diktatörlüğü tarihidir; sosyalizmin inşa tarihidir; sosyalizmin dünya çapında işçi sınıfı ve ezilen halkları nezdinde saygınlık kazandığı tarihtir. Ama aynı zamanda 20. kongrede karşı devrimi gerçekleştiren güçlerin yetişmesine olanak sağlayan hataların da yapıldığı tarihtir. Bu hatalar SBKP(B)’nin 19. kongresinde teker teker sıralanır.

20. kongreden dağılmaya (1991) kadar süren tarih ise öncesiyle karşılaştırılamaz. Bu tarih karşı devrim tarihidir; proletarya diktatörlüğünü yıkan tarihtir; sosyalizmin adını kullanarak kurulan baskı ve sömürü tarihidir; işçi sınıfı iktidarı diye bürokrasinin; bürokratik kapitalizmin tarihidir; dünya işçi sınıfı ve ezilen halkların fırsatı bulundukça talan edildiği; enternasyonalizm adına Sovyet bürokratik kapitalizminin çıkarlarının dayatıldığı, bazı ülkelerin işgal edildiği, tahakküm altına alındığı Sovyet sosyal emperyalizminin tarihidir.

En kaba hatlarıyla her iki tarih arasında bu ayrım yapılmaksızın; bu farklar açıklanmaksızın veya “hem nalına hem mıhına” vurarak ne komünist olunur ne de burjuvaziye, Sovyet modern revizyonizminin kalıntılarına, Troçkizm’e ve Post-modernizm (ve Post-marksizme), küçük burjuva sosyalizmci akımlara karşı ideolojik mücadele verilmiş olur. İdeolojik mücadelenin unutulduğu, ona sıkı sıkıya sarılınmadığı yerde de tasfiyecilikten başka hiçbir şey olmaz.

Tamam, bu konuyu Troçkist “eğilimler” kendi aralarında tartışıyor olabilirler, bu konuda anlaşamadıkları için farklı gruplaşmalara ayrışabilirler; her biri kendi Troçki’sini oluşturmuş olabilir. Bu bir yana. Bir bütün olarak Troçkizm’in tarihi çok öğretici bir tarihtir. İdeolojik mücadelenin ne denli önemli olduğunun kavranması için bir devrimci, bir komünist, Troçkizm’in tarihini; bu karşı devrimci tarihi mutlaka ve mutlaka öğrenmelidir.

Ancak, şahsiyetlerin tarihteki rolünü anlatırken de materyalist olmak gerekir. Öyle benim önderim-senin önderin olmaz. 

”Elif Çağlı, 80’li yıllarda giriştiği derin bir sorgulama sürecinin ve zahmetli bir çalışmanın ardından bu rejimlerin sınıfsal tabiatına ilişkin olarak özgün bir yaklaşım şekillendirmiş ve çok önemli sonuçlara ulaşmıştı.” derseniz, ki diyorsunuz, işte bu olmaz. 20. parti kongresi sonrasındaki sınıfsal değişim; SB’nin artık sosyalist olmadığı; bu bürokratik kapitalist, sosyal emperyalist rejimin yıkılacağı; bu rejimin, devletin sınıfsal yapısı üzerine Enver Hoca, Arnavut komünistler; AEP, hatta Mao ve ÇKP hala geçerli olan analizler yapmışlardır. Siz bu gerçeği, diyelim ki 1960- 1985 arasında revizyonist SSCB’ye karşı; Sovyet modern revizyonizmine karşı sürdürülen ideolojik mücadeleyi bir kenara atıp Elif Çağlı’nın, 80’li yıllarda yapmış olduğu araştırmayı ön plana çıkartırsanız bu ÇKP ve Mao’ya ve Arnavut komünistlere (E. Hoca ve AEP) haksızlık olur. Ne demek yani, “Çağlı, henüz SSCB çökmemişken, onun ve önderlik ettiği blokun akıbetini doğru bir şekilde öngörebilmişti. Rastlantı ya da kehanet olmayıp bilimsel bir öngörü olan bu sonuç, somut gerçekliğin Marksist ilkeler temelinde, bilimsel cesaret ve dürüstlükle irdelenmesinin ürünüydü.” Peki, Elif Çağlı’dan önce Marksist-Leninistlerin yaptıkları araştırmalar, aynen doğrulanan analizler ne olacak? İşte bundan dolayı haksızlık etmemek gerekir değil mi Oktay Baran?

Yazınızda yer alan “...Stalinist rejimlerde, “bütün üretim araçlarının toplumun ortak mülkiyetinde” olduğu iddia edilebiliyor.” safsatanızı ayrıca ele almaya gerek yok. Gerek yok çünkü, Marksizm-Leninizm’in veya Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in sosyalizm anlayışıyla, Troçki ve Troçkistlerin sosyalizm anlayışı arasından uzaktan yakından hiçbir benzerlik, ortaklık yoktur. Burada iki ideoloji karşı karşıyadır. Siz, görünümü Troçkizm olan küçük burjuva karşı devrimci bir ideolojiyi savunan birisi olarak elbette ki Marksizm-Leninizm’i, işçi sınıfının ideolojisini “karşı-devrim” olarak göreceksiniz. Bu nedenle SSCB’de sosyalizmin inşasını, üretim araçlarının toplumsal mülkiyette oluşunu ve bunun tezahürünün de devlet mülkiyeti olmasını asla anlayamazsınız. Size göre “işçi devleti bürokrasisiz, sürekli ordusuz, siyasi polisi olmayan bir “yarı-devlet”(tir). Sosyalizmde sınıf mücadelesi devam eder ve siz iç ve dış düşmanlara karşı mücadeleyi “bürokrasisiz, sürekli ordusuz, siyasi polisi olmayan bir “yarı-devlet”le mi sürdüreceksiniz? Buna akılsızlık demiyorum. Çünkü bu anlayışınız devletsiz, sınıfsız, parasız-pulsuz sosyalizm anlayışınızın bir ifadesidir. 

Sizin için üretim araçları ancak ve ancak bu koşullarda toplumsal mülkiyette olabilir. Siz proletarya diktatörlüğünü, yani sosyalist devleti işçi sınıfı ve emekçilerin devleti olarak göremeyenlerdensiniz. Sosyalizmde işçi sınıfı ve emekçi yığınların, aydınların dışında o devlete sahip çıkacak; benim devletim diyecek başka bir toplumsal tabaka yoktur. Ya sosyalizmden yanasın veya da ona karşısın. İkisinden birisi. Bu sınıf mücadelesidir. Bu mücadele aslında sosyalist mülkiyetin; sosyalizm temelinde toplumsallaşmış üretim araçlarının sahiplenilmesi ve sınıf düşmanına karşı korunması, geliştirilmesi mücadelesidir. Siz bu mücadeleyi “sürekli ordusuz, siyasi polisi olmayan bir “yarı-devlet”le sürdürmek istiyorsunuz.

Ayrım çok açık değil mi O. Boran?

Tamam, Marksizm-Leninizm “karşı-devrim”ci bir ideolojidir. Dolayısıyla onu savunanlar da, bu durumda Marksist-Leninistler de “karşı-devrim”cidir. Ama en azından bir mücadele, devrim perspektifimiz var; şunu veya bunu yapacağız diyoruz. Peki, siz ne diyorsunuz? Bir devrim perspektifiniz var mı? Kapitalizmden komünizme geçmek için önce proletarya diktatörlüğü kuracağız veya kurulacak, proletarya diktatörlüğünden sosyalizme geçilecek, sosyalizmden de komünizme geçilecek safsatasının ötesinde bir öneriniz var mı? Yok. Ne Troçki ne de onun takipçileri hiçbir zaman kendi gücüne dayanarak bir şeyler inşa etme cüretini gösterememiştir. Kendi dışındaki güçlere dayanmayı, kendi dışındaki gelişmelerden yararlanmayı; baştan sona kendiliğindenciliği meslek, düstur edindiniz. Örneğin yoldaşınız Kerem Dağlı, üşenmeden Roma İmparatorluğuna kadar gidiyor ve “Köleci Roma’dan Kapitalizme: Çöküşün Anatomisi”ni ele alıyor: Elif Çağlı’nın, “Çürüyen Kapitalizm”inden yaptığı bir alıntıyla işi bitiriyor: “Küreselleşme kavramıyla anılır hale gelen günümüz kapitalizmi, mali sermayenin egemenliğine dayanan emperyalizmin bayatlamış halidir. Bu, artık sürekli bir istikrarsızlık ve hegemonya krizi içinde debelenen bir kapitalizmdir. (…) emperyalist aşamaya ulaşan kapitalizmin artık gençlik dönemini geride bıraktığı ve giderek yaşlanan bünyede çürüme eğiliminin ağır bastığı gerçeği yer alır...Bu belirtiler, kapitalist üretim tarzının üretici güçlerin gelişimini ve dünyanın varlığını tehdit eden bir tarihsel tükenmişlik noktasına dayanmış olduğunun ifadesidir.” (Kerem Dağlı; “Köleci Roma’dan Kapitalizme: Çöküşün Anatomisi”, 22 Ağustos 2020. https://marksist.net/kerem-dagli/koleci-romadan-kapitalizme-cokusun-anatomisi)

Peki, bu düşünceler neye dayanılarak dile getiriliyor? Kapitalizm veya emperyalizm gerçekten de ifade edilen durumda mı? Troçkistler için gerçek, teoriye ters düşüyorsa anlamsızdır. Bu nedenle dünyayı hala Troçki’nin 1938’den kalma tespitine göre açıklamaya çalışıyorsunuz. Troçkistlerin nesnel gerçeklikten kopuk oluşlarını Troçki’nin görüşlerinde aramalıyız. Troçki'ye göre gelişmesinde kapitalizm son aşamasına gelmiştir. “IV. Enternasyonal”in manifestosu olan “Geçiş Programı”nın ana başlığının “Kapitalizmin Can Çekişme Mücadelesi ve IV. Enternasyonal”in Görevleri” olması boşuna değildir.

Söz konusu programın 2. paragrafında şu tespitin yapıldığını görüyoruz:

1)“Proleter devrimin ekonomik ön koşulları, genelde kapitalist düzende ulaşabileceği en yüksek olgunluk düzeyine ulaşmıştır.”

2)”İnsanlığın üretici güçleri durgunluk içindedir.”

3)”Artık yeni buluş ve teknik gelişmeler maddi zenginliğin yükselmesini sağlayamamaktadır.”

4)”Bütün kapitalist sistemin içinde bulunduğu toplumsal kriz koşullarında konjonktürel krizler kitleleri gittikçe ağırlaşan yokluk ve acılarla karşı karşıya bırakmaktadır.”

5)”Gerek demokratik gerekse de faşist rejimler, bir iflastan diğerine yuvarlanmaktalar.”

6)”Burjuvazinin kendisi de bir çıkış yolu görememektedir.”

7) “Tek çıkış yolu burjuvazinin devrilmesidir.” (Leo Trotzki; “Der Todeskampf des Kapitalismus und die Aufgaben der IV. Internationale (Das Übergangsprogramm)”, s. 1 ve 2. Türkçesi; s. 13-15).

Troçki'ye göre kapitalizmin çöküş aşaması uzun zamandan beri devam etmektedir. Bugün bütün Troçkist “eğilim”lerin savunduğu bu anlayışı şöyle de formüle edebiliriz:

1)Üretici güçler artık büyümemektedir/gelişmemektedir.

2)Artık artı değer üretilememektedir.

3)Yatırım yapma olanakları kalmamıştır.

4)Kar elde edilememektedir.

5)Bütün sistem durağanlaşmıştır.

6)Bütün sistem var olmak yok olmak krizi içindedir.

7)Burjuva sistem sürekli barbar ve ilkel özelliklerini ortaya çıkartmaktadır.

Artık artı değer üretilmiyorsa+yatırım yapma olanakları kalmamışsa+kar elde edilemiyorsa artı değer oranları dibe vurmuş demektir. Artı değer oranının dibe vurması (0 veya sıfıra yakın olması) kapitalist sistemin çökmesi demektir. Bu nedenle bazı Troçkistler artı değer oranlarıyla oynamayı, oranın sıfıra doğru gidişini grafiklerle göstermeyi pek severler. Amaç, kapitalist sistem çökmese de sistemi çökertmektir, en azından kağıt üzerinde veya sanal olarak çökertmektir.

Kendiliğinden çökme tespiti tamamlamak için Troçki’nin proletarya hakkındaki düşüncesini de buraya aktarmamız gerekir:

Çürüyen kapitalizm koşullarında proletarya ne sayısal olarak ne de kültürel olarak büyümektedir. Bu nedenle, ileri bir zamanda proletaryanın devrimci görevlerinin seviyesine yükseleceğini beklemek için hiçbir neden yoktur.” (“Under conditions of decaying capitalism theproletariat grows neither numerically nor culturally. There are no grounds,therefore, for expecting that it will sometime rise to the level of the revolu-tionary tasks.”- “Unter den Bedingungen des verfaulenden Kapitalismus wächst das Proletariat weder zahlenmäßig noch kulturell. Es gibt daher keine Gründe zu erwarten, daß es sich irgendwann auf die Höhe der revolutionären Aufgaben erheben wird.”(L. Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg” - “Das Proletariat und seine Führung” -”Defense of Marxism- The Proletariat and Its Leadership” alt başlığı altında. www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.)

Troçki’nin “Çürüyen kapitalizm koşullarında proletarya ne sayısal ne de kültürel olarak büyümektedir” tespitini yukarıdaki maddelere 8. olarak ekleyelim.

Böylece karşımıza kapitalizmin bütünlüklü sistem krizi ve kendiliğinden çöküşü çıkmaktadır. Troçki, kapitalizmi çökertirken, miadını doldurturken haklı olarak bütünlüklü bir çöküşün gerçekleşiyor olduğunu göstermek için işçi sınıfını da ıskartaya çıkartmayı ihmal etmemiştir.

Bugün, ister doğrudan geçiş toplumundan, isterse de çöküşten bahsedilsin, bu düşünceler dönüp dolaşıp Troçki’nin yukarıya aktardığımız sekiz maddelik anlayışına dayandırılmaktadır.

Kapitalizmin çöküşü ve proletarya ile bağlam içinde Troçki’nin bütün marifeti bu birkaç sözden ibarettir.

Bu “geçiş programı”ndan bu yana dünyanın “baldırı çıplakları”na; işçi sınıfına, emekçilere herhangi başka bir öneriniz oldu mu? Olmadı. Marksizm-Leninizm’in kavramlaştırdığı dünya devrimi değil, Troçkist dünya devrimi anlayışını tekrarlamanın ötesinde bir marifetiniz, bir “hikaye”niz var mı? Hem var hem de yok. Yok, çünkü kapitalizmin kendiliğinden çökeceğini bekliyorsunuz. Bir “hikaye”niz bu. Var, bu bekleme döneminde boş durmamak için olan gücünüzle, bütün cephelerden Marksizm-Leninizm’e savaş açmış durumdasınız. Diğer “hikaye”niz de bu.

Troçkizm’in tarihsel misyonu budur; her cephede, her alanda Marksizm-Leninizm’e karşı mücadele.

Başka nasıl Troçkist olunur ki? Troçkist olmanın belirleyici sınıfsal özelliği ideolojik olarak küçük burjuva antikominizmidir; teoride ve pratikte sosyalizme, sosyalist inşaya; Leninist parti örgütlenmesine karşı mücadeledir. Emperyalizmle işbirliğidir. Saymakla bitmez...

Troçki, işçi hareketi içinde bir akımın önderi olmaktan, karşı devrimci, ihanetçi, emperyalizmin işbirlikçisi bir çetenin önderi durumuna gelmişse bunun maddi nedenleri vardır; yaptıkları, icraatı bunu göstermektedir. Bu nedenle ve Troçkistlerin olur olmaz her yerde, hemen her konuda Stalin ve SSCB’de 1920’li yıllarda “karşı-devrim”den bahsetmeleri bir sonuçtur. Troçki’nin ihaneti ve o yolda yürüyenler 1920’li yıllardan bu yana Marksizm-Leninizm’i, SSCB’yi, sosyalizmin inşasını ve nihayetinde Stalin’i kendi varoluşlarının nedeni olarak görmüşlerdir. Troçkizm’in tarihine dönüp bakarsanız Marksizm-Leninizm’e, sosyalist SSCB’ye, Stalin’e, sosyalizmin inşasına karşı verdiğiniz mücadele kadar burjuvaziye karşı mücadele vermediğinizi görürsünüz.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.