Header Ads

Header ADS

Sovyet Rusya'da Soyut Evrenselcilik ve Terör

STALIN: BİR SİYAH EFSANENİN TARİHİ VE ELEŞTİRİSİ

Domenico Losurdo

3. Yirminci Yüzyıl ile "Uzun Dönem" Arasında, Marksizm Tarihinden Rusya Tarihine: "Stalinizm"in Kökenleri -

Sovyet Rusya'da Soyut Evrenselcilik ve Terör

Hegel'in analizinde, terörün nesnel durumun değil, bir ideolojinin sonucu olduğu ölçüde,   o zaman, herhangi bir tikel veya belirlenmiş unsurdan kaçışlarında, kendilerini ancak “silme telaşı” yoluyla ifade edebilen, öncelikle anarşist binyılcılığın ve soyut evrenselciliğin sorumluluğudur.

Bolşevik Devrimi ile ilgili olarak, emperyalist müdahale ve kuşatmanın kışkırttığı sürekli olağanüstü hali gözden kaçırmamak gerekir. Yine de terörün en uygun ideolojik bileşeni, yeni liderlik grubunun eylemini engelleyen ve sonunda onun bölünmesini kışkırtan evrensellik kültü ve soyut ütopya ile ilgilidir.

Troçki'nin 1930'ların ortasında Kollontay'a yönelik ukela eleştirilerini bir kenara bırakıp, Stalin'in aileyi iyileştirmesiyle ilgili olarak onunla alay etmesini görmek ilginç:

“Devlet, genç neslin eğitimi ile görevlendirildiği için, siyasi iktidar, daha yaşlıların otoritesini desteklemekle ilgilenmek yerine, özellikle baba ve anne, çocukları eski geleneklerden izole etmek için ayırmaya odaklanmıştır. Ayrıca ilk beş yıllık plan döneminde açıkça yapılan okullar ve komünist gençlik, sarhoş babayı ve dindar anneyi suçlamak, onları utandırmak ve 'yeniden eğitmeye çalışmak için sık sık çocuklara başvurmuşlardı. 'Başarının ne olduğunu bilmek başka bir sorun. Her halükarda, bu yöntem aile otoritesinin kendisini sarstı.”366

Aile, "eski adetlerin" ve dolayısıyla eski rejimin ideolojisinin ve tikelciliğinin yayılmasına katılırken, evrenselliğin ileri yürüyüşünü engellemeye veya devirmeye çağrıldığı engellerden biri olarak tanımlanır.

“Aile otoritesinin” kınanması, şiddetin azalmasına değil, artmasına neden olur. Anayasanın ve hukukun burjuva egemenliğinin araçları olarak mahkûm edilmesi de aynı sonucu verir. Bu sonuçlardan hareketle, sosyalist bir devlet ve hukuk oluşturmak, hatta düşünmek bile imkansız hale geliyor.

Doğal olarak, Devletin sönüp gitmesi idealine duyulan saygı ile Devlete aile ilişkileri alanına da müdahale etmesi çağrısı arasında bir çelişki vardır, ama bu, soyut evrenselciliğin anarşist retoriğinde ve sonunda cesaretlendirdiği şiddet uygulamalarında kendini değişmez bir şekilde gösteren bir çelişkidir.

Şimdi, başka bir düşünceyi gündeme getirmek zorundayız.

Bu tikellikleri, evrenseli kirleten yıkıcı bir unsur olarak görme eğilimi, Bolşevik liderlik grubunun çok ötesinde kendini gösterir. Rosa Luxemburg'un, proletaryanın uluslararası davasını ihmal ettiği ifşa edilen ulusalcı hareketlere genel olarak bakışındaki güvensizlik veya düşmanlığı düşünebiliriz.

Ekim Devrimi'nden sonra büyük devrimci, bir yandan Bolşevikleri demokrasiye saygısızlıkları ve onun tasfiyesi nedeniyle eleştirirken, öte yandan, onları “tarihsiz halklardan”, “laik mezarlarından çıkan çürük cesetlerden” kaynaklanan “ulusalcı eğilimleri demir yumrukla ezmeye” teşvik ediyor.367

Şimdi de Stalin'in “sosyalist devrim”in ulusal sorun üzerindeki etkilerini nasıl tanımladığını görelim:

“İnsanlığın en alt tabakasını yerinden oynatarak ve onları siyaset sahnesine sürükleyerek, daha önce bilinmeyen veya çok az bilinen bir dizi yeni millete yeni bir hayat getiriyor.

Eski Çarlık Rusya'sının elli ulustan ve ulusal gruptan daha azını temsil ettiğini kim düşünebilirdi?

Ancak Ekim Devrimi, eski zincirleri kırarak ve bir dizi milliyetleri ve unutulmuş halkları sahneye koyarak onlara yeni bir yaşam ve yeni bir gelişme verdi."368

Şimdi, en azından olağan tarihsel değerlendirmeler ve günümüzde egemen olan ideolojik stereotipler açısından, paradoksal bir sonuca ulaşıyoruz. Luxemburg'un deyimiyle “laik mezarlarından çıkan” halklara, Stalin'in deyimiyle “unutulmuş halklara” gelince, çok daha tehditkar ve baskıcı bir tavır sergileyen Luxemburgdur. Doğal olarak, gücü fiilen kullananların yargısına gelince, praksisin teoriye karşılık gelip gelmediğini ve hangi noktaya kadar geldiğini görmek sorunudur.

Luxemburg'un soyut evrenselciliğinin potansiyel olarak şiddetle daha fazla yüklü olduğunun gösterildiği doğrudur, çünkü onun evrimi boyunca o ulusal talepleri gerçek enternasyonalizm ve evrenselcilik yolundan bir sapma olarak okuma eğiliminde olmuştur.

Bu kez Stalin ile Kautsky'yi karşılaştırırsak, yine ulusal sorun konusunda benzer bir sonuca varacağız. Alman sosyal demokrat lideri tarafından formüle edilen; bir ülkede veya bir grup ülkede sosyalizmin zaferiyle,ve hatta tam da burjuva demokratik toplumun gelişmesiyle birlikte, ulusal farklılıklar ve özellikler ortadan kalkacak ya da yok olma eğiliminde olacaktır”  teorisine  Stalin karşı çıkar;

“Ulusların istikrarını” yüzeysel olarak yok sayan böylesi bir vizyon, “ulusal kültürlere, ulusal azınlıklara, ezilen halklara karşı savaş”a, “asimilasyon” ve “sömürgeleştirme politikasına”, bir politikaya kapı aralamaktadır, Örneğin Polonya'daki “Almanlaştırıcılar” ve “Ruslaştırıcılar” tarafından arzu edilen bir politikaya.369

Bu durumda da şiddeti ve baskıyı teşvik eden tikeli kabul edemeyen bir evrenselciliktir. Yine de farklı teorilerin karşılaştırılması bağlamında, bu soyut evrenselcilik, Stalin'den çok Kautsky'ye yakındır.

Alman sosyal demokrat liderine benzer şekilde, Lüksemburg da Bolşevikleri, toprakları köylülüğe bırakan “küçük-burjuva” tarım reformları nedeniyle şiddetle eleştiriyor. Bu bakış açısının karşısına Buharin'i koyabiliriz, ona göre, o zamanki Rusya koşullarında, siyasi iktidar tekeli Bolşeviklerin elinde sağlam bir şekilde, kesinlikle “özel çıkarlar” ve köylülüğün ve diğerlerinin üretici güçlerin gelişmesine ve son tahlilde sosyalizm ve komünizm davasına katkıda bulunabilecek zenginleşme dürtüsüdür.370

Buharin ile önemli bir dönüşüm gerçekleşti: Eğer Brest-Litovsk sırasında, ulusal sorunla ilgili olarak, burada NEP ve tarım sorunuyla ilgili olarak soyut bir evrensellik göstermişse, evrenselliği inşa etme süreci de tikel çıkarların uygun kullanımı yoluyla ilerlemelidir. Olağanüstü ilginin bir öğrenme sürecine ve özeleştirel yansımasına tanık oluyoruz ve bu, zamanımızda Çin ve Vietnam gibi ülkelerde neler olduğunu anlamamıza yardımcı oluyor. Buharin devam ediyor:

Olacak şeyleri aşağıdaki biçimde hayal ettik: iktidarı alırız, neredeyse her şeyi elimize alırız, hemen planlı bir ekonomiyi harekete geçiririz, zorlukların ortaya çıkması önemli değil, bazılarını ortadan kaldırırız, bazılarının üstesinden geliriz ve her şeyin mutlu bir sonu vardır. Bugün sorunun bu şekilde çözülmediğini açıkça görüyoruz.

“Üretimi siparişler yoluyla zorla organize etme” arzusu felakete yol açar.

Komünistler, bu “sosyalizm karikatürü”nün üstesinden gelirken, üretici güçlerin gelişimini göz önünde bulundurarak “özel bireysel teşvikin muazzam önemini” ve elbette “bizi sözde “sağlıklı” kapitalizmin tam restorasyonuna değil, sosyalizme götüren üretici güçlerin gelişimi dikkate almakla yükümlüdürler.”371

Bununla birlikte, Troçki ve muhalefetin yapacağı gibi, Sovyet Rusya'nın kırsal alanlarda özel ekonominin devam etmesi ve komünistlerin köylülükle bir "sınıf iş birliği" nedeniyle "yozlaşmasına" karşı protesto etmek, (ve NEP altında hoşgörüyle karşılanan burjuva tabakaları ile), “sivil barışın” ve muazzam bir “Aziz Bartholomew'in gecesinin” sona ermesine yol açacaktı.372

Buharin'in yenilgisi, yalnızca savaşa hazırlık olarak ülkenin sanayileşmesini mümkün olduğunca hızlandırma ihtiyacı nedeniyle mi önemliydi, yoksa her türlü özel mülkiyete ve piyasa ekonomisine karşı inatçı düşmanlık da buna katkıda bulundu mu?  Bu daha sonra ele alacağımız bir soru. Şimdilik, bir referans noktamız olabilir: toplama kampçı evren, tarımın zorunlu kolektifleştirilmesi sırasında zirveye ulaşır, ve Lüksemburg'un Engels'ten ödünç aldığı talihsiz dili kullanmak için, genellikle "tarihsiz halkların" üyeleri olan köylülük içindeki burjuva ve küçük-burjuva eğilimlerine demir yumrukla muamele ederek.

Şu ya da bu siyasi liderin gaddarlığı bir yana, tikeli bütünleştirmekten ve ona saygı duymaktan aciz bir evrenselciliğin oynadığı ölümcül rol konusunda hiç şüphe yoktur.

(Lenin'in “tarihsel materyalizmin kökenlerini” tespit ettiği yazar)373 Hegel'den kullandığımız sayfalar, 1956 tarihli, Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin Yirminci Kongresi'nde sunulan sözde “Gizli Rapor”da yer alan “Stalinizm” açıklamasının çok önceden yapılmış bir çürütmesi gibidir.

Kruşçev'in Hegel seviyesinde olduğunu iddia etmek elbette sahtekârlık olur, ancak sanki Tinin Fenomenolojisinin “mutlak özgürlüğe” adadığı olağanüstü analiz ve “terör” hiçbir zaman var olmamış gibi, Sovyet Rusya'nın trajedisi ve dehşetinin tek bir figürün, aslında tek bir günah keçisinin sorumluluğu olmaya devam etmesi ilginçtir.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.