Soğuk Savaş ve Yeni Düşmanın Nazi Kartı
5- Tarihin Çarpıtılması ve Bir Mitolojinin İnşası: İkiz Canavarlar Olarak Stalin ve Hitler
Soğuk Savaş ve Yeni Düşmanın Nazi Kartı - Reductio ad Hitlerum'u (Adolf Hitler'in de aynı görüşte olduğu iddiasıyla başka birinin konumunu geçersiz kılmaya çalışmak pratiği )
Soğuk Savaş'ın başlamasıyla birlikte, her düşman taraf, diğerini, her iki tarafça da az önce devrilmiş olan Üçüncü Reich'ın varisi olarak sınıflandırmaya çalışıyor.
Lukács'ın gözlemlemesine göre; Bugün “hiç kimse” Hitlerizm’in, onun ideolojisinin ve yöntemlerinin tamamen geçmiş tarihe ait olduğunu söylemeye cesaret edemez.”544
Gerçekten de, bu konuda her iki taraf da pek sorun yaşamadan anlaşmış görünüyor. Aradaki fark, komünist filozof, Truman ve Hitler'i545 karşılaştırmak için emperyalizm terimini kullanırken, karşı tarafta Nazi Almanya’sı ve Sovyetler Birliği'ni birbiriyle birleştirmek için totaliterlik terimine başvuruyorlar. İki kategori, savaş silahları gibi kullanılıyor. Yeni düşmanı eski düşmanla ilişkilendirme çabası, emperyalizmin veya totaliterliğin kınanmasıyla sınırlı değildir.
Üçüncü Reich'ın zaferine götüren ideolojik gidişatı "aklın yıkımı" süreci olarak tanımladıktan sonra, Lukács, ABD'nin önderlik ettiği “özgür dünya” ideolojisini de irrasyonalizm kategorisine sokmanın gerekli olduğunu düşünüyor. Bu Görev, güçlükleri olmayan cinsten değildir ve Macar filozof, “görünür bir rasyonalite altında saklanan yeni irrasyonalizm biçimini” kınıyor. Evet, yaratılan “yeni durumda”, “felsefede egemen olanın Alman tipi irrasyonalizm değil, Makyan-pragmatik tipin olması tamamen doğaldır” ve bunların temsilcileri diğerleri arasında Wittgenstein, Carnap ve Dewey'dir. 546
Yeni düşmanı eskisiyle karşılaştırmanın zorluğu karşı tarafta da hissediliyor. Totalitarizmin Kökenlerini çizerek, uzunca bir süre emperyalizmin ölümcül rolü üzerinde ısrar ettikten ve bu anlamda (savaş sonrası ikinci dönem kadar geç bir tarihte Churchill tarafından Britanya İmparatorluğu'nun kahramanları arasına dahil edilmiş olan),Lord Cromer'i kınadıktan sonra 547; Arendt, Nazi Almanyası ile Stalin'in Sovyetler Birliği arasındaki karşılaştırmayı, totalitarizm bir yana, “pan-hareketlere” atıfta bulunarak tamamlıyor, öyle ki sonuçta başka bir analoji ortaya çıkıyor: birincisinin pan-germenizmi, ikincisinin pan-slavizmine tekabül ediyor. Bu sonuç, bir güç gösterisinin bitiş çizgisidir, ancak Lukács'ta görülenden daha gözü pek: Churchill'in komünist hareketi, yayılmacı bir evrenselcilikle karakterize edilen ve her halkta “misyonerleri her ülkede olan” bir kiliseye benzettiğini göreceğiz; her halükarda, Stalin'in sözde pan-slavizmi, sömürge halklarını, pan-Germenizm teorisyenleri tarafından doğal ve faydalı olarak kabul edilen üstün ırkın egemenliğine son vermeye çağırır.
Ancak o zaman, her iki karşıt tarafta da ana endişe analojilerin ve simetrilerin inşasıdır. Arendt'te “pan-hareketleri” (ve dolayısıyla Nazizm ve komünizmi) karakterize eden şeyin “seçilmiş olma iddiası” olduğunu okuduğumuzda gülümsemeye zorlanıyoruz: Amerika Birleşik Devletleri'nin Tanrı'nın seçilmiş halkı olarak kutlanması, Amerikan siyasi geleneğini derinden işaret ediyor ve bugün Amerikan başkanlarının konuşmalarında duyulmaya devam ediyor!
Önde gelen bir Amerikan tarihçisinin 1950'de ileri sürdüğü argümanın da doğruladığı gibi, Soğuk Savaş'ın zorunlulukları diğer tüm değerlendirmelerden açıkça önceliklidir. Franklin D. Roosevelt'e ve onun SSCB ile ittifak politikasına karşı çıkacaktı; “Soğuk Savaş'ın başlamasıyla birlikte, Hitler ve Stalin arasındaki siyasi ve ahlaki benzerlikler konusundaki tezini güçlendirmeye teşvik edildiğini hissetti, öyle ki kendisini yoğun bir şekilde iki diktatörün toplam karşılaştırmasına adadı. İlki, “Töton halkının ırksal kaderi” üzerinde ısrar ediyor; ortalama bir okuyucuya, uzun bir geleneğe göre, Amerika Birleşik Devletleri'nin durdurulamaz genişlemesini denetleyecek olan “açık kader” hatırlatılabilir; yine de Arendt'e benzer bir şekilde tartışarak ve atlayarak, burada adı geçen tarihçi, "Töton halkının ırksal kaderi" Nazi temasını "Stalin ve Lenin'in proletaryanın ve devrimci uluslararası komünistin " hareketin Mesih rolüne olan inancına tekabül ediyor."
Bir kez daha, “üstün ırk”ın kutlanması, Hitler'in ideolojisinin merkezinde yer alır; Bunun için analojiler ve emsaller arayışı, ve bir şekilde, alıntı yapılan kitabın yayınlandığı 1950'de varlığını sürdürdüğü, Güney Amerika'da uzun süredir uygulanan ve Nazizm'in atıfta bulunduğu beyaz üstünlüğü rejimine doğru gitmelidir.
Buna rağmen Amerikalı tarihçi, Hitler'in "üstün ırk" teorisine benzer olanın, Stalin'in Sovyetler Birliği'nde yürürlükte olan teori olduğunu keşfediyor ve burada neredeyse "her önemli keşfi" "bazı bilinmeyen ya da az bilinen Ruslara" atfediyor!548
Eski müttefiklerin oynadığı Hitler kartı, soykırım suçlamasını da içeriyor. Muhtemelen bu yönde ilk hareket eden, komünist hareketin ve Sovyetler Birliği'nin hegemonyasına sahip olduğu siyasi cephedir.
1951'de New York'ta, (hem McCarthyciliğe hem de beyaz üstünlüğü rejimine karşı mücadeleye kendini adamış bir örgüt) Sivil Haklar Kongresi'nin lideri siyahi avukat William Patterson, Afrikalı Amerikalıları etkileyen trajediden haberdar etmek için BM'ye çağrı niteliğinde olan bir kitabın yayınlanmasını organize ediyor:
Amerika Birleşik Devletleri'nde (özellikle Güney'de) ırk ayrımcılığı, aşağılama, baskı ve sosyal marjinalleştirme rejimi yürürlüktedir; tecavüzler, linçler, yasal ve yargısız infazlar durmadı ve polis şiddeti daha da kötüleşiyor (1963'te Martin Luther King “polis vahşetinin tarif edilemez dehşetlerinden” bahsedecek).
Bu uzun adaletsizlikler ve ıstıraplar listesini yaparak, BM'nin Aralık 1948'de soykırım suçuna karşı onayladığı sözleşmeye atıfta bulunuyor ve bu soykırım sözleşmesinin bir soykırımın sistematik olarak bütün bir etnik grubun ortadan kaldırılması anlamına gelmediği gerçeğinden yararlanıyor; kitap açıkça kışkırtıcı bir başlık taşıyordu: Soykırımı Suçluyoruz. Muhtemelen Amerikan siyasetinde bu sözleşmenin karşılaştığı güçlü muhalefet tarafından motive edilen bu kınama, birkaç dile çevrildi: SSCB'de, Yahudi kökenli bir entelektüel olan Ilya Ehrenburg'un, Üçüncü Reich ile ABD'yi her ikisinin de ırkçı ve soykırımcı bir çılgınlıktan veya en azından potansiyel olarak soykırımdan etkilenme derecesini karşılaştıran bir giriş yazısıyla ortaya çıkıyordu. Kitap açıkça Amerika Birleşik Devletleri'nde öfke uyandırıyor ve suçlamaya karşılık vererek yanıt veriyorlardı. BM sözleşmesini onaylayan komitenin bir üyesi, “komünist ülkelerde, ırk veya ulusal köken temelinde tüm nüfusu sınır dışı etmek resmi politikadır” diyordu.549
Soğuk Savaş'ın başlangıcında her iki düşman da diğerini Nazizmin yeni versiyonu ve onun soykırımcı çılgınlığı olarak sınıflandırırken, Batı'nın yaklaşan zaferiyle analojiler oyunu yalnızca galiplerin lehine sonuçlanıyor.
Özellikle egemen ideoloji açısından, Stalin ve Hitler'in kesinlikle aynı karşılaştırması bir saplantı haline geldi ve onları ikiz canavarlar olarak sunma noktasına ulaştı.
Hiç yorum yok